3 Kasım 2017 Cuma

PKK TERÖR ÖRGÜTÜ HAKKINDA, BÖLÜM 3

PKK TERÖR ÖRGÜTÜ HAKKINDA, BÖLÜM 3


Orta Asya'da varlığı çok eski tarihlere dayanan Kürtler uruğu daha sonra batıya, Hun Türkleriyle birlikte -tıpkı Anadolu'ya yerleşmeleri gibi- göç etmiştir. 
Bu göç de diğerleri gibi Hazar'ın güney ve kuzeyinden olmuştur. Macaristan'da görülen Kürtler bunun delilidir. Ayrıca Çekoslovakya ve Slovenya topraklarında 
da bazı Kürt oymaklarının varlığı tesbit edilmiştir8. Hazar'ın güneyinden geçenler ise İran ve Anadolu'ya yerleşmişlerdir. Bunlar da bu bölgeye Oğuzlarla birlikte 
gelmiş olmalıdırlar9. İşte Avrupa, İran ve Türkiye coğrafyasında görülen ve Türkçe konuşan Kürtler'den başka, geniş bir kabileler topluluğu daha vardır ki, 
Arap tarihçileri bunlardan "Ekrâd (Kürtler)" olarak bahsetmektedir. Arap tarihçilerinin Kürtler diye adlandırdığı bu topluluklar bazılarınca 4 grupta toplanıyordu Kurmanclar, Guranlar, Lurlar, Kalhurlar. 

Oysa Arapların bu terimi bu dört zümre için kullandıkları şüphelidir. Belki de sadece Kurmanclar için Kürtler demişlerdir. Zira Lurlar sonraki dönemlerde 
kendi adları ile anılmışlardır. Diğer üç zümre için de durum aynı olup, onlar da bu kelimeye yabancıdırlar10. 

Yukarıda verilen bilgilere ilâve olarak, Kürt aşiretleri içerisinde sayılan Zazalar konusuna da bir açıklık getirmek gerekmektedir. Zira bugün için 
Zazaların, Kürt ve Türk değil onlardan ayrı bir kavim oldukları yolunda da iddialar mevcuttur. Bu iddialara göre, Zazalar kasıtlı olarak Kürt boyları 
içerisinde gösterilmektedir. Oysa Kürtler konusunda bir otorite kabul edilen Rus bilim adamı Vlademir Minorsky'nin bu konuda söylediği "Sistemli incelemeler 
Kürt adıyla örtülen bir tabaka altında birçok eski kavimlerin varlığını ortaya çıkartacaktır." sözleri, Zazaların bu konudaki dayanağını teşkil etmektedir. 
Ayrıca Şeref-nâme'de, Zazalardan hiç söz edilmemesi de Zazaların, Kürtlerden ayrı olduğunu ileri sürenlerin bir başka dayanağını teşkil eder. Bu iddiaları ileri 
sürenlere göre, Türkiye, İran, Irak, Suriye ve eski Sovyetler Birliği'nde yaşayan ve "Kürt adı altında" birleştirilmek istenen zümreler, her bakımdan birbirlerinden tamamen farklı birer yapıya sahip bulunmaktadır11. 

Zazaların Kürtlerden ayrı olduğunu ileri süren bu görüşlere göre, Zaza adına M.Ö. 9. yüzyılda rastlanmaktadır. Menşe yönünden ise Hurrîlere 
bağlanmaktadır. Dil bakımından da Zazaca, Kürtçeden tamamen ayrıdır. M.Ö. 5 bin yıllarında tarih sahnesine çıkan Sümerlerle, Zazalar arasında dil, inanç ve 
benzeri açılardan bir takım benzerlikler de tespit edilmiştir12. 

Yukarıdaki iddialardan da anlaşılacağı üzere, Kürt kelimesinin etnik kimliği ve üzerinde yapılan spekülasyonlar, Zaza kelimesi için de mevcuttur. Zira 
Zazaların, Kürt veya ayrı bir kavim oldukları iddialarının yanı sıra, söz konusu boyun Türklüğü de tartışılmaktadır. Buna göre de milattan önceki dönemlerde 
ortaya çıkan Zazalar, Türklerin çok eski bir boyudur. Ortaasya’dan kopup gelen, Dicle ve Fırat havzalarına yerleşen ve proto-Türkler diye adlandırılan bu kavim 
Saka=İskit veya Subar Türklerine mensuptur. M.Ö. 5 bin senelerinde Orta asya'dan göçüp, Anadolu'ya yerleşmişlerdir. Su-su adı zamanla değişmiş ve 
bu Türklere Zaza adı verilmiştir13.Doğu illerine İslâmiyet’in yayılmasıyla birlikte büyük bir çoğunluğu Şafii ve Nakşîliğe mensup olmuşlardır. Ancak Türk olan ve 
Osmanlı padişahları tarafından yabancılığa sürüklenen Zazalar, kendilerini Emevî neslinden görmüşler ve bu yolda yürümüşlerdir14. 

Tarihî dönemler içerisinde Kürtlerin Turanî bir kavim olduğu görüşünü izah eden tarihçiler genelde Eberhard, Rasonyi ve Ne'meth gibi tarihçilerin konu 
ile ilgili açıklamalarını zikrederler15. Bunun yanı sıra Dede Korkut Oğuz-nâmelerine göre Kürtlerin bir Türk boyu olduğu ve Oğuzlara mensup olduklarını 
gösteren çalışmalar da mevcuttur16. 

Türkiye'deki mevcut Kürt aşiretlerinin, birçok yerli ve yabancı ilim adamının araştırmaları sonucunda Oğuzlar'ın bir kolu olduğu gerçeği ortaya 
çıkmıştır. Yüzyılların meydana getirdiği şartlar sebebiyle Arapça, Farsça, Türkçe karışımı ve Kürtçe dediğimiz sun'i bir lisanla yazılı kaynakların en eskisi olan 
Bitlis Emiri Şeref Han tarafından l597 de kaleme alınan Şeref-nâme adlı eserde de Kürtlerin Oğuz Han soyundan geldiği açıkça belirtilmektedir17. 

Türklerin göçünü takiben yerleştikleri bölgelerde, Kürtlerin sınır toplumu karekteri arzeden bir topluluk oldukları, Türk-Arap ve Fars milletlerinden 
etkilenerek kültür karakteri meydana getirdikleri görüşü de üzerinde durulması gereken bir konudur18. Zira günümüzde bu ad ile adlandırılan topluluklar Orta 
Doğu'da Türkiye, Suriye, Irak, İran, Ermenistan ve Azerbaycan'a dağılmışlardır. Bunların ilk nüvesini ise "Kürt" adlı "Türk" kabilesi teşkil etmiş olmalıdır. 
Osmanlı topraklarında Türk aslından olan bu kabileler zamanla diğer Türk kabilelerini de bünyelerine alarak bugünkü yapıyı meydana getirmişlerdir. 
Şüphesiz zaman içerisinde bu Türk aşiretleri arasına Arap, Fars veya başka milletlerden oba ve oymaklar da karışmış olabilir. Kürt'ün Türkmen'den 
farklılığını milliyet düzeyine çıkaranlar daha ziyade Kürt dili üzerinde dururlar. Oysa, Kürt lisanı bir dialekt olup, Farsçaya daha çok benzemektedir. Bununla 
beraber Arap ve Türk tesirlerinin de karışımıyla, kendine has bir telaffuzu vardır19. Zira Türklük, sadece Türkmenlik demek değildir. Türklüğü meydana 
getiren başka unsurlar da vardır. Türklüğü meydana getiren Türkmen, Yörük, Kürt, Zaza ve benzeri Türk boyları kapsamındaki oba ve oymaklarda urukları 
meydana getirirken, değişen tarih ve coğrafyalarda farklı kombinezonlarla bir araya gelmiştir20. 

Türk toplulukları Anadolu coğrafyasında konar-göçer bir hayat sürmüşler ve bir kısmı ise bu coğrafyada yerleşik hayata geçmişlerdir. Zamanla yerleşik 
hayatı benimseyen topluluklar, konar-göçer Türk topluluklarını, aşiretlerini kendilerinden aşağı görerek onları Türkmen, Tahtacı, Yörük, Abdal, Zaza, Kürt 
gibi adlarla kendilerinden ayırtetmek istemişlerdir. Dolayısıyla bu hayat tarzından dolayı da Türkmenler'e Kürtler denilmiş olabilir. 

Osmanlı Arşiv belgelerinde görüldüğü üzere "Kürt Terimi" açıkça konar-göçer göçebe toplulukları ifâde etmektedir. Belgelerde yer alan pek çok örnekten 
de anlaşılacağı üzere, Türkmen toplulukları arasında Kürt adı, yanlız dağlarda yaşayanlara verilen isimlerdir21. Osmanlı kayıtlarında geçen "Etrak" ve "Ekrad" 
terimleri "Türk" veya "Kürt" manalarında kullanılmayıp, "Yerleşik" ve "Göçebe" manasında kullanılmaktadır22. Ayrıca Osmanlı Devleti'nin tebaaların dan gayri müslimler devlete ödedikleri bir vergi(cizye) karşılığı askerlikten muaf tutulmuşlardır. Hatta yine Osmanlı tebaasından olan Müslüman Araplar dahi askere alınmamışlardır Fakat devlet bünyesinde Türklerle iç içe yaşayan ve vesîkalarda "ekrâd" tabir edilen Kürtler için böyle bir ayrı uygulama söz konusu değildir. Dolayısıyla onlar da devletin asıl sahibidirler23. 

Yukarıdaki açıklamalardan da anlaşılacağı üzere bütün zorlamalara rağmen ırk, millet ve hatta aşiret anlamına gelebilecek "etnik" manada bir 
"Kürt" terimi mevcut değildir. Bu adlandırma yerleşik müslüman Arap-Fars ve Türk topluluklarının konar-göçer Türkmen aşiretlerine ortaklaşa verdikleri bir 
deyimden ibârettir. Konuya ırkî açıdan bakıldığında ise yukarıda yapılan izahlardan Kürtlerin Orta Asya menşe‘li oldukları anlaşılacaktır. Zira Kürtler örf 
ve âdetleri, Türk milletiyle büyük bir uyumluluk göstermektedir. Büyük istilâların sebep olduğu karışımların bir neticesi olarak Kürtlerde bir çok ırkın etnik 
kalıntılarını bulmak mümkündür. Gerçekten de Batı Asya, tarihinin başlarından beri değişik toplulukların bir geçit yeri ve savaş alanı olmuştur. Coğrafî 
durumları sayesinde Kürtler, bu istilâlara dayanmış ve sosyal yapılarını korumuşlardır. Sonuç olarak denilebilir ki, bütün meziyetleriyle Kürtler, Türk 
birliğinin kıymetli bir parçasını meydana getirmektedirler24. 

Bugün için bilinmektedir ki, Türkler Anadolu'ya, Türklerin islâmiyete girmesinden ve islâmiyetin zuhûrundan çok evvel gelmişlerdir. Bu tarih M.Ö.II-IV 
bine kadar uzanmaktadır. Kürtler de Türkî bir unsurdur. Bir Türk boyunun adını almakla beraber çeşitli Türk devletlerinin bölgedeki kalıntıları da zamanla 
bu ismin kapsamına girmişlerdir. İskân bölgeleri Fars ve Arap coğrafyacıları ile iç içe olduğundan, dil gibi bazı kültürel özelliklerinde kısmî değişime uğramışlardır. 
Ancak dil üzerinde yapılan çalışmalar, bugün için ayrı bir dilmiş gibi gösterilen bu bölgedeki insanların konuştukları mahallî şivenin, Türkçe'nin bir ağzı olduğunu 
açıkça ispatlamıştır25. 

1. Kürt Kültürü ve Kürdistan Meselesi 

Bölücü çevreler, topluluklar üzerinde etkili olabilmek için bazı suni konular yaratma ihtiyacı duymuşlardır. Türk Ergenekon Bayramı Nevruz’un 
Kürt Bayramı olarak propaganda edilmesi de böyledir.Yine Kürt Bayrağı olarak kullanılan renkler (yeşil, fes kırmızısı ve sarı) İran’lıların Zerdüştlük inancını 
temsil etmektedir. Kürt kültürü ile ilgili ortaya atılan iddialar ilmen tutarsızdır. 

Yukarıda açıklandığı üzere Kürdistan Teriminin tamamen izafi bir terim olarak kullanıldığı, siyasi bir anlam taşımadığı, Anadolu’nun doğusunda ve 
Irak’ın Kuzey’indeki dağlık bölgelerin tarifinde kullanıldığı görülmektedir. Selçuklu ve Osmanlı idari taksimatında da Kürdistan diye bir eyalet, vilayet, 
sancak veya köy yoktur. Emperyalist Ülkeler Türk Birliğini bölmek maksadıyla yaptıkları çalışmalar sırasında, Tanzimat’ın ilanından itibaren Kürdistan 
teriminin sıkça gündeme geldiği, Lazistan ve Ermenistan gibi terimlerle siyasi amaçlı kullanılmaya başlandığı görülmektedir26. 

II. KÜRT HAREKETİNİN TARİHİ GELİŞİMİ 

Osmanlı Hakimiyetinin sona erdiği dönemlerde I. Dünya Savaşı sırasında İngiltere gibi emperyalist devletler Osmanlı Devletini parçalamak için manda 
yönetimli Kürt Devleti fikrini ortaya atmışlar, Kürt aşiretlerini bu yönlü etkilemeye başlamışlardır. İngiltere, Fransa ve Rusya’nın çabaları ile Kürt devleti hedefi belirlenmiştir. Anadolu'daki Ermeni ve Rum azınlıklarının ayaklanmalarına destek olmak maksadı ile İngiltere tarafında çıkartılan Yozgat 
ve Konya’daki Türk Aşiret ayaklanmaları daha sonraki Kürt Aşiret ayaklanma larına basamak oluşturmuştur. Kürt’lerin aşiret halinde ayaklanmaya 
başlamaları Emperyalist Devletlerce Anadolu ve Orta Doğu'da oynanan oyunların bir parçası olarak karşımıza çıkmaktadır.. 

1. Osmanlı İmparatorluğu Döneminde Kürtler 

Osmanlı Devleti döneminde coğrafi ve sosyal yapı sebebi ile doğu bölgelerinde hakimiyet tam olarak tesis edilememiştir. Merkezi otorite boşluğu 
uzun dönemler sonunda bu bölgede kendine özgü sosyo-ekonomik ve kültürel bir yapı ortaya çıkartmıştır. Kürtlerde bu durum aşiretçilik içerisinde ağalıklar 
olarak ortaya çıkmıştır. Kürtlerde görülen bu sosyal durum şunlardan ibarettir. 

Ağalık: Servet ve toprak esasına dayanan zenginliği ifade etmekteydi. 
Şeyhlik: Mezhep ve tarikatların, başka bir ifade ile dini duyguların istismar edilerek kullanılmasını ifade etmektedir.. 
Aşiretçilik: Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgesinde yarı müstakil yaşayan ve kendi içinde feodal bir yapı gösteren toplulukları ifade etmektedir. 
Osmanlı’da yenileşme hareketlerinin başlaması ile birlikte devlet yapısı içinde aşiret halindeki bu konar göçer toplulukların farklı oldukları ortaya 
çıkmıştır. Devletin zayıf olduğu zamanlarda da devlet otoritesine karşı ayaklanmalar görülmüştür. 

a) Osmanlı Döneminde Görülen Belli Başlı Ayaklanmalar 

1. Baban-zade Abdurrahman Paşa İsyanı (Musul-1806) 
2. Baban-zade Ahmet Paşa İsyanı (Musul-1812) 
3. Zazaların İsyanı (1820) 
4. Yezidilerin İsyanı (Hakkari-1830) 
5. Şerefhan İsyanı (Bitlis-1831) 
6. Bedirhan İsyanı (Botan-1835) 
7. Garzan İsyanı (Diyarbakır-1839) 
8. Bedirhan Osman Paşa İsyanı (Mardin-Cizre-1877) 
9. Übeydullah İsyanı (Hakkari-1881) 
10. Bedirhan Emin Ali İsyanı (Erzincan-1889) 
11. Bedirhaniler ve Halil Raman İsyanı (Mardin-1912) 
12. Şeyh Selim Şahabettin ve Ali İsyanı (Bitlis-1912) 
13. Koçgiri İsyanı (Koçgiri-1920)’dir. 

Osmanlı Devletinde Kürt ayrımcılığı fikirleri 1. Meşrutiyetin (1876) ilanından sonra büyük şehirlerde yaşayan bazı tabakalar arasında görülmeye 
başlamıştır. Ayaklanmaların temelinde sadece yarı müstakil olan yaşantının daha müstakil hale gelme amaçları olduğu söylenebilir. 

İlk Kürt Cemiyeti II. Meşrutiyetin ilanından (1908) sonra İstanbul’da “Kürt Terakki ve Teali Cemiyeti” (Kürt İlerleme ve Dayanışma Cemiyeti) adı 
altında kurulmuştur. 

Cemiyetin yayın organı olarak Hetavi Kürt (Kürt Güneşi) gazetesini çıkarmıştır. Bu cemiyet başta Kürtlerin fikirlerinden ziyade özel menfaatlerini 
koruma amacını gütmüş, ancak cemiyetin kurucuları 1912 yılında Bitlis Ayaklanmasını başlatmıştır. Jön Türklerin, Osmanlı akımı yerine Türk 
Milliyetçiliğini öne çıkarma çabaları Kürtçülük cereyanlarını hızlandırmıştır. 

b) Osmanlı Devleti Döneminde Yabancı Devletlerin Kürtlerle İlişkileri 

Kürtler,16. yüzyıldan başlayarak 19.yüzyılda doruk noktasına ulaşan bir biçimde, Osmanlı Devleti ile İran Safevi Devleti arasındaki çekişmelerin önemli 
bir malzemesi olmuşlardır. Özellikle 18. yüzyılın sonlarından başlayarak bu insanların yaşadıkları saha yani “Kürdistan”27, bu iki devlet arasında mücadele 
alanına dönüşmüştür. İki taraf da bölge de yaşayan Kürtlere güçlü bir biçimde egemen olmak istemekteydi. 19.yüzyıla gelindiğinde bu mücadeleye önce İngilizler, hemen ardından Amerikalılar, Ruslar, Fransızlar, Almanlar ve hatta İsveçli misyonerler katıldı. O dönemin bu güçlü devletleri Kürtlerle yakından ilgilendiler ve onlara hep düşmanın arka cephesini zayıflatacak bir etken olarak baktılar 28 . 

İngilizlerin Kürtlerin yaşadıkları bu bölgelere önem vermelerinin birkaç sebebi vardı. Öncelikle, stratejik bir öneme sahip olan “Kürdistan” toprakları, 
İran ve Osmanlı toprakları arasında bulunmakta ve gelecek için İngiliz sömürgeciliğinin gelişmesine imkan tanımaktaydı. Bu sebeple İngiliz yöneticiler ve onlara bağlı Doğu Hindistan şirketi, doğudaki etkinliklerini artırarak Kürt aşiretleri arasında propaganda yapmaya ve bölgede taraftar kazanmak amacıyla çalışmaya başladılar. Bu amacı gerçekleşmesi için İngiltere’den sözde “Kürdistan”a doktor, arkeolog, diplomat gibi adlar altında casuslar gönderildi. 
Bunlar çeşitli şekillerde aşiret reislerini ve diğer nüfuz sahibi kimseleri elde ederek, politik amaçları doğrultusunda kullanmaya çalışıyorlardı. Bunun yanı 
sıra Kürtlerin savaş yeteneği ile başka özelliklerini inceliyorlar ve “Kürdistan”a ulaşıma uygun olabilecek yolları saptıyorlardı. 

İngilizler, 1806’da Doğu Hindistan şirketinin bir şubesini Bağdat’a açtıktan sonra bu çalışmalarını daha da artırdılar. şirketin temsilcisi ve yardımcısı birlikte, 
Kürt aşiret reisleri ile ilişkilerini geliştirmeye çalışıyordu29. Kumandan Mc Donald Keyner, bu şirket adına birçok kez Anadolu’ya özellikle Kürdistan ve 
Ermenistan’a geziler yaptı. Gezilerinin amacı Hindistan’a sefer yapmak için hazırlıklara başlayan İngiliz ordusunun Kürdistan’dan geçebileceği yolları ve 
bölgenin özelliklerini saptamaktı. Diğer casuslar da benzer etkinliklerde bulunarak, kendi alanları ile ilgili bilgi topluyorlardı.

1817’de İngiliz Binbaşısı Heid, Bağdat, Süleymaniye, Erbil, Musul ve Kıfri’ye, onu izleyen, Brother da 1818’de Bağdat’tan Kıfri’ye ve oradan Süleymaniye’ye gittiler. 
1820’de Doğu Hindistan şirketinin şubesinin yöneticisi, Süleymaniye’ye egemen olan Namık Paşa’nın çağrısıyla buraya gelerek, Kürdistan’a ilişkin geniş 
araştırmalar yaptı. Ayrıca başka Kürt aşiret reisleriyle de görüşmeleri oldu 30. Buna benzer çalışmaları, İngiltere, İran’da da yürütmekteydi. 

1830’da Kürdistan, İngiltere için özellikle Hindistan’a ulaşım açısından büyük bir önem taşımaya başladı. Politik ve ekonomik çalışmalara hız 
verildi.1856’da Paris Antlaşmasının imzalanmasının ardından,İngilizler, Hindistan’ı İngiltere’ye bağlayacak bir demiryolu planı üzerinde çalışmaya 
başladılar. Bu amaçla Hindistan’da daha önce de çalışmalarda bulunan Cissini, bu işle görevlendirildi .Demiryolu Anadolu, Suriye, Kürdistan ve İran’dan 
Hindistan’a geçecekti, ancak Suriye işin içine girince Fransa buna karşı çıktı ve plan rafa kaldırıldı. 

İngilizlerin ardından bölgeye Amerikalı misyonerler de gelmiştir. Amerikalıların da o dönem de bölge politikasında etkin olma yerine ileriye yönelik 
yatırımlarda bulundukları, bu amaçla geniş bir misyoner örgütü kurdukları bilinmektedir. Amerikalılar 1890’a doğru bölgede toplam 118 kilise kurmuşlardı . 
Bu kiliselerde 891 misyoner ile 11.899 yardımcı personel çalışıyordu. Yine Amerikalılar bölgede 64 ilkokul, 44 orta dereceli okul açmışlardı31. Ancak bu 
misyonerlerin asıl temas ettikleri Nasturilerle öteki Hıristiyan gruplardı. Özellikle 1878 tarihli Berlin Antlaşmasıyla Ermeni meselesinin uluslararası boyut 
kazanması,32 misyonerlerin işini oldukça kolaylaştırmıştır. Kürtler ise bu misyonerlerin varlığından hiç memnun değillerdi. 

Rusların, Kürtlerle ilk temasları ise 19. Yüzyılın başlarında meydana gelen İran –Rus ve Osmanlı –Rus savaşları sırasında gerçekleşmiştir. İran–Rus 
savaşlarında ,İran’ın yenilerek Gülistan Anlaşmasını imzalaması, Kürtler arasında Rusya’nın saygınlığını artırmıştır.1828 –29 yıllarında yapılan Osmanlı –
Rus savaşında ise Kürt aşiretlerinden bazıları, Osmanlı Devletine karşı Rusya’nın yanında savaştı. Revanduz, Botan ve Hakkari Kürt beyleri ise savaşa 
katılmaktan kaçınmışlardır33. 

Bütün bu gelişmelerin ardından Rusya’da çok yoğun biçimde Kürt politikası oluşturma çalışmaları başlatıldı. Özellikle Van, Erzurum gibi yerlere 
gönderilen Rus konsolosları aracılığıyla Kürtlerle temasa geçildi34. 

 1887’den başlayarak İsveç Misyon Birliğinin de Kürtlerle temasa geçtiğinden söz ediliyorsa da bunların etkin bir çalışma yürüttükleri söylenemez35. 

19. yüzyıl, Kürtlerin yabancı devletlerle ilk tanıştığı yıllar olmasının yanı sıra, yaşadıkları bölgelerin emperyalist politikalara alet edilmeye başlandığı bir 
dönem de olmuştur. Bu ilk tanışmanın ardından Kürtler, bu devletlerle daha sıkı ilişkiler kuracak ve onlardan yardım isteyecekler, fakat bu istekler 
gerçekleşmeyecektir. 

c) Birinci Dünya Savaşı ve Kürtler 

Birinci Dünya Harbinde Ruslar, Kürtleri yanlarına alabilmek için büyük çaba harcamış ve bu durum da, Kürtlerin Ruslarla ilişkilerinin gelişmesi 
sonucunu doğurmuştur. Ruslar, Yusuf Kamil Bedirhan ve Kör Hüseyin Bey gibi Kürt beylerini kullanarak halka çağrıda bulunmuşlardır. Kürtler bu çağrıya ya 
saf değiştirerek, ya da hiç direnmeyerek uymuşlardır36. Ancak, panislamcı propagandaların ve Alman ajanlarının etkisiyle Kürtler, Türklerin yanında yer almışlardır37. 

Birinci Dünya Savaşı sırasında Dersim Kürtleri ve onların önderleri Alişer, Rus ve Ermenilerle birlikte hareket etmişlerdir. Erzincan gönüllü Ermeni alay 
kumandanlarından Gövdinli Murat Paşa ve Rus Generali Lahof, Dersimlilerle işbirliği yapılmasını önermek maksadıyla Kürtlere haber yolladılar . Bu çağrıya 
Elaziz vilayetinin Korut köyünden Kürt Mustafa Vefa olumlu yanıt verdi ve taburuyla beraber Ruslara katıldı. Ruslarla Dersimliler arasında bir “Kürdistan” 
teşkili konusunda görüşmeler başladı. Koçkiri aşireti adına Alişer bu görüşmelere katıldı. Sonuçta Dersimliler Ermenilerle anlaştılar. Dersimli Kürtler Rus 
kumandanı Lahof ve Ermeni kumandanı Murat Paşa ile anlaşmış olduklarından, Fırat’ın doğu ve güney mıntıkasıyla Ovacık mıntıkalarında Kürdistan egemenliği 
altında geçici bir siyasi varlık, taraflarca tanındı. Ayrıntılar için görüşmeler de sürdürülüyordu. Ancak Rusya’da 1917’de gerçekleştirilen devrimin ardından Rus 
ordularının Erzincan’dan çekilmesine karar verilmişti. Kumandan Lahof, 1918 Ocağında Erzincan’dan ayrılmış olduğundan, orada kalan Ermeni kumandanı 
Murat Paşa, Dersimlilerle kuvvetli bir ittifak yapmak istemişse de bu hususta Alişer’le anlaşamadılar ve bu ilişki burada son bulmuştur38. 

1916’da yine Bedirhanlardan Yusuf Kamil Bey, Tiflis’te Ruslarla temasa geçmiş ve Kürt isteklerini Ruslara kabul ettirmeye çalışmıştır . Savaş öncesi Yusuf 
Kamil Bey Tiflis’e iltica etmiş ve Ruslarla görüşmelerde bulunmuştu. Savaş sırasında ise Rusya’nın işgal ettiği Erzurum ve Bitlis’te Ruslar adına valilik 
yapmıştı. Daha sonraki yıllarını geri döndüğü Tiflis’te geçirmiş ve orada ölmüştür39. 

Böylece Birinci Dünya savaşında bazı Kürt Şeyh ve beylerinin çabaları herhangi bir sonuç vermemiş ve istedikleri yardım ise hiçbir zaman sağlanamamıştır. 
Kürt önderlerin kimisi Rusya’nın, kimisi İngiltere’nin yanın da yer alarak, hep aynı amaç için çalışmışlar, ancak bu sıralarda gerek Rusların ve gerekse İngilizlerin çıkarları ve siyasetleri, Kürt isteklerine uygun olmadığından bir sonuç alamamışlardır.. Bu durum 1916’da yapılan Sykes-Picot Anlaşmasında da görülmektedir. 

Sykes-Picot Anlaşması, Osmanlı mirasının paylaşılabilmesi için Müttefikler arasında yapılmış gizli bir anlaşmaydı. Anlaşmada “Kürdistan” topraklarını da 
ilgilendiren hükümler bulunmaktaydı. Buna göre, Rus Dışişleri Bakanı Sazanof’un Petrograd’daki Fransız Büyükelçisine gönderdiği mektupta (13 Nisan 
1916 ) Ruslar, Van ve Bitlis’in güneyinde, Muş ve Dicle Nehri’nin akım yoluyla Cezire Amadiye’ye egemen dağların tepeler çizgisi ile Mergevar bölgesi arasındaki yerlerin kendilerine verilmesini önermekteydiler. Fransızlar bu öneriyi kabul etmediler . İngiliz ve Fransızlar arasında geçen mektuplaşmalar sonunda 
“Kürdistan”’ın bir parçası Fransız bölgesi, bir parçası Rus bölgesi, bir parçası da İngiliz ve Fransızların ortak koruması altında bir Arap devleti ya da Arap 
devletleri Konfederasyonu içinde kalacak biçimde parçalandı40. 

Aslında anlaşmada Kürtler adına hiçbir öneri sunulmadığı gibi, Kürtlerin adı bile anılmamıştı. Yani o sıralarda burada bir Kürt devletinin kurulması 
düşünülmemişti. Savaş sonunda, anlaşmada İngilizler lehine bazı değişiklikler yapılmıştı. Ancak bu durum Kürtler adına pek bir şeyi değiştirmemiş, sadece 
bölgede İngilizlerin söz sahibi olmasını sağlamıştı. İngilizler petrolün peşindeydiler41 ve Kürtlerle de bu doğrultuda bir ilişki kurmak istiyorlardı. 

Birinci Dünya Savaşı, Osmanlının birçok bölgelerinde olduğu gibi Kürtlerin yaşadığı bölgelerde de büyük bir yıkıma sebep olmuştu. Savaş sonrası 
bu bölge de ekonomik olarak çökmüş, Kürt nüfusu önemli ölçüde azalmıştı. Zaten bütünlüğünü sağlayamamış olan bu topraklar, büyük devletler arasında nüfuz alanlarına ayrılarak daha da parçalanmıştı. Bunun sonucunda Kürtler, “tek pazar” etrafında birleşme sürecinden tamamen yoksun hale gelmişlerdir. Savaş 
sonrası bu halk birbirinden uzak, dağınık ve programsız bir görüntü sergiliyordu. 

Kürtler açısından bu derece olumsuz sonuçlara yol açan Birinci Dünya Savaşı, bununla ters orantılı olarak, birtakım sosyal ve siyasi sonuçlar da doğurmuştur. 

Bunların en önemlisi, etnik bilincin gelişmesidir. Kürt aydınları, kendi kimlikleriyle ortaya çıkarak, daha da örgütlü bir toplum haline gelmek için çaba 
harcamaya başlamışlardır. Kürt siyasi örgütleri, Kürt kimliğiyle politika sahasında mücadeleye giriştiler. Bu haliyle bu örgütler Kürt toplumunun zihinsel 
olarak Kürtlük bilincinin uyanmasında büyük rol oynadılar. Bu süreç Kürtler arasında bağımsızlık ya da en azından özerklik isteyen insanların sayısının 
artmasına sebep oldu. 

Kürtleri etkileyen en önemli olaylardan birisi de, kuşkusuz Doğu Anadolu bölgesinde bir Ermeni devleti kurulması planlarının uygulamaya konmasıdır. Bu, 
Kürtler de büyük bir endişe meydana getirdi. Kürt aydınlarının birçoğu, gelişmeler karşısında, Ermenilerle aynı yolu izleyerek, büyük devletlere 
başvurarak, bağımsız ya da özek bir Kürt devleti kurulması için çalıştılar. 

Kürtleri bu biçimde hareket etmeye yönelten başka sebepler de vardı. Rusya’da gerçekleşen 1917 devrimi, Kürt ayrımcılarını derinden etkilemişti. 
Özellikle anti-emperyalist söylem ve ulusların kurtuluşunu dile getiren sözler, Kürtler için de bir umut kaynağıydı42. 

Kürtleri daha da umutlandıran en büyük etken, şüphesiz Wilson’un ortaya attığı ilkelerin on ikinci maddesiydi. Çünkü burada “Osmanlı Devletinin Türk 
kısımlarına güvenli bir hükümranlık sağlanacağı, fakat halen idaresi altındaki diğer uluslara tereddüt edilmez bir hayat güvenliği ile mutlak dokunulmaz 
muhtar bir gelişme fırsatı tanınacağı” belirtilmekteydi43. 

Bununla Başkan Wilson, “ulusların kendi kaderlerini kendilerinin belirlemesi” ilkesini ortaya koyuyordu ki, bu Kürt aydını için önemli bir dayanak noktası oluşturmuştur44. 

Wilson ilkelerinden on ikincisi, Kürtleri ve “Kürdistan”ı doğrudan düşünerek kaleme alınmış değildi. Asıl siyasi amaç, manda sisteminin kurulması 
meselesiydi. Bundan dolayı Kürt aydını her ne kadar bu ilkeye büyük önem vermişse de, umduğu ilgiyi bulamamıştı. 

Savaşın sona ermesi ve Wilson ilkelerinin ilanının hemen ardından Kürt aydın ve uleması Aralık 1918 tarihinde Kürdistan Teali Cemiyetini kurdular45. 

Mütareke döneminde başka Kürt örgütleri de kurulmuştur. Bunlar arasında Kürt Tamim-i Maarif ve Neşriyat Cemiyeti, Radikal Avam Fırkası, Kürt 
Hevi Talebe Cemiyeti, Kürt Teşkilat-ı İçtimaiye Cemiyeti gibi örgütler sayılabilir . 
Ancak bunların hiçbirisi Kürdistan Teali Cemiyeti kadar etkin olmadığı gibi, bir kısmı da Kürdistan Teali Cemiyeti’nin son zamanlarına kadar onun birer kolu 
olarak çalışmıştı. 


BU BÖLÜM DİPNOTLAR;

33 Halfin , a.g.e.,s.37-42. 
34 Akgül, a.g.e., s.107. 
35 Faik Bulut, Dar Üçgende Üç İsyan, İstanbul Belge Yayınları,1992, s.342-354. 
36 II.Abdulhamid, adı geçen bu Kör Hüseyin'e Kör Hüseyin Paşa ünvanını vermiştir. Kör Hüseyin Paşa Haydaranlı Aşireti reisi olup, daha sonra Aşiret Alayları Komutanlığı da yapmıştır. Ayrıntılı bilgi için bkz. Bayram Kodaman;" II. Abdulhamid ve Aşiret Mektebi", Türk Kültürü Araştırmaları, XV/1-2,s.255-264. 
37 Kutlay, a.g.e., s.116. 
38 Nuri Dersimi, Kürdistan Tarihin de Dersim, 4.b. ,Diyarbakır, Dilan Yayınları, 1992, s.115 ;Ayrıca bkz. Akgül, a.g.e. s. 110-111. 
39 Kutlay, a.g.e. s.61. Bazil Nikitin, Kürtler, Sosyolojik ve Tarihi İnceleme, Çev.Hüseyin Demirhan -Cemal Süreyya, Cilt,I-II,3.b., İstanbul 1991, s. 344. 
40 Osman Olcay, Sevr Anlaşmasına Doğru, Ankara, AÜSBF Yayınları,1981, s.LVII. 
41 Mim Kemal Öke, Belgelerle Kürt-İngiliz İlişkilerinde Musul ve Kürdistan Sorunu, 1918-1926, Ankara, Türk Kültürünü araştırma Enstitüsü Yayınları, 1992, s.5. 
42 M.S.Lazarev, Emperyalizm ve Kürt Sorunu 1919-1923, Çev.: Mehmet Demir, Ankara, Öz-Ge yayınları, 1989, s.62. 
43 Mine Erol, Türkiye’de Amerikan Mandası Meselesi, Giresun, 1972, s.57. 
44 Martin Van Bruinessen, Kürdistan Üzerine Yazılar, İstanbul, İletişim Yayınları, 1992, s.143. Salahi Sonyel, Türk Kurtuluş Savaşı ve Dış Politika ,I. ,2.b., 
Ankara, T.T.K. Basımevi, 1987,s.26. 
45 Savaşın sona ermesi ve Wilson ilkelerinin ilanının hemen ardından Kürt aydın ve uleması Aralık 1918 tarihinde Kürdistan Teali Cemiyetini kurdular. 
Cemiyetin başkanlığına Şemdinli Seyit Abdülkadir getirildi. Bir görüşe göre, bu cemiyetin kurulmasını Osmanlı hükümeti istemişti. Çünkü bölgenin 
İtilaf Devletlerince Ermeniler ile Araplar arasında paylaştırılma hazırlıklarının artmasıyla endişeye kapılan Tevfik Paşa hükümeti, Kürtleri de bu yönde çalışmaya teşvik etmiş ve bununla ileri de Kürtlerle anlaşmanın mümkün olacağını da düşünerek, Ermeni ve Arapları dengelemek istemişti. Ancak zamanla cemiyetin çalışmaları hükümetin isteklerine ters düşecek bir durum almıştı. Kürdistan Teali Cemiyeti’nin önemli bir özelliği, onun şimdiye kadar kurulan Kürt örgütlerine göre daha geniş bir tabana sahip olması ve aşiretler üstü bir yapıda kurulmasıydı Cemiyet, yalnızca önceki kuşakların milliyetçiliklerini ve kent orta sınıflarını değil,aynı zamanda aşiret mensubu Kürtleri de kapsamaktaydı. 
 Dahası, cemiyet 15.000 Kürdü kucakladığını iddia ediyordu. Üyeleri arasında pek çok Kürt aydınının yanı sıra, ileri gelen aşiret mensupları da vardı. 
 Kürdistan Teali Cemiyeti, Wilson ilkelerinin Kürtler de meydana getirdiği etkinin bir sonucu olarak, Kürt ulusal isteklerini hem siyasal gündeme hem de 
Müttefiklerin gündemine sokmak için kurulmuş veya böyle bir işlev görmüş bir örgüttür. Kürt halkının haklarının savunulması ve Kürdistan’ın özgürlüğe 
kavuşturulması düşüncesi cemiyet üyelerince benimsenmişti. Ancak bunun gerçekleştirilmesi için ne gibi bir eylem içine girileceği sonuçta nasıl bir “Kürdistan” kurulacağı tartışmalı konular olarak kalmaya devam etmişti. Kürdistan Teali Cemiyeti, bütün bu geniş tabanına ve aydın düzeyine karşın, bir bütün olarak siyaset ve eylem alanın da belirgin bir strateji olan ayrıca nasıl bir “ Kürdistan” istendiğini ifade eden bir programa sahip değildi. Cemiyet siyasi ve diplomatik çabalarını, Kürt toplumunu derinden sarsabilecek politik bir tabana dayandıramamış, mütareke koşulların da silahlanmaya ve bir savunma gücü oluşturmaya başlayan diğer etnik azınlıkların siyasi örgütleri gibi “silahlı ulusal güçlerle” varlığını bütünleştirmemişti. Bu süreçte Kürdistan meselesini ağırlıklı olarak diplomatik girişimler yoluyla  çözmeye çalışmıştır. Ayrıntılı bilgi çin bkz. Erol Kurubaş, Başlangıçtan 1960'a Mütareke yıllarında Kürt arılıkçıları, özerklik ile bağımsızlık arasında kalmışlar ve hareketi tek bir alana yönlendirememişlerdir. Bu da hareketin gücünü azaltmıştır. 

4 CÜ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR;


***

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder