23 Kasım 2017 Perşembe

AÇILIMLA YAŞAMAK, GEÇMİŞTEN BUGÜNE KÜRT SORUNUNUN ÇÖZÜMÜNE DÖNÜK DEVLET POLİTİKALARININ KÜRTLER İÇİN ANLAMI BÖLÜM 9

AÇILIMLA YAŞAMAK, GEÇMİŞTEN BUGÜNE KÜRT SORUNUNUN ÇÖZÜMÜNE DÖNÜK DEVLET POLİTİKALARININ KÜRTLER İÇİN ANLAMI BÖLÜM 9


7.1. Kimlik: Dil, Kişilik, Aidiyet 

Konya Kürtleri kimliklerini öne sürerek Konya’da yaşayan farklı topluluklardan olduğu kadar Türkiye genelinden de ayrı bir halk olduklarının bilincindedirler. Kürtçe konuşmaları ve kültürel farkları onları diğerlerinden ayrı kılan özellikler olarak kabul edilip kendilerini Kürt olarak tanımlarlar. 
Günlük hayatta bir toplantıdan bir düğüne kadar kimliklerinin süreklilik arz etmesi, hem Kürtlerle hem de Türklerle kurulan ilişkilerde Kürt kimliğinin 
önemli olduğu anlamına gelir. Konya Kürtleri ait oldukları kimlik konusuyla çok yakından ilgilidirler. Kürtlerin kim olduğu ve nerede yaşadıkları konusunda somut fikirleri vardır. Bu kimlik bilinci ve birlik duygusu Kürtleri birbirleriyle birleştiren bir unsur olarak düşünülebilir. Bu unsurun Konya Kürtlerinin asimilasyona karşı şaşırtıcı bir biçimde dirençli kalmalarını sağladığı söylenebilir. Alanda ulaşılan Kürtler için kimlikleri kişiliklerinin asli unsurlarıdır. Kimliklerini hiçbir zaman gizlemediklerinin altını defalarca çizerler: 

K/M: Kürdüm diyorum. Niye gizleyeceğim! Her zaman Kürt’üm. Gizlemedik, ben şahsen gizlemedim. 

Bir diğer görüşmeci: 

İ/K: Kimliğimizi gizlemiyoruz. Hiç gizlemedik. Konya ilinde yaşadığım sürece hiçbir yerde dilimi saklamadım. 

Yukarıda ikinci görüşmecimin kimliğini gizlemediğini anlatırken “hiçbir yerde dilimi saklamadım” ifadesi etnik kimliğin sembollerinden en belirgin olanının anadil olduğunun göstergesidir. Kürt kimliğine ilişkin olarak ayırt edici özelliğin Kürtçe olduğunu anlayabiliriz. Bölgede baskı ve korku yoluyla veya gönüllü asimilasyonun bir sonucu olarak Kürt kimliğini öne çıkarmayan ya da çok az çıkaran Kürtler de bulunmaktadır. Uzun görüşmeler ve saatler sonrasında kişisel deneyimlerin kimlik oluşumundaki sürece yön verdiğine şahit olunur. Bu gibi durumlarda kimlik meseleleri “insan olmakla” açıklanmaya çalışılır. Tıpkı sekiz dokuz yıldır emlak sektöründe iş yaptığını söyleyen öncesinde kamyon şoförü olan altmış yaşlarındaki görüşmecimin ifadelerinde olduğu gibi: 

Ş/Ö: İnsan bu dünyaya gelmiştir, yaşayacak, bir müddet sonra gidecektir. Türk Kürt ne fark eder. Benim için insan olmak her şeyin üstünde. Ama bazısı için 
öyle değil. Dayatma var. Adam diyor, Kürt bu alışveriş yapma. Ben esnafım kimlikler ön planda olursa olmaz. 80’de çok baskı yaptılar. Çarşıda saklıyorduk kendimizi. 
Zafer’e (İstanbul- Taksim gibi Konya’nın meydanı) Kürtler çıkamazdı. 30’larda daha da kötüymüş. Babam anlatırdı, onun babası öteberi için köyden Konya’ya 
geldiklerinde karanlık olmadan dönmeye çalıştıklarını anlatırmış. İnönü zamanları tabi… İstanbul Caddesi’nde (esnafların ağırlıklı olarak bulunduğu bir cadde) karanlığa kalırsan adamı döverler miş. 

Türkiye gibi “milli kültür” ile homojen bir ulus yaratmaya çalışan ve tek bir kültürde tüm kimlikleri birleştiren ülkelerde etnik gruplara varlıklarını 
sürdürebilmeleri için pek fazla seçenek sunulmaz. Dışlanmak, cezai yaptırımlara uğramak ya da asimile olmaktan başka tercihleri olmayan etnik kimlikler genellikle egemen kültürü benimsemek zorunda kalırlar. Bu noktada korku unsuru kimliliğin oluşumunda ve sürdürülmesinde belirleyici nitelikte önemli bir yere sahiptir. Örneğin, maddi kayıp gibi ya da farklı nedenlere dayalı olarak ‘korkmak’ kimliğin saklanmasına ya da öne çıkarılmamasına neden olabilir. Korku çeşitli nedenlerden kaynaklanarak bir tür saklanma halini besler. Bu gibi durumlarda farklı etnik kimlikten olan bireyler için kültürel vatandaş deyimi kullanılır. Toplumu oluşturan farklı etnik grupların yok sayılarak her bireyin egemen kültürü benimsemesini vatandaş olmanın zorunlu şartı sayan ülkelerde geçerli olan “milli kültüre” atıfta bulunmak için kullanılan kavram kültürel vatandaşlıktır (Ekinci, 1997: 32). 

Kürtlerde diğer etnik gruplardan farklı olarak kendi kimliklerini yaratma ve toplumsal alana katılma sürecinin beraberinde getirdiği dil bilme ve etnik 
kültür içinde yaşama koşulu kimlik oluşumunda belirleyici değildir. Nitekim Kürt kültür ve geleneğinde yetişmeyen, Kürtçe bilmeyen Kürt gençleri Kürt 
kimliği konusunda oldukça bilinçlidirler. Öyle ki Kürtçe bilen ve Kürt kültürü içinde doğup büyüyen Kürt gençlerine kıyasla kimi durumlarda çok daha fazla 
milliyetçi refleksler verebilirler. Bu durum kimlik oluşumunda belirleyici unsurların neler olduğunu bir kez daha düşünmemizi sağlar. Anlatıların işaret 
ettiği gibi, Amerikan televizyon kültürüyle büyüyen 80 sonrası Kürt gençliği, Kürt kimliğine sahip çıkmada gösterdiği aktif katılımla, ciddi anlamda farklı bir 
kimlik oluşum sürecini beraberinde getirir. Tecrübe edilen Kürt gerçekliğinden beslenen ve bu gerçekliği Kürt kimliği oluşumuna dönüştüren, kendi kimliğini 
diğer kimliklerden koruma çabası içine giren Kürt gençleri, gündelik hayatın ve sıradan insanın politikasıyla kendinden olan ve olmayan arasında sınırlar 
çizer. Bir biçimde gündelik hayat pratikleri kimlik oluşum süreçlerine yön verir. Bir günün basit gerçeklikleri karmaşık bir sosyal süreç yaratarak Kürt gençlerinin kendilerini diğerlerinden farklılaştıran sınırlar çizmesini ve bu yolla etnik kökenini sahiplenmesini besler. Bu sahiplenme farkındalık yaratarak kimlik tasarımında gereken değerlerin bulunması ve yerine koyulmasını gerçekleştirir. Kürtlerin kimlik oluşum süreçlerine bakıldığında kişisel deneyimler çoğu zaman ortak tepkileri doğurur. Dil ve kültür gibi belirleyici unsurlar olmaksızın kimlik sahiplenilmesi literatürde pek fazla karşılaşamayacağım farklı bir durum olarak ilgimi çekti. Yani, nasıl oluyordu da Kürtçe bilmeden, Kürt gelenek ve görenekleriyle büyümeyen Kürt gençleri Kürt kimliğine sahip çıkıyor, dil ve kültür haklarını talep ediyorlardı? Bu sorunun peşinden gitmenin, kimlik oluşum süreçlerine asıl yön veren unsurların neler olabileceği konusunda bilgilendirici olması bakımından değerli olduğunu düşünüyorum. Alanda, bu konuyla son derece ilgili olarak, birbirlerini çocukluklarından beri tanıyan iki üniversite öğrencisiyle aramızda şöyle bir konuşma geçti: 

B/I: Bizim evde Kürtçe hiç konuşulmazdı. 

T/I: Bizim evde de öyle biliyorsun. 

Etnograf: Öyleyse ikinizde ki Kürtçe öğrenme merakı nasıl doğdu? 

T/I: Üniversitede başladı. Aslında çok ilginç ben Kürt sorununu üniversitede öğrendim diyebilirim. Benim ailem asimile olmuştur diyemem ama Kürtçülük de 
yaptıklarını söyleyemem. Ben lisede ya da ilk ve ortaokulda Kürt olmamdan kaynaklı hiçbir sorun yaşamamıştım. O yüzden de sorunun sıcaklığını 
hissetmemiştim. Ta ki üniversiteye kadar... Üniversitede bölge Kürtlerinden arkadaşlarım oldu. Onların hikâyeleri, yaşadıkları acılar beni uyandırdı. Ben de bir Kürt’tüm ve Kürtçe öğrenmeliyim diye düşündüm. İlk kursu da onlardan aldım (gülüyor). 

B/I: Benim merakım T. Kadar geç başlamadı ama aşağı yukarı aynı. Kürtçe bilmediğimden haliyle okul hayatım boyunca hiçbir sorunla karşılaşmadım. Ama bizim mahallede pazar meydanında Newroz kutlamaları yapılırdı. Hoş ailem katılmazdı ama ben de bir merak uyandırırdı. Benim ailem de T.’ninki gibidir. Bizde galiba kimlik çok da önemli değildi. Maddi durumumuz da iyiydi. Steril bir hayat yaşıyorduk. Ahmet Kaya olayı benim dönüm noktam oldu. Ailem Ahmet Kaya’nın yaşadıkları ve vefatı karşısında çok sarsıldı. Benim de Kürtlüğe dair bilinçlenmem başladı. Kürtçe öğrenmek istedim. İlk olarak çevremde bilenlerden öğrenmeye çalıştım ben de. Sonra Kürt tarihiyle ilgilenmeye başladım, bu günlere geldim. Kürt kimliğime sahip çıkıyorum ve bunun için elimden geleni yapıyorum. 

T/I: Biz kimliği unutturulmaya çalışılan, kimliğinden utandırılmaya çalışılan, Amerikan kültürü pompalanan bir çocukluk yaşadık ama kimliğimize sahip çıktık. 
Üstelik bunu anne babalarımızdan çok daha iyi yaptık. Onlar darbeyi yaşamışlardı, korkuyorlardı. Ama biz Kürt hareketinin güçlendiği döneme denk geldik. Daha bilinçliyiz, haklarımızı biliyoruz. 

B/I: Kesinlikle. Büyüklerimiz kol kırılır yen içinde kalır diyorlardı. Biz hayır yen içinde filan kalmaz diyor, dünyaya gösteriyor, mücadele ediyoruz. 

Etnograf: Aslında ikiniz de kimliğinizi aile ortamında değil, dışarıda keşfetmişsiniz. Bu durum sizce ikinizi aile ortamında kimliği oluşan Kürt gençlerinden nasıl ayırıyor? 

B/I: Bizim gibi gençler galiba biraz daha sertleşiyor. 

Etnograf: Ne gibi? 

B/I: Örneğin ben bazı konularda daha yöresel ailelerde büyüyen, acılara tanık olmuş, Kürtçe konuştuğu için çok çekmiş gençlerden daha sert olabiliyorum, onların verdiği tavizleri vermiyorum. Devlete karşı “yersen böyle” diyebiliyorum. 

Etnograf: Sen ne dersin? 

T/I: Bende de durum aynı. Üniversiteden bir Kürt arkadaşımla yine üniversite den bir başka arkadaşımızın evine gittik. Arkadaşımız Türk’tü. Annesi de evdeydi. 
Gülüyor, eğleniyorduk. Ben Kürtçe öğrenmeye başladığımı anlatıyordum. Öğretmenim de yanımdaki arkadaşımdı. Ben çat pat bir şeyler söyledim. 
Arkadaşım da birkaç kelime daha öğretiyordu bana. 

Kürtçe konuşmaya başladı. Derken ev sahibi arkadaşımın odaya pasta getiren annesi bize “burada Kürtçe konuşamazsınız” dedi sinirli bir şekilde. Ben 
hemen atladım “teyze ne oluyor” falan diye. Arkadaşım daha sakindi, “tamam teyze” diyebiliyordu. Ama ben kabullenemiyordum bu hareketi. O böyle konularda benden daha sakin olabiliyor. Ben sinirleniyorum O’nun sakinliği karşısında. Sanırım böyle durumları kanıksamış. 

Bu anlatı kimlik oluşum süreçlerinin bireyin hem kendi kişisel deneyimlerinden hem de başkasının özgül deneyimlerinden beslendiğini gösterirken kimlik süreçlerinde belirleyici kabul edilen dil ve benzeri öğelerin konumlarını tartışmaya açar. Kimlik oluşum süreçlerinin önüne geçmede esaslı bir eleman olarak görülen asimilasyon uygulamaları, yukarıdaki iki görüşmecimin ortaya koyduğu şekliyle bireylerin tamamını içine almazken farklı etkilerin ortaya çıkışını sağlamlaştırır. Özellikle üniversite eğitimi ‘dışarının’ kimlik oluşumuna yön veren önemli unsurlardan biri olabileceğini gösterir. 

Kimlik, ‘dışarıda’ tecrübe edilen bir dizi deneyimle bağlantılı olarak başkalarının bellek süreçlerine dâhil olur. Bu noktada üniversiteler ‘dışarı’ mekânlarının başında gelir. Örneğin, Kürtçe’nin yasaklanması gibi bir uygulama kişinin üniversite öncesi ve sonrası, yani, ‘içeride’ ve ‘dışarıda’ farklı yorumlanabilir. Ya da Kürt olmanın başka insanların deneyimlediği şekliyle farklılaşacağı yine ‘dışarıda’ görülebilir. Örneğin, kişinin kendisinin hiç karşılaşmadığı bir tepkiyle bir başkasının karşılaştığını görmesi kimliği yeniden anlamlandırmasına neden olabilir. Kimlik oluşumunun başka bir boyutu ise, günümüzde giderek daha etkili hale gelen televizyon ve internet üzerinden okunabilir. Yirmi birinci yüzyılın Kürt gençleri, milliyetçilik duygusu oluşturma ve sürdürmede uydu üzerinden yayınlar yapan televizyon kanallarından veya internetin sosyal paylaşım sitelerinden 
faydalanmaktadırlar. Anderson’un (1995) hayali cemaatleri, yazılı ve görsel medya araçları sayesinde birbirlerini hiç görmeyen insanların kendileri gibi 
diğerlerinin varlığını hayal edebilmelerini ve bu hayalle birbirlerine temas edebilmelerini sağlar. 

Devletin Türk olmayanları açıkça aşağı bir yere koyması, yoğun bir propagandayla hayli arınmış bir milli kimlik yaratması ve bunun üzerinden bir 
yaşam pratiği geliştirmesi Kürtler tarafından ötekileştirmenin ve dışlamanın mobilizasyonu olarak algılanır. Bir tehdit olarak görülen Kürt kimliği bağlantılı 
olarak Kürtlerin genelinde devlete dönük olumsuz algıları çoğaltır. Alanda yaptığım uzun sohbetlerde satır aralarından geçen cümleler ciddi anlamda 
Kürtlerin düşünsel bakımdan Türkiye’den koptuğunu sezdirir. Bu duygusal anlamda bölünme geleceğe dair umutsuzluğu besler. Bu durum, bir kimliği 
sindirme ve bastırmanın bazen grubun üyeleri açısından o ülkeye yönelik bir tür duygusal kopuşla sonuçlanacağını gösterir. Gönül kopuşunun devletten 
hala isteyebilme halini değiştirmemesi bir tür “gözdağı vermek” olarak da düşünülebilir. Toplumun kutuplaşması Kürtlerin farklılaşmasını takip eder ve 
Kürtlerin kendinden olmayana kuşkuyla bakması göze çarpar. Bu bana kimlik sorununun toplumun tamamına dönük olduğunu düşündürtüyor. Ardı ardına 
vereceğim aşağıdaki iki anlatı bu noktalara temas ediyor: 

E/M: Onu bunu bilmiyorum da şu vakitten sonra Kürt sorununun çözülmesi bizim değil, devletin yararınadır. Ben gelmişim bu yaşıma ama yeni nesil öyle mi? Benim çocuklarım şimdiden kendilerini bu ülkeye ait hissetmiyorlar. Bu ülke hakkında güzel şeyler düşünmüyorlar. Onlar da haklı. Kürt kimliğine yer 
verilmemesini boş ver aşağı bir yere konula gelmiş bu güne kadar. Eze eze ne olacak sanıyorlardı? Sonunda bu ülkenin akıllı, parlak Kürt gençlerini kaybedersin olacağı buydu. 

Bir başka görüşmeci: 

F/I: Allah beni Kürt yaratmış. Karşıma geçip de sen Türksün diyemezler bana. Kimlik hakkımızı talep edince bölücü diyorlar ya ne mantalite ama! Bölünmek sadece Misak-ı Milli sınırlarından mı ibarettir? Benim zihnim, ruhum, bedenim çoktandır bölünmüş zaten... 

Etnisite ile ilgili söylemin her ne kadar ulus-altı birimler ya da bir tür azınlık veyahut bir diğeri ile ilgili olduğu doğru olsa da çoğunluklar ve baskın 
kişiler de azınlıklardan daha az etnik değildirler (Eriksen, 2004: 16). Görüşülen kişilerin ortak kanaati üst kimliğin bir etnik grubun ismiyle tanımlanmamasının gerekliliğidir. Türk etnik kimliğinin adı başa konularak yapılan üst kimlik tanımıyla devletin diğer etnik kimlikleri kapsayıcı olamayacağı ve siyasi ve toplumsal olana entegrasyonunu sağlayamayacağı düşünülüyor. Ellili yaşlardaki emekli devlet memuru görüşmecim C/M bu konuda şunları söyledi: 

C/M: Canım neden üst kimliğimiz Türklük olacakmış? Ben Türk değilim. Bir de bazısı çıkıyor diyor ki, Türk demek etnik bir kökene vurgu yapmıyormuş, 
vatandaşlık tanımıymış. E o zaman ben diyeyim ki burada yaşayan herkes Kürt’tür. Kürt milleti ortak tanımdır etnik kimliğe vurgu yapmıyordur. Bunu kabul etmiyorsun. Çünkü biliyorsun etnik bir kimliğe vurgu yapıldığını. Sen kalkar Türk Hava Yolları, Türk Kızılayı dersen ben bu ülkede kendimi yabancı hissederim. Yani bu kurumlar Kürtlerin değil mi? Türklerin mi? Bir kere en başta devletin ismi sorunludur. Niçin Türkiye diyerek bir etnik kimliğin adı bu devlete verilsin? Ben Türkiye denmesinden rahatsızım, bu ülkede yalnızca Türkler yaşamıyor ki? Sen Türkiye Cumhuriyeti burası deyince beni yok sayıyorsun. Yalnızca Kürtleri değil diğer etnik kimlikleri de yok saymış oluyorsun. Öncelikle en başa gidelim. İlk günah orda işlendi. Devletin adı Türkiye konularak bu ülkenin Kürt sorununun fitili ateşlendi. Bana göre çözüm ilk olarak bu düğümü çözmeden geçiyor. Niçin devletin ismi Anadolu Cumhuriyeti olarak değiştirilmesin? Eğer Rumeli’den gelenler buna itiraz ediyorsa, alınıyorsa, şöyle yapılabilir Anadolu ve Rumeli 

Birleşik Cumhuriyeti neden olmasın? Kamuoyu tartışsın. 

Elli yaşındaki pratisyen hekim olan görüşmecim E/F üst kimlik konusunda şu öneride bulundu: 

E/F: Üst kimlikler etnik kimliklerin adıyla tanımlanamaz. Genellikle yaşanılan bölgenin adıyla tanımlanır ki bizimki gibi çok etnikli toplumlarda bir karşılığı olsun. Örneğin üst kimlik Anadoluluk olur. Üst kimlik Türklük olamaz. Olursa da haksızlık duygusu yaratır. 

Yukarıda ilk görüşmecim C/M’nin devletin isminin Anadolu Cumhuriyeti olarak değiştirilme önerisi Mehrdad R. Izady’i hatırlatır. Izady (1992), Mustafa 
Kemal ve arkadaşlarının Osmanlı İmparatorluğu ardılı devlete “Türkiye” yerine “Anadolu” ismini vermeyi tercih etmiş olmaları gerektiğini savunur. 

7.2. Anadilde Eğitim: Özgürlük, Öz, Kimlik 

Konya Kürtleri günlük iletişim ağları kurulurken Kürtçe ve Türkçe’yi eşzamanlı olarak konuşurlar. Konya merkezde doğup büyümüş olanlar Kürtçeye oranla Türkçe’ye daha hâkim iken köyden merkeze belli bir yaştan sonra gelenler için durum tam tersidir. Korku yoluyla veya gönüllü asimilasyonun bir sonucu olarak Kürtçe bilmeyen ya da çok az bilen, bunun yerine Türkçe konuşan az sayıda Kürt de bulunmaktadır. Merkezde ya da köylerde fark etmeksizin bölgenin Kürtleri doğumlarından itibaren Türkçe’ye bir dil olarak aşinadırlar. Konya merkezle kurulan sosyo-ekonomik ilişkiler ve Kulu ve Cihanbeyli’deki Türk nüfusuyla aktif iletişim ağları bölge Kürtlerinin küçük yaşlardan itibaren Türkçe’yle tanışmasına vesile olur. Genel olarak, bir gün içinde, güneşin doğuşundan batışına dek, gerçekleştirilmesi insan olmanın getirdiği zorunluluklardan kaynaklanan birçok iş, işlem ve faaliyette Konya Kürtleri, Kürtçe’yi ve Türkçe’yi bir arada hatta çoğu zaman iki dilin kelimelerini iç içe geçirerek konuşurlar. Örneğin, derslerde zorunlu olarak Türkçe konuşan iki Kürt öğrenci ders aralarında birbirleriyle Kürtçe konuşmaya başlar. Teneffüs sonrası derse dönüldüğünde Türkçe ve Kürtçe kelimelerin birbiriyle karıştığı veya konuşurken öğrencide tutukluluk yaptığı gözlemlenebilir. Ya da bir kamu kurumunda çalışan Kürtler daireler arasında buldukları her fırsatta kendilerini Kürtçe ifade etmekten sakınmazlar. Çalıştıkları daireye döndüklerinde kurdukları ilk cümlede iki dilin iç içe 
geçişine şahit olunabilir. Bu konuda çoğaltılabilecek örneklerin işaret ettiği üzere sayıca yüksek oranda Kürtçeyi aktif olarak konuşan Konya Kürtleri 
zorunlu olmadıkça Türkçe konuşmayı tercih etmezler. Her fırsatta Kürtçe konuşmayı tercih ediş, görüşülen kişilerin kendi dillerini benimsediğini 
göstermekle birlikte kimlik bilinciyle eklemlenebilecek bir duruma da işaret ediyor. Özellikle evlerde ağırlıklı olarak Kürtçe konuşulması sokakta 
karşılaşılan sorunları meydana getirir. Burada kullandığım sokak ifadesi, mahalle marketlerinden ilkokullara, belediyelerden özel kuruluşlara kadar çok 
geniş bir alanı kapsamaktadır. Kürtlerin iki farklı gündelik hayat dillerinin oluşu karmaşık bir sosyal süreci beraberinde getirir. Bir pratikten diğerine geçişte, lokanta tabelalarından sanal âleme, Kürtçenin aktif olmayışı özellikle Türkçe bilmeyen yaşlı kadınları zor durumda bırakır. Alanda yaptığım görüşmeler sırasında benim araştırmama kulak misafiri olan yaşlıca bir kadın yanıma yaklaşarak biraz Kürtçe biraz Türkçe bir şeyler söylemeye çalıştı. İyi 
düzeyde Türkçe bilmediği için bir yerden bir yere tek başına gitmekte zorlandığını söyledi. Genellikle çocuklarından birinin yanında ona eşlik ettiğini 
ifade etti. Eğer yalnızsa ve bir yere gitmesi ya da alışveriş yapması gibi sıradan bir rutini gerçekleştirmesi gerekiyorsa “yol boyunca sırtından ter aktığını” dile getirerek yaşadığı zorluğu belirtti. “Bir turist gibi insanları durdurarak” meramını anlatmaya çalıştığını kafasını sallayarak anlattı. 
Gözlerimin içine bakarak anlattıklarını yazmamı ve devletin bu konuya el atmasını istedi. Yaşlı kadının devletten istediği şey basit olarak dolmuş 
duraklarına, sokak tabelalarına, kısacası gündelik hayatın dokunduğu her alana Kürtçenin sirayet etmesiydi. Türkiye’nin dil gerçekliği Türkçenin lehine 
dönüşen bir takım çabaları besler ve kendi konumunu Kürtçenin üstüne koyarken Kürtler için bir yığın gündelik kaybediş yaşanır. Zihinsel üretim 
süreçlerinin Türkçeyle gerçekleştirilmesi Kürtlerin emek gücünü iki katına çıkarmaya zorlayarak zaman kaybına yol açar. Alanda görüştüğüm kişilerin 
ortak olarak ifade ettikleri gibi, “Türk çocuklar bir konuyu bir haftada kavrıyorsa, Kürt çocuklar bir ayda kavrar”. Görüştüğüm Kürtlerin büyük bir kısmı Türkçeyi yaklaşık iki senede öğrendiğini söyleyip, bu gerçeklik için fırsat eşitsizliği tanımını yaptı. Kürtçenin özel hayat alanlarındaki aktif kullanımına karşın kamusal alanın hiçbir yerinde karşılığının olmayışı Kürtleri duygusal anlamda ikiye böler. Bu ikiye bölünmüşlük halinden en çok etkilenen grup çocuklardır. Muhakeme yetenekleri belirli bir yaşa kadar yeterince olgunlaşmayan çocukların farklı mekânlarda birbirine hiç benzemeyen iki farklı dili konuşmaları bazı sorunlara neden olur. Genellikle içe kapanıklık, asosyallik, yabancılarla iletişim kuramama gibi sorunlar gözlenir. Çocuğun dilinin evde kalması ve bu dilin hayatın içinde kullanılmaması ve bir karşılığının olmaması, hatta kriminal kapsamına girmesi dil probleminin ilk ayağıdır. Kürtçe ile Türkçenin özel hayat-kamusal hayat çekişmesi çocuğun okul, öğretmen ve sınıf arkadaşları arasında 
bocalamasına ve dolayısıyla eğitim hayatına birkaç adım geride başlamasına neden olur. Alanda ulaştığım Kürtler anadilde eğitimin “ana sütü kadar hak” 
olduğunu ve uygulanabilmesi için de devlet eliyle Kürtçe eğitim veren okulların olması gereğini kendi hikâyelerinden örneklerle izah ettiler. Aşağıda 
ayrıntılarıyla yer vereceğim iki ayrı görüşmecimle gerçekleştirdiğimiz konuşmalarda görüşülen kişiler kendi hatıralarından örnekler göstererek 
anadilde eğitim sorununun hem neden hem de nasıl çözülmesi gerektiğine değindiler. Farklı iki mekânda biri erkek biri kadın iki görüşmecimle aramızda 
geçen konuşmalar şöyleydi: 

Etnograf: Anadilde eğitimle ilgili ne düşünüyorsun? 

Ş/F: Ben ilkokuldayken evde Kürtçe konuşuyordum, okulda Türkçe. Türkçe bana yabancı bir dil. Ben düşünüyordum Türkçe benim yabancı dilimdir. Hala da 
öyle derim (gülüyor), benim 3 lisanım var. İlki anadilim olan Kürtçe, diğer ikisi de yabancı dillerim: Türkçe ve İngilizce. Okulda dersler olsun ne bileyim işte roman kitap filan okumalar olsun, benim bilmediğim bir dilde anlamamı istiyorlardı. Benim çocuk dünyam Kürtçeydi. Anlayacağım dünya Kürtçeydi. Hani diyorlar ya Kürtçe mi rüya görürsün. Evet. Rüyalarım Kürtçedir. Hayallerim Kürtçedir. Tabi ben o zaman köydeydim. Cihanbeyli’de okula gidiyorum. Köyde tamamen Kürtçe konuşuyoruz. 

Okulda da Türkçe konuşmamı istiyorlar. Türkçe bilmediğim için öğretmen beni azarlıyor filan. Hatta Kürtçe konuştuğum için gözlerinden beni küçük 
gördüğünü anlardım. Öğretmenlerin hepsi değil ama bazısı böyleydi. Ondan sonra sabahları andımız okutuyorlar falan işte istiklal marşı okutuyorlar. Gene 
ondan sonra bir gün öğretmen bana Türkçeyi güzel konuşamıyorum diye nutuk attı. Çok ağladım. Eve gidene dek ağladım. Unutmam o günü. Öğretmenler 
böyle olmamalı. Sevecen olmalı sevdirmeli. Çünkü o zaman içinde kin doğuyor, büyütüyorsun kini. O yüzden anadilde eğitim şarttır. Benim bu yaşadıklarım utançtır. 
Bunlar yaşanmamalı. Öğretmenler eğitilmelidir. Çocuk devletten korkmamalı, öğretmenden korkmamalı. Sadece bana değil benim sınıfımda Kürt çocuklar 
benzerlerini yaşadılar. Sınıfımızda Türkler de vardı. Cihanbeyli de Türk de vardır biliyorsun. Biz kelimeleri doğru telaffuz edemeyince onlar da bize gülerdi. Bu 
sefer onlara da öfke duyuyorsun. Oysa anadilde okusan karşılıklı anlayış sahibi olursun. Öfkeler kinler birikmez. Ben diyorum ki Kürt Okulu da olsun Türk Okulu da. 

Kürtçe eski bir dildir. Hem kadim bir dildir hem çok özel güzel bir dildir. Türkler çok şey kaçırıyorlar. Nasıl biz Türkçe öğrendik, Türkler Kürtçe öğrenmelidir. 
Etnograf: Şu soruluyor sen ne dersin, Kürtçe anadilde eğitim alınırsa üniversiteye nasıl girilecek? Sonra, Kürtlerle Türkler birbirinden uzaklaşacak diyorlar sence öyle olur mu? 

Ş/F: İkisi de, hem Kürtçe hem Türkçe öğrenilebilir. 
Ben hatırlıyorum, hala da öyledir galiba, hatta çoğalmıştır belki de daha küçük yaşa inmiştir, ben ilkokuldayken merkez okullarda İngilizce dersi vardı. 10-11 yaşında İngilizce öğrenmeye başlanıyordu. İngilizce öğrenince sorun olmuyor Türkler için de Kürtçe öğrenince mi sorun oluyor? Hem deniyor ki “kardeşiz” hem de “kardeşin” dili yasak oluyor. Türkler Kürtçe öğrensin görelim o zaman uzaklaşma olur mu? Bence olmaz. Hani seçmeli ders falan mevzusu var ya o dersi Türklere okutsunlar, Kürtlere de Türkçe seçmeli ders olsun. O zaman birbirimize uzaklaşma değil yakınlaşma yaşarız. İnsanlar birbirinin dilini öğrensin. Türkler Kürtçeyi öğrensin. Benim Türk arkadaşlarım var. Türk öğretmenler Kürtçe öğrensin. Sadece ilkokul değil ki, anadilde eğitimin bütün eğitim hayatı boyunca olması gerekir. Üniversitede de Kürtçe eğitim olacağından bal gibi de gidilir. Ha ama Türkçe de öğrenilebilir. Kendi dilinle eğitim görmelisin. Ama bir Kürt, tabi isterse, hiçbir zorlama olmadan Türkçe öğrenebilir. Ama kesinlikle zorunluluk olmamalı. Türk de Kürt de birbirinin dilini öğrenirse onun yararına olur. Sonuçta bir dil öğreniyorsun. Diyorum ya bir yabancı dil daha ekliyorsun CV’ne (gülüyor). 

Etnograf: Anadilinde eğitim almış olsaydın senin hayatında neler farklı olurdu? Kürtçe anadilde eğitimin önü açılırsa Kürtlerin hayatında nasıl bir değişiklik yapar? 

Ş/F: Çok büyük değişiklikler yapar. Anadilde yaşanırsa insanlar rahat eder. Benim içinse eğer ben Kürtçe okusaydım okulu daha çok severdim. Kesinlikle daha çok severdim. Okula istemeye istemeye gidiyordum. Çünkü derslerde geriliyordum. Öğretmen beni tahtaya kaldırmasın istiyordum. Ama Kürtçe eğitim alsaydım daha relaks olurdum. Dersleri her şeyi daha iyi anlardım. 

Arkadaşlarımı severdim. 

Yani biz çok memnun oluruz anadilde eğitim hakkı olursa. Herkes eşit olmalı. Kürt okulları da olmalı, Türk okulları da olmalı, Arap okulları da hepsi olmalı. 
Irkçı düşünmemek gerekir. Bir de şu gerçek var, siz bu halka ne yaparsanız yapın, hangi baskıları uygularsanız uygulayın, asimile olmuyorlar. 

Bunu görmek lazım. Kürtler tüm baskılara, işkencelere rağmen hiçbir zaman dilinden, kültüründen, kimliğinden vazgeçmemiştir. Yani kendi özünden kopmamıştır. Kürtler dilinden vazgeçmez bunu görmek lazımdır. Bu sorun çözülmek isteniyorsa şimdilerde barış görüşmeleri yapılıyor ya başta anadilinde yaşama hakkının artık kesin olarak tanınması lazım. 

İkinci görüşmecimle yaptığımız konuşma da şöyleydi: 

Etnograf: Anadilde eğitimle ilgili ne düşünüyorsun? 

B/M: Biliyorsun seçmeli ders meselesi var. Kürt çocukları için Kürtçe nasıl seçmeli ders olsun? Anadilde eğitimin olmayışı psikolojik travma yaratıyor. Bu 
düpedüz faşizm adını koymak gerekir. Sorman bile zül elbette Kürtçe anadilimde eğitim istiyorum. Kürtçe’nin herkesin konuştuğu bir dil olmadığını okula başlayınca anladım. Oysa Kürtçe okul öncesinde benim için en doğal dildi. Okula başlayınca diyorlar ki konuştuğun dil yasak, konuşamazsın. Ne hakkınız var? Kimsenin bu dili yasaklamaya hakkı yok. Bende travma yarattı. Öğretmenin beni sevmediğini hissediyordum. İlkokulda öğretmenlerin gözde öğrencileri olur. Benim gibi Kürt bir aileden gelen şivesi olan öğrenciler gözdelik statüsüne sahip olamazlar. Sınıfta kendime güvensiz olurdum. Hatırlıyorum teneffüslerde sınıftan çıkmazdım. Diğer öğrencilerle kaynaşamazdık. Kaynaşamazdık diyorum çünkü benim gibi olan diğer Kürt çocuklar da vardı. Belki ben biraz daha şanslıydım. Benim okulumda çok Kürt çocuk vardı. Ama bir de olmayanları düşün. Onlar daha çok travma yaşıyorlar, kendilerini tırnak içinde öteki hissediyorlar. Bizim Türklerle aramızdaki mesafeyi kapatmak için daha çok çalışmamız gerekiyor. Bu fırsat eşitsizliğidir. Sosyal devlet anlayışının tersidir. 

Etnograf: Ne yapılmalı sence? 

B/M: Önce anadilde eğitim için yasal zemin sağlanmalı, güvence altına alınmalı. İzledin mi iki dil bir bavulu? 
Öğretmenler özellikle Kürdistan’a gönderilirken Kürtçe öğrenmeliler. Öğretmenler öğretemiyorlar bunun suçunu çocuklar ödüyor. Türk öğretmenler anadilde eğitime destek versinler. Onların da yararına olacaktır. Kürtçe bilmeyen öğretmenleri Kürt köylerine yolluyorlar. Hem öğretmene hem çocuklara yazık. Kürt köylerine Kürt öğretmenler yollanmalı. 

Etnograf: Psikolojik travma yaşadım diyorsun, açar mısın bunu biraz? 

B/M: Evet. Ben Kürtçe biliyordum. Türkçeyi okulda geliştirdim. Ama bizim evde hem Kürtçe hem Türkçe konuşulurdu. Abim vardı benden büyük. O Türkçe 
biliyordu. Annemle babam da Türkçe konuşurlar. Yani bizim evde karışıktır. Annem ev hanımı olduğundan onun Türkçesi yarım yamalaktır. Bir cümle düşün beş kelimenin üçü Kürtçe ikisi Türkçe filandır (gülüyor). Ben kulak aşinalığından herhalde Türkçeyi diğerlerine oranla çabuk öğrendim. Ama dediğim gibi öğrenirken psikolojik travma yaşadım. Şöyle anlatayım, düşün ki okulda sen hiç bilmediğin bir kültürle karşılaşıyorsun. Bu kültür bundan sonra senin kültürün olacak diyorlar. Daha kötüsü senin kültüründen kötü bahsediyorlar. Tu kaka ilan ediyorlar. Kültür eşittir dil olunca, bu ilan dilinle başlıyor. Okuldan sonra eve geliyorsun, evimde başka bir kültürle yaşıyorum. Bocalıyorsun ilkin. Büyüyünce anladım ben bazı şeyleri. Çocukken bazen ailene de kızabiliyorsun. Çünkü öğretmen sınıfta sana Türk öğrencilerden farklı bir muamele yapıyor. Türkçe kelimeleri düzgün telaffuz edemeyince önce öğretmen beni azarlardı sonra tüm sınıf bana gülerdi. Suratım kıpkırmızı olurdu. Ama ertesi gün yine aynı sınıfa gidip aynı öğretmeni görmek zorunda olduğumu da biliyordum. Bu şartlarda dersi sevmiyorsun. Öğretmen soru sorardı, tahtaya kaldırırdı. Herkes parmaklarını kaldırırken ben saklanırdım. Öğretmen de bilircesine onca parmağı görmez beni tahtaya kaldırırdı. Veli toplantıları da en güzel örnektir. Öğretmenler velilere farklı muamele yaparlar. Kürt annelerini azarlarlar. Annesi bu muameleyi gören çocuğun ne hissedeceğini sen düşün. Öğretmenimi hiç mi hiç sevmiyordum. Oysa özellikle ilkokulda öğretmeni sevmek çok önemlidir. 

10 CU BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR


***

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder