7 Eylül 2018 Cuma

IRAK KÜRT BÖLGESİNİN JEOPOLİTİĞİNE İLİŞKİN STRATEJİK ÖNGÖRÜLER. BÖLÜM 7

 IRAK KÜRT BÖLGESİNİN JEOPOLİTİĞİNE İLİŞKİN  STRATEJİK ÖNGÖRÜLER. BÖLÜM 7



ÜÇÜNCÜ BÖLÜM 

SEÇENEKLER VE TEMEL DEĞİŞKENLER BAĞLAMINDA SEÇENEKLERİN YORUMLANMASI 

3.1. Seçenekler 

“Irak Kürt bölgesinin jeopolitiğine ilişkin stratejik öngörüler” konulu çalışmanın seçenekleri (Hipotezleri) üç olasılıklı tespit edilmiştir; 

i. Irak’ın Kuzeyindeki Kürt bölgesi yönetimi hukuken bağımlı, fiilen bağımsız bir devlet gibi hareket edebilir. 
ii. Irak’ın Kuzeyindeki Kürt bölgesi yönetimi bağımsız bir devlet olabilir. 
iii. Irak’ın Kuzeyindeki Kürt bölgesi yönetimi federal veya konfederal yapıda sürebilir. 

Üçüncü seçenek, halihazırda Irak’taki mevcut uygulamaya en yakın olan durumdur. Farklı olan seçenekler, ilk iki seçenektir. İlk iki seçenek olan, 
“ Irak’ın Kuzeyindeki Kürt bölgesi yönetimi hukuken bağımlı, fiilen bağımsız bir devlet gibi hareket edebilir veya bağımsız bir devlet olabilir” in temel değişkenlerine ait ayrıntılar aşağıda verilmiştir. 

3.2. Temel Değişkenler Bağlamında Seçeneklerin Yorumlanması 

Seçeneklerin oluşumunu etkileyen, belirleyici olan temel değişkenler üçüncü bölümde ayrıntılı olarak ele alınmıştır. Aşağıda, seçeneklerin belirlenmesinde rol oynayan temel değişkenlere ilişkin yürütülen mantık ve gerekçeleri açıklanmıştır. 

ABD Politikası

 Irak’ın işgalinden (2003) önce, KDP lideri Barzani; AB’yi, Rusya’yı ve Çin gibi kıtasal güçlerin çekincelerini kaale almayan süper güç ABD’ye şartlar öne sürebilmiştir. Barzani, Saddam’dan sonra, Kuzey Irak’ta Kürtlere özerklik verilmesini, petrol bölgesi Kerkük’ü Kürdistan’ın başkenti olarak resmen tanımasını ve hiçbir ülkenin Irak’a müdahalesine izin vermemesini ABD’den talep etmiştir. ABD yönetimi, Kürtlerin taleplerini çıkarları gereği ciddiye almıştır. Bu esnada NATO üyesi ve ABD’nin sıkı müttefiki (kimi uzmanlara ve siyasilere göre Stratejik ortağı) Türkiye’de ABD’den taleplerde bulunmuştur. Bu taleplerden bazıları; Kürt grupların bağımsızlık düşüncelerinin ve Kerkük’ün Kürt grupların eline geçmesinin engellenmesidir.261 

Türkiye’nin ABD çıkarlarını etkileme kapasitesinin Kuzey Iraklı Kürt gruplar kadar olmadığı veya ABD’nin Kuzey Irak Kürt bölgesindeki çıkarlarının, müttefiki Türkiye’deki çıkarlarından fazla olduğu zamanla anlaşılmıştır. Türk hükümetinin istekleri ABD tarafından ciddiye alınmamıştır. 

30 ocak 2005'te sandık başına giderek geçici hükümet üyelerini belirleyen Irak halkının başına262 Kürt lider Talabani Cumhurbaşkanı, Kürt Zebari’de dışişleri bakanı olarak seçilmişlerdir. İlk kez daimi bir hükümet için 15 aralık 2005'te yapılan seçim sonrasında da Kürt Cumhurbaşkanı ve dışişleri bakanı koltuklarını korumuşlardır. Geçici anayasaya, Kerkük’ün Kürt bölgesine dahil edilebilmesi için 2007’de referandum öngören ilgili anayasa maddesi, ABD’nin gözetiminde ve onayı ile konmuştur. Irak’ta çoğunluğa sahip Şii’ler, “Kerkük Irak’ındır” diyen Caferi’yi Başbakanları olarak ABD’ye kabul ettiremezken, gelişmeleri demokrasi ile açıklamak yetersiz kalmaktadır. 

 Irak Anayasası'na yerleştirilen federasyon, bölge için yeni bir olgudur. Arap veya İslam ülkesinde böyle bir yapı yoktur. Bazı Batılı ülkelerde işleyen 
federasyonun, islam ülkelerinin ekonomik, demokrasi ve laik yapıları dikkate alındığında, federasyonun başarılı olacağını söylemek zordur. Mevcut Irak 
Anayasa’sı Irak’ı paramparça edecektir. 263 

Kürt parlamentosunun toplanması, Kürt özerk hükümetinin kurulması, Kürt silahlı güçleri peşmergelerin dağıtılmaması veya merkezi hükümetin 
kontroluna verilmemesi, Irak’ın kuzeyindeki Kürt oluşumunun “devlet gibi” müstakil hareket edebilmekte olduğunu göstermektedir. ABD başkanı 
Bush’un KDP lideri Barzani’yi Beyaz Saray’da ağırlaması,264 bazı ülkelerin Kürt bölgesinde konsolosluklar açma çabası, Kürt oluşumun devlet gibi 
müstakil hareket edebilmesini kolaylaştırmaktadır. 

Barzani, Washington’a ABD’nin tahsis ettiği özel uçakla gitmiştir. Siyasi uzmanlar Talabani’nin ardından ABD’ye giden Barzani’nin, Oval Ofis’te 
ağırlanmasının sadece bir jest olduğu yorumunu yapmaktadırlar. Devlet başkanı gibi bir protokolun uygulanmasını sadece jestle açıklamak eksik olacaktır. Irak Devlet Başkanı Celal Talabani ise Barzani’nin ziyaretinin Irak Kürdistan kimliğinin ABD yönetimi tarafından tanınması anlamına geldiğini savunmuştur. 

KDP lideri Barzani’nin Türkiye’yi hedef alan, Kürt sorununun bir realite olduğunu, bundan dost ve komşu ülkelerin rahatsız olmamaları gerektiği ve 
Kürtlerin de devlet kurma hakkı var şeklindeki konuşmalarını, ABD’den bağımsız yaptığı düşünülmemelidir.265 

ABD’nin önde gelen gazetelerinden Los Angeles Times, Mesut Barzani’nin liderliğindeki Kürdistan Demokrat Partisi’nin (KDP) Norveçli DNO şirketi ile yaptığı anlaşma çerçevesinde, 2005 Kasım ayının son haftasında Zaho kentinin yakınlarında petrol aramaya başladığına dikkat çekmiştir. 
ABD’nin öncülüğündeki 2003 işgalinden bu yana yeni arama faaliyetlerini öngören ilk anlaşma, Bağdat’ta siyasi liderlerin şaşkınlıkla tepki göstermesine 
yol açmıştır. Türkiye’nin Ovaköy’de bir sınır kapısı açmasına ABD onay vermezken, Norveç’li bir firmanın ABD onayı olmadan, ABD işgali altındaki 
topraklarda petrol arayabileceğini düşünmek gerçekçi olmayacaktır. ABD, Irak’ın Kuzeyindeki Kürt oluşumun, “Bir devlet gibi” hareket etmesine zemin 
hazırlamaktadır.266 

Körfez savaşından sonra (1991) oluşturulan güvenli bölge sayesinde, Irak’lı Kürtler “ayrı bir devlet” gibi davranabilmişler, yönetim tecrübesi edinme 
fırsatını ABD sayesinde bulmuşlardır. KDP ve KYB arasındaki silahlı çatışma ve anlaşmazlığı ABD, 1998’de Washington Anlaşması ile gidermiştir. 
Ardından 4 Ekim 2002’de “Kürdistan Ulusal Meclisi” nin toplanması ve “Kürdistan Anayasa” taslağının oluşturulması kararlaştırılmıştır. Toplantıda 
Daniel Mitterand bizzat onur konuğu olarak katılırken, ABD Dışişleri Bakanı Powel, mesaj çekerek birlik ve beraberliğin önemini vurgulamıştır. 

Irak Kürdistan Demokrat Partisi (KDP) lideri ve ’Kürdistan Bölge Başkanı’ Mesut Barzani, “Kürdistan” olarak nitelendirdiği Kuzey Irak’ta kesinlikle Irak bayrağını kullanmayacaklarını, dünyadaki diğer halklar gibi Kürtlerin de bağımsızlık hakkı bulunduğunu savunmaktadır. Kürt lider Irak bayrağının Kürtlere baskı, zulüm, katliam günlerini anımsattığını, bu nedenle değişmediği müddetçe bu bayrağı “Irak Kürdistanı” olarak nitelendirdiği bölgede asmayacaklarını söylemektedir. “Kerkük-Kürdistan” isimli internet sitesinde de açıklamaları yayınlanan Barzani, Kürtler’in kendi kaderini tayin etme hakkı bulunduğunu, Kürtler’in bu hakkı kullanmak için imkan bulmaları halinde hiç geciktirmeden bu hakkını kullanacaklarını ileri sürmektedir. 

Barzani, medya organlarında yer alan 8, 6 ya da 4 yıl sonrasındaki referandumdan söz eden haberlerin önemli olmadığını söylemektedir; 

"Bizim temel problemlerimiz; Kürdistan’ın sınırları, Kürdistan Peşmerge’sinin rolü, doğal kaynaklar, kadın hakları ve demokrasidir. Eğer şimdi gerekli olan 
şeyleri yapmazsak, bu fırsatın bir kez daha önümüze çıkıp çıkmayacağı belli değil. Biz, Kürt ve Kürdistanlılar olarak neyi ne kadar talep edersek 
azdır. Bazıları taleplerimizi aşırı buluyor. Arapların, taleplerimize ve gönüllü federasyon isteğimize teşekkür etmeleri gerekiyor. Kürtler, bu yılın birinci 
ayının 30’unda yapılan referandumda yüzde 98 oranında bağımsızlık istediklerini beyan ettiler..... 
........Kürtçe resmi bir dil olmalı ve sadece Kürdistan yönetimindeki bölgede değil. Kürtçenin Irak’ın güneyindeki bir kentte de resmi olmasını söylemiyoruz; ancak devletin resmi belgelerinde, haberleşmelerinde, verilen kararlarda, örneğin; para, posta pulu, pasaport ve diğer tüm resmi belegelerin 
her iki dilde; Kürtçe ve Arapça yazılması gerektiğini savunuyoruz..... Kürdistan’ın sınırlarının belirlenmesi, Kerkük, Hanakin, Şıngar, Zımar ve diğer kasabaların durumu Geçici Temel Yasanın 58. maddesine göre çözülmelidir. Eğer 58. madde yerine getirlirse, başarılı olacağız ve bu konudaki kaygılarımız 
giderilmiş olacak. Ne var ki, Araplar 58. maddenin gereklerini yerine getirmek istemiyorlar...... Peşmerge hiçbir devletin emriyle kurulmamıştır ve hiç kimsenin 
emriyle de ortadan kaldırılamaz. Peşmergenin rolü değişebilir; bunun için bir mekanizma bulunabilir.." 267 

Geçici temel yasanın 58. maddesinin, ABD’nin onayı olmadan temel yasa içersinde yer alamayacağı unutulmamalıdır. 

Türkiye’nin Durumu 

Irak’ın Kuzeyinde bir Kürt devleti kurulmayacağına Türkiye’nin inanması veya inandırılması önemli bir adımdır. Çünkü, Türkiye’nin jeopolitik gücü, Kürt oluşumun devletleşmesine veya kurulabilse bile yaşamasına engel olmaya yetecektir. KYB lideri ve Irak Devlet Başkanı Celal Talabani, Kuzey Irak'taki Kürtlerin bağımsız bir devlet kurmak gibi bir niyet ve girişim içerisinde bulunmadıklarını, bağımsız bir Kürdistan’ın sadece bir rüya olduğunu açıklaması ihtiyatlı karşılanmalıdır.268 ABD'nin Bağdat büyükelçisi Zalmay Halilzad’ta, Iraklı Kürtlerin bağımsızlığının söz konusu olmadığını ve Kürtlerin bunu istemediğini söylemektedir.269 

ABD yönetimi, sık sık Irak’ın toprak bütünlüğünün önemini vurgulamaktadır. Ancak, uygulamada ise Irak’ın toprak bütünlüğünü zayıflatabilecek gelişmeleri teşvik ettiği veya seyirci kaldığı görülmektedir. Süper hegemon güç ABD, Irak’ta asayişi ya sağlayamamaktadır yada bir iç savaş çıkmasını bekler görünmektedir. Irak’ta bir direniş olduğu ve bu direnişi ABD’nin durduramadığı bir vakıadır. Bir Şiilerin ibadet yerleri, bir Sünnilerin ibadet yerleri bombalanmaktadır. Bu arada İngiliz özel birliklerinin sivil yerel kıyafetle ve patlayıcılarla yakalanmaları, kafalarda soru işaretlerine yol açmaktadır. ABD, Irak’lıların kendilerine karşı mücadele etmelerini değil, birbirleri ile mücadele etmelerini bekler görünmektedir. Bu arada Kürt bölgesinde ciddi terör olayları olmaması da hayli düşündürücüdür. İngiliz askerlerinin patlayıcılarla Şii bölgesinde yakalanması, Kürt bölgesindeki asayişin gerekçesini bir nebze de olsa açıklamaktadır. 

Türkiye’nin; Kerkük, bölücü terör örgütü PKK kampları ve Türkmen hassasiyetlerini dikkate alacağını söyleyen, ama uygulamada tam tersini 
yapan ABD politikalarına güveni sarsılmıştır.270 Üstelik Türk askerinin kafasına çuval geçiren “stratejik ortak” ABD, Türk kamuoyu tarafından tehdit 
olarak görülmeye başlanmış, ulusalcılık dalgasının hızla yükselmesine yol açmıştır. Türkiye’nin hassasiyetleri konusunda ABD’nin somut adımlarını 
görmeden, Türk kamuoyunun ABD’ye inanması zor görünmektedir. ABD’nin Irak’ın Kuzeyinde olası bir Kürt devleti projesini gündemde tutuyor olması, iki 
olasılığı akla getirmektedir. Birincisi, ABD’nin Kürt devleti projesi vardır, ikincisi, ABD Kürt kartını kullanarak, başta Türkiye olmak üzere bölge ülkeleri 
üzerinde kullanmak istemektedir. Kürt devleti projesi var ise, Türkiye’den, Irak’taki Kürt oluşumun ayakları üzerinde durmasına ve himaye edilmesine 
katkı sağlayacak politikalar geliştirmesi istenecektir.271 Çekiç Güç ve Keşif harekatı ile Kürt devleti oluşumuna bilerek veya bilmeden, doğrudan katkı 
yapan Türkiye 272, doğmakta olan yeni bir devletin güçlenmesini çıkarlarına aykırı bularak katkı yapmak istemeyecektir.273 ABD isteklerine direnen 
Türkiye’nin direnci, başta ekonomi alanında olmak üzere, Asayiş, Terör,274 Laik-Antilaik kutuplaşmaları vb. konular üzerinde yürütülecek operasyonlarla275 kırılmak istenecektir.276 Türkiye, etnik ve mezhep çatışmaları tetiklenerek istikrarsızlığa itilmek istenecektir.277 Teşbihte hata olmaz, Türkiye’ye ölümü gösterip (bölünme), sıtmaya (Kürt oluşumun devletleşmesine) razı etmeye çalışacaklardır. 278 Gazeteci Necati Doğru, Diyarbakır’da meydana gelen sokak eylemleri hakkında köşesinde şöyle demektedir; olaylar, ......ilki 80 yıl önce denendi. 

Arkasında İngiltere vardı. Başarılı olunamadı. Bu ikincisidir. Arkasında ABD var. 

Birinci süper (ABD) ve ikinci süper (AB) karar birliği, ağız birliği, istek birliği, dünyayı kendi çıkarları için yeniden biçimlendirme birliği yaptı. Ortadoğu''da 
bölünmüş Türkiye planına "uygundur" işareti çakıyorlar. Irak, İran ve Anadolu''dan bölünüp koparılmış topraklar üzerinde "Büyük Kürdistan kurulmasına" da maddi manevi güç veriyorlar...”279

 Bazı gelişmeler, önümüzdeki dönemde Türkiye’nin direncinin kırılmak isteneceğini göstermektedir. 

Bir süredir TSK’nin Türk Milleti üzerindeki inandırıcılığı ve itibarını sarsıcı gelişmelerin arkasında dış güçlerin olması, ihtimal dahilindedir. 
Türkiye’nin, karşılaşabileceği her türlü iç ve dış tehditler karşısında son güvencesi TSK’dir. Türkiye’nin savunma refleksleri, mücadele direnci 
kırılmak istenmektedir.280 

Ankara Ticaret Odası (ATO) Başkanı Sinan Aygün, Türkiye'nin güney sınırındaki mayınlı arazilerin temizlenerek organik tarıma açılması projesine yabancı ilgisinin boşuna olmadığını ve kuşkuyla baktıklarını, projenin yabancıya verilmesinin sakıncalı olduğunu belirtmektedir. Mayın temizleme işinin 49 yıllığına ''yap-işlet-devret'' formülü ile ihale edilecek olmasını da eleştiren Aygün, bölgedeki gelişmeler dikkate alındığında, ''ihaleye İsrail'in ilgi göstermesinin'' kafa karıştırdığını iddia etmektedir. Aygün’e göre; 49 yıl sonra bu arazilerin İsrail'e satılmayacağını kimse garanti edemeyecektir. Osmanlı Kıbrıs'ı böyle kaybetmişti. İsraillilerin bölgeye ilgisi Tevrat'taki 'vaad edilmiş topraklar' meselesini akla getirmektedir. Mardin'de 49 bin, Hatay'da 36 bin, Kilis'te 34 bin, Gaziantep'te 15 bin, Urfa'da 55 bin, Şırnak'ta 16 bin dönüm vatan toprağının 49 yıllığına yabancılara tahsis edilmesi, güvenliğimizi tehdit edecektir. Bütün bunlar bu yana bölgede petrol olduğu ortaya çıkmıştır. 49 yıllık kira müddeti boyunca bölgedeki petrol kimin olacağı da önemlidir.281 Sinan Aygün’ün işaret ettiği hususları, “Vaad edilmiş topraklar” ve “Büyük Kürdistan“ın Akdenize çıkışı projeleri ile birlikte değerlendirilmesinin, “büyük resmin” tam olarak görülmesine katkı sağlayabileceği düşünülmektedir. 

 Türkiye’nin zayıf düşürülmesinde ve baskılar karşısında direncinin zayıflatılmasında, Batının, Ermeni konusunu kullandığı, İçişleri eski bakanı 
Sadettin Tantan tarafından da dile getirilmektedir. Türkiye’yi soykırım suçlusu ilan ederek, Türkiye Cumhuriyeti’ni yıkmayı amaçlayan bir çalışma, uzun 
yıllardır yabancı gizli servisler ve yabancı üniversiteler tarafından yürütülmekte dir. Sözde Ermeni soykırımı ile ilgili Türkiye’de gerçekleştirilen toplantılar, parayla yapılan ısmarlama toplantılardır. Düzenleyenlerin, Amerika, Avrupa Birliği ve Soros'la bağlantıları bulunmaktadır. Amerikalı Ermeniler, AAA adlı bir birlik oluşturarak sözde soykırımı dünyaya kabul ettirebilmek için yılda 15 milyon dolara yakın bir para harcamaktadırlar. İçişleri Eski Bakanı Tantan; 

< ‘’ Amerikalı Ermenilerin AAA adlı kuruluşu, Soykırım Anıtı ve Soykırım Müzesi’nin destekleyicisi, Soykırım Ansiklopedisinin de yayıncısıdır. 
Ayrıca, 55 bin gence Ermeni tarihi, kültürü ve dili ile özellikle, soykırım eğitimi vermektedir. Gençlik kampları ve olimpiyatlar düzenlemektedir.  
Amacı, Türkiye’yi sözde soykırımı kabul etmeye zorlamaktır’’ 282 >  demektedir. 

Irak’ın Parçalanması

    ABD, işgal sonrası Irak’ta düzeni sağlayamamıştır. Sağlamak istemediğine dair bulgular da bulunmaktadır. Eski Dışişleri bakanı Powel ve Pentagon’un generalleri, Irak’ta can güvenliğinin ve düzenin sağlanabilmesi için daha fazla asker talepleri, başta neo-con Savunma Bakanı Rumsfeld ve bazı yetkililer tarafından dikkate alınmamıştır. Savunma Bakan yardımcısı Paul Wolfowitz, Irak’ta barış ve düzen için yüzbinlerce asker gerekeceğini söyleyen Genelkurmay Başkanı Eric Shinseki’yi açığa almıştır. Yağma olayları geniş ölçekte Irak’ı sararken, Savunma Bakanı Rumsfeld; “Olur böyle şeyler..” demiştir. Sonuç olarak, orta sınıf Iraklılar kentlerden ve ülkeden kaçmaktadır.283 Kargaşa ve istikrarsızlığa, oradan iç savaşa doğru kayabilecek bu gelişmeler, bilinçli bir tercih olabilir mi sorusunu akla getirmektedir.284 

Şii ve Sünni grupların ibadet yerlerinin bombalanması,285 Şii ve Sünni mezhep çatışmasını çıkarlarına uygun bulan güçler tarafından yapıldığını akla getirmektedir.286 Irak’ta bilim insanlarına yönelik öldürme ve bombalama eylemleri, belirli bir stratejik düşüncenin eseri gibi görünmektedir. Bütün 
olanlara rağmen, Şii ve Sünni ileri gelenleri, bombalama eylemlerinin287 arkasında ABD-İngiliz ve İsrail güçleri bulunduğunu açıklamakta, birlik ve 
beraberlik çağrıları yapmaktadırlar. Irak’ın toprak bütünlüğünü savunulamaz hale getirmek ve Dünya kamuoyunu, Irak’ın üçe bölünmesine rıza göstermesini sağlamak,288 etnik ve dini gruplar arasında patlak verecek bir iç savaş ile mümkün olacaktır. Amerikalı uzmanlarda açık açık Irak’ın289 bölünme ihtimaline herkesin hazırlanması gerektiğinden söz etmektedirler. 

 Ortadoğu uzmanı gazeteci H. Mahalli, Irak’ta 150.000 insan öldüğünü belirtmektedir. Bir başka uzmanda, Irak’ın diken üstünde hızla federal 
parçalanmaya doğru gittiğini tespit etmektedir. Üniter Irak’ın yerine, üç mikro siyasi birim oluşmaktadır. Batı bölgesel entegrasyonlarla ulus devlet 
sorununu aşmaya çalışırken, İslam dünyası amip gibi bölünmeye zorlanmaktadır. 290

 Bölge Kürtlerinin İşbirliği 

ABD-İran ilişkileri, Şah döneminin sona ermesi ile inişe geçmiş ve ABD politikaları açısından risk oluşturmuştur. Körfez güvenliğine büyük önem 
veren ABD, Körfez Bölgesinin güvenliğini gözden geçirmek zorunda kalmıştır. İslam devrimi sonrası, İran, terör örgütlerine verdiği destekle İsrail’inde güvenliğini tehdit etmiştir. İsrail, Hizbullah tehdidinin kaynağının İran olduğunu düşünmektedir. Cumhurbaşkan’ı Ahmedinecat’ın İsrail’in yok edilmesine dair demeci, bu tehdidin sürdüğünü göstermektedir. 

ABD’nin ulusal güvenlik stratejisinde önem verdiği hususlardan biride serbest piyasa ekonomisinin Dünyada işlemesi ve petrol ticaretinin dolarla yapılması ve petrol arzının ABD kontrolünde bulunmasıdır. Irak’ın işgal edilmesi ile yüzde 10 daha petrol üzerinde kontrolünü artıran ABD, İran petrolünü de kontrol edebilirse, bir yüzde 10 daha petrol üzerindeki kontrolunu artırmış olacaktır. Böylece, Ortadoğu’nun bilinen yüzde 65 civarındaki petrol rezervlerinin kontrolunun tamamı ABD’ye geçmiş olacaktır. ABD, kendisine rakip olabilecek güç merkezlerinin oluşmasının önüne geçmesi bu şekilde mümkün olabilecektir.291

 ABD’nin İran’ı hedef haline getirmesinin altındaki gerçek nedenin bu olduğu ileri sürülebilir. Tabii ki İsrail’in güvenliği açısından nükleer bir İran’ın varlığı da önemli bir etkendir. Ancak, İran nükleer enerji üretmese dahi ABD operasyonu na maruz kalabileceği, ABD Dış işleri Bakanı Rice tarafından da ifade edilmiştir. 

İran’ın ABD politikalarına uyumlu hale getirilmesi veya işgal edilmesi veya bölünmesi, özerk bir Kürt bölgesinin oluşumuna neden olacak, Irak’taki 
Kürt bölgesi ile işbirliğini ve zamanla birleşmesini de gündeme getirecektir. Bu noktadan itibaren, Türkiye’nin bağımsız Kürdistan devletini engelleyebilme olasılığı kalmayacaktır. Türkiye, bir iç savaş, buna bağlı olarak dış müdahale ve bölünme olasılığı ile karşılaşabilecektir. 

 Dünya Siyonist örgütünün yayın organı “Kivunim” dergisinde 1982’de Oded Yinon imzalı, “İsrail için strateji” isimli makalede, Irak hakkında yapılan 
öngörü hayli ilginçtir; 

“ Irak etnik ve mezhebi temeller üzerinde bölünecektir. Kuzeyda bir Kürt devleti, Ortada bir Sünni ve güneyde bir Şii devleti.”292 

İsrail’in güvenliği bakımından bu bölünmenin şart olduğu ileri sürülmüştür. İsrael Shak, “The Zionist Plan for the Middle East” adlı eserinde 

Suriye için yapığı öngörü şu şekilde yer alır;293 

“ Suriye etnik ve dini yapısına uygun olarak olarak çeşitli devletlere ayrıştırılacaktır. Kıyıda bir Şii-Alevi devleti, Halep bölgesinde bir Sünni devleti, Şam’da buna düşman bir başka Sünni devleti, Havran-Kuzey Ürdün-Golan bölgesinde de bir Dürzi devleti. Bu yapı, barış ve güvenliğimizin garantisi olacaktır. Bu hedef, erişebileceğimiz kadar yakındır.” 

ABD, Suriye’nin bazı politikalarından rahatsızlık duymaktadır. Suriye'nin elinde bulundurduğu bazı kozlar, İsrail ve ABD için oldukça yüksek bir maliyet ödemelerine sebep olmaktadır. Bu nedenle, Suriye’nin zayıflatılması ya da tüm kozlarının elinden alınması amaçlanmaktadır. Eğer Suriye'nin İsrail-Filistin barışını etkileme potansiyeli, Irak'ta istikrarı bozma gücü elinden alınabilirse ve Lübnan'daki etkinliğine son verilebilirse, pazarlık yapma ve baskılara dayanma gücü de o oranda zayıflayacaktır. Uzun vadede 

ABD'nin Suriye'ye yönelik hedefi, siyasal ve ekonomik yapılanmasına ilişkin değişim göstermesidir.294 

Türkiye’nin AB Süreci 

Diyarbakır’da meydana gelen kepenk kapattırma, sivil itaatsizlik ve bölgenin Türkiye’den ayrı bir yer olduğunu kabul ettirmeye yönelik eylemler, 
devlet otoritesini yok etmek amacını taşımaktadır. Bu eylemlerin gelişme göstermesinde AB politikalarının büyük bir payı bulunmaktadır. Ayrıca 
ABD’de bütün gücüyle bu sürece destek vermektedir.295 

Washington’un Türkiye politikasındaki en önemli önceliğini, Milliyet Gazetesi Washington temsilcisi Yasemin Çongar, üst düzey bir ABD yetkilisine atfen, köşesinde açıklamaktadır; 

 “...Türkiye ile ilişkilerde çok önemli konular var, ama sonra bir de AB var. Türkiye’yi AB yolunda tutmak, Türk Hükümetinin ‘AB için çok şey yaptık, karşılığını alamadık, seçime kadar duralım ‘ demesini önlemek; AB’nin Türkiye’nin cesaretini kırmamasını sağlamak, bizim güncel önceliklerimiz...”296 

Bir başka kaynakta ABD Dışişleri Bakanı Rice’ın, Türk meslektaşı Gül’e “AB, reformları yavaşlattığınızı düşünüyor, ne yapıp edin, bu izlenimi 
silin..” mesajı verdiğini belirtmektedir.297 Sadi Somuncuoğlu’nun AB üyeliği ile ilgili çarpıcı yorumları bulunmaktadır; 

 “....AB üyeliği ile dayatılan yeni Sevr’in de 4 temel ayağı var....Avrupa Bölgesel ve Azınlık Dilleri Çerçeve Sözleşmesi, Ulusal Azınlıkları Koruma Çerçeve Sözleşmesi, (Bunları, imzalayan AB veya Avrupa Konseyi üyesi ülkeler tarafından dahi uygulanmadığını, daha önemlisi Avrupa müktesebatından 
sayılmadığını, kendi raporlarıyla ortaya koyduk.) İkiz Sözleşmeler diye bilinen Medeni ve Siyasi Haklar Sözleşmesi ve Ekonomik Sosyal ve Kültürel Haklar 
adlı sözleşmeler.... 

...Bu 4 sözleşmenin tamamı da, sadece Türkiye üzerinden varılmak istenen hedefin değil, Batı’nın Türkiye’yi istismarının ve nasıl bir “salam” politikası 
uyguladığının en somut örneğidir. AB önce imzalamamız için bastırdı, hemen ardından yetkisi ve hakkı olmadığı, ayrıca hiçbir üye veya aday ülkeden 
istemediği halde, çekincelerimizi kaldırmamızı talep etti. Ve nihayet bu talep, ısrardan öte şarta dönüştü. Ama biz halâ “Ne istiyorsunuz, niyetiniz ne?” diye 
sormuyoruz.... 

...... Çünkü Anayasa’nın 42.maddesinin, yani devlet okullarında Türkçe dışında öğretimi yasaklayan maddesinin gözden geçirilmesi, Türkçe dışındaki ana 
dillerin öğreniminin teşvik edilmesi, siyasi partilerin Türkçe dışında propaganda yapması yasağının kaldırılması isteniyor Etnik, dilsel, tarihi ve kültürel 
ortaklığı olan, ancak farklı ülkelerde yaşayan toplulukların irtibatı için teklif edilen kavram ise şu; Akraba Devletler. Sanki teröristbaşı, Barzani, 
Talabani’nin “Kürt Konfederasyonu” veya yöneticilerimiz eliyle son aylarda gündemimize sokulmaya çalışılan Güneydoğu-Kuzey Irak ekonomik 
birlikteliği, ya da Kuzey Irak’a “ağabeylik” formülleri tarif ediliyor, değil mi?....” 298

 Ümit Özdağ, PKK terör örgütünün Suriye, İran, ABD ve AB ülkeleri tarafından desteklendiğine dikkat çekmektedir; 

“Terör örgütü PKK, bir avuç çapulcu değildir. PKK, vekaleten bir savaş yürütüyor. Bu örgüt 19841988 yılları arasında Suriye ve İran’dan, 1988-1991 
yılları arasında Suriye, İran ve Almanya’dan, 1991’den 2003’e kadar Suriye, İran ve AB’den, 2003 yılı sonrasında ise ABD’den aldığı vekalet ve cesaretle Türkiye Cumhuriyeti’ne karşı, bir terörist mücadele görüntüsü adı altında savaş yürütüyor.... 
....Türkiye, PKK’nın arkasındaki güçlerle savaşmaktadır. Artık bu çatışmanın son 10 senesine, nihai sonucun alınacağı döneme girilmiş durumda. ‘Sorun insan hakları ve demokrasi sorunu’ dediler, ‘Kopenhag kriterlerine uyun’ dediler. Bütün bunlar yapıldıktan sonra utanmadan ‘siyasal referandum’ dediler. Amaç, Türkiye’nin federal bir devlet haline getirilmesi. Bu sebeple AB çözüm değil, Türkiye’nin çözülmesidir” 299 

Erol Manisalı, Türkiye’nin AB üyeliği sürecinde, 6 Mart 1995''teki Gümrük Birliğini ihanet, 17 Aralık 2004'te kabul edilen belgenin de bu ihanetin devamı, tam bir sömürgeleştirme belgesi olarak görmektedir. Manisalı’ya göre, AB, Türkiye'yi kesinlikle AB içine almayacak, Üstelik, bekleme odasında iğfal ederek özel statüye götürecektir. Bütün koşulları yerine getirmiş dahi olsa, Türkiye’nin AB üyeliğini referanduma götüreceğini açıklayan ülkeler bulunurken, bu gerçeği görmeyenleri aptallıkla ve Türkiye'nin AB mandası olmasını desteklemekle itham etmektedir. Manisalı’ya göre; Kürdistan, Büyük Ermenistan, Patrikhane projeleri AB'nin Türkiye politikasının ayrılmaz bir parçası olmuştur. 300 

İşçi Partisi Genel Başkanı ve Aydınlık yazarı Doğu Perinçek, Avrupa Birliği'nin Türkiye'ye üyelik için ön şart olarak ileri sürdüğü bütün dayatmaların arkasında ABD bulunduğunu iddia etmektedir. Bu iddiasını, ABD Temsilciler Meclisi Uluslararası İlişkiler Komitesi'nin 15 Eylül 2005 günü aldığı karara dayandırmaktadır. Avrupa Birliği'nin Türkiye'nin önüne koyduğu bütün şartlar desteklenmekte ve Türkiye'nin bunları kabule "zorlanması" gerektiği açıkça belirtilmektedir. ABD kararının 5. maddesi aynen şöyledir: 

“...ABD Kongresi, (...) Türkiye Cumhuriyeti'nin Avrupa Birliği üyeliği görüşmelerini aşağıdaki koşullarla destekler: A. öncül devleti olan Osmanlı 
İmparatorluğu'nun işlediği Ermeni Soykırımı suçunu kabul ederse: B. Ermenistan Cumhuriyeti ve Ermeni halkı ile yakınlaşma içine girerse; ve C. Avrupa Birliği'nin üyelik görüşmeleri için saptadığı diğer ölçütleri yerine getirirse...” 301 

Gazeteci Güler Kömürcü, Katılım ortaklığı belgesi ile AB’nin Türkiye’nin “Su” yu üzerinde, Fırat ve Dicle nehirleri üzerinde denetim hakkı istediğini ve bu hususun Türk Halkından gizlendiğini ileri sürmektedir. Gelecekte “su”yun petrolden değerli olacağı göz önüne alındığında, AB, Ortadoğu’nun su vanasını elinde tutmak istediği sonucuna ulaşılmaktadır. Bu durum, Türkiye’nin egemenliğini sınırlandıran bir davranış olacaktır. 302 

Türkiye’nin Önemi 

Soğuk Savaş döneminde Türkiye’nin Doğu ve Batı arasında jeostratejik konumu, küresel mücadele planları içersinde Türkiye’nin de yer almasına yol açmaktaydı. Soğuk Savaşın sona ermesi ile Türkiye’nin artık jeostratejik öneminin kalmadığı ve Batıda ağırlığının eskisi gibi olamayacağı ileri sürüldü. Ancak, uluslar arası terörizm ve her geçen gün enerjiye olan bağımlılığın artması, Ortadoğu ve Orta Asya’nın önemini ön plana çıkarmıştır. Küresel güç mücadeleleri ve NATO’nun ağırlığının doğuya doğru genişlemesi, Türkiye’nin jeostratejik konumunu yeniden önemli kılmıştır. Türkiye, Avrupa, Asya ve Afrika kıtalarının kesişim noktası olan Ortadoğu’da yer almaktadır. Ortadoğu, üç kıtaya açılan bir kapı, üç kıta arasındaki geçiş güzergahlarının kavşak noktasıdır. Türkiye’de Ortadoğu’da bulunmaktadır. 

T.C eski Başbakanlarından Ecevit’e göre; Ortadoğu’da Türkiye’nin istemediği bir plan hayata geçirelemez. Türkiye, ABD’nin Karadeniz’deki düşüncelerini 
etkileyebilecek, Kafkaslardaki gelişmeleri yönlendirebilecek, İran’a karşı olası bir harekatta ABD’nin üstündeki yükün büyük kısmını alabilecek, Irak’ta ABD’nin beklediği desteği verebilecek, İsrail’in güvenliğine katkıda bulunabilecek, Doğu Akdeniz’de güç gösterisinde bulunabilecek, Ege ve Balkanlarda tarihten gelen nüfuzunu kullanabilecek nitelik ve nicelikte bir bölge devletidir. 

Türkiye’yi ziyaret eden ABD Başkanı Clinton, TBMM kürsüsünden, 21. yüzyılın belirlenmesinde Türkiye’nin tutumunun büyük rol oynayacağını belirten bir konuşma yapmıştır. Bazı uzmanlar, Avrasya güç mücadelesinde Türkiye’nin konumunu tahterevallinin ortasındaki denge noktasına benzetmektedir. Türkiye olmadan Avrasya güç oyunu sürdürülemeyecektir. Avrasya güç mücadelesinde, Türkiye’nin seçeceği taraf ağır basacaktır. 

ABD’de bulunan Yahudi Lobilerinin yönetim üzerindeki ağırlığı, ABD’nin Türkiye’den vazgeçip, geçmeyeceğini belirleyecek kriterlerin başında gelmektedir.303 Türkiye, bölgede İsrail için nefes borusudur.304 

Türkiye İsrail’i yalnızlıktan kurtarmakta, stratejik güvenlik sağlamaktadır.305 İsrail ve Yahudi lobisi, Türkiye’den ve Büyük İsrail’in güvencesi olacak 
Kürdistan’dan vazgeçmek istemeyeceklerdir. Belirleyici olacak olan, ABD politikalarının Amerikalıların çıkarlarına göre mi, Yahudilerin çıkarlarına 
göre mi şekilleneceğinde yatmaktadır.306 1998’de “Jerusalem Times”da yer alan, 

Köktendincilik ve Borç Paranın tehlikeleri ve siyaseti, Yazar, Kevin PHİLLİPS, .....Evanjelik Hristiyanların, devletin İncil’de yazılanlara göre yönetilmesi 
gerektiğine, İsa’nın gelmek üzere olduğuna, Armegeddon’a inanan Güney Vaftiz Klisesinin nasıl büyük bir güç elde ettiğini, ABD seçmenin yaklaşık üçte birini etkisi altına alarak muhafazakar partinin siyasi gündemi belirlemeye başladığını gösteriyor...   
Hristiyan ve Yahudi köktendinciliğin Şii Ayetullahlardan aşağı kalmadığını, toplam borçların 30-40 trilyona dayandığını işgallerin esas amacının petrolü 
ele geçirmek amacıyla olduğunu savunmaktadır.... ABD İsrail’i bu şekilde desteklemeye devam etmesinin nedenini de, ABD’deki Yahudi Lobisinin, özellikle AIPAC adlı örgütün etkisine bağlıyor. Bush döneminde bu etki iyice artmış, çünkü dış politikada üst düzey yöneticileri Chaney, Rumsfeld, Wolfowitz, Perle, Libby vb. özellikle İsrail’e yakın bir grup....” 

Makalenin başlıca argümanları şöyle özetlenebilir: 

“ABD yönetimi kendi ve birçok müttefikinin güvenliğini bir kenara bırakıp, başka bir devletin, İsrail’in çıkarlarının savunulmasına öncelik vermektedir. 
ABD bugüne kadar İsrail’e toplam 140 milyar dolar yardım yaptı. Her yıl dış yardımların beşte biri olan 3 milyar dolar (İspanya kadar zengin olduğu halde) 
İsrail’e gitmektedir. Yardım alan öteki devletlerden farklı olarak İsrail, bu paraları nasıl harcadığına dair hesap vermemektedir.   
ABD, İsrail’e NATO müttefiklerine vermediği istihbaratı vermekte, nükleer silah edinmesine göz yummaktadır. Uluslararası alanda avukatlığını üstlenmiş olan Washington, İsrail’i eleştiren 32 Güvenlik Konseyi kararını veto etmiştir. 

Eğer İsrail, ABD bakımından stratejik değere sahip olsa ve İsrail’i desteklemesi için ahlaki bir gerekçe bulunsa, bütün bunlar anlaşılabilirdi. 
Oysa İsrail stratejik bakımdan ABD’nin sırtında bir yük. İsrail’le yakın ilişkiler, ABD’nin Arap dünyasıyla ilişkilerini bozuyor. ABD bu yüzden terörizme 
hedef oluyor. İsrail sadık bir müttefik gibi de davranmıyor; ABD’ye karşı casusluk yapan devletlerin başında geliyor. İsrail devleti, Amerika’nın demokratik değerleriyle uyuşmuyor: İsrail bir Yahudi devleti olarak kurulmuştur ve 1,3 milyon Arap kökenli vatandaşına ikinci sınıf muamele yapmaktadır. 
İsrail’in kuruluşu Yahudilere karşı işlenen suçlara bir cevaptı, ama masum bir üçüncü tarafa, Filistinlilere karşı işlenen suçlara yol açmış, İsrail’de hiçbir 
hükümet Filistinlilerin haklarını tanımaya yanaşmamıştır. 

ABD’nin İsrail’e verdiği desteğin tek açıklaması, İsrail lobisinin rakipsiz gücüdür. Amerikalı Yahudilerin hepsi bu lobinin parçası değildir. 
Üçte biri İsrail’e duygusal bir bağlılık duymamaktadır; Çoğu Filistinlilerle barış yanlısıdır ve Irak’ın işgaline de karşı çıkmıştır. Ancak bir kısım Amerikalı Yahudi, 
ABD’nin dış politikasını etkilemek üzere bir dizi çok güçlü örgüt kurmuştur. Neomuhafazakar akım içinde yuvalanmış olan İsrail lobisi, Hıristiyan Siyonistlerden de destek almaktadır. Lobinin iki ana stratejisi var: Yürütme ve yasama organlarını baskı altına almak; kamuoyunda ve öncelikle medyada İsrail’in olumlu bir imaja sahip olmasını sağlamak. Kongre’de İsrail’i kimse eleştirememektedir; çünkü lobi, eleştirenlerin yeniden seçilmemesi için seferberdir. İsrail’i eleştirenler “Türkiye hakkında konuşma vakti geldi” isimli bir makalede, Türkiye karşıtı seslerin yükselmekte olduğunun işareti görülmelidir.307 

Washington’da Pentagona bağlı Ulusal Güvenlik Üniversitesi’nin Ortadoğu uzmanlarından ve Milli Harp Akademisi Öğretim üyesi Kamal Beyoghlow’a göre, Washington, Türkiye ile stratejik ortaklığını Kuzey Irak yüzünden bozmayacaktır.308 

Gazeteci yazar ve Ortadoğu uzmanı Hüsnü Mahalli, 20.09.2005 tarihli Akşam Gazetesindeki köşesinde, ABD Temsilciler Meclisi Uluslararası İlişkiler Komitesi’nin Ermeni tasarısını kabul ettiğinden söz etmektedir. Komite'nin Musevi üyesi Tom Lantos'un, 1 Mart tezkeresi ve Türkiye'nin Suriye ile ilişkilerini bahane ederek tasarıyı desteklediğinden söz edilmektedir. Kabul edilen iki tasarıya göre, Türkiye'nin soykırım iddialarını kabul etmesi, Erivan ile yakınlaşması, ABD Başkanı'nın soykırım konusunu dış politikaya yansıtmasını ve 24 Nisan'ın resmen tanıması istenmektedir. Yıllardır Amerika'da bulunan gazeteci Savaş Süzal'a göre, Yahudi lobileri isteseydi tasarılar engellenebilirdi. Süzal ayrıca, Temsilciler Meclisi Başkanı Denis Hastert'in tasarıları yakında gündeme alacağını söylemektedir.309 

İSRAİL ’in TUTUMU 

İtalya’da yayımlanan La Stampa gazetesi, Kuzey Irak’taki Kürtlerin emekli İsrail askerleri tarafından eğitildiklerini yazmıştır. La Stampa, İsrail’deki Yediot Ahronot gazetesine dayandırdığı haberde, İsrail ordusundan emekli olan onlarca askerin, tarım uzmanı ve mühendis kimliği altında Kuzey antisemitizmle, Yahudi-düşmanlığıyla suçlanarak susturulmaktadır. Oysa Batı ülkelerinde İsrail’i eleştirenlerin hiçbiri İsrail’in var olma hakkını sorgulamıyor; İsrail Filistinlilere yaptıkları insan haklarına ve uluslararası hukuka aykırı olduğu için eleştiriliyor....” 

Irak’a gittiklerini belirtmektedir. Kuzey Irak’a gidiş gerekçelerini, Kürtlere terörle mücadelede yardımcı olmak olarak açıklamaktadırlar. 310

 Gazeteci İbrahim Karagül, Yenişafak’ta yayımlanan yazısında, İsrail’in Irak'ta, hem kendi timleri hem de taşeron örgütleriyle operasyonlar yaptığını, 
Kuzey Irak'ta emekli asker ve istihbaratçılarıyla Kürt birliklerini eğittiğini belirtmektedir. The New Yorker dergisinde Seymour Hersh'ün yazısıyla 
patlayan ve Türk-İsrail ilişkilerinde krize neden olan Kuzey Irak'taki faaliyetlerinden sonra, petrol boru hatlarına yönelik saldırıların arkasından 
İsrail istihbarat teşkilatı Mossad'ın ve taşeron örgütlerinin yer aldığını yazmaktadır. ABD ve İngiliz işgalinin koruması altında Bağdat, Kuzey Irak ve 
ülkenin bir çok bölgesinde üsler kuran İsrail’in direnişçilere, dini liderlere ve akademisyenlere karşı operasyonlar yaptığı ileri sürülmektedir. Türkiye'ye 
gelen Kerkük-Yumurtalık boru hattı, Irak işgalinden bu yana sürekli bombalanırken, üç boru hattından ikisi saldırıya uğrarken, Suriye üzerinden 
Akdeniz'e ulaşan, İsrail tarafına giden boru hattına hiçbir saldırı 
yapılmamaktadır. 311 

İsrail Devletinin, Irak’ın toprak bütünlüğü konusunda hiçbir zaman kaygı duymadığı azılı düşmanının toprak bütünlüğüne kayıtsız kaldığı, İsrailli 
bazı uzmanlar tarafından dile getirilmektedir. 312 

ABD müdahalesi sonrası Irak’ta yaşanan Sünni, Şii ve Kürtler arasında çatışmalar ve bölünmeler, İsrail’in işine gelmektedir.313 

1982 yılında Yale Üniversitesinin yayımladığı, Kürt Yahudisi olan öğretim üyesi Yona Sabar tarafından yazılan, “Kürdistan Yahudilerinin Halk Edebiyatı: Antoloji” başlıklı kitap, başlangıçta sıradan bir antropolojik çalışma muamelesi görmüştür. Los Angeles'teki Californiya Üniversitesi'nde görev yapan Yona Sabar’ın kaleme aldığı kitap, büyük çoğunluğu Kuzey Irak'ta yaşayan Kürt Yahudileri'nin hayatına ışık tutmaktadır. Yona Sabar'ın kitabında Barzani ailesi ile ilgili bilgi vermektedir. Sabar'ın verdiği bilgiye göre, 16. ve 17. yüzyılda bölgede yaşayan ailelerin en ünlülerinden biri Barzani ailesiydi ve bu aileye mensup hahamların kurduğu Yahudi eğitim kurumları büyük bir itibara sahiptir. Amerikan reformcu Yahudileri tarafından tam bir yüzyıl sonra kabul edilecek olan ilk kadın haham da Samuel Barzani'nin kızıydı ve ismi de Asenath Barzani'dir.314 

TERÖR

Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi'nde (AKPM), 21.05.2006’da imzaya açılan bir bildiride PKK/Kongra-Gel'e 'derhal silah bırak' çağrısı yapıldı. AKPM'deki Türk heyetinin girişimiyle imzaya açılan yazılı bildiride, PKK/Kongra-Gel'in son zamanlarda Türkiye'de yeniden insanların hayatına mal olan terör faaliyetlerine başladığı not edilerek, örgütten 'derhal ve koşulsuz biçimde terör eylemlerini durdurması ve silah bırakması' istenmektedir. 'Her türlü politik talep ve amaca demokratik yollardan başvurulması gerektiği' görüşünün de yer aldığı bildiride, terörizmin demokratik kurumlar ve uluslararası güvenlik için en önemli tehditlerden biri olduğu vurgulanmakta ve hiçbir şekilde meşru kılınamayacağı 
belirtilmektedir. 'Siyasi taleplerin sadece demokratik süreç çerçevesinde gerçekleştirilebileceğine" atıfta bulunulan bildiride, örgütün, son günlerde bir 
çok insanın hayatına mal olan terör eylemlerini artırması, sert bir biçimde kınanmaktadır. 315 

Avrupa Birliği Karma Parlamento Komisyonu (KPK) Eşbaşkanı Hollandalı Yeşil Milletvekili Joost Lagendijk, Türkiye'de Kürtlerin PKK'nın şiddet taktiğine dur demek zorunda olduklarını, Kürt siyasetçilerin bu cesareti göstereceklerini beklediklerini söylemiştir. “Güneydoğuda Sivil Haklar” konulu toplantıya katılmak üzere 06.05.06 günü Diyarbakır'a gideceğini belirten Lagendijk, Diyarbakır'da Kürtlere şiddet yanlılarının taktiklerine boyun eğmemeleri çağrısı yapacağını, şiddet eylemlerini yapanların çok ciddi bir hata içinde olduğunu açıklamıştır.316

 Irak’ın Kuzeyinde bölücü terör örgütüne ait kamplar, özellikle Kandil Dağı bölgesinde bulunmaktadır.317 AB sürecinde, Kürtlere yönelik bazı 
hakların tanınması ve AB’nin terör örgütünün silah bırakma çağrıları, terör örgütünün siyasallaşma çabaları ile örtüşmektedir. AB, daha çok demokrasi 
ile sorunların çözüleceğine ve bu çerçevede silahlı eylemleri kınamasına ve tavır takınmasına rağmen, bölücü örgüt kamplarının Irak’ın kuzeyinde hala 
bulunuyor olması, ABD’nin İran operasyonunda bölücü terör örgütünden yararlanmayı akla getirmektedir.318 Kandil Dağı'nda PKK'nın İran'daki 
uzantısı PJAK liderlik kadrosuyla görüşen İngiliz The Sunday Telegraph muhabirleri, İran'daki etnik grupları harekete geçirmeye çalışan ABD'nin 
PJAK'a Tahran rejimine karşı işbirliği teklif ettiğini ileri sürmektedir.319 

Musul ve Kerkük’ün statüsü ve Türkmenlerin güvenliği 

 ABD Dış işleri Bakanı Rice’ın Ankara’yı ziyaretinde, Türk Hükümeti Kerkük hassasiyetini ortaya getirmiştir. Gerek Başbakan, gerekse Dışişleri 
Bakanı, Kerkük’ün Irak’ın toprak ve siyasal bütünlüğü açısından “Kilit” rol oynayacak bir öneme sahip olduğunu vurgulamışlardır. Türkiye Başbakanı, 
ABD Dışişleri Bakanı Rice’a , Kerkük konusunda şu mesajları vermiştir; 

“...Irak küçük bir Ortadoğu, Kerkük de küçük bir Irak’tır. Nasıl Irak’ta istikrar sağlanmadan Ortadoğu’da sağlamak mümkün değilse, Kerkük’te de istikrar sağlamadan Irak’ı bir arada tutmak mümkün değildir. Kerkük’ün bu özelliğini unutmamak gerekir. Bu nedenle de Kerkük bir etnik grubun veya bir bölgenin idaresine bırakılmamalıdır. Kerkük’ün iç dengeleri bozulursa, bu Irak’ın iç dengelerini de etkiler. Türkiye bu konuda tarihten gelen özel bir konuma ve hassasiyete sahiptir..Kerkük bu özellikleri sebebi ile özel bir statüye sahip olması gerekir. Bundan sonraki süreçte bu doğrultuda gayret edilmelidir. Etnik üstünlük kurmaya yönelik bir çaba gösterilmemelidir. 2007’ye kadar bir oldu bitti yaratılması önemli sorunlar doğurur.....” 320 

Bugüne kadar Türkiye’nin taleplerini ve hassasiyetlerini ABD’nin dikkate aldığını söylemek gerçekçi olmayacaktır. 

İngiliz yayın kuruluşu BBC Güneydoğudaki (Diyarbakır’daki) son olayları değerlendirirken "Bölgesel başkent Diyarbakır" ifadelerini kullanmıştır. İngiltere Dışişleri Bakanlığı da Diyarbakır’ı bölgesel başkent olarak tanımlamıştır. Bir soru üzerine, İngiltere Dışişleri sözcüsü, "Bölgede ’Diyarbakır’ın başkent olduğu’ şeklinde bir inanış olduğunu ve bakanlığın Türkiye masasının kendilerine böyle bir ifade kullanılması için tavsiyede bulunduğunu" cevabını vermiştir. "Diyarbakır Kürt bölgesinin başkentidir" diyen Fransız Yeşiller Partisi Milletvekili Helene Flature’dir. Avrupa Parlamentosu Başkanı Borrel, Türkiye’yi ziyaretinde gazetecilere, "Ankara’dan sonra Kürdistan’a gideceğiz" demiştir. Avrupa Parlamentosu heyetinde yer alan Çek Parlamenter Ransdorf ise Türkiye’yi ziyaretinde Diyarbakır Belediye Başkanı Osman Baydemir’e "Kürdistan’a katkı sunmaya çalışıyoruz" demiştir.321 

Çağdaş uygarlık düzeyine çıkabilmek, düşünce özgürlüğünün, insan haklarının ve hukukun üstünlüğünün bulunduğu ortamlarda mümkün olabilir. 
Türkiye, demokrasisini geliştirmek, Avrupalı olmak istemektedir. AB’nin, hiçbir üye ülkeden istemediği koşulları Türkiye’den istemesi, 1960 Anlaşmalarına aykırı olarak Kıbrıs Rum kesimini AB’ye alması ve şimdi de Türkiye’den Kıbrıs konusunda taviz vermesini istemesi, Türkiye’nin etnik ve mezhep hassasiyetlerini kaşıması, terör örgütüne ait TV kanallarına ülkelerinde yer vermeleri vb, üzerinde düşünülmesi ve “Avrupa Birliği Türkiye’den ne istemektedir?” sorusu cevaplanması gereken husustur. E.Semih Yalçın Türkiye’nin AB’ye girme çabalarına karşı, AB’nin Türkiye’den ne isteyebileceğine dair yorumu aşağıda sunulmuştur; 

   “...Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne girme yolunda gösterdiği çabalar ve bu yönde sürdürülen faaliyetlerin zaman zaman başarısızlıkla sonuçlandığı dönemlerde 
“Şark Meselesi henüz bitmedi mi?” sorusu ister istemez akılları meşgul etmektedir. XIX. yüzyılda diplomatik bir terim olarak karşımıza çıkan “Şark Meselesi” güncelliğini hâlâ muhafaza etmekte ve Batı tarafından zaman zaman karşımıza farklı kılıflar ve başlıklar altında çıkarılmaktadır..... XX. yüzyıla gelindiğinde ise Cumhuriyet’in kuruluşu ve Lozan’ın imzalanması ile bitmiş olduğunu zannettiğimiz bu siyasetin karşımıza “Büyük Ortadoğu Projesi” gibi değişik adlar altında takdim edildiğini görmekteyiz. Takdim sırasında ise millî ve mânevî kıymet hükümlerimiz dejenere edilmeye çalışılmış, etnik ve mezhep çatışmaları çıkartmak için farklı taktik ve yöntemler insan hakları ve demokratikleşme gibi isimler altında sunulmuştur. Her ne şekilde ortaya çıkarsa çıksın Şark Meselesi hâlâ Batının zihninde unutulmayan ve zamanı geldikçe Türk milletinin önüne değişik şekillerde getirilmeye çalışılan bir projedir. Bu durumun en son delili ise günümüzde “Büyük Ortadoğu Projesi” adıyla takdim edilen ve Batı medeniyeti orijinli siyasî ve sosyal politikaların gündemimizi işgal etmesidir...”322 

AB, değişik etkinlikler adı altında bir çok konuya, sivil toplum kuruluşuna finans desteği sağlamaktadır. AB’nin bazı finans desteklerinin Türkiye’nin hassasiyetlerini kaşımak amacıyla verildiğini düşünenler de bulunmaktadır.323 

Anıl Çeçen, Özellikle Avrupa Birliği süreci ve bu doğrultudaki uyum paketlerinin, Türkiye'nin, İsrail'in istediği yapıya dönüşmesini sağlamak için kullanıldığını söylemektedir.324 

Kürt oluşumun ekonomik yeterliliği ve Güvenliği 

Irak’ın Kuzeyi, yetişmiş insan gücüne, sanayiye sahip değildir. Piyasada en fazla Türkiye’den gelen ürünler görülmektedir. Kamyonlarla yapılan petrol ticareti ve Habur sınır kapısından alınan ücretle ekonomisini ayakta tutmaya çalışmaktadır. 

 Habur Sınır kapısından giren Türk araçları, kamyon başına 20 dolar ödemekte, günlük yaklaşık 150.000 USA doları, yıllık 14 milyon dolar civarında Kürt Bölgesine gelir kazandırmaktadır. 325 

Bir başka kaynağa göre ise; Kürt Bölgesi, Habur sınır kapısından yılda 1 milyar dolar, Irak petrollerinden ise 600 milyon dolar gelir almaktadır. 
Son zamanlarda hareketlenen yatırımların arkasında bu gelirlerin olduğu ileri sürülmektedir.326

 Mayıs 2006’da Türk Ordusunun Irak sınırına yığınak yapması ve olası sınır ötesi bir harekatın gündeme gelmesi, Türkiye’den Irak’a geçiş yapan günlük ortalama kamyon sayısının 1000’den 200’e düşmesine yol açmıştır.327 

Irak’ın Kuzeyindeki Kürt oluşum, ekonomik bakımından Türkiye’ye ihtiyaç duymaktadır. Türkiye’nin Habur sınır kapısını kapatması, Kürt oluşuma ekonomik ambargo anlamına gelecektir. 

Çeşitli sivil toplum kuruluşlarının ve ülkelerin ekonomik yardımları, şimdiden, Türkiye'den “Kuzey Irak''a göçü teşvik etmektedir. Türkiye'deki bütün mal varlığını satıp Kuzey Irak''a yerleşen ailelerin sayısı gittikçe artmaktadır. Kuzey Irak''ta bulunan yeni petrol kaynakları ve Kerkük’te bulunan zengin ve maliyeti ucuz petrolün, 2007''de Kerkük''ün Kürt denetimine hukuken de girmesinden sonra, Kuzey Irak''ta kişi başına düşen gelir hızla 8000 doların üzerine çıkacağı hesaplanmaktadır. Kişi başına düşen gelirin 1000 Dolar olduğu Türkiye’nin Güney Doğusundaki bazı yerleşim yerlerine nazaran, Dohuk'un çekiciliği daha da artacaktır..328 

Washington Post, Kerkük'ün statüsünü 2007'de referanduma götürmek için bastıran Kürtlerin kitleler halinde kente göç ettiğini yazmaktadır. Kürt oluşumun ekonomik potansiyeli ve arkasındaki ekonomik gücü göstermesi bakımından önemlidir. Kentte Kürtler için iki odalı evlerden oluşan gecekondu siteleri kurulurken, birçok Kürt stadyum, hapishane veya boş arazilerde derme çatma yapılarda kalmaktadır. Gazeteye göre birçok cadde, bina, okul hatta köyün Arapça isimleri Kürtçeye çevrilmektedir. Kürdistan Yurtsever Birliği, Kürt ailelere 5 bin dolar vermektedir. Arap ve Türkmen siyasiler Saddam devrildiğinden beri 350 bin Kürt'ün kente yerleştiğini, ABD'li albay Don Blunck ise dönenlerin sayısını 'onbinlerce' diye ifade etmektedirler.329 

Kuzey Irak her anlamda Türkiye'ye muhtaç durumdadır. Uçakların Türkiye’nin hava sahasını kullanmak zorunda olması dahi bu durumu açıklamaya yetecektir. 

Irak’ın Kuzeyinde kurulacak olası bir Kürt devletinin güçlü komşuları olacaktır. Bir tarafta Farslar, diğer tarafta Türkler ve Güneyde Araplar. Köklü devlet deneyimi bulunmayan, bürokrasisi, eğitim kurumları ve yetişmiş insan gücünden yoksun bir Kürt devleti, yüzyılların içinden süzülerek gelen tecrübe ve birikime sahip, köklü devletlere karşı kendini yeteri kadar savunamaz. Sürekli ABD ve İsrail desteği ile kendi ayakları üzerinde durması için uzun zaman gerekir. Oysa dünya yeni bir paylaşımın başlangıcındadır. Kafkaslarda, Orta Asya’da ve Avrasya genelinde çetin bir mücadele söz konusudur. Şu aşamada olası bir Kürt devleti kurulması için ne kadar uygun bir fırsat söz konusu ise, bölgesel ve hatta küresel dengelerin bozulması için de o kadar uygun ortam söz konusudur. 

Olası Kürt devletinin güvenliğini garanti altına almak isteyen merkezi güçler, basında Kürtlerin Türklerle federasyona gitmek istedikleri haberlerini yaymışlar ve Türkiye’nin yönetim sisteminin federasyona döndürülmesinin, hem güneydoğu sorununun çözümünde, hem de Irak’ın Kuzeyindeki Kürt 
devletinin güvenliğinin sağlanmasında en iyi yol olacağını ileri sürmüşlerdir. Kerkük petrollerini dünyaya pazarlayarak zenginleşme ihtimali olan Türkiye, 
federasyonu kabul ederse, Kürt devleti Türkiye’nin güvencesinde büyüyüp serpilme imkanına kavuşacaktır.330 

Bu arada, Türkiye’nin Kuzey Irak’ta bir çok ihale aldığı, çok para kazandığı, Türklerin buradaki piyasadan pay kapmaları gerektiği basında bir çok kez yer almıştır. Bütün bu gelişmelerin esasını, Kürt devletini himaye edilmesini sağlayacak bir mekanizma oluşturmaktır. 

Irak’ın Kuzeyindeki Kürt oluşumun, politik hedeflerine ulaşabilmesinin şartlarında bir tanesi de, Kürt grupların bir araya gelerek güç birliği 
yapabilmelerine bağlıdır. Bu birliği iki kısımda düşünmek mümkündür. Birincisi, K.Irak’taki Kürt oluşumun kendi içinde, bir siyasi yapı altında toplanabilmeleri, İkincisi, bölgede yaşayan Kürt unsurlarla iletişimin kurularak işbirliği yollarının araştırılmasıdır. 

Irak’ta Mevcut stratejik akılda, bu konuda benzer şekilde düşünmektedir. Iraklı Kürt grupların (Aşiretlerin) aralarındaki anlaşmazlık ve çatışmaların sona erdirilmesi için çaba harcanmıştır. Hala da harcanmaktadır. Her ne kadar aşiret liderlerinin bir araya gelebilmeleri, aşiretlerin kaynaştığı anlamına gelmemelidir. Aşiretler arasındaki en ufak bir anlaşmazlığın, çatışmaları tekrar başlatabilme ihtimalini bulundurduğu, gözden uzak tutulmamalıdır. 

KDP ve KYB arasındaki silahlı çatışma ve anlaşmazlığı ABD, 1998’de Washington Anlaşması ile gidermiştir. Ardından 4 Ekim 2002’de “Kürdistan Ulusal Meclisi” nin toplanması ve “Kürdistan Anayasa” taslağının oluşturulması kararlaştırılmıştır. ABD Dışişleri Bakanı Powel, mesaj çekerek birlik ve beraberliğin önemini vurgulamıştır. 

11 Kasım 2005’te Erbil’de Amerikan-Kürt Kongresi düzenlenmiştir. Bu konferansa, İran, Suriye, Türkiye Kürtlerinin temsilcileri de katılmıştır. Kimi 
uzmanların “Bağımsız Kürdistan Konferansı ” dediği konferansta şunlar tartışılmıştır; 

i. Suriye, İran ve Türkiye'de bağımsız Kürt federal bölgelerinin kurulma olanakları. 
ii. Böyle bir olasılık durumunda karşılaşılması muhtemel zorluk ve engeller. 
iii. Bağımsızlık yolunda Kürt halkının motivasyonu. 
iv. Irak'taki olası Kürt devletinin komşu ülkelere etkileri. 
v. Bağımsızlık durumunda bölge ülkelerinin muhtemel engellemelerine karşı Kürtlerin karşı koyma yöntemleri... 

Konferans esnasında gündeme getirilen konular ve öneriler, Amerikalılar tarafından dikkatle takip edilmiştir. Konferans sonunda oluşan ortak görüş; “şimdilik” Kürtlerin bulundukları ülke sınırları içinde mücadele ederek “Irak Kürtlerinin” elde ettiği haklara benzer haklar elde etmesini sağlamaları” olarak ortaya çıkmıştır.331 

8 Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.

***

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder