5 Eylül 2018 Çarşamba

YOLSUZLUK KISKACINDA TÜRKİYE BÖLÜM 3

YOLSUZLUK KISKACINDA TÜRKİYE BÖLÜM 3



1. OTURUM

TÜRKİYEDE YOLSUZLUĞUN BOYUTLARI, NEDENLERİ VE ALINACAK TEDBİRLER

OTURUM BAŞKANI        
- TINAZ TİTİZ
Beyaz Nokta Vakfı Başkanı


KATILIMCILAR

-       Ş. BÜLENT YAHNİCİ  MHP Genel Başkan Yrd.
- MEHMET ELKATMIŞ Fazilet Partisi Milletvekili
- FİKRİ SAĞLAR Kültür Eski Bakanı
- YALÇIN BAYER Gazeteci
- TUNCAY ÖZKAN Kanal D Genel Yayın Yönetmeni
- TINAZ TİTİZ (Oturum Başkam)

İki panel konusundan birincisi Türkiye'de yolsuzluğun boyutları, nedenleri ve alınacak tedbirler. İki saat otuz dakika süremiz var. Söz sırası olarak böyle 
bir sağdan bir soldan karışık olarak gideceğim. Sürelere tam riayet edilmesini özellikle istirham ediyorum. İlk sözü Sayın Şevket Bülent YAHNİCİ 
beyefendiye veriyorum. Buyurun Sayın YAHNİCİ söz sizin.

- ŞEVKET BÜLENT YAHNİCİ (MHP Genel Başkan Yrd.)

Teşekkür ediyorum. Öncelikle Ankara Ticaret Odasının yöneticilerine yolsuzluğun hat safhaya çıktığı ve boyutlarının Türkiye sınırlarını aştığı bir noktada 
konusu bu olan bir paneli düzenledikleri için teşekkür ediyorum. Yolsuzluk bir ekonomik hadise. Yolsuzluk ekonomisi de işin gerçeği ve boyutu. Yani bir ülkeye 
kabus gibi çöktüğü anda adı yolsuzluk ekonomisi diye vasıflandırılabilecek bir hal alıyor. Yolsuzluk ekonomisi dediğiniz anda akla ilk gelen hadise kara 
para, kayıt dışı para, kayıt dışı ekonomi. Bunu muhtelif ekonomistler muhtelif rejimlerle ilgili ele alıp dile getirdiklerinde herhangi bir ülkede bunun boyutlarının hangi oranlarda, ölçülerde olduğu hep tartışıla gelmiştir. O hangi orana, hangi ölçeğe geldiğinde ekonomi nasıl etkilenir? Tartışıla gelmiştir. 
Mesela komünizm sonrası Rusya'sı bu manada dünyadaki en büyük örneklerden birisi olarak gözüküyor. Bir ölçüde dikta rejimi diyebileceğimiz sistemler, kara para trafiğini, yolsuzluk ekonomisini kendi iç bünyelerinde örtüyorlar ve işi idare ediyorlar ama demokratik ülkelerden işin yansıması daha farklı oluyor. Şimdi İran'a bakınız. Belki dünyanın en büyük ölçüdeki yolsuzluk ekonomisi sistemlerinden birisini yaşıyor. Zaman zaman dünyanın muhtelif ülkeleri aynı boyutta bu işleri yaşadılar. Yüzde ellilere, yüzde altmışlara varan ölçülerde kayıt dışı ekonominin varlığından söz ediliyor bu sistemlerde. Ama her nedense sistem bir türlü yıkılmıyor, çökmüyor, bir şekil alıyor ve bu şekle uyarak devam ediyor. Anti-demokratik sistemlerde bu belki normal olabilir ama demokratik sistemlerde işin boyutu çok farklı. Bizim ülkemizde yolsuzluk ekonomisine gelişte ve yoksulluğun bu hale gelişinde en önemli problem gelir dağılımı adaletsizliğin ve yoksulluğun ulaştığı büyük boyutlardır. Gelir dağılımı adaletsizliği ve yoksulluk bu boyuta ulaşınca yolsuzluk da çok önemli bir milli problem haline gelmiş bulunuyor. Yolsuzluk problemi, hukuk devleti ve adaletin yara almasına sebep olmuştur. 

Toplumdaki güven ve huzuru yok etmiştir. Yolsuzlukların toplum hayatımızı, demokratik rejimimizi, ahlaki değerlerimizi tahrip etmesi neticesinde, 
yolsuzlukla mücadelenin milli bir siyaset konusu olarak ele alınması şart hale gelmiştir. Özellikle son yirmi yıldır ülkemizde uygulanan ekonomik 
politikalardaki yanlışlıklar, başarısızlıklar yoksulluğun artışını temin edici faktörler olmuştur. Bununla birlikte en önemli iki hadise; birisi siyasi diğeri 
ahlaki yozlaşma yolsuzluğun boyutlarını büyütmüştür ve artık konu bir "toplumsal kanser" olarak adlandırabileceğimiz büyük bir sorun halindedir. 
Kişisel çıkarları milli menfaatlerin önüne koyan, kapalı kapılar ardında ihale pazarlıkları yapan, iş takipçiliğini, köşe dönmeciliği, rüşveti, kayırmacılığı, 
haksız zenginleşmeyi yol edinen ve bütün bunları yapan kişi ve kurumlar iş bilirlik ve iş bitiricilik olarak vasıflandırılırken, alın teriyle dürüst bir şekilde 
geçimini temin etmeye çalışmak ise beceriksizlik hatta aptallık olarak görülmeye başlanmıştır. 
Toplumun temel yarası buradadır. Yani yolsuzluk had safhadadır ama yolsuzlukla ilgili toplumun refleksine baktığımızda problem aslında o reflekste yatmaktadır. Yani bu işi yapanlar toplumun muteber kişileri halindedirler. Belli bir müddet ellerine kelepçe vurulabilmekte, mahkemelere çıkarılabilmekte, cezaevlerine sokulmaktadırlar. Ama bu boyutta yolsuzlukları yapan kişiler belki de yaptıkları yolsuzluğun neticesinde ceza olarak kendi karşılarına koyduğumuz hadiseyi kabul ederek bu işe başlamaktadırlar. Yani ceza sistemimiz aslında yolsuzluğu engelleyici ve önleyici bir sistem olmaktan çıkmış haldedir. Problem buradadır. Bir caydırıcılığı yoktur. Kaldı ki bu insanlar topluma yeniden çıkıp ortalığa düştüklerinde toplumun muteber kişileri olabilmektedir. 
Toplumun bu kişileri dışlama bu kişileri kabul etmeme gibi bir durumu da yoktur. Onları sık sık her an bütün işleri yapan bu boyutta işleri Türkiye'de 
gerçekleştiren kişiler olarak televizyonlarımızın magazin programlarında sık sık görürsünüz. Adam yemesinden bir şey kaybetmemiş, dağda kayağa gidiyor, 
gece kulüplerinde geziyor, muteber, itibarlı kişidir ve buna karşı bu işleri yapmayan insanlar ise beceriksiz ve aptal kişilerdir. " Benim memurum işini bilir", " Anayasayı bir kere ihlal etmekle bir şey olmaz", " Verdimse ben verdim", " Odacım bile rüşvet alıyor" gibi siyasetçilere ve bürokratlara ait sözler, balık baştan kokar atasözlerini doğrular niteliktedir. Ben avukatlık yaptığım sıralarda bir başsavcı vardı Ankara'da. Adam öğleden evvel adliyede oturuyordu, öğleden sonra cezaevinde dam altında oturuyordu. Cezaevinin de ayrıca savcısı vardı. Bir gün dedim ki "siz ne arıyorsunuz burada?". 
Orada ne kadar yasa dışı insan varsa onlarla tavla oynuyor ve cezaevinde hangi koğuşta kimin yatacağına, tavla oynadıkları karar veriyor. 
Başsavcı veya savcı karar vermiyor. Bu kişi rahmetli oldu gitti, bu kişiye sorduk bu adalet mekanizmasındaki rüşvet nedir, neyin nesidir, biz avukatız, avukat olarak dosyayı almak en tabii hakkımız. Avukatın bir dosyayı okumasından ve o dosyanın içinden herhangi bir evrakı almasından daha tabii bir şey olabilir mi? Hayır. Ama dosyayı almanın bir bedeli var, dosyanın içinden belgeyi almanın da bir bedeli var adliyede. Bunları yaşayarak geliyoruz. 

Onun için ifade ediyorum. Türkiye'de özelleştirme uygulamalarında ihale teklif zarflarının açıldığı yerler tartışılmıştır, Banka olaylarında mafya-iş adamı-siyasetçi ilişkileri hükümetleri düşürmüştür. Ama bütün bu işler vatandaşlarımızın ülkemizi yönetenlere ve devletin kurumlarına olan güvenini sarsmıştır. Problem buradadır. En ufak bir selde müteahhit hatası ve malzemeden çalmaktan dolayı yıkılan köprüler, düşük şiddetli bir depremde yıkılan kamu binaları, hafif bir fırtınada yıkılıp çocuklarımızın ölümüne sebep olan okul çatıları ve yapıldıktan kısa bir süre sonra çöken yollarımız, denetimsizlik ve "devletin malı deniz" sözüne verilebilecek çarpıcı, somut örneklerdir. Yargı sistemimizde eksiklik vardır, yetersizlik vardır ve ülkemizi yö-netenlerin vurdumduymazlıkları toplumumuzda artık bu tür yolsuzlukların yapanın yanına kar kalacağı kanaatini oluşturmuştur. En önemli tehlike boyutu da işin yapanın yanına kar kalacağı inancının büyük ölçüde yayılmış olmasıdır. Meclis çatısı altından girmiştir yolsuzluk, Meclisin koltuklarına kadar uzanmıştır. Toplumumuzun bu yüce kuruma olan saygı ve güvenini azaltacak boyutlara gelmiştir. 

Yolsuzlukla mücadele etmek ve milletimize somut çözümler sunmak böyle projeler getirmek aynı zamanda bu ülkeyi sevmenin,vatan severliğinde bir sonucu olmalıdır. Eğer bu ülkeyi seviyorsak, eğer 'vatan severiz' diye geziyorsak o zaman bütün bunlarla anlaşarak müşterek bir davranış beraberliği getirmek zorundayız. Bütün bunları söyledikten sonra yolsuzluğun sebebi ne olabilir? Yolsuzluğa çare ne olabilir? Araştırmak lazım. Sebep nedir? Birinci sebep; adalet sistemidir. Adalet sisteminin uygulamada kafi gelmeyişi özellikle bazı konularda rüşvetin ve haksızlığın çok ciddi manada ceza göremeyişi gibi adalet sisteminden gelen sıkıntılar vardır. İkinci sıkıntı etkin denetim sıkıntısıdır. Türkiye'de yargı, yasama ve yürütme denetime tabidir. Yargının denetim mekanizması, yasamanın denetim mekanizması, yürütmenin de¬netim mekanizması ortadadır. 
Bunun dışında diğer denetim mekanizmaları dediğimiz mekanizmalarda vardır. Ama bir etkin denetim problemi olduğu açıktır. Diğer bir problem; adam kayırma, rüşvet ve haksız mal edinme problemidir. Bunun da yolsuzluk boyutunu arttırıcı bir faktör olduğunu düşünüyorum. Diğer bir ana başlık; 
siyasi yozlaşmadır, diğer bir ana başlık; ise ahlaki yozlaşmadır. Bütün bunları bir sistematik içinde bakacak olursak Türkiye'deki yolsuzluk hadisesinin 
temel sebepleri olarak görebiliriz. Sebepleri ortaya koyduğumuzda çare arayışına girebiliriz ki çare arayışında da cevaplar aslında sebeplerin karşılığıdır. 

Adalet sisteminin düzeltilmesi, etkin denetim mekanizmasının gerçekleştirilmesi, adam kayırma, rüşvet ve haksız mal edinme problemine çare bulunma, 
siyasi yozlaşmanın önlenmesi ve ahlaki yozlaşmanın önlenmesi diye bir çareler sistematiği getirdiğimizde de sebeplere karşı yapılması gerekene varırız 
diye düşünüyorum. Adalet sistemi bugün tıkanmış durumdadır. Dava sayıları ile ilgili problem ortadadır. Bu problemin büyük bir halde yaşanıyor olması 
adaletin gecikmesini, toplumun adalete olan inancını ve devlete olan güvenini olumsuz yönde etkilemektedir. Vatandaş adalet sistemi yerine hakkını 
adalet dışı, yasa dışı yerlerde arar durumdadır. İşte bu manada bir sokak mafyasının ortaya çıkması ve yasa yerine hakim unsur haline gelmesi hadisesi 
yaşanmaktadır. Yargı bağımsızlığının sağlanması önemli bir hadisedir. Hakim ve savcılar yüksek kurulunda yürütmeyi temsilen Adalet Bakanının başkam 
olarak yer alması ama diğer üyelerin doğrudan yüksek yargı organlarınca belirleneceği ve sistemin hakim ve savcılar yüksek kurulunun özerk bir yapıya 
kavuşturulması ile işletileceği bir hale getirilmesi uygun olacaktır diye düşünüyorum. Kanun önünde herkese hak arama hürriyeti tanınması ve 
demokratikleşmenin bu hak arama hürriyetinin eşit bir şekilde kullanılmasının sağlanması gerektiği inancındayım. İdare kapalı kapılar arkasında 
yolsuzlukların yapıldığı bir yapıdan kurtarılarak, idari yargının iş yükünün hafifletilmesinin sağlanması ve insanımıza hukuk güvenliği imkanının 
getirilmesi gerekmektedir. Yasaların herkes tarafından anlaşılır şekilde sadeleştirilmesi ve güncelleştirilmesi şarttır. Sonuçta, baklava çalan çocuklara 
çok ağır cezalar verilirken devleti trilyonlarca zarara uğratanlara komik cezalar verildiği gerçektir. Suç ve ceza arasında orantılılık ilkesi maalesef uygun 
bir denge halinde ve kamu vicdanını rahatlatacak bir şekilde uygulanmamaktadır. Şimdi bankaları soyanlarla ilgili son günlerde kamu oyundaki tartışmaya temas etmek istiyorum, kısaca. Efendim; kurtarıyorlar diye başlık var gazetelerde. Adam yüz milyon dolar götürmüş, yüz elli milyon dolar götürmüş, yüz milyon doları getirse bırak gitsin. Yani getirsin de gitsin. Efendim kurtarma, niye kurtarma diye bunu, ben gerçi bu tartışmanın tarafında 
"MHP'nin bu işe karşı çıktığı" yazılıyor bir yandan da teklif getiriliyor, MHP karşı çıkıyor diye. Doğru ben cezanın çekilmesi gerektiği inancındayım, ceza 
hukukçusu olarak. O ayrı bir hadise. Cezayı çektirelim adama ama zaten yatıracağımız bir sene, iki sene, üç sene. Üç sene sonra adam çıkıp beyler, 
paşalar gibi bu toplumda geçecek olduktan sonra, bu parayı devlete ödemeyecek olduktan sonra, yetimin hakkını geri iade etmeyecek olduktan sonra... 
Sayın Başkanın dediği gibi, bırakalım bu parayı getirecek bir sistemi koyalım ortaya. Ya da bu cezaları zaten çok had safhada fazlalaştıralım ki caydırıcılığı 
olsun, cezaların caydırıcılığı da yok. Yüz elli milyon doları götüren bir adam Türkiye'de iki sene yatmayı göze alır. Zaten netice öyle. Hızlandırılmış ve 
etkin yargılama süreci, adli polis teşkilatının kurulması gibi konular, adalet sisteminin düzeltilmesinde etki sağlayacaktır. 

Bir konu daha; Memurun Muhakematı Hakkında Kanun da mutlaka düzenleme yapılması gerekmektedir. Etkin denetim sistemi oluşturulması ile ilgili hadiseye 
bir kısa göz atmak lazım. Yargı denetimi malum mahkemeler, yasama denetimi, meclis soruşturması, meclis araştırması, gensoru, genel görüşme yoluyla 
Meclis tarafından yapılan bir hadisedir. Fakat bunun dışında; Başbakanlık, Yüksek Denetleme Kurulu, Sayıştay vesaire gibi denetleme birimleri vardır. 
Yürütmenin denetimi ile ilgili teftiş ve hesap uzmanlık kurumları vardır. Bir de diğer denetim birimleri başlığı altında Devlet Denetleme Kurulu, Rekabet Kurumu, denetim firmaları, Büyükşehir Belediyelerinin teftiş kurulları, mali müşavirlik ve yeminli mü-şavirlik müesseseleri denetim organı olarak 
yer almaktadır. Fakat bunlar denetim birim¬lerinin yeniden yapılandırılması gibi bir hadise ile yeniden ele alınmak zorundadır. Bizim görüşümüz yolsuzlukları 
önlemek, yolsuzluklarla mücadelede etkin ve kalıcı politikalar üretmek ve ilgili kurum ve kuruluşlar arasında koordinasyonu sağlamak üzere mutlaka özerk bir 
"Yolsuzlukla Mücadele Kurulu'nun" oluşturulmasını istiyoruz. Bu denetim, çift başlılığa veya çok başlılığa son verecek. Ayrıca Başbakanlık Yüksek Denetleme Kurulunun Sayıştay bünyesine alınmasıyla Sayıştay denetimini daha iyi hale getirmek lazım. Kamu denetçiliği, ombudsman sisteminin şeffaflık ve yargının iş yükünün azaltılması açısından önemli gördüğümüzü belirtmek istiyorum. Denetim etkilerinin etkinliğinin sağlanması çok önemlidir. Denetim bulgularını sonuç ve önerilerini ört bas etmeye zorlanmayacak ve bunları sağlamak amacıyla teminatlar verilmek anlamında bağımsızlık ilkesinin bütün denetim birimlerine tanınması ve bunun yasal düzenleme ile teminat altına alınması gerekmektedir. Bürokratik tıkanma ve kirlenmenin önlenmesi çok önemli bir hadisedir. Devlet dairelerinin vatandaşın çile yeri olmasından çıkarılmasını sağlayacak bürokratik tıkanma ve bürokratik kirliliği önlemek gerekmektedir. Özelleştirme ile ilgili, şeffaflık dürüst bir özelleştirme gerekliliği açıktır. Bürokrasinin özellikle yolsuzluk yapılabilecek alanlarındaki karar verme mekanizmaları asgariye indirilmelidir, diye düşünüyoruz. Adam kayırma, rüşvet ve haksız mal edinmenin önlenmesi ile ilgili çok acil tedbirlere ihtiyaç vardır, işe alma ve terfilerle kayırmacılığın önlenmesi, kamu iktisadi teşebbüslerinin arpalık olmaktan çıkarılması, haksız mal edinmenin kontrolü ve önlemesi çok önemlidir. Mal bildirimlerinin periyodik olarak denetiminin yapılması sağlanmalıdır. 
Türkiye'de mal edinme bildirimi yapılmaktadır, denetimi yapılmamaktadır. Siyasi partilerin merkez yönetimlerinde mal bildirimine bulunma kapsamına alınmalıdır diye düşünüyoruz. Kamu ihale sisteminin mutlaka ve mutlaka yeniden düzenlenmesi ve bunların açık, şeffaf bir ihale sistemine dönülmesi gerekliliği inancındayız. Bu manada kontrol mühendisliği kavramının geliştirilmesi ve ayrı bir denetim birimi hüviyetine getirilmesini gerekli görüyoruz. 
Bunun dışında en önemli konulardan birisi, siyasi yozlaşmanın önlenmesidir. Milletvekillerinin özel şirketlerde yönetim kurulu üyeliğinde bulunmalarını 
engelleyecek etkin hukuki düzenlemelere ihtiyaç vardır. Temiz siyaset ve temiz yönetim beklentilerini boşa çıkarmayacak, siyasetin yozlaşmasına ve 
toplumsal değerlerin aşınmasına sebep olmayacak, bir siyasi yapılanmaya mutlaka geçilmesi gerekmektedir. Bunun için anayasanın 100. TBMM iç tüzüğünün 107 ve 113. maddelerinde ceza ön soruşturması niteliğinde denetim kurumu getirilebilir. Meclis soruşturması adeta siyaset arenasındaki kullanılan bir silah haline getirilmemelidir. 

Malum Bakanlar, Başbakanlar hakkında çok ağır ithamları ihtiva eden soruşturma yönergeleri siyasi partiler arasında bir önergeler savaşına dönebilmektedir. 

Rejimin teminatı olması gereken siyasi partiler, giderek bir kan davası halinde birbirleri ile ilgili soru önergelerinin pazarlığının yapan kurumlar haline 
getirilmiştir. Bunlar Meclisin çalışma sistemini tıkamıştır, aylarca Meclis bu işlerle uğraşmıştır. Ama karşılıklı aklamalar, paklamalarla da hiçbir netice alınmadan bu işler adeta tarihin çöplüğüne atılmıştır. Milletvekillerinin parti değiştirmesi mutlaka önlenmelidir. Milletvekillerinin Meclis kürsüsü dışındaki siyasi faaliyetleri dışında dokunulmazlık zırhının kaldırılmasından yanayız. Bütün bunları siyaset ile ilgili mutlaka yapılması gereken ve siyasi kirliliği giderici tedbirler olarak görüyoruz. Son olarak yolsuzluk yapan kamu görevlileri, tüketiciyi aldatanlar, vergisini vermeyenler, siyasiler kimse bütün bunları bir teşhir edilme cezası ile cezalandırmayacaksak ve toplumda bütün bunları bir şekilde kınayacak bir sistemi kuramayacaksak, bu işleri beceremeyeceğiz demektir. Ahlaki yozlaşmayı önlemek şarttır. Bir insanda Allah korkusu varsa bir şeylerden korkar, bir şeylerden çekinir. 

Neticede bu ahlaki yozlaşmanın tesiri ile ve bu ahlaki yozlaşmanın sebep olduğu bir noktadır, geldiğimiz nokta. Bütün bunlann yeniden düzene kavuşmasının 
tek şartı vardır. İnsanlar ya Allah'tan korkmayı öğrenecek, ya vicdani bakımdan sorumlu olmayı öğrenecekler, kendi vicdanlarına karşı sorumlu olmayı 
öğrenecekler, ya da birbirinden utanmayı, kuldan korkmayı, kulun kendi kendisini tenkidini getirecek bir sistemde yaşamayı öğrenecekler. 

Eğer biz bunu gerçekleştiremezsek aslında bütün bu konuştuklarımız birer teorik sözde kalır. İstediğimiz kadar kanun çıkaralım, istediğimiz kadar sosyal ahlak yasası gibi bir yasa çıkaralım ki onu da teklif ediyoruz, "sosyal ahlak yasası mutlaka çıkarılmalıdır" diye düşünüyoruz ama, bütün bunlarla ilgili son söz olarak söyleyeceğim; toplumda ahlaki yozlaşma bütün bu işlerin sebebidir. Ahlaki yozlaşmaya son verecek bir ahlak reformunu gerçekleştiremezsek bu toplumda bütün bunları daha çok seneler konuşuruz diye düşünüyorum. 

Saygılar sunuyorum.

- TİNAZ TİTİZ (Oturum Başkanı)

Çok teşekkür ederim Sayın Yahnici. Konu tabi çok ciddi bir konu, katılımcılar çok ciddi. O bakımından herkesin yüzünde bir gerginlik görüyorum. 
Bir kısmımızın bildiği bir fıkra var biliyorsunuz. Eski Sovyetler Birliği'nde adamın biri şişe şişe votkayı içmiş, kafayı iyice bulmuş çıkmış sokağa gece yarısı küfür ediyor. Güvenlik güçleri tutmuşlar adamı karakola götürmüşler, hemen hakkında devlet büyüklerine hakaretten zabıt tutulmuş.

Adam sarhoş ne yaptığını bilmiyor. Sabah ayılmış demiş "Ben niye buradayım?" "Devlet büyüklerine küfür ediyorsun" demişler. " Biz sarhoşuz ama aptal değiliz. Yani küfür ediyorduk ama biz devlet büyüklerine değil alenen ortalığa ediyorduk" demiş adam. " Hadi hadi demişler biz kime küfür edileceğini biliriz ". Doğrusu bu fıkra sık sık aklıma geliyor. Benim memurum işini bilir konusundan dolayı. Rahmetli Özal kalksa dese ki; "ya ben öyle söylemedim, memurum tasarrufu bilir, düşük maaşla geçinmesinin yolunu böyle bulmuştur, az harcıyor" dedim. Hadi hadi boş ver biz memurumuzun ne olduğunu biliriz demek mi istiyoruz acaba? Evet Sayın Elkatmış'ta sıra. Buyurunuz efendim.

- MEHMET ELKATMIŞ (FP Milletvekili)

Değerli katılımcılar ve değerli dinleyenler hepinize saygı ve sevgilerimi sunuyorum. Böyle bir günde yolsuzluk konusunda böyle bir panel düzenleyen, 
Ankara Ticaret Odamıza ve Başkanına teşekkür ediyorum. Tabi ki burada konuşalacak çok şey vardı. Ancak Sayın Başkanımız, Ticaret Odası Başkanımız 
Sinan Bey o kadar güzel özetledi ki bize söyleyecek bir şey kalmadı. Konuyu bütün yönleriyle özetledi, her şeyi söyledi. Bizde müsaade ederseniz bu 
konuda zenginleştirme kabilinden, sayın Başkanımızın ifade ettiği hususlarda katkıda bulunmak istiyoruz. Bilindiği gibi Türkiye'de 3 Kasım 1996 tarihinde 
Susurluk'ta bir kaza olmuştu. Bu kazadan sonra insanlarımız dehşet içerisinde kalmıştı. Türkiye'de neler oluyor diye merak başlamıştı ve bu merak, bu 
dehşete düşme, bir toplumsal tepkiye de dönüşmüştü. İşte o zamanda komisyonlar kuruldu. Bugüne kadar gel¬dik. Ama gün be gün Türkiye'de öyle 
şeyler oluyor ki her gün insan; 3 Kasım 1996'da Susurluk'ta meydana gelen olaydaki ortaya çıkan pislikler her gün daha büyük oranda ortaya çıkmaya başlayınca, artık kanıksamaya başladı. Türkiye'de yolsuzluk deniyor. Ben bu yolsuzluk kelimesine karşıyım. Niye? Lügata baktım yolsuzluk biraz işin kibarlaştınlmış şekli. Aslında buna hırsızlık demek, namussuzluk demek daha doğru olur. Çünkü "yolsuz" deyince gayet normal karşılanıyor. 
Toplumdaki beklenen etki, tepki, nefret, öfke yerini bulmuyor. Gayet normal olarak insanlar yine faaliyetlerine devam ediyor. Cemiyet içerisinde yine 
muteber insanlar olarak dolaşıyorlar. Ama hırsız deyince, bir insana namussuz deyince, herhalde bunun meydana getireceği etki, tepki, nefret, öfke daha 
değişik olur. Tabi bunu bildikleri için bu işi yapanlar kibarlaştırmışlar yolsuzluk deyip geçiyorlar. Baştan bu kelimeye itiraz ediyorum. Tabi dilimiz alıştığı 
için maalesef bu kelimeyi kullanmaya devam ediyoruz. Yolsuzluk işte son zamanda ortaya çıkarılıyor. Bir ta¬kım güzel operasyonlarda yapılıyor. 

4 CÜ BÖLÜM İLE DEVAM EDİLECEKTİR.,

***

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder