13 Kasım 2017 Pazartesi

Başkalarının Gündemleri,



Başkalarının Gündemleri,


ZAMAN
Mümtazer Türköne 
25.12.2008


Isıtılıp önümüze konulan pilava, yüzümüzü buruşturarak kaşık sallamadan önce durup yeniden düşünmeliyiz. Bize ait durmayan, sadre şifa olmayan gündemlerin peşine takılıp birbirimizi yiyip tüketmek zorunda mıyız?
Bünyemize yabancı gündemlere karşı bağışıklık sistemimiz neden işlemiyor? 
1915 tehciri için "özür" dilemek, bu ülkenin gündemi değildi. "Hayır gündemiydi." diyenlere, "özür" kelimesi üzerinden hortlatılan ırkçılığa ve düşmanlığa bakmalarını öneririm. Bir teşebbüsün değeri, elde ettiği sonuçlar ile ölçülmez mi? Ne var elimizde? 
"Mahalle baskısı" da öyle. 

Laiklik tartışmalarının yüzü eskidi. Hepimizi bıktırdı, bezdirdi. Bu bıkkınlık içinde hepimiz, tartışılan şeyin laiklik olmadığını, tarafların devlet içindeki iktidar mücadelesine cephane taşıdığını anlamadık mı? Şimdi bu eskiyen tartışma "mahalle baskısı" tabiri üzerinden yeniden önümüze konuyor. Bu tabirin, laiklik tartışmalarının yaşlı yüzüne, iğreti bir makyaj yapmaktan öte ne anlamı var? 
Hukuk zemininde yürütülecek muhakemenin ve varılacak çözümlerin Türkiye'de farklılıkları bir arada yaşatma çabasını ileri götürmesi lâzım. Türkiye'nin bu mutabakatı yeni bir anayasa ile bir sözleşme haline getirmesi şart. Bu zemini sosyolojik muhayyilenin farklı şekillerde yorumlanacak analiz alanlarında tüketmek ne kadar doğru? Toplumsallığı ve toplumsallığın tezahürlerini, temsil yeteneği sınırlı gazete röportajları üzerinden suç ve ceza alanına taşımak ve yeni kavga konuları üretmek bize ne kazandırır? 
Bütün enerjimizi çekip yok eden bu tartışmalardan hangi sonuçları çıkarttık? 
Buza yazılan yazılar gibi, herkesin öfke içinde birbirine girdiği, kendinden geçtiği bu tartışmalardan geriye ne kalacak? 

"Mahalle baskısı" tartışmasında üçüncü dalgayı yaşıyoruz. Şerif Mardin'in icadı olan bu kavramı amacından saptırarak başlatılan ilk tartışmayı hatırlayan var mı? Ya, aynı minvalde ikinci dalga olarak gündemi işgal eden "Türkiye Malezya olur mu?" tartışmasını? Sınırlı bir gazetecilik çalışması olan Binnaz Toprak'ın araştırması acaba bir-iki hafta sonra nasıl hatırlanacak? 

Önceki sene Orhan Pamuk'un bir yabancı gazeteye verdiği mülakat üzerine başlayan Ermeni tehciri tartışmasını ve o tartışmada Nobel sahibi bu yazara söylenenleri hatırlayan var mı? Bugün aynı yazarın imza atmadığı "özür bildirisi"ni kim, nasıl hatırlayacak? Hatırlayanlar neyi hatırlayacak? 

Ben bu yapay gündemlerin sazan balığının oltaya takılması gibi, toplumu peşine takıp sürüklemesinden rahatsızlık duyuyorum. Rahatsızlığımın asıl sebebi ise, bu gündemlerin siyasî mühendislik projelerine kapı aralaması. Bu gündemler geçmişte olduğu gibi kestirmeden sonuca ulaşmaya çalışanlara hizmet ediyor. 
Türkiye'nin gerçek gündemleri bunlar değil. Belki bu yapay gündemlerin, gerçek gündemlerle ilişkisi bir sonuca varmaya fırsat verecektir. 

Kamuoyunun ilgisine ve denetimine en fazla ihtiyaç duyulan gündem "Ergenekon davası". Ergenekon terör örgütünün dayandığı temel mantık neydi? Meşru devlet güçleri marifetiyle önlenemeyecek vatana yönelik tehlikeleri, illegal yöntemlerle önlemek ve bu mantığı darbelerin ve çıkar amaçlı suçların gerekçesi olarak kullanmak. Yapay gündemler ile yapay tehlikeler üretmek, demek ki bu çetelerin yeşerdiği bataklığa hizmet ediyor. 

Yapay gündemlerin yol açtığı enfeksiyonlara karşı bağışıklık sistemimizi geliştirmemiz lâzım. Bunun için ise biraz özen ve dikkat, biraz da hafızamıza müracaat etmek gerekiyor. Bir de şu soruyu sormak: Neden bu kadar bayat gündemlerle oyalanalım? Gerçekleri önümüzde dağ gibi dururken.


***

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder