25 Kasım 2017 Cumartesi

Kürtler ve Ortadoğu BÖLÜM 2

Kürtler ve Ortadoğu  BÖLÜM 2

ORTADOĞU’DA NEO-OSMANLI EĞİLİMLİ T.“C” AKTÖRÜ
Küreselleşme ile Soğuk Savaş sonrasının “Yeni Dünya Düzen(sizliğ)i”nde (“YDD”) Ortadoğu yeniden biçimlendirilirken Fas’tan Körfez’e koskoca Arap dünyası yeniden paylaşılmaktadır.
Sovyetler Birliği çöktükten sonra ortaya çıkan “YDD” ya da “Küreselleşme” denilen süreçte AKP iktidarının “Dünyaya öncülük eden(!)”, “Tarihin gerisinde veya içinde değil, önünde yer alan(!)” dış politikası, art arda yapılan yanlışlarla Türkiye’yi bu hassas dengelerin hemen hemen hepsinde “müdahaleci” ve “aşırı militan” bir taraf hâlini getirdi. “Komşularla sıfır sorun” hedefi, “Sorunumuz olmayan komşu kalmasın” ilkesi hâlini döndü neredeyse!
Muhammed Nureddin’in işaret ettiği gibi, “Türkiye’nin 2012’de sürdürdüğü dış politikanın temel dayanağı, soğuk savaş döneminde oluşan ve şimdi İslâmcı AKP’nin siyasetinde vücut bulan NATO stratejisi üzerine oturmaktadır…
Türkiye’nin temel amacı hâlâ, kendisinin bölgesel büyük zaferinin gerçekleştirmesinin önündeki engel olarak algıladığı Suriye iktidarının düşmesidir. Sonrasında atacağı adımlar Irak’a uzanmak, devamında İran’ı zayıflatmak ve ona karşı İsrail ve Amerikan darbesini yönetmek olacaktır. Ve bunun yanı sıra, Suriye iktidarının İran nüfusunun halkası olan Hizbullah’ın düşürülmesidir. Bu şekilde Rusya’nın engellenmesi, acele bir şekilde topraklarına girilmesidir. Bu ihtiraslar İsrail’e, NATO’ya ve Batıya hizmet etmektedir. Diğer yandan mezhepsel çatışmaları bölgede kışkırtmak bölgeyi, mezhepsel katliamların gerçekleştiği bir alana dönüştürecektir.”[29]
“Neo-Osmanlıcılık olarak da adlandırılan Ahmet Davutoğlu proaktif dış politika anlayışı, en temel özelliği Türkiye’nin Batı’ya çapa atarak, farklı uluslararası koalisyonlara girmesi ve Ortadoğu ve İslâm coğrafyasında Osmanlı bakiyesinin getirdiği tarihsel ve stratejik mirasıyla bu bölgede lider konuma yükselmesini amaçlıyordu. Bu politika çerçevesinde Türkiye, İslâm ve Batı dünyası arasındaki kopukluğu giderecek‚ başka bir deyişle Türkiye, İslâm ve Ortadoğu dünyasını Batı dünyasının paradigmasıyla uyuşturacak bir dinamo görevi görecekti. Bu politika AKP’nin ilk iki döneminde başarılı olsa da, Arap devrimleri ile başlayan süreçte, Türkiye ilk iki dönemde oynadığı daha bağımsız dış politika rolünü sürdüremedi. Türkiye, NATO veya daha açık şekilde ABD, Suudi Arabistan ve Katar’la, İran’ın Ortadoğu’da Şiî jeopolitiğini güçlendirme projesine karşı, Sünnî jeopolitiğini güçlendirme ve Batı’ya uyumlu İslâm oluşturma projesine katılarak, Ortadoğu’yu medenileştirme tasarımı içine girdi. Ankara’nın PKK mücadelesi Türk dış politikası açısından en temel amaç ise Ortadoğu’da Batıya uyumlu siyasal İslâmcı partiler aracılığıyla Türkiye’ye dost rejimler yaratarak, hem Kürt coğrafyasını Türkiye’nin himayesine almak hem de bölgenin yegâne lideri olmaktı.”[30]
Bu kapsamda bataklığı andıran kan revan içindeki Ortadoğu’da, neo-Osmanlı eğilimli T.“C” gerçeği temayüz ederken; Deniz Zeyrek’in ifadesiyle, “ABD yönetiminin artık Türkiye’yle fikir ayrılıklarını daha fazla gündeme getirmesi muhtemeldir.”
‘Barem Research’ün anketinde yüzde 70’in Türkiye’nin gelecekte Ortadoğu’nun lider ülkesi olacağını öngördüğü söylenceleriyle beslenen neo-Osmanlı eğiliminin devreye soktuğu “kimi açılımlar”, ABD’nin (ve AB’nin) Ortadoğu politikalarıyla bire bir örtüşmeyebiliyor.
Erdoğan’ın T.“C”si “bölgesel aktör”lüğe hevesleniyor. Ama “Ankara’ya ABD gibi davranmama” uyarısında bulunan ABD’li siyaset bilimci John Mearsheimer, “toplum mühendisliği” yapmaktan kaçınması gerektiğinin altını çiziyor.
Örneğin Mısırlı akademisyen Muhammed Vaked’in, emperyalist ABD’nin yanında yer alan “büyük bir kumarbaz” olarak değerlendirdiği AKP liderliği; “Irak Kürdistanı’ndaki petrole kafayı fena hâlde takmış durumda…
Merkez Bağdat ile dünyanın en büyük 6. petrol yataklarını işletmede uyum içinde olmayan ve emrivaki ile petrol faaliyetleri yürüten Erbil’e, yani Irak Kürt Bölgesi Yönetimi’ne her geçen gün biraz daha yaklaşan Türkiye burjuvazisi ve siyasi temsilcisi olarak AKP rejimi, ‘büyük hamleler’ peşinde olduğunu artık gizlemiyor. Aç tavuğun darı ambarı rüyasına benzer tarzda, Irak Kürdistanı’ndaki petrolün; bölgede arama ve üretim izni almış Exxon gibi dünya devleriyle birlikte; Bağdat’a rağmen üretilip Türkiye üzerinden dünya pazarlarına ihracı için şirketler bile kurulmuş, örtülü bir anlaşma bile yapılmış. ‘Büyük hamle’den murat, bir taşla iki kuş vurmak; hem Kürt petrolünden nasiplenmek hem de PKK meselesini, Irak Kürtlerini Türkiye’ye eklemleyerek ‘çözmek’…”[31]
Bu ve benzeri tartışma(lar) Ankara’nın bölgede, Batı ile yapısal angajmanlarını temelden etkilemiyor; Hirsch Goodman’ın, Bölgesel şartlara bakıldığında, artık Türklerin dahil olabileceği tek kamp var; o da İsrail’in de tümüyle aynı sebeplerden ötürü dahil olduğu Batı kampı,”[32] ifadesindeki gibi…
Kaldı ki İsveç Dışişleri Bakanı Carl Bildt’in, “Türkiye kendini yeniden Batı’da çapalamalı”; Murat Yetkin’in, “Tarihten ders alınıyorsa eğer, Türk yönetimlerinin istikametlerini batıdan doğuya her döndüklerinde büyük sorunlar yaşandığı görülmeli,” uyarısını dillendirdikleri denge(sizlik)ler karşısında Hasan Cemal dahi, “Çıkmazdayız. Sürekli yeni cepheler açtık, hiç durmadan hedef büyüttük. Böyle dış politika olur mu?” diye haykırmaktadır!
Gerçekten de Türkiye Ekonomik ve Sosyal Etüd Vakfı’nın ‘Ortadoğu’da Türkiye Algısı 2012’ başlıklı araştırması, Türkiye’de “mezhebe dayalı siyaset” uygulandığını ortaya koyarken; Fehim Taştekin’in, “AKP Dış politikada mezhepçi bir dil kullanılıyor,” saptamasına Peter Galbraith de ekliyor:
“Türkiye eskiden milliyetçi Kemalist bir rejim olarak kendini tanımlıyordu, artık Sünnî bir kimliğe sahip. Eğer bölgeye bu kimlik tanımları üzerinden bakarsanız, Türkiye’nin Maliki’ye ve İran’ın domine ettiği Irak’taki Şiî nüfusuna karşı düşmanca tavır almasını daha iyi anlarsınız. Elbette tersi de Maliki için geçerli. Maliki, Suriye’de Sünnîlerin öncülüğünde yürüyen muhalif harekete destek çıkan, kendi ülkesinde sorun yarattığını düşündüğü Erbil’le arasını iyi tutan bir Türkiye görüyor.”
Numan Kurtulmuş’un, “Türkiye kendi varlık alanına dönüyor,” diye tanımladığı bu durum için ‘The Wall Street Journal’ın şu saptamaları oldukça uyarıcıdır:
“Türkiye’nin istikrarlı, laik, Batı yanlısı geçmişinin son izleri kayboluyor. Erdoğan’ın, sık sık Osmanlı İmparatorluğu’nun gücü ve itibarını yeniden kazanma hayaline bağlanan aşırı hırsı, Türk nüfuzunun sınırlarını ortaya koyabilir.”
Çünkü Mersin Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü öğretim üyesi Dr. Funda Hülagü’nün, “Araplar ‘yeni Osmanlıcılığa’ direnir,” saptamasıyla dillendirdiği gerçek uyarınca “Adına ister ‘yeni Osmanlı’, ister ‘stratejik derinlik’, ne derseniz deyin, Türkiye’nin son dönemde Suriye’ye odaklanan bölge politikası iflas etmiştir.”[33]Çünkü “Osmanlı nostaljisi bugünün sorunlarını çözemez”![34]
Nasıl olursa olsun, AKP’nin neo-Osmanlı eğilimli T.“C”sine Ortadoğu’da düşebilecek konum alt-emperyalizmden öte bir şey olamaz, olmayacaktır da…
AKP’ce “Kürecik’in NATO (Amerikan) toprağı” ilan edilip, “Kalkanlar… Füzeler… Patriyot’lar…” ile donatıldığı coğrafyamızda Başbakan Erdoğan, “Burası bir NATO radar üssüdür ve biz NATO’nun bir üyesiyiz. Ve burası bölge ve dünya için kurulmuştur. Burayı kaldırma hakkına yaptığımız protokolle sahibiz,” derken; Suriye’nin Kürt bölgelerinde etkili PYD’nin eşbaşkanı Salih Müslim, “Türkiye’ye yerleştirilecek Patriotlar İran ile olası bir savaşa hazırlık mahiyetindedir,” notunu düşüyor.
Aynı konuda Rusya Dışişleri Bakanlığı Müsteşarı Andrey Denisov de, Patriot füzelerinin Türkiye’nin Suriye sınırına konuşlandırması kararının “sorun çözmek yerine daha çok sorun” yaratacağı”nın altını çizerek, “Patriot füzelerini Türkiye sınırına yerleştirme fikri hoşumuza gitmiyor. Bu fikirde gizli tehdit görüyoruz” dedi.
Özetle T.“C”nin Suriye sınırına Patriot füzeleri yerleştirmesine ilişkin endişelerini belirten Rusya Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Alexander Lukaşeviç, bu tür adımların bölgeye istikrar getirmeyeceğini vurgularken; Rusya Hava Kuvvetleri Eski Komutanı Anatoli Kornukov, “Füzeler Suriye’den yönelecek muhtemel bir saldırıdan daha çok, Bağımsız Devletler Topluluğu ve Kolektif Güvenlik Anlaşması Örgütü üyesi ülkeleri ve Rusya’yı hedef alıyor,” diye ekledi.
T.“C” İLE SURİYE
Cengiz Çandar, “Türkiye’nin Suriye politikasına eğilirken ‘ya hep, ya hiç’ veya ‘siyah-beyaz’ durumunda değiliz,” diye uyarsa da T.“C”, Suriye’de Esad rejiminin yıkılmasına taraftır; bu konuda aktif ve abartılı denilebilecek kadar da faaldir.
Bu konuda İran Şûra Meclisi Başkan Yardımcısı Hüseyin Şeyhülİslâm, Türkiye hükümetinin Suriye’de akıtılan kanlar ve meydana gelen yıkımın büyük bir kısmından sorumlu olduğunu belirtirken; eski Washington Büyükelçisi ve eski Dışişleri Bakanlığı Müsteşarı Nüzhet Kandemir, Suriye’deki El Kaide ve selefilere ilişkin olarak “Türkiye, başından beri radikal unsurların bir tür hamisi pozisyonunda kendini gösterdi,” notunu düşmeden edemiyor.
Kaldı ki ABD’nin Suriye’deki havalimanları ve askeri üslere karşı gerçekleştirilecek saldırılar için Ürdün ve Türkiye’de militan yetiştirdiğini iddiası eşliğinde, ‘The Independent’dan Robert Fisk’in, ABD’nin Afganistan’da Sovyetler’e karşı mücahitleri desteklediğinde Pakistan’ı silah akıtmak için kullandığını, şimdi de Türkiye’nin, Suriyeli muhaliflere silah aktarmak amacıyla Pakistan’ın rolünü üstlendiği vurgusuyla, “ABD’nin on yıllar boyunca Arap diktatörlüklerini destekleyip silahlandırdığını ancak beslediği akreplerin şimdi kendisini soktuğunu” söylerken hiç de haksız değildir.
Ayrıca Cengiz Çandar’ın, “Şayet ‘Kürt politikası’nı doğru biçimde kurgulamamışsanız Suriye politikasında hata yapmanız ve ‘yanlış sinyal’ almanız mümkündür,” diyerek Rojava’daki gelişmelere önemine gönderme yaptığı konuda M. K. Badrakuma da, “Türk ordusu ve istihbaratı Kürt bölgeleriyle fazlasıyla meşgul durumda,”[35] diyor.
Bu çerçevede Suriye’de Esad rejiminin yıkılmasına aktif taraf olan T.“C”, konumu itibariyle barışın karşısındadır.
Örneğin ‘The Guardian’ gazetesi, Suriye Ulusal Koalisyonu Başkanı Muaz el Hatib’in, Suriye Devlet Başkan Yardımcısı Faruk el Şara ile görüşme önerisini, ABD ve Batılı ülkelerin ihtiyatlı ama olumlu karşıladıklarını, öneriye sadece Türkiye’nin açıkça karşı çıktığını yazarken; Suriye Muhalif ve Devrimci Güçler Ulusal Koalisyonu (SMDK) Başkanı Muaz el-Hatib’in, Suriye rejimi temsilcileriyle bazı şartlar dahilinde müzakereye hazır olduğunu açıklamasıyla Ankara’nın, “Esad, geçiş döneminde yer almasın ve bir an önce gitsin” şeklinde özetlenen politikasını çökertti.
IRAK’A T.“C” MÜDAHALESİ
Murat Yetkin’in, “Hükümetin bir Kürt ve bir petrol siyaseti var mı?” sorusunu yüksek sesle dillendirdiği koşullarda neo-Osmanlı eğilimli T.“C”nin “yeni” müdahale alanı Irak’tır…
BOTAŞ eski Genel Müdürü Mete Göknel’in, dünya petrolünün yüzde 27’sinin, doğal gazının ise yüzde 57’sinin Ortadoğu’da bulunmasının bugün Irak ve Suriye üzerinden yaşanan krizin temel nedenlerinden biri olduğunu belirttiği tabloda; enerji kaynakları kadar enerji koridorları da büyük bir çatışma alanı hâline geldi.
Göknel, “Erbil ve Bağdat arasında petrol antlaşması yok, bunun anayasası da belirlenmedi. Bu nedenle petrolün dışarı hangi yoldan çıkacağı bir çatışma nedeni hâline geldiği”nin altını çizerek ekliyor:
“Irak beş yılda Arabistan’ı geçecek petrol birikime sahipken; Irak-Türkiye boru hattının önemi de buradan ileri gelmektedir. Eğer Türkiye seçeneği olmazsa tek çıkış yolu Suriye’dir ve Kuzey Suriye önem kazanmıştır. Libya’ya müdahale ve İran-Irak savaşı da aynı nedenle cereyan etti. Akdeniz’e açılmak için Kuzey Suriye ve Kürtler önem kazandı.”
Bunun yanında petrolde yüzde 92, doğalgazda yüzde 98 oranında dışa bağımlı olan Türkiye’nin, yeni ve ucuz kaynak arayışı da tüm yakıcılığıyla gündemdeyken; Türkiye Rusya’dan aldığı her bin metreküp doğalgaz için 406 dolar ödüyor. Aynı miktar için Azerbaycan’a yaklaşık 300, İran’a ise 500 doları aşkın para ödeniyor. 2012 yılında 48 milyar metreküp civarında doğalgaz tüketildiği düşünülünce, ortaya oldukça kabarık bir enerji faturası çıkıyor.
Enerji faturasını düşürmek isteyen Türkiye’nin, petrol ve doğalgaz konusunda yeni kaynak arayışları sürerken, en önemli adres ise Irak olarak gösteriliyor. Bilhassa Kuzey Irak’taki IKBY ile yeni bir “Irak” paketi üzerinde çalışılıyor.
‘The Financial Times’da 12 Aralık 2012’de yayımlanan makalede de “Türkiye ve IKBY, Türkiye’nin Kürt petrol ve doğalgaz endüstrisine yapacağı ve bölgeyi dönüştürebilecek dev yatırım müzakerelerinde sona yaklaştı” denilmiş, anlaşmanın arama ve üretimden, ihracata kadar, yeni bir enerji koridoru yaratabileceği kaydedilmişti. Yazıda ayrıca Türkiye’ye günlük 3 milyon metreküp petrol, 10 milyar metreküp doğalgaz ihraç edilebileceği belirtilmişti.
Öte yandan, Irak Milli Haber Ajansı NINA’nın 2 Şubat 2013’de geçtiği haberde, IKBY sözcülerinden Saven Dazia’nın, bölgenin Türkiye’ye petrol ihracına olanak tanıyacak boru hattını uygulama konusunda kararlı olduğu vurgusuyla, “Türkiye ile konuşmalar ve müzakereler devam ediyor ve ileri evrelere gelindi,” sözlerine yer verildi.
Ankara ile Bağdat arasında, Başbakan Erdoğan ile Irak Başbakanı Maliki arasında uzun süredir yükselen gerilim, yaşanan sorunun ana kaynağı olarak algılanıyor. Aslında Kuzey Irak petrolünün mevcut Kerkük-Yumurtalık hattı üzerinden dünyaya satışının devamı konusunda 2012 yılında Irak hükümeti, Türkiye ve IKBY arasında uzlaşma sağlanmış ve ticaret başlamıştı. Ancak 2012 sonunda Maliki, satıştan Kürtlerin payına düşen oranı ödemeyerek anlaşmayı bozdu. Maliki’nin kararında Suriye’de yaşananlar ve üzerindeki İran etkisi kadar, Türkiye’nin kendi aleyhinde planlar yaptığı şeklinde bir algının etkili olduğu düşünülüyor.
Ankara ve Erbil’deki bölgesel yönetimin lideri Mesud Barzani arasında, Bağdat’ın onayı dışında ayrı bir boru hattı kurulması yönündeki temaslar Maliki’nin bu tavrından sonra hız kazandı. Bu yönde bir taslağın ortaya çıktığı ve Ankara’da bazı bakanların önünde olduğu çok yoğun biçimde konuşuluyor.
Aslında bunda şaşırtıcı olan bir şey de yok. Çünkü Murat Yetkin’in, “Yeni Kürt stratejisinin uygulanmasında Irak Kürtleri ve Barzani ile koordinasyonun kilit rol oynayacağı da anlaşılıyor,” notunu düştüğü “Erdoğan’ın Erbil ziyareti, ‘yakınlaşma’yı da aşacak ‘entegrasyon’un ipuçlarını verdi,” demişti çok önceleri Cengiz Çandar…
Aynı konuda Fethullah’çı bir beyaz Kürt, Bejan Matur da şunların altını çiziyordu:
“Başbakan Erdoğan’ın Kürdistan ziyareti uzun zamandır bekleniyordu. Gezinin zamanlamasının özellikle Başbakan açısından isabetli olduğu görülüyor. Bir yanda çözülmekte olan Arap coğrafyasının lider arayışı, diğer yanda uzun zamandır süren ittifakların artık ifşa edilmesi gereği dururken Başbakan’ın artık riskleri sıfıra inmiş Erbil ziyaretini gerçekleştirmesi sürpriz değil. Siyasi kariyerinde hep şanslı olagelen Başbakan Erdoğan’ın bir kez daha doğru adım atmış olması sadece kendisinin değil, Türkiye’nin de artı hanesine yazılacak bir jest niteliğinde…
Başbakan Erdoğan kadar Barzani’nin de kendi ajandası ve gelecek hedefiyle davrandığı bir buluşmadan söz ediyoruz. Ve bu hedeflerin, gizli açık ajandaların içinde total doğrular ve total yanlışlar aramak her şeyden önce işlevsel değil. Alerjilerine ısrarla sığınanlar farkında olamayabilir ama çıkarların buluştuğu ve ayrıştığı alanlar eski ölçülere göre belirlenmiyor artık. Sadece dünya değil, Ortadoğu da hızla değişiyor.”[36]
Fethullah’çı beyaz Kürt Matur’un saptamaları malumun ilamıdır; ‘Yeni Şafak’çı Veysel Ayhan’ın satırlarında itiraf ettiği gibi:
“Irak Kürdistan Yönetimi 12 milyar dolarlık bir ticaret ilişkisiyle Türkiye ekonomisine ciddi bir katkı sağlamaktadır. Bunların dışında siyasal olarak Irak’ın bir bütün olarak İran’ın etki alanı altına girmesi önünde de en önemli engeli oluşturmaktadır. Özellikle Körfez’deki Arap ülkeleri açısından Kürtler, İran ve Irak’ın ortak bir Şiî politikası oluşturması önündeki en büyük engeli oluşturmaktadır. Diğer yandan yüzbinlerce Türkiye vatandaşı Kürt bölgesinde ticari nedenlerden dolayı yerleşmiş bulunmaktadır.
Hâli hazırda milyarlarca dolarlık bir ihaleleri yüklendikleri gözle görülüyor. Enerji alanında da işbirliği için oldukça önemli adımlar atılmış durumdadır. Kürt yönetimi 2015’de günde 1 milyar varil petrolü Türkiye üzerinden ve Türk şirketlerinin ortaklığıyla uluslararası pazara aktarmayı öngörüyor. Bu vesile ile Türkiye’nin hem güvenli enerji kaynaklarına erişim sorununu çözeceği hem de Kürt bölgesiyle bir entegrasyona gidebileceği ifade edilmektedir.[37]
Evet, evet Kuzey Irak’la ekonomik işbirliğinin “Amerika’nın dahline rağmen” geliştiğini anlatan Başbakan Erdoğan’ın, Irak hükümetini ülkeyi iç savaşa doğru sürüklemekle suçlamasıyla, “Burada iç savaşa doğru rejim bu işi götürmek istiyor, taşımak istiyor. Allah göstermesin bunu bir mezhep savaşına taşıyabilirler endişesini hep taşıdık. Şu anda bu korkulanlar yavaş yavaş olmaya başladı. Bu bizi endişeye sevk ediyor. Bu aynı zamanda, şunu da söyleyeyim bir petrol kavgası da olabilir,” dediği koordinatlarda Ekonomi Bakanı Zafer Çağlayan, Mesud Barzani’yi Erbil de ziyaret etti. Ziyaretin ardından konuşan Çağlayan şu açıklamayı yaptı:
“Irak’la ilgili son gelişmeyi paylaşmak istiyorum sizinle. 17 Ocak 2013’de Irak Elektrik Bakanlığı, ENKA’nın 235 milyon dolarlık elektrik santralı ihalesini onayladı. Sağlık Bakanlığı da başka bir firmanın 125 milyon dolarlık hastane yapım ihalesini onayladı. Yani 1 günde yaklaşık 400 milyon dolarlık yatırım onaylanmış oldu.”
GÜNEY KÜRDİSTAN’IN EKONOMİK İSTİLASI
“Kuzey Irak petrolü, Mehmet Emin Karamehmet’i en zengin Türk yaptı”[38] haberleri eşliğinde güney Kürdistan’ın T.“C” tarafından ekonomik istila girişimi söz konusudur.
Kamu bankaları Kuzey Irak’ta şube açınca harekete geçen Bank Asya ve Albaraka da Erbil’de bankacılık yapmak için izin aldı. Bir yandan yer bakan katılım bankaları bir yandan da personeli ayarlıyor. Türk bankalarının Kuzey Irak’a şube açma yarışına katılım bankaları da iştirak etti. Ziraat Bankası, Vakıfbank ve İş Bankası’nın ardından Bank Asya ve Albaraka Türk de Erbil’e şube açmak için Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu’nun kapısını çaldı.
Erbil’deki şubesinin resmi açılışını gerçekleştiren Bank Asya, bölgede yatırım yapan beş Türk bankasından biri oldu. Erbil Şubesi’nin resmi açılış töreni IKBY’nin önde gelen isimlerinin katılımı ile yapıldı. Bölge için uzun vadeli hedeflerle hareket eden Bank Asya, bölgede yatırım yapan 5 Türk bankasından biri oldu.
Kuzey Irak’ta Divan Oteli’ni açan Koç Holding’in Erbil’de elektrik santralı ve petrol sahaları için yatırım planları olduğunu açıkladı.
IKBY, Irak hükümeti ve Bölgesel Doğal Kaynaklar Bakanlığı’nın desteği ile düzenlenen “Kuzey Irak Petrol ve Gaz Konferansı”, Türkiye’nin petrol ihtiyacı açısından ilginç gelişmelere sahne oldu. Konferansın altın sponsoru Genel Energy International’in üst yöneticisi Mehmet Sepil, ürettikleri petrolü Yumurtalık boru hattıyla buluşturacak 450 milyon dolarlık yeni bir boru hattı projesini planladıklarını açıkladı.
Vb’leri, vd’leri…
Tam da bu noktada “Şöyle yazıyor Hasan Cemal: ‘Irak’ın neredeyse Suudi Arabistan kadar petrol zenginliği var. Bu açıdan Musul ve Kerkük’ün yanı sıra Kuzey Irak’taki ham petrol rezervlerinin de olağanüstü zengin olduğu ortaya çıktı. Devletin zirvelerinde bunun Türkiye açısından ne anlama geldiğinin çok iyi farkında olanlar var. Hiç kuşkusuz Irak Kürtleri de üstünde oturdukları bu zenginliğin kendileri için bir refah ve gelecek garantisi olduğunu iyi biliyorlar. Kısacası: Türkiye de Irak Kürt yönetimi de karşılıklı iyi ilişkilerin her iki tarafın da çıkarına olduğunun bilincindeler. Bu nedenle, devletin zirvelerinde esintiler öyle ki, Kuzey Irak’taki petrol zenginliği konusunda Türkiye -Amerika dahil- kimseye meydanı boş bırakmak niyetinde değil.’
Örneğin, Turkcell’in sahibi Karamehmetlerin Genel Enerji ile, Tüpraş’ın sahibi Koç Grubu’nun, İngiliz ve Amerikalılarla Kuzey Irak’ta petrol yatırımlarını ve/veya niyetlerini hatırlayarak meydanın kimseye bırakılmak istenmediği açık. Ama petrol bu… Meydanı boş bırakmamak kolay mı? Tereyağındaki kıl değil ki, çekip alasın… Evdeki hesaplar çarşıya uyar mı? Türkiye’deki devletin zirvesinde, petrol uğruna ‘Kürtlerle hemhâl olma’ niyetlerinin Bağdat pekala farkında ve Şiî liderliği Türkiye’nin petrole sulanmasını, ‘ahlâksız teklif’ olarak görüyor.”[39]
Şu hâlde, “Hükümetin, Kürt sorununun çözümü için oluşturduğu yeni plan içinde, ekonomik ayağa büyük önem verdiği anlaşılıyor. Enerji Bakanlığı ile Kuzey Irak yönetimi arasında imzalanan enerji anlaşmasının, kamuoyuna yansıdığından çok daha kapsamlı olduğu gelen iddialar arasında.
Kuzey Irak yönetimi ile gidilecek kapsamlı işbirliğinin iki ülkeyi birbirine bağımlı kılmasının amaçlandığı, buradan yola çıkılarak, özellikle Kuzey Irak yönetiminin desteği ile Kürt sorununun çözümü için önemli yol alınmasının planlandığı kaydediliyor.
Uzmanlar, Türkiye ile Kuzey Irak yönetimi arasındaki asıl yakınlaşmanın ABD’li petrol devi Exxon’un, Irak merkezi yönetimiyle çatışma pahasına, 2011 yılında Kuzey Irak’ta faaliyet gösterme kararı ile başladığının altını çizerek ABD’nin müttefiki Türkiye’nin faaliyetlerini arttırmasının kaçınılmaz hâle geldiğini söylüyorlar. 2012 yılının başından itibaren Türkiye ile Kuzey Irak yönetimi arasında işbirliği çabaları arttı ve 2012 Mayıs ayında kapsamlı bir anlaşma imzalandı.”[40]
İstanbul’da 5 Haziran 2012’de başlayan Dünya Ekonomik Forumu’nun ilk paneli ‘Yeni Enerji Koridorları’ndan önemli bir mesaj çıktı.
“Nabucco out, Irak in” diye özetleyebileceğim mesaj yeni enerji boru hatlarının, yeni işbirliklerinin de ipuçlarını verdi.
Enerji Bakanı Taner Yıldız’ın da katıldığı panelde “Nabucco out, Irak in” mesajını şu iki kişi verdi: Kuzey Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi Doğal Kaynaklar Bakanı Aşti Havrami ile Azerbaycan Enerji Bakanı Natık Aliyev.
Kuzey Irak’a 4 yılda yaklaşık 50 ülkeden şirketlerin geldiğini belirten Havrami özellikle enerji alanında faaliyetlerin giderek arttığına dikkat çekiyor.
“Ciddi petrol ve doğal gaz rezervlerimiz var. Birkaç yıl önce günde bin varil petrolle başladık. 2015 yılında günde 1 milyona, 2019 yılında ise 2 milyon varile ulaşacağız” diye devam ediyor.
IKBY’nin ihracat kapasitesi günde 300 ila 350 bin varilken; Irak Kürdistanı’nda hâlen günlük 200 bin varil petrol üretiliyor. Türkiye’nin üretimi ise 70 bin. Irak Kürdistanı ile Türkiye arasındaki 300 kilometrelik boru hattının 70 kilometresi bitmiş durumda. Merkezi hükümet ise buna misilleme olarak TPAO’nun lisansını iptal etti. İki ülke arasındaki ticaret 12 milyar dolar.
Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu ile IKBY Lideri Mesud Barzani, Irak Başbakanı Nuri El Maliki’nin yürüttüğü politikaya ortak tepki gösterdi.
Davutoğlu ve Barzani, Maliki’nin politikalarından duyulan rahatsızlığı, “Irak bölünmemeli. Bu hem Irak’ın geleceği açısından, hem de bölge açısından büyük tehlikelerin ortaya çıkmasına neden olur” görüşünde mutabakata vardı. Dünya Ekonomik Forumu’na katılmak üzere Davos’a giden Davutoğlu ve Barzani 23 Ocak 2013 akşamı bir araya geldi. Görüşmede terörle mücadelede işbirliği konusunun yanı sıra Irak ve Suriye’de yaşanan gelişmeler ele alındı.
Türkiye ile Kuzey Irak’taki Bölgesel Kürt Yönetimi arasındaki ilişkiler giderek sıkılaşırken Ekonomi Bakanı Zafer Çağlayan’la karşılıklı ilişkilerin geliştirilmesini görüşen, ardından Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanı Nihat Ergün’ü ziyaret eden ve görüşmeleri “Türkçe” yapan IKBY Sanayi ve Ticaret Bakanı Sinan Çelebi, “Biz de her konuda Türkiye’yi örnek alıyoruz… Bölgede bizi 1 numaralı dost kabul edin” dedi.
İki taraf arasındaki ilişkilerin geliştirilmesi için daha önce merkezi hükümet ile mutabakata varılan Ovaköy ve Şinova’da iki ayrı gümrük kapısı açılması ve Habur’a 3. köprü inşası konusunda Bağdat bir türlü onay vermiyor. Buna karşılık merkezi yönetim yeni dengeler arıyorken; Reuters’da yer alan bir habere göre Exxon Mobil CEO’su Rex Tillerson, ülkenin güneyindeki Batı Kurna 1 sahasında “daha önce durdurulan faaliyetlerine devam etmek için” 23 Ocak 2013 günü Irak Başbakanı Nuri el Maliki ile görüştü.
Nihayet tüm bunlarla bağıntılı olarak Irak Kürt Bölgesel Yönetimi Başbakanı Neçirvan Barzani’nin 17 Mayıs 2012 tarihinde Ankara’da yaptığı temaslarda, PKK’nın Kuzey Irak’taki varlığına karşı etkin işbirliği konusu ile Türk şirketlerinin Kuzey Irak’taki yatırımları ele alındı.
Tablo buyken tepkisini dile getiren Irak Başbakanı Maliki, Türkiye’nin Irak, Suriye, Mısır ve bazı diğer ülkeleri kontrol etmeye çalıştığını belirtti. ‘El Şark el Avsat’a konuşan El Maliki, “Türkiye, Irak’ın içişlerine karışırken mezhepsel unsurlara ve mali desteğe güveniyor. Muhalifler ve radikaller devamlı Ankara’da toplanıyor” diye konuştu.
NEO-OSMANLI(NIN) EMELLER(İ)!
BİLGESAM’a bağlı ‘Dış Politika ve Savunma Araştırmaları Grubu’nun, Türkiye-Irak ilişkileri konusunda “Türkiye’nin Irak’ın parçalanması riskine karşı Kürtleri ve Bağdat yönetimini uyarması”; hükümetin de “Bağdat yönetimi ile anlaşmazlık noktalarını bir an önce çözmesi” uyarılarını dillendirdiği; Enerji uzmanı Necdet Pamir’in, Irak’taki petrol ve gazın Irak hükümetinin onayı olmadan Kuzey Irak’taki yapı ve iktidara yakın şirketler aracılığıyla Türkiye üzerinden uluslararası piyasaya çıkarılmasına dikkat çekip, “Birtakım kâr hevesleri uğruna Türkiye’yi son derece tehlikeli bir maceranın içine itiyorlar,” dediği tabloda “IKBY’nin Bağdat ile artan çatışması ve AKP rejiminin ‘petrol odaklı’ alt-emperyalist niyetleri, hem Irak ve Suriye’de, hem de Türkiye’de Kürtlerin durumunu gündeme taşımış bulunuyor.
31 milyon nüfuslu Irak, ham petrol rezervlerini elinde tutan petrol zengini ülkelerin 6’ncısı. Doğalgaz rezervlerinde de 13’üncü büyük ülke. Ama Irak bu kaynaklardan daha iyi yararlanmak için iç istikrarını tesis edebilmiş değil. Nüfusun yüzde 75-80’i Arap, yüzde 15’i Kürt. Üçte ikisi Şiî… Yani İran’a yakın Şiî Arap hâkimiyeti var Irak’ta. Rusya ve Çin’e yanaştığı da gözleniyor. ABD sayesinde varlık bulan Sünnî Kürt bölgesi yönetiminin, Arap Şiî yönetimi ile çatışması bekleniyordu. Ülke bütünlüğüne hassas Kürt lider Talabani’nin cumhurbaşkanlığı da önleyemedi bu karşı karşıya gelişi. Bağdat, Kürt yönetiminin adeta bağımsız devlet gibi davranmasından şikâyetçi…
Petrol, bölgenin ana kaynağı. 112 milyar dolarlık milli gelirin yüzde 85’i petrolden sağlanıyor ve devlet bütçesine giriyor. Irak’ta kişi başına gelir, Türkiye’dekinin yüzde 40’ı kadar ama gidilecek çok yol var. Petrol ihraç edip her şeyi neredeyse ithal ediyorlar. Türkiye, Irak ithalatında (44 milyar dolar) dörtte bir paya sahip. Kürt yönetimi, Bağdat’a sormadan anlaşmalar yapmaya ve petrolden gelir almaya yeltenince, Bağdat’ın şimşeklerini üstüne çekti ve bir dizi ikazdan sonra Başbakan Maliki, Dicle Operasyonlar Komutanlığı’nı kurarak Kürtleri ‘terbiye’ etmeye girişti.
AKP rejimi, Ortadoğu’daki Şiî eksene karşı tutumunu Irak’ta da koruyor ve Irak Kürtlerine hamiliğe soyundu. Irak petrolü, özellikle Türkiye burjuvazisinin ağzını sulandırıyor. Şimdiden Kürt yönetiminden alınmış izinler var ama Bağdat, bunları tanımama eğiliminde. Cari açığı enerji ithalatı büyüklüğünde olan Türkiye’de, AKP rejimi petrolün peşinde…
Irak Kürtlerini Irak bütünlüğünden kopartmak, dahası Suriye Kürtlerini de Barzani KDP’si üstünden ayartarak ‘federe unsur’ olarak Türkiye’ye eklemlemek ve petrolün tadını çıkarmak, ana senaryo. Bu, bir fantezi olmaktan çıkarılıp gerçekliğe dönüştürülmek isteniyor. Hem de ABD’nin uyarılarına rağmen…”[41]
Kolay mı? “İran’a yakın duran Bağdat’taki Maliki yönetimi ile gerilimi büyüten AKP rejimi, Erbil’deki Kürt yönetimini, Bağdat’a karşı kışkırtıcı bir tutum içinde. Bu arada bölge için yeni harita çizimleri de konuşuluyor. Eski MİT Müsteşar Yardımcısı Cevat Öneş’in 20 Ocak 2013 tarihli ‘Yeni Şafak’ta yer alan ifadesini anımsayın: ‘Türkiye’nin Kürt sorununu çözmesi bölgede sınır ve harita değişikliğini gündeme getirebilir…’
Saddam’ı devirmekle beraber Irak’ta istediği düzeni gönlünce kuramayan ABD’nin, PKK sorununun hâlline itirazı yoktur ama ya harita meselesi? Bu konuda Ankara Büyükelçisi Ricciardone, 6 Şubat 2013’de medyaya açık konuştu: ‘Türkiye ve Irak, ilişkilerini en iyi hâle getiremezse daha da kötü sonuçlara yol açabilir. Daha şiddetli çatışmalar olabilir, başka güçler devreye girebilir. Irak’ı bütün olarak görmek gerekir’…
Bölgenin, Bağdat’a yakın İran’ın daha fazla nüfuzu altına girmesinden endişesi olan ABD’nin, şimdilik yekpare Irak’tan yana olduğu açık. Bu durumda Türkiye burjuvazisinin ve AKP rejiminin Kuzey Irak yönetimini ayartması nasıl mümkün olacak? ABD’ye rağmen mi? AKP rejiminin tehlikeli oyunu burada başlıyor. Bir oldubittiye getirip ‘Kürtler, Bağdat ile olmak istemiyorlar, kim zorlayabilir?’ gerekçesi ABD’nin önüne konabilir. Gidiş, o yönde… Kaldı ki, Bağdat’ın petrol iplerini kendi elinde tutmak istemesi ve daha ‘ulusalcı’ duruş niyetleri, ABD kökenli çokuluslu petrol şirketlerinin sabrını zorluyor, onları Türkiye ile birlikte davranmaya doğru itiyor.
Irak’ın petrol ve doğalgaz rezervleri tahminlerden de büyük. Türkiye’nin rant avcısı burjuvazisi, halkları birbirine düşürmek pahasına, hem bunların üretilmesinden ortaya çıkacak zenginlikten pay peşinde hem de boru hatları ile taşınması konusunda inisiyatif almak istiyor.
Irak’ın en önemli petrol ihracat limanı Basra’da, Mina El-Bakr. Güney Irak sahalarının boru hattı ile bağlandığı bu terminal günde 3 milyon varil yükleme kapasitesinde. Türkiye’den geçen ITP- Kerkük Ceyhan Ham Petrol Boru Hattı da Irak’ın en büyük ihracat hatlarından bir diğeri. Karayolu taşımacılığı çıkış yolu da İskenderun Limanı. Ancak, ITP hattının her iki merkez kontrolünde olması bu hattın rasyonel kullanımını olumsuz etkiliyor. Doğalgazın sevki için ise henüz bir boru hattı yok. İhracat için Kuzey Suriye topraklarının kullanılması da bir seçenek. Bu da Sünnî Kürt nüfusun yoğun olduğu Kuzey Suriye topraklarının kolay kontrol edilebilir hâle getirilmesini gerektiriyor.
AKP rejimi ve arkasındaki fırsatçı Türkiye sermayesi, Irak’taki Kürt-Arap (hatta Türkmen) gerilimini kışkırtıp nüfuz alanını genişletme ve o ölçüde bölge kaynaklarının talanından pay alma derdinde. Kürt sorununa çözüm adı altındaki elma şekeri servisi, sadece bu talanın yol temizliği için.”[42]
ABD Ulusal Güvenlik Konseyi’nin eski Türkiye Direktörü Jeff Collins, “Obama Türkiye’yle yakın ilişkiye inandı,” dese de; ABD Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Victoria Nuland’ın “Türk liderlerin kışkırtıcı ifadeleri endişe verici” dediği tabloda; neo-Osmanlı emellere itirazı olan ABD şahsında Cengiz Çandar, “Ankara’nın Ortadoğu’da işi, Washington’la da zor; Washington’sız da…” saptamasını dillendiriyor!

***

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder