13 Kasım 2017 Pazartesi

Kürt Raporu


Kürt Raporu 


YENİ ŞAFAK
Yasin Doğan



Kürt meselesiyle ilgili son dönemde bir çok rapor açıklandı. TESEV'in hazırladığı rapor, bunların içinde yerel dinamikleri yansıtması ve Kürtlerin düşüncelerini doğrudan aktarması açısından ayrı bir anlam ve önem taşıyor. Onlarca yıldır aynı konuda yüzlerce rapor yayınlandı. Bu yüzden orijinalliği yakalamak hiç de kolay değil. Ama bu tür raporların orijinal olmaktan çok meseleyi gündeme taşıması daha önemlidir. TESEV de bu açıdan iyi bir iş yapmış, sürece katkıda bulunmuştur. 
Raporun olumlu yönleri basında dile getiriliyor, madalyonun diğer yüzüne bakıp eleştirel yaklaştığımızda da elbette söylenebilecekler de var. 
Rapor Kürt vatandaşlarımızın ve kesimlerin düşüncelerini aktarma amacı taşıyor. Bu yüzden raporu hazırlayanların varolan durumu tüm boyutlarıyla araştırıp tahlil etmeleri biraz geri plana düşmüş. Bu meyanda bir kısım iddiaların karşılığı iyi araştırılmamış, havada kalan ifadeler ortaya çıkmış. 
Mesela; GAP'la ilgili bilgiler, eleştirilerdeki bilgiler üzerine kurulmuş. 
GAP'la ilgili bir çok eksik ve yanlış bilgi üzerinden yorumlar yapılmış, ama temel hata, GAP'ın Kürt meselesini kökünden çözecek, her meseleyle ilgili bir proje gibi algılanmasıdır. "Bölge halkının açlık, barınma gibi günlük ve ertelenemez sorunlarına ilişkin bir çözüm önermeyen plan, bölgedeki adaletsiz toprak dağılımı, zorunlu göç, koruculuk, mevsimlik göç, köye geri dönüş gibi konulara hemen hiç değinmemektedir" ifadesinden de bu anlaşılıyor." 
Oysa GAP bölgesel kalkınma amaçlıdır, içerdiği siyasi anlam doğrudan değil, dolaylıdır. 
"Hükümetin Kürt Sorunu'nun çözümünde samimi olduğunun temel bir göstergesi, bölgenin kalkınması için göstereceği özel çaba olacaktır" deniyor. Peki, bölgeye son dönemde 12 milyar YTL'ye yakın yatırım yapan ve GAP'ı bitirmeye soyunan hükümetin performansı, bu samimiyetin ne kadarını karşılar acaba? Hükümet bölgeyi kalkındırdığı zaman Kürt meselesinin ne kadarını çözmüş olur? 
Raporda tanımlanan sorunların bir çoğu doğrudan Kürt meselesiyle ilgili olmadığı gibi Kürtlükle de Güneydoğu bölgesiyle özdeşleştirilemez. Merkezi yönetim-yerel yönetim ilişkisinden istihdama, bölgesel kalkınma ve azgelişmişliğe kadar bir çok sorun sistemik'tir, Türkiye'nin bir çok bölgesiyle ilgilidir. Kürt meselesiyle ilgili devlet politikalarının bu sorunları biraz daha ağırlaştırdığı kabul edilebilir, ancak bunlar bölgesel değil, ulusal düzenlemeler gerektiren daha temel sorunlardır. 
Yerel yönetimlerle ilgili bölümde genelde bu sistemik sorunlara değinilmiş. Oysa yerel kalkınmada DTP'li belediyelerin daha fazla devreye girmesi gerektiği, bu belediyelerin Kürtlerin insanca yaşayabileceği şartları oluşturmak için hizmete odaklanmak yerine örgüt şubesi gibi çalışmalar yaptığı, yerel demokrasinin gelişimi, bölgede ifade özgürlüğü, siyasi etkinliklerde bulunma özgürlüğü gibi Kürtlerin demokratik haklarını geliştirmelerine PKK'nın izin vermemesinin olumsuz bir siyasi tablo ürettiği gibi hususlara da değinilmeliydi. Bölgede sivil inisiyatifin gelişmesi, özgürce düşüncelerin ifade edilmesi, örgütlenilmesi, siyasi çalışmalar yapılması konusunda PKK'nın açık bir tehdit oluşturduğu gibi hususlar da vurgulanmalıydı. 
Madem tarihteki Kürt isyanları ve PKK terörü meselenin güvenlik alanına sıkışmasına sebep olmaktadır, bundan kurtulmanın yolu, PKK'nın sorunun üzerine gölge etmemesidir. 
"Devletin PKK'ya karşı çeyrek asırdır vermekte olduğu mücadele, Kürt Sorunu'nun 
askeri yöntemlerle çözümünün mümkün olmayacağını göstermektedir" deniliyor. 
"Silahlı mücadeleyle netice alınamaz" yargısı sadece devlet için yapılmamalı, aynı yargı PKK'ya atfen de yapılmalıdır. PKK'nın onlarca yıllık silahlı mücadelesi, terör eylemleri hangi olumlu neticeyi doğurmuştur? Terörle sorunları çözmeye yanaşmanın kabul edilemezliği, daha açık vurgulanmalıdır. Kimi devlet görevlilerinin uygulamalarında demokrasiye ve hukuka uymayan yanlışlıklar her zaman ortaya çıkabilir ve bunun eleştirilmesi de doğaldır, ama terör ve şiddetin demokrasi ve hukukla bağdaşmadığı da vurgulanması gereken bir sorun değil midir? 
Raporu hazırlayan koordinatörlerden biri bir televizyon kanalında hükümetin Kürt kelimesini kullanmadan adımlar attığını, Terör zararlarının tazmin edilmesinde veya Köye Dönüş Projesinde Kürt atfı yapmadığını eleştirdi. Acaba "Kürtlere toplu konut, Kürtlere okul, Kürtlere hastane" gibi bir söylem ne kadar anlamlıdır? Eğer sembolik bir atıf gerekiyorsa, TRT'nin haftaya başlatacağı Kürtçe yayın sanırım açık bir Kürtlük atfı içeriyor. Aynı şekilde Başbakan'ın "Kürt sorunu benim sorunumdur" ifadesi Kürtlüğün üzerine örten bir anlayışı yansıtmıyor olsa gerek. 
Gösterilere katılan çocukların yargılanması eleştirilirken Birleşmiş Milletler Çocuk Haklarına Dair Sözleşmesine atıf yapılıyor. Bu meselenin gerçekten eleştirilecek boyutları mevcuttur. Ama eleştiriler içinde sokak gösterilerinde çocukların istismar edilmesine de değinmek gerekmez mi? 7 yaşındaki çocuklar demokratik bilinçle mi bu gösterilerde taş atmaktadır? Ya da açılış törenlerine katılımı engellemek için okula gitme boykotu yaptırmak ne derece bu hassasiyeti gözetmektedir? 
Devleti şiddetle eleştirebilenlerin PKK'yı da aynı şiddetle eleştirebilmesi gerekir. 
Sorunu tamamen devlete endeksleyerek, her şeyi devletten bekleyen anlayış da geleneksel hatalardan biridir. Sorunun tüm taraflarını nazara alan, çözümde tüm çevreleri sürece katan bir perspektifle hareket edilmesi daha doğru olmaz mı? 

***

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder