5 Temmuz 2017 Çarşamba

Bir Postmodern Darbe Portresi: 28 Şubat BÖLÜM 3


 Bir Postmodern Darbe Portresi: 
28 Şubat  BÖLÜM 3





28 Şubat ve Medya Sorunu 

28 Şubat’ın bir diğer önemli özelliği özel TV ve radyolar çıktıktan sonra yapılan ilk darbe olmasıdır. 28 Şubat öncesi darbelerde en önemli hedeflerden biri TRT olmuştur. İletişim tekelini eline almak isteyen askeri elitler, hemen bir konuşma yaparak, iletişimi kontrol etmişlerdir. Ancak Türkiye’de 1990’lardan itibaren ekonominin ve siyasetin liberalleşmesine paralel olarak özel TV ve radyo kanalları da birbiri ardına kurulmaya başlandı. 28 Şubat’a geldiğimizde ise artık tek bir merkezden kontrol edilemeyecek bir özel medya çeşitliliği mevcuttu. Haliyle bu tür bir medya yapılanmasının, daha önceki darbeler gibi kontrol edilemeyeceği, aynı şekilde yönlendirilemeyeceği de açıktır. O halde medyanın 28 Şubat’ta rolü ne olmuştur? 

Bu konu başlı başına kitapların yazılması gereken bir konudur. Ancak çok özetle konu şöyle alınabilir: 28 Şubat medya çoğulluğunun olduğu bir ortamda gerçekleşen bir darbedir. Ancak kendisinde önceki darbelerden farklı olan 28 Şubat’ın medya aile ilişkisi de oldukça farklı olmuştur. Medya çoğulluğu nedeniyle artık bir medya merkezinin basılması ve bildirilerin okunması yersiz olacaktır. Zira bu tür müdahaleler aslında biraz da daha önceki darbelerin özelliği ile ilişkilidir. Daha önceki darbeler sivillere karşı ordu içinden bir 
grubun öncülüğündeki darbeler olduğundan, karşı cuntanın ilgili medya merkezini ele geçirmesi güç dengesini tersine çevirebilirdi. 

Oysa 28 Şubat’ta böyle bir durumdan ziyade, ordu içindeki bir grubun sivillerin de katkısıyla karşı cunta olmaksızın yaptığı bir müdahaledir. Haliyle başka bir grubun bir medya merkezini ele geçirmesi gibi bir risk görünmemektedir. 

İkinci olarak, 28 Şubat’tan önceki darbelerin bir farkı da diğerlerinin bir darbe günü ya da anı olmasına rağmen, 28 Şubat’ın devam edegelen bir süreç olmasıdır. Bu nedenle de bir medya merkezi ele geçirilse dahi, asıl önemli olan ve güç dengesini değiştiren merkezi ele geçirmek değil, süreci yönetebilmektir. Bu nedenle de bu dönemde medya basılması bu şekilde olmamıştır. 28 Şubat, diğer darbelerden farklı olarak bir “süreç” olduğundan, medya önceden olduğu gibi sorunun sonunda devreye giren enstrüman değildir. 

Medya, 28 Şubat’ta tam bu “süreç” ruhuna uygun şekilde yeniden işlevlenerek, tam bir süreç kontrol ve yönetim aracına dönüşmüştür. 

Bu nedenle 28 Şubat’ın hazırlanmasında, gerçekleşmesinde ve daha sonra sürdürülmesinde mütemadiyen ve dinamik bir rol almıştır. Bu nedenle medyanın olmadığı bir 28 Şubat’tan bahsetmek bir yana, medyanın olmadığı bir 28 Şubat mümkün dahi olamazdı. Medya daha önceki darbelerdeki gibi kontrol altına alınması gereken bir aygıt değil, darbenin üzerinden gerçekleştiği, darbenin merkezi parçası olarak yeniden işlevlenen bir enstrümandır. Hızlıca hafızalar yoklanırsa Ali Kalkancı operasyonundan Travestiler Kraliçesi Sisi müdahalesine, Aczimendilerden Kudüs Günü’ne kadar neredeyse tüm darbe enstantaneleri medya üzerinden gerçekleşmiştir. 

  Darbe sürecinin hazırlanmasında etkin olan bu hazırlıklar, darbeyi ilan ederek devam etmiş, daha sonra ise kapatma davaları ve ceza davalarında medya üzerinden üretilen sahte deliller ve iddialarla sürecin tamama erdirilmesinde hayati bir rol oynamıştır. Zamanın iktidar ortağı Refah Partisi’nin kapatılması için hazırlanan iddianamelerde tekzip edilmiş, yalan olduğu açıkça kanıtlanmış olan bir takım haberlerin yine de kapatmaya delil olarak kullanılması konuyu özetlemektedir. 

Ortalama bir demokratik düzende yasama, yürütme ve yargıyı yakından takip ederek, halk adına bu güçlerin fiillerini denetleyerek demokratik kültürün oluşmasına, ve halkın devleti denetlemesine yarayan, bu işlevi ile ‘Dördüncü Kuvvet’ olması beklenen medya, Türkiye’de hiçbir zaman bu özelliklere kavuşamamıştır. Bunun ardındaki en önemli sebep Türk siyasetindeki normalleşmenin bir türlü yaşanamaması ve bürokratik vesayetin siyasi elitlere alan açmamasıdır. Zaten kurulamayan bir siyasi iktidarı denetleme 
gücüne de ihtiyaç duyulmadığından, medya devlet elitlerinin kullandığı bir aygıt haline gelmiştir. 28 Şubat bu anlamıyla medyanın çoğullaşmasının, medyanın normalleşmesi için yeter şart olmadığını gösteren bir örnektir. Çoğullaşan medya, çoğullaştıkça sadece işlevler çoğalmış ancak çeşitlenmemiştir. Bu nedenle de 28 Şubat “postmodern” darbe olabilmiştir. Bu tür anormal ortamlarda yetişen medyanın ve medya çalışanlarının değeri de, bu nedenle ürettikleri haberin kalitesi ya da yaptıkları programların niteliği ile değil, 
hizmet ettikleri patronun taleplerini yerine getirip getirmemelerine göre belirlenmiştir. Medyanın işlevi bu nedenle devleti halk adına denetlemek değil, medya patronlarına devlet karşısında güçlenmek için koz olmak ve gereğinde devlet elitlerinin operasyonlarına hazır halde beklemek olagelmiştir. Tam da işlevleri nedeniyle 28 Şubat döneminde Türk medyasında maaşlar anormal derece yükselmiştir. 

Türk medyasında halen kalite düşüklüğü, rekabet eksikliği, tetikçilik ve yalan haber furyasının devam etmesi de bu patolojik durumun değişmediğinin en büyük göstergesidir. Özetle 28 Şubat’la birlikte Türkiye’de gazetecilerin medyaya geçmesi ile başlayan özel televizyonlar sürecinde, kaliteli isimlerini kaybeden gazeteler nitelik kaybına uğrarken, televizyonlar ise tam anlamıyla tetikçilikle maruf medya merkezleri haline gelmişlerdir. 

İnsan Kaynağı ve 28 Şubat 

28 Şubat’ın toplumsal alana kattığı önemli noktalardan biri de Türkiye’nin insan kaynağı kalitesinde meydana gelen dönüşümdür. 

28 Şubat öncesi, Türkiye’de elit dönüşümünde önemli bir işlevi olan yurtdışı tecrübesi, ülkenin muhafazakâr, İslâmcı ya da dindar kesiminde son derece sınırlıydı. Nasıl ki işadamlarının yurtdışına çıkışı Türk ekonomisini ve siyasal hayatını dönüştürdüyse, 28 Şubat mağdurlarının ülkeden adeta bir hicret şeklinde çıkışı, hicret duygusuyla ülkeyi terketmeleri kayda değerdir. Üniversitelerde iş bulamayan akademisyenler, bürokrasiden atılan tecrübeli bürokratlar, iş dünyasında yer alamayan girişimciler hep bunun örnekleri 
olmuştur. Ancak bunun da ötesinde başörtüsü yasağı nedeniyle ülkede okuma imkanı bulmayan binlerce kız öğrencinin başka ülkelere üniversite okumak amacıyla gitmesi gerek duygusal, gerekse de siyasal açıdan diğerleri ile karşılaştırılamaz. Aileleri ile birlikte düşünüldüğünde yüzbinlerce insanın vatan, millet, ülke, toprak algısını son derece derinden bir dönüşüme uğratan bu Exodus durumu, hem bir hınç birikimine, hem de Türkiye’deki sınırların aşılmasına, hem de bu kesimlerin insan kalitesinin artmasına neden olmuştur. Bugün 28 Şubat öncesi az sayıda elit bir kesimin sahip olduğu yurtdışı eğitim imkanı artık kitlelere yayılmaya başlamış, bu da ülke içerisindeki baskıcı siyasi kültürün artık kitlelerce kabul edilmesi dönemini sona erdirmiştir. Bu gelişmenin enteresan bir yan etkisi de başka ilgisiz konularda ortaya çıkmıştır. Bu kesimlerin AB sürecine verdiği desteğin anlaşılması için, gerekse de halkın 
TSK ile mesafesinin açılarak 2000’li yıllarda ordu içindeki darbeci unsurlara karşı açılan davaların kitlelere mal olmasında, kız öğrenciler üzerinden yaşanan bu dramın çok derin etkisi olmuştur. “Dinini yaşayarak eğitim görmek istediği için gavura muhtaç edilen kız çocukları” imgesi Türkiye’deki muhafazakar/dindar/ İslâmcı kesimlerin devlet ve devlet elitleri algısını ve bu kesimin haleti 
ruhiyesini derinden etkilemiştir. 

Bu insan kaynağı kalitesinin gelişmesi, Kemalizm’in uzun yıllar beslendiği “ithal ikameci entelektüalizmi” de, iş yapma tarzlarını da, dış aktörlerle doğrudan ilişki nedeniyle dışarıyla ilişkilerin niteliğini de dönüştürmüştür. 28 Şubat böylece, ülkedeki belki de en içe kapalı kesimi dinamik ve dünyaya entegre bir hale getirerek, orta vadede bu kesimi dünya standartlarına çekmiştir. Nasıl ki 1950’lerde NATO ile birlikte dünya standartlarında eğitim alıp, devlet elitleri arasında öne çıkan ve bunun neticesinde ülkeyi 50 yıldan fazla yöneten elitler fark atmışlarsa, aynı şekilde bu kitlesel nitelik sıçraması da ülke içindeki güç dengelerini değiştirmiş, ithal ikameci medyayı, aydınları, düşünce kuruluşlarını ve iş dünyasını üretilen ürünler ve performans farkı ile tasfiye etmeye başlamıştır. 

28 Şubat ve Eğitim Sistemi 

28 Şubat’ın yarattığı mağduriyetlerin en başta gelenlerinden birisi başörtüsü sorunu ise bir diğeri eğitim alanındaki son derece tehlikeli değişikliklerdir. İmam Hatip okullarını engellemek için, tüm meslek liselerine karşı tavır alan 28 Şubat Yönetimi ülkedeki mağdur alt kesimleri kendisine düşman etmeyi başarmıştır. Daha çok alt ve alt-orta sınıfın, “iyi bir eğitim alamazlarsa en azından meslek 
öğrenirler” kaygısıyla çocuklarını gönderdiği meslek liselerini de mağdur eden 28 Şubat, bu okullara olan rağbeti azaltarak hem ekonomideki ara eleman ihtiyacını karşılayan okulları işlevsizleştirmiş hem de oyun ortasında kural değiştirerek, milyonlarca öğrenciyi mağdur etmekten kaçınmamış, siyasallaşmayan kesimlerde dahi devlete güveni zedelemiştir. 18 

İmam Hatiplerin işlevsizleştirilmesi ise demografik bir müdahale, bir toplum mühendisliği şeklinde ortaya çıkmıştır. Ancak her toplum mühendisliği çabasındaki gibi bu müdahale de denetlenemeyen ve kontrol dışı sonuçlar üretmiştir. Dindar-muhafazakar kesimlerin mali yeterliliği olan kısmı bu İmam Hatip okullarının işlevsizleşmesi ile devlet okullarını seçmemiş, tersine özel okullara yönelmeyi tercih etmiştir. Bu tercih milli eğitimdeki kaliteli öğreticilere yeni alanlar açarak milli eğitim sistemini zayıflatmıştır. Bu okullar nedeniyle 
toplumda hem sınıfsal hem de siyasi ayrışma artmış, daha parçalı bir toplumsallık üretilmiştir. Özel okulların rağbet bulması, devlet okullarının herkese hitap eden ve eşitleştirici etkisini yok ederek, muhafazakar-dindar kesimlerin özel okulları yönetme kabiliyetini gösterebilen tecrübeli kesimlerini diğerleri önünde öne çıkarmış, haksız rekabete yol açarak bu tecrübeye sahip olanları orantısız bir güce kavuşturmuştur. Bugün Türkiye’de yaşanan toplumsal dönüşüm üzerinde eğitimdeki bu müdahalenin payı inkâr edilemez. 

Halen patolojik sonuçlar üreten bu müdahale şu anda ülkede halen devam eden tartışmamalarda da önemli bir yer tutmaktadır. 

28 Şubat, Devlet ve İslâmcılık 

28 Şubat tüm bu alanların yanı sıra siyaset alanını da radikal olarak dönüştürmüştür. Bu dönemin en önemli özelliklerinden birisi 28 Şubat’ın ‘an’ değil bir ‘süreç’ olarak gerçekleşmesidir. Sadece belirli bir ana ve iktidar ilişkilerinin yatay dengesine odaklanan diğer darbeler, cari iktidar dengesini değiştirmiş, bu değişikliği sağlayan yeni kurumlar ihdas ederek, siyaset alanından vesayet rejimini pekiştirerek çıkmıştır. Oysa 28 Şubat ne yeni bir kurum ihdas etmiş, ne de var olanları kaldırmıştır. Zaten var olan vesayet 
rejiminin atıl kalan özelliklerinin harekete geçirilmesi, sürecin yönetimini mümkün kılmıştır. Bu da 28 Şubat’ın siyaseti değil toplumu tasarladığının en önemli kanıtıdır.19 Yukarıda 28 Şubat’ın yarattığı sonuçların ekonomi, medya, siyaset, insan kaynağı ve eğitim üzerinden değerlendirilmesi de 28 Şubat’ın bu toplumu yeniden tasarlama arayışının sonucudur. 

28 Şubat’ın özelde yarattığı etki ise İslâmcılığın dönüşümünde kendisini göstermiştir. 28 Şubat’a kadar Türkiye’de toplumsallığı en güçlü organik hareket olan İslâmcılık, bu süreçte uğradığı kayıplarla tamamen siyaset alanından geri çekilerek, dönüşüme uğramıştır. 

28 Şubat’ın ana aktörü olan Refah Partisi’nin kapatılmasının ardından kurulan Fazilet Partisi de kısa sürede kapatılmış, süreç Milli Görüş geleneğinin ikiye bölünmesi ile İslâmcılığın Saadet Partisi üzerinden devamına yol açmıştır. Diğer ve asıl damar ise İslâmcılığı sorunsallaştırarak, İslâmcılığın temel siyasal pozisyonu olan ümmetçilik ve Batı karşıtlığını terk ederek farklı bir parti 
olarak kendisini kurarak AK Parti olarak yoluna devam etmiştir.20 

Bu süreçte geleneksel İslâmcılığı sorgulamaya girişen AK Parti, sadece kendisini değiştirmekle kalmamış, giderek bu değişimi tüm topluma da yaymayı başarmıştır.21 Zaman zaman siyasi baskı ve bu  baskının getirdiği hınç ile Batı ile ilişkilerini sorgulayan ve “İslâmcı nihilizm” sınırlarında gezinen İslâmcılık ise 28 Şubat’tan sonra bir daha eski yörüngesine girememiştir.22 

28 Şubat, İslâmcılığın yanısıra ülkenin siyasi ikliminin en başat kavramlarından “devlet” kavramını da temelden etkilemiştir. 

28 Şubat öncesi vatan millet ve devlet gibi kavramlar etrafında muhafazakar-dindar kesimler tarafından sahiplenilen devlet, önemli ölçüde itibar kaybına uğramıştır. Özellikle 1999 depremi ve takip eden finansal krizle birlikte zaten yitirilen sembolik itibar kaybına ek olarak, aynı zamanda kurum olarak devlete güveni de zedelemiştir. Bugünlerde devam eden Ergenekon, Balyoz gibi TSK’yı 
sorgulayan bir demokratik kültürün oluşması ancak bu travmanın yaşanması ile mümkün olabilmiştir. AB üzerinden dönüşen haklar ve özgürlükler tanımı ile devletin toplumdaki yeri tartışmaları muhafazakarlar, liberaller ile İslâmcıları ortak zemine taşımış, bu yeni siyasi koalisyon Türkiye’nin bugünkü restorasyon sürecinin siyasi motoru olmuştur. 

Devlet elitleri karşıtlığında kurulan bu yeni koalisyon, siyasal alanın genişlemesini, demokratikleşmenin kurumsallaşmasını, hak ve özgürlüklerin genişletilmesini talep ederek, İslâmcı elitleri merkeze çekerek, siyasetin merkezini yeniden oluşturmayı başarmıştır.23 

28 Şubat’ı mümkün kılan koalisyonlar dönemindeki istikrarsızlıklar, siyasi kültürde koalisyonlara karşı bir güvensizlik yaratmış, sonraki dönemde seçmenlerin oy verme davranışlarını da etkilemiştir. Aslen başka partiyi desteklediği halde, seçimlerde istikrardan yana oy kullanma kaygısıyla kazanma ihtimali olan partilere oy verme davranışı yaygınlaşmıştır. Bu da nispeten uzun süren bir tek parti iktidarına yol açmıştır. Halen başkanlık sistemi etrafında gerçekleşen tartışmalarda da asıl önemli etkenin koalisyonlara duyulan 
güvensizlik olması, bu etkinin halen sürdüğünü göstermektedir. 

Bir yanıyla siyaseti kutuplaştırma potansiyeli taşıyan bu siyasi kültür değişimi, öte yandan siyasetçileri devlet elitleri karşısında güçlendirerek, nihayet siyasi elitlerin vesayetçi yapı karşısında başarı kazanmasına yol açmıştır. 

Sonuç 

Türkiye darbeler tarihinin istisnai anlarından biri olan 28 Şubat Postmodern darbesi bir çok açıdan nevi şahsına münhasır bir olay olarak tarihe geçmiştir. Bu darbenin gerçek maliyeti ise halen yeterince tartışılmamış, ortaya çıkardığı patolojik durumlar halen düzeltilememiş, etkisi yeterince görülememiştir. Diğer darbelerden farklı olarak NATO desteğine değil, dış müdahale açısından İsrail’e 
yaslanan bir darbe olarak kayda geçen 28 Şubat, soğuk savaş sonrası 
Türkiye’nin yaşadığı kimlik ve strateji krizinin bir sonucudur. 

Türkiye’yi bölgesinde komşularıyla, içeride ise devleti milletle karşı karşıya getiren bu darbe, sadece siyasetin bazı aygıtlarını değil tüm toplumu dönüştürmüştür. Postmodern ve kansız olmasını daha az acı üretmesine değil, soğuk savaş sonrasının stratejik atmosferine borçlu olan 28 Şubat’ın ürettiği maliyet halen yeterince anlaşılamamıştır. Diğer darbelerin etkisinin geçmesi bir kaç yılda tamamlanırken, 28 Şubat’ın etkisinin halen tam olarak ortadan kalkmaması da bu toplumsalı dönüştürme arzusundan kaynaklanmaktadır. 28 Şubat’la birlikte yaşananlar Türkiye’de medyanın inandırıcılığınıneredeyse tamamen sona erdirmiş, siyasetteki önemli akımlardan İslâmcılığı radikal bir şekilde tarihte görülmemiş siyasi koalisyonlar yaratmıştır. Darbenin yarattığı finansal kriz Türkiye’yi uçurumun kenarına taşımış, ancak bu kriz yeniden yapılanma ile aşılabilmiştir. 28 Şubat’la birlikte ithal ikameci aydın ve elitist siyaset ciddi yaralar almış, bu da orta vadede Türkiye’nin yerli imkanlarının önünü açmıştır. 

Postmodern darbenin eğitimde açtığı yara ise halen düzeltilememiş, etkileri bugün bile son derece ağır bir şekilde hissedilmektedir. 

28 Şubat’la birlikte devlet elitlerine dönüşen eski siyaset elitleri orta vadede tamamen tasfiye olmuş, siyasetin sivilleşmesi için gereken cesaret ve 
toplumsal enerji bu sayede birikerek, bürokratik vesayetin siyaset karşısında yenilgisini hazırlamıştır. 

Tüm bu boyutlarıyla yeniden ve derli toplu ele alınması gereken 28 Şubat, diğer darbelerden daha kansız, ancak tüm diğer darbelerin toplamından daha etkili, 
daha dönüştürücü ve sonuçları itibariyle de çok daha yaratıcı siyasi kültür yaratmıştır. 

DİPNOTLAR;

1 Özdağ, Ümit (2004) Menderes Döneminde Ordu-Siyaset İlişkileri ve 27 Mayıs İhtilali, İstanbul: Boyut Kitaplar; Özdemir, Hikmet (1989) Rejim ve Asker, 
İstanbul: Afa Yayınları. 

2 Gökhan Çetinsaya, “İki Yüzyılın Hikayesi: Türk Dış ve Güvenlik Politikasında Süreklilikler,” Türk Dış Politikası Yıllığı 2009, ed. Burhanettin Duran, Kemal İnatand,
 Muhittin Ataman, Ankara, SETA, 2011, s. 607.  

3 Devlet elitleri hükümetler ve çıkarlar üstü bir karakter arz eden, halktan, siyasetten ve neredeyse siyasi elitlerden tamamen özerk bir karaktere sahiptir 
Heper,  Meti·n And E. Fuat Keyman “Double-Faced State: Political Patronage and the  Consolidation of Democracy in Turkey”: Middle Eastern Studies, 
Vol. 34, No. 4, p. 

4 Ahmet Davutoğlu Türkiye’nin Sovyet tehdidine karşı NATO üyesi olmasını basit bir tercih olarak değil, “yükselen eksen ile işbirliği yaparak yakın tehdidin 
dengelenmesi politikası” olarak tanımlar, Stratejik Derinlik: Türkiye’nin Uluslararası Konumu, Küre Yayınları, İstanbul, 2001, s.71. 
5 Hakan Yılmaz bu çerçevede yaptığı ayrımda devlet elitlerine dahil edilebilecek CHP elitlerini ‘medenileştirilmiş’, DP’deki siyasi elitleri ise ‘sivil’ diye tanımlar. 
(Yılmaz, Hakan (1997) “Democratization from Above in Response to the International Context: Turkey, 1945-1950”, New Perspectives on Turkey, 17, ss. 1-37. 

6 1960 darbesine bu açıdan bakıldığında, dönemin başbakanı Adnan Menderes’in iktidarının son günlerinde SSCB ile yakınlaşma çabası içerisine girmesi 
rastlantı değildir. Philip H. Gordon and Ömer Taşpınar, WinningTurkey: How America, Europe, and Turkey Can Revive a Fading Partnership, 
Brookings Institution Press, 2008, s. 27. 

7  Bernard Lewis Türkiye’de istikrarın korunması için askeri darbelerin önemli olduğunu savunmuştur “Foreword,” Turkey, America’s Forgotten Ally”, Council on 
Foreign Relations Press, 1989, s. ix. 

8 http://www.jinsa.org/files/newsletter-archive/1999/sep-dec1999.pdf 

9 28 Şubat döneminde siyasi alanın daralması üzerine detaylı bir çalışma için bkz. (Duran, 2008: 82). Duran, Burhanettin. “The Justice and Development Party’s 
‘newpolitics’” Secular and Islamic Politics in Turkey: Themaking of the Justice and Development Party. Ed. Ümit Cizre, Routledge, London, 2008. Pp. 80-106. 

10 ABD’deki İsrail Lobisi’ne dikkatlice bakıldığında ABD Devleti ile İsrail Lobisi arasında bir ayrım yapmanın ne denli zor olduğu görülür. 
    Ancak analitik olarak böyle bir ayrımı yapmak ve bunun üzerinden tartışmayı sürdürmek de tartışmanın detaylarını anlamak açısından elzemdir. 

11 Efraim Inbar, “Regional Implications of the Israeli-Turkish Strategic Partnership,” MERIA Cilt 5, No. 2, Haziran 2001, ss. 48-65. 

12 Sürekli kullanıldığı halde, stratejik ortaklık üzerine çok fazla çalışma mevcut değil literatürde. Bir başka çalışmada stratejik ortaklığı şöyle açıklamıştım: 
“stratejik ortaklık,” iki ülkenin ortak bir tehdide karşı askeri, istihbari ve siyasi alanlarda ortak hareket ettiği bir ittifak biçimidir. Bu tür bir ittifak, genellikle 
askeri bir tehdide ya da bir bölgedeki yeni bir stratejik dizilime tepki olarak, başta ortak askeri tatbikatlar, teknoloji paylaşımı ve istihbarat paylaşımı olmak 
üzere, bir çok alanda işbirliğini gerektirir.” S. 552. “Stratejik Ortaklıktan Model Ortaklığa: Türkiye’nin Bağımsız Dış Politikasının Etkileri,” Nuh Yılmaz Der. 
Burhanettin Duran ve Kemal İnat, SETA Yayınları, 2011, Ankara. s. 549-577. 

13 28 Şubat’ın kudretli ‘Paşası’ Çevik Bir, İsrail Lobisi’nin önemli akademik yayınlarından Middle East Quarterly’de bu ilişkinin dinamiklerini, rasyonalitesini 
darbenin faili olarak anlatmıştır: Çevik Bir and Martin Sherman, “Formula forStability: Turkey Plus Stability” Middle East Quarterly Fall 2002, V. IX N. 4 pp. 22-32 

14 Heper halk demokrasisine meyleden, dar siyasi çıkarları genel kamu çıkarına tercih eden grup olarak görmüştür (Heper, 2000: 72). 
Heper Metin,  “The Ottoman  Legacy and Turkish Politics” Journal of International Affairs, Fall 2000, 54, No.1  PP. 63 82 

15 Türkiye’de merkez sağın liderliğini yapan Süleyman Demirel’in 28 Şubat sürecinde devlet elitleri ile aynı safa geçmesi, merkez sağın tedricen 
devletleşmesine, İslâmcılığın ise elit bir hareket olmaktan halkçı bir hareket olmasına doğru giden yolu açmış oldu. Bu tespitin detaylı bir anlatımı için bkz: 
Nuh YILMAZ, 2000’lerde Türkiye’de elitlerin Dönüşümü, Der. Ahmet Demirhan. 

16 Menderes Çınar, 28 Şubat Süreci’nin daha önceki askeri darbelerden iki açıdan farklı olduğunu söyler: 1. Askeri elitlerin siyasi parti gibi doğrudan halkı 
muhatap alarak kamuoyunun yönlendirilmesinde etkin olması, 2. Erken dönem Cumhuriyet benzeri radikal laiklik projesine dönüş. (Çınar, 2008: 110). Çınar, 
Menderes. “The Justice and Development Party and the Kemalist establishment” Secular and Islamic Politics in Turkey: The making of the Justice and 
Development Party. Ed. Ümit Cizre, Routledge, London, 2008. Pp. 109-131. 

17 Türk dış politikasının şekillenmesinde ticaretin rolü üzerine bkz: Kemal Kirişçioğlu, “Turkey’s “Demonstrative Effect” and theTransformation of the 
Middle East” Insight Turkey, Vol. 13, No.2, 2011 pp. 33-55. 

18 Bu mağduriyetler halen belgelenmemiş, bir çoğu düzeltilememiştir. 

19 28 Şubat’ın bu karakterinin siyasi sistemde yarattığı tahribatın incelenmesi için analizi için bkz: Hatem Ete, “28 Şubat bin yıl mı sürecekti?”, Açık Görüş-Star, 01.03.2009. 

20 AK Parti’nin kuruluşu ve İslâmcılıkla ilişkisi üzerine erken bir çalışma için bkz. Nuh Yılmaz “İslâmcılık, AKP, Siyaset” Modern Türkiye’de Siyasi Düşünce 6. 
Cilt Der. Yasin Aktay, İletişim Yayınları. İstanbul. Haziran 2004. Sayfa: 604-619. 

21 Bu dönüşümün niteliği ve AK Parti’nin İslâmcılıkla ilişkisi üzerine bkz: (Duran, 2008). Duran, Burhanettin. “The Justice and Development Party’s 
‘new politics’” Secular and Islamic Politics in Turkey: The making of the Justice and Development Party. Ed. Ümit Cizre, Routledge, London, 2008. Pp. 80-106. 

22 Nuh Yılmaz “İslâmcı Nihilizm: Evropa Fetişizminin Soykütüğü ” Yarın, Sayı. 32, Aralık. 2004, İstanbul. 

23 Çınar, Menderes. “The Justice and Development Party and the Kemalist establishment” Secular and Islamic Politics in Turkey: The making of the Justice 
and Development Party. Ed. Ümit Cizre, Routledge, London, 2008. Pp. 109-131. S. 111. 


***

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder