PROF DR ÜMİT ÖZDAĞ etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
PROF DR ÜMİT ÖZDAĞ etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

29 Mart 2019 Cuma

ERGENEKON SÜRECİ ABD VE NATO OPERASYONU MUYDU. ?


ERGENEKON SÜRECİ ABD VE NATO OPERASYONU MUYDU. ?

ERGENEKON DAVASI 
PROF. DR. ÜMİT ÖZDAĞ 
Prof.Dr. Ümit Özdağ
E-POSTA : umitozdag@internetajans.com

ABD Büyükelçisinin uzun tutukluluk sürelerini eleştirmesi ve generaller, milletvekilleri, akademisyenler ile ilgili terörist iddialarının batı hukuku standartları açısından inandırıcı olmadığının açıklaması sonrasında, yandaş entelektüeller, Ergenekon operasyonlarına eleştirisel bakanların açığa düştüğünü düşünerek,  “Hani bazıları Ergenekon’un arkasında ABD var diyorlardı. Ne oldu? Bakın, ABD büyükelçisi nasıl bir açıklama yaptı?” diyerek, kendilerince seviniyorlar. Peki, Ergenekon operasyonunun ABD ve NATO tarafından desteklendiğini ilk kez ortaya kim attı ve savundu. 

Bunu bir inceleyelim.
Ergenekon operasyonunun başladığı günlerde ABD’nin Ergenekon Operasyonu’nu neden desteklediğinin gerekçesi ise Türk Ordusu içinde ağırlıklı olarak Özel Kuvvetler içinde yoğunlaşmış “Avrasyacı-Rusçu” bir kliğin “temizlenmesi” olarak ortaya konulmuştur. İddiaya göre, ABD ve NATO, Ergenekon operasyonu ile Avrasyacı-Rusçu kliğin temizlenmesi için AKP iktidarına yardımcı olmaktadır.

İlk aşamada bir fısıltı olarak yayılan tezi Mümtazer Türköne şöyle dile getirmiştir: “Ergenekon operasyonu ile ilgili giderek daha fazla dillendirilen bir tez var. Bu operasyon ile kontrgerilla örgütlenmesinin dış politikada ABD’ye karşı Rus eksenini savunan kanadın tasfiye edildiği iddiası. Ben bu iddiayı inandırıcı bulmuyorum. Ama eksik olan bir şey var”  (Zaman, 23 Eylül 2008)
Türköne’den gelen bu zayıf itiraza rağmen Ümraniye Soruşturması sürecinde Ergenekon operasyonuna büyük psikolojik-politik destek veren bazı akademisyen ve köşe yazarları, Türk Ordusu içinde Türk Ordusu’nu ve Türkiye’yi Rusya eksenine, Rus-Çin, İran zeminine kaydırmak isteyen, anti-AB’ci, anti-ABD’ci Rusçu bir kliğin, ABD ve NATO’nun desteği ile tasfiye edildiği görüşünü savunmuşlardır. Ahmet Altan şöyle demektedir: “Çünkü bütün bu olanlar sadece Türkiye’nin arzusu gibi görünmüyor bana. Yanılıyor olabilirim ama olanları izlerken hep bir ‘dünya operasyonu’ izliyorum izlenimine kapılıyorum.”  (Cumhuriyet, 25 Eylül 2008)

Örneğin Hasan Cemal, Türkiye’de ulusalcı-aşırı milliyetçilerin, birinci sınıf demokrasiyi sevmeyenlerin, AB’den nefret edenlerin, “Türkiye, Avrupa’ya, Amerika’ya sırtını dönsün, Avrasya’ya açılsın ve Rusya’yla, Çin’le Orta Asya’yla hatta İran’la kendine yeni bir dünya kursun!...Ve asker içinde de etkili oldu. Örneğin Tuncer Kılınç Paşa... MGK Genel Sekreteriyken, Türkiye için Avrasya açılımını savunmuştu. Ergenekon davasının sanıklarından eski Jandarma Genel Komutanı Şener Eruygur Paşa’nın da davanın sivil sanıkları gibi Avrasyacılık konusunda benzer görüşleri benimsediği söylenebilir” görüşünü savunmuştur. (Milliyet, 24 Ekim 2008)

Bu izahın şampiyonlarının başında gelenlerden birisi de İhsan Dağı’dır. Prof. Dr. Dağı’ya göre Ergenekon operasyonu AKP’den çok uluslar arası dinamiklerin sonucudur. Küresel bir irade ortaya çıkmıştır ve operasyon gerçekleşmiştir. (Hürriyet, 11 Ocak 2009)

Dağı, daha da ayrıntıya girmekte, küresel iradeyi netleştirmekte ve gerekçesini de ortaya koymaktadır. İhsan Dağı’ya göre, Ergenekon Operasyonu, ABD’nin desteklediği bir operasyondur. Dağı, Ergenekon örgütünün Özel Harp Dairesi’den kaynaklandığını ileri sürmektedir.

Dağı’ya göre, “Amacı dışına çıkan ve Rusçu bir kliğin kontrolüne giren Türk Gladio’su artık korunup kollanmıyor. Nedeni açık: Gürcistan ve doğalgaz krizlerinde iyice görülen Rusya-Batı gerginliği Türkiye’yi yeniden vazgeçilmez bir cephe ülke konumuna getiriyor. Peki, böyle bir ülkede elli yıldır Batı güvenlik sistematiğinde bulunan bir ordunun Rusya yanlısı, NATO, ABD ve AB ile işbirliğine karşı Rusçu bir kliğin eline geçmesine seyirci kalır mı? Üstelik bu klik sadece ordu içinde yükselmeye değil, Özden Örnek günlüklerinden anlaşıldığı gibi fiili bir darbeyle yönetime el koymaya çalışmış. Ama başaramamışlar; Rusçu bir darbeye vize verilmemiş!” (Zaman, 13 Ocak 2009)

Dağı şöyle devam etmektedir. “Bunlardan Ergenekon soruşturmasında ABD/NATO parmağı olduğu sonucu çıkmaz. (Oysa Dağı, birkaç gün önce Ergenekon soruşturmasının arkasında ABD desteğinin olduğunu ileri sürmüştür.) Tasfiyeyi yargı yapıyor, ama dikkat; tasfiye edilen Ergenekon resmi bir kurumun uzantısı. Dolayısıyla bu örgütün arka plânında bulunan güçlerin tasfiye işlemine yönelik tutumu önemli. Nedir bu tutum? Sessizlik; ordunun ve ordu üzerinden ABD/NATO sessizliği. TSK üst yönetimi bu soruşturmalara izin vererek kendini Batı ittifakı içinde ’yeniden’konumlandırmaya çalışıyor.” (Zaman, 13 Ocak 2009)
Dağı, Türk Ordusu’nun, Soğuk Savaş sonrasında ortak düşman olan SSCB’nin ortadan kalkmasından sonra NATO’nun “ortak düşman” yerine, demokrasi, insan hakları ve hukuk devletine dayanan “ortak değerler” merkezli siyasetini kavrayamadığını/kabul etmediğini ileri sürmektedir. Dağı’ya göre, Türk Ordusu’nun  “ortak değerleri”  kabul etmemesinin arkasında rejim içinde kendi konumunu yitirmesi endişesi vardır. Bundan dolayı, Türk Ordusu içinde bir grup, Avrasyacı-Rusçu çizgiye kaymıştır. (Zaman, 27 Ocak 2009) Dağı, Türk Ordusu içinde “Özel Harp Dairesi” veya  “Özel Kuvvetler Komutanlığı”  etrafında kümelenmiş küçük bir Rusçu kliği değil, bütün Türk Ordusu’nu Rusçu olmakla suçlamaktadır.

Nasıl mı? İşte şu cümlesi ile: “Fikret Bila’nın ‘Komutanlar Cephesi’ kitabı incelendiğinde TSK’nın üst düzey komutanlarının NATO, AB ve ABD hakkında nasıl bir duygu ve düşünceye sahip oldukları görebilir; müttefik değil, âdeta savaşa girişilecek bir hasım...” (Zaman, 27 Ocak 2009) Bu cümle bir kliği değil, bir orduyu anlatmaktadır.
Yasemin Çongar da “Amerikan siyasetinin ve ordusunun Türkiye’yi iyi tanıyan mensuplarının, TSK’nın Soğuk Savaş sonrasındaki performansına kuşkuyla baktıklarına bir çok kez tanık oldum. Türk Ordusu’nun Washington’da gitgide Batı’dan kopan, bazı unsurlarıyla Rusya’nın etki alanına giren Avrupa Birliği sürecini içine sindiremeyen, 1920’lerin zihniyetine tutsak, küreselleşmeden de Türkiye’nin küreselleşmeyle uyumlu toplumsal değişiminden de, giderek Türk toplumundan da kopuk bir kurum olarak algılanmaya başladığını gözledim” diyerek, Dağı’ya destek vermiştir. (Taraf, 14 Ocak 2009)

Dağı’ya göre, Türk Ordusu içindeki Avrasyacı/Rusçular aslında ABD, AKP’ye karşı yapmak istedikleri darbeyi desteklemediği için Avrasyacı/Rusçu olmuşlardır. (Zaman, 23 Ocak 2009) Dağı’ya destek yine Yasemin Çongar’dan gelmiştir. Çongar, Avrasyacıların Bush Yönetiminin entelektüel dinamosu olan neoconları, ABD’nin AKP’ye karşı ikna etmesi için çok çaba sarf ettiğini ileri sürmüştür. (Taraf, 28 Ocak 2009)

Ergun Babahan da 14 Ocak 2009’da Kanal 24’de özetle şöyle demiştir: “Ergenekon bölgede ABD’nin tetikçisi idi. ABD’ye sadakatle çalıştılar. Küresel dengeler değişti ve Ergenekon tetiğini ABD’ye yöneltmeye başlayınca da ABD Ergenekon’u tek tek tasfiye etmeye başladı. İşin bu boyutu görülmez ise Ergenekon meselesini anlamak mümkün değildir. ABD, “Rusçu, Putinci” olan eski adamlarını hızla tasfiye etmektedir. Son Ergenekon dalgasında gözaltına alınan E. Org. Tuncer Kılınç ta MGK Genel Sekreteri iken NATO-AB eksenine karşı Rusya-Çin-İran eksenini savunmuştu” (Star, 16 Ocak 2009)Eski EGM İstihbarat Dairesi Başkanı Bülent Orakoğlu da Ümraniye soruşturmasının dış dinamiğinin ABD olduğunu düşünmektedir: “Sadece hükümetin iradesiyle bu iş çözülemez. Ergenekon operasyonu da tamamen iç dinamiklerle anlaşılamaz. Çünkü kural şudur: Bir örgütü kim kurduysa o tasfiye eder. İç ve dış dinamiklerin bir örgütü kurmaktaki amaçları bitmeden o örgüt bitmez. Gladio tipi yapılanmayı kuran dış dinamik Pentagon’dur. (...) Çünkü dünyada yükselen değer demokrasi, insan hakları ve özgürlükler... Türkiye’ye de bu dünyada Amerika tarafından bir rol biçiliyor. Türkiye’nin bu rolü üstlenmesi için şartlara uygun olması için, temizlenmesi lazım. Hatırlayın, Başbakan Erdoğan 5 Kasım 2007’deki Amerika ziyaretinde Bush’la görüşmüştü. Ergenekon operasyonu Washington’daki o görüşmeden sonra başladı.” (Taraf, 20 Nisan 2009) 

ABD’nin Türk Ordusu’na yönelik müdahalesi konusunda belki de en çarpıcı ve açık yaklaşımı Zaman Gazetesi’nin Washington muhabiri Ali H. Arslan’ın satırlarında bulmak mümkündür. Arslan şöyle demektedir: “ABD’nin düşmanlara karşı önleyici saldırı doktrininin makûliyeti ve hakkaniyeti tartışılır. Ama dostlarının hayatî hatalarına karşı bazı önleyici mekanizmaları devreye sokmalarına itirazımız olamaz. Bunlardan biri, sesini şeksiz şüphesiz demokrasi lehinde yükseltmektir. Diğeri de, özel resmî görüşmelerde ilgililere de aynı mesajı daha da açık bir dille ifade etmektir. Özellikle ABD’nin Ankara büyükelçiliğine bu konuda çok iş düşüyor. Ve bir şeyler yapıldığı da kulağıma geliyor.” (Zaman, 30 Haziran 2008)

Gerçekten, Ümraniye soruşturmasına verilen siyasî desteğin ve düzenlenen Ergenekon psikolojik operasyonunun arkasındaki Amerikan desteğinin nedeni Türk Ordusu içinde bir kliğin veya Türk Ordusu’nun tamamının NATO, ABD ve AB karşıtı bir çizgiye kaymasına karşı, ABD’nin bir tepkisi midir yoksa ABD’nin tepkisinin nedeni bir başka şey midir?
Aşağıda bu hususu ayrıntılı olarak değerlendirmeden önce Dağı ve Çongar’ın ABD’nin Türkiye’de  “Ergenekon sürecine” müdahale etmesini  “meşru kabul etmelerinin”  çok tehlikeli olan bir boyutunun altını çizmek gerekmektedir. 1968’de Çekoslovakya’da Çekoslovak Komünist Partisi Genel Sekreteri A. Dubçek’in geliştirdiği sosyalizm yorumuna Moskova sert tepki göstermiştir. Sovyetler Birliği Komünist Partisi Genel Sekreteri Brejnev,  “Brejnev Doktrini”  diye anılan doktrini ilân etmiştir. Bu doktrin, sosyalist ülkelerin egemenliğini kısıtlayan ve SSCB’ye sosyalist ülkelerin iç işlerine müdahale hakkı veren bir anlayışı ilân etmiştir. Kızılordu, Prag’ı işgal etmiştir. Türkiye’de ve dünyada bir çok sosyalist bu müdahaleyi destekler ve meşru görürken, bir çok sosyalist de SSCB ile olan yollarını ayırmıştır.

Cemal, Dağı, Babahan, Sarıibrahimoğlu, Çongar’ın temsil ettiği çizgi,  “Moskova çizgisindeki komünistlere” benzer şekilde, ABD’nin Türk Ordusu’na müdahalesini meşru görmektedirler.

Oysa, demokrasiyi savunan NATO, reel sosyalizmi savunan Varşova Paktı değildir. Türkiye, sosyalist Çekoslavakya, değildir. Türkiye egemen, bağımsız bir ülkedir. Türk siyaset, akademi, basın ve silahlı kuvvetlerinde bir çok insan ABD’ye, AB’ye, NATO’ya eleştirisel bakabilir.
Burada sorulması gereken soru yukarıda anılan kişilerin ileri sürdüğü tezin doğru olup olmadığını değerlendirmeden önce özgün olup olmadığı tespit edilmelidir. CIA üst düzey yöneticisi ve Türkiye uzmanı Graham Fuller, 19 Ekim 2007’de yazdığı “Ankara’nın ABD Düşmanlığı’nın Soykırım Kararından Çok Daha Derin Kökleri Var” başlıklı makalede şöyle demektedir:  “Washington kızgın. Türk generaller, Batı’nın dayatmalarına karşı, Rus stratejik seçeneğini bile alçak sesle konuşmaktadırlar.

Orta Asya enerji hatlarının Rusya veya İran ve Türkiye üzerinden Batı’ya ulaştırılması konusunda bazı anlaşmazlıklar olsa da, Ankara-Moskova ilişkilerine önem vermektedir; ABD’nin NATO’yu genişletme ve füze sorunu yoluyla Rus ayısına Kafkaslar’da ve Doğu Avrupa’da büyük çıkarları var. Çin ve Rusya’nın başını çektiği Şanghay İşbirliği Örgütü Asya’da hakim jeopolitik gruplaşma olursa, Türkiye de tıpkı Afganistan, İran ve Hindistan gibi bu örgütle işbirliği yapacaktır. Washington buna karşıdır.” (Aydınlık, 6 Nisan 2008, Sayı 1081) Türk Ordusu içinde Rusçu Klik iddialarının kökeninde Fuller’in  bu makalesi vardır.

Michael Gunter adlı Amerikalı istihbaratçı 2000 yazında Amerikan Kara Kuvvetlerinin dergisi olan Parameters’da  “Yükselen Hegemon”   adlı makalesinde şöyle yazmıştı:   “Modern silahlara ve gelişmiş kabiliyete sahip olan Türk Ordusu, ülke içinde kültürel ve anayasal gücünde önemli değişiklikler yapılmadıkça, ne kısa vadede komşularına, ne de uzun vadede Türkiye halkına rahat yüzü gösterecektir.”  Sahte hahamın  “Ergenekon bir proje idi”  dediği işte budur.

http://www.ozelburoistihbarat.com/siyaset-bilimi-dis-politika-siyasi-partiler/ergenekon-davasi-prof-dr-umit-ozdag-ergenekon-sureci-abd-ve-nato-operasyo-8847

***

7 Eylül 2018 Cuma

IRAK KÜRT BÖLGESİNİN JEOPOLİTİĞİNE İLİŞKİN STRATEJİK ÖNGÖRÜLER. BÖLÜM 7

 IRAK KÜRT BÖLGESİNİN JEOPOLİTİĞİNE İLİŞKİN  STRATEJİK ÖNGÖRÜLER. BÖLÜM 7



ÜÇÜNCÜ BÖLÜM 

SEÇENEKLER VE TEMEL DEĞİŞKENLER BAĞLAMINDA SEÇENEKLERİN YORUMLANMASI 

3.1. Seçenekler 

“Irak Kürt bölgesinin jeopolitiğine ilişkin stratejik öngörüler” konulu çalışmanın seçenekleri (Hipotezleri) üç olasılıklı tespit edilmiştir; 

i. Irak’ın Kuzeyindeki Kürt bölgesi yönetimi hukuken bağımlı, fiilen bağımsız bir devlet gibi hareket edebilir. 
ii. Irak’ın Kuzeyindeki Kürt bölgesi yönetimi bağımsız bir devlet olabilir. 
iii. Irak’ın Kuzeyindeki Kürt bölgesi yönetimi federal veya konfederal yapıda sürebilir. 

Üçüncü seçenek, halihazırda Irak’taki mevcut uygulamaya en yakın olan durumdur. Farklı olan seçenekler, ilk iki seçenektir. İlk iki seçenek olan, 
“ Irak’ın Kuzeyindeki Kürt bölgesi yönetimi hukuken bağımlı, fiilen bağımsız bir devlet gibi hareket edebilir veya bağımsız bir devlet olabilir” in temel değişkenlerine ait ayrıntılar aşağıda verilmiştir. 

3.2. Temel Değişkenler Bağlamında Seçeneklerin Yorumlanması 

Seçeneklerin oluşumunu etkileyen, belirleyici olan temel değişkenler üçüncü bölümde ayrıntılı olarak ele alınmıştır. Aşağıda, seçeneklerin belirlenmesinde rol oynayan temel değişkenlere ilişkin yürütülen mantık ve gerekçeleri açıklanmıştır. 

ABD Politikası

 Irak’ın işgalinden (2003) önce, KDP lideri Barzani; AB’yi, Rusya’yı ve Çin gibi kıtasal güçlerin çekincelerini kaale almayan süper güç ABD’ye şartlar öne sürebilmiştir. Barzani, Saddam’dan sonra, Kuzey Irak’ta Kürtlere özerklik verilmesini, petrol bölgesi Kerkük’ü Kürdistan’ın başkenti olarak resmen tanımasını ve hiçbir ülkenin Irak’a müdahalesine izin vermemesini ABD’den talep etmiştir. ABD yönetimi, Kürtlerin taleplerini çıkarları gereği ciddiye almıştır. Bu esnada NATO üyesi ve ABD’nin sıkı müttefiki (kimi uzmanlara ve siyasilere göre Stratejik ortağı) Türkiye’de ABD’den taleplerde bulunmuştur. Bu taleplerden bazıları; Kürt grupların bağımsızlık düşüncelerinin ve Kerkük’ün Kürt grupların eline geçmesinin engellenmesidir.261 

Türkiye’nin ABD çıkarlarını etkileme kapasitesinin Kuzey Iraklı Kürt gruplar kadar olmadığı veya ABD’nin Kuzey Irak Kürt bölgesindeki çıkarlarının, müttefiki Türkiye’deki çıkarlarından fazla olduğu zamanla anlaşılmıştır. Türk hükümetinin istekleri ABD tarafından ciddiye alınmamıştır. 

30 ocak 2005'te sandık başına giderek geçici hükümet üyelerini belirleyen Irak halkının başına262 Kürt lider Talabani Cumhurbaşkanı, Kürt Zebari’de dışişleri bakanı olarak seçilmişlerdir. İlk kez daimi bir hükümet için 15 aralık 2005'te yapılan seçim sonrasında da Kürt Cumhurbaşkanı ve dışişleri bakanı koltuklarını korumuşlardır. Geçici anayasaya, Kerkük’ün Kürt bölgesine dahil edilebilmesi için 2007’de referandum öngören ilgili anayasa maddesi, ABD’nin gözetiminde ve onayı ile konmuştur. Irak’ta çoğunluğa sahip Şii’ler, “Kerkük Irak’ındır” diyen Caferi’yi Başbakanları olarak ABD’ye kabul ettiremezken, gelişmeleri demokrasi ile açıklamak yetersiz kalmaktadır. 

 Irak Anayasası'na yerleştirilen federasyon, bölge için yeni bir olgudur. Arap veya İslam ülkesinde böyle bir yapı yoktur. Bazı Batılı ülkelerde işleyen 
federasyonun, islam ülkelerinin ekonomik, demokrasi ve laik yapıları dikkate alındığında, federasyonun başarılı olacağını söylemek zordur. Mevcut Irak 
Anayasa’sı Irak’ı paramparça edecektir. 263 

Kürt parlamentosunun toplanması, Kürt özerk hükümetinin kurulması, Kürt silahlı güçleri peşmergelerin dağıtılmaması veya merkezi hükümetin 
kontroluna verilmemesi, Irak’ın kuzeyindeki Kürt oluşumunun “devlet gibi” müstakil hareket edebilmekte olduğunu göstermektedir. ABD başkanı 
Bush’un KDP lideri Barzani’yi Beyaz Saray’da ağırlaması,264 bazı ülkelerin Kürt bölgesinde konsolosluklar açma çabası, Kürt oluşumun devlet gibi 
müstakil hareket edebilmesini kolaylaştırmaktadır. 

Barzani, Washington’a ABD’nin tahsis ettiği özel uçakla gitmiştir. Siyasi uzmanlar Talabani’nin ardından ABD’ye giden Barzani’nin, Oval Ofis’te 
ağırlanmasının sadece bir jest olduğu yorumunu yapmaktadırlar. Devlet başkanı gibi bir protokolun uygulanmasını sadece jestle açıklamak eksik olacaktır. Irak Devlet Başkanı Celal Talabani ise Barzani’nin ziyaretinin Irak Kürdistan kimliğinin ABD yönetimi tarafından tanınması anlamına geldiğini savunmuştur. 

KDP lideri Barzani’nin Türkiye’yi hedef alan, Kürt sorununun bir realite olduğunu, bundan dost ve komşu ülkelerin rahatsız olmamaları gerektiği ve 
Kürtlerin de devlet kurma hakkı var şeklindeki konuşmalarını, ABD’den bağımsız yaptığı düşünülmemelidir.265 

ABD’nin önde gelen gazetelerinden Los Angeles Times, Mesut Barzani’nin liderliğindeki Kürdistan Demokrat Partisi’nin (KDP) Norveçli DNO şirketi ile yaptığı anlaşma çerçevesinde, 2005 Kasım ayının son haftasında Zaho kentinin yakınlarında petrol aramaya başladığına dikkat çekmiştir. 
ABD’nin öncülüğündeki 2003 işgalinden bu yana yeni arama faaliyetlerini öngören ilk anlaşma, Bağdat’ta siyasi liderlerin şaşkınlıkla tepki göstermesine 
yol açmıştır. Türkiye’nin Ovaköy’de bir sınır kapısı açmasına ABD onay vermezken, Norveç’li bir firmanın ABD onayı olmadan, ABD işgali altındaki 
topraklarda petrol arayabileceğini düşünmek gerçekçi olmayacaktır. ABD, Irak’ın Kuzeyindeki Kürt oluşumun, “Bir devlet gibi” hareket etmesine zemin 
hazırlamaktadır.266 

Körfez savaşından sonra (1991) oluşturulan güvenli bölge sayesinde, Irak’lı Kürtler “ayrı bir devlet” gibi davranabilmişler, yönetim tecrübesi edinme 
fırsatını ABD sayesinde bulmuşlardır. KDP ve KYB arasındaki silahlı çatışma ve anlaşmazlığı ABD, 1998’de Washington Anlaşması ile gidermiştir. 
Ardından 4 Ekim 2002’de “Kürdistan Ulusal Meclisi” nin toplanması ve “Kürdistan Anayasa” taslağının oluşturulması kararlaştırılmıştır. Toplantıda 
Daniel Mitterand bizzat onur konuğu olarak katılırken, ABD Dışişleri Bakanı Powel, mesaj çekerek birlik ve beraberliğin önemini vurgulamıştır. 

Irak Kürdistan Demokrat Partisi (KDP) lideri ve ’Kürdistan Bölge Başkanı’ Mesut Barzani, “Kürdistan” olarak nitelendirdiği Kuzey Irak’ta kesinlikle Irak bayrağını kullanmayacaklarını, dünyadaki diğer halklar gibi Kürtlerin de bağımsızlık hakkı bulunduğunu savunmaktadır. Kürt lider Irak bayrağının Kürtlere baskı, zulüm, katliam günlerini anımsattığını, bu nedenle değişmediği müddetçe bu bayrağı “Irak Kürdistanı” olarak nitelendirdiği bölgede asmayacaklarını söylemektedir. “Kerkük-Kürdistan” isimli internet sitesinde de açıklamaları yayınlanan Barzani, Kürtler’in kendi kaderini tayin etme hakkı bulunduğunu, Kürtler’in bu hakkı kullanmak için imkan bulmaları halinde hiç geciktirmeden bu hakkını kullanacaklarını ileri sürmektedir. 

Barzani, medya organlarında yer alan 8, 6 ya da 4 yıl sonrasındaki referandumdan söz eden haberlerin önemli olmadığını söylemektedir; 

"Bizim temel problemlerimiz; Kürdistan’ın sınırları, Kürdistan Peşmerge’sinin rolü, doğal kaynaklar, kadın hakları ve demokrasidir. Eğer şimdi gerekli olan 
şeyleri yapmazsak, bu fırsatın bir kez daha önümüze çıkıp çıkmayacağı belli değil. Biz, Kürt ve Kürdistanlılar olarak neyi ne kadar talep edersek 
azdır. Bazıları taleplerimizi aşırı buluyor. Arapların, taleplerimize ve gönüllü federasyon isteğimize teşekkür etmeleri gerekiyor. Kürtler, bu yılın birinci 
ayının 30’unda yapılan referandumda yüzde 98 oranında bağımsızlık istediklerini beyan ettiler..... 
........Kürtçe resmi bir dil olmalı ve sadece Kürdistan yönetimindeki bölgede değil. Kürtçenin Irak’ın güneyindeki bir kentte de resmi olmasını söylemiyoruz; ancak devletin resmi belgelerinde, haberleşmelerinde, verilen kararlarda, örneğin; para, posta pulu, pasaport ve diğer tüm resmi belegelerin 
her iki dilde; Kürtçe ve Arapça yazılması gerektiğini savunuyoruz..... Kürdistan’ın sınırlarının belirlenmesi, Kerkük, Hanakin, Şıngar, Zımar ve diğer kasabaların durumu Geçici Temel Yasanın 58. maddesine göre çözülmelidir. Eğer 58. madde yerine getirlirse, başarılı olacağız ve bu konudaki kaygılarımız 
giderilmiş olacak. Ne var ki, Araplar 58. maddenin gereklerini yerine getirmek istemiyorlar...... Peşmerge hiçbir devletin emriyle kurulmamıştır ve hiç kimsenin 
emriyle de ortadan kaldırılamaz. Peşmergenin rolü değişebilir; bunun için bir mekanizma bulunabilir.." 267 

Geçici temel yasanın 58. maddesinin, ABD’nin onayı olmadan temel yasa içersinde yer alamayacağı unutulmamalıdır. 

Türkiye’nin Durumu 

Irak’ın Kuzeyinde bir Kürt devleti kurulmayacağına Türkiye’nin inanması veya inandırılması önemli bir adımdır. Çünkü, Türkiye’nin jeopolitik gücü, Kürt oluşumun devletleşmesine veya kurulabilse bile yaşamasına engel olmaya yetecektir. KYB lideri ve Irak Devlet Başkanı Celal Talabani, Kuzey Irak'taki Kürtlerin bağımsız bir devlet kurmak gibi bir niyet ve girişim içerisinde bulunmadıklarını, bağımsız bir Kürdistan’ın sadece bir rüya olduğunu açıklaması ihtiyatlı karşılanmalıdır.268 ABD'nin Bağdat büyükelçisi Zalmay Halilzad’ta, Iraklı Kürtlerin bağımsızlığının söz konusu olmadığını ve Kürtlerin bunu istemediğini söylemektedir.269 

ABD yönetimi, sık sık Irak’ın toprak bütünlüğünün önemini vurgulamaktadır. Ancak, uygulamada ise Irak’ın toprak bütünlüğünü zayıflatabilecek gelişmeleri teşvik ettiği veya seyirci kaldığı görülmektedir. Süper hegemon güç ABD, Irak’ta asayişi ya sağlayamamaktadır yada bir iç savaş çıkmasını bekler görünmektedir. Irak’ta bir direniş olduğu ve bu direnişi ABD’nin durduramadığı bir vakıadır. Bir Şiilerin ibadet yerleri, bir Sünnilerin ibadet yerleri bombalanmaktadır. Bu arada İngiliz özel birliklerinin sivil yerel kıyafetle ve patlayıcılarla yakalanmaları, kafalarda soru işaretlerine yol açmaktadır. ABD, Irak’lıların kendilerine karşı mücadele etmelerini değil, birbirleri ile mücadele etmelerini bekler görünmektedir. Bu arada Kürt bölgesinde ciddi terör olayları olmaması da hayli düşündürücüdür. İngiliz askerlerinin patlayıcılarla Şii bölgesinde yakalanması, Kürt bölgesindeki asayişin gerekçesini bir nebze de olsa açıklamaktadır. 

Türkiye’nin; Kerkük, bölücü terör örgütü PKK kampları ve Türkmen hassasiyetlerini dikkate alacağını söyleyen, ama uygulamada tam tersini 
yapan ABD politikalarına güveni sarsılmıştır.270 Üstelik Türk askerinin kafasına çuval geçiren “stratejik ortak” ABD, Türk kamuoyu tarafından tehdit 
olarak görülmeye başlanmış, ulusalcılık dalgasının hızla yükselmesine yol açmıştır. Türkiye’nin hassasiyetleri konusunda ABD’nin somut adımlarını 
görmeden, Türk kamuoyunun ABD’ye inanması zor görünmektedir. ABD’nin Irak’ın Kuzeyinde olası bir Kürt devleti projesini gündemde tutuyor olması, iki 
olasılığı akla getirmektedir. Birincisi, ABD’nin Kürt devleti projesi vardır, ikincisi, ABD Kürt kartını kullanarak, başta Türkiye olmak üzere bölge ülkeleri 
üzerinde kullanmak istemektedir. Kürt devleti projesi var ise, Türkiye’den, Irak’taki Kürt oluşumun ayakları üzerinde durmasına ve himaye edilmesine 
katkı sağlayacak politikalar geliştirmesi istenecektir.271 Çekiç Güç ve Keşif harekatı ile Kürt devleti oluşumuna bilerek veya bilmeden, doğrudan katkı 
yapan Türkiye 272, doğmakta olan yeni bir devletin güçlenmesini çıkarlarına aykırı bularak katkı yapmak istemeyecektir.273 ABD isteklerine direnen 
Türkiye’nin direnci, başta ekonomi alanında olmak üzere, Asayiş, Terör,274 Laik-Antilaik kutuplaşmaları vb. konular üzerinde yürütülecek operasyonlarla275 kırılmak istenecektir.276 Türkiye, etnik ve mezhep çatışmaları tetiklenerek istikrarsızlığa itilmek istenecektir.277 Teşbihte hata olmaz, Türkiye’ye ölümü gösterip (bölünme), sıtmaya (Kürt oluşumun devletleşmesine) razı etmeye çalışacaklardır. 278 Gazeteci Necati Doğru, Diyarbakır’da meydana gelen sokak eylemleri hakkında köşesinde şöyle demektedir; olaylar, ......ilki 80 yıl önce denendi. 

Arkasında İngiltere vardı. Başarılı olunamadı. Bu ikincisidir. Arkasında ABD var. 

Birinci süper (ABD) ve ikinci süper (AB) karar birliği, ağız birliği, istek birliği, dünyayı kendi çıkarları için yeniden biçimlendirme birliği yaptı. Ortadoğu''da 
bölünmüş Türkiye planına "uygundur" işareti çakıyorlar. Irak, İran ve Anadolu''dan bölünüp koparılmış topraklar üzerinde "Büyük Kürdistan kurulmasına" da maddi manevi güç veriyorlar...”279

 Bazı gelişmeler, önümüzdeki dönemde Türkiye’nin direncinin kırılmak isteneceğini göstermektedir. 

Bir süredir TSK’nin Türk Milleti üzerindeki inandırıcılığı ve itibarını sarsıcı gelişmelerin arkasında dış güçlerin olması, ihtimal dahilindedir. 
Türkiye’nin, karşılaşabileceği her türlü iç ve dış tehditler karşısında son güvencesi TSK’dir. Türkiye’nin savunma refleksleri, mücadele direnci 
kırılmak istenmektedir.280 

Ankara Ticaret Odası (ATO) Başkanı Sinan Aygün, Türkiye'nin güney sınırındaki mayınlı arazilerin temizlenerek organik tarıma açılması projesine yabancı ilgisinin boşuna olmadığını ve kuşkuyla baktıklarını, projenin yabancıya verilmesinin sakıncalı olduğunu belirtmektedir. Mayın temizleme işinin 49 yıllığına ''yap-işlet-devret'' formülü ile ihale edilecek olmasını da eleştiren Aygün, bölgedeki gelişmeler dikkate alındığında, ''ihaleye İsrail'in ilgi göstermesinin'' kafa karıştırdığını iddia etmektedir. Aygün’e göre; 49 yıl sonra bu arazilerin İsrail'e satılmayacağını kimse garanti edemeyecektir. Osmanlı Kıbrıs'ı böyle kaybetmişti. İsraillilerin bölgeye ilgisi Tevrat'taki 'vaad edilmiş topraklar' meselesini akla getirmektedir. Mardin'de 49 bin, Hatay'da 36 bin, Kilis'te 34 bin, Gaziantep'te 15 bin, Urfa'da 55 bin, Şırnak'ta 16 bin dönüm vatan toprağının 49 yıllığına yabancılara tahsis edilmesi, güvenliğimizi tehdit edecektir. Bütün bunlar bu yana bölgede petrol olduğu ortaya çıkmıştır. 49 yıllık kira müddeti boyunca bölgedeki petrol kimin olacağı da önemlidir.281 Sinan Aygün’ün işaret ettiği hususları, “Vaad edilmiş topraklar” ve “Büyük Kürdistan“ın Akdenize çıkışı projeleri ile birlikte değerlendirilmesinin, “büyük resmin” tam olarak görülmesine katkı sağlayabileceği düşünülmektedir. 

 Türkiye’nin zayıf düşürülmesinde ve baskılar karşısında direncinin zayıflatılmasında, Batının, Ermeni konusunu kullandığı, İçişleri eski bakanı 
Sadettin Tantan tarafından da dile getirilmektedir. Türkiye’yi soykırım suçlusu ilan ederek, Türkiye Cumhuriyeti’ni yıkmayı amaçlayan bir çalışma, uzun 
yıllardır yabancı gizli servisler ve yabancı üniversiteler tarafından yürütülmekte dir. Sözde Ermeni soykırımı ile ilgili Türkiye’de gerçekleştirilen toplantılar, parayla yapılan ısmarlama toplantılardır. Düzenleyenlerin, Amerika, Avrupa Birliği ve Soros'la bağlantıları bulunmaktadır. Amerikalı Ermeniler, AAA adlı bir birlik oluşturarak sözde soykırımı dünyaya kabul ettirebilmek için yılda 15 milyon dolara yakın bir para harcamaktadırlar. İçişleri Eski Bakanı Tantan; 

< ‘’ Amerikalı Ermenilerin AAA adlı kuruluşu, Soykırım Anıtı ve Soykırım Müzesi’nin destekleyicisi, Soykırım Ansiklopedisinin de yayıncısıdır. 
Ayrıca, 55 bin gence Ermeni tarihi, kültürü ve dili ile özellikle, soykırım eğitimi vermektedir. Gençlik kampları ve olimpiyatlar düzenlemektedir.  
Amacı, Türkiye’yi sözde soykırımı kabul etmeye zorlamaktır’’ 282 >  demektedir. 

Irak’ın Parçalanması

    ABD, işgal sonrası Irak’ta düzeni sağlayamamıştır. Sağlamak istemediğine dair bulgular da bulunmaktadır. Eski Dışişleri bakanı Powel ve Pentagon’un generalleri, Irak’ta can güvenliğinin ve düzenin sağlanabilmesi için daha fazla asker talepleri, başta neo-con Savunma Bakanı Rumsfeld ve bazı yetkililer tarafından dikkate alınmamıştır. Savunma Bakan yardımcısı Paul Wolfowitz, Irak’ta barış ve düzen için yüzbinlerce asker gerekeceğini söyleyen Genelkurmay Başkanı Eric Shinseki’yi açığa almıştır. Yağma olayları geniş ölçekte Irak’ı sararken, Savunma Bakanı Rumsfeld; “Olur böyle şeyler..” demiştir. Sonuç olarak, orta sınıf Iraklılar kentlerden ve ülkeden kaçmaktadır.283 Kargaşa ve istikrarsızlığa, oradan iç savaşa doğru kayabilecek bu gelişmeler, bilinçli bir tercih olabilir mi sorusunu akla getirmektedir.284 

Şii ve Sünni grupların ibadet yerlerinin bombalanması,285 Şii ve Sünni mezhep çatışmasını çıkarlarına uygun bulan güçler tarafından yapıldığını akla getirmektedir.286 Irak’ta bilim insanlarına yönelik öldürme ve bombalama eylemleri, belirli bir stratejik düşüncenin eseri gibi görünmektedir. Bütün 
olanlara rağmen, Şii ve Sünni ileri gelenleri, bombalama eylemlerinin287 arkasında ABD-İngiliz ve İsrail güçleri bulunduğunu açıklamakta, birlik ve 
beraberlik çağrıları yapmaktadırlar. Irak’ın toprak bütünlüğünü savunulamaz hale getirmek ve Dünya kamuoyunu, Irak’ın üçe bölünmesine rıza göstermesini sağlamak,288 etnik ve dini gruplar arasında patlak verecek bir iç savaş ile mümkün olacaktır. Amerikalı uzmanlarda açık açık Irak’ın289 bölünme ihtimaline herkesin hazırlanması gerektiğinden söz etmektedirler. 

 Ortadoğu uzmanı gazeteci H. Mahalli, Irak’ta 150.000 insan öldüğünü belirtmektedir. Bir başka uzmanda, Irak’ın diken üstünde hızla federal 
parçalanmaya doğru gittiğini tespit etmektedir. Üniter Irak’ın yerine, üç mikro siyasi birim oluşmaktadır. Batı bölgesel entegrasyonlarla ulus devlet 
sorununu aşmaya çalışırken, İslam dünyası amip gibi bölünmeye zorlanmaktadır. 290

 Bölge Kürtlerinin İşbirliği 

ABD-İran ilişkileri, Şah döneminin sona ermesi ile inişe geçmiş ve ABD politikaları açısından risk oluşturmuştur. Körfez güvenliğine büyük önem 
veren ABD, Körfez Bölgesinin güvenliğini gözden geçirmek zorunda kalmıştır. İslam devrimi sonrası, İran, terör örgütlerine verdiği destekle İsrail’inde güvenliğini tehdit etmiştir. İsrail, Hizbullah tehdidinin kaynağının İran olduğunu düşünmektedir. Cumhurbaşkan’ı Ahmedinecat’ın İsrail’in yok edilmesine dair demeci, bu tehdidin sürdüğünü göstermektedir. 

ABD’nin ulusal güvenlik stratejisinde önem verdiği hususlardan biride serbest piyasa ekonomisinin Dünyada işlemesi ve petrol ticaretinin dolarla yapılması ve petrol arzının ABD kontrolünde bulunmasıdır. Irak’ın işgal edilmesi ile yüzde 10 daha petrol üzerinde kontrolünü artıran ABD, İran petrolünü de kontrol edebilirse, bir yüzde 10 daha petrol üzerindeki kontrolunu artırmış olacaktır. Böylece, Ortadoğu’nun bilinen yüzde 65 civarındaki petrol rezervlerinin kontrolunun tamamı ABD’ye geçmiş olacaktır. ABD, kendisine rakip olabilecek güç merkezlerinin oluşmasının önüne geçmesi bu şekilde mümkün olabilecektir.291

 ABD’nin İran’ı hedef haline getirmesinin altındaki gerçek nedenin bu olduğu ileri sürülebilir. Tabii ki İsrail’in güvenliği açısından nükleer bir İran’ın varlığı da önemli bir etkendir. Ancak, İran nükleer enerji üretmese dahi ABD operasyonu na maruz kalabileceği, ABD Dış işleri Bakanı Rice tarafından da ifade edilmiştir. 

İran’ın ABD politikalarına uyumlu hale getirilmesi veya işgal edilmesi veya bölünmesi, özerk bir Kürt bölgesinin oluşumuna neden olacak, Irak’taki 
Kürt bölgesi ile işbirliğini ve zamanla birleşmesini de gündeme getirecektir. Bu noktadan itibaren, Türkiye’nin bağımsız Kürdistan devletini engelleyebilme olasılığı kalmayacaktır. Türkiye, bir iç savaş, buna bağlı olarak dış müdahale ve bölünme olasılığı ile karşılaşabilecektir. 

 Dünya Siyonist örgütünün yayın organı “Kivunim” dergisinde 1982’de Oded Yinon imzalı, “İsrail için strateji” isimli makalede, Irak hakkında yapılan 
öngörü hayli ilginçtir; 

“ Irak etnik ve mezhebi temeller üzerinde bölünecektir. Kuzeyda bir Kürt devleti, Ortada bir Sünni ve güneyde bir Şii devleti.”292 

İsrail’in güvenliği bakımından bu bölünmenin şart olduğu ileri sürülmüştür. İsrael Shak, “The Zionist Plan for the Middle East” adlı eserinde 

Suriye için yapığı öngörü şu şekilde yer alır;293 

“ Suriye etnik ve dini yapısına uygun olarak olarak çeşitli devletlere ayrıştırılacaktır. Kıyıda bir Şii-Alevi devleti, Halep bölgesinde bir Sünni devleti, Şam’da buna düşman bir başka Sünni devleti, Havran-Kuzey Ürdün-Golan bölgesinde de bir Dürzi devleti. Bu yapı, barış ve güvenliğimizin garantisi olacaktır. Bu hedef, erişebileceğimiz kadar yakındır.” 

ABD, Suriye’nin bazı politikalarından rahatsızlık duymaktadır. Suriye'nin elinde bulundurduğu bazı kozlar, İsrail ve ABD için oldukça yüksek bir maliyet ödemelerine sebep olmaktadır. Bu nedenle, Suriye’nin zayıflatılması ya da tüm kozlarının elinden alınması amaçlanmaktadır. Eğer Suriye'nin İsrail-Filistin barışını etkileme potansiyeli, Irak'ta istikrarı bozma gücü elinden alınabilirse ve Lübnan'daki etkinliğine son verilebilirse, pazarlık yapma ve baskılara dayanma gücü de o oranda zayıflayacaktır. Uzun vadede 

ABD'nin Suriye'ye yönelik hedefi, siyasal ve ekonomik yapılanmasına ilişkin değişim göstermesidir.294 

Türkiye’nin AB Süreci 

Diyarbakır’da meydana gelen kepenk kapattırma, sivil itaatsizlik ve bölgenin Türkiye’den ayrı bir yer olduğunu kabul ettirmeye yönelik eylemler, 
devlet otoritesini yok etmek amacını taşımaktadır. Bu eylemlerin gelişme göstermesinde AB politikalarının büyük bir payı bulunmaktadır. Ayrıca 
ABD’de bütün gücüyle bu sürece destek vermektedir.295 

Washington’un Türkiye politikasındaki en önemli önceliğini, Milliyet Gazetesi Washington temsilcisi Yasemin Çongar, üst düzey bir ABD yetkilisine atfen, köşesinde açıklamaktadır; 

 “...Türkiye ile ilişkilerde çok önemli konular var, ama sonra bir de AB var. Türkiye’yi AB yolunda tutmak, Türk Hükümetinin ‘AB için çok şey yaptık, karşılığını alamadık, seçime kadar duralım ‘ demesini önlemek; AB’nin Türkiye’nin cesaretini kırmamasını sağlamak, bizim güncel önceliklerimiz...”296 

Bir başka kaynakta ABD Dışişleri Bakanı Rice’ın, Türk meslektaşı Gül’e “AB, reformları yavaşlattığınızı düşünüyor, ne yapıp edin, bu izlenimi 
silin..” mesajı verdiğini belirtmektedir.297 Sadi Somuncuoğlu’nun AB üyeliği ile ilgili çarpıcı yorumları bulunmaktadır; 

 “....AB üyeliği ile dayatılan yeni Sevr’in de 4 temel ayağı var....Avrupa Bölgesel ve Azınlık Dilleri Çerçeve Sözleşmesi, Ulusal Azınlıkları Koruma Çerçeve Sözleşmesi, (Bunları, imzalayan AB veya Avrupa Konseyi üyesi ülkeler tarafından dahi uygulanmadığını, daha önemlisi Avrupa müktesebatından 
sayılmadığını, kendi raporlarıyla ortaya koyduk.) İkiz Sözleşmeler diye bilinen Medeni ve Siyasi Haklar Sözleşmesi ve Ekonomik Sosyal ve Kültürel Haklar 
adlı sözleşmeler.... 

...Bu 4 sözleşmenin tamamı da, sadece Türkiye üzerinden varılmak istenen hedefin değil, Batı’nın Türkiye’yi istismarının ve nasıl bir “salam” politikası 
uyguladığının en somut örneğidir. AB önce imzalamamız için bastırdı, hemen ardından yetkisi ve hakkı olmadığı, ayrıca hiçbir üye veya aday ülkeden 
istemediği halde, çekincelerimizi kaldırmamızı talep etti. Ve nihayet bu talep, ısrardan öte şarta dönüştü. Ama biz halâ “Ne istiyorsunuz, niyetiniz ne?” diye 
sormuyoruz.... 

...... Çünkü Anayasa’nın 42.maddesinin, yani devlet okullarında Türkçe dışında öğretimi yasaklayan maddesinin gözden geçirilmesi, Türkçe dışındaki ana 
dillerin öğreniminin teşvik edilmesi, siyasi partilerin Türkçe dışında propaganda yapması yasağının kaldırılması isteniyor Etnik, dilsel, tarihi ve kültürel 
ortaklığı olan, ancak farklı ülkelerde yaşayan toplulukların irtibatı için teklif edilen kavram ise şu; Akraba Devletler. Sanki teröristbaşı, Barzani, 
Talabani’nin “Kürt Konfederasyonu” veya yöneticilerimiz eliyle son aylarda gündemimize sokulmaya çalışılan Güneydoğu-Kuzey Irak ekonomik 
birlikteliği, ya da Kuzey Irak’a “ağabeylik” formülleri tarif ediliyor, değil mi?....” 298

 Ümit Özdağ, PKK terör örgütünün Suriye, İran, ABD ve AB ülkeleri tarafından desteklendiğine dikkat çekmektedir; 

“Terör örgütü PKK, bir avuç çapulcu değildir. PKK, vekaleten bir savaş yürütüyor. Bu örgüt 19841988 yılları arasında Suriye ve İran’dan, 1988-1991 
yılları arasında Suriye, İran ve Almanya’dan, 1991’den 2003’e kadar Suriye, İran ve AB’den, 2003 yılı sonrasında ise ABD’den aldığı vekalet ve cesaretle Türkiye Cumhuriyeti’ne karşı, bir terörist mücadele görüntüsü adı altında savaş yürütüyor.... 
....Türkiye, PKK’nın arkasındaki güçlerle savaşmaktadır. Artık bu çatışmanın son 10 senesine, nihai sonucun alınacağı döneme girilmiş durumda. ‘Sorun insan hakları ve demokrasi sorunu’ dediler, ‘Kopenhag kriterlerine uyun’ dediler. Bütün bunlar yapıldıktan sonra utanmadan ‘siyasal referandum’ dediler. Amaç, Türkiye’nin federal bir devlet haline getirilmesi. Bu sebeple AB çözüm değil, Türkiye’nin çözülmesidir” 299 

Erol Manisalı, Türkiye’nin AB üyeliği sürecinde, 6 Mart 1995''teki Gümrük Birliğini ihanet, 17 Aralık 2004'te kabul edilen belgenin de bu ihanetin devamı, tam bir sömürgeleştirme belgesi olarak görmektedir. Manisalı’ya göre, AB, Türkiye'yi kesinlikle AB içine almayacak, Üstelik, bekleme odasında iğfal ederek özel statüye götürecektir. Bütün koşulları yerine getirmiş dahi olsa, Türkiye’nin AB üyeliğini referanduma götüreceğini açıklayan ülkeler bulunurken, bu gerçeği görmeyenleri aptallıkla ve Türkiye'nin AB mandası olmasını desteklemekle itham etmektedir. Manisalı’ya göre; Kürdistan, Büyük Ermenistan, Patrikhane projeleri AB'nin Türkiye politikasının ayrılmaz bir parçası olmuştur. 300 

İşçi Partisi Genel Başkanı ve Aydınlık yazarı Doğu Perinçek, Avrupa Birliği'nin Türkiye'ye üyelik için ön şart olarak ileri sürdüğü bütün dayatmaların arkasında ABD bulunduğunu iddia etmektedir. Bu iddiasını, ABD Temsilciler Meclisi Uluslararası İlişkiler Komitesi'nin 15 Eylül 2005 günü aldığı karara dayandırmaktadır. Avrupa Birliği'nin Türkiye'nin önüne koyduğu bütün şartlar desteklenmekte ve Türkiye'nin bunları kabule "zorlanması" gerektiği açıkça belirtilmektedir. ABD kararının 5. maddesi aynen şöyledir: 

“...ABD Kongresi, (...) Türkiye Cumhuriyeti'nin Avrupa Birliği üyeliği görüşmelerini aşağıdaki koşullarla destekler: A. öncül devleti olan Osmanlı 
İmparatorluğu'nun işlediği Ermeni Soykırımı suçunu kabul ederse: B. Ermenistan Cumhuriyeti ve Ermeni halkı ile yakınlaşma içine girerse; ve C. Avrupa Birliği'nin üyelik görüşmeleri için saptadığı diğer ölçütleri yerine getirirse...” 301 

Gazeteci Güler Kömürcü, Katılım ortaklığı belgesi ile AB’nin Türkiye’nin “Su” yu üzerinde, Fırat ve Dicle nehirleri üzerinde denetim hakkı istediğini ve bu hususun Türk Halkından gizlendiğini ileri sürmektedir. Gelecekte “su”yun petrolden değerli olacağı göz önüne alındığında, AB, Ortadoğu’nun su vanasını elinde tutmak istediği sonucuna ulaşılmaktadır. Bu durum, Türkiye’nin egemenliğini sınırlandıran bir davranış olacaktır. 302 

Türkiye’nin Önemi 

Soğuk Savaş döneminde Türkiye’nin Doğu ve Batı arasında jeostratejik konumu, küresel mücadele planları içersinde Türkiye’nin de yer almasına yol açmaktaydı. Soğuk Savaşın sona ermesi ile Türkiye’nin artık jeostratejik öneminin kalmadığı ve Batıda ağırlığının eskisi gibi olamayacağı ileri sürüldü. Ancak, uluslar arası terörizm ve her geçen gün enerjiye olan bağımlılığın artması, Ortadoğu ve Orta Asya’nın önemini ön plana çıkarmıştır. Küresel güç mücadeleleri ve NATO’nun ağırlığının doğuya doğru genişlemesi, Türkiye’nin jeostratejik konumunu yeniden önemli kılmıştır. Türkiye, Avrupa, Asya ve Afrika kıtalarının kesişim noktası olan Ortadoğu’da yer almaktadır. Ortadoğu, üç kıtaya açılan bir kapı, üç kıta arasındaki geçiş güzergahlarının kavşak noktasıdır. Türkiye’de Ortadoğu’da bulunmaktadır. 

T.C eski Başbakanlarından Ecevit’e göre; Ortadoğu’da Türkiye’nin istemediği bir plan hayata geçirelemez. Türkiye, ABD’nin Karadeniz’deki düşüncelerini 
etkileyebilecek, Kafkaslardaki gelişmeleri yönlendirebilecek, İran’a karşı olası bir harekatta ABD’nin üstündeki yükün büyük kısmını alabilecek, Irak’ta ABD’nin beklediği desteği verebilecek, İsrail’in güvenliğine katkıda bulunabilecek, Doğu Akdeniz’de güç gösterisinde bulunabilecek, Ege ve Balkanlarda tarihten gelen nüfuzunu kullanabilecek nitelik ve nicelikte bir bölge devletidir. 

Türkiye’yi ziyaret eden ABD Başkanı Clinton, TBMM kürsüsünden, 21. yüzyılın belirlenmesinde Türkiye’nin tutumunun büyük rol oynayacağını belirten bir konuşma yapmıştır. Bazı uzmanlar, Avrasya güç mücadelesinde Türkiye’nin konumunu tahterevallinin ortasındaki denge noktasına benzetmektedir. Türkiye olmadan Avrasya güç oyunu sürdürülemeyecektir. Avrasya güç mücadelesinde, Türkiye’nin seçeceği taraf ağır basacaktır. 

ABD’de bulunan Yahudi Lobilerinin yönetim üzerindeki ağırlığı, ABD’nin Türkiye’den vazgeçip, geçmeyeceğini belirleyecek kriterlerin başında gelmektedir.303 Türkiye, bölgede İsrail için nefes borusudur.304 

Türkiye İsrail’i yalnızlıktan kurtarmakta, stratejik güvenlik sağlamaktadır.305 İsrail ve Yahudi lobisi, Türkiye’den ve Büyük İsrail’in güvencesi olacak 
Kürdistan’dan vazgeçmek istemeyeceklerdir. Belirleyici olacak olan, ABD politikalarının Amerikalıların çıkarlarına göre mi, Yahudilerin çıkarlarına 
göre mi şekilleneceğinde yatmaktadır.306 1998’de “Jerusalem Times”da yer alan, 

Köktendincilik ve Borç Paranın tehlikeleri ve siyaseti, Yazar, Kevin PHİLLİPS, .....Evanjelik Hristiyanların, devletin İncil’de yazılanlara göre yönetilmesi 
gerektiğine, İsa’nın gelmek üzere olduğuna, Armegeddon’a inanan Güney Vaftiz Klisesinin nasıl büyük bir güç elde ettiğini, ABD seçmenin yaklaşık üçte birini etkisi altına alarak muhafazakar partinin siyasi gündemi belirlemeye başladığını gösteriyor...   
Hristiyan ve Yahudi köktendinciliğin Şii Ayetullahlardan aşağı kalmadığını, toplam borçların 30-40 trilyona dayandığını işgallerin esas amacının petrolü 
ele geçirmek amacıyla olduğunu savunmaktadır.... ABD İsrail’i bu şekilde desteklemeye devam etmesinin nedenini de, ABD’deki Yahudi Lobisinin, özellikle AIPAC adlı örgütün etkisine bağlıyor. Bush döneminde bu etki iyice artmış, çünkü dış politikada üst düzey yöneticileri Chaney, Rumsfeld, Wolfowitz, Perle, Libby vb. özellikle İsrail’e yakın bir grup....” 

Makalenin başlıca argümanları şöyle özetlenebilir: 

“ABD yönetimi kendi ve birçok müttefikinin güvenliğini bir kenara bırakıp, başka bir devletin, İsrail’in çıkarlarının savunulmasına öncelik vermektedir. 
ABD bugüne kadar İsrail’e toplam 140 milyar dolar yardım yaptı. Her yıl dış yardımların beşte biri olan 3 milyar dolar (İspanya kadar zengin olduğu halde) 
İsrail’e gitmektedir. Yardım alan öteki devletlerden farklı olarak İsrail, bu paraları nasıl harcadığına dair hesap vermemektedir.   
ABD, İsrail’e NATO müttefiklerine vermediği istihbaratı vermekte, nükleer silah edinmesine göz yummaktadır. Uluslararası alanda avukatlığını üstlenmiş olan Washington, İsrail’i eleştiren 32 Güvenlik Konseyi kararını veto etmiştir. 

Eğer İsrail, ABD bakımından stratejik değere sahip olsa ve İsrail’i desteklemesi için ahlaki bir gerekçe bulunsa, bütün bunlar anlaşılabilirdi. 
Oysa İsrail stratejik bakımdan ABD’nin sırtında bir yük. İsrail’le yakın ilişkiler, ABD’nin Arap dünyasıyla ilişkilerini bozuyor. ABD bu yüzden terörizme 
hedef oluyor. İsrail sadık bir müttefik gibi de davranmıyor; ABD’ye karşı casusluk yapan devletlerin başında geliyor. İsrail devleti, Amerika’nın demokratik değerleriyle uyuşmuyor: İsrail bir Yahudi devleti olarak kurulmuştur ve 1,3 milyon Arap kökenli vatandaşına ikinci sınıf muamele yapmaktadır. 
İsrail’in kuruluşu Yahudilere karşı işlenen suçlara bir cevaptı, ama masum bir üçüncü tarafa, Filistinlilere karşı işlenen suçlara yol açmış, İsrail’de hiçbir 
hükümet Filistinlilerin haklarını tanımaya yanaşmamıştır. 

ABD’nin İsrail’e verdiği desteğin tek açıklaması, İsrail lobisinin rakipsiz gücüdür. Amerikalı Yahudilerin hepsi bu lobinin parçası değildir. 
Üçte biri İsrail’e duygusal bir bağlılık duymamaktadır; Çoğu Filistinlilerle barış yanlısıdır ve Irak’ın işgaline de karşı çıkmıştır. Ancak bir kısım Amerikalı Yahudi, 
ABD’nin dış politikasını etkilemek üzere bir dizi çok güçlü örgüt kurmuştur. Neomuhafazakar akım içinde yuvalanmış olan İsrail lobisi, Hıristiyan Siyonistlerden de destek almaktadır. Lobinin iki ana stratejisi var: Yürütme ve yasama organlarını baskı altına almak; kamuoyunda ve öncelikle medyada İsrail’in olumlu bir imaja sahip olmasını sağlamak. Kongre’de İsrail’i kimse eleştirememektedir; çünkü lobi, eleştirenlerin yeniden seçilmemesi için seferberdir. İsrail’i eleştirenler “Türkiye hakkında konuşma vakti geldi” isimli bir makalede, Türkiye karşıtı seslerin yükselmekte olduğunun işareti görülmelidir.307 

Washington’da Pentagona bağlı Ulusal Güvenlik Üniversitesi’nin Ortadoğu uzmanlarından ve Milli Harp Akademisi Öğretim üyesi Kamal Beyoghlow’a göre, Washington, Türkiye ile stratejik ortaklığını Kuzey Irak yüzünden bozmayacaktır.308 

Gazeteci yazar ve Ortadoğu uzmanı Hüsnü Mahalli, 20.09.2005 tarihli Akşam Gazetesindeki köşesinde, ABD Temsilciler Meclisi Uluslararası İlişkiler Komitesi’nin Ermeni tasarısını kabul ettiğinden söz etmektedir. Komite'nin Musevi üyesi Tom Lantos'un, 1 Mart tezkeresi ve Türkiye'nin Suriye ile ilişkilerini bahane ederek tasarıyı desteklediğinden söz edilmektedir. Kabul edilen iki tasarıya göre, Türkiye'nin soykırım iddialarını kabul etmesi, Erivan ile yakınlaşması, ABD Başkanı'nın soykırım konusunu dış politikaya yansıtmasını ve 24 Nisan'ın resmen tanıması istenmektedir. Yıllardır Amerika'da bulunan gazeteci Savaş Süzal'a göre, Yahudi lobileri isteseydi tasarılar engellenebilirdi. Süzal ayrıca, Temsilciler Meclisi Başkanı Denis Hastert'in tasarıları yakında gündeme alacağını söylemektedir.309 

İSRAİL ’in TUTUMU 

İtalya’da yayımlanan La Stampa gazetesi, Kuzey Irak’taki Kürtlerin emekli İsrail askerleri tarafından eğitildiklerini yazmıştır. La Stampa, İsrail’deki Yediot Ahronot gazetesine dayandırdığı haberde, İsrail ordusundan emekli olan onlarca askerin, tarım uzmanı ve mühendis kimliği altında Kuzey antisemitizmle, Yahudi-düşmanlığıyla suçlanarak susturulmaktadır. Oysa Batı ülkelerinde İsrail’i eleştirenlerin hiçbiri İsrail’in var olma hakkını sorgulamıyor; İsrail Filistinlilere yaptıkları insan haklarına ve uluslararası hukuka aykırı olduğu için eleştiriliyor....” 

Irak’a gittiklerini belirtmektedir. Kuzey Irak’a gidiş gerekçelerini, Kürtlere terörle mücadelede yardımcı olmak olarak açıklamaktadırlar. 310

 Gazeteci İbrahim Karagül, Yenişafak’ta yayımlanan yazısında, İsrail’in Irak'ta, hem kendi timleri hem de taşeron örgütleriyle operasyonlar yaptığını, 
Kuzey Irak'ta emekli asker ve istihbaratçılarıyla Kürt birliklerini eğittiğini belirtmektedir. The New Yorker dergisinde Seymour Hersh'ün yazısıyla 
patlayan ve Türk-İsrail ilişkilerinde krize neden olan Kuzey Irak'taki faaliyetlerinden sonra, petrol boru hatlarına yönelik saldırıların arkasından 
İsrail istihbarat teşkilatı Mossad'ın ve taşeron örgütlerinin yer aldığını yazmaktadır. ABD ve İngiliz işgalinin koruması altında Bağdat, Kuzey Irak ve 
ülkenin bir çok bölgesinde üsler kuran İsrail’in direnişçilere, dini liderlere ve akademisyenlere karşı operasyonlar yaptığı ileri sürülmektedir. Türkiye'ye 
gelen Kerkük-Yumurtalık boru hattı, Irak işgalinden bu yana sürekli bombalanırken, üç boru hattından ikisi saldırıya uğrarken, Suriye üzerinden 
Akdeniz'e ulaşan, İsrail tarafına giden boru hattına hiçbir saldırı 
yapılmamaktadır. 311 

İsrail Devletinin, Irak’ın toprak bütünlüğü konusunda hiçbir zaman kaygı duymadığı azılı düşmanının toprak bütünlüğüne kayıtsız kaldığı, İsrailli 
bazı uzmanlar tarafından dile getirilmektedir. 312 

ABD müdahalesi sonrası Irak’ta yaşanan Sünni, Şii ve Kürtler arasında çatışmalar ve bölünmeler, İsrail’in işine gelmektedir.313 

1982 yılında Yale Üniversitesinin yayımladığı, Kürt Yahudisi olan öğretim üyesi Yona Sabar tarafından yazılan, “Kürdistan Yahudilerinin Halk Edebiyatı: Antoloji” başlıklı kitap, başlangıçta sıradan bir antropolojik çalışma muamelesi görmüştür. Los Angeles'teki Californiya Üniversitesi'nde görev yapan Yona Sabar’ın kaleme aldığı kitap, büyük çoğunluğu Kuzey Irak'ta yaşayan Kürt Yahudileri'nin hayatına ışık tutmaktadır. Yona Sabar'ın kitabında Barzani ailesi ile ilgili bilgi vermektedir. Sabar'ın verdiği bilgiye göre, 16. ve 17. yüzyılda bölgede yaşayan ailelerin en ünlülerinden biri Barzani ailesiydi ve bu aileye mensup hahamların kurduğu Yahudi eğitim kurumları büyük bir itibara sahiptir. Amerikan reformcu Yahudileri tarafından tam bir yüzyıl sonra kabul edilecek olan ilk kadın haham da Samuel Barzani'nin kızıydı ve ismi de Asenath Barzani'dir.314 

TERÖR

Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi'nde (AKPM), 21.05.2006’da imzaya açılan bir bildiride PKK/Kongra-Gel'e 'derhal silah bırak' çağrısı yapıldı. AKPM'deki Türk heyetinin girişimiyle imzaya açılan yazılı bildiride, PKK/Kongra-Gel'in son zamanlarda Türkiye'de yeniden insanların hayatına mal olan terör faaliyetlerine başladığı not edilerek, örgütten 'derhal ve koşulsuz biçimde terör eylemlerini durdurması ve silah bırakması' istenmektedir. 'Her türlü politik talep ve amaca demokratik yollardan başvurulması gerektiği' görüşünün de yer aldığı bildiride, terörizmin demokratik kurumlar ve uluslararası güvenlik için en önemli tehditlerden biri olduğu vurgulanmakta ve hiçbir şekilde meşru kılınamayacağı 
belirtilmektedir. 'Siyasi taleplerin sadece demokratik süreç çerçevesinde gerçekleştirilebileceğine" atıfta bulunulan bildiride, örgütün, son günlerde bir 
çok insanın hayatına mal olan terör eylemlerini artırması, sert bir biçimde kınanmaktadır. 315 

Avrupa Birliği Karma Parlamento Komisyonu (KPK) Eşbaşkanı Hollandalı Yeşil Milletvekili Joost Lagendijk, Türkiye'de Kürtlerin PKK'nın şiddet taktiğine dur demek zorunda olduklarını, Kürt siyasetçilerin bu cesareti göstereceklerini beklediklerini söylemiştir. “Güneydoğuda Sivil Haklar” konulu toplantıya katılmak üzere 06.05.06 günü Diyarbakır'a gideceğini belirten Lagendijk, Diyarbakır'da Kürtlere şiddet yanlılarının taktiklerine boyun eğmemeleri çağrısı yapacağını, şiddet eylemlerini yapanların çok ciddi bir hata içinde olduğunu açıklamıştır.316

 Irak’ın Kuzeyinde bölücü terör örgütüne ait kamplar, özellikle Kandil Dağı bölgesinde bulunmaktadır.317 AB sürecinde, Kürtlere yönelik bazı 
hakların tanınması ve AB’nin terör örgütünün silah bırakma çağrıları, terör örgütünün siyasallaşma çabaları ile örtüşmektedir. AB, daha çok demokrasi 
ile sorunların çözüleceğine ve bu çerçevede silahlı eylemleri kınamasına ve tavır takınmasına rağmen, bölücü örgüt kamplarının Irak’ın kuzeyinde hala 
bulunuyor olması, ABD’nin İran operasyonunda bölücü terör örgütünden yararlanmayı akla getirmektedir.318 Kandil Dağı'nda PKK'nın İran'daki 
uzantısı PJAK liderlik kadrosuyla görüşen İngiliz The Sunday Telegraph muhabirleri, İran'daki etnik grupları harekete geçirmeye çalışan ABD'nin 
PJAK'a Tahran rejimine karşı işbirliği teklif ettiğini ileri sürmektedir.319 

Musul ve Kerkük’ün statüsü ve Türkmenlerin güvenliği 

 ABD Dış işleri Bakanı Rice’ın Ankara’yı ziyaretinde, Türk Hükümeti Kerkük hassasiyetini ortaya getirmiştir. Gerek Başbakan, gerekse Dışişleri 
Bakanı, Kerkük’ün Irak’ın toprak ve siyasal bütünlüğü açısından “Kilit” rol oynayacak bir öneme sahip olduğunu vurgulamışlardır. Türkiye Başbakanı, 
ABD Dışişleri Bakanı Rice’a , Kerkük konusunda şu mesajları vermiştir; 

“...Irak küçük bir Ortadoğu, Kerkük de küçük bir Irak’tır. Nasıl Irak’ta istikrar sağlanmadan Ortadoğu’da sağlamak mümkün değilse, Kerkük’te de istikrar sağlamadan Irak’ı bir arada tutmak mümkün değildir. Kerkük’ün bu özelliğini unutmamak gerekir. Bu nedenle de Kerkük bir etnik grubun veya bir bölgenin idaresine bırakılmamalıdır. Kerkük’ün iç dengeleri bozulursa, bu Irak’ın iç dengelerini de etkiler. Türkiye bu konuda tarihten gelen özel bir konuma ve hassasiyete sahiptir..Kerkük bu özellikleri sebebi ile özel bir statüye sahip olması gerekir. Bundan sonraki süreçte bu doğrultuda gayret edilmelidir. Etnik üstünlük kurmaya yönelik bir çaba gösterilmemelidir. 2007’ye kadar bir oldu bitti yaratılması önemli sorunlar doğurur.....” 320 

Bugüne kadar Türkiye’nin taleplerini ve hassasiyetlerini ABD’nin dikkate aldığını söylemek gerçekçi olmayacaktır. 

İngiliz yayın kuruluşu BBC Güneydoğudaki (Diyarbakır’daki) son olayları değerlendirirken "Bölgesel başkent Diyarbakır" ifadelerini kullanmıştır. İngiltere Dışişleri Bakanlığı da Diyarbakır’ı bölgesel başkent olarak tanımlamıştır. Bir soru üzerine, İngiltere Dışişleri sözcüsü, "Bölgede ’Diyarbakır’ın başkent olduğu’ şeklinde bir inanış olduğunu ve bakanlığın Türkiye masasının kendilerine böyle bir ifade kullanılması için tavsiyede bulunduğunu" cevabını vermiştir. "Diyarbakır Kürt bölgesinin başkentidir" diyen Fransız Yeşiller Partisi Milletvekili Helene Flature’dir. Avrupa Parlamentosu Başkanı Borrel, Türkiye’yi ziyaretinde gazetecilere, "Ankara’dan sonra Kürdistan’a gideceğiz" demiştir. Avrupa Parlamentosu heyetinde yer alan Çek Parlamenter Ransdorf ise Türkiye’yi ziyaretinde Diyarbakır Belediye Başkanı Osman Baydemir’e "Kürdistan’a katkı sunmaya çalışıyoruz" demiştir.321 

Çağdaş uygarlık düzeyine çıkabilmek, düşünce özgürlüğünün, insan haklarının ve hukukun üstünlüğünün bulunduğu ortamlarda mümkün olabilir. 
Türkiye, demokrasisini geliştirmek, Avrupalı olmak istemektedir. AB’nin, hiçbir üye ülkeden istemediği koşulları Türkiye’den istemesi, 1960 Anlaşmalarına aykırı olarak Kıbrıs Rum kesimini AB’ye alması ve şimdi de Türkiye’den Kıbrıs konusunda taviz vermesini istemesi, Türkiye’nin etnik ve mezhep hassasiyetlerini kaşıması, terör örgütüne ait TV kanallarına ülkelerinde yer vermeleri vb, üzerinde düşünülmesi ve “Avrupa Birliği Türkiye’den ne istemektedir?” sorusu cevaplanması gereken husustur. E.Semih Yalçın Türkiye’nin AB’ye girme çabalarına karşı, AB’nin Türkiye’den ne isteyebileceğine dair yorumu aşağıda sunulmuştur; 

   “...Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne girme yolunda gösterdiği çabalar ve bu yönde sürdürülen faaliyetlerin zaman zaman başarısızlıkla sonuçlandığı dönemlerde 
“Şark Meselesi henüz bitmedi mi?” sorusu ister istemez akılları meşgul etmektedir. XIX. yüzyılda diplomatik bir terim olarak karşımıza çıkan “Şark Meselesi” güncelliğini hâlâ muhafaza etmekte ve Batı tarafından zaman zaman karşımıza farklı kılıflar ve başlıklar altında çıkarılmaktadır..... XX. yüzyıla gelindiğinde ise Cumhuriyet’in kuruluşu ve Lozan’ın imzalanması ile bitmiş olduğunu zannettiğimiz bu siyasetin karşımıza “Büyük Ortadoğu Projesi” gibi değişik adlar altında takdim edildiğini görmekteyiz. Takdim sırasında ise millî ve mânevî kıymet hükümlerimiz dejenere edilmeye çalışılmış, etnik ve mezhep çatışmaları çıkartmak için farklı taktik ve yöntemler insan hakları ve demokratikleşme gibi isimler altında sunulmuştur. Her ne şekilde ortaya çıkarsa çıksın Şark Meselesi hâlâ Batının zihninde unutulmayan ve zamanı geldikçe Türk milletinin önüne değişik şekillerde getirilmeye çalışılan bir projedir. Bu durumun en son delili ise günümüzde “Büyük Ortadoğu Projesi” adıyla takdim edilen ve Batı medeniyeti orijinli siyasî ve sosyal politikaların gündemimizi işgal etmesidir...”322 

AB, değişik etkinlikler adı altında bir çok konuya, sivil toplum kuruluşuna finans desteği sağlamaktadır. AB’nin bazı finans desteklerinin Türkiye’nin hassasiyetlerini kaşımak amacıyla verildiğini düşünenler de bulunmaktadır.323 

Anıl Çeçen, Özellikle Avrupa Birliği süreci ve bu doğrultudaki uyum paketlerinin, Türkiye'nin, İsrail'in istediği yapıya dönüşmesini sağlamak için kullanıldığını söylemektedir.324 

Kürt oluşumun ekonomik yeterliliği ve Güvenliği 

Irak’ın Kuzeyi, yetişmiş insan gücüne, sanayiye sahip değildir. Piyasada en fazla Türkiye’den gelen ürünler görülmektedir. Kamyonlarla yapılan petrol ticareti ve Habur sınır kapısından alınan ücretle ekonomisini ayakta tutmaya çalışmaktadır. 

 Habur Sınır kapısından giren Türk araçları, kamyon başına 20 dolar ödemekte, günlük yaklaşık 150.000 USA doları, yıllık 14 milyon dolar civarında Kürt Bölgesine gelir kazandırmaktadır. 325 

Bir başka kaynağa göre ise; Kürt Bölgesi, Habur sınır kapısından yılda 1 milyar dolar, Irak petrollerinden ise 600 milyon dolar gelir almaktadır. 
Son zamanlarda hareketlenen yatırımların arkasında bu gelirlerin olduğu ileri sürülmektedir.326

 Mayıs 2006’da Türk Ordusunun Irak sınırına yığınak yapması ve olası sınır ötesi bir harekatın gündeme gelmesi, Türkiye’den Irak’a geçiş yapan günlük ortalama kamyon sayısının 1000’den 200’e düşmesine yol açmıştır.327 

Irak’ın Kuzeyindeki Kürt oluşum, ekonomik bakımından Türkiye’ye ihtiyaç duymaktadır. Türkiye’nin Habur sınır kapısını kapatması, Kürt oluşuma ekonomik ambargo anlamına gelecektir. 

Çeşitli sivil toplum kuruluşlarının ve ülkelerin ekonomik yardımları, şimdiden, Türkiye'den “Kuzey Irak''a göçü teşvik etmektedir. Türkiye'deki bütün mal varlığını satıp Kuzey Irak''a yerleşen ailelerin sayısı gittikçe artmaktadır. Kuzey Irak''ta bulunan yeni petrol kaynakları ve Kerkük’te bulunan zengin ve maliyeti ucuz petrolün, 2007''de Kerkük''ün Kürt denetimine hukuken de girmesinden sonra, Kuzey Irak''ta kişi başına düşen gelir hızla 8000 doların üzerine çıkacağı hesaplanmaktadır. Kişi başına düşen gelirin 1000 Dolar olduğu Türkiye’nin Güney Doğusundaki bazı yerleşim yerlerine nazaran, Dohuk'un çekiciliği daha da artacaktır..328 

Washington Post, Kerkük'ün statüsünü 2007'de referanduma götürmek için bastıran Kürtlerin kitleler halinde kente göç ettiğini yazmaktadır. Kürt oluşumun ekonomik potansiyeli ve arkasındaki ekonomik gücü göstermesi bakımından önemlidir. Kentte Kürtler için iki odalı evlerden oluşan gecekondu siteleri kurulurken, birçok Kürt stadyum, hapishane veya boş arazilerde derme çatma yapılarda kalmaktadır. Gazeteye göre birçok cadde, bina, okul hatta köyün Arapça isimleri Kürtçeye çevrilmektedir. Kürdistan Yurtsever Birliği, Kürt ailelere 5 bin dolar vermektedir. Arap ve Türkmen siyasiler Saddam devrildiğinden beri 350 bin Kürt'ün kente yerleştiğini, ABD'li albay Don Blunck ise dönenlerin sayısını 'onbinlerce' diye ifade etmektedirler.329 

Kuzey Irak her anlamda Türkiye'ye muhtaç durumdadır. Uçakların Türkiye’nin hava sahasını kullanmak zorunda olması dahi bu durumu açıklamaya yetecektir. 

Irak’ın Kuzeyinde kurulacak olası bir Kürt devletinin güçlü komşuları olacaktır. Bir tarafta Farslar, diğer tarafta Türkler ve Güneyde Araplar. Köklü devlet deneyimi bulunmayan, bürokrasisi, eğitim kurumları ve yetişmiş insan gücünden yoksun bir Kürt devleti, yüzyılların içinden süzülerek gelen tecrübe ve birikime sahip, köklü devletlere karşı kendini yeteri kadar savunamaz. Sürekli ABD ve İsrail desteği ile kendi ayakları üzerinde durması için uzun zaman gerekir. Oysa dünya yeni bir paylaşımın başlangıcındadır. Kafkaslarda, Orta Asya’da ve Avrasya genelinde çetin bir mücadele söz konusudur. Şu aşamada olası bir Kürt devleti kurulması için ne kadar uygun bir fırsat söz konusu ise, bölgesel ve hatta küresel dengelerin bozulması için de o kadar uygun ortam söz konusudur. 

Olası Kürt devletinin güvenliğini garanti altına almak isteyen merkezi güçler, basında Kürtlerin Türklerle federasyona gitmek istedikleri haberlerini yaymışlar ve Türkiye’nin yönetim sisteminin federasyona döndürülmesinin, hem güneydoğu sorununun çözümünde, hem de Irak’ın Kuzeyindeki Kürt 
devletinin güvenliğinin sağlanmasında en iyi yol olacağını ileri sürmüşlerdir. Kerkük petrollerini dünyaya pazarlayarak zenginleşme ihtimali olan Türkiye, 
federasyonu kabul ederse, Kürt devleti Türkiye’nin güvencesinde büyüyüp serpilme imkanına kavuşacaktır.330 

Bu arada, Türkiye’nin Kuzey Irak’ta bir çok ihale aldığı, çok para kazandığı, Türklerin buradaki piyasadan pay kapmaları gerektiği basında bir çok kez yer almıştır. Bütün bu gelişmelerin esasını, Kürt devletini himaye edilmesini sağlayacak bir mekanizma oluşturmaktır. 

Irak’ın Kuzeyindeki Kürt oluşumun, politik hedeflerine ulaşabilmesinin şartlarında bir tanesi de, Kürt grupların bir araya gelerek güç birliği 
yapabilmelerine bağlıdır. Bu birliği iki kısımda düşünmek mümkündür. Birincisi, K.Irak’taki Kürt oluşumun kendi içinde, bir siyasi yapı altında toplanabilmeleri, İkincisi, bölgede yaşayan Kürt unsurlarla iletişimin kurularak işbirliği yollarının araştırılmasıdır. 

Irak’ta Mevcut stratejik akılda, bu konuda benzer şekilde düşünmektedir. Iraklı Kürt grupların (Aşiretlerin) aralarındaki anlaşmazlık ve çatışmaların sona erdirilmesi için çaba harcanmıştır. Hala da harcanmaktadır. Her ne kadar aşiret liderlerinin bir araya gelebilmeleri, aşiretlerin kaynaştığı anlamına gelmemelidir. Aşiretler arasındaki en ufak bir anlaşmazlığın, çatışmaları tekrar başlatabilme ihtimalini bulundurduğu, gözden uzak tutulmamalıdır. 

KDP ve KYB arasındaki silahlı çatışma ve anlaşmazlığı ABD, 1998’de Washington Anlaşması ile gidermiştir. Ardından 4 Ekim 2002’de “Kürdistan Ulusal Meclisi” nin toplanması ve “Kürdistan Anayasa” taslağının oluşturulması kararlaştırılmıştır. ABD Dışişleri Bakanı Powel, mesaj çekerek birlik ve beraberliğin önemini vurgulamıştır. 

11 Kasım 2005’te Erbil’de Amerikan-Kürt Kongresi düzenlenmiştir. Bu konferansa, İran, Suriye, Türkiye Kürtlerinin temsilcileri de katılmıştır. Kimi 
uzmanların “Bağımsız Kürdistan Konferansı ” dediği konferansta şunlar tartışılmıştır; 

i. Suriye, İran ve Türkiye'de bağımsız Kürt federal bölgelerinin kurulma olanakları. 
ii. Böyle bir olasılık durumunda karşılaşılması muhtemel zorluk ve engeller. 
iii. Bağımsızlık yolunda Kürt halkının motivasyonu. 
iv. Irak'taki olası Kürt devletinin komşu ülkelere etkileri. 
v. Bağımsızlık durumunda bölge ülkelerinin muhtemel engellemelerine karşı Kürtlerin karşı koyma yöntemleri... 

Konferans esnasında gündeme getirilen konular ve öneriler, Amerikalılar tarafından dikkatle takip edilmiştir. Konferans sonunda oluşan ortak görüş; “şimdilik” Kürtlerin bulundukları ülke sınırları içinde mücadele ederek “Irak Kürtlerinin” elde ettiği haklara benzer haklar elde etmesini sağlamaları” olarak ortaya çıkmıştır.331 

8 Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.

***

22 Haziran 2017 Perşembe

Kerkük Krizi ve Türkiye'nin Irak Politikası, KERKÜK TELAFER KERKÜK..BÖLÜM 5


         Kerkük Krizi ve Türkiye'nin Irak Politikası, 
KERKÜK  TELAFER  KERKÜK..BÖLÜM 5


VIII. K. Irak'ta ABD ile Çatışmak

ABD, Türkiye'nin K. Irak'a PKK'ya karşı veya Kerkük'teki gelişmeleri
dengeleme amacı ile yapacağı bir askeri harekâta muhalefetini her vesile ile
açıklamaktadır. Amerikan muhalefetinin boyutları hangi noktaya uzanabilir?
İki NATO üyesi ülkenin silahlı kuvvetlerinin K. Irak'ta savaşması mümkün müdür? Diğer bir ifade ile Türkiye'nin K. Irak'a yönelik, hava, kara
veya hava-kara ortak operasyonlarına karşı Amerikan silahlı kuvvetleri etkili
bir direniş içine girerek savaşacak mıdır? Ankara'da 2001 senesinde ilgili resmi
çevrelere böyle bir soru yöneltildiğinde cevap genellikle “böyle saf bir
soru soracak bir adama benzemiyorsunuz” ifadesi taşıyan bir tebessüm olmuştur.

<  Türk askeri müdahalesinin hedefi, Irak'ın toprak bütünlüğünü korumak olmayabilir. Böyle bir durumda Türkiye ve Ortadoğu için en kabul edilebilir çözüm Musul Vilâyetinin (Süleymaniye, Dohuk, Erbil, Kerkük ve Musul illerinden oluşmaktadır) bir Kürt ve Türkmen devleti olarak ikiye bölünmesidir. >


Amerikan silahlı kuvvetlerinin K. Irak'taki Türk birliklerine yönelik değişik seviyelerdeki tacizlerinden sonra Süleymaniye'de Türk Özel Kuvvetlerine gerçekleşen Amerikan saldırısı dudaklardaki tebessümü ortadan kaldırmıştır. Ancak Süleymaniye'de yapılan komando baskını, öncesinde ve sonrasında yapılan tacizler ABD silahlı kuvvetlerinin Türk ordusu ile geniş kapsamlı
bir savaşa girmeyi arzu edeceği anlamına gelmez.

Irak, özellikle K. Irak'taki gelişmeler Türkiye için yaşamsal bir tehdit ve menfaat iken ABD için ikincil önemde bir menfaattir. Türkiye'nin yaşamsal menfaatlerini savunma konusunda göstereceği kararlılık ABD'nin sert protestolar yapmak ile birlikte Türkiye ile kapsamlı bir çatışmaya girmekten uzak tutacaktır.

<  Irak içinde Sünnî Araplar ve Şii Sadr Grubu ile çatışan, İran ile gerilim politikası izleyen ve İran'a saldıracağı tartışılan, Suriye ile düşmanlık politikalarını sürdüren, Afganistan'da istediği sonucu alamayan, Sünnî Arap müttefiklerinin şüphe ile baktığı, arka bahçesi saydığı Latin Amerika'da sürekli zemin kaybeden bir ABD'nin Türkiye ile silahlı çatışmaya girmesi makul görünmemektedir. >

Irak içinde Sünnî Araplar ve Şii Sadr Grubu ile çatışan, İran ile gerilim politikası izleyen ve İran'a saldıracağı tartışılan, Suriye ile düşmanlık politikalarını sürdüren, Afganistan'da istediği sonucu alamayan, Sünnî Arap müttefiklerinin şüphe ile baktığı, arka bahçesi saydığı Latin Amerika'da sürekli zemin kaybeden bir ABD'nin Türkiye ile silahlı çatışmaya girmesi makul görünmemektedir. Ayrıca Irak'taki kuvvetlerinin lojistik desteğinin büyük bir bölümünü Türkiye üzerinden sağlayan ABD Türkiye ile K. Irak'ta ne ölçüde çatışmaya girmek isteyecektir!37  

Sonuç olarak, Türkiye, K. Irak'ta izleyeceği politikayı “ABD ile silahlı çatışmaya
girer miyim?” sorusu/endişesi ile değil, “menfaatlerimi nasıl korurum”
ilkesi çerçevesinde belirlemelidir.


VIII. Yeniden Yapılandırılmış Türkmen Politikası

Türkiye K. Irak'ta Barzani ve Talabani güçlerine yönelik olarak politikalarını
yeniden şekillendirirken, Türkmenlere yönelik politikalarını da yeniden
yapılandırmalıdır. Şu ana kadar izlenen ve olumsuz sonuçlar doğuran
Türkmen politikalarının kökeninde, Türkmenlerin Ankara'ya aşırı bağımlılığı
neticesinde siyasal bir strateji belirleyememeleri, Ankara'nın da Türkmenlerin
strateji belirlemesini engelleme çabaları bulunmaktadır.
Türkmenler, 1991'den 2006'ya kadar geçen süre içinde Türkiye'nin
baskıları ile kendilerine ve aslında Türkiye'ye hiçbir şey getirmeyecek olan
ve Türkmenlerin Irak devletinin kurucu halkı olarak haklarından vazgeçme
anlamına gelen “Irak'ın toprak bütünlüğü ve Irak'ta demokrasi” söyleminin
ötesine geçen bir siyasal hedef belirleyememişlerdir.
ABD'nin Büyük Ortadoğu Projesi çerçevesinde 22 ülkenin sınırlarını
değiştireceğini ilan ederek, Afganistan'dan sonra Irak'a yaptığı müdahale ve
Irak'ın işgali de Türkmenlerin yine Ankara'nın baskısı ile “Irak'ın toprak
bütünlüğü ve Irak'ta demokrasi” şeklindeki temeli olmayan söylemini
devam ettirmelerini engellememiştir.
Irak'ın toplam nüfusunun % 55-60'ını oluşturan Şii Araplar ve ABD'nin
desteklediği Kürtler Irak'ın birliği ve demokrasi ile ilgilenmeden milli hedeflerini
gerçekleştirmek için çalışırken, Türkmenler, inatla ve yanlış bir şekilde
kendi güçleri ile gerçekleştiremeyecekleri, Irak'ın üniter devlet zemininde
birliği hedefini savunmuşlardır. Aslında bu hedef de daha uygun bir politik
zeminde ve daha uygun araçların kullanılması durumunda Türkmenler için
milli bir hedef olabilirdi.

Örneğin Türkmenler, kuracakları ve bütün dünyayı dolaşacak heyetler,
oluşturacakları ve bütün dünyada açacakları temsilcilikler ile bu görüşü savunsalardı,
bu görüş daha etkin olabilirdi. Ancak bu durumda da artık Irak'ın
Saddam dönemi anayasası ile yönetilemeyeceği açıktı ve Türkmenler en
azından “üniter” Irak içinde “bölgesel özerkliği” hem kendileri hem de di-
ğer etnik ve dini gruplar için savunmalıydılar.

Şii Araplar ve Kürtler, kendileri için federe devlet, Irak için ise federal
model için savaşırken, Türkmen siyasî örgütleri kendileri için hiçbir şey talep
etmeden “Irak'ın toprak bütünlüğü” demenin ötesine geçmediler. Böylece
Türkmen siyaseti ciddî ve gerçekleşebilir bir amaçtan yoksun kaldı.
Ankara'daki zihniyet ise Türkmenlerin mümkün olduğunca zayıf kalmasını
gizli gizli arzu etti. Çünkü Türkmenlerin güçlü olması Ankara'nın
“başını belâya” sokacaktı. Aslında bu zihniyet sadece AKP ile Ankara'ya hakim olan yaklaşım değildir. Azerbaycan içinde Ermeni tankları ilerlerken,
Türkiye'den yardım isteyen Elçibey'in yardım talebine dönemin dış işleri bakanı
şöyle demişti: “Başımıza bir ikinci Kıbrıs belâsı çıkarmaya gerek yok.”
Türkiye, Türkmen meselesini Irak'ın iç meselesi olarak göremez.
Türkmen meselesi ayni zamanda Türkiye'nin toprak bütünlüğü meselesidir.
Ankara'da bazı çevrelerin “Türkiye'nin bir tek Türkmenleri desteklemesinin,
Türkmen-merkezli bir Irak politikasının yanlış olduğu” şeklindeki söylemleri
eğer konu ile ilgili bilgisizlikten kaynaklanmıyor ise Türkiye'nin aleyhine
nüfuz ajanlığının sonucudur. Çünkü Ankara boş söylemler bir yana
bırakılır ise Türkmen-merkezli/destekli değil, Barzani-merkezli/destekli
politikalar izlemiştir. Eğer Kerkük ve Türkmen meselesi uluslar arası hukuk,
demokrasi ve insan haklarının gerektirdiği şekilde çözülmez ise gelecek on
yıllar Orta Doğu ve Türkiye için istikrarsızlık, iç çatışma, kaynak israfı, kan
ve göz yaşı anlamına gelecektir. Özetle, Türkiye, Türkmen meselesi derken
neyi konuştuğunu bilerek konuşmalıdır. Söz konusu olan sadece Irak
Türkmenlerinin demokratik ve insan hakları değil, Ortadoğu'nun gelecek
on yıllarının kaderidir.

Türkmenlerin demokratik ve milli haklarını alabilmesi için Ankara'nın
yapması gerekenler ve Türkmenlerin yapması gerekenler başlıkları altında
toplanabilir.

Ankara'nın yapması gerekenler şu şekilde sıralanabilir.

1) Ankara, Türkmenlerin Bağdat ve bütün Dünyada çok etkili bir diplomasi ve politika yapmalarına yardımcı olmalıdır. Bunun için ITC Ankara tarafından önümüzdeki dönemde büyük ekonomik fonlarla beslenmelidir.
Türkmenler, siyasî hedeflerini Arap ülkelerinde, ABD'de, İngiltere'de ve AB ülkelerinde yoğun bir şekilde anlatmalıdırlar. Bu amaçla, anılan ülkelerden saygın gazetecilerin Kerkük'e gelmesi sağlanmalıdır. Saygın Ortadoğu
uzmanı akademisyenlerin Kerkük meselesi ile ilgili çalışmalar yapmaları
için fonlar oluşturulmalıdır. Batı başkentlerinde hızla ve yoğun bir şekilde Kerkük'ün Ortadoğu'nun istikrarı için taşıdığı önemi anlatan beyin
fırtınaları düzenlenmelidir.

2) Türkmenler geçtiğimiz 13 yılda Ankara'nın gereksiz müdahalelerinden
dolayı bir Türkmen "Denktaş"ını yetiştirememişlerdir. Ankara, Türkmenlerin iç işlerine müdahale etmemeli, kendi doğrularını ve yanlışlarını yapmaları sağlanmalıdır. Ancak Türkiye, Irak Türkmen Cephesi'ni Irak'ta normal süreç oluşana kadar elindeki bütün imkân ve yetenekler ile desteklemelidir.

3) Türkiye'de Türkmen meselesine ilgi artırılmalıdır. Türkmeneli
Televizyonun yayını Türkiye'de kablo televizyon yayınına derhal alınmalıdır.

4) Türkiye Irak'taki gelişmelerin Türkmenlerin aleyhine olacağını
varsayarak, Irak'taki tek silahsız halk olan Türkmen halkının silahlanması
için gereken ekonomik fonları hızla sağlamalıdır. Aksi takdirde gerçekleşecek
kan banyolarından sonra pişman olmak fayda sağlamayacaktır.

5) Türkiye, Kerkük referandumunun ertelenmesi ve yapıldığı zaman
bütün Irak'ı kapsayacak şekilde yapılması görüşünü savunmalıdır.




Irak Türkmen Cephesi başta olmak üzere Türkmenlerin yapması gerekenler aşağıdaki gibi sıralanabilir.

1) Türkmenler bütün faaliyetlerini, insan hakları, demokrasi ve devletler
hukuku eksenli gerçekleştirmelidirler.

2) Türkmenler açısından konu sadece Kerkük değildir. Türkmenlerin
Irak'ın geleceğindeki siyasi konumları belirlenmelidir. Türkmenlerin,
federe Arap Sünni devleti ile federe Kürt devleti arasında paylaşılarak gelecekte
asimilasyonla yok edilmesini engelleyecek düzenlemeler için ITC ve
diğer Türkmen örgütleri mücadele etmelidirler.

Bunun için en etkili yol, mevcut federal yapı içinde Türkmen bölgesi ile
Sünnî Arap bölgesinin birleştirilmesidir. 

Bu düzenleme ile Sünnî Araplar biraz olsun yatışacağı gibi, Türkiye, Türkmen-Kürt geriliminin olumsuzluklarını yaşamayacaktır. Irak'ın parçalanması kaçınılmaz hale gelir ise Türkmenler bağımsız Türkmeneli Cumhuriyeti için çalışmaya başlamalıdırlar.

3)Kerkük, özel bir statü ile Türkmen niteliği korunarak Bağdat'a bağ-
lanmalıdır. Bunun için Kerkük ile ilgili referandumun sadece Kerkük'te
değil bütün Irak'ta yapılması için özellikle Şii Arapların ikna edilmesi konusunda
Şii Türkmenler çalışmalıdır.

IX. Çevre Ülkelerle Etkili İletişim ve Diplomatik Atılım

Türkiye şimdiye değin “sorumlu politika” anlayışı ile bir kısım bölgesel
diplomatik girişim içinde olmuş ise de bu girişimlerin Türkiye'nin lehine bir
sonuç doğurması, kaygılarını karşılaması mümkün olmamıştır. Çünkü
Türkiye'nin Ortadoğu politikasında “etkisiz eleman” olarak çizdiği genel
görünüm onun öncülüğünü yaptığı iyi niyetli girişimlerin de sonuç almasını
engellemiştir.

Türkiye'nin, çevre ülkeleri, Irak'ın geleceği, özellikle de K. Irak konusunda
etkili bir diplomatik süreç içine çekmesi çok taraflı diplomatik ilişkilerden
çok Ankara'nın uygulayacağı etkili ikili ilişkilere bağlıdır. Türkiye,
özellikle İran'ı Şii Araplar üzerindeki etkisini Kerkük ve Türkmenler lehine
kullanmak konusunda ikna etmelidir.38 

Tahran, Ankara'nın kendisine destek vereceğinden emin bir tavır ile Türkiye'nin hiçbir talebine olumlu bakmamaktadır.

Ankara'da belirli çevrelerde İran'ın bir Kürt devletine zaten karşı çıkacağı
görüşü mevcuttur. Ancak Tahran, kendi ekseninde bir Şii Irak'ın bir Kürt devletinin üzerinde oluşturacağı baskı ile bağımsız Kürt devletini
dengeleyebileceği gibi bir yanlış tahlil ile hareket edebilir. Ankara, Tahran'ı
gerekir ise sert çıkışlar/uygulamalar ile Kerkük konusunda ikna etmelidir.
Türkiye'nin Irak'ın toprak bütünlüğü konusunda Suriye, Mısır, Ürdün
ve Suudi Arabistan ile de yoğun bir diplomatik temas içinde olması gerekmektedir.

Bu ülkeler ile yapılacak temaslarda da sadece devlet-devlet ilişkileri
değil, devlet-toplum (Türk devleti-Arap toplumları) ve toplum-toplum iliş-
kilerine başvurulmalıdır. Bu devletlerin alacağı ortak tutum, ABD içinde yeni-muhafazakâr politikalara tepki olarak gelişen realist ekolün iktidara gelmesi
Irak'ta ilerleyen bölünme sürecinin durmasına katkıda bulunacaktır. 

Irak ve Kerkük konusunda önemli muhataplardan birisi de İsrail'dir.
İsrail, Irak ve K. Irak'ta 2003 sonrasında ön plâna çıktıktan sonra tekrar geri
plana çekilmiştir ancak etkili politikalarını sürdürmeye devam etmektedir.39

Ankara, Telaviv'in K. Irak'ta Türkiye'nin aleyhine süreç, politika ve grupları
desteklerken, Türkiye ile dostluk münasebetlerini devam ettirmesinin mümkün olmadığını kesin ve ikna edici bir şekilde anlatmalıdır. İran'ın kendisi için yaşamsal tehdit oluşturduğunu ileri süren bir İsrail'in Türkiye'ye düşman süreçleri desteklemek gibi bir lüksü olamaz. 





Sonuç

Önümüzdeki aylarda Türk siyaseti ve güvenlik bürokrasisi Irak-Kerkük
ekseninde Türk halkının esenliği ve devletin bütünlüğünü güvence altına
alan politikalar geliştirmek ve uygulamak zorunluluğu ile karşı karşıyadır. Bu
zorunluluk ile beraber, şu da bilinmelidir ki, 2007 yılı Türk iç siyaseti
açısından çok zor bir yıl olacaktır. Cumhurbaşkanlığı seçimi ve genel
seçimler siyasal karar alma süreci üzerinde baskı oluşturacaktır.
Buna rağmen K. Irak ile ilgili politikalar geliştirilirken konu yaklaşan
seçimlerde bir çatışma ve iç siyaset konusu yapılmamalıdır. Konu, kısa
vadeli ve düşmanlık körükleyici değil, uzun vadeli ve Irak'ı kuzeyi ve güneyi
ile Türkiye'nin dostu haline getirecek bir çizgi ile izlenmelidir.
Söz konusu olan sadece Irak'ın değil ayni zamanda Türkiye'nin yaşamsal
menfaati olan toprak bütünlüğüne yönelik tehditlerin azgınlaşma ihtimalidir.
Türkmenlerin haklarının yok edilmesi ve Kerkük'te demografik yapının
değiştirilerek kentin federe Kürdistan'a bırakılması durumunda Irak'ın par-
çalanması ve petrol zengini, saldırgan, denizlere çıkış arayan bir Kürdistan'ın
ortaya çıkması için gelecek 10-20 sene boyunca Ortadoğu ve Türkiye'de
çok fazla kan ve gözyaşı akacaktır.

Bu arada bölge ve dünya aynen 1990larda "K. Irak gerçeğine alıştırıldı-
ğı" gibi bağımsız Kürt devletine alıştırılacaktır. Takriben 4-4.5 milyon Kürt,
3 milyon Türkmenin (500 bini Bağdat'ta olduğu için) yaşayacağı bu küçük
devletçik, iç etnik gerilimlere ve şoven Kürt politikalarına sahne olacaktır.
Kendi içindeki Kürt-Türkmen çatışmalarını Türkiye'ye yansıtırken, pan
Kürdist politikalarla Suriye, Türkiye ve İran'da rahatsızlık uyandıracaktır.


Ancak bu devletçiğin saldırgan pankürdist politikalarının ilk hedefi Türkiye olacaktır. Mesele sadece 70 milyonluk bir Türkiye ile 7 milyonluk (4 milyon Kürt ve 3 milyon Türkmen) bir devletçiğin karşı karşıya gelmesi değil, arkasında Batı desteğini almış, Kerkük petrolünü Türkiye üzerinden değil, genişletilmiş ve içine Adana ve Mersin'i almayı hedefleyen, "K. Kürdistan"a yayılmayı isteyen ajan devletçiktir. Bir yandan Türkiye içinde PKK ve benzeri örgütlerle yeniden
istikrarsızlıklar çıkarılırken, 1980'li ve 1990' lı yıllarda gerçekleşmeyen Türk-Kürt gerilimi tırmandırılmaya çalışılacaktır.

Türk siyasetinde ve parlamentosunda kendisini "Barzani'nin temsilcisi olarak
gören" milletvekilleri ve bakanlar olacaktır.

Bazı eski bakanların ve milletvekillerinin kendilerini Barzani ile kamuoyu önünde hiç çekinmeden özdeşleştirmeleri başlamıştır.40

Önümüzdeki dönemde resmi görevlilerin ve görevdeki parlamenterlerin kamuoyu önünde Barzani yanlısı tavır almaları şaşırtıcı olmamalıdır. 

Türk milleti Anadolu üzerindeki hukuk ve egemenliğine meydan okuyan bu tehditleri uzun bir çatışmadan sonra muhakkak ki bertaraf edecektir. Ancak bütün bunlara gerek kalmadan Ortadoğu bölgesinde istikrar muhafaza edilebilir. 

DİPNOTLAR;

1 MİT Müsteşarı Emre Taner'in “Türk milletine açık mektubu” diyebileceğimiz açıklaması, bu görevinden kısa bir süre önce emekliye ayrılan eski MİT müsteşar yardımcısı Cevat Öneş'in Anayasanın ilk üç maddesinin de değiştirilebilirliğini öngören açıklamaları Türkiye Cumhuriyeti istihbarat seçkinlerinin farklı boyutlardan da olsa devletin bir beka sorunu ile karşı karşıya olduğunu düşündüklerini göstermektedir.
Tehditler temel olarak dört ana başlık altında toplanabilir. Bunlar sırası ile 
a) Yaşamsal tehditler,
b)Milli tehditler, 
c)Temel tehditler ve 
d) İkincil nitelikli tehditlerdir. 
Yaşamsal tehditler,doğrudan bir ülkenin varlığı, milli egemenliği ve toprak bütünlüğüne yönelik tehditlerdir. Bu tür bir tehdit çeşiti ile uluslar arası sistemin oturmuş olduğu dönemlerde çok sık karşılaşılmaz. Ancak, Soğuk Savaş sonrasında başlayan ve hala içinde bulunduğumuz geçiş dönemi gibi jeopolitik
dengelerin yeniden oluştuğu dönemlerde bazı ülkeler yaşamsal tehditlerle karşı karşıya kalabilir hatta bu tehditlere yenik düşebilir. Son 15 sene içinde SSCB, Yugoslavya ve Çekoslavakya yaşamsal tehdit ile karşılaşmışlar ve yenik düşmüşlerdir. Halen Irak yaşamsal tehdit sürecini en yoğun olarak yaşayan ülkelerin başında gelmektedir. Milli tehdit ise ülkede iç istikrarın politik veya ekonomik nedenlerle sarsıntı geçirmesi, rejimin tehdit altına girmesi veya büyük bir tabii afet sonucu ortaya çıkan karışıklıklar olarak değerlendirilebilir. Keza bölgesel güvenliğin tehdit altına girmesi bir milli tehdit olarak algılanır. Temel tehditler ise bölgesel istikrarsızlık, demokratik süreçte ortaya çıkan olumsuzluk lar, mafyalaşma ve suç oranının artması, ekonomik gelişmenin köklü şekilde aksaması olarak sıralanabilir.İkincil tehditler ise sistem için uzun vadede temel tehdit veya milli tehdit niteliğine dönüşebilecek tehditlerdir. Bu çerçeveden bakıldığında, yaşamsal ve milli tehdit kategorileri açısından ülkemize yönelik bir tehdit değerlendirmesi yaptığımız zaman karşımıza aşağıdaki tablo çıkmaktadır.
3 Geçtiğimiz yıllarda basına sızan haberlerden Washington'da Ortadoğu ve Türkiye uzmanlarının katıldıkları toplantılarda Türkiye'nin bir Kürt devletine veya Kerkük'e müdahale edemeyeceğine dair uzman görüşlerinin ortaya konulduğu hatırlanmalıdır. Bu görüşler, Washington'da Ankara'nın tepkilerini ciddiye almama eğilimini körüklemiş olabilir.
4 KKTC'de varlığını kendisinden çok güçlü olan Yunanistan'a karşı Türkiye'ye dayandırmak zorundadır. Çünkü Kıbrıs adasındaki gerçek taraflar KKTC ve Rum kesimi değil, Türkiye ve Yunanistan'dır. Öyle olmasa idi KKTC varlığını öz gücü ile Rum kesimine rağmen sürdürecek öz güce sahiptir.
Sherifa D. Zuhur, Iran, Iraq, and The United States: The New Triangle's Impact On Sectariasm and The Nuclear Threat, November 2006, http://www.StrategicStudiesInstitute.army.mil/
Türk-Amerikan ilişkilerinde yaşanan kriz ile ilgili olarak küçümsenmeyecek bir literatür oluşmuştur. Bu konu ile ilgili olarak Türk siyasetçilerinin okuması gereken makalelerin başında Ian O. Lesser, “Turkey, the United States and the Delusion of Geopolitics” adlı makale gelmektedir. Survival, Vol. 48 no 3, Autumn 2006
Robert M. Hickok, “Yükselen Hegemon”, Parameters, Yaz 2002; Hickok'un makalesi, TürkAmerikan ilişkilerinin tahlili açısından daha önemli olmasına rağmen bu konuda diğer önemli makale olan Ralph Peters, “Daha iyi bir Ortadoğu nasıl olabilir?” Amerikan Silahlı Kuvvetler Dergisi Haziran 2006 kadar ilgi çekmemiştir.
8 ABD Kongresi'nde Amerikan Güvenlik sistematiğini üst düzey yetkilileri Türkiye'ye küfretmişlerdir. Aynı yıllarda Cumhurbaşkanı Demirel, Washington'da araştırma merkezlerinde yaptığı konuşmalarda Türkiye'nin ABD'nin Kürt politikasına güvenmediğini açıkça ifade etmiştir
Şanlı Bahadır Koç, “Çirkin Amerikalı ile Güven Bunalımı”, Stratejik Analiz, Ağustos 2003; Washington'da bazı kaynaklar, bu operasyona karşı olan Pentagon yetkililerinin Türk özel kuvvetlerinin direnmesi sonunda iki taraftan da çok insan kaybı olacağını, bunun neticesinde Wolfowitz başta olmak üzere bazı yeni muhafazakar yetkililerin görevden alınacağı umudu içinde olduklarını ileri sürmektedir.
10 K. Irak'taki Türk birliklerine yönelik sistemli elektronik saldırı ve tacizler yerel ABD güçlerinin değil, Washington'un politikasının sonuçlarıdır.
11 İki PKK'lı çete yöneticisinin Erbil'de bir hastanede tedavi görürken Türk istihbaratı tarafından uyarılmasına rağmen ABB ordusu tarafından “Erbil'de askeri gücümüz yok” bahanesi ile tutuklanmamaları ve bir hafta sonra Erbil'in İran konsolosluğuna baskın yapılarak İranlı diplomatların tutuklanması, Türkiye ile alay etmek anlamına gelmiştir.
12 Basına sızan haberlere göre Türk Dışişleri Bakanlığı 2006 yılında ABD ve Irak'a Kerkük konusunda Irak Anayasası'nın 140. maddesi dışında bir çözüm önermiştir. Bu çözüme göre Kerkük'teki etnik grupların kendi aralarında varacakları çözümü Irak genelinde bir referanduma,o mümkün olmaz ise Kerkük'te referanduma götürmelerini önermiştir. Irak Başbakanı El Maliki ve
Dış İşleri Bakanı Hoşyar Zebari Ankara'nın planını reddetmişlerdir.
Cumhuriyet, 21 Ocak 2007
13 Halen Ankara yanlış bir politika izlemeye devam ederek ABD ile yeni askeri anlaşmalar imzalamayı sürdürmektedir. 
14 Artık sadece bölücü siyasi çevreler değil, Türkiye Cumhuriyeti'nin hayati öneme sahip kurumlarında görev yapmış güvenlik bürokratları dahi devletin karakterinin değiştirilmesi gerektiğini söyleyebilmektedirler.
15 İsmet Berkan, Radikal, 30 Kasım 2005, “Bir Beyin Fırtınası”; Bu makalenin bir değerlendirmesi için bkz. Hasan Ünal, Yeniçağ, 5 Aralık 2005, “Kürt Devleti artık gerçekleşmiş!!!”
16Gündüz Aktan, Radikal, 28 Kasım 2005, “Büyük Pazarlık”
17 Cüneyt Ülsever, Hürriyet, 30 Kasım 2005, “Şemdinli Üzerinden Irak (2)” 2007 başında yeniden başlayan Kerkük tartışmalarında Türk basınının büyük bölümündeki analizlere hakim olan hava budur.
18 Ergin Yıldızoğlu, Cumhuriyet, 23 Kasım 2005, “ABD Irak'ta Nasıl Kalabilir?”: Bu konuda 2007 yılında yeni gelişmelerin olacağı Milliyet gazetesi'nde Yasemin Çongar tarafından ileri sürülmektedir. Tempo dergisi, “ABD Askerini K. Irak'a Çekip Türkiye'yi Müdahaleden caydırabilir” 18 Ocak 2007
19 Türkiye'de tek boyutlu olarak bakıldığı için destek bulan Hartinton-Baker raporunda da Türkiye'ye bu önerilmiştir.
20 Anayasada Sevr Anlaşmasının 62., 63 ve 64'ünci maddelerine atıfta bulunulmaktadır ki, bu maddeler Türkiye'nin Güneydoğu Anadolu bölgesini tartışmalı hale getirmektedir.
21 Cumhuriyet, Mehmet Faraç, ve Ferhat Ünlü, “Barzani ile Apo'nun Önderlik Kavgası kızışıyor” Haftalık Haber Dergisi, 165, 2006, s.55-57 Mehmet Faraç, Cumhuriyet,2-6 Aralık 2005,Barzanicilik Güneydoğu' da yükseliyor mu?
22Tempo Dergisi, 931, 11 Ekim 2005, s.18-20
23Tempo Dergisi, 928, 20 Eylül 2005, s. 31
24 Bir çok faaliyetin yanında pankürdist politikalar çerçevesinde özellikle Güneydoğulu öğrencilere Barzani tarafından K. Irak'taki üniversitelerde burs verilmektedir. 
25 Barzani ve Talabani, ABD'nin olası bir İran saldırısında ABD'ye beklediği desteği vermeyeceklerdir.
Çünkü Barzani (İran'a daha mesafeli ve soğuk dursa da) ve Talabani, bu desteğin hesabının Tahran tarafından kısa vadede İslamcı Kürtler aracılığı ile orta ve uzun vadede Tahran tarafından sorulacağını bilirler. 
26 Kasım 1992 K. Irak askeri harekâtından önce ABD, Türkiye'yi yapılacak mahalli seçimlere ikna etmiştir. Ancak mahalli seçimler denilerek yapılan seçimlerden “Federe Kürt Devletini” kuran parlâmento çıkmıştır. parlâmento federe devleti ilan ettiği gün KDP ve KYB, PKK'ya savaş açmışlardır. Sınırı geçen Türk ordusuna yardımcı olmuşlardır. Türkiy 'de federe Kürt devleti
konusunda susmuştur. Aynı hata tekrarlanmamalıdır. 
27 Dış İşleri Bakanı Abdullah Gül, TPAO'ya K. Irak'ta petrol araması için görev verdiklerini duyurmuştur. Oysa, K. Irak ile her türlü sağlıklı ilişkinin temeli önce bölgedeki faşist ve saldırgan Barzani-Talabani yapılanmasının ehlileştirilmesi ve demokratik değerleri kabul eder hale gelmesine bağlıdır. Teröre yataklık yapan, saldırgan bir feodal-köylü faşizminin bunun için ödüllendirilmesi akla aykırı bir düşüncedir. TPAO'nun çıkardığı ve dünya piyasalarına naklettiği her damla petrol, yarın Türk askerine sıkılmış bir kurşun olacaktır.
28 Cumhuriyet, 20 Ocak 2007; Bütün bunların Başbakan Erdoğan'ın danışmanı ve bir AKP bölge milletvekilinin eşgüdümü ile sağlandığı ifade edilmektedir. 
29 Milliyet, 30 Nisan 2006
30 A. Erhan Çelik, “Barzani'ye Ödenen Türk Vergisi”, Haftalık Haber Dergisi, 965, Haziran 2006, s.22
31 Barzaniciliğin Türkiye'deki önde gelen temsilcilerinden Şeraffetin Elçi, ırkçı zihniyeti yansıtırken, Türkmenlerin zaten boyun eğmeye alışık bir halk olduğunu söylemektedir. Bkz. Radikal, Neşe Düzel ile söyleşi (Radikal, 14 Şubat 2005)
32 K.Irak'taki yolsuzluklar için bkz. KurdishMedia.com. Ayrıca uluslar arası basında çıkan yolsuzluk, kayırıcılık eleştirileri için bkz. RFE, 29.05.05, 
Washington Post, 20.06.05, Handelsblad 20.11.05. Barzani'yi eleştiren bir Avustralya yurttaşı Dr.Kemal Said adlı Kürdün bir saat süren yargılamadan sonra 30 yıl hapis cezasına çarptırılması faşizmin niteliğini sergilemektedir.
Bkz.Ergin Yıldızoğlu, Cumhuriyet, 11 Ocak 2005
33 Alaedin Parmaksız, “Kerkük'ün Jeopolitiği ve Türkiye”, 21. Yüzyıl, Üç Aylık Düşünce Dergisi, Ocak, Şubat, Mart 2007, Sayı 1
34 Ensari İslam adlı grup halen sunni Arap direnişi ile işbirliği içindedir.
servislerinde yapılan analizlerde “Türkiye'nin müdahale etmeyeceğine dair”
varılan sonuçlar, çürük zeminlere dayanmaktadır. Bir Türk askeri müdahalesini
engellemenin tek yolu, Kerkük'ün Irak sınırları içinde kalmasını sağlamaktır.
35 K. Irak'ta etkili sonuç doğuran hava operasyonlarından birisi 1995'de PKK'nın Zeli Kampına düzenlenen operasyondur. Bu operasyonda 1700 PKK'lı öldürülmüştür. 
36 Suriye, Irak Kürtleri ile Suriye Kürtlerini birbirinden ayıracak bir Türkmeneli devletine olumlu bakacaktır.
37 Üstelik Amerikan Kongresi'nin sözde Ermeni soykırımı tasarısını kabul ettiği bir ortamda ABD'nin Türkiye'nin Irak'a girmesine karşı çıkması daha da zorlaşabilir.
38 İran'ın etkisinde olan Irak Başbakanı El Maliki Türkiye'nin Kerkük konusunda getirdiği öneriler ile Kerkük Türkmenlerinin getirdiği önerileri sürekli reddetmektedir. Bkz. Cumhuriyet, 21 Ocak 2007
39 İsrail'in K. Irak politikası için bkz. Cevat Eroğlu, “İsrail'in Beka Stratejisi ve Kürtler”, Sayfa yayınları , İstanbul 2003, Şalom Nakdimon, “Irak ve Ortadoğu'da Mossad” Elips Yayınları, Ankara 2004
40 1 Mart Tezkeresi görüşmeleri öncesinde Selahattin kentinde Irak muhalefeti nin bir toplantısında Barzani, Arap ve Türkmen muhalefet liderlerine TBMM'de Tezkerenin reddedileceğini, TBMM''de 70 " Adamının " olduğunu söylemiştir.


http://www.21yuzyildergisi.com/assets/uploads/files/27.pdf

****