5 Eylül 2018 Çarşamba

YOLSUZLUK KISKACINDA TÜRKİYE BÖLÜM 4

YOLSUZLUK KISKACINDA TÜRKİYE BÖLÜM 4


Tabi Türkçe'de kelimede kalmadı bu operasyonlara isimler veriliyor, güzel şeyler ama, ben biraz endişeliyim değerli arkadaşlar. 

Niçin? 

Bu operasyonlar yapılıyor güzel. Ama, bu operasyonlar biraz operasyonları yapanların şahsi gayretleri ile oluyor. Ben kendi yaptıklarını da bu işin içerisinde 
olan arkadaşlarımızı da küçümser değilim, yanlış anlaşılmasın. Sayın Tantan, Sayın Temizel'i, Devlet Güvenlik Mahkemesindeki bazı savcı ve hakim 
arkadaşlarımızın bu yaptıkları operasyonları aynen destekliyor, kendilerine de burada teşekkür ediyorum. Ama biraz iş onlar tarafından değil, bazı 
kesimler tarafından dikkatleri başka tarafa çekilmek suretiyle örtbas ediliyor gibi geliyor bana. Nitekim Sayın Tantan da bakan olduğu günden beri geçen 
yıl Bütçe Plan Komisyonunda kendi bakanlığının bütçesi görüşülürken aynen şu ifadeyi beyan etmişti; "Türkiye'yi soyanlar aslında belli. Bunlar devlet 
arşivlerinde var. Ancak bu soygunu yapanlar yani bu hırsızlar devletin en muteber insanları. Önlerinde her gün düğmelerimizi, ceketimizin düğmelerini 
ilikleyip saygı duyduğumuz insanlar" demişti. Sonradan da geçenlerde yine aynı ifadeyi gazetelerimizde, televizyonlarımızda tekrar etti. İşte esas işin 
püf noktası burada değerli arkadaşlar. Bu gözden kaçırılıyor ve diyor ki Sayın Tantan; "bu ortaya çıkarılanlar sadece binde biri..." Şimdi binde biri olunca 
ne olacak? Yani insan bunun boyutlarını düşündüğü zaman daha fazla irkiliyor. Niçin ümitsizim? Dedim. Çünkü ortaya sadece bankalardaki soygun getiriliyor. 

Onda da sadece özel bankalardaki soygunlar ortaya getiriliyor ve bugün devlet bankaları soyuluyor. Devlet bankalarının içi boşaltılmıştır. 
Bu konuda bir çok raporlar var. 
Onlar hiç bir zaman göz önünde bulundurulmuyor. İşte efendim, Murat Demirel veya falan filan banka kurmuş, bankanın içini boşaltmış. Bu insan bu bankayı nasıl kurmuş? Şimdi arkadaşlar bir bankanın içinin boşaltılması bir günde olmaz. Mümkün değil. Bir bankanın da yönetimin yani hükümetin artık ismine ne derseniz deyin yönetim deyin, hükümet deyin, devlet deyin haberi olmadan boşaltılması mümkün değil. Bakınız ben şöyle bir tespit yaptım; bankalar ne kadar büyük bir kontrol mekanizmasıyla kontrol ediliyorlar. 

Bir kere bankaları hazine kontrol ediyor. Her saniyesi bilgisayarlı ekranda takip ediliyor, kuruşu kuruşuna. Ama bankalar da soyuluyor. Şimdi burada Hazineyi yönetenler sorumlu değil mi arkadaşlar? Yine Merkez Bankası, bir takım tedbirlerle, bir takım mekanizmalarla kamu, özel fark etmez bütün bankaları yine ekrandan saniyesi saniyesine kontrol ediyorlar. Peki ne yapıyorlar? Sorumlu değiller mi onlar? Yine bankalar yeminli murakıpları. 
Her bankanın tayin edilmiş bankalar yeminli murakıpları vardır. Bunlarda her an devamlı surette bu bankaları denetim altında bulunduruyorlar ve 
raporlarda veriyorlar. O raporların da nasıl hasıraltı ettiğini hepimiz biliyoruz. Sayın Bakanlar tarafından ve diğer yetkililer tarafından nasıl hasıraltı 
edildiğini biliyoruz ve maalesef o sayın Bakanlarda hâlâ görevlerinde bulunuyorlar. Ama onlara hiç bir şey denmiyor. Murat Demirel bankanın içini 
boşaltmış, Dinç Bilgin bankanın içini boşaltmış. Doğru boşaltmış da nasıl boşaltmış? Kendi başına mı boşaltmış, yalnız mı boşaltmış? Yanında 
suç ortakları yok mu? Buna göz yumanlar suçlu değil mi? Yine Başbakanlık Yüksek Denetleme Kurulu TBMM'ye hesap verir, raporlar verir. 
Burada vardır ve teker teker el konulan bankaların ve kişilerin devletin kamu bankalarının nasıl içini boşalttığını yazar. Keşke zaman olsa da sizlere kuruşu kuruşuna, tarihleriyle, isimleriyle anlatabilsem ve bunlar Mecliste de görüşülüyor. Ben yedi, sekiz yıl KİT komisyon üyeliği yaptım. 
Bunun gece gündüz kavgasını yaptım oralarda. Zabıtlarda var. Ama zabıtlarda kaldı, biz kötü olduk söylediğimiz için. Bir takım çevrelerin tepkisini çektik. 
O kişiler aklandı ortada geziyorlar, Mecliste geziyorlar. Başbakanlık Yüksek Denetleme Kurulu, raporları var denetliyor. Devlet Denetleme Kurulu diye bir şey var. 
Siz Devlet Denetleme Kurulunun Sayın Süleyman Demirel'in Cumhurbaşkanlığı döneminde bu konularda bir rapor hazırladığını duydunuz mu? 
Niçin var? Sayın Demirel kendi görevi süresinin nasıl uzatılacağına dair raporlar hazırlattı. Devlet Denetleme Kurulunu bu yönde kullandı. Niye el koymuyor? Konmadı. Suçlu değiller mi değerli arkadaşlar bunlar? Bankalar Birliği var. Onlarda bankaları devamlı surette gözetim altında bulunduruyor. 

Denetliyor, Raporlar veriyor. Nedir o Raporlar?

 O raporların gereği niye yerine getirilmedi, değerli arkadaşlar? Getirmeyenler kim? Tabi ortada üç beş tane suçlu var. Murat Demirel, Dinç Bilgin şu bu... 
Yine her bankanın kendi Teftiş Kurulu var. Yine Başbakanlık Teftiş Kurulu var. Ve son olarak da yeni kurulmuş bulunan Bankacılık Denetleme ve Düzenleme Üst Kurulu var. Şimdi düşünün bankalar soyuluyor. Şu anlattığım mekanizma sisteminde, bankaların soyulması mümkün mü arkadaşlar? 
Şu kadar sıkı bir markaca alınan bankalar sisteminde bankaların soyulması mümkün mü? Elbette ki mümkün değil ama devlet soyuluyor. 
Devleti soyuyorlar. Bunu da hayali söylemiyorum. Bakınız şu rapor yeni çıktı. Yani bir haftalık bir rapor. Sayıştay'ın 2000 yılı mali raporu. 

26 Ekim 2000 tarihinde, Sayıştay büyük kurulunda kabul edilen bir rapor. Bu raporu okuduğumuz zaman dehşete düşüyoruz. Bu işlerin içerisinde olan, 
araştıran birisi olarak dehşete düşüyorum. Ama şundan da dehşete düşüyorum; sadece bankalar üzerinde yoğunlaştırılıyor veya başka konu üzerinde 
yoğunlaştırılıyor. Ama soygun aynen devam ediyor. Bakınız Sayın Tantan; Türkiye'de en büyük ve birinci tehlike bana göre "yolsuzluk ekonomisi" diyor. 
Bunu bağıra bağıra her yerde söylüyor. Ama devletin, hükümetin resmi politikası ne? Onlarda irticai bilinci tehdit olarak öne sürüyorlar. Şimdi biraz 
burada durup düşünmek var. Hani " Bak cambaza bak " deyip de insanların soyulduğu gibi irtica yaygarası adı altında bu ülke soyuluyor. Ben devletin 
soyulmasından bahsedeceğim. Çünkü bankanın soyulmasından epeyce arkadaşlarımız bahsetti. Diğer arkadaşlarımız da belki bahsedecekler. 
Bakınız ne diyor Sayıştay'ın raporunda; bütçe içinde gerçekleştirilmesi gereken birçok faaliyet bütçe dışında oluşturulan çok sayıda fon, vakıf, işletme, 
tesis ve hesaplar aracılığıyla yönetimden ve şeffaflıktan uzak bir şekilde yürütülmektedir. "Fonların büyük bir kısmı sosyal tesisler, vakıflar, dernekler, 
işletmeler ve özel hesaplar hiçbir dış denetime tabi değildir. Bu tür yapıların tamam bütçe mekanizmasının gerektirdiği sorumluluk ve açıklıktan belirli 
ölçülerde uzaktır. Yine borçlanma ile gerçekle¬şen bir kısım giderler bütçeye kaydedilmediğinden bütçe giderleri ve dolayısıyla bütçe açığı olduğundan 
az gösterilmektedir. 1971 yılından 1999 yılına kadar geçen dönemde bütçede gösterilmeden harcanan kaynak toplamı 116 milyar dolardır" değerli 
arkadaşlar.
Dış borçlarla ilgili olarak Sayıştay'a uzun yıllar boyunca yanlış bilgi verilmiştir. Esas soygun nerede? Bakın size yine Sayıştay raporundan okuyorum. 
Geçen bir sayın Bakan bana öyle şeyler anlattı ki ürperdim. Sonra bu rapor elime geçince o sayın Bakanın anlattığı bana teyit edildi. Ne diyor bakın 
burada bir cümle okuyorum size. "Garantili ve devirli krediler". Esas soygun burada değerli arkadaşlar. Murat Demirel götürmüş, ne götürmüş?

 Bir milyar dolar götürmüş. Cavit Çağlar ne yapmış? İnterbank'tan iki milyar dolar deniyor. Ama burada daha büyük rakamlar var. " Hazinenin çeşitli 
kuruluşlardan olan dış borçları Hazinenin garantili ve devirli kredileri bir sübvansiyon aracı olarak kullanılmaktadır.'' 
Sübvansiyon iki şekilde ortaya çıkmaktadır. 
Bir; kuruluşlar, borç geri ödemelerini düzenli yapmadığından geri ödeme yükü hazineye kalmaktadır. Bu kredilerin geri ödenmemesi alışkanlık haline gelmiştir. 
İki; devirli kredilerin bir kısmı anlaşmalarda yer alan koşullar değiştirilerek kamu ve özel sektör kuruluşlarına devir ve hibe edilmektedir. 

Bu şekilde özel sektöre devreden krediler ayrı bir öneme sahiptir. Devirli kredilerde geri dönüşü sağlayacak mekanizmalar yetersiz kalmaktadır. 
Devirli ve garantili kredilendirme ile Hazine ağır ve öngürülmeyen bir yük altına girmektedir. Bu krediler gizli bir sübvansiyona dönüşmekte, bu durum 
Meclis iradesi dışında kamu kaynaklarının belirli yerlere aktarılması anlamına gelmektedir. Hazine alacaklarının hesabını tam olarak verememektedir. 

Yap işlet devret kredileri için verilen garantiler sistem dışında kalmaktadır. Devirli kredilerden dolayı Hazine şu anda altı milyar dolar zarardadır". 
Kime gitti bu paralar? O Sayın Bakan; hepimizin önünde ceketlerimizi düğmelediğimiz adama gittiğini söyledi. 

Nasıl olmuş? 

Dışarıdan kredi alıyor Hazine milyarlarca dolar. 8.75 faiz ile alıyor dolar bazında. 

Türk parasına çeviriyor bir beyefendiye, bir holdinge, bir saygın kişiye, şirketine Türk parası olarak %7 ile veriyor. Dostlar alışverişte görsün. 
Altı milyar dolar diyor ve ancak diyor "99 yılında verilen garantilerin önceki yıllara oranla iki katından fazla artmış olması Hazine üzerindeki riski artıran bir 
gelişmedir". 1-1.5 milyar dolar diyor bu devirli kredi almıyor yurt dışından ve birilerine veriliyor. Ama diyor 99 yılında yani yolsuzlukla mücadele için kurulan 
bu hükümet döneminde iki misli olmuş bu. Kime gitti arkadaşlar bu para? Dış krediler kur farkı fonuyla özel sektöre kaynak aktarılmaktadır. 
Fon denetlenemediğinden fon kanalıyla özel sektör kuruluşlarına yapılan transferlerden kimlerin yararlandığı bilinmemektedir. 
Sadece burada değil, bakınız şurada bizim hazırladığımız sunum raporunu okumuyorum. Şurada Sayın Kutlu Savaş'ın hazırladığı Susurluk raporunda nasıl olduğunu, mekanizmayla çetenin nasıl çalıştığını, bankaların nasıl içinin boşaltıldığını bu raporun içerisinde gayet güzel bahsediyor ve işte benim üzüntüm, bütün bunlar gizleniyor. Kamu ayağı, siyasetçi ayağı, bürokrat ayağı gizleniyor. 

Çünkü Türkiye'de bazı şeyler saptırılıyor. Yanlış anlamalara meydan veriliyor. Sanki ben Murat Demirel'i savu-nuyormuşum, Dinç Bilgin'i savunuyormuşum 
gibi değil.

 Onlar gösterilmek suretiyle soygun aynen devam ediyor. İşte Sayın Başkan açılış konuşmasında kimlerin nerelerde görev aldığını gayet net olarak ifade etti. 
Burada Başbakanlık Yüksek Denetleme Kurulu raporları da var. Bankaların nasıl içinin boşaltıldığını, nasıl boşalttıklarını, kimlerin boşalttıkları da var burada. 
Gizli kapaklı bir şey yok değerli arkadaşlar. Ama tabiki olaylar gizleniyor. Bazıları bulunuyor. Bu memlekette Gülay Aslıtürk elini kolunu sallayarak gitmedi mi? 
Kocası Orhan Aslıtürk beş altı katrilyon lirayı götürdü deniyor. Rakam belli değil arkadaşlar ve her gün yeni şeyler çıkıyor ama o kişilerle de akrabalık bağı 
olan bugün kabinede bir çok bakan var, iddialar var. Bunların üzerinde durulması gerekli. Yoksa efendim denebilir ki; "sen böyle söylüyorsun 
Sayın Elkatmış ama bak bu operasyonlarda oldu". Doğrudur ben onu baştan söyledim oldu ama bunlar günü kurtarmak için yapılan ve biraz evvel saydığım 
bazı kişilerin şahsi gayretleriyle ortaya çıkan şeyler. İşin büyüğü yani AYSBERG duruyor daha ve onun açıklanabileceği, ortaya çıkarılabileceğine dair de 
ortada ben şahsen bir emare görmüyorum. 

Ne deniyor? 

Efendim bu kuruluşları ekonomiye tekrar kazandıralım adı altında bir oyun oynanıyor. Ne yapacakmış? Bu kuruluşların bu kadar çalışanı var, bunlara biraz 
daha para verelim de batmasın. Ondan sonra ne olsun? Ekonomiye tekrar kazandırılsın. Bir de kanun getiriyor. %10 faizle öderse kurtulacaklar. 
Değerli arkadaşlar bu bir oyundur. Bunu söyleyenler samimiyse şunu yapsınlar; KOMBASSAN'ın bütün hesaplarına el kondu. Orada da yirmi beş bin kişi çalışıyor. 
Otuz altı vilayette Seksen beş tane işletmesi, fabrikası var. 
Niye o zaman; "bunu kurtaralım, bu kadar insan çalışıyor" diye düşünmüyorlar da üstüne gidiyorlar. Ama iri kıyım insanların yolsuzluğu ortaya çıkınca 
"efendim bunları kurtaralım!" Niye? Onlar konuşurlar diye korkuyorlar. Bizimle işbirliği içerisinde oldukları, irtibatları ortaya çıkar diye korkuyorlar ve onu
da af kapsamına alıyorlar. Ondan sonra adamlar yine dışarı çıkacak yine bu işe devam edecekler. Bu operasyonlar yapılmak zorundaydı değerli arkadaşlar. 
Niye yapılmak zorundaydı? Diyelim ki yapılmasaydı on tane bankaya devlet el koymasaydı ne olacaktı? Üç ay sonra, bir sene sonra, belki iki sene sonra 
kaçacaklardı bu adamlar. Bankada da binlerce, milyonlarca mudi ayaklanacaktı. Bunu Arnavutluk'ta görmedik mi? Daha yakın bir zamanda Kıbrıs'ta 
görmedik mi? Parlamentoyu dahi bastılar. Onun için günü kurtarmak için ilerideki muhtemel daha büyük tehlikelere engel olmak için el koydular. 
"Ne yapalım işte yargıya da intikal ettirdik". Doğru ama yargı ne yapsın? Bunun siya¬si irtibatları niye ortaya çıksın? Tazminat ödeye ödeye bıktık 
iyice halimiz kalmadığı için söylemiyorum her şeyi. Yoksa siyasi bağlantılarını da söylerim, hepsi belli. Niçin "gelin şu bankalar konusunda bir meclis 
araştırması yapalım" dediğimiz zaman reddedildi arkadaşlar? Tabiki o zaman siyasi ayağı ortaya çıkacaktı. Hepsini söyleyecektik. Hiçbir şey gizli kapaklı değil. 

Sayın Yahnici bir şey söyledi. Dedi ki; İran'da, Sovyet Rusya'da, üçüncü dünya ülkelerinde yani demokrasiyle yönetilmeyen ülkelerde bu yolsuzluklar daha 
büyük oranda oluyor. Çok doğru söyledi. Türkiye'de de olduğuna göre, sayın Başkanın açılış konuşmasında söylediği gibi dünyada birinci olduğumuza göre 
yolsuzlukta. Dünya Bankası bize yolsuzluğun araştırması için kredi para vermeyi teklif ettiğine göre herhalde Türkiye de demokrasiyle yönetilmiyor. 

Ben bunu ifade etmek istiyorum. Eğer Türkiye demokrasiyle yönetilmiş olsaydı, Türkiye bir hukuk devleti olsaydı, Türkiye'de her şey şeffaf, açık olsaydı 
bunların hiç bir tanesi olmazdı. Tabiki diğer söylediğine de katılıyorum Sayın Yahnici'nin. Türkiye'de ahlak ve maneviyat üzerinde de durulsaydı bunlar 
olmazdı. Bunları yapanların hiç bir tanesi o birinci tehdit olarak irticacı diye gösterdikleri insanlar değil hepsi onun dışındaki insanlar diyorum. 
Bakınız son olarak bir cümlesini daha bu Sayıştay raporundan okuyorum. Diğer yandan diyor; "mali yükümlülük riski olan işlemlerde karar verenlerin 
hesap verme sorumluluğunu sağlayacak mekanizmalar oluşturulmadığından yöneticiler kamu fonlarını aşırı risk alarak yönetebilmekte ve kullanabilmektedir. 
Devlet adına yüklenen risklerin gerçekleşmesi durumunda öngörülmeyen mali yükler ortaya çıkmakta ancak risk almaya karar verenler bu işlemlerin 
sonuçlarına katlanmamaktadır" ve aynen yerlerinde durmaktadır. Bu son cümle benim. Aynen Sayın Başkanın da ifade ettiği gibi yerlerinde durmaktadırlar. 
Hatta terfi etmektedirler ve daha da itibarlarına itibar katılmaktadır. Saygılar sunuyorum.

- TINAZ TİNİZ (Oturum Başkanı)

Çok teşekkür ederiz Sayın Elkatmış, Efendim Sayın Tuncay Özkan. Buyurunuz Sayın Özkan.

- TUNCAY ÖZKAN (Kanal D Genel Yayın Yönetmeni)

Sağolun efendim. Şöyle sloganlara bakarak diyelim ki "Dünya fani hırsızlık baki". Çalmaya devam etsinler. İkinci Beyazıt çok kızmış. Çağırmış sadrazamına 
demiş ki; "nedir bu kadılardan gelen şikayet? Herkes nereye gitsem kadılardan yakınıyor. Adalet kalmamış. Bunlar her şeyi parayla alıp satar olmuşlar. 
Hepsini Bursa'da bir eve toplayın iyice bir odun yığın yakın" demiş. Güçlükle ikna edebilmişler. Demişler ki; "efendim sorunları var". "Sorunları ne?" 
"Efendim az para alıyorlar" demişler. O günden bu güne temizlik mekanizmasında bir şey değişmemiş. 

Değişen şey ne? Hırsızların adları değişiyor. 

Ben Plan Bütçe Komisyonunu takip ederdim parlamento muhabirliğim sırasında. Orada "pik" komisyonuna girdim. Bir boru hattından bahsediliyor. 
Şimdi bu boru hattı 1970'li yıllarda İslam Kalkınma Bankasından alman on milyon dolar karşılığında yaptırılmış. Ama hattın kaybolduğunu söylüyorlar. 
Yaptırılmış mı, yaptırılmamış mı? Para alınmış, müteahhit firma belli ama hat döşenmiş mi, döşenmemiş mi konusunda bir komisyon kuruldu. 
Biz komisyondan önce gittik, baktık kontrol ettik. Evet efendim; İzmit'ten Haramidere'ye kadar benzin pompalamak üzere kilometrelerce bir hat döşenmiş. 

Döşenmiş ama sonra unutulmuş. On milyon dolar alınmış ve unutulmuş. Hat orada duruyor ama kullanılmamış. Çürümüş olduğu yerde. Şimdi Türkiye'de 
"yolluluk" ve "yolsuzluk" üzerine çok şey söylenebilir. Anadolu'da yollu diye faişelik sanatını icra (es¬kiden sanattı şimdi meslek oldu. Sadettin Tantan 
meslek haline getirdi, Avrupa Birliği normlarına göre) eden insanlara denir. Yolsuz diye de yolu olmayana denir. Yani gariban Kastamonu'nun köylüsüne, 
Hakkari'nin köylüsüne falan denir. Yolunu bulana da Anadolu tabiriyle yollu denir. Bu yolsuzluk hırsızlığın karşılığı değildir. Yolsuzluk garibanlığın karşılığıdır. 
Zaten garibanlık olduğu için bu yolsuzluk dedikleri şeyde kader olarak gelir yakanıza yapışır. Yani yolsuzluğun kader olduğu yer yoksulluktur. 
Yoksulluk olmadan yolsuzluk olmaz. Şimdi siz ülkenizin %80'i ile %20'si arasındaki dengesizliği; "çok üzülüyoruz efendim, aman Allah'ım ne kadar büyük bir felaket, bu toplumsal dinamizmimizi alt üst eder, bunu değiştirmek gerekir" diye halka yalan söyleceksiniz. Öbür taraftan götürmeye devam edeceksiniz. 
Nasıl götüreceksiniz? Her şekilde götüreceksiniz, insafsızca götüreceksiniz. On milyon doları alacaksınız boru hattı kuracaksınız. Aman benzin taşıyan tanker 
komisyonlarına, baskı gruplarına ses çıkartmasınlar diye onu orada unutacaksınız, çürüteceksiniz. İşte o günlerden bu günlere... 

Yani o zamanlardan bu zamanlara gelen bir şey bu. Şimdi "Türkiye'de çok ilginç bir süreçten, dönemeçten geçiyoruz" dediler bütün konuşmacılar. 
Ben aynen katılıyorum, çok ilginç bir dönemeç. Özelleştirme yapmaya çalışıyoruz. Yaptığımız bütün özelleştirmelerin hepsini satacağız, karşılık olarak 
beklediğimiz para on iki milyar dolar. Biz bunu yaparsak çağdaş ülkeler arasına gireceğiz. Avrupa Birliği bizi kabul edecek. Bütün dertlerimize merhem olacak, 
hiçbir sorunumuz kalmayacak. Ben size söyleyeyim işte Sayın Başkan söyledi. On milyar dolar, on iki milyar dolar diyor ama yedi ile on milyar dolar arasında 
hesaplanıyor. On milyar dolar bankalar, iki buçuk milyar dolar Ömer Lütfı Topal, l .7 milyar dolar Sudi Özkan, iki milyar dolar Orhan Aslıtürk. 
İşte size özelleştirmeden daha fazla kaynak. Hadi kullansanıza! Ama garibanlara karşı kullandığınız silahı başkasına karşı kullanamazsınız. 

Şimdi Nuh Mete orada oturuyor ben görüyorum. Nuh Mete Yüksel olmadan önce bu işler nasıl oluyordu? Nuh Mete Yüksel olmasaydı ne olacaktı? 
Nuh Mete Yüksel vicdanı el vermedi. Türkiye'nin bu sessizliğinde bir ses oldu bu işlere başladı. Hadi olmasaydı ne yapacaktık? İyi ki orada var, 
Allah razı olsun. Olmasaydı mahvolmuştuk. Yani hukuksuzluk dönemlerini yaşıyoruz. Hukukun olmadığı yerde öyle kuzgun leşe falanda gelemiyor. 
Leşinde sahipleri var. Başına çöreklenmişler kimseyi sokmuyorlar, yaklaştırmıyorlar. Öyle kolay bir şey değil. 

Tuz kokmuş. 

Tuzu ne ile temizleyeceksiniz? Hukukla temizleyeceksiniz. Bundan altı sene önce Yargıtay başkanımızın oğlu Zafer Çarşısı'nın üstünde avukatlık yapıyor. 
Bir büro kurmuştu. Bize bir adam geldi bir öykü anlattı. Çok ilginç bir öykü. 

Dedi ki; gidiyorsunuz telefonu kaldırıyor " Baba şu dairede şöyle bir istimlak 
kararı var onu bir değiştiriversek bak arkadaş diyor ki; iki yüz elli bin dolar veririm ". Dedim ki; böyle şey olur mu? " Vallahi oluyor " dedi. 
Hakikaten bizim arkadaşlarımız gitti aynen böyle. " Baba şu daire başkanı amcaya söylesek ya bunun parası az buna bir iki yüz yapar mıyız? ". 
Yargıtay'da dosyaların açılmadan kararlar verildiğini siz bilmiyor musunuz? Şimdi bu yollular arasında öyleleri var ki her zaman bu işlerde on senede bir gelip yapıyorlar. Hiç değişmiyor. Türkiye'de ilk hayali ihracat 1960'larda uygulanmış. Sonra Yahya Demirci çıkmış. Arkasından devam etmiş. 
1990 rakamlarına göre 50 katrilyon liraydı, hayali ihracattan Türkiye'nin kaybı. Orada ben gümrüklerin teftiş kurulu başkanı arkadaşımızı görüyorum. 
Kendisi Gaziantep'teki operasyonları falan yaptılar. Orada zaten neredeyse 120 milyon dolara yakın bir para çıktı. Bir firma yapıyor bunu. 
Ne kadar yol kat etmişiz görebiliyor musunuz? Özel sektörümüzün büyümesi, gelişmesi karşısında siz şaşkınlığa hiç uğramıyor musunuz. 
Bu özel sektör nasıl büyüyor, serpiliyor? Nasıl gelişiyor? 

Devlet giderek küçülüyor. 

Devletten sürekli isteyin küçül, küçül, küçül devlet. 
Yargıç verme, savcı verme, doktor verme, öğretmen verme. Küçüle, küçüle, küçüle bir kaç tane işadamının gireceği kadar küçülttük devleti. 
İşte karşımızdaki tablo budur. Devlet denetleyemiyor. Niye? Küçül devlet. Kimse hiç bir şey söylemiyor. Ben burada bütün konuşmacılardan şunu bekliyorum; Türkiye'de hiç dokunulmayan bir alan var. Türk Silahlı Kuvvetleri'nin silah alımları. Son on beş yılda, yirmi yılda neresinden baksanız yüz milyarlarca dolar lirayı silah alımına vermişiz. Sayıştay inceleyebiliyor mu? Şimdi Sayın Elkatmış Sayıştay raporunda okudu. 


5 Ci BÖLÜM İLE DEVAM EDİLECEKTİR.,

***

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder