jeopolitik etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
jeopolitik etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

16 Ocak 2021 Cumartesi

BİR İMPARATORLUK KRİZİ Mİ? COVID-19 SALGINININ ABD DIŞ POLİTİKASINA ETKİSİ .,

BİR İMPARATORLUK KRİZİ Mİ? COVID-19 SALGINININ ABD DIŞ POLİTİKASINA ETKİSİ .,





SALGIN VE ULUSLARARASI SİYASET 

Prof. Richard SAKWA 
Kent Üniversitesi Rusya ve Avrupa Politikaları Öğretim Üyesi, 
Chatham House Rusya ve Avrasya Politikaları Programı Üyesi, Birleşik Krallık 
 
Ulus Devlet, Küresel Yönetişim, ABD-Çin Rekabeti, Rusya, Avrupa Birliği, Küreselleşme, Rekabet, Jeopolitik, 

Modern dünyayı karışıklığa iten küresel çapta ekonomik bir durgunluk, yönetişim bozukluğu ve ortak bir müdahale geliştirememe hatası ile birleşen ölümcül ve bulaşıcı bir virüsün oluşturduğu “Mükemmel bir Fırtına”dır. Bu, dünyayı derinden etkileme potansiyeline sahip öngörülmesi güç nadir bir olay yani “siyah kuğu” vakasından ziyade, göz göre göre gelen ve hazırlıksız yakalanılan bir “gri 
gergedan” vakasıdır. COVID-19’un yıkıcı etkisi bulaşma kolaylığı, belirtilerinin ortaya çıkmasındaki gecikme, ölümcüllüğü, aşı eksikliği ve yeterli sayıda test yapabilecek tesislerin bulunmayışı nedeni ile daha da büyümüştür. 

Salgın ve Uluslararası Siyaset 

COVID-19 krizi Soğuk Savaş sonrası dönemin varsayımlarının ve önyargılarının aniden ortaya çıktığı bir dönüm noktasıdır. COVID-19 salgını uzun vadeli değişimleri hızlandırmış ve toplumlarımız ile uluslararası ilişkiler modelinin temelindeki gerçekleri su yüzüne çıkartmıştır. Salgın sonucunda yeni bir küresel ve bölgesel güç dengesi oluşmayacaktır. Bununla birlikte, bir süredir görünür olan eğilimler daha net bir biçimde ortaya çıkacaktır. 

Kriz epidemioloji ve sağlık alanlarının yanı sıra, nüfus ve ekonomide ortaya çıkan sonuçlarla baş edebilmek için gerekli kaynağa sahip tek gücü, yani ulus devleti bir kez daha toplumsal yaşamın merkezi yapmıştır. 
Aynı şekilde kriz, merkez ve çevre arasındaki güven eksikliği ile halk sağlığı ve refahına ilişkin çalışmaların yetersizliği bazı devletlerin zayıflığını ortaya çıkarırken, merkezi hükümet ile bölgeler ve devlet ile toplum arasında sağlıklı bir ilişkiyi kurmuş olan diğer devletlerin büyük bir itibar kazanarak ön plana çıkmasına yol açmıştır. 
Başka bir deyişle salgın, sadece devletler ve uluslararası yönetişim araçları için değil, devletin nasıl yönetildiğine de dair bir sınav olmuştur. Yaygınlaştırılmış refah devleti olan ülkeler salgını, parçalı ve ekonomik kazancı önceleyen sağlık 
sistemleri bulunanlara göre daha iyi yönetme eğilimindedir. Kriz dönemindeki performans ile siyasi rejim türü arasında doğrudan bir ilişki yoktur. Diğer bir deyişle, alınan önlemler demokrasi ya da otoriterlikle değil, devletin kapasitesi ve 
yöneticilerinin liderlik yeteceğiyle bağlantılıdır. 
Kriz ayrıca uluslararası işbirliği ajanslarının önemini de vurgulamıştır. G-7, bir kez daha krizin yönetiminde önemli bir etkisi olmayacak dar bir yapı olduğunu kanıtlarken, G-20 grubu, 2008 mali çöküşünden sonra yaptığı gibi bir liderlik rolünü üstlenememiştir. Milliyetçilik ve çok taraflılık arasında yeni bir denge ortaya çıkmamış, bunun yerine küresel yönetişimin zayıflığı belirginleşmiştir. 

Uluslararası politikanın yürütülmesi öncekinden çok daha fazla devlet odaklı duruma gelmiştir. Küreselleşme, daha önce bazı ekonomik zorunlulukların devlet politikalarının önüne geçtiğini göstermişti. Ancak acil eylem gerektiğinde, 
ilk harekete geçen daima devlettir. Sorunlar küresel çapta ortaya çıksalar da, bunlara ulusal düzeyde verilen tepkiler çok önemlidir. Böylelikle ulusal refah ve sağlık hizmetlerinin önemi bir kez daha vurgulanmış olup bu kavramlar 2008-09 
ekonomik krizinden ve ardından gelen Avro Bölgesi krizinden sonra yıllar boyu süren kemer sıkma politikalarıyla birçok Avrupa ülkesinde fazlasıyla ikincil bir konuma getirilmişti. 
COVID-19’a karşı başlatılan mücadele hükümetlerin yeterliliklerinin ölçülmesi için bir sınav olmuş; ABD bu konuda kötü puan almış; Çin’in bilgiyi örtbas etme girişimleri ve sağlık krizini yanlış yönetmesi, Koronavirüs’ün genetik yapısını zamanında paylaşması ve yayılmasını önlemek için kararlı eylemlerde bulunmasıyla dengelenmiş; Almanya’daki etkili merkezi politika, güçlü federal yönetişim ve yüksek toplumsal güvenin birleşimi krizi hafifletirken, ABD’de benzer 
bir kapsayıcı halk sağlığı sistemi ve sosyal güvenlik ağının yokluğu ortaya çıkmıştır. 

Salgın hem ABD’nin hem de Avrupa’nın nüfuz etme gücünde görülen azalmayı hızlandırmıştır. Çok taraflı kuruluşların ve sorun paylaşımının oynadığı rolün hayati önemi haiz olduğu görülse de küresel yönetişim kurumları hakkında Amerika’nın uzun zamandır devam eden tezat yaklaşımı yeni bir seviyeye taşınmıştır. Trump yönetimi, krizin zirvesinde BM Dünya Sağlık Örgütü’nden fon desteğini çekmiştir. Ancak kısa süre sonra hiçbir ülkenin - hatta ABD kadar güçlü bir ülkenin bile - krizle ve onun ekonomik, sosyal ve sağlıkla ilgili sonuçlarıyla kendi kendine başa çıkamayacağı belli olmuştur. 
Liberal küresel düzenin evrensel ilkelerinin bir kısmının reddedilmesiyle, halihazırda görünür olan küreselleşme karşıtı çabalar yoğunlaşmıştır. Bu eğilime, otoriterliğe duyulan istek, demokrasi karşıtı eğilimler ile içe kapanma ve büyüme 
taraftarlığı eşlik etmiştir. 
AB’nin 4 Nisan 2020’de aşı araştırması ve yaygınlaştırılması için fon elde etmek amacıyla ev sahipliği yaptığı bağış konferansında zıt eğilimler de ortaya çıkmış, birçok ülkede muhalif siyasi güçler halk sağlığı müdahalelerine destek sağlamak için işbirliği yapmışlardır. 
Koronavirüs güçler dengesinin ve ideolojik taahhütlerin zaten değiştiği bir zaman diliminde patlak vermiştir. Büyük güç çatışmasının yeniden ortaya çıkması ve uluslararası siyasette bir yanda ABD ve müttefiklerinin diğer yanda Çin ve 
onunla aynı çizgide olanların bulunduğu iki kutuplu bir yapıya doğru dönüşün yaşanması ile dünya düzenine ilişkin kriz derinleşmektedir. 

Trump’ın liberal düzenin evrenselliğini reddetmesi ile kibirli “insani” ve rejim değişikliği müdahaleleri birçokları tarafından ülke içindeki sıkıntıların aşılması için ABD dış politikasının dengeli hale getirilmesi olarak görülerek memnuniyetle karşılanmıştır. Bu dönüşüme uzun süredir devam eden çatışmaların özellikle Çin ile olan ilişkilerin alevlenmesi de eşlik etmektedir. 2018’in sonlarında başlatılan ticaret savaşı, bir anlaşmanın ilk bölümünün imzalanmasıyla 2020 başlarında çözülmüştür. Bununla birlikte, COVID-19’un en yaygın yaşandığı ve ölüm sayılarının en fazla olduğu ülkenin ABD olmasını takiben Trump’ın virüs hakkında başlangıçta takındığı muğlak tutum peşini bırakmamaktadır. 

Kriz, Trump yönetiminin eksikleri ile Amerikan sağlık sistemi ve kriz yönetimindeki başarısızlıkları daha da büyüterek ortaya çıkarmıştır. Dikkatler Çin’e dönmüş, Çin ilk olarak Wuhan’daki salgınla başa çıkma konusundaki başarısızlıklarından dolayı 
suçlanmış, ardından kriz nedeniyle ABD ve küresel ekonomiye verilen büyük zararlar için Çin’den tazminat talep etme yoluna gidilmiştir. 

Salgın öncesi dönemde de Rusya giderek artan yaptırımlara maruz kalmaktaydı. Yaptırımların sonuncusu Baltık Denizi altındaki Kuzey Akım-2 gaz boru hattının Almanya’ya kadar uzatılmasına karşı uygulanmıştır. Trump’ın 2016’da Rusya ile “devam etmenin” mantıklı olduğu yönündeki açıklamasına rağmen, Rusların ABD seçimlerine müdahalesi iddiaları uzlaşma çabalarını aksatmıştır. Trump’ın Putin’e karşı dostane sözleri gücüne duyduğu isteksiz saygı nedeniyle de olsa, aslında stratejik hedefi Rusya’yı Çin ile olan uyumlu ilişkisinden uzaklaştırmaktı. 

1990’lardan bu yana gelişmekte söz konusu uyum 2014 yılından ve İkinci Soğuk Savaş’ın başlamasından sonra büyük ölçüde hızlanarak sürmektedir. 
Trump’ın ise Kissinger tarzı ters bir manevra ile Çin yerine Rusya’yı kazanma şansı bulunmamaktadır. 
Rusya ve ABD ilişkilerinde yeni bir ‘sıfırlama’ beklemek için neden yoktur. İlişkilerde geçmişten gelen bozulma, Eylül 2001 saldırılarından sonra olduğu gibi işbirliği dönemleriyle arada kesintiye uğramaktadır. Mevcut kriz bağları tekrar 
güçlendirme fırsatı vermiştir. Trump, büyük güçler arasındaki anlaşmaları ve kişisel ilişkileri destekleyen ve ticari faaliyetlere ağırlık veren bir başkandır. Bu nedenle Koronavirüs yeni bir açılım için kendisine alan sağlamıştır. 2020 İlkbaharında Putin ve Trump arasında önceki dönemlere göre daha fazla telefon görüşmesi yapılmıştır. Ancak, Trump’ın “büyük bir pazarlık”   gerçekleştirebilme imkanı son derece sınırlıdır. Kongrede Demokratlar Rusya’ya verilecek tavizlere kesin olarak karşı çıkmakta ve Cumhuriyetçi Parti üyelerinin büyük bir bölümü Trump’ın Rusya’nın Çin’e karşı mücadelede potansiyel bir müttefik olduğu görüşünü paylaşmamaktadır. 

Bu, dünyanın iki karşıt kutba ayrılmasından başka bir şey değildir. Bununla birlikte çift kutupluluğun yeni uyarlamasının, 1945 ve 1990 arasındaki Birinci Soğuk Savaş dönemindekiyle pek az ortak noktası vardır. Uluslararası sistem çok daha bütünleşmiş durumdadır ve tek bir tane çok taraflı küresel yönetişim biçimi yaratmıştır. Artık tek bir küresel pazar ekonomisi ve karşılıklı ekonomik bağımlılık üzerine kurulu geniş bir tedarik zinciri bulunmaktadır. Bugün iki kutup yoğun biçimde iç içe geçmiş durumdadır. Ancak bu durum çatışmayı azaltmaktan çok, yaptırım, mali baskı ve benzeri yöntemlerle mücadelenin yürütülebileceği yeni bir alan sağlayabilmektedir. 

Kriz gittikçe güçlenen Çin-Rusya ilişkileri konusunda için de bir sınama olmuştur. Wuhan’daki salgın pandemiye dönüşürken, Rusya Çin ile olan sınırını 31 Ocak’ta kapatmıştır. Çin vatandaşları evlerine döndükten sonra, Rusya yenilenen 
enfeksiyonun ana kaynaklarından biri konumuna geçmiştir. Ancak Rusya, Çin’i savunan ve yanında duran birkaç ülkeden biridir. Dışişleri Bakanı Sergei Lavrov, Çin’e tazminat ödetilmesine ilişkin çağrının ‘kabul edilemez ve şoke edici’ 
olduğunu savunmuştur. Putin, 16 Nisan’da Xi Jinping ile yaptığı telefon görüşmesinde, Çin’in salgını durdurma konusunda yeteri kadar hızlı hareket etmediğini öne süren “zarar verici” eleştirileri kınamıştır. Krizin “Rusya ve Çin arasındaki kapsamlı stratejik ortaklığın özel niteliğini kanıtladığını” savunmuştur. Çin, petrol fiyatları düştükçe ve üreticiler fazla üretimi kısmaya çalışırken Rusya’nın yardımına koşmuştur. Çin’in Rusya’dan ham petrol ithalatı artmış ve Avrupa’daki talebin düşmesi sonucu Rus şirketlerinin can damarı Çin olmuştur. COVID-19, Moskova ve Pekin’e ortak sınamalara karşı birlikte oluşturacakları bir cephenin stratejik önemini göstermiştir. 

Koronavirüs çok taraflı işbirliğine ve bunun sonuçlarıyla ilgilenen uluslararası örgütlerin güçlendirilmesine duyulan ihtiyacı vurgulamakla birlikte, uluslararası politikanın “yeniden ulusallaştırılması” yönündeki eğilimi de ortaya çıkartmıştır. 
Her şeyden önce AB üzerine odaklanmış bir işbirliğine dayalı bazı girişimler varken, kriz mevcut bazı çatışmaları daha da şiddetlendirmiş ve derinleştirmiştir. COVID-19’un ulusları bir araya getirdiğine dair çok az işaret bulunmaktadır. 
Koronavirüs uluslararası yönetişimin zayıflığını, devlet eyleminin önceliğini, büyük güçlerin aralarındaki rekabetin sürekliliğini ve Soğuk Savaş sonrası uluslararası politikada ortaya çıkan genel tıkanıklığı daha da tahkim etmiştir. COVID-
19’un sosyal ve ekonomik etkileri büyük olsa da uluslararası politika açısından doğru kararların alınabilmesinin yolunu açmak yerine sorunları ortaya koyma yönünde etkisi olmuştur. 

***


COVID-19 SONRASI, DEPRESYON, RESESYON VE KÜRESEL, YENİDEN YAPILANMA

COVID-19 SONRASI, DEPRESYON, RESESYON VE KÜRESEL, YENİDEN YAPILANMA 



Depresyon, Resesyon ve Küresel Yeniden Yapılanma, Dr. George FRIEDMAN, Jeopolitik, Ekonomi, Çin, Türkiye,




Dr. George FRIEDMAN, Geopolitical Futures Kurucusu ve Başkanı, ABD 
2019 Aralık ayı sonunda yayımlanan 2020 Tahmin Raporumuzda yılın çerçevesini üç büyük gücün çizeceğini öngörmüştük. İlk olarak, özellikle ağırlıklı şekilde ihracata bağımlı ülkeler olmak üzere, tüm ulusları etkileyecek bir döngüsel resesyon bekliyorduk. İkinci olarak ise, milliyetçiliğin ve uluslararası örgütlere karşı güvensizliğin artacağını tahmin ediyorduk. Bunun, resesyonun özellikle münferit uluslar ve bölgeler arasında farklı çıkarlar ve farklılıklar meydana getireceği Avrupa’da belirgin olmasını bekliyorduk. Brexit, bu anlamda Avrupa Birliği’nde ortaya çıkan tiyatronun sonuncu değil, sadece ilk perdesiydi. Üçüncü olarak, ABD’nin ulusal güvenlik odağını Çin ve Rusya’ya kaydırma sürecini 
hızlandıracağını ve diğer bölgelerde askeri varlığını azaltacağını tahmin ediyorduk. Buna ek olarak ABD’nin küresel çevreyi şekillendirmek için askeri gücü yerine ekonomik gücünü giderek daha fazla kullanacağını öngörmüştük. Birçok ülke 
ABD’ye sermaye ve ticaret bakımından bağımlı olduğu için bu, halihazırda Çin, İran ve Rusya'da olduğu gibi önemli bir araç haline gelecekti. Önde gelen ekonomik ve askeri güçte meydana gelen kaymalar, küresel sistemi diğer uluslardaki kaymalardan daima daha fazla etkiler. 
Sözkonusu tahminler temelde hatalı olmamakla birlikte, Çin’de ortaya çıkan küçük bir salgının daha sonra Koronavirüs pandemisine dönüşeceğini öngörmekte başarısız olmuştur. Pandemi resesyonu derinleştirdi, Avrupa gibi bölgelerdeki mevcut gerilimleri alevlendirdi ve ABD’nin askeri stratejisindeki değişiklikleri hızlandırdı. 
Salgınla ilişkili en önemli mesele, sözkonusu durumun sadece kötü bir resesyon mu yoksa bir depresyon mu olduğudur. 
Depresyonlar temel olarak resesyonlardan farklıdır. Resesyon konjonktür devrinin işleyişi için gerekli olan döngüsel bir olaydır. Öncelikli olarak zayıf işletmeleri başarısızlığa zorlayarak ekonomiye verimlilik dayatan ve sermayenin yeniden tahsis edilmesine imkan sağlayan finansal bir sınamadır. 

Depresyon ise finansal olmaktan ötedir. Ekonominin temel unsurlarının, sadece uzun vadede onarılabilecek şekilde tahrip edilmesine yol açar. Ekonomiyi önemli ölçüde küçültür ve işsizliği de aynı ölçüde artırır. Dolayısıyla depresyonun önemli siyasi sonuçları vardır. Resesyon ekonomi çerçevesinde kaymalara yol açabilir. 
Depresyon ise rejimin değişmesine sebep olabilir. Bu nedenle depresyon tamamen farklı bir olaydır ve kökeni ekonomi olmakla birlikte jeopolitik bir olaya dönüşen bir meseledir. 
Dünya 1920’den beri iki büyük depresyon geçirmiştir. İlki Birinci Dünya Savaşı’nın bitişiyle meydana gelmiştir ve Avrupa’nın genelini ve belirli bir zaman sonra ABD’yi etkisi altına almıştır. İlk depresyona neden olan unsurlar, Avrupa’nın 
fiziksel ekonomisinin yok edilmesi, iş gücünün tahrip edilerek kesintiye uğraması, Avrupa sanayisinin sivil kullanımdan askeri kullanıma geçişi ve eski hale dönmek için gerekli olan sermaye ve insan gücünün eksikliğiydi. Bu durum, özellikle terhis 
edilen askerleri kapsayan çok büyük bir işsizlikle sonuçlandı. 

İki savaş arasındaki kriz hem yenilgiye uğramış olan hem de galip gelen ülkeleri istikrarsızlaştırarak radikal siyasi güçlerin ortaya çıkmasına sebep oldu. Galip gelen ülkelerde bu kuvvetler kontrol altına alındı. Almanya ve Rusya gibi yenilgiye uğrayan ülkelerde veya İspanya ve İtalya gibi diğer ülkelerde depresyon, diğer ülkelerin suçlanması yoluyla destek kazanmaya odaklanılmasına neden olarak iç rejimde kaymalar oluşturdu. Avrupa’da savaşın neden olduğu derin ekonomik 
yıkımdan Hitler ve Lenin ortaya çıktı. 

İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra ikinci bir depresyon ortaya çıktı. Ekonominin yıkılması ve üretimin savaşa yönlendirilmesi, İngiltere’den Japonya’ya büyük bir sosyal ve siyasi felaket meydana getirdi. Bu iki şekilde kontrol altına alındı. İlk olarak ABD ve Sovyetler Birliği istikrarsızlığı bastırdı. Sovyetler güç tehdidiyle, Amerikalılar ise iyi gelişmiş iş gücünü kullanan sermayenin yardımıyla bunu gerçekleştirdi. Depresyonun niteliği ezici bir dış gücün dayatılmasına veya 
böyle bir gücün mevcut olmayışına bağlıdır. 

Koronavirüs pandemisi savaşlardan üç şekilde farklıdır. Birincisi, askeri bir sona ulaşmak için tasarlanmamış biyolojik bir olaydır. İkincisi, dünyadaki hemen hemen her ulusu etkilemiştir. Üçüncüsü, kendine özgü bir yıkım biçimine sahiptir. Siyasi-askeri bir eylem olmadığı için, Soğuk Savaş sırasında nükleer tehdidin ele alındığı gibi müzakereler yoluyla çözülemez. 
Küresel olduğu için de önceki depresyonlardan sonra olduğu gibi harekete geçecek istikrarlı bir platform yoktur. 
Tıbbi yatıştırma veya engelleme yöntemi mevcut değildir. Mevcut yegane strateji insanları birbirinden izole etmektir. Bu da işgücünü ekonomiden ayırarak ekonomiye benzersiz bir şekilde zarar verir. İşgücü ve müşteri eksikliği, Amerika Birleşik Devletleri’nde 1929 krizinde olduğu gibi, ekonomik sistemin ani bir düşüşe geçmesine neden olur. Ekonomi küçüldükçe işletmeler başarısız olur ve tecrit edilenler işsiz kalır. 1929’dan sonra Amerikan ekonomisi yaklaşık %30 oranında daraldı. 
Mart 2020’de tecrit başladığında, ekonomi %5 oranında daraldı. Yılın ilk çeyreğinin sonuna kadar, %15 oranında başka bir daralma daha olması muhtemel. Pandemi yılın üçüncü çeyreğine kadar devam ederse, ekonomik netice 1929’dakine 
benzer olacaktır. Hükümetler tarafından sermayenin küresel infüzyonunun gerçekleştirilmesi durumunda, meydana gelmesi muhtemel sermaye eksikliği sistemi yeniden canlandırmayı zorlaştıracaktır. Bu sürecin tıbbi bir çözüm yolu bulunmasıyla sona ermesi muhtemel olmakla birlikte, böyle bir tıbbi çözüm Haziran’da bulunsa bile, üretim ve dağıtım için gereken süre bizi yılın üçüncü çeyreğine itecektir. Dünya henüz ilk küresel depresyon dönemine girmemiş olsa da oraya doğru gidiyor. 

Öngörmüş olduğumuz resesyondan depresyona doğru ilerliyoruz. Bunu takip eden süreç çok büyük bir sosyal istikrarsızlık ve ekonomik felaket olur. Bu, rejimler çerçevesinde ve ötesinde siyasi gerilimlere yol açacaktır. 

Hükümetlerin kendi ulusal çıkarlarına odaklanmak zorunda kalması işbirliğini zorlaştıracaktır. Bunun yanı sıra, ülkeler dış tedarik zincirlerinin ve ithalata bağımlılığın oluşturduğu tehlikenin farkında oldukları için ulusal stratejiler diğer ülkelere daha ucuz üretim için oluşturulan bağımlılığı azaltarak ulusal güvenliği korumaya odaklanacaktır. 
Dünyaya baktığımızda, Çin’in azalan ihracatı ve ABD gümrük vergileri nedeniyle zaten sarsılmış olduğunu, Hong Kong’un iç belirsizliğin yanı sıra dış tüketimin azalması ve Çin tedarik zincirine karşı isteksizlikle boğuştuğunu fark ediyoruz. Halihazırda Rusya verimlilik düşüşüyle tetiklenen petrol fiyatlarındaki çöküşle uğraşıyor (petrol gayrisafi yurtiçi hasılasının yaklaşık %30’unu oluşturuyor). AB’de gördüğümüz ihtilaf, Almanya ve Kuzey Avrupa’nın, farklı ihtiyaçları olan Güney Avrupa ile yüzleşmesiyle arttı ve bu sırada Doğu Avrupa mesafesini korumaya devam ediyor. ABD ise dünyadaki rolünü değiştiriyor, çevresel alanlara karışmaktan kaçınıyor ve Çin ile Rusya gibi varoluşsal tehditlere odaklanıyor. 

Her şeyden önce, kendi ekonomik kriziyle başa çıkmak istiyor ve başka yerlerde sorumluluk almak istemiyor. İlk depresyon İkinci Dünya Savaşı’yla sonuçlandı, ikincisi ise Soğuk Savaş’la. Mevcut olanın ağır bir resesyon değil de bir depresyon olduğu ortaya çıkarsa, o zaman her bir hükümetin kendi ulusal çıkarlarına odaklanmasını bekleyebiliriz. Ayrıca, halihazırda ABD ve Çin arasında gördüğümüz gibi, uzun süredir var olan şüphecilik daha da derinleşebilir. Hiçbir hükümetin zayıf görünmek istemediği bir dünyada dış politika kendi başına bir servettir. 

Türkiye’nin durumu ise bambaşkadır. Türkiye’nin Doğu Akdeniz ve Libya’daki faaliyetleri büyük bir bölgesel güce dönüşme yolundaki uzun vadeli bir sürecin parçasıydı. Elbette ki Türkiye de tüm diğer ülkeler gibi pandemiden nasibini aldı. 
Fakat ABD’nin bölgeye olan ilgisi azalıyor ve Rusya da ciddi biçimde zayıflamış durumda. Mevcut durumun korunması olasılığı yüksek. ABD’nin yatırım ve ithalatı durdurarak Çin’i zayıflatma fırsatı olduğu gibi, Türkiye’nin de krizi, bölgeyi yeniden yapılandırmak için kullanma fırsatı mevcut. Ancak, ABD, Türkiye ve diğerleri için asıl mesele dış politika aracılığıyla uluslararası durumu idare ederken, içerideki gerilimi yönetmek olacak. 
Durumun sadece bir resesyon olduğu ortaya çıksa ve her şey eski haline dönse dahi, ülkeler içindeki ve arasındaki kırılma çizgileri belirginleşmiştir. Depresyondan kaçınabiliriz, ancak ülkelerin kendi çıkarlarına daha fazla odaklanmasından 
veya diğerler ülkelere olan aşırı bağımlılığa karşı şüphe duymalarından kaçınamayız. Bu olayla dünyanın öz güveni teste tabi tutulmuştur. Şimdi, sahip olduğumuzu düşündüğümüz seçeneklerin büyük güçler tarafından elimizden alınabileceğini keşfetmiş bulunuyoruz. 


***

COVID-19 SONRASI DÖNEM: DAHA FAZLA REKABET Mİ YOKSA DAHA FAZLA İŞBİRLİĞİ Mİ YAŞANACAK? TAKDİM VE AÇILIŞ

COVID-19 SONRASI DÖNEM: DAHA FAZLA REKABET Mİ YOKSA DAHA FAZLA İŞBİRLİĞİ Mİ YAŞANACAK?  TAKDİM VE AÇILIŞ





TAKDİM 
Sadece birkaç ay öncesinde, dünyanın içinden geçmekte olduğu muazzam değişimi hiç kimse tahmin edemezdi. 
Halihazırda, tek bir milleti dahi teğet geçmeyen COVID-19 milyonlarca insana bulaştı ve şimdiye kadar yüzbinlerce can aldı. Bunun yanı sıra, uluslararası ve yurtiçi insan etkileşimi neredeyse tamamen durdu. Türkiye de dahil olmak üzere, bazı ülkeler pandemi eğrisini aşağı doğru çekmeyi başarmış olsa da, maalesef toplam aktif vaka sayısı artmaya devam ediyor. 

Şu veya bu şekilde, COVID-19 her birimizin hayatına tesir etti ve aklımıza gelen her şeyi etkiledi. Bütün ülkeler bu sürece dahil ve küresel işbirliğine şimdi her zamankinden daha fazla ihtiyaç duyuyoruz. Gerçekten, pandemi uluslararası sistemdeki bazı ciddi eksiklikleri ortaya çıkarırken, virüse karşı ortak mücadelemizi kesintiye uğratacak tartışmaları erteleyerek, bu kritik zamanı krizin üstesinden gelmek için birlikte çalışarak kullanmak zorundayız. Zaman, farklılıklarımızı bir kenara bırakma ve kafa kafaya vererek, hepimizin iyiliği için rekabet yerine işbirliğine odaklanma zamanıdır. 
Türkiye, Sayın Cumhurbaşkanımızın önderliğinde, virüsü kontrol altında tutmak ve Türk halkı üzerindeki etkilerini en aza indirmek için gerekli tüm adımları atmakta dır. Kurumlarımızın yorulmak bilmeyen çabaları ve vatandaşlarımızın çok değerli desteği sayesinde pandeminin zirve noktasını geride bırakmayı başardık ve normalleşmeye doğru ilerliyoruz. Pandeminin başlangıcından bu yana diğer ülkelerle ve ilgili uluslararası kuruluşlarla çabalarımızı koordine ediyor ve deneyimlerimizi paylaşıyoruz. Ayrıca, diğer ülkelere destek sağlıyor ve küresel çabalara katkıda bulunuyoruz. 

Türkiye Cumhuriyeti Dışişleri Bakanlığı bu süreçte şüphesiz önemli bir rol oynamakta. Ülkemizdeki ve dünyanın dört bir yanındaki özverili diplomatlarımız, yurtdışındaki vatandaşlarımıza ve yabancı meslektaşlarına ulaşarak çalışmalarını aralıksız sürdürüyorlar. Bakanlığımızın yeni kurulan Koordinasyon ve Destek Merkezi COVID-19’la ilgili operasyonumuzu yönlendirirken, 7 gün 24 saat esasına göre çalışan Çağrı Merkezimiz vatandaşlarımızdan gelen binlerce yardım talebini etkin bir şekilde işleme alarak sonuçlandırıyor. Şimdiye kadar, 130 ülkeden 85.000'in üzerinde vatandaşımız yurdumuza getirildi ve önümüzdeki haftalarda birçoğunun daha güvenli bir şekilde geri dönüşü için gerekli düzenlemeleri 
yapıyoruz. 

Halkımızın sağlığına öncelik veriyor ve bu doğrultuda konsolosluk çalışmalarımızı sürdürüyoruz. Aynı zamanda, şekillenmekte olan yeni jeopolitik ortama hazır olmak zorundayız. COVID-19 küresel siyasi ve ekonomik düzeni nasıl etkiliyor? COVID-19 sonrası dünya nasıl bir yer olacak? Yeni uluslararası ortam hangi fırsat ve tehditleri beraberinde getirecek? Bir yandan beyin fırtınası yapıp bu sorular üzerinde düşünürken, diğer yandan bu hususlara ilişkin değerlendirmelerinden faydalanmak amacıyla değerli uzman ve akademisyenlere ulaştık. Bakanlığımız ile akademik dünya arasında bir köprü görevi gören Dışişleri Bakanlığı Stratejik Araştırmalar Merkezi (SAM) akademik düşünceyi Bakanlığımıza etkin biçimde taşıyor. SAM birkaç hafta önce “COVID-19 Sonrası Küresel Sistem: Eski Sorunlar, Yeni Trendler” ismini taşıyan ve 26 değerli Türk akademisyenin makalelerini içeren bir kitap yayımladı. Vakitlice hazırlanan, ilgi çeken ve aydınlatıcı bu kitabın ülkemizdeki karar vericiler ve düşünürlerin masalarında daha şimdiden yer bulmasından memnuniyet duyuyoruz. 

SAM daha sonra aynı soruları dünyanın farklı yerlerinden bir grup öndegelen entelektüele yöneltti ve “COVID-19 Sonrası Dünya: İşbirliği mi Rekabet mi?” isimli kitap, tüm bu beyin gücünden istifade edilmek suretiyle ortaya çıktı. 

Hiç düşünmeksizin bu kitabı, pandeminin neden olduğu kaydadeğer jeopolitik belirsizlik döneminde karar alıcıları destekleyecek en önemli akademik çalışmalar dan biri olarak tanımlayabiliriz. Yazarların her birine vizyonlarını bizimle 
paylaştıkları için teşekkür ediyorum. Dışişleri Bakan Yardımcısı Yavuz Selim Kıran ile SAM ekibine özenli çalışmaları ve Antalya Diplomasi Forumu’na kitabın hayata geçirilmesi sürecindeki kaydadeğer katkıları için ayrıca teşekkürleri mi sunuyorum. Bu kitapta paylaşılan tüm fikirlerin, hepimiz için daha iyi bir gelecek sağlamaya matuf çabalarımızda bize yardımcı olacağına inanıyorum. 

Mevlüt ÇAVUŞOĞLU 
Türkiye Cumhuriyeti Dışişleri Bakanı 

COVID-19 SONRASI DÖNEM: DAHA FAZLA REKABET Mİ YOKSA DAHA FAZLA İŞBİRLİĞİ Mİ YAŞANACAK? 

***


COVID-19 SONRASI DÖNEMDE KÜRESEL YÖNETİŞİM 

Prof. Richard FALK

Princeton Üniversitesi Albert G. Milbank Uluslararası Hukuk Emeritus Profesörü ve Kaliforniya Üniversitesi Orfalea Küresel Araştırmalar Merkezi Araştırmacısı, 

ABD Küresel Yönetişim, Uluslararasıcılık, Uluslararası Örgütler, ABD-Çin Rekabeti, Çok Taraflılık,Jeopolitik, Biyolojik Tehditler,
 
Giriş 

COVID-19 sonrası dönemde küresel yönetişim hakkında tahminlerde bulunurken hem temkinli hem de net olmak önem taşımaktadır. Temkinli olunmalıdır. Zira Koronavirüs salgınının ne zaman biteceği de dahil olmak üzere birçok belirsizlik bulunmaktadır. Salgın ekonomi tamamen yeniden açıldığında mı bitecektir? Birçok ülkeye dağıtılmak üzere bir aşı geliştirilip hazır olduğunda mı? Ulusal hükümetler, DSÖ veya BM Genel Sekreteri tarafından bittiği ilan edildiğinde mi? Yoksa ekonomi ve toplumsal kalıplar yeniden normal göründüğünde mi? 

Küresel yönetişim için alternatif gelecekler tasarlanırken, özellikle de beklentiler, gerekli olanlar ve arzu edilenler arasındaki ayırımı belirlerken net olmak da aynı derecede önem taşımaktadır. Net olmak küresel yönetişimle, halihazırda 
işleyen devlet merkezli dünya düzeninin koşullu ve yapısal eksikliklerini birbirinden ayırmakla da ilgilidir. Örneğin, dünya düzeninin önemli bir boyutu olan küresel liderliğin kalitesi ABD ve Çin'in tutumlarına ve yönetim önceliklerine, ayrıca 
BM Genel Sekreteri gibi önemli ahlaki otorite figürlerinin ve güçlü özel sektör menfaatlerinin etkilerine bağlıdır. Buna karşılık, COVID-19 krizinin yanı sıra iklim değişikliği, küresel göç ve uzun süren iç kargaşalardan oluşan ortak sınamaları 
çözmek için gerekli olan küresel işbirliğine ulaşmada yaşanan başarısızlıklar, sorun çözme konusunda yaşanan koşullu ve yapısal sınırlamalara işaret etmektedir. Devletler, özellikle de daha büyük ve daha varlıklı olanlar, küresel ve insani çıkarları göz önünde bulundurma konusunda isteksiz olmakta ve ulusal çıkarın kendilerine hizmet eden tanımlarını benimsemektedir. 

Bu nedenle küresel sınamalara karşı yapılan yönetişim müdahaleleri genel olarak hayal kırıcı olmaktadır. 

Dijitalleşmenin bölgesel olmayan karşılıklı bağlılığı ile milliyetçiliğin bölgesel zihniyeti arasındaki uyumsuzluk başka bir gerilim kaynağıdır. Belki de küresel yönetişime ilişkin en ciddi gerilimler, birkaç siyasi aktörün jeopolitik manevraları 
(örneğin, Güvenlik Konseyi’nin veto hakkına sahip daimi üyeleri) ile yasalar karşısında daha hesap verebilir hale getirilen normal devletler arasındaki etkileşimden kaynaklanmaktadır. Bu faktörler II. Dünya Savaşı’ndan sonra en büyük yönetişim sınaması olarak aniden ortaya çıkan COVID-19’dan çok önce de mevcuttu. 

COVID-19’dan Çıkarılacak Yönetişim Dersleri 

Yönetişime ilişkin COVID-19’un ortaya koyduğu en açık ders, küresel ölçekli sınamalara dair büyük belirsizlik dönemine, istikrarsız dünya düzenine ve zamanlaması bilinemiyor olmakla birlikte yaklaşan tehditlere karşı yeterince 
hazırlıklı olunmadığıdır. Bu duruma iki farklı müdahale yolu mevcuttur. Birincisi, hükümetler ve halk tarafından, salgının önümüzdeki dönemde sağlık dışı konulara olası etkileri göz ardı edilerek, gelecekteki yeni salgınlarla daha etkili müdahale 
için sağlık politikalarının ve kapasitesinin daha merkezi hale getirilmesine duyulan ihtiyacın kabul edilmesidir. Bu yaklaşım, generallerin gelecekteki savaşlar için planlar yapmak yerine son savaşın hatalarını düzelttiklerine ilişkin tarihi kabule 
uygun olacaktır. 
Egemen devletlerin siyasi liderlerinin kısa vadeli performanslarıyla değerlendirilme leri ve bu liderlerin görev sürelerinin gelecekte ortaya çıkacak tehlikelerin somutlaşmasından önce sona ereceğini varsayma eğiliminde olmaları nedeniyle küresel yönetişim bağlamında sorunlar ortaya çıkmaktadır. 
Küresel sağlıkla ilgili olumlu düzenlemeler, Dünya Sağlık Örgütü’nün (DSÖ) bütçesinin, bağımsızlığının ve yetkisinin salgınlar hakkında uyarı, tedaviye ilişkin öneriler ve güvenilir bilgi sunabilmesini temin etmek için büyük ölçüde artırılması nı hedeflemelidir. Bu aynı zamanda, özellikle ekonomik açıdan daha zor durumda olan ülkelerde eş zamanlı adımlar atmak ve sorunlarla mücadelede bilgi, yetenek ve maliyet paylaşımıyla işbirliğine dayalı usuller ve yetenekler geliştirmek anlamını taşımaktadır. Fiiliyatta bu, kriz yönetimine vurgu yapan küresel sağlık politikasına ilişkin iyi yönetişim uygulamalarını belirleyecek ve uygulayacak ölçüde yeterli düzeyde finanse edilmiş küresel yeterlilik anlamına gelmektedir. 

Bu tür olumlu düzenlemelerin yerine getirilmesi halinde, uluslararası kurumları güçlendirme, egemen devletlerin yeteneklerini artırma ve tüm sosyal etkileşim seviyelerinde önceden hazırlık ve işbirliği düzenlemelerine duyulan ihtiyacın farkına varma arasında bir uyum sağlanabilecektir. 

Bu bağlamda, devlet merkezli dünya düzeninin uyarlanabilir politika potansiyeli, küresel yönetişim yapılarında herhangi bir temel değişikliğe ihtiyaç duyulmadan harekete geçirilecektir. 
Bu politika odaklı yaklaşımın başarısı, başta Amerika Birleşik Devletleri olmak üzere önde gelen ülkelerin uyguladığı küresel liderliğin kalitesine de bağlı olacaktır. Temel endişe, ABD’nin küresel etkisinin, II. Dünya Savaşı sonrası dönemde olduğu gibi anlayış ve taahhütler açısından uluslararası nitelikte mi, yoksa Trump’ın başkanlığı döneminde olduğu gibi içe dönük ve ulusal nitelikte mi olacağıdır. Bu hususta, 2020’de Trump’ın dört yıl için bir kez daha seçilip seçilmemesi gibi muğlaklık arz eden faktörler, COVID-19 krizi sona erdikten sonra küresel liderliğin yönünü saptamada belirleyici olabilecektir. Ayrıca, milliyetçi yönelimin salgın etkisini yitirdikçe devam etmesi, hatta güçlenmesi halinde Afrika ve Asya’daki ittifaklar da dahil olmak üzere diğer siyasi güçleri liderlik boşluğunu doldurmaya teşvik etmesi mümkündür.

    Milliyetçiliğin bunun yanında öngörülemeyen birçok sonuçla birlikte dünya ekonomisinde güçlü bir küreselleşme karşıtı eğilime yol açma olasılığı da bulunmaktadır. 

Sağlık Sektörünün Ötesinde. 

COVID-19 hususunda geniş ölçüde paylaşılan “hepimiz birlikteyiz” anlayışının, iklim değişikliği, nükleer silahlar, küresel göç, aşırı yoksulluk ve biyolojik çeşitlilik kaybı sorunlarına daha fazla küresel müdahaleyi olanaklı kılıp kılmayacağı sorusu önem taşımaktadır. Sağlık sektöründe yaşanan hızlı ve derin değişikliklerden alınan derslerin sağlık alanının dışında uygulanması, öncelikle, daha küresel ve geleceğe yönelik liderliğin ortaya çıkıp çıkmamasına bağlı olacak. Ancak, bu bile alışılagelmiş işleyişe dönülmesi baskısını yaratan kemikleşmiş belirli ekonomik çıkarlara sahip muhalefetin üstesinden gelinmesinde yeterli olmayabilecektir. 
Sağlık sektörünün iyileştirilmesi ve uluslararasılaştırılması konusunda belirli bir dirençle karşılaşılsa da, fosil yakıtların, savunma sanayinin, robotbilim ve otomasyonun düzenlenmesi hususlarındaki direnç çok daha güçlü olacaktır. 

Bu nedenle, COVID-19 deneyiminin sağlık dışı konularda politika oluşturma sürecinde dikkate alınmasını sağlamak, sadece devletler düzeyindeki ileri görüşlü liderliğe değil, küresel tehditlere karşı uzun süreli ve insani bir yaklaşım arayan 
popüler hareketler üzerinden toplumsal baskı oluşturulmasına da bağlı olacaktır. Bunun etkili olması halinde, Paris İklim Değişikliği Anlaşması (2015) ve İran Nükleer Program Anlaşması’nda (JCPOA) (2015) ön plana çıkarılan bu tür 
işbirliği yaklaşımlarının yeniden inşasını ve geliştirilmesini kolaylaştıracak enternasyonalizmi ve çok taraflı anlaşmaları destekleyen yeni bir siyasi atmosfer ortaya çıkabilir. 
Esas itibarıyla, COVID-19 sonrası beklentiler, siyasi uyum potansiyelinin, en endişe verici küresel sınamaları azaltmak ve böylece devlet merkezli küresel yönetişime olan güveni yeniden inşa etmek için yeterli düzeyde artırılıp 
artırılamayacağı ile ilişkilidir. Başka bir deyişle, bu beklentiler “dünya hükümeti” veya “devlet sonrası dünya düzeni” gibi yenilikçi dünya düzenine ilişkin kavramlar vasıtasıyla güçlü işbirliği ve kontrol mekanizmalarından ibaret küresel yönetişimin dönüştürülmesi anlamına gelmemektedir. 
Diğer küresel tehditler özellikle varlıklı toplumları doğrudan hedef alırsa, küresel yönetişime daha jeopolitik bir yaklaşım, yenilenmiş bir ABD enternasyonalizmi veya çevre ya da ekonomiye ilişkin acil bir durum karşısında Çin ile ABD ya 
da Rusya ve ABD’yi bir araya getiren yeni koalisyonlar altında ortaya çıkma olasılığı taşımaktadır. Bu da küresel yönetişimin jeopolitikte ve stratejilerini her zaman devletlerarası diplomasi ve uluslararası hukukun kısıtlamaları dışında kalarak sürdürmüş olan büyük güçlerin rolünde yapısal bir değişim anlamına gelmemektedir. Amerika Birleşik Devletleri ve daha az ölçüde Çin sınırlarının çok ötesine uzanan bir mevcudiyet ve nüfuzla “küresel devletler” olarak algılanmakta dır, ancak siyasi çerçeve ağırlıklı olarak “devlet merkezli” olmaya devam etmektedir. 

COVID-19 sonrası dönem için üretilen makul senaryolarda, devlet merkezli dünyaya ve jeopolitik boyutlarına karşı yapısal bir sınama için yeterli bir gerekçe bulunmamaktadır. Küresel yönetişimin mevcut biçimine ilişkin üzerinde en çok tartışılan yapısal özellikler kapitalizmin son aşaması olan neoliberalizmin eşitsizliği ve küresel ısınmayı tetiklediğine yönelik iddialar ile ultra-milliyetçiliğin, 21. yüzyılın gerçekleri göz önüne alındığında gerici bir devlet davranış biçimi olduğuna dair görüştür. 

Sonuç 

COVID-19 salgınının ortaya çıkmasının hepimiz için büyük bir şaşkınlık yaratmasına benzer bir şekilde, COVID-19 sonrası dönemde de insanlığın muazzam bir belirsizlik içinde yaşadığını bir kez daha hatırlatan büyük sürprizlerle 
karşılaşacağız. Bu bilinçle, küresel yönetişime en mantıklı yaklaşım ihtiyatlı davranmayı gerektirir. İhtiyat için en iyi rehber, ilk aşamada tehditlerin derecelerine ilişkin kesinlik aramadan, bilimsel bilgi ve ilgili uzmanları dikkate alan tedbirli olma ilkesidir. Liderlerimiz tedbirli olma ilkesini uygulayan politikalarla rehberlik etmeyi öğrenirlerse, bu COVID-19 deneyiminden çıkarılacak en büyük ders olacaktır. 


***

COVID-19 SONRASI, KORONA KRİZİ VE ULUSLARARASI İLİŞKİLER.,

COVID-19 SONRASI, KORONA KRİZİ VE ULUSLARARASI İLİŞKİLER.,




COVID-19 SONRASI KORONA KRİZİ VE ULUSLARARASI İLİŞKİLER: AÇIK SORULAR, GEÇİCİ VARSAYIMLAR* 

Avrupa Birliği, Uluslararası Örgütler, Çatışmalar, ABD-Çin Rekabeti, Yumuşak Güç Rekabeti, Jeopolitik, Prof. Volker PERTHES,

* Bu makale ilk olarak 31 Mart 2020 tarihinde German Institute for International and Security Affairs (SWP) isimli kuruluşun web sitesinde yayımlanmıştır. 
Prof. Volker PERTHES , Almanya Uluslararası ve Güvenlik İşleri Enstitüsü (SWP) Direktörü ve Yönetim Kurulu Başkanı, Almanya 

     Bu zamana kadar yaşanan her bir küresel krizin, uluslararası sistem ile onun yapıları, normları ve kurumları üzerinde etkisi olmuştur. Dünya savaşları ve 
sonrasında sırasıyla kurulan Milletler Cemiyeti ve Birleşmiş Milletler Örgütü’ne kadar geri gitmemize gerek yoktur. 
Bu yüzyıl içerisinde, 11 Eylül 2001 saldırıları devlet dışı aktörlerle mücadelede uluslararası hukuk ve devlet uygulamalarını değiştirmiştir. 
2008 mali krizi ile birlikte G20, bir Maliye Bakanları kulübünden ziyade uluslararası politikanın daha az tartışmalı olan bazı alanlarında yumuşak bir yönlendirme rolü üstlenen üst düzey bir yapıya dönüştürülmüştür. 
Korona krizi sonrası için kesin ifadelerde bulunmak için henüz çok erken. “Artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacak” sloganı sürekli kullanılmakta ve tekrarlanmakta fakat neredeyse her zaman yanlış çıkmaktadır. Uluslararası politikada “Korona ile” ve “Korona’dan sonra” neyin değişebileceğini sormak daha mantıklıdır. Ancak bu aşamada kesin cevaplardan ziyade geçici varsayımlara varılabilir. 

Korona krizinin, ABD’nin Çin’i “ayrıştırma” çabalarını hızlandırması ve böylece sektörel bazda küreselleşme karşıtı eğilimleri teşvik etmesi olasıdır. Bununla birlikte, uluslararası ilişkilerin bazı alanlarında yeni “küresellik” biçimleri de ortaya çıkabilir. Krizin daha geniş jeopolitik etkisinin - yani uluslararası düzenin gelişimi, devletlerarası rekabet, çatışma ve işbirliği üzerindeki etkisinin - tek tip bir genel görünüm oluşturma olasılığı oldukça düşüktür. 
    Dünyanın pandemi sonrası durumu, siyasi irade, liderlik ve uluslararası aktörlerin işbirliği yapma yeteneğine bağlı olacaktır. 

Pandemi, bazı yorumcuların da ifade ettiği gibi, çok taraflı işbirliğini azaltacak ve kurallara dayalı uluslararası düzeni daha da zayıflatacak mı? Birçok devlet başlangıçta krize tek taraflı olarak tepki verdi ve böyle davranmaya devam edebilir. Kriz, etkin ve küresel bir işbirliği ihtiyacının önemini göstermesine rağmen, tutarsız ve çelişkili gelişmelerin meydana gelmesi tutarlı bir model oluşumundan daha muhtemeldir. Milliyetçi liderler bile Dünya Sağlık Örgütü’nün (DSÖ) gerekliliğini veya aşı ile ilgili bilgi veya araştırma paylaşımındaki işbirliğinin önemini tartışmamaktadır. Bu nedenle, Birleşmiş Milletler ve bölgesel kuruluşların gelecekte sağlık sistemlerine ve halk sağlığı hizmetlerine daha fazla önem 
vereceği, buna daha bağlayıcı kurallar alabilme yetkisi verilmesi ve kaynak aktarımı yapılması ile DSÖ’nün güçlendirilmesin eşlik edebileceği düşünülebilir. Neticede, bazı ülkelerdeki zayıf sağlık sistemleri başkaları için açık tehdit oluşturmaktadır. 
     
    Korona Krizi ve Uluslararası İlişkiler: 

Açık Sorular, Geçici Varsayımlar Halihazırdaki mevcut dönem başkanlıkları yönetimindeki G7 veya G20 oluşumlarından çok taraflı işbirliğini güçlendirmek adına önemli bir girişim beklememeliyiz. 

Bununla birlikte, halk sağlığıyla ilgili konuların, klasik güvenlik sorunlarıyla ilişkilendirilmeksizin BM Güvenlik Konseyi gündemine alınması daha kolay hale 
gelecektir. Artık küresel sağlığın uluslararası barış ve güvenlikle doğrudan ilişkili olduğuna şüphe yoktur. 
Korona krizinin büyük güç çatışmaları üzerinde, özellikle de daha önce uluslararası politikanın yeni temel paradigması olarak nitelendirdiğim ABD ile Çin arasındaki 
rekabet üzerinde, bir etkisi olacak mı? Pandemi bu tür rekabetleri kesinlikle azaltmayacak. Başta ABD ile Çin olmak üzere büyük güçler arasında işbirliğinin ve açık çatışmanın uluslararası politikanın tamamen ayrı formları olmaktan ziyade yan yana ilerlemesi daha muhtemeldir. Çin ve Batılı devletler arasındaki ideolojik anlaşmazlığın daha keskin hale geleceğini varsayabiliriz. Aslında bu, farklı hükümet sistemleri arasındaki rekabet ve devlet ile toplum arasındaki ilişkiyle ilgilidir. 
Başlangıçta salgını gizlediği için eleştirilere maruz kalan Çin, şimdi otoriter sistemini krizle başa çıkmak için demokratik devletlerinkinden daha uygun bir model olarak sunuyor. Çin ayrıca İtalya’ya ve krizden ciddi şekilde etkilenen diğer ülkelere organize bir şekilde yaptığı yardım sevkiyatlarıyla “yumuşak güç” kazanıyor. Buna karşın, Amerika Birleşik Devletleri, iyi niyetli süper güç imajını daha da zayıflatıyor. Vaşington, pandemiye karşı uluslararası bir müdahaleyi koordine etmek için nüfuzunu kullanmak bile istemedi. Bilakis, Başkan Trump ülkesini milliyetçi bir münzevi olarak lanse etti. Buna bağlı olarak, “yalnızca ABD için” aşı üretimini güvence altına almak adına bir Alman ilaç şirketini satın alma girişiminde bulunuldu ve İran’a tek taraflı yaptırımların en azından geçici olarak hafifletilmesi reddedildi. 

Virüs, savaşları ve iç çatışmaları kontrol altına almaya yardımcı olacak mı? Muhtemelen hayır. Halen şiddetli çatışmaların yaşandığı ve yüksek oranda savunmasız nüfus gruplarına sahip ülkeler de pandemiden sert bir şekilde etkilenecek. En kötüsü, fazlasıyla parçalanmış devletlerdeki iç çatışma hatları daha da derinleşecektir. BM Genel Sekreteri’nin “silahlı çatışmayı durdurma” ve bunun yerine COVID-19 ile savaşmaya odaklanma çağrısı, sadece Filipinler’de olumlu sonuç verdi. Bu çağrı, Libya, Yemen ve Suriye’nin yanı sıra DAEŞ veya Boko Haram’dan yanıt bulamadı. Kuzey Kore de füze testlerine devam ediyor. 
Pandeminin bölgesel güç çatışmaları üzerindeki etkisinin benzer şekilde zayıf kalma ihtimali oldukça yüksek. 
Buna rağmen, sorumluluk duygusu olan hükümetler mevcut durumu güven artırıcı önlemleri artırmak için kullanabilirler. 
Nitekim, Birleşik Arap Emirlikleri ve Kuveyt, İran’a yardım sevkiyatı yaptılar. Üst düzey bir Emirlik yetkilisi bana bunun bir defaya mahsus bir durum olmadığını ifade ederken “acil durumlarda İran’a daha önce de yardımcı olduk ve İran kesinlikle bizim için aynısını yapardı. Ancak bu tür eylemleri siyasi uzlaşmaya çevirmeyi başaramadık” dedi. Genel olarak uluslararası toplum, kriz diplomasisine veya çatışmaların çözümü için çaba göstermeye daha az zaman ve özen gösterecektir. Pandeminin en acil konu olduğu günümüzde açıkça görülen bu durum hükümetlerin kriz ve durgunluğun sonuçlarıyla başa çıkmaya çalışacakları ileriki zamanlarda da büyük bir olasılıkla devam edecektir. Bununla birlikte, 
halihazırda birçok fakir ve zayıf devletin sağlık ile ilgili sorunlarını kontrol altına alamadan ekonomik krize girme ihtimalleri yüksektir. Daha zengin devletler fakir devletlerin borçlarını hafifletmeye karar verebilirler. Ancak muhtemelen insani acil durumlar ve istikrar önlemleri için yardım tedariki hususunda, mültecilere yardım için BMMYK’ye destekte bulunmada veya BM misyonları için para ve insan gücü sağlamada daha az istekli olacaklarını göreceğiz. 
Peki ya Avrupa? Ne Vaşington ne de Pekin küresel sorunlara ortak çözümler bulmak konusunda çok fazla enerji harcamayacaktır. Burada, ilk adımı AB, Kanada, Kore, Endonezya, Meksika ve diğer benzer düşünceye sahip çok taraflılığı destekleyen ülkeler atacaklardır. Çin, ABD veya Rusya, diğer ülkelerin, örneğin küresel sağlık politikalarına ilişkin, uygulanabilir tekliflerde bulunmaları halinde işbirliği yapabilirler fakat kapsayıcı çok taraflı çabalara öncülük etmeleri pek olası değildir. 
Krizin, AB ve üye ülkeler arasındaki uyumu güçlendirmesi mümkün ancak kesin değildir. Neticede biraz gecikmeli de olsa AB, ciddi şekilde etkilenen üye devletler için hızlı bir şekilde destek tedbirleri aldı. AB Yüksek Temsilcisi Josep Borrell’in söylediği gibi, uluslararası konumundan dolayı AB, gücün dilini yeniden öğrenmek zorunda kalacak. 

Avrupa’nın gücünün ve çekiciliğinin dayanışma üzerine kurulu olduğunu özellikle bu gibi zamanlarda unutmamak gerekir. 


***


COVID-19 SONRASI, AMERİKAN LİDERLİĞİNİ SINAMAKTADIR

 COVID-19 SONRASI,  AMERİKAN LİDERLİĞİNİ SINAMAKTADIR

   


COVID-19 SONRASI,  AMERİKAN LİDERLİĞİNİ SINAMAKTADIR., ANCAK KÜRESEL DÜZENİ DEĞİŞTİRMEYECEKTİR* 


* Bu makale Nye’ın 16 Nisan 2020 tarihinde Foreign Policy’de (https://foreignpolicy.com/2020/04/16/coronavirus-
pandemic-china-united-states-power-competition/) ve 26 Nisan 2020 tarihinde EastAsiaForum’da 

(https://www.eastasiaforum.org/2020/04/26/how-covid-19-is-testing-american-leadership/) yayımlanan iki makalesinden uyarlanmıştır. 

Prof. Joseph S. NYE Jr. 
Harvard Üniversitesi Üstün Hizmet ve Emeritus Profesörü, 
Kennedy Siyasal Bilgiler Fakültesi Eski Dekanı, ABD 

 
Küresel Yönetişim, Uluslararası İşbirliği, Yumuşak Güç, ABD-Çin Rekabeti, Jeopolitik, COVID-19 Amerikan Liderliği, Küresel Düzen, Değiştirmeyecektir, 

COVID-19’un ABD liderliği pahasına Çin’in yükselişe 
geçmesine neden olacağı şeklindeki iddiaları kolayca 
kabul etmemeliyiz. Koronavirüs sonrası dönemde 
jeopolitik koşullar aynı kalmayacak. Bir değişiklik meydana 
geleceği doğru, ancak bu ne ölçüde gerçekleşecek? Büyük 
hadiselerin her zaman büyük etkilerinin olmayabildiğini 
tarihten biliyoruz. Örneğin 1918’deki İspanyol gribi, özellikle 
sebebiyet verdiği ölümler bakımından yıkıcı etkilere sahipti. 
Bununla birlikte, sonraki yıllardaki olayların gidişatını 
belirleyen salgın değil Birinci Dünya Savaşı oldu. Peki, 
Koronavirüs Çin’in ABD’nin yerini alarak dünya lideri olacağı 
yeni bir dönemin habercisi mi? Bence değil. 
Ulaşım ve iletişim teknolojilerindeki gelişmeler 
küreselleşmenin yolunu açtı. Kaydedilen ilerlemeler virüs 
karşısında ortadan kalkmayacak. Öte yandan, pandeminin 
ekonomik küreselleşmeyi gerçekten altüst edeceği ortada. 
Uluslararası ticaret yavaşlayacak, ancak finansal etkileşimler 
önemli bir kesinti olmadan sürecektir. Ekonomik küreselleşme 
bizim düzenlemelerimize tabi olsa da, küreselleşmenin pandemi 
veya iklim değişikliği gibi bazı yönlerini kontrol edebilecek 
durumda değiliz. Geleneksel savunma sistemlerimiz küresel 
doğal felaketlerle mücadelede bir anlam ifade etmiyor. Derin 
ve sürekli ekonomik durgunluk ise bu mücadelede elimizi 
zayıflatıyor. 
Küresel çevre ve sağlık sorunlarının herkesi etkilediği 
kesin. Hiçbir ülke bu tür sorunlarla yalnız başa çıkamaz. Bu 
nedenle, tüm ülkeler ortak tehdit ve zorlukların üstesinden 
gelmek amacıyla birlikte çalışmalı, kurallar koymalı ve 
uluslararası örgütlenmeye gitmelidir. Çevreye ilişkin 
küreselleşme derinleşiyor ve COVID-19’un bizlere gösterdiği 
gibi, bunun neticesinde ülkelerin birbirlerine karşılıklı 
bağımlılığı da artıyor. Zaman ABD’nin dünyaya liderlik etmesi 
ve özellikle Avrupa, Çin, Japonya ve Avustralya başta olmak 
üzere diğer ülkelerle daha fazla işbirliği yapması zamanıdır. 
21. yüzyılın ilk yirmi yılında üç krizle karşı karşıya 
kaldık: 11 Eylül terörist saldırıları, 2008 mali krizi ve COVID-19 
pandemisi. 11 Eylül terörist saldırılarında yaşamını yitirenlerin 
sayısı nispeten düşüktü, ancak saldırıların yarattığı travma 
ABD’li idarecilerin Afganistan ve Irak’ı istila etmek gibi panik 
içinde aceleci kararlar almalarına yol açtı. 2008 mali krizi ise 
Büyük Durgunluk ile sonuçlandı, Batı’da popülizmi artırdı ve 
dünyanın farklı bölgelerinde otokrasileri teşvik etti. Çin’in 2008 
krizinde Batı’ya kıyasla daha iyi bir performans sergilemesi 
birçok insanın Çin’in dünyanın yeni ekonomik lideri haline 
gelmekte olduğunu düşünmesine neden oldu. 
Koronavirüs’ün neden olduğu üçüncü krize ise Çin ve 
ABD liderleri ilk aşamada inkar ederek, yanlış bilgilendirerek, 
geç kalarak, şaşkınlık içinde ve uluslararası işbirliğine 
yanaşmadan karşılık verdiler. Ayrıca, Xi Jinping ve Trump 
zaman kaybetmeden karşı tarafı sorumlu tutmaya yönelik 
bir suçlama oyunu başlattılar. Bu esnada, AB ise birlik içinde 
hareket ederek kararlı adımlar atmakta zorlanıyordu. 
ABD krizi yönetmekteki başarısızlığı nedeniyle güven 
kaybına uğrarken, Çin kendine yönelik olumsuz söylemi 
lehine değiştirmeye odaklandı. İnsani yardımlar göndererek, 
gerçekleri gizleyerek ve geniş kapsamlı bir propaganda 
yürüterek dikkatleri ilk hatalarından uzaklaştırmayı, kendisini 
uluslararası toplumun yapıcı bir üyesi olarak sunmayı ve 
yumuşak gücünü onarmayı amaçlıyor. Ancak, buna kimse 
kanmayacaktır. Zira yumuşak güç çekicilik üzerine kurulu 
olup, en iyi propaganda “propaganda” yapmamaktır. 
Çin yumuşak gücünü artırmaya yönelik uzun 
yıllardır sarf ettiği çabalarına rağmen bu alanda pek mesafe 
kaydedemedi. Dolayısıyla, demokratik ülkelerin üst sıralarda 
yer aldığı Yumuşak Güç 30 sıralamasında Çin’i en altlarda 
görüyoruz. Komşularıyla süregelen bölgesel anlaşmazlıkları 
ve Çin Komünist Partisi’nin katı iç politikaları göz önüne 
alındığında, Çin’in yumuşak gücü açısından şu an bulunduğu 
uluslararası konum hiç de şaşırtıcı değil. 
Koronavirüs sonrası dönemde sert güç dengesinde 
ABD aleyhine bir değişiklik olmayacak. Pandemi, ABD ve Çin 
ekonomilerine eşit ölçüde zarar veriyor. ABD ekonomisinin 
üçte ikisi büyüklüğünde olan Çin ekonomisi, COVID-19 
öncesinde büyüme oranlarının ve ihracatının azalmasından 
zaten muzdaripti. Askeri güç bakımından ise Çin ABD ile 
arasındaki mesafeyi kapatmaktan zaten uzaktı. Şimdi ise salgın 
döneminin mali yükü Çin’in askeri harcamalarını azaltmasına 
yol açabilir. Çin şimdi bütçesinin önemli bir bölümünü verimsiz 
sağlık sisteminin iyileştirilmesi için kullanmak zorunda. 
Bir başka husus, pandeminin ABD’nin Çin’e karşı görece 
jeopolitik üstünlüklerini ortadan kaldırmayacak olmasıdır. 
Birincisi, iki okyanus ile iki dost ülke tarafından çevrelenen 
ABD, Çin’e kıyasla daha iyi bir coğrafyada yer alıyor. İkincisi, 
ABD bir enerji ihracatçısı iken, Çin ithal enerji kaynaklarına 
büyük gereksinim duymakta. Üçüncü üstünlük demografiyle 
ilişkilidir. Stanford Üniversitesi’nden Adele Hayutin’in yaptığı 
bir araştırmaya göre, önümüzdeki on beş yıl içinde ABD 
işgücünün %5 oranında artması bekleniyor. Çin işgücü ise 
bunun aksine, muhtemelen %9 oranında azalacak. Son olarak, 
seçkin üniversiteleri ve firmaları sayesinde ABD teknolojik 
ilerlemeye liderlik etmeyi de sürdürecek. 
Tüm bunlar dikkate alındığında, COVID-19 pandemisinin jeopolitik bir dönüm noktası oluşturması fazla 
olası görünmüyor. Bununla birlikte, ABD müttefiklerini yabancılaştırmak, uluslararası örgütleri güçsüzleştirmek ve 
ülkesine göçü engellemek gibi yanlış politikalar uygulamayı sürdürürse, sahip olduğu üstünlüklerden tam olarak 
yararlanamayabilir. Bilgi devrimi ve küreselleşme ile şekillenen dünya siyaseti, en güçlü ülkenin bile tüm uluslararası 
hedeflerine tek başına ulaşmasına izin vermiyor. Bunu kavramış gibi görünmeyen Trump yönetimi, özellikle Çin ile 
büyük güç rekabetine dayanan bir ulusal güvenlik stratejisini izlemeyi sürdürüyor. 
Singapur eski Başbakanı Lee Kuan Yew, Çin’in küresel 
liderliğinin, en azından yakın gelecekte gerçekleşmesini 
öngörmediğini bir sohbetimizde bana söylemişti. Lee 
tahminini haklı çıkarmak için ABD ve Çin’i çekicilik açısından 
COVID-19 Amerikan Liderliğini Sınamaktadır ancak Küresel Düzeni Değiştirmeyecektir 
kıyaslamıştı. ABD dünyanın dört bir yanından seçkin insanları 
kendine çekebilmekte ve onlara bilginin sınırlarını her alanda 
genişletme fırsatı sunabilmekte. Çin, bunun aksine, kendi 
sınırlamaları nedeniyle böyle bir çekicilik yaratma imkanına 
sahip değil. Bununla birlikte, COVID-19’la karşı karşıya kalan 
ABD popülist politikalar izleyebilir, saydamlığı terk edebilir 
ve dostlarını dışlayabilir. Bunları yapmak suretiyle de Lee’nin 
değerlendirmesinin yanlış olduğunu kanıtlayabilir. 
Bunun yerine yeni bir ABD yönetimi, “Ahlak Kuralları 
Önem Taşımakta Mıdır? Franklin Delano Roosevelt’ten Trump’a 
Başkanlar ve Dış Politika” (“Do Morals Matter? Presidents 
and Foreign Policy from FDR to Trump”) başlıklı kitabımda 
izah ettiğim üzere, 1945 sonrası dönemdeki Başkanların 
başarılarından ilham alabilir ve Marshall Planı’na benzer 
muazzam bir COVID-19 yardım programı başlatabilir. ABD 
Dışişleri eski Bakanı Henry Kissinger haklı olarak liderlerin 
işbirliği yapmaları ve uluslararası toplumu güçlendirmeleri 
gerektiğini savunuyor. İktidar pozitif toplamlı bir oyun olarak 
ele alınmalı ve ülkeler ortak hedeflere ulaşmak için “diğerlerine 
karşı güç” yerine “diğerleriyle birlikte güç”e öncelik vermeli. 
Diğer ülkeler güçlendiklerinde ve yükü etkili bir şekilde 
paylaştıklarında, ABD kendi hedeflerine daha rahat ulaşabilir. 
Günümüz dünyasında bağlantılılık göreceli gücü artırıyor. 
Ancak, Trump, ABD’nin çıkarlarını sürekli olarak dar bir 
şekilde tanımlamakta, “diğerleriyle birlikte güç” ve “diğerlerine 
karşı güç” ayırımını göz ardı etmekte, uluslararası ilişkileri kısa 
vadeli, sıfır toplamlı bir oyun gibi addetmekte, uluslararası 
örgütleri görmezlikten gelmekte ve bunun neticesinde de 
ABD’yi uzun vadeli, aydınlanmış kişisel çıkar geleneğinden 
uzaklaştırmaktadır. 

COVID-19’un gelişmekte olan ülkeler üzerinde önemli yansımaları olabileceği gelişmiş ülkeler tarafından kabul edilmelidir. Bu ülkelerde oluşacak yeni salgın dalgaları gelişmiş ülkeleri tekrar vurabilir. İspanyol gribinin ikinci dalgasının 
1918’deki ilk dalgasından daha fazla insanı öldürdüğünü akılda tutmamızda fayda var. Bu nedenle, ABD’nin liderliğindeki G-20 ülkeleri sadece kendi çıkarlarına hizmet etmek için değil, aynı zamanda ihtiyacı olan ülkelere yardım elini uzatmak için yeni bir COVID-19 fonuna cömertçe katkıda bulunmalılar. 

ABD Başkanı işbirliğine ve yumuşak güce dayalı politikalar izlediği takdirde, pandemiden olumlu sonuçlar elde edilebilir. Aksi takdirde, mevcut politikalar yalnızca milliyetçi popülizmi ve otoriterliği destekleyecektir. 

     Öte yandan, ABD ve Çin arasındaki güç ilişkisini temelden değiştirecek jeopolitik bir dönüm noktasını öngörmek için vakit henüz çok erken. 

***