Ali SEMİN etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Ali SEMİN etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

17 Ekim 2020 Cumartesi

Suriye’de Bölgesel ve Küresel Güç Mücadelesi.,

 Suriye’de Bölgesel ve Küresel Güç Mücadelesi.,


30 Nisan 2012


Ortadoğu bölgesinde 2011’in ilk günlerinden bu yana süregelen değişim devam etmektedir. Arap ülkelerindeki otoriter yönetimlere karşı başkaldıran halklar, bölgeyi adeta yeniden inşa etmeye yönelik bir çaba içerisine girmiştir. Suriye örneğinde ise bu durumun bölge genelinde cereyan eden gelişmelerden farklı bir yönde seyrettiği görülmektedir.

“Arap Baharı” olarak adlandırılan süreçte, Arap halklarının otoriter iktidarlara karşı ayaklanmaları neticesinde Tunus, Mısır, Libya ve Yemen’de yönetimler devrilmiştir. Ancak Suriye’deki Esed yönetimi iktidarını halen muhafaza etmekte, bu durum da önemli soru işaretleri oluşturmaktadır. Bu yazıda Suriye’deki gelişmeler göz önünde bulundurularak, Şam yönetiminin halk ayaklanmasını bastırabilmesine, halka karşı direnebilmesine imkân tanıyan faktörler analiz edilmektedir.

Suriye’deki Halk Ayaklanmasının Gidişatı

Suriye’de halk gösterileri 15 Mart 2012 tarihinden bu yana devam etmektedir. Fakat gösteriler, Esed yönetimine ait güvenlik güçlerinin uyguladığı baskı ve şiddet neticesinde büyük ölçüde bastırılmaktadır. Bu yönüyle Suriye’deki halk ayaklanmaları, diğer Arap ülkelerindeki gelişmelerden oldukça farklılık arz etmiştir. Suriye halkının ilk etapta, 8 Mart 1963 tarihinden beri ülkede uygulanan olağanüstü halin kaldırılması, içişleri bakanlığı başta olmak üzere çeşitli hükümet kurumlarının sivilleştirilmesi, güvenlik birimlerinin görev alanlarının yeniden tanımlanması, yasama, yürütme ve yargı organlarının yapılandırılması, yargının bağımsızlaştırılması ve bireysel hakların tanımlanması (Suriye kimliği olmayan Kürtlere vatandaşlık hakkı tanınması) gibi birçok konuda “reform” yapılması yönünde talepleri bulunmaktaydı.(1) Suriye’deki muhalefetin belki de en önemli talebi, siyasi partiler yasasında değişiklik yapılarak, iktidarın Baas Partisi’nin tekelinden kurtulması veya bu patinin gücünün kısıtlanması olmuştur. Şam yönetimi ise, bu süreç içerisinde söz konusu taleplerle ilgili bazı reformlar yapacağını açıklamış, ancak bu reformları uygulamada gerekli hassasiyeti göstermemiştir.

Suriye’de güvenlik güçlerinin halk ayaklanmalarını bastırmak için uyguladığı şiddet sonucunda 11 bin Suriyeli hayatını kaybetmiş, on binlerce kişi yaralanmış ve tutuklanmıştır.(2) 230 bin Suriye vatandaşı evini terk ederek Türkiye, Lübnan, Ürdün ve Irak’a göç etmek zorunda kalmıştır. Önceden reform isteyen Suriye halkı, meydana gelen şiddet olayları sonucunda Esed yönetiminin son bulmasını talep etmeye başlamıştır. Yukarıda da belirtildiği gibi Suriye’deki halk ayaklanmaları ve yaşanan gelişmeler Tunus, Mısır ve Libya’daki olaylardan farklı bir mecrada seyretmektedir. Özellikle Esed’in İran, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi (BMGK) daimi üyesi Rusya ve Çin’in desteğini arkasına almasıyla beraber sorun uluslararasılaşmıştır. Suriye meselesi bir iç siyaset krizinin ötesine geçmiş, bölgesel ve küresel aktörler arasında yeni bir anlaşmazlık konusu haline gelmiştir.

Bu çerçevede Esed yönetimine karşı Suriye’deki halk ayaklanmasının neticeye varamamasının temel nedenleri şu şekilde sıralanabilir. 
Bunlar:
– Başta güvenlik güçleri olmak üzere, Suriye’deki üst düzey yetkililer Tunus, Mısır ve Libya’daki gibi muhalefet safında yer almamıştır. Böylece Esed yönetimi şiddete tevessül ederek Suriye muhalefetini baskı altında tutabilmiştir. Bazı siyasiler ve askerler muhalif saflarda yer alsa da, muhalefet Şam yönetiminin gücünü ve etkisini azaltacak tesire kavuşamamıştır.

– Suriyede devlete hâkim olan ve Beşşar Esed’in mensubu olduğu Nusayriler (ülke nüfusunun %12’sini oluşturmaktadır) devletin tüm organlarında etkilidir. Nusayriler bilhassa Suriye güvenlik güçlerinin tamamına yakınını kontrol ettikleri için ülkedeki muhalif grupları bastırmada başarılı olmuşlardır.

– 29 Temmuz 2011 tarihinde Özgür Suriye Ordusu’nun kurulması ile birlikte Suriyeli muhaliflerin halk gösterisi dışında silahlı mücadeleye girişmesi Esed yönetiminin elini güçlendirmiştir. Çünkü barışçıl yollardan çözüm arandığı bir dönemde silahlı mücadelenin tercih edilmesi, Esed yönetiminin uluslararası kamuoyuna ülkesinin güvenliğini tehdit eden milislerle çatıştığı görüntüsünü vermektedir.

Suriye Muhalefeti ve Esed Rejimi.,

Halk ayaklanması sonucunda rejim değişikliği gerçekleştiğinde meydana gelen boşluğu doldurmak için iyi örgütlenmiş bir siyasi oluşuma ihtiyaç vardır. Bu sebeple muhalif grupların ülkedeki değişim dönemlerinde tek çatı altında toplanması gerekmektedir. Suriyeli muhalifler ise, 2 Ekim 2011 tarihinde Suriye Ulusal Konseyi çatısı altında İstanbul’da bir araya gelmiştir.(3) Bu toplantı Esed iktidarı aleyhinde gösterilerin başlamasından ancak yedi ay sonra gerçekleştiği için geç kalmış bir girişimdir. Diğer taraftan gerçekleşen birlikteliğe rağmen muhalif gruplar arasında halen devam eden görüş ayrılıkları vardır. Suriye Ulusal Konseyi’ni teşkil eden Müslüman Kardeşler, laikler, liberaller ve Kürtler kendi içerisinde halen ortak bir tavır alabilmiş değildir. Bu gruplar arasındaki yaklaşım farklılıkları ise Esed iktidarının elini kuvvetlendirmektedir.

Suriyeli Kürt muhalefeti, Suriye Ulusal Konseyi’nin Kürtlerin isteklerini gözardı ettiği gerekçesiyle Kürt Ulusal Konseyi adı altında ayrı bir mücadele vermektedir. Kürtler özellikle Suriye’de özerklik taleplerinden dolayı Suriye Ulusal Konseyi çatısı altında toplanmamaktadır. Kürtlerin bu konudaki tavrının iki önemli sebebi bulunmaktadır. Birinci sebep, Suriyeli Kürtlerin bu yapı içerisinde yer aldıkları takdirde kendilerini uluslararası topluma tanıtmakta zorlanacaklarını düşünmeleri ve konseyin içinde izole olacaklarını değerlendirmeleridir. İkinci olarak ülkenin kuzeydoğusunda yaşayan Kürtler, Suriye nüfusu içinde yaklaşık  %8-10 civarında bir orana sahiptir ve Nusayrilerden sonra ülkenin en büyük azınlığı konumundadır. Bu nedenlerle Suriyeli Kürtler, kuzey Irak’taki yapıya benzer bir özerklik fikrine sıcak bakmakta, Suriye Ulusal Konseyi ile aynı çatı altında Esed yönetimine karşı mücadele vermeyi reddetmekte ve Konsey’in toplantılarına katılmamaktadır. Hâlihazırda, Kürt unsurların diğer gruplar ile aynı çatı altına girmesi mümkün görünmemektedir.

Diğer taraftan Suriyeli muhalif gruplar bir araya gelme çalışmalarına uluslararası kamuoyunun da desteğini alarak hız kazandırmıştır. Böylece yaklaşık seksen ülkeden oluşan “Suriye’nin Dostları” grubu 24 Şubat 2012 tarihinde Tunus’ta, 1 Nisan’da İstanbul’da ve 19 Nisan’da Paris’te toplanmıştır.(4) “Suriye’nin Dostları” grubunun kurulmasının temel amacı Esed’in iktidardan ayrılmasını sağlamak için uluslararası kamuoyu oluşturabilmektir. Suriyeli Kürtler de bu toplantıya katılmış, ancak toplantı sonunda hazırlanan bildirgeye imza atmadan toplantıyı terketmişlerdir.

Suriye Ulusal Konseyi’nin yapısı ve mevcut kabiliyetleri açısından şu hususlar dikkat çekmektedir:

1. Suriyeli muhalif grupların üçe ayrıldığı söylenebilir. Bunlardan ilki tamamen halktan oluşan ve Esed yönetiminden reform beklentisi olan bir muhalefettir. İkincisi, Suriye Ulusal Konseyi çatısı altında dış desteklerle beslenen ve ülkedeki halkın temel isteklerini kavrayamamış muhalif gruptur ve Esed sonrası Suriye’de kurulacak olan iktidar için hazırlık yapmaktadır. Üçüncüsü ise, Suriye’deki halk ayaklanmalarından ortaya çıkan gelişmelere belirli bir ideolojik pencereden bakan ve muhalif yapılanmalar içindeki bölünmeye neden olan gruplardır.

2. Muhalefet içerisindeki gruplar Esed yönetimini devirme konusunda anlaşmazlık yaşamaktadır. Bazı gruplar dış müdahaleyle Esed’in iktidardan uzaklaştırılmasını isterken bazı kesimler,  dış müdahale olmadan muhalefetin kendi gücüyle devrilmesini öngörmektedir. Bununla birlikte yurtdışındaki muhalefetle Suriye halkı arasında bir koordinasyon eksikliği yaşanmaktadır. Suriye Ulusal Konseyi üyelerinin çoğu yıllardan beri yurtdışında bulunduğu için halk ile doğrudan bağlantı kurmakta ve halkın isteklerini anlamakta güçlük çekebilmektedir. Çünkü halkın talebi sadece özgürlük ve demokrasi değildir. Halk, özgürlük ve demokrasi talep ettiği nispette sosyo-ekonomik şartlarının geliştirilmesini, refah düzeyinin yükseltilmesini beklemektedir.

3. Suriye muhalefeti, 15 Mart 2011 tarihinden bu yana kendi içindeki çekişme ve hesaplaşmalarla uğraşırken, uluslararası topluma Esed’in protesto gösterileri düzenleyen halka karşı uyguladığı şiddetten dolayı gitmesi gerektiğini tam anlamıyla ulaştıramadığı dikkat çekmektedir. Ayrıca Suriye Ulusal Konseyi, kuruluşundan bu yana başta Türkiye olmak üzere ABD, Avrupa ve Arap ülkeleri tarafından Suriye’nin tek muhalif grubu olarak resmen tanınsa da, Konsey’in uluslararası kamuoyunu yeterince ikna edemediği gözlemlenmektedir.

4. Bu bağlamda Esed rejiminin halka yönelik saldırılarını artırmasına rağmen Suriye muhalefeti içerisinde yukarıda değinilen tefrikadan dolayı uluslararası camia Suriye konusunda net bir tavır alamamıştır. Uluslararası toplum Libya’da olduğu gibi askeri müdahale, tampon bölgesi oluşturma veya diğer seçenekler konusunda kararsız kalmaktadır. Muhalefeti yönlendiren güçlü bir liderin olmayışı da dünya kamuoyunun bu kararsızlığını pekiştirmiş, muhalefete bir bakıma kuşkuyla bakılmasına yol açmıştır.

Dolayısıyla yukarıda sözü edilen faktörler dikkate alındığında Suriye Ulusal Konseyi’nin, Esed yönetimine karşı muhalefetin tüm taleplerini gözönüne alarak ciddi bir şekilde mücadele etmesi gerekmektedir. Tunus, Mısır ve Libya’daki muhalif gruplar, iç çatışmalarını bir kenara bırakarak bir araya gelmiş ve devrimin gerçekleşmesinin ardından anlaşmazlıklarını gündeme getirmiştir. Buna karşılık Suriye’deki hadiseler tam aksi yönde gelişmektedir. Suriye’deki olaylar daha çok muhalefet içi bir mücadeleye dönüşmüştür. Bunun önüne geçilebilmesi için Suriye Ulusal Konseyi’nin Esed sonrası Suriye’nin nasıl kurulacağına dair işaretler vermesine ihtiyaç vardır. Aksi takdirde muhalefet içindeki bölünmüşlük Esed rejiminin ömrünü uzatabilir.   
 
Annan Planı Suriye için Çözüm Olabilir mi?

Suriye’de rejim karşıtı halk gösterilerinin devam etmesi ve Esed’in güvenlik güçleri tarafından halka karşı uyguladığı şiddeti durdurmaması, başta Türkiye olmak üzere Arap Birliği ve Birleşmiş Milletler’in Suriye sorununa yeni çözüm arayışlarına başlamasına sebep olmuştur. Bu bağlamda 24 Şubat 2012 tarihinde BM Genel Sekreteri Ban Ki-mun ve Arap Birliği Genel Sekreteri Nebil El Arabî tarafından yapılan açıklamada, Suriye’deki krizin çözüme kavuşturulması için Kofi Annan’ın BM-Arap Birliği ortak özel temsilcisi olarak atandığı duyurulmuştur. Annan, BM Genel Kurulu’nun 16 Şubat’ta aldığı 66/253 sayılı karar gereğince özel temsilci olarak atanmıştır.(5) Aslında Esed rejiminin bir an önce iktidarı terk etmesi beklenirken, BM ve Arap Birliği’nin Annan’ı özel temsilci olarak ataması dikkat çekmektedir. Çünkü bu atamayla birlikte uluslararası toplum, Esed yönetiminin devrilmesini Suriye için risk olarak gördüğü mesajını vermektedir. Bu durum aynı zamanda Suriye muhalefetinin daha olgunlaşmadığının bir göstergesi olarak da kabul edilebilir.

10 Mart 2012 tarihinde BM ve Arap Birliği’nin özel temsilcisi Kofi Annan, Şam’ı ziyaret ederek Esed ile görüşmüş ve 16 Mart’ta Esed iktidarı ile muhalefet arasında ateşkesin sağlanması için 6 maddelik bir plan sunmuştur. Annan planına Şam yönetimi 27 Mart 2012 tarihinde olumlu cevap vermiş, planın uygulanması için 12 Nisan’da ateşkes ilan etmiştir. BM Güvenlik Konseyi, Suriye’ye 250 kişiden oluşan bir gözlemci görevi atama kararı almış ve ilk aşamada 16 Nisan’da 30 gözlemci gönderilmesini onaylamıştır. Sonrasında, BM Genel Sekreteri Ban Ki-mun planlanan gözlemci sayısının 250 kişiden 300’e yükseltilmesini talep etmiştir.(6)

Planda yer alan maddeler şu şekildedir:

1. Suriyeli halkın meşru taleplerine ve endişelerine cevap verecek şekilde Suriyeliler tarafından yürütülecek ve herkesi kapsayacak bir siyasi süreç için özel temsilciyle (Annan) çalışmayı taahhüt etmek ve bu amaçla gerekirse (müzakereler için) bir temsilcinin atanmasına onay vermek.

2. Saldırıları bırakıp, BM tarafından gözetilecek ateşkesin derhal sağlanması (bu amaçla öncelikle Suriye hükümetinin, halkın yaşadığı bölgelerde ağır silahlar kullanmaya son vermesi ve askerlerini geri çekmesi, muhalefetin ve Suriye’deki diğer unsurların saldırıları bırakıp ateşkesin sağlanması için işbirliği yapması).
3. İnsani yardımın gerekli olan her yere ulaşabilmesi için ilk adım olarak uygulanmak üzere günde 2 saat insani yardım için çatışmaların durdurulması.
4. Keyfi olarak tutuklanan ve gözaltına alınanların serbest bırakılması.
5. Gazetecilerin ülke içinde serbestçe dolaşmalarının sağlanması.
6. Barışçıl toplanma ve protesto hakkına saygı duyulması.(7)
Hem Suriye yönetiminin hem de muhalefetin plana uyması beklenmektedir. Nitekim çatışan taraflardan biri plana uymadığı takdirde ateşkesten veya barıştan söz etmek mümkün değildir. Yaklaşık 14 aydır gerek Türkiye ve Arap ülkeleri gerekse BM ve Batılı ülkeler Suriye sorununu çözmek için çıkış yolu aramaktadır. Şimdiye kadar Esed yönetimine reform ve ülkenin istikrarı için birçok seçenek sunulmuş fakat herhangi bir ilerleme kaydedilememiştir. Dolayısıyla Annan’ın barış planı Şam yönetimi ve Suriye muhalefeti için son bir çözüm paketi olarak görülebilir.

Plana dikkat edildiğinde, hangi tarafın bu plana riayet edip etmeyeceği ve şayet plan işlevsiz kalırsa Suriye’deki gelişmelerin nasıl bir seyir izleyeceği merak konusudur. Annan planı, Esed iktidarı tarafından çözümden çok çözümsüzlüğü ertelemek için istismar edilirse uluslararası karar mercilerinin (BM-Avrupa Birliği, Arap Birliği ve NATO) tutumu değişebilecek midir? Esed iktidarını devirmeye yönelik bir askeri müdahale seçeneğinin tercihi gündeme gelebilir mi? Bu sorunun cevabı bölgedeki ve dünyadaki mevcut şartlarda aranmalıdır. 2012 yılının Kasım ayında ABD’de yapılacak başkanlık seçimi, Avrupa’daki ekonomik kriz, bölgedeki kritik gelişmeler (Irak, Mısır, Libya, Yemen ve İran’ın nükleer programından kaynaklanan kriz) ve Suriye’deki iç dinamikler birlikte değerlendirildiğinde, Suriye meselesinin sancılı bir sürece gireceği tahmin edilmektedir. 

Suriye Krizinin Bölgesel ve Küresel Aktörlere Etkisi
Ortadoğu’da Arap baharı kapsamındaki gelişmelerin bölgedeki birçok dengeyi değiştirdiği gibi küresel aktörlerin de rol değiştirmesine yol açtığı ifade edilebilir. Bölgedeki değişim sürecinde devrilen yönetimlerle birlikte başta ABD olmak üzere tüm güçler, Ortadoğu politikalarını gözden geçirme mecburiyetinde kalmıştır. Arap ülkelerindeki halk isyanlarının başlamasıyla küresel güçlerin başrolde olduğu bir süreç beklenirken, ABD ve Batılı ülkeler beklentilerin aksine diplomatik söylemler dışında “bekle-gör” politikası izlemiştir. Bölgedeki değişim süreci ilerledikçe, değişim öncesinde yapılan tüm hesapların ve planların yeni şartlara tatbikinin mümkün olmadığı fark edilmiştir. 

Suriye, Ortadoğu bölgesinde jeopolitik ve jeostratejik açıdan önemli bir konumdadır. Bu önemli konuma ilave olarak, Esed iktidarının İran’ın müttefiki olması ve ülkenin sosyal yapısındaki etnik-dini çeşitlilik Esed sonrası ülkedeki durumun nasıl bir mecrada seyredeceği yönünde kaygı uyandırmaktadır. Suriye’deki gelişmeler bölge ülkeleri tarafından dikkatli bir şekilde takip edilmektedir. Nitekim Suriye’nin siyasi ve toplumsal yapısı gereği bu sorun başta Türkiye olmak üzere İran, Irak, Ürdün, Lübnan ve diğer Arap ülkelerinin iç meselesi olarak görülebilir. Suriye’nin özellikle Türkiye açısından hayati bir konumda olduğunun belirtilmesi gerekir. Suriye’nin etnik-dini açıdan Türkiye’yle benzerlikleri Ankara için ciddi bir probleme dönüşebilir. Bu nedenle Suriye’deki gelişmeler karşısında Türkiye’nin bekle-gör politikası izlemesi doğru olmaz. Ancak Ankara bu noktada agresif bir aktör görüntüsü de vermemeli, mutedil ve soğukkanlı bir tavır sergilemelidir. 

Suriye’deki gelişmelerin bölgeyi ikiye bölme riski vardır. Tahran, Beşşar Esed’in iktidarda kalmasından yana olduğunu sürekli dile getirmekte, Suriye’deki halk isyanını terör eylemleri olarak nitelemektedir. Mevcut siyasi otoritesiyle Şam, Tahran’ın Şii jeopolitiği hattında nüfuz kurması için önemli bir koridordur. Diğer yandan başta Türkiye olmak üzere Körfez ülkeleri ve diğer Arap ülkeleri Esed’in bir an önce iktidarı terk etmesi gerektiğini vurgulamaktadır.

Suriye krizinin mezhepsel boyuta taşınması neticesinde bu bölünme daha da belirginleşebilir. Nitekim Ortadoğu’da son dönemde özellikle Suriye’deki gelişmelerden sonra Şii-Sünni ayrılığına dayalı bir kamplaşma oluşturulmaya çalışılmaktadır. Türkiye, Körfez ülkeleri, Iraklı Sünniler ve Kürtlerden oluşan Sünni bir koridor kurulmak istenmektedir. Örneğin Irak Başbakanı Nuri El-Maliki’nin Sünni politikacıları terör örgütü kurmakla suçlaması, Cumhurbaşkanı Yardımcısı Tarık El-Haşimi hakkında tutuklama ve yurtdışına çıkma yasağı çıkarması, bölge için kurgulanmaya çalışılan Şii-Sünni ayrışmasının bir sonucu olarak görülebilir. Bilhassa Haşimi olayından sonra Ankara-Bağdat ilişkilerinde yaşanan gerilimin temel nedenlerinden biri Türkiye’nin Suriye konusundaki tutumudur. Sözü edilen Sünni bloğa karşı Tahran-Bağdat-Şam-Hizbullah hattında Şii bloğun varlığı hissedilmeye başlanmıştır.

Suriye’deki gelişmeler bölgesel bir ayrışma hatta ayrışma derinleşirse kutuplaşma riskini taşımaktadır. Türkiye eğer böyle bir ayrışmada Sünni blok çizgisinde taraf haline gelirse, kutuplaşma senaryosu gerçeğe dönüşebilir. Bu nedenle Ankara’nın bölgede Sünni-Şii ihtilafı senaryosuyla oluşturulmaya çalışılan ayrışmada taraf olmaması, taraf görünümü verebilecek söylem ve politikalardan imtina etmesi gereklidir. Türkiye mevcut dinamikleriyle Ortadoğu’da muhtemel bir Sünni-Şii çekişmesini engelleyebilecek bir role sahiptir ve bu rolü muhafaza edecek dengeyi sürdürmelidir.

Suriye krizi bölgedeki dengeleri etkilediği gibi, küresel aktörler arasında yeni bir güç mücadelesinin ortaya çıkmasına da sebep olmuştur. 11 Eylül hadisesinden sonra ABD’nin Afganistan ve Irak’ı işgal etmesiyle beraber Ortadoğu’daki nüfuzunu yitirdiğini fark eden Rusya, Suriye meselesinde ABD, İngiltere ve Fransa ile rekabete girmiş durumdadır.  Rusya’nın Çin ile birlikte BM Güvenlik Konseyi’nde Esed rejimi aleyhine tasarlanan kararları veto etmesi ve Esed’in iktidarda kalması doğrultusunda irade göstermesi Suriye üzerinden küresel aktörlerin güç mücadelesine girdiğini ortaya koymaktadır. Demokratik hak ve hürriyetleri amacıyla gösteriler düzenleyen halka karşı silahlı kuvvete başvuran Esed yönetimi; Çin, Rusya ve İran’dan aldığı destekle varlığını sürdürmeye çalışmaktadır. Bu açıdan değerlendirildiğinde Esed’in uluslararası ölçekte aldığı destekler devam ettiği müddetçe Suriye’deki krizin çözüme kavuşturulamayacağı ve demokratikleşme sürecinin sürüncemede kalacağı ifade edilebilir.


Sonuç

Arap ülkelerinde demokratikleşme istikametinde meydana gelen değişimler Suriye’deki gelişmelerle gölgelenmiş durumdadır. Suriye muhalefetindeki fikir ayrılıkları ve Şam’a sağlanan dış destek bu ülkedeki krizi tırmandırmış, Esed iktidarının otoritesini muhafaza etmesine imkân tanımıştır. Türkiye, Körfez ülkeleri ve Arap Birliği ise Esed’in iktidarı terk etmesi için uluslararası destek arayışına girmiş ancak Suriye Ulusal Konseyi çatısı altında tüm muhalefeti toplama ve organize etmekte geç kalmıştır.

Bu perspektiften bakıldığında, Suriye’deki olaylar karşısında dış aktörlerin (ABD, İngiltere, Fransa, Rusya ve Çin) Esed’in iktidarı bırakması için somut bir eylemde bulunmaması, Esed sonrası Suriye’nin daha da kötüye gideceği ve hatta bölünerek bir iç çatışmaya sahne olacağı kaygısıyla ilişkilendirilebilir. Benzer bir örnek Irak’ta da yaşanmıştır. 2003 yılında Irak’ın kuzeyinde 1991’den beri “güvenli” bir bölgenin ve birleşik bir Irak muhalefetinin varlığına rağmen, ABD ve İngiltere Irak’a müdahale etmiş ve başarısız olmuştur. Suriye’deki durum Irak’taki durumdan daha vahimdir. Bölünmüş bir muhalefet ve Esed sonrası Suriye’deki siyasi yapının her geçen gün belirisiz bir hale gelmesi, ABD’nin ve Batılı ülkelerin Suriye’ye olası bir müdahalesini engellemektedir. Çünkü ABD, Afganistan ve Irak işgalinden sonra uğradığı maddi ve manevi kayıplardan kendisine ciddi bir ders çıkarmış olabilir. ABD’de Kasım 2012’deki başkanlık seçimleri sona erse ve Suriye muhalefetinin şimdiki konumu devam etse dahi yine de Suriye’ye askeri bir operasyon düzenlenmesi uzak bir ihtimaldir.

Bütün bu gelişmeler değerlendirildiğinde, Türkiye açısından da Suriye sorunu büyük önem arz etmektedir. Türkiye Suriye olaylarından sonra ülkesine aldığı Suriyeli mülteci sayısı 25 bin civarındadır. Suriye krizi, Ankara açısından politik, ekonomik ve en önemlisi güvenlik anlamında ciddi bir tehdittir. Bu nedenle Türkiye’nin Suriye konusundaki kaygıları doğal karşılanmalıdır. Suriye’deki şiddet olaylarından dolayı düşünülen “tampon bölge” oluşturulması ise Suriye’den gelen göçü önleyebilir. Fakat bu durum Suriye’nin bölünmesine de yol açabilir. Başka bir ifadeyle Suriye için düşünülen tampon bölge oluşturma formülü 1991 yılındaki Irak’ın kuzeyindeki yapıyla benzer şekildedir. Bu açıdan Türkiye’nin güneydoğu sınırında Suriye adında ikinci bir Irak’ın ortaya çıkmasına müsaade edilmemelidir.

Özetlemek gerekirse Suriye meselesi artık tek bir ülkenin iç meselesi olmaktan öte bölgesel ve küresel bir sorun halinde tartışılmaktadır. Esed’e karşı barış planları dışında siyasi, askeri ve ekonomik anlamda uluslararası bir baskı kurulmadıkça Esed iktidarının devrilmesinin zor olacağı belirtilmelidir.

Ali SEMİN
BİLGESAM Ortadoğu Uzmanı

SonNotlar:
(1) Ali SEMİN, “Suriye’deki Olaylar ve Esad’ın Reform Planı”, http://www.bilgesam.org/tr/index.php?option=com_content&view=article&id=1021:suriyedeki-olaylar-ve-esadn-reform-plan&catid=77:ortadogu-analizler&Itemid=150, Erişim, 15.04.2012.
(2) http://www.bbc.co.uk/arabic/middleeast/2012/04/120421_syria_clashes_fire.shtml
(3) http://www.aawsat.com/details.asp?section=4&article=640629&issueno=11980
(4) http://arabic.upi.com/News/2012/04/21/UPI-52471335010422/
(5) http://www.ntvmsnbc.com/id/25324963/
(6) http://www.algareda.com/2012/%D8%B3
(7)  http://www.sabah.com.tr/Dunya/2012/03/27/suriyeden-flas-karar
http://www.tuicakademi.org/suriyede-bolgesel-ve-kuresel-guc-mucadelesi/




***

31 Mart 2020 Salı

Libya Örneği Üzerinden NATO’yu Okumak

Libya Örneği Üzerinden NATO’yu Okumak




Ali SEMİN
www.bilgesam.org
Libya Örneği Üzerinden NATO’yu Okumak


Orta Doğu ve özellikle Arap devletlerinde yaşanan hadiseler küresel güçler için tarihten günümüze kadar genel anlamda büyük öneme sahiptir. Bilhassa bölgede bulunan zengin enerji ve yer altı kaynakları açısından Ora Doğu, küresel güçler (ABD, İngiltere ve Fransa) için çekim merkezi haline gelmiştir. Bu bağlamda, Arap ülkelerindeki değişimi ve halk isyanlarını tetikleyen önemli faktörlerden birinin de, küresel güçlerin bölge üzerinde oynadığı oyunlar ve yaptıkları ince hesapların olduğu aşikârdır. 

Bu güçlerin bölge üzerinde hem yaptıkları işbirliği hem de güç mücadelesi bağlamında, Arap ülkelerinde otoriter yönetimlere karşı gösterilen halkın tepkisine ve hareketlerine ciddi ölçüde payı olduğunu söylemek mümkündür. Nitekim Libya’daki halk direnişinden sonra NATO güçlerinin bölgeye müdahale etmesi, halkın rejimin değişmesi konusundaki tutumunu daha da artırmış ve tetiklemiştir. Başka bir ibareyle, NATO’nun Libya’ya müdahalesinde olduğu gibi küresel güçler tarafından halk hareketinin uzun süreli ayakta kalması için, askeri teçhizat ve çıkara dayalı siyasi destek yapılmasaydı, Arap ülkelerinde meydana gelen olaylarda halkın yönetime karşı bu kadar gösterilere devam etmesi zor olacağı ifade edilebilir. Arap ülkelerindeki yönetimlere yönelik başlayan halk isyanları olarak kabul edilse de, daha sonra bölgesel ve küresel güçlerin yardımına ve hatta vekâlet savaşlarına dönüştüğüne dikkat çekmek gerekir.

Bu bağlamda Arap ülkelerinde baş gösteren halk ayaklanmalarıyla birlikte bölge üzerinde birçok küresel aktörün siyasi, ekonomik ve nüfuz kurma mücadelesine yol açmaktadır. Değişim sürecine giren Arap ülkelerinde ortaya çıkan otoriter boşluğu doldurma ve Orta Doğu’da etkinlik kurmak isteyen tüm aktörler, bölgedeki pastadan aslan payı elde etmeye çalışmaktadır. Özellikle Kaddafi sonrası Libya üzerinde nüfuz sahibi olmaya çalışan Fransız ve İngiliz petrol şirketleri, 2011 yılında Trablus direnişçilerin eline geçer geçmez Ulusal Geçiş Konseyi ile anlaşmak için görüşmelere başlamıştı. Ayrıca Fransa ve İngiltere, Libya’daki direnişçilere Kaddafi’ye karşı her türlü desteği sağlamaya çalışmıştır. 1 Eylül 2011 tarihinde Paris’te yapılan Libya konferansı sırasında Rusya’nın, hemen Libya’daki Ulusal Geçiş Konseyi’ni resmen tanıdığını açıklamıştı. 

Aslında Aralık 2010’dan bu yana başta Libya olmak üzere Suriye, Yemen, Sudan, Cezayir ve genel olarak Orta Doğu üzerinde keskin bir güç mücadelesi söz konusudur. Rusya’nın, Kaddafi sonrası Libyalı muhalif grubundan yana bir tavır almasının iki nedeni vardır. İlk nedeni, Kaddafi döneminde, Rusya ile Libya arasında 4 milyar dolarlık bir silah anlaşmasının var olduğudur. Moskova’nın Trablus’taki yönetimi tanımasındaki temel gayenin, Libya’da kurulan yönetimle de söz konusu sözleşmeyi devamlı kılmaktı. Diğer neden ise, Rusya’nın bölgedeki gelişmelerden uzak kalmamak ve bölgedeki etkinliğini devam ettirmek isteğidir. Dolayısıyla Rusya, Arap ülkelerindeki değişimle ve Suriye’deki iç savaşla birlikte Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonra Orta Doğu bölgesinde kendine yeniden nüfuz alanları açtı. 

Orta Doğu’daki Krizler ve Türkiye’nin Libya Politikası

Arap ülkelerindeki değişimin bölgesel ve bölge dışı aktörlerin de değişmesine sebep olduğu ifade edilebilir. Çünkü otoriter rejimlerin yerine farklı anlayışlara sahip yönetimlerin gelmesi, hem bölge ülkeleri arasındaki ikili ve çok taraflı diplomatik, ekonomik ve ticari ilişkileri tesiri altına almaktadır, hem de küresel aktörlerin yeniden yönetimsel şeklinin oluşması, ister istemez bölgedeki aktör lerin de değişmesine yol açmaktadır. Bu nedenle Arap ülkelerindeki eski yönetimlere yönelik gelişen kontrolsüz gösterilerin sonucunda deyim yerindeyse ABD’ye yakınlığı ile bilinen liderler, Arap halkı tarafından devrilmiştir. Bu açıdan bakıldığında ABD yönetimi, bölgede eski müttefiklerini kaybetmeye başladıktan sonra Suriye’de PKK/YPG terör örgütüyle, diğer ülkelerde ise devlet dışı aktörlerle ilişkilerini güçlendirmeye başlamıştır. 

Bu çerçeveden bakıldığında bundan sonra ABD’nin yeniden dizayn edilmeye başlayan Orta Doğu bölgesinde hem kendi çıkarlarını, hem de İsrail’in güvenliğini korumak için iki seçeneği vardır: Bunlardan biri Arap kamuoyu nezdinde hep tepki çeken ABD’nin yeni stratejik arayışları içine girmesi kuşkusuzdur. İkinci seçenek ise, Arap halklarının gösterilerle, yönetimleri devirme konusunda elde ettiği başarıya mesafeli durup, tepki ve dikkatleri çekmeden ilişkilerini geliştirebilmesidir. Çünkü liderlerini deviren ve isyana devam eden Araplar arasında, söz konusu gösterilerin sonucunda elde edilen başarının ABD ve Avrupa ülkeleri (özellikle İngiltere, Fransa ve İtalya) tarafından müdahaleye uğraması ve kontrol altına alınması kaygısı hâkim olmuştu.

Öte yandan Orta Doğu’da tek NATO üyesi olan Türkiye’nin Libya’ya karşı sergilediği tutum dikkate alındığında Ankara, Libya’daki gelişmelerin 
başlangıcında Libya’da bulunan Türk işçilerinden dolayı temkinli bir politika izlemiştir. Ardından yaşanan gelişmelerin seyrine göre Türkiye, Libya muhalefetine tam destek 

“ ABD’nin yeniden dizayn edilmeye başlayan Orta Doğu bölgesinde hem kendi çıkarlarını, hem de İsrail’in güvenliğini korumak için iki seçeneği vardır: 
Bunlardan biri Arap kamuoyu nezdinde hep tepki çeken ABD’nin yeni stratejik arayışları içine girmesi kuşkusuzdur. İkinci seçenek ise, Arap halklarının gösterilerle, yönetimleri devirme konusunda elde ettiği başarıya mesafeli 
durup, tepki ve dikkatleri çekmeden ilişkilerini geliştirebilmesidir.”verdiğini duyurmuştu. Türkiye, Libyalı muhalefet grubuyla İstanbul’da çeşitli konferanslar düzenlemiş ve bunun sonucunda Libya Temas Grubunun kurulmasına öncülük etmiştir. Hatta dönemin Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, 23 Ağustos 2011 tarihinde Bingazi’yi ziyareti etmiş, Türkiye’nin, Ulusal Geçiş Konseyi’ne sağladığı 
300 milyon dolarlık yardımın 100 milyon dolarını nakit olarak yardım yapmıştır. 

Başka bir ifadeyle Türkiye’nin Fransa’yla Libya üzerinde rekabet içinde olduğu analizleri yapılmıştır. Aslında Libya üzerinde bu kadar rekabet ve güç mücadelesinin Kaddafi sonrası Libya’daki Türkiye’nin konumunu riske altında olduğu da söylenebilir. Kaddafi döneminde Libya’da, Türk müteahhit ve müşavirlik firmaları 2009-2010 yılları arasında 7 milyar 627.2 milyon dolar tutarında proje almıştır. Türk inşaat firmaları ise bu rakamın 23 milyar dolar olduğuna işaret etmektedir. Libya olaylarından sonra yukarıda gösterilen rakamların yarısından fazlası kadar zararın olduğunu da dikkate almak gerekir. Böylece Ankara’nın, Libya krizindeki girişimlerine bakıldığında, bu ülkedeki eski varlığını yakalamasının konjonktürel anlamda zor olduğu görülmektedir. Türkiye’nin Libyalı muhalif grubu ağırlaması, destek olması ve hatta Kaddafi güçleri tarafından yaralanan Libyalıların Türkiye’de tedavi görmelerini sağlamasına rağmen Trablus düştükten sonra Libya’da “teşekkürler Fransa” 
şeklindeki pankartları öne çıktığı unutulmamalıdır. 

Ankara, Libya’da çok zor bir güç mücadelesine girmiştir. Bu mücadeleyi kazanıp kazanamayacağını zaman gösterse de, aslında Libya’daki yerel, bölgesel ve küresel bağlamındaki çok aktörlü bir sahaya dönüştüğünü ifade etmek mümkündür. 

Orta Doğu’da NATO Müdahalesi Çözüm mü? 

Orta Doğu’da süregelen gelişmelerin ve halk ayaklanmaları gibi olaylara bölgedeki müdahaleci güçlerin genellikle ABD merkezli organize ve koalisyonlara tanıklık edilmiştir. Ancak son dönemlerde bölgede ve özellikle Libya’da baş gösteren halk ayaklanmalarına yönelik ABD yerini dolaylı olarak NATO’ya bırakmak istediği söylenebilir. ABD’nin, Afganistan ve Irak’ı işgalinden sonra bölgede oluşturduğu güvensizlik ortamının ve nispeten de olsa, uğradığı askeri başarısızlık Obama yönetimi döneminde değişim sürecine giren Arap ülkelerine askeri müdahalede bulunma cesaretinin kırıldığı görülmektedir. 

Bilhassa Arap kamuoyunda ABD’ye yönelik oluşan güvensizlik kırılan cesaretin önemli çizgilerden biridir. Washington yönetimi, Orta Doğu halkları arasında oluşturduğu müdahaleci ve işgalci imajını değiştirmek istediği için Arap ülkelerindeki halk ayaklanmalarına sadece söylem ile NATO ve Birleşmiş Milletler gibi örgütlerin adı altında harekâta geçmeye çalışmıştı. 

Kaddafi güçlerinin, Libya’daki göstericileri bastırmak amacıyla uyguladığı şiddetin sonucunda, başta Fransa ve ABD olmak üzere 19 Mart 2011 tarihinde NATO güçleri Libya’ya müdahalede bulunmuştur. NATO’nun bu tutumu Araplar arasında önemli bir yankı uyandırmıştır. Araplar, Batılıları genellikle sömürgeci olarak görse de NATO’nun Libya’ya müdahalesiyle, özellikle Fransa ve İngiltere’ye karşı duydukları kinin ve nefretin yerini sempatinin aldığı görülmüştür. Arapların bu konudaki genel görüşü NATO’nun desteği olmasaydı, Kaddafi güçlerinin Libya’daki tüm göstericileri katledebilirdi. Bu nedenle Libya’daki olayların ardından bölgedeki müdahaleci aktörlerin rol değişimine uğradığı değerlendirilebilir. Dahası Libya lideri Kaddafi’nin, NATO’nun yaptığı 7459 sorti ve harcanan 2 milyar doları aşkın para ile devrildiği ifade edilmektedir. 
Finansmanını sağlayan ülkelere bakıldığında, ABD 938 milyon dolar, İngiltere 362 milyon dolar, Fransa 359 milyon dolar ve İtalya 320 milyon dolar harcamıştır. Kaddafi’nin devrilmesi için harcama yapan ülkelerin Libya’yı kolay kolay terk etmeyeceği görülmelidir.

Libya’daki sürece NATO’nun müdahalesi dikkate alındığında, 2011 yılında Arapların yeni kurtarıcısı olarak nitelenen NATO’nun, Libya’daki başarısının ardından acaba Suriye’ye ve Arap ülkelerindeki diğer benzeri gelişmelere müdahale eder mi?” sorusunu gündeme getirmişti. 
Arapların NATO’nun müdahalesine olumlu yaklaşmalarını iki şekilde açıklanabilir. Bunlardan birincisi 20 Ekim 2011 tarihinde NATO güçlerinin yardımıyla Libya lideri Kaddafi’nin öldürülmesinin ardından ülkeden çekilmesi, Arapların NATO’yu kurtarıcı olmasına ve sempati duymasına sevk ettiği söylenebilir. Çünkü ABD misali Irak’ı işgal edip Saddam’ı devirdikten sonra ülkeye yerleşmemiştir. Diğer neden ise, NATO örgütünün içinde Türkiye gibi Müslüman bir ülkenin de içinde bulunması Arapların NATO’ya olumlu bakmasında önemli bir etken olduğu kabul edilebilir. Dolayısıyla, Libya’daki müdahalesinden sonra Arap ülkelerinde otoriter iktidarların halka karşı silahlı güce başvurduğu durumlarda, NATO Araplara kurtarıcı olarak takdim edilmekteydi. Hatta Libya’dan sonra Suriye’ye müdahale olasılığı da tartışma konusu olmuştu. Aslında NATO’nun Libya’ya müdahalesinin temel amaçlarından biri de, Afganistan’daki başarısızlığının ardından Libya’da 
başarılı olması NATO’ya motivasyon kaynağı olduğunun da altını çizmekte fayda vardır. 

Sonuç

Libya’da, halk direnişinin kanlı başlamasının Fransa ve NATO’nun müdahale etmesini gerekli kıldığını söylemek mümkündür. Libya’da olayların başlamasıyla Kaddafi’ye karşı yönetimdeki bakan ve yüksek rütbeli askerlerin halk direnişine destek vermesi Kaddafi’yi Sırbistan’dan paralı askerler tutmaya sevk etse de iktidardan devrilmesini önleyememiştir. Ancak Suriye’deki hadiseler Libya örneğiyle karşılaştırıldığında Esed rejimine bağlı bakan ve yüksek rütbeli askerlerin halkın safına geçtiği çok az sayıdadır. Bu bağlamda Şam’ın güçlü kalmasına hizmet eden en önemli etkenlerden birisi üst düzey devlet görevlilerin yönetimin yanında tavır almasıdır. 

Öte yandan ABD tarafından kurulmaya çalışılan Arap NATO’sunun yükleneceği misyonun İran’a yönelik bir hamle olacağı ihtimali yüksektir. 

Peki, Arap NATO’su mümkün mü? Aslında Arap ülkeleri arasında yaşanan siyasi ve diplomatik sorun ve krizlerin artığı bir dönemde ortak bir Arap gücünün kurulması uzak bir ihtimal olmasa da başarılı olacağı hususu tartışmaya meyyal bir konudur. Dolayısıyla Arap NATO’sunun kurulması; bölgesel olarak Orta Doğu’da ve Arap dünyasında yeni kutuplaşmalara ve askeri/siyasi liderlik rekabetinin derinleşmesine yol açabilir. 

BİLGESAM Hakkında

BİLGESAM, Türkiye’nin önde gelen düşünce kuruluşlarından biri olarak 2008 yılında kurulmuştur. 

Kar amacı gütmeyen bağımsız bir sivil toplum kuruluşu olarak BİLGESAM; Türkiye’deki saygın akademisyenler, emekli generaller ve diplomatların katkıları ile çalışmalarını yürütmektedir. 

Ulusal ve uluslararası gündemi yakından takip eden BİLGESAM, araştırmalarını Türkiye’nin milli problemleri, dış politika ve güvenlik stratejileri, komşu ülkelerle ilişkiler ve gelişmeler üzerine yoğunlaştırmaktadır. 

BİLGESAM, Türkiye’de kamuoyuna ve karar alıcılara yerel, bölgesel ve küresel 
düzeydeki gelişmelere ilişkin siyasal seçenek ve tavsiyeler sunmaktadır.

 Ali Semin, Yazar Hakkında, 

Mart 2011’de BİLGESAM Ortadoğu Araştırmaları Uzmanı olarak başlamış olduğu görevine, 1 Eylül 2015 tarihinden beri Araştırma Koordinatörü olarak çalışmalarına devam etmekte olan Ali Semin, Orta Doğu siyaseti, Türkiye’nin Ortadoğu politikası, Türk-Irak ilişkileri, Irak’ın iç ve dış politikası, kuzey Irak’ın siyasi yapısı, Türkmenler, Iraklı Kürtlerin bölgesel ve küresel güçlerle ilişkileri, Körfez ülke- leri, İran, Suriye, Libya, Mısır, Tunus, Filistin sorunu, Hizbullah ve Hamas konularıyla ilgilenmektedir. 
Semin, 2012 yılından itibaren Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Uluslararası İlişkiler doktora programına devam etmektedir.

Bilge Adamlar Stratejik Araştırmalar Merkezi (BİLGESAM) 
Mecidiyeköy Yolu Caddesi, No:10, 34387 Şişli -İSTANBUL 
www.bilgesam.org 
www.bilgestrateji.com 
bilgesam@bilgesam.org 
Tel: 0212 217 65 91 - 
Fax: 0 212 217 65 93
© BİLGESAM Tüm hakları saklıdır. İzinsiz yayımlanamaz. Kaynak gösterilerek alıntı yapılabilir. 

***

17 Şubat 2020 Pazartesi

Türkiye-ABD Arasında Güvenli Bölge Mutabakatı ve Fırat’ın Doğusu

Türkiye-ABD Arasında Güvenli Bölge Mutabakatı ve Fırat’ın Doğusu





Ali SEMİN.,
www.bilgesam.org
Türkiye-ABD Arasında Güvenli Bölge Mutabakatı ve Fırat’ın Doğusu
www.bilgesam.org
Suriye iç savaşı Türkiye’nin Orta Doğu bölgesine yönelik dış politikasında önemli odak noktası olduğunu söylemek mümkündür. Suriye’de yaşanan savaşın etkisinin artmasıyla beraber Ankara’nın da Esed rejimine karşı izlediği politikalar doğrultusunda bölgemizde çeşitli diplomatik ilişkileri de karmaşık hale getirmektedir. 

Bu bağlamda Suriye iç savaşındaki gelişmeler bölgeyi birçok bloka ayırdığı gibi küresel güçleri de aynı ayrışmaya sevk ettiği söylenebilir. 

Bu durum Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’ndeki (BMGK) daimi üyeler (ABD, İngiltere, Fransa, Çin ve Rusya) arasında da güç mücadelesine dönüşerek uluslararası toplumu da etkilemektedir. Özellikle Esed rejiminin aleyhine alınmak istenilen karaları veto eden Rusya ve Çin gibi BMGK daimi üyeleri arasındaki rekabeti de gün ışığına çıkarmıştır. Bu bağlamda Türkiye’nin 2011 yılından bu yana Suriye iç savaşında izlediği politikalara bakıldığında, PKK/PYD-IŞİD gibi terör örgütleriyle mücadeleyi önceleyerek Esed’in devrilmesi, güvenli bölge-
uçuşa yasak bölgenin oluşturulması ve ılımlı silahlı Suriyeli muhaliflerin eğitilmesi gibi öneri / planlarını gündeme getirse de uluslararası güçlerce 
yeterince destek alamadığı ifade edilebilir.

Türkiye’nin önerdiği güvenli bölgenin, mevcut uluslararası güvenlik sisteminde BMGK’ nın kararlarının sonucunda oluşturulması ehemmiyet kazanmaktadır. Çünkü Irak’ın Kuveyt’i işgalinin ardından Saddam rejiminin kuzey Irak’a hava operasyonlarını engellemek amacıyla BMGK, 1991 yılında 688 no’lu kararını uygulayarak 36. paralelin kuzeyi ve 32. paralelin güneyindeki bölgeyi Irak uçaklarının uçuşunu yasaklamıştır. BMGK’ nın söz konusu kararıyla Kuzey Irak’ta güvenli bölge tesis edilmiştir. Şu noktaya dikkat çekmekte yarar vardır; başlangıçta Türkiye, güvenli bölge-uçuşa yasak bölge planı tamamen Esed rejiminin sivillere karşı düzenlediği saldırıları önlemek gayesiyle önermiştir. Türkiye’nin ilk kez gündeme getirdiği güvenli bölge planının Saddam döneminde Irak’ın kuzeyindeki uçuşa yasak bölge ilanına benzer bir planı olduğunun 
altını çizmek gerekir. Türkiye’nin başlangıçtaki planı oluşturulmaya çalışılan güvenli bölgenin Türkiye-Suriye sınırındaki Suriye toprakları içerisinde 
yer alan Azez-Cerablus hattı boyunca 98 kilometrekare uzunluğa ve 45 kilometre derinliğe sahip bir alanda inşa edilmesiydi. Türkiye bahse konu 
güvenli bölge planının 24 Ağustos 2016 tarihinde başlattığı Fırat Kalkanı Harekâtı ve Ocak 2017’deki Zeytin Dalı Harekatı (Afrin’i YPG’den temizlemesi) ile birlikte güvenli bölge planının boyut-kapsam ve jeopolitik alanın da değiştiğini söylemek mümkündür. Türkiye bilhassa oluşturmaya çalıştığı bölgenin sınırındaki PKK/PYD/YPG ve IŞİD terör örgütlerinden tamamen arındırılmış bir güvenli bir bölge planlamaktadır. 

Başka bir ifadeyle Türkiye’nin ikinci aşama olarak adlandıracağımız güvenli bölge planının Fırat’ın doğusunda ve Suriye’nin kuzeydoğusunda ABD ve müttefikleri nin kurduğu PKK/YPG terör örgütü kantonlarını ortadan kaldırmaktır. Bu durumda Türkiye Suriye ile olan sınırındaki terör tehdidinin önüne geçecektir.

   Aslında Türkiye, 24 Temmuz 2015’te PKK/YPG-IŞİD terör örgütlerine yönelik hava operasyonları başladıktan sonra ABD ile güvenli bölge planı görüşmelerini başlamıştır. Hatta IŞİD’e karşı mücadele edilebilmesi için ABD’nin isteği üzerine Türkiye, uluslararası koalisyona İncirlik üssünü Suriye’de güvenli bölge ve uçuşa yasak bölgenin ilan edilmesi karşılığında açmıştır. Ancak İncirlik üssünün uluslararası koalisyon güçlerinin kullanımına açılmasına Türkiye tarafından izin verilmesinden sonra ABD, güvenli bölge yerine IŞİD terör örgütünden arındırılmış bölgeler kavramını gündeme getirmiştir. 

   Bu bağlamda Ankara’nın Suriye’de inşa edilmesini istediği güvenli ve uçuşa yasak bölge şartlarına ilişkin, Washington’ın sürekli temkinli ve tereddütlü olduğu anlaşılmaktadır. Bu durumun temel sebebi ise, ABD’nin askeri eğitim, danışmanlık, silah ve lojistik destek vererek Fırat’ın doğusunda ve Suriye’nin kuzeydoğusunda özerkliğe doğru ilerleyen PKK/YPG terör örgütünü koruma altına almak amacı yatmaktadır. 

Ankara-Washington Güvenli Bölge Planında Anlaşabilir mi? 

Fırat’ın doğusunda ve Suriye’nin kuzeydoğusunda güvenli bölge oluşturulması için 5-7 Ağustos 2019 tarihlerinde Ankara’da Türk ve ABD heyeti arasında oldukça kritik bir görüşme gerçekleşti. Görüşmede Türkiye’nin ABD ile vardığı mutabakatın üç aşamadan oluştuğu duyurulmuştu. 

Birinci Aşama Türkiye’nin güvenlik endişelerinin giderilmesi,

İkinci Aşama güvenli bölgenin tesisi için Türkiye-ABD ile birlikte Müşterek Harekat Merkezi’nin kurulması,

Üçüncüsü ise, Güvenli bölgenin bir barış koridor olarak yerinden edilmiş Suriyeli mültecilerin ülkelerine dönüşlerini sağlamak.

Yukarıda belirtilen mutabakatın Türkiye’nin endişelerini tamamen karşılamadığını söylemek mümkündür. Çünkü Türkiye’nin istediği PKK/YPG’den arındırılmış bir güvenli bölgedir. ABD’nin istediği ise Türkiye-Suriye sınırında 

   “Türkiye, 24 Temmuz 2015’te PKK/YPG-IŞİD terör örgütlerine yönelik hava operasyonları başladıktan sonra ABD ile güvenli bölge planı görüşmelerini başlamıştır. Hatta IŞİD’e karşı mücadele edilebilmesi için ABD’nin isteği üzerine 
Türkiye, uluslararası koalisyona İncirlik üssünü Suriye’de güvenli bölge ve uçuşa yasak bölgenin ilan edilmesi karşılığında açmıştır. ”

    PKK/YPG ile Türkiye arasında bir tampon bölgenin oluşmasıdır. Fakat Türkiye’nin istediği Fırat’ın doğusunda ve Suriye’nin kuzeydoğusunda 
oluşmakta olan PKK/YPG özerkliğinin sonlanmasıdır. Bu durumu Amerikalılar bulandırarak Türkiye’ye ağır silahları YPG terör örgütünün elinden almak veya Fırat’ın doğusunda Türk Silahlı Kuvvetleri ile ABD askeri unsurları arasında havadan ve karadan ortak devriyeye dönüştürerek zaman kazanmaya çalıştığı açıktır. 

   Aslında Türkiye özellikle 20 mil ve 32 km derinlikte Suriye-Irak sınırının Malikiye sınırına kadar uzanan 140 kilometrelik uzunlukta bir güvenli 
bölge kurmaktır. Bu nedenle ortak devriye gibi adımların atılması Türkiye’nin endişelerini giderecek tatmin edici bir yol haritası çizmemektedir. 

   Bu çerçeveden bakıldığında Amerikalıların Ankara’ya önerdiği güvenli bölge planı 5 km ile 15 km derinlikte bir alanda kurulmasıdır. Şayet Türkiye’nin Amerikalıların sunduğu planı kabul etmiş olursa YPG’liler tamamen Amerikalıların koruması altında kendi bölgelerinde şu andaki özerk ya da kanton bölge olarak oluşturdukları bölgeleri meşrulaştırmış olacaktır. Türkiye onun için bu tür planlara karşı çıkmaktadır. Peki Amerikalıların güvenli bölge konusunda tüm manevralarına rağmen neden Türkiye şuana kadar Fırat’ın doğusuna ve Suriye’nin kuzeydoğusuna yönelik herhangi bir adım atmıyor? Sorusu kafaları karıştırmaktadır. Bu sorunun esas cevabı şudur; Türkiye özellikle Amerikalıların samimiyetini test etmek istemesinden kaynaklanmaktadır. Bu sebeple Ankara ABD ile üç madde konusunda mutabık kaldıklarını açıkladılar. Şu hususa dikkat çekmekte yarar vardır; Türkiye daha önce de Amerikalılarla buna benzer bir mutabakatı somut bir örnek olarak Menbiç’te yapmıştı. Haziran 2018’de ABD ile Türkiye arasında Menbiç mutabakatı konusunda kentin etrafında ortak devriye gezmeleri ve Menbiç’teki YPG’lilerin çıkarılması gibi bir anlaşma sağlanmıştı. ABD Menbiç mutabakatını tamamen uygulanmasına yanaşmamıştır. Çünkü Menbiç mutabakatına göre kentin idari ve güvenlik yönetimi tamamen yerli halka verilecekti. Bütün bu sebeplerden dolayı Türkiye güvenli bölge mutabakatı konusunda daha temkinli davranmaktadır.

Yukarıda belirtilen hususlar doğrultusunda, Aslında Türkiye’nin A planı diplomatik yollarla Amerikalılarla anlaşmaya varıp, Fırat’ın doğusunda 
ve Suriye’nin kuzeydoğusunda tamamen güvenli bölge ilan ederek bölgeyi büsbütün YPG terör örgütünden temizlemektir. Türkiye’nin ABD ile vardığı mutabakat noktaları konusunda herhangi bir ilerleme kaydedilmezse Ankara’nın B planı tek taraflı sınırlı da olsa bir askeri operasyon olabileceğini söylemek mümkündür. Türk Silahlı Kuvvetleri’nin zaten şu anda sınırda ciddi bir asker yığınağı mevcuttur. Bu nedenle eğer ki Amerikalılar Ankara ile varılan mutabakata sadık kalmazsa Türkiye B planını hayata geçirecektir. 
Türkiye’nin C planı ise Fırat’ın doğusunda ve Suriye’nin kuzeydoğusunda tamamen kontrol ettikten sonra güvenli bölgeye dönüştürüp Türkiye’de bulunan Suriyeli mültecilerin büyük bir kısmını bölgeye intikal etmesini sağlamaktır. 

    “ Türkiye 4 milyona yakın Suriyeli mültecilere 37 milyar dolar harcamıştır. 

Bu nedenle Türkiye Suriyeli mülteciler konusunda çok ağır yükün altındadır. Dolayısıyla Türkiye’nin bu mültecilerin en azından planlanan güvenli bölge 
oluşturulduktan sonra yüzde 60 ila 70’inin kurulan bölgeye geri dönmesini sağlamaktır.”

   Türkiye’nin Suriye’de 3 tane esas stratejisi var. Bunu A,B,C planı olarak değil temel stratejisi olarak nitelemek mümkündür. Bunlardan birincisi ve en önemlisi Suriye’nin toprak bütünlüğünü sağlamak, ikinci stratejisi, Suriye’deki terör örgütleri özellikle YPG/PKK terör örgütünün Suriye’nin kuzeyinden tamamen çıkarılması ve o bölgenin tamamen güvenli bölge ilan edilmesi, Üçüncüsü ise, Türkiye’de bulunan mültecilerin kurulacak güvenli bölgeye yerleştirilmesidir. Türkiye 4 milyona yakın Suriyeli mültecilere 37 milyar dolar harcamıştır. 

Bu nedenle Türkiye Suriyeli mülteciler konusunda çok ağır yükün altındadır. Dolayısıyla Türkiye’nin bu mültecilerin en azından planlanan güvenli bölge oluşturulduktan sonra yüzde 60 ila 70’inin kurulan bölgeye geri dönmesini sağlamaktır. Çünkü bu durum Suriyeli mültecilerin aynı zamanda Türkiye’deki 
iç kamuoyunda zaman zaman siyasi bir ihtilafa da yol açtığı görülmektedir. Ayrıca zaman zaman toplumsal bir krize dönüşüyor ve Türkiye bunun altından şu anda mümkün olduğu kadar kalkabiliyor, ancak ilerde ciddi toplumsal, güvenlik ve ekonomik sorunlara da yol açacağını bildiği için şu anda bu güvenli bölge planının üçüncü hedefi Suriyeli mültecilerin en az yüzde 60’ının ülkelerine geri dönmesini istemektedir. 

    Bu üç hedef doğrultusunda eğer ki, Türkiye ABD ile vardığı güvenli bölge mutabakatından herhangi bir somut sonuç elde etmezse kuvvetle muhtemel D planı olarak Suriyeli mültecilerin Avrupa’ya gitmesine göz yumarak Avrupa’ya mülteci akınını başlatabilir. Mülteciler Türkiye’nin elinde Avrupa’ya karşı önemli bir kart olduğu söylenebilir.

Sonuç itibarıyla ABD Türkiye’nin güvenli bölge planı yerine Türkiye-Suriye sınırında Türk Silahlı Kuvvetleri ile YPG terör örgütü arasında 5 ila 9 km derinlikte bir tampon bölgesinin kurulmasını benimsemektedir. Öte yandan Türkiye’nin öngördüğü güvenli bölgenin etnik ve mezhepsel yapısı da göz önünde bulundurulmalıdır. Bölgede bulunan Arap, Kürt, Türkmen ve diğer etnik grupların güvenli bölgedeki siyasi, askeri, idari ve mali yapılanmada ortak bir paylaşım içerisinde bulunmalarını sağlamak önemlidir. Suriye’den Türkiye’ye göç edenlerin sayısı Mart 2011’den bu yana 4 milyona yaklaşmıştır. Dolayısıyla Türkiye’nin güvenli bölge planının temel amaçlarından biri olan oluşturulan bölgeye ülkede bulunan Suriyeli mültecilerin yerleştirilmesidir. Ancak 8 yıldır Türkiye’de yaşayan ve artık ülkeye adeta yerleşmiş gibi görünen Suriyeliler 
(kamptakiler hariç) güvenli bölgeye gitmeyi kabul etmeyebilir. Özetlemek gerekirse; ABD’nin Türkiye’nin planı doğrultusunda 32 kilometrelik derinlikte bir güvenli bölge kurulmasına ve YPG’lilerin kurdukları kantonların ortadan kaldırılmasına Ankara ile tam anlamıyla mutabık kalması mümkün görülmediği söylenebilir. 

“ ABD Türkiye’nin güvenli bölge planı yerine Türkiye-Suriye sınırında Türk Silahlı Kuvvetleri ile YPG terör örgütü arasında 5 ila 9 km derinlikte bir tampon bölgesinin kurulmasını benimsemektedir.”

BİLGESAM Hakkında

BİLGESAM, Türkiye’nin önde gelen düşünce kuruluşlarından biri olarak 2008 yılında kurulmuştur. 

Kar amacı gütmeyen bağımsız bir sivil toplum kuruluşu olarak BİLGESAM; Türkiye’deki saygın akademisyenler, emekli generaller ve diplomatların katkıları ile çalışmalarını yürütmektedir. Ulusal ve uluslararası gündemi yakından takip eden BİLGESAM, araştırmalarını Türkiye’nin milli problemleri, dış politika ve güvenlik stratejileri, komşu ülkelerle ilişkiler ve gelişmeler üzerine 
yoğunlaştırmaktadır. 
BİLGESAM, Türkiye’de kamuoyuna ve karar alıcılara yerel, bölgesel ve küresel 
düzeydeki gelişmelere ilişkin siyasal seçenek ve tavsiyeler sunmaktadır.

Yazar Hakkında
ALİ SEMİN.,
Mart 2011’de BİLGESAM Ortadoğu Araştırmaları Uzmanı olarak başlamış olduğu görevine, 1 Eylül 2015 tarihinden beri Araştırma Koordinatörü olarak çalışmaları na devam etmekte olan Ali Semin, Orta Doğu siyaseti, Türkiye’nin Ortadoğu politikası, Türk-Irak ilişkileri, Irak’ın iç ve dış politikası, kuzey Irak’ın siyasi yapısı, Türkmenler, Iraklı Kürtlerin bölgesel ve küresel güçlerle ilişkileri, Körfez 
ülke- leri, İran, Suriye, Libya, Mısır, Tunus, Filistin sorunu, Hizbullah ve Hamas konularıyla ilgilenmektedir. Semin, 2012 yılından itibaren Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Uluslararası İlişkiler doktora programına devam etmektedir.




***

Vekâlet Savaşından İstihbarat Savaşlarına: Suriye İç Savaşı

Vekâlet Savaşından İstihbarat Savaşlarına: Suriye İç Savaşı


Ali SEMİN
www.bilgesam.org
Bilge Adamlar Stratejik Araştırmalar Merkezi (BİLGESAM) 
Mecidiyeköy Yolu Caddesi, No:10, 34387 Şişli -İSTANBUL 
www.bilgesam.org 
www.bilgestrateji.com 
bilgesam@bilgesam.org 
Tel: 0212 217 65 91 - 
Fax: 0 212 217 65 93
© BİLGESAM Tüm hakları saklıdır. 
İzinsiz yayımlanamaz. 
Kaynak gösterilerek alıntı yapılabilir. 

Orta Doğu’nun coğrafi, sosyo-kültürel ve çok etnikli yapısı, tarihsel geçmişindeki bölgesel ve küresel güçlerin mücadele alanı olmasına neden olmuştur. 

   Aynı zamanda siyasi, ekonomik, enerji ve güvenlik bağlamında yaşanan hadiselerin, Orta Doğu coğrafyasındaki güç mücadelesini daha da arttırdığı gözlenmektedir. 

   Bu minvalde, 29 Kasım 1947 tarihinde İsrail ve Filistin devletlerinin, Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nda görüşüldükten sonra Filistin topraklarının bölün mesiyle kurulmasına kararlaştırılması, İsrail’in kurulması ve ardından 1948 Arap-İsrail Savaşı’nın başlamasıyla birlikte Orta Doğu’nun kronik sorunları baş göstermiştir. Arap-İsrail savaşlarıyla başlayan süreçlere bakıldığında, Orta Doğu’da 1968 yılında Irak’ta Baas Partisi’nin iktidara gelmesi, İran’da 1979 Humeyni Devrimi, 1980-1988 İran-Irak Savaşı, 1990’da Saddam’ın Kuveyt’i 
işgali, 11 Eylül Hadisesi, ABD’nin 2002 yılında Afganistan’ı ve Mart 2003’te Irak’ı işgal etmesi gibi gelişmelerin uluslararası arenada ciddi sorunları beraberinde getirdiği ileri sürülebilir. 

2010 yılının Aralık ayında Tunus’ta başlayan Arap uyanışı veya Arap isyanları Orta Doğu bölgesinde yeni siyasal sistemlerin kurulmasına ve bölgesel-küresel güç ilişkilerindeki rekabet ve güç mücadelesine yol açmıştır. Bilhassa Suriye’de ve Yemen’de meydana gelen halk isyanlarının iç savaşa dönüşmesinden sonra Orta Doğu’da Filistin-İsrail sorunundan sonra en büyük kriz ve olay olarak karşımıza çıkmaktadır. 

Suriye iç savaşı artık bölgesel bir krizden çıkmış küresel sorun haline gelmiştir. Dolayısıyla Haziran 2012’den bu yana Suriye’deki iç savaşın önüne geçilmesi için gerek bölge ülkeleri gerekse uluslararası camia pek çok konferans, zirve ve görüşmeler düzenlenmiş ancak herhangi bir somut çözüm bulunamamıştır. Rusya’nın Eylül 2015’te askeri olarak sahaya inmesiyle beraber Suriye’de bulunan dış aktörler tarafından verilen vekâlet savaşlarının dengelerini değiştirmiş tir. Bu nedenle başta Türkiye olmak üzere Amerika Birleşik Devletleri (ABD) işbirliği yapan İran dışındaki aktörlerin Suriye meselesinde yeni petner arayışına girdiler. Özellikle ABD ve Batı eksenli politikalar üreten ve diyalog yolu 
aralayan Türkiye’nin 24 Ağustos 2016 tarihinde Suriye’de başlattığı Fırak Kalkanı Harekâtı ve 19 Ocak 2017 tarihinde de Zeytin Dalı Hareketi ile iki sınır ötesi iki başarılı operasyonla 

Suriye’de artık hem sahada hem de Rusya- İran ile işbirliğine veya konjonktürel ortaklık halindedir. Bu bağlamda Türkiye, Rusya ve İran’ın 2017 yılında başlattığı Astana süreciyle söz konusu her üç ülkenin garantör olması Suriye iç savaşını tamamen sonlandırmasa da belli bölgelerde çatışmaları geçici olarak durdurabilmiştir. 

2018 yılında Suriye’de güç mücadelesi veren bölgesel ve uluslararası aktörlerin vekâlet savaşından istihbarat savaşlarına önemli bir çizgide geçtiğini söylemek mümkündür. Suriye’de yaşanan pek çok gelişmeleri kendi sınır ve ulusal güvenliğini tehdit ettiğini var sayan Türkiye de istihbarat savaşlarında da mücadele ettiği görülmektedir. 

Astana-Tahran ve Soçi Hattı Suriye’deki İç Savaşı Çözer mi?

Türkiye, Suriye iç savaşının başlamasından sonra 2013 yılında ABD ve Batılı ülkelere üç plan sunmuştur. Bu planlar Esed rejiminin devrilmesi için ılımlı muhaliflere eğit-donat planı, Suriye’de belirli bölgelerin güvenli ve uçuşa yasak bölge ilan edilmesidir. Ancak Washington yönetimi kabul ettiğini ifade etse de bu önerilere yanaşmamıştı. 

Bu nedenle Türkiye, Suriye’de ABD yerine sahada daha aktif olan Rusya ve İran ile işbirliğine giderek ülkede yaşanan mülteci akınını durdurmak ve belli bölgelerde çatışmaların durdurulması için ciddi ve somut adımlar atmaya başladı. Türkiye, Suriye’de Rusya ve İran eksenli işbirliğini kuvvetlendirmek amacıyla 2017 yılında önce Kazakistan’ın başkentinde Astana sürecini başlattı. Astana süreci aslında 2012 yılından bu yana Suriye’de çözüm arayışları olan Cenevre, Viyana, Paris, Kahire ve Riyad gibi başkentlerdeki zirvelere karşı ciddi, somut ve alt yapısı olan aktörlerin inisiyatifi kontrol etme çabası olduğu söylenebilir. 

Ancak şu bir gerçektir ki, Astana süreci dahilinde 4 Mayıs 2017 tarihinde alınan kararların en önemlisi; Türkiye, Rusya ve İran’ın garantör ülke olduğunun ilan edilmesi olsa da ABD, İsrail, Fransa, İngiltere, Çin ve sahada bulunan diğer aktörleri de Suriye topraklarında yok saymak veya söz konusu aktörler olmadan herhangi bir adım atmak pek mümkün görünmemektedir. Başka bir tabirle garantör ülkeler olarak belirli bölgelerde etkin ve etkili olsa da Suriye genelinde ki iç savaşı durdurmak kolay olmayacaktır. Bu açıdan 4 Mayıs 2017 tarihinde Türkiye, Rusya ve İran arasında Suriye’de imzalanan çatışmasızlık bölgeleri anlaşmasının aslında rejimin avantajına olduğunu ifade etmek mümkündür.   

 Çünkü bahse konu garantör ülkelerinin belirlediği Hums, Doğu Guta, İdlib vilayeti, Dera ve Kuteytra’daki çatışmasız bölgelerinde Esed rejimi, Tahran ve Tahran tarafından bariz bir şekilde ihlal edildiği görünmektedir. Dikkat edilirse İdlib dışındaki bölgeler Esed ordusu ve Rus uçakları tarafından bombalanarak rejimin kontrolünde geçmiştir. Aslında Astana’da yapılan anlaşmanın Suriye topraklarında rejim, muhalefet, bölgesel ve küresel güçlerin kontrol ettiği bölgelerde stebil de olsa kalmalarını sağlamaktı. 

Başka bir tabirle 2011 yılından sonra herhangi bir güç kontrol ettiği bölge varsa orada kalma strateji uygulanacak şeklinde ifade edilebilir. Aslında Astana zirvelerinde Türkiye’nin temel hedeflerinden biri çatışmasız bölgeler ilan edilerek Suriye topraklarına muhafaza etmek ve ülkenin kuzeydoğusundaki ADB-Batı ve rejim destekli PKK/YPG terör örgütü yapılı özerk bir Kürt oluşumunu önlemek olduğu söylenebilir. Türkiye’nin tüm girişimi Suriye’nin toprak bütünlüğünü korumakla birlikte ülkenin siyasi sisteminin geleceğinde tıpkı Irak’ta olduğu gibi 
federalizme dönüşmesinin önüne geçebilmektir. 

Bu nedenle Suriye’de Türkiye-Rusya ve İran’ın orta/uzun vadede farklı politika veya stratejilerinin olmasına rağmen ABD’ye karşı birlikte hareket etmeyi öncelemiş oldukları görülebilir. 

Öte yandan, Astana sürecinde yaşanan gelişmelerin yanısıra Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Rusya Federasyonu Putin ve İran Cumhurbaşkanı 
Hasan Ruhani arasında 7 Eylül 2018 tarihinde düzenlenen Üçlü Tahran Zirvesinde ilk defa Türkiye ile Rusya’nın ayrıştığı ve fikir ayrılığına sahip olduğu net bir şekilde ortaya çıkmıştır. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Suriye’de bulunan tüm taraflar ateşkes çağırısı yapması üzerine Putin’in itiraz etmesi Ankara-Moskova ve Tahran hattındaki görüş ayrılıkları tam anlamıyla belli olsa da Türkiye-ABD ilişkilerindeki PYD terörü konusundaki kadar derin değildir. 

Şu hususa dikkat çekmekte yarar vardır ki, Tahran zirvesinde ortaya çıkan ateşkes itirazlarına karşın yine de 12 maddelik bir bildirge yayınlanması tarafların Astana sürecini muhafaza etmek istediğinin bir göstergesi olarak karşımıza çıkmaktadır. Tahran bildirgesi aşağıdaki gibidir:

1. Astana formatının Ocak 2017’den bu yana sağladığı başarılardan, özellikle de Suriye Arap Cumhuriyeti genelindeki şiddetin azaltılmasında katedilen ilerlemeden ve ülkede barış, güvenlik ile istikrara yapılan katkıdan duydukları memnuniyeti ifade etmişlerdir.

2. Suriye Arap Cumhuriyeti’nin egemenliği, bağımsızlığı, birliği ve toprak bütünlüğü ile BM Şartı’nın amaç ve ilkelerine olan kuvvetli ve devam eden taahhütlerini vurgulamış ve bunlara herkes tarafından saygı gösterilmesi gerektiğinin altını çizmişlerdir. Kim tarafından gerçekleştirildiğine bakılmaksızın, hiçbir eylemin bu ilkelere halel getirmemesi gerektiğini yinelemişlerdir. Terörle mücadele kisvesi altında sahada yeni gerçeklikler yaratılmasına dair her türlü girişimi reddetmiş, Suriye’nin egemenliği ve toprak bütünlüğü ile komşu ülkelerin ulusal güvenliğini zayıflatmayı amaçlayan ayrılıkçı gündemlere karşı durma kararlılıklarını ifade etmişlerdir.

3. Sahadaki güncel durumu ele almışlar, 4 Nisan 2018 tarihinde Ankara’da yapılan son toplantılarının ardından Suriye Arap Cumhuriyeti’yle ilgili meydana gelen gelişmeleri değerlendirmişler ve aralarındaki mutabakat uyarınca üçlü eşgüdümü sürdürmek hususunda hemfikir kalmışlardır. 

Bu çerçevede, İdlip gerginliği azaltma bölgesindeki durumu görüşmüşler ve bu konuyu yukarıda belirtilen ilkelere ve Astana formatını tanımlayan işbirliği ruhuna uygun olarak ele almayı kararlaştırmışlardır.

4. BM Güvenlik Konseyi tarafından terörist olarak tanımlanan DAEŞ, Nusra Cephesi ile El Kaide veya DAEŞ’le bağlantılı tüm diğer bireyler, gruplar, teşebbüsler ve oluşumların tamamen ortadan kaldırılması amacıyla aralarındaki işbirliğini sürdürme kararlılıklarını teyit etmişlerdir. Terörle mücadelede, yukarıda belirtilen terörist grupların ateşkes rejimine katılmış veya katılacak olan silahlı muhalif gruplardan ayrıştırılmasının sivil zayiatın önlenmesi bakımından da dahil olmak üzere büyük önem arzettiğinin altını çizmişlerdir.

5. Suriye ihtilafına askeri çözüm getirilemeyeceğine ve ihtilafın yalnızca müzakere edilmiş bir siyasi süreç yoluyla sona erdirilebileceğine dair inançlarını yinelemişlerdir. Siyasi sürecin Soçi’de düzenlenen Suriye Ulusal Diyalog Kongresi’nin kararları ve BM Güvenlik Konseyi’nin 2254 sayılı kararıyla uyumlu olarak ilerletilmesi amacıyla aralarındaki aktif işbirliğini sürdürme kararlılıklarını teyit etmişlerdir.

6. Suriyelilerin öncülüğünde ve sahipliğinde bir siyasi çözüme ulaşma sürecini ilerletme amaçlı ortak çabaları sürdürme konusundaki kararlılıklarını yinelemişler ve Anayasa Komitesi’nin kurulması ile çalışmalarının başlatılmasına yardımcı olmaya yönelik taahhütlerini vurgulamışlardır. 

Kıdemli memurları ile Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri’nin Suriye Özel Temsilci si arasındaki yararlı istişarelerden duydukları memnuniyeti vurgulamışlardır.

7. Bütün Suriyelilerin normal ve huzurlu bir hayata yeniden kavuşmalarına ve acılarının hafifletilmesine yönelik tüm çabalara destek olma ihtiyacını vurgulamışlardır. Bu bağlamda, ilave insani yardım göndermek, insani mayın temizliği faaliyetlerini kolaylaştırmak, sosyal ve ekonomik tesisler de dahil olmak üzere temel altyapı unsurlarını eski haline getirmek ve tarihi mirası korumak suretiyle Suriye’ye yapılan yardımı artırmaları için başta Birleşmiş Milletler ve insani ajansları olmak üzere uluslararası topluma çağrıda bulunmuşlardır.

8. İhtiyaç duyan tüm Suriyelilere hızlı, güvenli ve kesintisiz insani erişim sağlanmasını kolaylaştırma yoluyla, sivillerin korunması ve insani durumun iyileştirilmesini hedefleyen ortak çabaları sürdürmedeki kararlılıklarını yinelemişlerdir.

9. Sığınmacıların ve ülke içinde yerlerinden edilmiş kişilerin Suriye’de ikamet ettikleri asıl yerlere güvenli ve gönüllü olarak geri dönüşleri için gerekli şartların oluşturulması ihtiyacının altını çizmişlerdir. Bu amaçla, Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği (BMMYK) ve diğer uluslararası uzmanlık kuruluşları da dahil olmak üzere, ilgili tüm taraflar arasındaki eşgüdüm ihtiyacını vurgulamışlardır. [Suriyeli mülteciler ve ülke içinde yerlerinden edilmiş kişiler hakkında uluslararası bir konferansın toplanması fikrini değerlendirmek hususunda mutabık kalmışlardır.

10. BM ve Uluslararası Kızılhaç Komitesi (ICRC) uzmanlarının katılımıyla yürütülen, alıkonulanlar / kaçırılanların serbest bırakılması, cenazelerin teslimi ve kayıp şahısların tespiti Çalışma Grubu’nun faaliyetlerindeki ilerlemeyi memnuniyet  ile karşılamışlardır.

11. Rusya Federasyonu Devlet Başkanı Sayın Vladimir Putin’in daveti üzerine, bir sonraki toplantılarını Rusya Federasyonu’nda yapmayı kararlaştırmışlardır.

12. Rusya Federasyonu ve Türkiye Cumhuriyeti Devlet Başkanları, Tahran’daki Üçlü Zirve’ye evsahipliği yapmalarından ötürü İran İslam Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Sayın Hasan Ruhani’ye içten teşekkürlerini sunmuşlardır.

Yukarıda belirtilen gelişmelerin ışığında, Tahran zirvesinin temel çıkış noktası İdlib’de ateşkes ilan edilmesi Türkiye’nin temel hedeflerindendi. 

Bu bağlamda 17 Eylül’de Soçi’de Cumhurbaşkanı Erdoğan ile Putin’in görüşmesi sonrasında İdlib mutabakatı imzalandı. Türkiye İdlib’deki radikal grupları ikna ederek ağır silahların 15-20 km’lik bir alandan uzaklaştırılmasını ve söz konusu bölgeyi tampon bölge ilan edilmesi için adeta ikna etme pozisyonundadır. Başka bir ifadeyle Soçi’deki zirveye Türkiye’nin Rusya ile radikal unsurlar arasında dolaylı olarak arabulucu görevi gördüğünü söylemek yanlış olmaz. 


    Bu bakımdan eğer ki Türkiye’nin İdlib’de bulunan radikal guruplarına yönelik ikna çabası kısa veya orta vadede başarılı olmazsa kentin yeniden rejim ve Ruslar tarafından bombalanmaya başlanacağını öngörmek mümkündür. 

İdlib Rusya-İran ve Rejim İçin Ne Anlama Geliyor? 

İdlib’in stratejik bir öneme sahip olmasıyla birlikte 8 yıldır devam eden Suriye iç savaşında kazanan tarafın olmamasından dolayı Esed rejimi ve Rusya’nın kenti kontrol ederek zafer ilanı çabaları içinde oldukları söylenebilir.

 Dolayısıyla Soçi zirvesinde rejimin ve Rusya’nın saldırıları önlendi, ancak orta vadede tekrardan kontrol amaçlı İdlib’e saldırılar düzenlenebilir. 

Örneğin el Kaide bağlantılı gurupları terör varlığı olarak gerekçe gösterilerek saldırılar başlatılabilir. İdlib’in tamamen tüm terör örgütlerinden temizlenmesi kısa vadede oldukça zor gözükmektedir. Çünkü İdlib’de radikal terör örgütleri içerisinde ılımlı gurupları ayırt etmek pek kolay görünmüyor. 

Türkiye’nin Milli İstihbarat Teşkilatı Başkanlığı’nın Suriye’deki Operasyonları Başarılı mı?

Suriye’de yalnızca askeri olarak varlık göstermenin yeterli olmadığı, ülkedeki vekalet savaşlarının yanında istihbarat savaşının olduğu ortadadır. Türkiye’nin 2016 yılından beri Fırat Kalkanı ve Zeytin Dalı Harekatları ile Suriye’de düzenlediği sınır ötesi operasyonlarının başarılı olmasındaki temel etken; Türk Silahlı Kuvvetleri ile İstihbarat birimleri arasındaki koordinasyondur. 

Eğer ki Suriye topraklarında Türkiye’nin istihbaratı güçlü bir şekilde çalışmış olmasaydı askeri operasyonları da eksik kalırdı. Dolayısıyla TSK ile MİT’in Suriye’de koordineli olarak çalışmasının ciddi başarılar elde ettiği görülmektedir. Öte yandan, Türkiye’nin Suriye topraklarındaki yerel muhalif guruplarla yakından teması da başarısında etkendir. Gerek Özgür Suriye Ordusu’nu kontrolünde tutması gerekse sahadaki birçok gurubun içerisinde istihbarat 
toplama kabiliyeti Türkiye’nin Suriye sahasındaki operasyonel gücünü artırmaktadır.

    Bu nedenle, Türkiye’nin istihbarati başarısını önemli operasyonlarla gösterdiğini söylemek mümkündür. Örneğin 12 Eylül 2018 tarihinde 
MİT’in bizzat kendi elemanlarıyla herhangi bir dış istihbaratlardan destek almadan 53 vatandaşın hayatını kaybettiği Reyhanlı saldırısının planlayıcısı terörist Yusuf Nazik’i Suriye’nin Lazkiye kentinde yakalaması ve Türkiye’ye getirmesinin ciddi bir çalışma olduğunu kabul etmek gerekir. Lazkiye’de bulunan Rus ve Rejim güçlerine rağmen operasyon yapmak meşakattli bir durumdur. Terörist Nazik operasyonundan sonra bu kez 14 Eylül’de MİT, Zeytin Dalı Harekatı sırasında Piyade Üsteğmen Oğuz Kaan Usta ve Piyade Uzman Çavuş Mehmet Muratdağı’nın şehit edilmesi ve akabinde Usta’nın naaşının kaçırılması olayına karışan 9 teröristin Afrin’in Raco beldesinde yakalanıp Türkiye’ye getirdi. 
Bu tür operasyonların Suriye topraklarında yapılmasının en önemli göstergesi dünya kamuoyuna Türk istihbaratının Suriye’de ne kadar etkin olduğunu ve gerektiğinde operasyon yapabilecek güçtedir mesajını da vermektedir. Yukarıda belirtilen gelişmeler değerlendirildiğinde, Türkiye’nin Suriye meselesinde diplomatik, askeri ve istihbarati olarak var olmasının kendi sınır güvenliğini ve ulusal güvenliğini korumak bakımından hayati öneme sahiptir. 


www.bilgesam.org
BİLGESAM Hakkında
BİLGESAM, Türkiye’nin önde gelen düşünce kuruluşlarından biri olarak 2008 yılında kurulmuştur. 

Kar amacı gütmeyen bağımsız bir sivil toplum kuruluşu olarak BİLGESAM; Türkiye’deki saygın akademisyenler, emekli generaller ve diplomatların katkıları ile çalışmalarını yürütmektedir. Ulusal ve uluslararası gündemi yakından takip eden BİLGESAM, araştırmalarını Türkiye’nin milli problemleri, dış politika ve güvenlik stratejileri, komşu ülkelerle ilişkiler ve gelişmeler üzerine    yoğunlaştırmaktadır. BİLGESAM, Türkiye’de kamuoyuna ve karar alıcılara yerel, bölgesel ve küresel düzeydeki gelişmelere ilişkin siyasal seçenek ve tavsiyeler sunmaktadır.

Yazar Hakkında;

Ali SEMİN.,

Mart 2011’de BİLGESAM Ortadoğu Araştırmaları Uzmanı olarak başlamış olduğu görevine, 1 Eylül 2015 tarihinden beri Araştırma Koordinatörü 
olarak çalışmalarına devam etmekte olan Ali Semin, Orta Doğu siyaseti, Türkiye’nin Ortadoğu politikası, Türk-Irak ilişkileri, Irak’ın iç ve dış 
politikası, kuzey Irak’ın siyasi yapısı, Türkmenler, Iraklı Kürtlerin bölgesel ve küresel güçlerle ilişkileri, Körfez ülke- leri, İran, Suriye, Libya, 
Mısır, Tunus, Filistin sorunu, Hizbullah ve Hamas konularıyla ilgilenmektedir. 
Semin, 2012 yılından itibaren Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Uluslararası İlişkiler doktora programına devam etmektedir.


***

14 Şubat 2020 Cuma

BÜTÜN BOYUTLARIYLA SURİYE KRİZİ VE TÜRKİYE, BÖLÜM 5

BÜTÜN BOYUTLARIYLA SURİYE KRİZİ VE TÜRKİYE, BÖLÜM 5



   Bilge Adamlar Stratejik Araştırmalar Merkezi’nin (BİLGESAM), uçak krizinin ardından yaptığı “Suriye Sorunu ve Türk Dış Politikasına Toplumsal Bakış” başlıklı anket çalışmasındaki sonuçlar dikkate değerdir. Ankette “Türkiye 
Suriye’deki muhalif gruplara destek olmalı mıdır, olmamalı mıdır?” sorusuna 
ise katılımcıların %59,1’i “destek olmamalıdır” şeklinde cevap verirken, 
%40,9’luk bir oran “desteklenmelidir” cevabını tercih etmiştir. “Türk uçağının 
düşürülmesi olayında Türkiye’nin tavrı ne olmalıydı?” sorusuna verilen 
cevaplarda “Türkiye’nin mevcut tavrı doğrudur” seçeneği %46,4 oranında 
işaretlenirken “Türkiye, NATO desteğini alarak müdahalede bulunmalıydı” 
cevabı %18,3 oranında desteklenmiştir. Anketteki “Hükümetin Suriye politikasını nasıl buluyorsunuz?” sorusuna katılımcıların %45’i “doğru buluyorum” şeklinde cevap verirken %55’i “yanlış buluyorum” seçeneğini tercih 
etmiştir.38 Suriye krizindeki olaylar ve anket verileri dikkate alındığında 
Türkiye’nin sıcak savaştan kaçınmasının ve saldırılara misli ile mukabele etmesinin en makul seçenek olduğu değerlendirilmektedir.

Türkiye’nin sonuçlarından doğrudan etkilendiği Suriye krizi karşısında tamamen 
kayıtsız kalması mümkün değildir. Ancak Ankara’nın krizin çözümüne 
katkı sağlama hedefiyle, sürece imkân ve kabiliyetlerini aşabilecek düzeyde 
sorumluluklar üstlenerek dâhil olması da akılcı değildir. Krize askeri açıdan 
daha çok dâhil olması durumunda Türkiye, Suriye meselesinde sorunun belirgin 
bir tarafı haline gelecektir. Türkiye Suriye krizinde Esed rejimine karşı 
silahlı çatışmaya girerse, hem yerelde hem de bölgesel ve küresel düzeyde 
bir çatışma hattına dâhil olacak, İran’la karşı karşıya kalacağı gibi Rusya ve 
Çin’le olan iyi ilişkiler de zarar görebilecektir.

< Türkiye, PKK terör örgütü ve PYD’nin bölgedeki faaliyetlerini takip etmeli ancakSuriye Kürtlerini karşısına almamalıdır.  >

Türkiye, PKK/KCK terör örgütü ve PYD’nin bölgedeki faaliyetlerini takip etmeli 
ancak Suriye Kürtlerini karşısına almamalıdır. Ankara, Suriye’deki Kürtleri 
kendi tarafına çekmeli, kriz döneminde Kürtlerde ortaya çıkan kaygıları 
giderebilecek şekilde hareket etmelidir. Türkiye, Suriye Devrimi ve Muhalefet 
Güçleri Ulusal Koalisyonu’nun temsil niteliğinin geliştirilmesine dönük 
girişimleri desteklemeli, başta Kürtler olmak üzere Suriye’deki diğer tüm unsurların muhalefet cephesinde temsil edilmesini sağlamalıdır. Türkiye, Suriye 
muhalefetinin birleştirilmesi yönünde irade göstermelidir.

Türkiye krize müdahalede insani boyutu ön planda tutmalı, muhtemel bir uluslararası koalisyonda silahlı çatışmadan ziyade insani yardım ve lojistik noktasında devreye girmelidir. Türkiye, dikkat ve enerjisini Esed sonrası Suriye’nin yeniden inşasına teksif etmeli, imkânlarını bu doğrultuda seferber etmelidir. Yeniden yapılanma sürecinde Türkiye’nin büyük desteğini alan Suriye’deki yeni iktidarla birlikte ikili ilişkiler de oldukça güçlü olabilecektir.

6.2. Muhtemel Senaryolar

Suriye krizinin seyrine ilişkin dört muhtemel senaryodan bahsedilebilir. Birincisi 
Suriye’de kurulabilecek bir geçiş hükümeti ile krizin aşılmasıdır. İkincisi 
Esed rejiminin ağır silah sistemleriyle takviye edilecek Özgür Suriye Ordusu 
veya uluslararası bir müdahale ile devrilmesidir. Üçüncü muhtemel senaryo 
Suriye krizinin sürüncemede kalmaya devam etmesi ve ülkenin parçalanma 
sürecine girmesidir. Dördüncüsü ise iç çatışmaların devam etmesine rağmen 
Baas rejiminin mukavemetini sürdürmesi ve konumunu muhafaza etmesidir.

Suriye krizindeki ilk muhtemel senaryo, ülkedeki çatışmalara son verebilecek 
bir geçiş hükümetinin kurulmasıdır. Suriye’de Esed rejimi içinden katliamlara 
doğrudan bulaşmamış Baas yöneticilerinin katılacağı, ülkedeki farklı etnik ve 
dini unsurların temsil edildiği bir geçiş hükümeti kurulabilir. Bu nitelikteki 
bir geçiş hükümeti ile Suriye krizi yumuşak bir geçişle çözüme kavuşturulabilir. 
Geçiş hükümeti seçeneği Rusya’nın girişimiyle gündeme gelmiş, 30 
Haziran 2012 tarihinde İsviçre’nin Cenevre kentinde Suriye sorunu üzerine 
gerçekleştirilen toplantıda katılımcı devletler tarafından değerlendirilmiştir. 
BM Güvenlik Konseyi’nin beş daimi üyesinin yanında Türkiye, Irak, Kuveyt 
ve Katar’ın katılımıyla gerçekleştirilen Cenevre toplantısında, Suriye’de kurulacak ulusal birlik hükümeti ile krizin çözüme kavuşturulabileceği kanaati 
öne çıkmıştır.

Batılı devletler ve Rusya arasında Beşşar Esed’in iktidardaki konumu ile ilgili 
anlaşmazlık devam etse de geçiş hükümeti konusunda bir mutabakat ortaya 
çıktığı fark edilmiştir. Türkiye, Rusya’nın desteklediği bu çözümü onaylamıştır. 
Geçiş hükümeti seçeneğinin uygulanabilir bir öneri olduğunu kabul eden 
Türkiye, Cenevre’deki görüşmelerde geçiş hükümetinin oluşturulmasına dönük 
ortaya konan yol haritasının önemli olduğunu vurgulamıştır. Nitekim Suriye 
Ulusal Konseyi de geçiş hükümeti önerisine sıcak baktığını, katliamlara 
karışmamış Baas Partisi mensuplarının geçiş hükümetinde yer alabileceğini 
beyan etmiştir.

Taraflar arasındaki mutabakata zarar vermeyecek başarılı bir geçiş hükümeti 
tesis edilebilirse Suriye krizi yumuşak bir geçişle çözüme kavuşturulabilir. 
Başarılı bir geçiş hükümeti, Beşşar Esed ve yakınlarının iktidardan uzaklaştırılması ve insan hakları ihlallerine bulaşmamış Baas rejimi mensuplarının Suriye’de tesis edilecek çoğulcu sistemin bir parçası olarak kalmasıyla gerçekleştirilebilir. 

Ancak geçiş hükümeti seçeneği aynı zamanda bazı olumsuz sonuçlar doğurabilecek dinamikler ihtiva etmektedir. 
Geçiş hükümetinin muhalefetin yeterince temsil edilmediği, Baas yöneticilerinin ağırlıkta olduğu ve katliamlara iştirak etmiş isimlerin yer aldığı bir yapı arz etmesi ihtimali vardır. 
Bu ihtimalin gerçekleşmesi durumunda geçiş hükümeti otoriter eğilimlerini 
muhafaza eden Baas rejiminin ayakta kalmasına hizmet edebilir. Böylece geçiş 
sürecinde Suriye krizine son verebilecek ulusal uzlaşı akamete uğrayabilir 
ve taraflar arası çatışmalar tekrar başlayabilir.

Başlangıçta Rusya’nın tutumu nedeniyle ön plana çıkan, Türkiye ve Suriye 
Ulusal Konseyi tarafından da uygulanabilir olarak değerlendirilen geçiş 
hükümeti senaryosunun gerçekleşme ihtimali Suriyeli muhaliflerin Doha 
Kongresi’nde aldığı kararlarla zayıflamıştır. Bu senaryo, Doha Kongresi’nin 
ardından Suriye Devrimi ve Muhalefet Güçleri Ulusal Koalisyonu’nun Esed 
rejimiyle hiçbir şekilde diyaloga girilmeyeceği ve müzakere edilmeyeceği yönündeki açıklamalarıyla gündemdeki önceliğini yitirmiştir.

Suriye krizinde ikinci muhtemel senaryo, Esed rejiminin silahlı kuvvetle devrilmesi dir. 
Esed rejiminin silahlı kuvvetle devrilmesinin ise iki farklı şekilde 
gerçekleşebileceği beklenmektedir. Birincisi ülkede devam eden iç savaşta 
Esed rejiminin daha iyi teşkilatlanmış bir Suriye muhalefeti ve daha güçlü 
bir Özgür Suriye Ordusu tarafından iktidardan uzaklaştırılmasıdır. Artan dış 
yardımlarla Özgür Suriye Ordusu’nun Baas rejimine bağlı güvenlik güçlerini 
dengeleyebilecek ölçüde desteklenmesi ile böyle bir netice sağlanabilir. Esed 
rejimi, Suriye’ye doğrudan bir dış müdahale olmadan ağır silah sistemlerine 
sahip Özgür Suriye Ordusu tarafından devrilebilir.

Baas rejiminin, askeri donanımı daha güçlü muhalif unsurlarca devrilmesi 
Esed sonrası Suriye’nin istikrarını zedeleyebilecek gelişmelere yol açabilir. 
Suriye’ye sokulacak ağır silah sistemlerinin denetimi ve takibindeki zorluklar, 
bu silahların kullanımıyla ilgili sorunlar doğurabilir. Suriye genelinde Baas 
rejimine karşı Özgür Suriye Ordusu’na bağlı faaliyet gösteren silahlı gruplar 
daha fazla silahlandırılırsa Esed’in devrilmesinden sonra birbiriyle mücadeleye 
girişebilir. Muhalif silahlı gruplar arasında iktidara nüfuz etme noktasında 
ortaya çıkabilecek anlaşmazlıklar ülkede iç çatışmalara neden olabilir. 
İç çatışmaların İsrail’e tehdit oluşturabilecek şekle dönüşmesi durumunda ise 
Batılı devletlerin Suriye’deki yeniden yapılanma sürecine verdiği destek kesilebilir.

Esed rejiminin daha fazla silahlandırılmış bir Özgür Suriye Ordusu tarafından 
devrilmesi aynı zamanda Suriye’deki devlet sisteminin çökmesi anlamına gelecektir. 

Rejimin devrilmesi bir süre daha devam edecek çatışmalar sonucunda 
gerçekleşebilecek, Suriye’nin kamu idaresi, kamu hizmetleri ve güvenlik 
altyapısı tahrip edilmiş olacaktır. Muhalif silahlı grupların silahsızlandırılması 
Suriye’deki yeni iktidarın önünde ciddi bir problem olarak kalacak, devlet 
sisteminin yeniden tesisi, siyasi ve ekonomik istikrarın sağlanması uzun süre 
alacaktır. Muhalefetin artırılan dış yardımlarla ve daha fazla silahlandırılmasıyla 
Esed rejimini bertaraf edebilecek düzeyde güçlendirilmesi neticede 
Suriye’nin geleceğini olumsuz etkileyebilecektir.

Esed rejiminin silahlı kuvvetle devrilmesinin ikinci şekli ise Özgür Suriye 
Ordusu daha fazla silahlandırılmadan uluslararası bir dış müdahale yapılmasıdır. 
Suriye’de Esed rejimini devirebilecek dış müdahale BM kararıyla ya da 
Kosova’da olduğu gibi katliamı engelleme hedefiyle oluşturulan uluslararası 
koalisyon kuvvetlerince icra edilebilir. Müdahale, oluşturulacak uluslararası 
koalisyon kuvvetlerinin Suriye’de bir kara harekâtına girişmeden Esed rejimine 
bağlı hava unsurlarını, füze sistemlerini ve zırhlı birliklerini etkisiz hale getirmesi 
şeklinde yürütülebilir. Libya’dakine benzer biçimde tasarlanabilecek 
Suriye’ye müdahale görevi sonucunda Esed iktidarına bağlı güvenlik güçleri 
büyük ölçüde tahrip edilecek, psikolojik üstünlüğü elde eden Özgür Suriye 
Ordusu Baas rejimini devirebilecektir.

Kapsamlı bir hava harekâtı niteliğinde icra edilecek müdahale ile Suriye’deki 
kriz daha az can kaybı ile nihayete erecek, muhalif grupların ağır silahlarla 
teçhiz edilmesine gerek kalmaksızın krizin çözümü istikametinde mesafe 
alınabilecektir. Bu nitelikteki bir dış müdahalenin muhalif silahlı grupların 
silahlandırılmasından daha az maliyetli olabileceği ve daha kısa sürede sonuca 
gidilmesini sağlayacağı da değerlendirilebilir. Nitekim hava kuvvetleri ve 
savunma sistemleri yok edilen Esed rejimi karşısında Özgür Suriye Ordusu 
kısa zamanda üstünlüğü ele geçirebilecektir. Özgür Suriye Ordusu’nun daha 
fazla silahlandırılmasına gerek kalmadan Baas rejiminin devrilmesi ise Esed 
sonrası Suriye’de istikrarın teminini kolaylaştıracaktır.

Baas rejiminin dış müdahale neticesinde devrilmesi, Esed sonrası Suriye’deki 
yeni iktidarı mutedil hareket etmeye teşvik edecektir. Uluslararası sistemin 
desteğiyle iktidara gelen unsurlar, Suriye’de azınlık konumundaki unsurların 
temsilinde demokratik normların işletilmesi yönünde irade gösterecektir.

Suriye krizinde üçüncü muhtemel senaryo, iç savaştaki tarafların birbirine üstünlük sağlayamaması ve krizin uzamasıdır. Krizin uzaması, Suriye’de fiili 
parçalanma sürecini hazırlayabilecek şartları ortaya çıkarabilir. Suriye, Sünni 
çoğunluğun dâhil olduğu ayrı bir yönetim, kuzeyde Kürt yönetimi ve batıda 
Lazkiye merkezli bir Nusayri yönetimi olmak üzere üç bölgeye parçalanma 
riskiyle karşı karşıya kalabilir. Sünni çoğunluğun idaresinde kalacak bölgede 
Müslüman Kardeşler ve Selefi unsurların iktidarda yer alabileceği tahmin edilmektedir. 

Mısır’ın desteklediği Müslüman Kardeşler’le Suudi Arabistan’ın 
desteklediği Selefi unsurlar arasında iktidar mücadelesi de yaşanabilir.

Nusayri azınlığın batıda kuracağı devlette Nusayri-Hıristiyan birlikteliği oluşması 
beklenebilir. Ancak böyle bir devletin Sünni çoğunlukla mücadele etmek 
durumunda kalacağı, uluslararası düzeyde tanınma sorunu yaşayabileceği ve 
uzun vadede ayakta kalma olasılığının düşük olduğu değerlendirilmektedir. 
Suriye’nin parçalanması ile kuzeyde ise Kamışlı merkezli bir Kürt bölgesinin 
ortaya çıkma ihtimali vardır. PKK/KCK terör örgütü ve PYD ekseninde 
kurulabilecek bir yönetim Türkiye’ye tehdit teşkil edebilir. Suriye’nin kuzeyi 
ikinci Kandil konumuna gelebilir ve Türkiye hem Irak hem de Suriye sınırında 
aynı anda terörle mücadele etmek mecburiyetinde kalabilir. Kuzeyde böyle 
bir devletleşme süreci Talabani, Barzani ve PKK/KCK arasında da Suriye 
Kürtleri üzerinde nüfuz mücadelesine yol açabilir.

Dördüncü muhtemel senaryo uzayan çatışmalara rağmen Baas rejiminin varlığını sürdürmesidir. Baas rejimi bölgesel ölçekte İran, Irak ve Hizbullah’tan, 
küresel ölçekte ise Rusya ve Çin’den aldığı destekle ayakta kalabilir. Özgür 
Suriye Ordusu’na gerekli donanım ve silah sistemleri sağlanmazsa ve uluslararası müdahale seçeneği uygulamaya dönüşmezse bu ihtimal gerçekleşebilir. 

Esed rejiminin ayakta kalması durumunda Türkiye-Suriye ilişkilerinin oldukça 
problemli bir sürece girebileceği değerlendirilebilir. Tahran-Şam-Bağdat-
Hizbullah eksenindeki Şii bloğu belirginleşebilir ve bölgede Sünni-Şii gerilimi 
temayüz edebilir.

Bütün senaryolar dikkate alındığında Türkiye için en uygun hareket tarzı Batılı 
müttefikleri ve NATO ile birlikte hareket etmektir. Esed rejimine bağlı hareket 
eden güvenlik güçlerine karşı uluslararası bir hava harekâtının icrası durumunda 
Türkiye sıcak çatışmaya girmeden harekâta lojistik destek sağlamakla 
yetinmelidir. Türk diplomasisinin sıklet merkezi Suriye halkına ulaştırılacak 
insani yardım olmalıdır. Türkiye daha çok Suriye’nin yeniden yapılandırılması 
alanında ön plana çıkmalıdır.

Krizin geleceğine ilişkin Dört muhtemel Senaryo arasında Türkiye açısından en olumsuz sonucu doğurabilecek süreçler Suriye’nin parçalanması şeklinde öngörülen Üçüncü Senaryo ve Baas rejiminin ayakta kalması olarak değerlendirilen Dördüncü senaryodur. Üçüncü muhtemel senaryonun gerçekleşmesi Orta Doğu’da Kürt meselesini bölgeselleştirebilir. Türkiye, Kürt meselesi ve PKK/KCK terör örgütüyle mücadelede teyakkuzda kalmalı, örgütün Suriye’nin kuzeyine yerleşmesini engelleyecek tedbirleri almalıdır. Gerek üçüncü gerekse Dördüncü muhtemel senaryonun gerçekleşmesi ise Orta Doğu’da Sünni-Şii gerilimine zemin hazırlayabilir. İran liderliğindeki Şii blok karşısında Suudi Arabistan ve Katar öncülüğünde bir Sünni blok belirebilir. Türkiye böyle bir durumda Sünni-Şii geriliminde taraf olmaktan kaçınmalı, Sünni blok içinde 
Şii bloğa karşı bir duruş sergilemekten uzak durmalıdır.

7. SONUÇ

Arap uyanışı sürecinde Türkiye’nin güney sınırında ortaya çıkan Suriye kriziyle 
ilgilenmesi doğaldır. Başta sığınmacılar meselesi olmak üzere krizin doğurduğu sonuçlar Türkiye’yi doğrudan ve dolaylı olarak etkilemektedir. 

Ankara’nın krizin çözümüne yönelik irade göstermesi ve Arap devletleriyle 
birlikte diplomatik girişimlerde bulunması makul bir hareket tarzıdır. Ancak 
Suriye krizinin başladığı dönemden bu yana geçen zaman içinde Türkiye 
söylem ve eylemleriyle çözüm sürecinin değil sorunun tarafı haline gelmiştir. 
Orta Doğu’da krizle birlikte belirginleşen Şii-Sünni geriliminde Türkiye’nin 
Sünni blokta yer aldığı yönünde bir izlenim ortaya çıkmıştır. Türk karar mercileri 
Suriye krizinin bölgesel ve küresel bir anlaşmazlığa dönüşebileceğini 
öngörememiş, Esed rejiminin güçlü bir dış destek alarak mukavemet gösterebileceğini değerlendirememiştir.

Suriye krizi Suriye ile sınırlı kalmamış, bölgesel ve küresel düzeyde bir mücadeleye yol açmıştır. Ulusal ölçekte iç savaş halini alan kriz, Orta Doğu’da 
İran liderliğindeki Şii unsurlarla Körfez ülkelerinin öncülüğündeki Arap devletleri 
arasında rekabete yol açarken, küresel ölçekte demokratikleşme hareketlerini 
destekleyen Batılı aktörlerle Rusya ve Çin gibi otoriter yönetimleri müdafaa eden devletler arasında anlaşmazlığa dönüşmüştür. Arap Birliği ve Birleşmiş Milletler vasıtasıyla başlatılan çözüm girişimleri sonuçsuz kalmış, Suriye’ye uygulanan yaptırımlara karşı Esed rejimi Rusya, Çin, İran, Irak ve Hizbullah’ın desteğini alarak direnç göstermiştir.

Türkiye, Suriye krizini değerlendirirken krizin sadece Suriye ile sınırlı bir mesele olmadığını dikkate almalıdır. Türkiye, krize yönelik politika geliştirirken ve uygularken Suriye üzerindeki 6 temel parametreyi göz önünde bulundurmalı dır. 

Birinci parametre Türkiye/Suriye eksenindedir. Türkiye/Suriye ekseninde iki ülkenin tarihi ve akrabalık bağları, komşuluk münasebetleri, ekonomik ilişkileri ve PKK-PYD sorunu hesaba katılmalıdır. 

İkinci parametre Türkiye/Suriye/ABD-İsrail eksenindeki siyasi ve askeri boyuttur. ABD’nin Orta Doğu politikasında İsrail’in güvenliğinin oldukça önemli olduğu hatırda tutulmalıdır. 

Üçüncü parametre Türkiye/Suriye/NATO-ABD-Fransa eksenindedir ve siyasidir. Türkiye krizde Batılı müttefikleri ve NATO ile eş güdüm sağlamalıdır. Dördüncü parametre Türkiye/Suriye/Rusya hattındadır. 

Bu parametrenin siyasi ve güvenlik boyutları vardır. Beşinci parametre Türkiye/Suriye/Birleşmiş Milletler (Rusya ve Çin) ekseninde siyasidir. Altıncı parametre Türkiye/Suriye/İran hattındadır ve siyasi, güvenlik ve ekonomik boyutlar ihtiva etmektedir.

Türkiye Suriye krizindeki konumunu bu altı parametreyi dikkate alarak belirlemelidir. Türkiye, mevcut yeteneklerinin üzerinde sorumluluk almaktan 
çekinmeli, krizin yönetiminde Batılı müttefikleri ve NATO ile birlikte hareket 
etmelidir. Suriye ile sıcak bir savaşa girmekten uzak durulmalıdır. Esed rejiminin devrilmesine yönelik bir dış müdahale durumunda ise Türkiye harekâta sadece lojistik destek ve insani yardım konusunda destek vermelidir.

Türkiye’deki sığınmacı sayısının artışını yavaşlatabilmek amacıyla, Suriye 
toprakları içinde oluşturulacak kamplarda barınma imkânları oluşturulabilmesi 
için BM’nin harekete geçirilmesine yönelik girişimler sürdürülmelidir. 

Esed rejiminin elindeki füze sistemleri ve kimyasal silahlar ile Türkiye’nin 
orta ve uzun menzilli hava savunma füze sistemlerindeki hassasiyet dikkate 
alınarak Patriot füzelerinin NATO’dan talep edilmesi ve Türkiye’de konuşlandırılması gerekmektedir.

Türkiye’deki sığınmacıların kaldığı konteynerkent ve çadırkentlerde güvenlik 
denetimi sıkı tutulmalı, kamplarda sürekli asayiş sağlanmalıdır. Türkiye, sığınmacıların bulunduğu illerin sınırlarındaki denetimi artırmalı, Esed rejimine 
bağlı istihbarat unsurlarının kamplara girmesini engellemeye yönelik tedbirler 
almalıdır.

Türkiye, PKK/KCK terör örgütü ve PYD’nin Suriye’nin kuzeydoğusundaki 
faaliyetlerini teyakkuzla takip etmeli ancak Suriyeli Kürtleri karşısına almamalıdır. 

Ankara Suriye’nin toprak bütünlüğü yanında Suriyeli Kürtlerin demokratik 
hak ve özgürlük taleplerini ve muhalefette temsilini desteklemelidir. 
Türkiye, Suriyeli Kürtler ile iyi ilişkiler içinde olmalıdır.

Türkiye, Suriye muhalefetinin birleştirilmesine yönelik girişimleri desteklemeli, 
Doha Kongresi’nde kurulan Suriye Devrimi ve Muhalefet Güçleri Ulusal 
Koalisyonu’nun diplomatik etkinliğine katkıda bulunmalıdır. 

Türkiye, kriz sürecinde altyapı sistemleri ve kamu kurumları tahrip olan Suriye’nin yeniden inşasına odaklanmalı, enerjisini bu doğrultuda sarf etmelidir.


BİLGE ADAMLAR KURULU ÜYELERİ  ÖZGEÇMİŞLERİ


Salim DERVİŞOĞLU, Oramiral (E), Deniz Kuvvetleri Eski Komutanı
Bilge Adamlar Kurulu Başkanı

Salim Dervişoğlu, 1936’da İzmit’te doğdu. 1957 yılında Deniz Harp Okulu’ndan asteğmen rütbesi ile mezunoldu. Deniz Kuvvetlerinin çeşitli deniz ve kara hizmetlerinde bulundu. 1965-1967 yıllarında DenizHarp Akademisi öğreniminden sonra Kurmay Binbaşı olarak Sultanhisar Gemisi ve bilahare Gayret Muhribi
Komutanlığı yaptı. 1972-1973 yıllarında ABD’de İşletme alanında yüksek lisans yaparak yüksek işletmemühendisi oldu. 1974-1977 yıllarında Brüksel’deki NATO karargâhında görev yaptı. 1977-1979 yıllarında
3. Muhrip Filotillası komodorluğundan sonra çeşitli kara görevlerinde bulundu.
30 Ağustos 1981 yılında tuğamiral oldu. Deniz Kuvvetleri Personel ve Lojistik başkanlığı, Çıkarma Filosu,Hücumbot Filosu, Harp Filosu komutanlıkları yaptı. Dervişoğlu ayrıca Deniz Harp Akademisi Komutanlığıve Genelkurmay İstihbarat Daire Başkanlığı görevlerini yürüttü. İtalya’da (Napoli) da 2 yıl boyunca NATO
görevlerinde bulundu. Dervişoğlu, Koramiral olarak Milli Güvenlik Kurulu Genel Sekreter Yardımcılığı,Deniz Kuvvetleri Kurmay Başkanlığı, Kuzey Deniz Saha Komutanlığı görevlerini yürüttü. Oramiral olarak1995-1997 yıllarında Donanma Komutanlığı yaptı ve 1997-1999 yıllarında Deniz Kuvvetleri Komutanlığı
yaparak emekli oldu. Bayan Türkan Dervişoğlu ile evli olan Dervişoğlu’nun Mehmet ve Ahmet adlarında 2 oğlu vardır. Dervişoğlu, İngilizce ve Fransızca bilmektedir.


İlter TÜRKMEN, Dışişleri Eski Bakanı
Bilge Adamlar Kurulu Başkan Yardımcısı


İlter Türkmen 1927 yılında İstanbul’da doğdu. Galatasaray Lisesi’ni bitirdi ve Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’nden mezun oldu. Türkmen, 1949 yılında Dışişleri Bakanlığı’na girdi. İlter Türkmen, 1961-64 yılları arasında Washington Büyükelçiliğinde Müsteşar, 1964-68 yılları arasında Dışişleri Bakanlığında Genel Müdür ve Genel Sekreter Yardımcısı olarak görev yapmıştır. 1968-72 yıllarında Atina Büyükelçiliği görevini yürüten Türkmen, 1972-75 yılları arasında Türkiye’nin Birleşmiş Milletler nezdindeki Daimî Temsilcisi olmuştur. 1979-80 yıllarında Birleşmiş Milletler Teşkilatında Genel Sekreter Yardımcısı, 1980-83 yıllarında ise Dışişleri Bakanı olmuştur. 1984-88 yılları arasında tekrar Birleşmiş Milletler nezdinde Daimî Temsilci olarak görev alan Türkmen, 1988-91 yıllarında Paris Büyükelçiliğine getirilmiştir. Türkmen, 1991-96 yılları arasında Birleşmiş Milletler teşkilatında Genel Sekreter Yardımcısı ve Filistin Mültecilerine Yardım Örgütü Genel Komiseri görevlerini yürütmüştür.

İlter Türkmen, Bilge Adamlar Kurulu Başkan Yardımcılığının yanında OBİV Dış ve Savunma Politikası Grubu Başkanlığını da yürütmektedir.

Sami SELÇUK, Prof. Dr., Yargıtay Eski Başkanı
Bilge Adamlar Kurulu Başkan Yardımcısı

1937’de Konya-Taşkent’te doğmuştur. 1955’te Konya Lisesi’ni ve 1959’da Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesini bitirmiştir. Ankara yargıç adayı olarak mesleğe başlayan Selçuk, sırasıyla Sütçüler, Akşehir, Yenice ve 1972’den sonra Yargıtay Cumhuriyet Savcılığı görevlerinde bulunmuştur. 21.09.1982 tarihinde Yargıtay Üyeliğine seçilen Selçuk, Yargıtay Büyük Genel Kurulunca, 10.07.1990 tarihinde ilk kez, 13.07.1994 tarihinde ikinci kez, 13.07.1998 tarihinde üçüncü kez Yargıtay Dördüncü Ceza Dairesi Başkanlığına seçilmiştir.

Fransızca ve İtalyanca bilen Selçuk, Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesinde doktora yapmış, 1986 yılında doçent olmuştur. Selçuk’un kitap ve çeviri çalışmalarının yanında yerli ve yabancı dergiler ile günlük basında yayımlanmış Türkçe ve yabancı dilde; hukuk, dil, laiklik ve Atatürkçülük konularında makale ve denemeleri vardır.

Yargıtay Büyük Genel Kurulunca 07.07.1999 tarihinde Yargıtay Birinci Başkanlığına seçilen Doç. Dr. Sami Selçuk bu görevden 15.06.2002 tarihinde yasal yaş sınırı nedeniyle emekliye ayrılmıştır. Emekliye ayrıldıktan sonra Bilkent Üniversitesi Hukuk Fakültesinin öğretim üyeleri kadrosuna dâhil olmuştur ve Ceza Hukuku Anabilim Dalı Başkanlığına seçilmiştir. Selçuk, Fakültede Ceza Hukuku ve Ceza Usul Hukuku dersleri vermektedir.


Kutlu AKTAŞ, İçişleri Eski Bakanı, Vali (E)
Bilge Adamlar Kurulu Üyesi


Kutlu Aktaş, 1962 yılında Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’nden mezun olmuştur. Mezuniyetini müteakip 30 Temmuz 1962 tarihinde atandığı Çankırı Maiyet Memurluğunda Yumurtalık ve Küre Kaymakam Vekilliklerinde görevlendirilip staj süresini doldurmuş, Kaymakamlık kursu ile Türkiye ve Orta
Doğu Amme İdaresi Enstitüsü’ünü (TODAİE) bitirdikten sonra 1964’te Darende Kaymakamlığına atanmıştır.
30 Eylül 1967 tarihinde Yahyalı, 30 Nisan 1970 tarihinde Çüngüş, 31 Temmuz 1972 tarihinde Bozcaada, 1976 tarihinde Simav Kaymakamlıklarına atanan Aktaş, 3 Ağustos 1976 tarihinde Mülkiye Müfettişliğine, 20 Ağustos 1976 tarihinde 1. sınıf Mülkiye Müfettişliğine, 4 Şubat 1977 tarihinde Mülkiye Başmüfettişliğine, 28 Mart 1979 tarihinde de Mülkiye Müşavirliğine atanmıştır. Kutlu Aktaş, 26 Haziran 1981 tarihinde Ağrı Valiliğine, 22 Aralık 1986 tarihinde Malatya Valiliğine, 21 Nisan 1990 tarihinde İzmir Valiliğine ve 15 Temmuz 1997›de ise İstanbul Valiliğine atanmıştır. Aktaş, 5 Ağustos 1998-11 Ocak 1999 tarihleri arasında İçişleri Bakanı olarak görev yapmıştır.


Özdem SANBERK, Büyükelçi (E)
Bilge Adamlar Kurulu Üyesi

Galatasaray Lisesi ve İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi mezunu olan Özdem Sanberk, Dışişleri Bakanlığı memuru olarak Madrid, Amman, Bonn ve Paris Büyükelçiliklerinde ve İktisadi İşbirliği ve Gelişme Teşkilatı (OECD) ve Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür Örgütü (UNESCO) Daimi Temsilciliklerinde
çeşitli derecelerde görevde bulunduktan sonra, 1985-1987 yılları arasında dönemin Başbakanı Turgut Özal’ın dış politika danışmanlığını yapmıştır.

1987-1991 yılları arasında Avrupa Topluluğu nezdinde Büyükelçi Daimi Temsilci, 1991-1995 yıllarında arasında Dışişleri Müsteşarı ve 1995-2000 yılları arasında da Londra Büyükelçisi olarak görev yapmıştır.

2000 yılında emekliye ayrılan Sanberk, 2003 Eylül ayına kadar Türkiye Ekonomik Sosyal Etütler Vakfı (TESEV) Direktörlüğü görevinde bulunmuştur. Sanberk 2011’de, İsrail’in Mavi Marmara gemisine yaptığı saldırıyı müteakiben Birleşmiş Milletler’in yürüttüğü soruşturma sürecinde oluşturulan Palmer
Komisyonu’nda Türkiye’yi temsilen yer almıştır. Sanberk, Kadir Has Üniversitesi Mütevelli Heyeti üyesidir. Özdem Sanberk, Sumru Sanberk ile evli olup Nazlı Sanberk’in babasıdır.


Sönmez KÖKSAL, Büyükelçi (E)
Bilge Adamlar Kurulu Üyesi

Sönmez Köksal, 8 Mart 1940 İzmir’de doğdu. Köksal, Saint Joseph Lisesi ve Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’nden mezun oldu. Köksal, 1963 yılında Dışişleri Bakanlığı’na girdi. Birleşmiş Milletler Cenevre Ofisi nezdindeki Türkiye Daimi Temsilciliğinde, Dışişleri Bakanlığı Uluslararası Ekonomik Sorunlar
Dairesinde Şube Müdürü, Burgaz’da Başkonsolos, Paris Büyük elçiliğinde Müsteşar, Siyaset Planlama Dairesi ve Orta Doğu ve Afrika Dairelerinde Başkanlık görevlerinde bulundu.

1980’de Avrupa Ekonomik Topluluğu nezdindeki Türkiye Daimi Temsilci yardımcılığına atandı. 1983’de Çok Taraflı Ekonomik İlişkiler Genel Müdür Yardımcılığını üstlendi. 1986 yılında Bağdat Büyükelçiliği’ne atandı. 1990’da Avrupa Konseyi nezdindeki Türkiye Daimi Temsilciliği görevini üstlendi. Türkiye’nin dönem başkanlığına rastlayan 1992 Nisan-Eylül ayları arasında 6 ay süre ile Avrupa Konseyi Bakan Delegeleri Komitesi’ne başkanlık yaptı. Köksal, 1992 Ekim ayında Milli İstihbarat Teşkilatı Müsteşarı oldu. 1998 Şubat ayında Paris Büyükelçiliği’ne atandı. 1 Ağustos 2002 tarihinde kendi isteği üzerine emekli oldu.

Sönmez Köksal, 2002-2006 döneminde Işık Üniversitesi’nde öğretim görevlisi olarak bulundu ve İstanbul Ticaret Üniversitesi Mütevelli Heyeti Başkanı görevini üstlendi.


Güner ÖZTEK, Büyükelçi (E)
Bilge Adamlar Kurulu Üyesi

Güner Öztek 1935 yılında Çankırı’da doğdu. 1955 yılında St. Joseph Lisesi’nden mezun oldu. 1959 yılında Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’nden mezun oldu. Güner Öztek, 1959-1960 tarihleri arasında Dışişleri Bakanlığı Genel Sekreterliği Özel Kaleminde Ataşe, 1961-1963 tarihleri arasında Dışişleri Bakanlığı Özel Kalem Müdürlüğünde 3’ncü Kâtip, 1963-1966 tarihleri arasında Paris Büyükelçiliğinde 3’ncü ve 2’nci Kâtip ve 1966-1969 tarihleri arasında Dakar Büyük elçiliğinde 2’nci Kâtip ve Başkâtip olarak görev yapmıştır. Öztek, 1969-1971 tarihleri arasında Dışişleri Bakanlığı Özel Kalem Müdürlüğünde Başkâtip, 1971-1972 tarihleri arasında Başbakanlık Özel Kalem Müdürü, 1972-1976 tarihleri arasında Londra Büyükelçiliği Müsteşarı, 1976-1978 tarihleri arasında Uluslararası Kuruluşlar Genel Müdür Yardımcılığı, Elçi, Genel Müdür Yardımcısı, 1978-1982 tarihleri arasında Moskova Büyükelçiliği Birinci Müsteşarı ve 1982-1986 tarihleri arasında İkili Siyasi İşler Genel Müdür Yardımcısı görevlerinde bulunmuştur.

Güner Öztek, 1986-1991 tarihleri arasında Kuveyt Büyükelçisi, 1992-1995 tarihleri arasında Dışişleri Müsteşar İdari İşler Yardımcısı, 1995-1999 tarihleri arasında Belçika Krallığı nezdinde T.C. Büyükelçisi ve Batı Avrupa Birliği nezdinde Daimi Temsilci olarak görev yapmıştır. Güner Öztek, 1 Ocak 2001’den itibaren Ortadoğu ve Balkan İncelemeleri Vakfı Yönetim Kurulu Başkanı ve Direktörü olarak görev yapmaktadır. Öztek, Fransızca ve İngilizce bilmektedir.


Necdet TİMUR, Orgeneral (E)
Bilge Adamlar Kurulu Üyesi

1937 yılında Şanlıurfa’nın Siverek ilçesinde doğmuştur. 1958 yılında Kara Harp Okulu’ndan, 1960 yılında Muhabere Okulu’ndan mezun olmuştur. Timur, 1968 yılında Kara Harp Akademisi’nden mezun olmuş, ardından Kurmay Subay olarak, 1’nci Ordu Muhabere İşletme Bölük Komutanlığı, 2’nci Zırhlı Tugay Harekât Eğitim Şube Müdürlüğü, Kara Harp Akademisi Öğretim Üyeliği, 1’nci Ordu Genel Sekreterliği Harekât Subaylığı, Kıbrıs Türk Barış Kuvvetleri Harekât Eğitim Şube Müdürlüğü, Paris Kara Ataşeliği, 3’ncü Ordu Plan ve Harekât Şube Müdürlüğü ve Işıklar Askeri Lisesi Komutanlığı görevlerini yürütmüştür.

Necdet Timur, 1983 yılında tuğgeneralliğe, 1987 yılında tümgeneralliğe terfi etmiştir. Timur, tümgeneral rütbesi ile Genelkurmay Muhabere Elektronik ve Bilgi Sistemleri Başkanlığı, Zırhlı Birlikler Okulu ve Eğitim Tümen Komutanlığı görevlerini yürütmüştür.

1991 yılında korgeneralliğe terfi ederek Genelkurmay Muhabere Elektronik ve Bilgi Sistemleri Başkanlığı, 2’nci Kolordu Komutanlığı ve Harp Akademileri Komutan Yardımcılığı ve Milli Güvenlik Kurulu Genel Sekreterliği Başyardımcılığı görevlerinde bulunduktan sonra 1997 yılında orgeneralliğe terfi etmiştir.

Bu rütbede Kara Kuvvetleri Kurmay Başkanlığı görevini müteakip 1’nci Ordu Komutanlığı’na atanmıştır.

Fransızca bilen emekli Orgeneral Necdet Yılmaz Timur, Bayan Nezih Timur ile evlidir ve 1 çocuk sahibidir.

Oktar ATAMAN, Orgeneral (E)
Bilge Adamlar Kurulu Üyesi

Oktar Ataman 1939’da İstanbul’da doğmuştur. 1961 yılında Kara Harp Okulu’ndan topçu subayı olarak mezun olmuş, 1966-1968 yılları arasında Kore Cumhuriyeti’nde Askeri Ataşe Yardımcısı ve Birleşmiş Milletler nezdinde İrtibat Subayı görevlerinde bulunmuş ve 1975 yılında Kara Harp Akademisi’ni bitirerek
Genelkurmay Plan Harekât Daire Başkanlığı’na proje subayı olarak atanmıştır. 1977’de İngiliz Kraliyet Kara Kurmay Koleji’ne seçilen Ataman, mezuniyetini müteakip Kara Harp Akademisi’nde üç yıl öğretim üyesi olarak, 1980-1983 yıllarında ise Belçika’da SHAPE Karargâhı Plan ve Prensipler Başkanlığı’nda
karargâh subayı olarak görev yapmıştır. 1988’de tuğgeneral rütbesine terfi eden ve Genelkurmay Başkanlığı Plan Harekât Daire Başkanı olarak görev yapmaya başlayan Ataman 1992’de tümgeneralliğe terfi ederek Genelkurmay Başkanlığı Strateji ve Kuvvet Planlama Daire Başkanlığı’na atanmıştır.

Orgeneral Ataman, 1997’de korgeneral rütbesine terfi etmiş ve Genelkurmay Başkanlığı Harekât Başkanlığı’na atanmıştır. Eylül 1998’den itibaren NATO Askeri Komitesi nezdinde Türk Askeri Temsil Heyeti Başkanı olarak görev yapan Orgeneral Ataman, 2000-2001 yıllarında 6’ncı Kolordu Komutanı olarak
görev yapmıştır. 2001’de NATO Güneydoğu Avrupa Müşterek Kuvvetler Komutanlığı görevini devralan Ataman aynı yıl içinde orgeneralliğe terfi etmiştir. Türk Silahlı Kuvvetleri Üstün Hizmet Madalyası ile taltif edilen Orgeneral Ataman, Bayan Nedret Ataman ile evli olup bir kız ve bir erkek çocuğu babasıdır.

Sabahattin ERGİN, Koramiral (E) Bilge Adamlar Kurulu Üyesi

Emekli Koramiral Sabahattin Ergin 1926’da İstanbul’da doğmuştur. 1935 yılında İstanbul Belediye Konservatuarı piyano bölümüne devam ederek başladığı müzik yaşamını çeşitlendirerek sürdürmüştür. Sabahattin Ergin, 1983 yılında İstanbul Teknik Üniversitesi Türk Müziği Devlet Konservatuarı’nda sanatçı ve öğretim üyesi olmuştur. Ergin, İ.T.Ü. Türk Müziği Devlet Konservatuarı’nda lisans, Sosyal Bilimler Enstitüsü’nde yüksek lisans, sanatta yeterlik ve doktora programlarında Müzik Pedagojisi, Müzik Eğitimi Felsefesi, Çağdaş Müzik Eğitimi Yöntemleri ve Mukayeseli Müzik Tarihi gibi dersleri Türkçe ve İngilizce olarak vermiştir.

İ.T.Ü. dışında, Türk Mûsıkîsi Vakfı, Anadolu Bilim ve Teknoloji Stratejileri Araştırma Enstitüsü ve diğer bazı kültürel ve bilimsel dernek ve kurumlarda, kurucu, yönetim kurulu başkanlığı ve kurucu üyelikler de yapmıştır.

42 yıl süren bir askerlik hizmetinde bulunan Ergin, Atatürkçülük ve jeopolitik konuları üzerinde çalışmalar yapmakta olup, meşgul olduğu çeşitli alanlarda ulusal ve uluslararası bilimsel etkinliklere; konuşmacı, bildiri sunucu ve panelist olarak katılmaktadır. İlgilendiği konular üzerine kaleme aldığı bazı çalışmaları
kitap, makale ve tebliğ olarak basılmıştır.

Nur VERGİN, Prof. Dr.
Bilge Adamlar Kurulu Üyesi

Nur Vergin, 1941’de İstanbul’da doğdu. Çocukluğunu ve gençliğini yurt dışında geçirdi. Paris-Sorbonne Üniversitesi’nde Sosyoloji lisans ve yüksek programlarını tamamladıktan sonra aynı üniversitede Sosyoloji Doktoru unvanını aldı. 1973’te Türkiye’ye dönüp İstanbul Üniversitesi’nde göreve başladı.

Nur Vergin Bilkent Üniversitesi ve Marmara Üniversitesi’nde öğretim üyeliği görevinde bulundu. Vergin, İstanbul Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’nden emekli olmuştur.

Çeşitli uluslararası Sosyal Bilimler Derneklerine üye olan ve siyaset, kimlik ve din sosyolojisi üzerine çalışan Vergin’in, Industrialisation et Changement Social en Milieu Rural (1976), Türkiye’ye Tanık Olmak (1998), Din, Toplum ve Siyasal Sistem (2000) ve Siyaset Sosyolojisi: Kavramlar, Tanımlar ve Yaklaşımlar
(2008) başlıklı kitapları yayımlanmıştır.

Orhan GÜVENEN, Prof. Dr. Bilge Adamlar Kurulu Üyesi

1973 yılında OECD İstatistik Danışmanı olarak iş hayatına başlayan Prof. Dr. Orhan Güvenen, 1976 yılında Paris-Sorbonne Üniversitesi (EPHE) Öğretim Üyesi, 1977-1984 yıllarında Ecole des Hautes Etudes en Sciences Sociales’de Öğretim Üyesi, 1979-1988 yıllarında Paris Üniversitesi Araştırma Direktörü ve
Ekonometri Profesörü olarak çalışmıştır. Prof. Dr. Güvenen, 1988-1994 yıllarında T.C. Başbakanlık Devlet İstatistik Enstitüsü Başkanlığı görevine atanmıştır.

1995-1997 yıllarında Büyükelçi olarak İktisadi İşbirliği ve Gelişme Teşkilatı (OECD) Nezdinde Türkiye Daimi Temsilcisi olarak görev yapan Prof. Dr. Güvenen, 1996 yılında ABD, Case Western Reserve Univ., “Systems Engineering Department” bölümünde Misafir Profesör olarak görev yapmıştır. 1997-1999 yıllarında T.C. Başbakanlık Devlet Planlama Teşkilatı Müsteşarı ve 1997-2000 yıllarında Büyükelçi ve Başbakan Başmüşavirliği görevlerine getirilmiştir. Güvenen, 2002 yılında UNESCO Yönetim Kurulu Türkiye Temsilcisi ve Avrupa Konseyi Kalkınma Bankası Yönetim Kurulu Başkanlığı görevini üstlenmiştir.
Milli Güvenlik Akademisi’nde Uluslararası Ekonomi Profesörü ve Paris Üniversitesi’nde Misafir Profesör olarak görev yapan Güvenen, 1988 yılında “Dünya Sistemleri, Ekonomileri ve Stratejik Araştırmalar Enstitüsü”nü kurmuş ve halen adı geçen Enstitü’de Ekonometri ve Uluslararası Ekonomi Profesörü ve Başkan olarak görevine devam etmektedir. Ayrıca, Ağustos 2000’den itibaren, Bilkent Üniversitesi Uygulamalı Yabancı Diller Muhasebe Bilgi Sistemleri Bölüm Başkanlığı görevini sürdürmektedir.


Ali KARAOSMANOĞLU, Prof. Dr.
Bilge Adamlar Kurulu Üyesi


Uluslararası Hukuk doktorasını Lozan Üniversitesi’nden almış olan Prof. Karaosmanoğlu, Stanford Üniversitesi Hoover Institution’da, NATO’da, Lahey Uluslararası Hukuk Akademisi’nde ve Princeton Üniversitesi’nde araştırma bursları kazanmış ve misafir öğretim üyesi olarak bulunmuştur. Bilkent
Üniversitesi’ne katılmadan önce Boğaziçi Üniversitesi ve ODTÜ’de öğretim üyeliği yapan Prof. Karaosmanoğlu, Türk dış politikası, strateji ve güvenlik politikaları konularında çalışmalar yapmaktadır.

Yayınları arasında Les actions Militaires coercitives et non coercitives des Nations Unies (Droz); İç Çatışmaların Çözümü ve Uluslararası Örgütler (Boğaziçi Üniversitesi); Middle East, Turkey and the Atlantic Alliance (Dış Politika Enstitüsü, Editör); The Europeanization of Turkey’s Security Policy (Dış Politika
Enstitüsü, editör) başlıklı kitapları ve Foreign Affairs, Politique Etrangère, International Defense Review, Europa Archiv, Security Dialogue ve Journal of International Affairs gibi dergilerde basılmış makaleleri bulunmaktadır. Prof. Karaosmanoğlu, Avrupa Bilim ve Sanat Akademisi üyesidir.

Bilkent Üniversitesi Uluslararası İlişkiler bölümünden 2010 yılında emekli olan Karaosmanoğlu, İhsan Doğramacı Vakfı’na bağlı Dış Politika ve Barış Araştırmaları Merkezi’nin başkanıdır.

İlter TURAN, Prof. Dr.
Bilge Adamlar Kurulu Üyesi

1941 yılında İstanbul’da doğmuştur. Orta öğrenimini Türkiye ve Amerika Birleşik Devletleri’nde tamamlamıştır.

1962 yılında Oberlin Koleji’nden (ABD) Siyasal Bilimler Lisansı, 1964 yılında Columbia Üniversitesi’nden Siyasal Bilimler Yüksek Lisansı almıştır. Aynı yıl İstanbul Üniversitesi, İktisat Fakültesi, Siyaset İlmi Kürsüsü’ne asistan olarak girmiştir. Aynı kürsüde 1966 yılında Doktor, 1970 yılında Doçent, 1976 yılında da Profesör olmuştur.

1984 yılında İstanbul Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’ne intisap etmiş, 1991 yılında aynı fakültede yeni kurulan Uluslararası İlişkiler Kürsüsü Başkanlığı’nı üstlenmiştir. 1993 yılında İstanbul Üniversitesi’ndeki
görevinden ayrılmış ve Koç Üniversitesi İdari Bilimler ve İktisat Fakültesi’nde Siyasal Bilimler Profesörü olarak görev almıştır. Ekim 1998-2001 yılları arasında İstanbul Bilgi Üniversitesi’nin Rektörlük görevini üstlenmiştir. Hâlihazırda aynı üniversitenin Uluslararası İlişkiler Bölümü öğretim üyesidir.

Prof. Dr. İlter Turan’ın Mukayeseli Siyaset, Türk Siyasal Hayatı, Siyasal Davranış, Siyasal Kültür, Uluslararası İlişkiler ve Dış Politika konularında yayımlanmış İngilizce ve Türkçe kitap ve makaleleri bulunmaktadır.

Akademik mesleğine ek olarak muhtelif şirket ve vakıf yönetim kurullarında görev yapmakta, Dünya Gazetesi’nde haftalık yazılar yazmaktadır.

Ahmet Çelik KURTOĞLU, Prof. Dr. Bilge Adamlar Kurulu Üyesi

Ahmet Çelik Kurtoğlu 1942’de Ankara’da doğdu. Kurtoğlu, 1965 yılında Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’nden mezun oldu. İngiltere’de Cambridge Üniversitesi’nden lisansüstü derecesini alan Kurtoğlu, ABD’de Yale Üniversitesi ’nde doktora sonrası çalışmalar yaptı. Kurtoğlu, İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi’nde İktisat Profesörlüğü görevinden 1995 yılında emekliliğe ayrıldı ve 1997-2006 yıları arasında Galatasaray Üniversitesi’nde ders verdi.

Çelik Kurtoğlu, öğretim üyeliği yanında 1978-82 yılları arasında Dışişleri Bakanlığı’na uluslararası ekonomi politikaları konusunda Danışmanlık yapmıştır. 1987-1995 yılları arasında İstanbul’da bulunan Dış Ekonomik İlişkiler Kurulu’nun (DEİK) Direktörü olarak görev yapan Çelik Kurtoğlu, 1998 yılında Kurdoğlu
Danışmanlık A.Ş.’yi 2002 yılında ise “iyi şirket” Danışmanlık A.Ş.’yi kurmuştur. Kurtoğlu, halen bu iki şirket kanalı ile yatırım bankacılığı ve kurumsal yönetim konularında bilgi ve tecrübelerini paylaşmaktadır.

Çelik Kurtoğlu, DEİK Yönetim Kurulu Üyesi, Karadeniz Ekonomik İşbirliği İş Konseyi Yönetim Kurulu Üyesi, TEMA Yönetim Kurulu Başkanı, Tekfenbank Yönetim Kurulu Üyesi, Avrupa Sanayiciler Yuvarlak Masası (ERT) “Asosiye Üyesi” dir.


Ersin ONULDURAN, Prof. Dr. Bilge Adamlar Kurulu Üyesi

Ersin Onulduran, 1945 yılında Bandırma’da doğdu. Lisans eğitimini Claremont Men’s College’de Siyaset Bilimi dalında, Yüksek Lisans eğitimini California State University’de Uluslararası İlişkiler bilimi dalında tamamladı. Doktora eğitimini University of Southern California’da Siyaset Bilimi alanında yaptı. 1973
yılında Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde araştırma görevlisi olarak göreve başladı. Aynı fakültede 1983’de Doçent, 1989’da Profesör oldu.
Onulduran, Ankara Üniversitesi’nde Uluslararası İlişkiler Bölümü öğretim üyeliği ve Uluslararası İlişkiler Bölümü Başkanlığı görevlerini yürüttü. Aynı zamanda Üniversitede Yabancı Diller Yüksekokulu Müdürü olarak görev yaptı. Ersin Onulduran 1986-2010 yılları arasında Türkiye-ABD Kültürel Mübadele Komisyonu
(Fulbright Eğitim Komisyonu) Genel Sekreteri görevini yürüttü. Prof. Dr. Ersin Onulduran 2012 yılında Ankara Üniversitesi’nden emekli oldu. Onulduran, evli ve bir çocuk babasıdır.

BİLGESAM YAYINLARI

Kitaplar

Çin Yeni Süper Güç Olabilecek mi? Güç, Enerji ve Güvenlik Boyutları
(Ed.) Doç. Dr. Atilla SANDIKLI

Değişen Dünyada Türkiye’nin Stratejisi
Doç. Dr. Atilla SANDIKLI

Türkiye’nin Bugünü ve Yarını
E. Bakan-Büyükelçi İlter TÜRKMEN

Türkiye Cumhuriyeti’nin Ortadoğu Politikası
E. Bakan-Büyükelçi İlter TÜRKMEN

Türkiye’nin Vizyonu: Temel Sorunlar ve Çözüm Önerileri
(Ed.) Doç. Dr. Atilla SANDIKLI

İleri Teknolojiler Çalıştayı ve Sergisi (İTÇ 2010) Bildiri Kitabı
Prof. Dr. M. Oktay ALNIAK

IV. Ulusal Hidrojen Enerjisi Kongresi ve Sergisi Bildiri Kitabı
Prof. Dr. M. Oktay ALNIAK

Özgür, Demokratik ve Güvenli Seçim
Kasım ESEN, Özdemir AKBAL

Terörle Mücadele Stratejisi
Bilge Adamlar Kurulu Raporu
Hazırlayan: Doç. Dr. Atilla SANDIKLI

Türkiye’de Kürtler ve Toplumsal Algılar
Dr. Mehmet Sadi BİLGİÇ
Dr. Salih AKYÜREK

Teoriler Işığında Güvenlik, Savaş, Barış ve Çatışma Çözümleri
(Ed.) Doç. Dr. Atilla SANDIKLI


Raporlar

Rapor 1: Küresel Gelişmeler ve Uluslararası Sistemin Özellikleri
Prof. Dr. Ali KARAOSMANOĞLU

Rapor 2: Değişen Güvenlik Anlayışları ve Türkiye’nin Güvenlik Stratejisi
Doç. Dr. Atilla SANDIKLI

Rapor 3: Avrupa Birliği ve Türkiye
E. Büyükelçi Özdem SANBERK

Rapor 4: Yakın Dönem Türk-Amerikan İlişkileri
Prof. Dr. Ersin ONULDURAN

Rapor 5: Türk-Rus İlişkileri Sorunlar-Fırsatlar
Prof. Dr. İlter TURAN

Rapor 6: Irak’ın Kuzeyindeki Gelişmelerin Türkiye’ye Etkileri
E. Büyükelçi Sönmez KÖKSAL

Rapor 7: Küreselleşen Dünyada Türkiye ve Demokratikleşme
Prof. Dr. Fuat KEYMAN

Rapor 8: Türkiye’de Bağımsızlık ve Milliyetçilik Anlayışı
Doç. Dr. Ayşegül AYDINGÜN

Rapor 9: Laiklik, Türkiye’deki Uygulamaları Avrupa ile Kıyaslamalar Politika Önerileri
Prof. Dr. Hakan YILMAZ

Rapor 10: Yargının İyileştirilmesi/Düzeltilmesi
Prof. Dr. Sami SELÇUK

Rapor 11: Yeni Anayasa Türkiye’nin Bitmeyen Senfonisi
Prof. Dr. Zühtü ARSLAN

Rapor 12: Türkiye’nin 2013 Yılı Teknik Vizyonu
Prof. Dr. M. Oktay ALNIAK

Rapor 13: Türkiye-Ortadoğu İlişkileri
E. Büyükelçi Güner ÖZTEK

Rapor 14: Balkanlarda Siyasi İstikrar ve Geleceği
Prof. Dr. Hasret ÇOMAK, Doç. Dr. İrfan Kaya ÜLGER

Rapor 15: Uluslararası Politikalar Ekseninde Kafkasya
Yrd. Doç. Dr. Fatih ÖZBAY

Rapor 16: Afrika Vizyon Belgesi
Hasan ÖZTÜRK

Rapor 17: Terör ve Terörle Mücadele
M. Sadi BİLGİÇ

Rapor 18: Küresel Isınma ve Türkiye’ye Etkileri
Doç. Dr. İrfan Kaya ÜLGER

Rapor 19: Güneydoğu Sorununun Sosyolojik Analizi
M. Sadi BİLGİÇ, Dr. Salih AKYÜREK
Doç. Dr. Mazhar BAĞLI, Müstecep DİLBER, Onur OKYAR

Rapor 20: Kürt Sorununun Çözümü İçin Demokratikleşme, Siyasi ve Sosyal Dayanışma Açılımı
E. Büyükelçi Özdem SANBERK

Rapor 21: Türk Dış Politikasının Bölgeselleşmesi
E. Büyükelçi Özdem SANBERK

Rapor 22: Alevi Açılımı, Türkiye’de Demokrasinin Derinleşmesi
Doç. Dr. Bekir GÜNAY, Gökhan TÜRK

Rapor 23: Cumhuriyet, Çağcıl Demokrasi ve Türkiye’nin Dönüşümü
Prof. Dr. Sami SELÇUK

Rapor 24: Zorunlu Askerlik ve Profesyonel Ordu
Dr. Salih AKYÜREK

Rapor 25: Türkiye-Ermenistan İlişkileri
Bilge Adamlar Kurulu Raporu
Yrd. Doç. Dr. Fatih ÖZBAY

Rapor 26: Kürtler ve Zazalar Ne Düşünüyor? Ortak Değer ve Sembollere Bakış
Dr. Salih AKYÜREK

Rapor 27: Jeopolitik ve Türkiye: Riskler ve Fırsatlar
Doç. Dr. Atilla SANDIKLI

Rapor 28: Mısır’da Türkiye ve Türk Algısı
M. Sadi BİLGİÇ, Dr. Salih AKYÜREK

Rapor 29: ABD’nin Irak’tan Çekilmesi ve Türkiye’ye Etkileri
Doç. Dr. Cenap ÇAKMAK, Fadime Gözde ÇOLAK

Rapor 30: Demokratik Açılım ve Toplumsal Algılar
Bilge Adamlar Kurulu Raporu
Dr. Salih AKYÜREK

Rapor 31: Ortadoğu’da Devrimler ve Türkiye
Doç. Dr. Cenap ÇAKMAK, Mustafa YETİM, Fadime Gözde ÇOLAK

Rapor 32: Güvenli Seçim: Sorunlar ve Çözüm Önerileri
Kasım ESEN, Özdemir AKBAL

Rapor 33: Silahlı Kuvvetler ve Demokrasi
Prof. Dr. Ali L. KARAOSMANOĞLU

Rapor 34: Terör Önleme Birimleri
Kasım ESEN, Özdemir AKBAL

Rapor 35: İran, Şii Hilali ve Arap Baharı
Doç. Dr. Atilla SANDIKLI, Emin SALİHİ

Rapor 36: Yeni Anayasadan Toplumsal Beklentiler
BİLGESAM

Rapor 37: Etnik Çatışma Teorileri Işığında Dağlık Karabağ Sorunu
Yrd. Doç. Dr. Reha YILMAZ, Elnur İSMAYILOV

Rapor 38: Çağcıl Hukuk Sistemlerinde ve Türkiye’de Tutuklama
Bilge Adamlar Kurulu Raporu

Rapor 39: Afrika’da Türkiye ve Türk Algısı
BİLGESAM

Rapor 40: Kaos Senaryolarının Merkezinde İran
Doç. Dr. Atilla SANDIKLI, Bilgehan EMEKLİER

Rapor 41: Ermenistan’da Türkiye ve Türk Algısı
Dr. Salih AKYÜREK

Rapor 42: Yasa dışı Göç ve Türkiye
Bilge Adamlar Kurulu Raporu
Emine AKÇADAĞ

Rapor 43: Kırgızistan’da Türkiye ve Türk Algısı
Dr. Salih AKYÜREK

Rapor 44: Kazakistan’da Türkiye ve Türk Algısı
Dr. Salih AKYÜREK

Rapor 45: Çatışma Çözümü ve Türkiye’de Kürt Meselesi
Doç. Dr. Atilla SANDIKLI, Erdem KAYA

Rapor 46: Afganistan’ da Sivil Ölümleri
Dr. Salih AKYÜREK, Nursema KIBRIS, Dilara ÜNAL

Rapor 47: İran Nükleer Krizinin Türkiye’ye Olası Etkileri
Bilge Adamlar Kurulu Raporu
Doç. Dr. Atilla SANDIKLI, Bilgehan EMEKLİER

Rapor 48: Çağcıl Hukuk Sistemleri ve Türkiye’de İşkence
Erkam MALBELEĞİ

Rapor 49: Balkanlarda Türkiye ve Türk Algısı
Dr. M. Sadi BİLGİÇ, Dr. Salih AKYÜREK

Rapor 50: Suriye Sorunu ve Türk Dış Politikasına Toplumsal Bakış
Dr. Salih AKYÜREK, Prof. Dr. Cengiz YILMAZ

Rapor 51: Terörle Mücadelede Toplumsal Algılar
Dr. Salih AKYÜREK, Mehmet Ali YILMAZ
Demokratikleşme ve Sosyal Dayanışma Açılımı

Bilge Adamlar Kurulu Raporu
İleri Teknolojiler Çalıştayı ve Sergisi (İTÇ 2010) Sonuç Raporu

BİLGESAM
İleri Teknolojiler Çalıştayı ve Sergisi (İTÇ 2011) Sonuç Raporu

BİLGESAM

Dergiler

Bilge Strateji Dergisi Cilt 1, Sayı 1, Güz 2009
Bilge Strateji Dergisi Cilt 2, Sayı 2, Bahar 2010
Bilge Strateji Dergisi Cilt 2, Sayı 3, Güz 2010
Bilge Strateji Dergisi Cilt 3, Sayı 4, Bahar 2011
Bilge Strateji Dergisi Cilt 3, Sayı 5, Güz 2011
Bilge Strateji Dergisi Cilt 4, Sayı 6, Bahar 2012
Bilge Strateji Dergisi Cilt 4, Sayı 7, Güz 2012


Söyleşiler

Bilge Söyleşi-1: Türkiye-Azerbaycan İlişkileri
Doç. Dr. Atilla SANDIKLI ile Söyleşi
Elif KUTSAL

Bilge Söyleşi-2: Nabucco Projesi
Arzu Yorkan ile Söyleşi
Elif KUTSAL-Eren OKUR

Bilge Söyleşi-3: Nükleer İran
E. Bakan-Büyükelçi İlter TÜRKMEN ile Söyleşi
Elif KUTSAL

Bilge Söyleşi-4: Avrupa Birliği
Dr. Can BAYDAROL ile Söyleşi
Eren OKUR

Bilge Söyleşi-5: Anayasa Değişikliği
Doç. Dr. Atilla SANDIKLI ile Söyleşi
Merve Nur SÜRMELİ

Bilge Söyleşi-6: Son Dönem Türkiye-İsrail İlişkileri
E. Büyükelçi Özdem SANBERK ile Söyleşi
Merve Nur SÜRMELİ

Bilge Söyleşi-7: BM Yaptırımları ve İran
Doç. Dr. Abbas KARAAĞAÇLI ile Söyleşi
Sina KISACIK

Bilge Söyleşi-8: Füze Savunma Sistemleri ve Türkiye
Doç. Dr. Atilla SANDIKLI ile Söyleşi
Eren OKUR

Bilge Söyleşi-9: Gelişen ve Değişen Türk Deniz Kuvvetleri’nin Bugünü ve Yarını
E. Oramiral Salim DERVİŞOĞLU ile Söyleşi
Emine AKÇADAĞ

Bilge Söyleşi-10: Soru ve Cevaplarla Yeni Anayasa
Kasım ESEN ile Söyleşi
Özdemir AKBAL

Bilge Söyleşi-11: Türk Hava Kuvvetleri’nin Bugünü ve Yarını
E. Hv. Korgeneral Şadi ERGÜVENÇ ile Söyleşi
Emine AKÇADAĞ

Bilge Söyleşi-12: Arap Baharı Süreci, Mısır Seçimleri, Türkiye-Suriye Krizi
Doç. Dr. Atilla SANDIKLI ile Söyleşi
Ali SEMİN

Bilge Söyleşi-13: Esed Sonrası Suriye
Halit Hoca ile Söyleşi
Ali SEMİN & Tuğçe ERSOY ÖZTÜRK

KAYNAKÇA ;

“Ahrar El-Şam Tugayları”, Erişim tarihi: 15 Eylül 2012, http://www.ahraralsham.
com/?page=pages&id=3.

Akyürek, Salih ve Cengiz Yılmaz, Suriye Sorunu ve Türk Dış Politikasına 
Toplumsal Bakış. Ankara: BİLGESAM, 2012.

“Al-Watani Sury Ya-len Heykeliye El-Cedide” (Suriye Ulusal Konseyi Yeni 
Teşkilatını İlan Etti), Al Jazeera, 6 Kasım 2012, Erişim tarihi: 10 Kasım 
2012, http://www.aljazeera.net/news/pages/46fe127f-8c7c-433c-8ac4-
46c2a2b5ab66.

“Beşşar Esed’in 16.04.2011 tarihinde Yeni Hükümetin Kabine Toplantısında 
Yaptığı Konuşma Metni”, http://www.syria-news.com/readnews.php?sy_
seq=131477.

“Cevad El-Beşiti, El-Beşiti, Cevad, Surye Yu-hadr el-Tadahurat Be-Mucab 
Elgah El-Tawary”, (Suriye Gösterileri Olağanüstü Hali Kaldırarak Yasaklıyor), 
Middle East,18 Nisan 2011, Erişim tarihi: 25 Haziran 2011, http://www.
middle-east-online. com/?id=108817.

“El-Jamia El-Arabiye Taduu Le-Muatemar Hiwar Beynel El-Nidam-UL Sury 
wel-Muarada Hilal 15 Yawum” (Arap Birliği Suriye Rejimini ve Muhalefeti 
15 Gün İçerisinde Diyaloga Çağırdı), Radyo SAWA,16 Ekim 2011, Erişim 
tarihi: 15 Mart 2012, http://www.radiosawa.com/content/article/21379.html.

“El-Jeyshel Sury El-Hur” (Özgür Suriye Ordusu), Wikipedia, Erişim tarihi: 
15 Temmuz 2012, http://ar.wikipedia.org.

“El-Meclis El-Watany Kurdy Fi-Surye” (Suriye Kürt Ulusal Konseyi), Carnegie 
Middle East Center, 20 Haziran 2012, 20 Mayıs 2012, http://carnegie-
mec.org/publications/?fa=48504.

“El-Şami, Esad, Hel Neşhat Tahali Rusya An Nidam El-Sury” (Rusya’nın 
Suriye Rejiminden Vazgeçtiğini Görebilir miyiz?), 15 Temmuz 2007, 
Odabasham,10.07.2012,http://www.odabasham.net/show. php?sid=56448.

“Emir Katary Şeyh Hamed Le-Kanat CBS Yaktarih İrsal Kuwat El-Arabiye 
İla Surye” (Katar Emiri Şeyh Hamed, CBS Kanalında Arap Gücünün 
Suriye’ye Gönderilmesini Öneriyor), Jaridatak,10 Şubat 2012, Erişim tarihi: 
24 Şubat 2012, http://www.jaridatak.com/ChildPages/Political/elnashra/ 
Ar5324.htm.

“Esed Yakbal Estekalet El-Hukuma El-Suriye We Alef Yeddaherun Damen 
Lahu” (Esed Suriye Hükümetinin İstifasını Kabul Etti ve Binlerce Kişi 
Esed’e Destek İçin Gösteri Düzenledi), Al Arabiya, 29 Mart 2011, Erişim tarihi: 
12 Temmuz 2012, http://www.alarabiya.net/articles/2011/03/29/143407.
html.

Gordon, R. Michael, “Iran Supplying Syrian Military Via Iraqi Airspace”, 
4 Eylül 2012, Erişim tarihi: 29 Ekim 2012, http://www.nytimes.
com/2012/09/05/world/middleeast/iran-supplying-syrian-military-via-iraq-
airspace.html?pagewanted=all&_r=0.

Gündüz, Rahmi, “Baskı Artırılsın Çağrısı”, Anadolu Ajansı, 6 Temmuz 2012, 
Erişim tarihi: 10 Temmuz 2012, http://www.aa.com.tr/tr/dunya/62915---
quot-suriye-halkinin-dostlari-quot--toplandi.

“Heykeliye El- Meclis El-Watany El-Sury” (Suriye Ulusal Konseyi’nin 
Oluşumu), Syrian Council, Erişim tarihi: 15 Temmuz 2012, http://
ar.syriancouncil.org/structure.html.

“Interview With Syrian President Bashar al-Assad”, The Wall Street Journal, 
31 Ocak 2011, Erişim tarihi: 10 Ağustos 2012, 
http://online.wsj.com/news/articles/SB10001424052748703833204576114712441122894.

“Iran Confirms It Has Forces in Syria and Will Take Military Action If Pushed”, 
The Guardian, 16 Eylül 2012, Erişim tarihi: 8 Kasım 2012, 

http://www.theguardian.com/world/2012/sep/16/iran-middleeast.

“İtilaful-Muaraza El-Suryye Kad Yahdar El-İctima Al-Arabi” (Suriye Muhalefeti 
Koalisyonu Arap Birliği Toplantısında Hazır Bulunacak), CNN, 12 
Kasım 2011, Erişim tarihi: 12 Kasım 2012, 

http://arabic.cnn.com/2012/syria.2011/11/12/syria.newCouncil/index.html.

“Koalisyon Sözcüsü Bunni: Gassan Hito Bize Dayatıldı,” Yakın Doğu Haber, 
20 Mart 2013, Erişim tarihi: 25 Mart 2013, http://www.ydh.com.tr/
HD11621_koalisyon-sozcusu-bunni--gassan-hito-bize-dayatildi.html.

“Men Hiye El-Camaat El-Musllaha Ellety Tukateel Fi Surye” (Suriye’de 
Savaşan Silahlı Gruplar Kimdir), Russia Today, Erişim tarihi: 18 Eylül 2012, 
http://arabic.rt.com/news_all_news/analytics/69084/.

“Müdahale Pahalı ve Riskli Bırakalım Suriye Bölünsün”, Hürriyet, 24 Temmuz 2013, Erişim tarihi: 25 Temmuz 2013, 
http://www.hurriyet.com.tr/planet/24091795.asp.

“Nas İttifak El-Doha Lİ-İnşaa El-İtilaf El-Watani Li-Kuwa EL-Tawre Wel- 
Muarada El-Suryye” (Doha’da Kurulan Suriye Devrimi ve Muhalefet Güçleri 
Ulusal Koalisyonu’nun Anlaşma Metni), New Syria, 11 Şubat 2012, Erişim 
tarihi: 12 Kasım 2012, http://new-syria.com/formainpage/analytics/15665.

“Obama, Suriye Devlet Başkanı Beşşar Esad’ın Gitmesini İstedi”, Cihan, 18 
Ağustos 2011, Erişim tarihi: 11 Mayıs 2012, 
http://www.cihan.com.tr/caption/-CHMzk0ODQ2LzA= .

“Russia Supplying Arms to Syria Under Old Contracts- Lavrov”, Ahram 
Online, 5 Kasım 2012, Erişim tarihi: 8 Kasım 2012, http://english.ahram.org.
eg/NewsContent/2/8/57187/World/Region/Russia-supplying-arms-to-Syria-
under-old-contracts.aspx.

“Suriye’den Flaş Karar”, Sabah, 27 Mart 2012, Erişim tarihi: 25 Mayıs 
2012, http://www.sabah.com.tr/Dunya/2012/03/27/suriyeden-flas-karar.

“Suriye Türkmen Ordusunun Halep’teki Türkmen Komutanları Birleştirmeleri”, 
Youtube, 12 Eylül 2012, Erişim tarihi: 25 Eylül 2012, http://www.youtube.
com/watch?v=ON3zcwQUTEg.

“Suriyeli Muhaliflere 45 Milyon Dolar Yardım”, Ntvmsnbc, 29 Eylül 2012, 
Erişim tarihi: 29 Eylül 2012, http://www.ntvmsnbc.com/id/25386004/.

“Suriye-Türkiye İlişkileri”, Wikipedia, Erişim tarihi: 11 Ağustos 2012, http://
tr.wikipedia.org/wiki/Suriye-T%C3%BCrkiye_ili%C5%9Fkileri.

Semin, Ali, “Suriye’deki Olaylar ve Esad’ın Reform Planı”, Bilge Adamlar 
Stratejik Araştırmalar Merkezi (BİLGESAM), 19 Nisan 2011, Erişim tarihi: 25 Kasım 2012, 
http://www.bilgesam.org/tr/index.php?option=com_content&view=article&id=1021:suriyedeki-olaylar-ve-esadn-reform-plan&catid=77:ortadogu-analizler&Itemid=150.

Semin, Ali, “Türkiye-Suriye İlişkisi ve Kürt Açılımı”, Stratejik Düşünce 
Enstitüsü, 9 Kasım 2009, Erişim tarihi: 8 Ağustos 2012, http://www.sde.org.
tr/tr/haberler/183/turkiye-suriye-iliskisi-ve-kurt-acilimi.aspx.

“Suriyeli Sığınmacı Sayısı 500 Bini Geçti”, TRT Haber, 22 Temmuz 2013, 
Erişim tarihi: 25 Temmuz 2013, http://www.trthaber.com/haber/turkiye/
suriyeli-siginmaci-sayisi-500-bini-gecti-94602.html.

“Tanklar Hama’ya Girdi”, CNN Türk, 31 Temmuz 2011, Erişim tarihi: 10 Ekim 2011, 
http://video.cnnturk.com/2011/haber/7/31/tanklar-hamaya-girdi.

“Tawkii Ale Balag İttifakiye Beyne Meclis Watani El-Kurdi El-Suriye Wel-
Meclis El-Şaab Garb Kurdustani” (Suriye Kürt Ulusal Konseyi ile Batı 
Kürdistan Halk Meclisi Arasında Anlaşma İmzalandı), Kurdistan Regional 
Government, 11 Temmuz 2012, Erişim tarihi: 11 Temmuz 2012, 
http://www.krg.org/articles/detail.asp?lngnr=14&smap=01010100&rnr=81&anr=44646.

“Türkiye-Suriye Siyasi İlişkileri”, T.C. Dışişleri Bakanlığı, Erişim tarihi: 10 
Eylül 2012, http://www.mfa.gov.tr/turkiye-suriye-siyasi- iliskileri-.tr.mfa.

“Türkiye-Suriye YDSİK 1. Toplantısı Ortak Bildirisi”, T.C. Dışişleri Bakanlığı, 
23 Aralık 2009, Erişim tarihi: 11 Kasım 2012, http://www.mfa.gov.
tr/turkiye---suriye-ydsik-1_-toplantisi-ortak-bildirisi_-22-23- aralik_-sam.
tr.mfa.

“Türkmen Muhaliflerden Birleşme Çağrısı”, Haber7, 15 Ağustos 2012, 
Erişim tarihi: 1 Kasım 2012, http://www.haber7.com/dunya/haber/915003-
turkmen-muhaliflerden-birlesme-cagrisi.


DİPNOTLAR;


1 Interview With Syrian President Bashar al-Assad, Wall Street Journal, 
   http://online. wsj.com/article/SB10001424052748703833204576114712441122894.html, Erişim:10.08.2012
2 Cevad El-Beşiti, Surye Yu-hadr el-Tadahurat Be-Mucab Elgah El-Tawary, (Suriye Gösterileri Olağanüstü Hali Kaldırarak Yasaklıyor), 
   http://www.middle-east-online. com/?id=108817, Erişim: 25.06.2012 
3 Esed Yakbal Estekalet El-Hukuma El-Suriye We Alef Yeddaherun Damen Lahu (Esed Suriye Hükümetinin İstifasını Kabul Etti ve 
   Binlerce Kişi Esed’e Destek İçin Gösteri Düzenledi), 
   http://www.alarabiya.net/articles/2011/03/29/143407.html, Erişim: 12.07.2012
4 Beşşar Esed’in 16.04.2011 tarihinde Yeni Hükümetin Kabine Toplantısında Yaptığı Konuşma Metni için bakınız: 
   http://www.syria-news.com/readnews.php?sy_seq=131477
5 “Russia Supplying Arms to Syria Under Old Contracts- Lavrov”, Ahram Online, 5 Kasım 2012, 
    http://english.ahram.org.eg/NewsContent/2/8/57187/World/Region/Russia-supplying-arms-to-Syria-under-old-contracts.aspx , Erişim: 08.11.2012
6 “Iran Confirms It Has Forces in Syria and Will Take Military Action If Pushed”, The Guardian, 16 Eylül 2012, 
    http://www.guardian.co.uk/world/2012/sep/16/iran- middleeast, Erişim: 08.11.2012 
7  Baskı Artırılsın Çağrısı, Anadolu Ajansı, 
    http://www.aa.com.tr/tr/tag/62915---quot- suriye-halkinin-dostlari-quot--toplandi 
8 Heykeliye El- Meclis El-Watany El-Sury (Suriye Ulusal Konseyi’nin Oluşumu), 
   http://ar.syriancouncil.org/structure.html, Erişim: 15.07.2012
9 İtilaful-Muaraza El-Suryye Kad Yahdar El-İctima Al-Arabi (Suriye Muhalefeti Koalisyonu Arap Birliği Toplantısında Hazır Bulunacak), 
   http://arabic.cnn. com/2012/syria.2011/11/12/syria.newCouncil/index.html, Erişim: 12.11.2012
10 Al-Watani Sury Ya-len Heykeliye El-Cedide (Suriye Ulusal Konseyi Yeni Teşkilatını İlan Etti), 
    http://www.aljazeera.net/news/pages/46fe127f-8c7c-433c-8ac4-46c2a2b5ab66 , Erişim: 10.11.2012
11 Nas İttifak El-Doha Lİ-İnşaa El-İtilaf El-Watani Li-Kuwa EL-Tawre Wel- Muarada El-Suryye (Doha’da Kurulan Suriye Devrimi 
    ve Muhalefet Güçleri Ulusal Koalisyonu’nun Anlaşma Metni), 
    http://new-syria.com/formainpage/ analytics/15665, Erişim: 12.11.2012
12 “Koalisyon Sözcüsü Bunni: Gassan Hito Bize Dayatıldı,” 
    http://www.ydh.com.tr/HD11621_koalisyon-sozcusu-bunni--gassan-hito-bize-dayatildi.html 
13 El-Meclis El-Watany Kurdy Fi-Surye (Suriye Kürt Ulusal Konseyi), 
    http://carnegie-mec.org/publications/?fa=48504 , Erişim: 20.05.2012
14 A.g.e.
15 El-Jeyshel Sury El-Hur (Özgür Suriye Ordusu), http://ar.wikipedia.org , Erişim: 15.07.2012
16 Kendilerini genelde Tabur veya Tugay olarak tanıtan bu silahlı birliklerin milis sayılarında bir standart yoktur. 
    Silahlı birliklerin milis sayıları 10-15 ile 1000 arasında değişmektedir.
17 Men Hiye El-Camaat El-Musllaha Ellety Tukateel Fi Surye (Suriye’de SavaşanSilahlı Gruplar Kimdir), 
     http://arabic.rt.com/news_all_news/analytics/69084/ 
18 Türkmen Muhaliflerden Birleşme Çağrısı
     http://www.haber7.com/dunya/haber/915003-turkmen-muhaliflerden-birlesme-cagrisi,Erişim, Erişim: 01.11.2012
19 Suriye Türkmen Ordusu Halep’teki Türkmen Komutanları Birleştirmeleri, 
     http://www.youtube.com/watch?v=ON3zcwQUTEg , Erişim: 25.09.2012
20 Ahrar El-Şam Tugayları , 
    http://www.ahraralsham.com/?page=pages&id=3 , Erişim:15.09.2012
21 Sukurul-Şam Tugayı’nın Resmi Sitesi, 
    http://www.shamfalcons.net/ar/page/about- sham-falcons.php, Erişim: 23.09.2012
22 Michael R. Gordon, Iran Supplying Syrian Military via Iraqi Airspace, 4 Eylül 2012, 
    http://www.nytimes.com/2012/09/05/world/middleeast/iran-supplying-syrian-military-via-iraq-airspace.html?pagewanted=all&_r=0,  Erişim: 29.10.2012
23 Tanklar Hama’ya Girdi, 
http://video.cnnturk.com/2011/haber/7/31/tanklar- hamaya-girdi , Erişim: 10.10.2011
24 Emir Katary Şeyh Hamed Le-Kanat CBS Yaktarih İrsal Kuwat El-Arabiye İla Surye (Katar Emiri Şeyh Hamed, CBS Kanalında Arap Gücünün 
    Suriye’ye Gönderilmesini Öneriyor), 
    http://www.jaridatak.com/ChildPages/Political/elnashra/ Ar5324.htm, Erişim: 24.02.2012
25 El-Jamia EL-Arabiye Taduu Le-Muatemar Hiwar Beynel El-Nidam-UL Sury wel-Muarada 
    Hilal 15 Yawum (Arap Birliği Suriye Rejimini ve Muhalefeti 15 Gün İçerisinde Diyaloga Çağırdı), 
    http://www.radiosawa.com/content/article/21379.html , Erişim: 15.03.2012
26 Suriye’den Flaş Karar, 
    http://www.sabah.com.tr/Dunya/2012/03/27/suriyeden- flas-karar, Erişim: 25.05.2012
27 ABD Başkanı Barack Obama, Suriye Devlet Başkanı Beşşar Esad’ın Gitmesini İstedi, 
    http://www.cihan.com.tr/caption/-CHMzk0ODQ2LzA= , Erişim: 11.05.2012
28 Suriyeli Muhaliflere 45 Milyon Dolar Yardım, 
    http://www.ntvmsnbc.com/id/25386004/ , Erişim: 29.09.2012
29 “Müdahale Pahalı ve Riskli Bırakalım Suriye Bölünsün”, 
     http://www.hurriyet.com.tr/planet/24091795.asp, Erişim: 25.07.2013.
30 Esad El-Şami, Hel Neşhat Tahali Rusya An Nidam El-Sury (Rusya’nın Suriye Rejiminden Vazgeçtiğini Görebilir miyiz?), 
    http://www.odabasham.net/show. php?sid=56448, Erişim: 15.07.2012
31 Suriye-Türkiye İlişkileri, 
     http://tr.wikipedia.org/wiki/Suriye-T%C3%BCrkiye_ili%C5%9Fkileri , Erişim: 11.08.2012
32 Türkiye-Suriye YDSİK 1. Toplantısı Ortak Bildirisi, 22-23 Aralık, Şam 
     http://www.mfa.gov.tr/turkiye---suriye-ydsik-1_-toplantisi-ortak-bildirisi_-22-23- aralik_-sam.tr.mfa , Erişim: 11.11.2012
33 Ali Semin, Suriye’deki Olaylar ve Esad’ın Reform Planı, 19 Nisan 2011, BİLGESAM, 
     http://www.bilgesam.org/tr/index.php?option=com_content&view=article&id=1021:suriyedeki-olaylar-ve-esadn-reform-plan&catid=77:ortadogu- analizler&Itemid=150, Erişim: 25.11.2012
34 Suriyeli Sığınmacı Sayısı 500 bini geçti, 
     http://www.trthaber.com/haber/turkiye/suriyeli-siginmaci-sayisi-500-bini-gecti-94602.html, Erişim: 25.07.2013.
35 Tawkii Ale Balag İttifakiye Beyne Meclis Watani El-Kurdi El-Suriye Wel-Meclis El-Şaab Garb Kurdustani (Suriye Kürt Ulusal Konseyi 
     ile Batı Kürdistan Halk Meclisi Arasında Anlaşma İmzalandı), 
     http://www.krg.org/articles/detail.asp?lngnr=14&smap=01010100&rnr=81&anr=44646, Erişim: 11.07.2012
36 Ali Semin, Türkiye-Suriye İlişkisi ve Kürt Açılımı, 
     http://www.sde.org.tr/tr/haberler/183/turkiye-suriye-iliskisi-ve-kurt-acilimi.aspx , Erişim: 8.08.2012
37 Türkiye-Suriye Siyasi İlişkileri, 
     http://www.mfa.gov.tr/turkiye-suriye-siyasi- iliskileri-.tr.mfa, Erişim: 10.09.2012
38 Salih Akyürek ve Cengiz Yılmaz, “Suriye Sorunu ve Türk Dış Politikasına Toplumsal Bakış”, (Ankara: BİLGESAM, 2012), 8, 12, 10.

***