7 Eylül 2018 Cuma

IRAK KÜRT BÖLGESİNİN JEOPOLİTİĞİNE İLİŞKİN STRATEJİK ÖNGÖRÜLER. BÖLÜM 6

IRAK KÜRT BÖLGESİNİN JEOPOLİTİĞİNE İLİŞKİN  STRATEJİK ÖNGÖRÜLER. BÖLÜM 6


2.4. Kürt Oluşumun Ekonomik Yeterliliği ve Güvenliği 

Bugün anlaşmış görünen KDP ve KYB'nin anlaşmazlıklarının altında politik amaçlar bulunmaktadır. KYB giderek kendisini çok etnikli bir Irak'ın bir parçası olarak görmekte, federalizm fikrini desteklemektedir. KDP ise federal bir devlet fikrine çok sıcak bakmamakta ve giderek özgür bir Kürdistan devleti için çalışmaktadır. ABD'ye yönelik bu ciddi ayrımın temel nedenlerinin başında, grupların ekonomik gelişmişlik düzeyleri gelmektedir. KDP, Irak ve Türkiye arasındaki tek geçiş yeri olan Habur sınır kapısını kontrol etmektedir. Yıllardır süren yoksulluk ve uluslararası yaptırımlardan sonra, Iraklılar bugün başta Türk malları olmak üzere her türlü tüketim maddesine büyük gereksinim duymakta dırlar. Irak'ın her köşesinde Türk ürünlerine rastlamak mümkündür. Bunlar Irak'a Habur üzerinden girdiği için bu kapının gelirinin tümü KDP bölgesini tek başına kontrol eden Barzani Aşiretine gitmektedir. 
(Irak'taki bir ABD yetkilisine göre, KDP Habur'dan her gün geçen üç bini aşkın kamyon ve TIR'ın her birinden Habur'da ve kendi bölgesi içindeki kontrol noktalarında yüzlerce dolarlık 'teftiş ücreti' almakta ve bu şekilde yılda 300 milyon doları aşan miktarda para kazanmaktadır).224 

KDP'nin finansal bağımsızlığı sadece her gün Habur'dan kazandığı paradan ibaret değildir. Parti son on yıl boyunca Habur'dan elde ettiği geliri kendi bölgesindeki siyasi gücünün de yardımıyla buradaki iş dünyası üzerinde bir tekel oluşturmakta kullanmıştır. Netice olarak bugün KDP ve Mesud Barzani Aşireti çok zengin bir yatırım portföyüne sahiptir. KDP bölgesinde bugün birçok Barzani şirketi mevcuttur. 1997'de kurulan ve KDP'ye ait olan Kani firması, tek başına sigara ithal etmektedir. Bunun yanı sıra, KDP lideri Mesud Barzani'nin yeğeni Şirvan Barzani KDP bölgesinin telekomünikasyon ve cep telefonu piyasalarını tek başına kontrol eden Korek Telekom adlı bir kuruluşun başındadır. Bir zamanların siyasi partisi KDP şimdi büyük bir aile şirketi ve yatırım imparatorluğuna dönüşmüştür. Ekonomik açıdan kendisini özgür hisseden ve siyasi açıdan kendine yeten 
KDP'yi Irak'ın geri kalanı pek fazla ilgilendirmemektedir. KDP'nin ekonomik gücü en çok KDP başkenti Erbil'de gözlemlenebilmektedir.225 

Suriye, ABD ile yapılan anlaşmalar gereği Musul’a elektrik sağlamakta, Irak ile ticari ilişkilerini sürdürmektedir.226 

2.5. İran’ın Kuzey Irak Kürt Politikası 

1904 yılında İran’da petrolün bulunması ve 1908’de çıkarılmaya başlanması ile birlikte İran’ın jeostratejik konumu tüm dünyanın dikkatini çekecek bir konuma yükselmiştir. İran, soğuk savaş dönemi boyunca yapılan stratejik hesapların daima içinde olmuştur.227 

Irak-İran ilişkileri, Irak kurulduğundan beri Şat-ül-Arap başta olmak üzere sınır anlaşmazlıklarına konu olmuştur. Irak’ın dar bir alandan uluslararası denizcilik ağına bağlanmasının verdiği zaafiyet, Kuveyt’i ele geçirmek veya Verbe ve Bubiyan Adalarını ele geçirmek istemesine neden olmuştur. Emperyalist güçlerin bölgeye gelişiyle birlikte, Şat-ül-Arap üzerindeki İran-Irak ihtilafı şiddetlenerek artmıştır. 

7 Mart 1974’te İran ve Irak arasında sınır çatışmalarının sona erdirilmesi ve ateşkes görüşmeleri başlamıştır. Irak, İran’ı her türlü yollarla sıkıştırmak istemiş, İran’da buna karşılık Kürt gruplarına aktif destek vermiştir. Kürt gruplarının Irak birliklerine ağır zayiatlar verdirmesi, Irak’ın İran ile arasında bulunan Şat-ül-Arap sorunu dahil sınır sorunlarını çözen Cezayir antlaşmasını imzalamasına yol açmıştır. 

Emperyalist ve yayılmacı güçlerin İran’a yönelik tehditleri tarihsel sürece bakıldığında daima Irak sınırlarına yakın, batısından gelmiştir. İran’ın batı sınırlarının uzunluğu 1800 km’dir. Irak sınırı 1350 km, Türkiye sınırı 450 km’dir. Osmanlı İmparatorluğu bu bölgeye bir asra yakın hakim olmasına rağmen, daha doğusuna geçmeye gerek görmemiştir.228 

Kürt Federe Devleti’nin 4 Ekim 1992’de ilan edilmesi, Türkiye, İran ve Suriye’yi rahatsız etmiş, dışişleri bakanları 14 Kasım 1992’de Ankara’da bir araya gelmişlerdir. Ortak görüş, bölgede bir Kürt devletine izin verilmeyeceği olmuştur.229 

KDP ve KYB arasındaki mücadele, çatışma düzeyinde devam ederken Paris Kürt Enstitüsü ve Fransız hükümeti arabuluculuğa soyunmuş, tarafları Paris’te 23 Temmuz 1994’te bir araya getirmişlerdir. Türkiye, İran ve Suriye bu toplantıdan ciddi rahatsızlık duymuşlar, 23 Ağustos 1994’te Şam’da toplanarak bir anlamda Paris toplantısına karşılık vermişlerdir. Şam toplantısından çıkan sonuç; bölgede bir Kürt devleti kurulmasına onay verilmeyecektir. 

KDP ve KYB arasında uzlaşma sağlama çabaları 1995 yazında da sürmüştür. ABD’nin KDP ve KYB’yi bir araya getirme çabaları sonucu Dublin süreci başlamıştır. Bu süreçten rahatsız olan İran ve Suriye PKK’yı kullanarak süreci baltalamaya çalışmıştır. İran ve Suriye, 10 Eylül 1995’te Talabani ve Öcalan’ın katıldığı bir toplantıyı Şam’da gerçekleştirmişlerdir. Bir hafta içinde, KDP ve KYB liderleri Tahran’da bir araya gelmişlerdir. Tahran yönetimi, Irak Yüksek Devrim Konseyi ile anlaşarak , 5000 kişilik gücünü KDP ve KYB arasına sokma kararı almıştır. Bu birlik, Süleymaniye güneyinden Kuzey Irak’a girmiştir.230 
İran, bölgede faaliyet gösteren İslami Kürt hareketi üzerinden politika geliştirmeye çalışmıştır. Talabani ile anlaşan İran, 2000 personel ve 100 zırhlı araçtan oluşan askeri gücünü, Süleymaniye yakınlarındaki bir kampa 20 Temmuz 1996’da konuşlandırmıştır.231 

Tarih göstermektedir ki, Batıdan İran’a yönelik bir tehdit oluştuğunda İran Ruslara yanaşmıştır. 
ABD tehdidi altındaki İran, bugünde Rusya’ya  yanaşmaktadır. Aynı Rusya, İran kendisinden uzaklaştığında, İran’daki etnik unsurları kullanmaktan çekinmemiştir. 1945-1946’da Azerbaycan Demokrat Fırkasına Mahabat Kürt Cumhuriyetini kurdurmuştur. 

ABD’nin Irak’ı işgali ile başlayan süreç, İran’a bir takım yararlar sağlamıştır. Irak’ın %65’ni oluşturan Şiiler, Saddam rejimi altında ezilmekte iken, ABD işgali sonrası Irak’ın yönetiminde söz sahibi olmalarına yol açmıştır. Şiiler üzerinden Irak’ta etkin olan İran, Irak’ın parçalanması halinde etkinliğini güney ve güney batıya doğru genişletecektir. Bahreyn, Şii nüfus açısından üçüncü sırada bir ülkedir. Lübnan’dan başlayan Şii hilalin ucu, Irak, İran ve Pakistan’a kadar uzanmaktadır.232 Ürdün Kralı, Irak'ta İran yanlısı bir hükümetin iş başına gelmesi konusunda uyarı yaparak; Irak, İran, Suriye ve Lübnan'ı içeren bir Şii hilalinin oluşturulmasının amaçlandığını belirtmiştir.233 (Şekil-5) 





Şii Hilali Şii Hilali 
Şekil-5 

1970 ve 1980’lerde Irak Kürtlerini, Irak’a karşı destekleyen İran olmuştur. 1990’larda ise Irak Kürtlerini Irak’a karşı destekleyen Türkiye olmuştur. Bu esnada İran, Irak’ın yanında yer almıştır.234 

ABD'nin Irak’ta başarılı olması, İran'ın çıkarları aykırıdır. Irak'ın işgal edilmesiyle ülkedeki siyasi ve askerî dengelerin değişmesi, İran'ın Irak'taki rolünü artırmıştır. ABD'nin Irak’taki başarısı, İran’ın ABD ile sınırdaş olması ve güvenliğine tehdit oluşturması anlamına gelecektir. 

2.6. Suriye’nin Kuzey Irak Kürt Politikası 

ABD işgalinden önceki Irak yönetimi ile Suriye yönetimi benzer ideolojik temelleri olan dikta yönetimleriydiler. Ülkelerin İdeolojik temelini Arap milliyetçiliği oluşturuyordu. 1978 yılında Suriye-Irak birliği projesi başarısızlıkla sonuçlanmıştır. Pan-Arap hareketi, gerçekleşmesi uzak bir hedef olarak algılanmıştır. 

Benzer bir ideolojiye rağmen, İran-Irak savaşında Suriye, İran’ı desteklemiştir. İran ve Suriye arasındaki bu yakınlaşma, İran petrollerinin Suriye’ye nakledilmesi anlaşması ile gelişmiştir. O dönemde, Suriye, Irak’a ait petrol boru hatlarını kapatmıştır. Suriye’nin Irak’a karşı düşmanca tutumları 1986’dan itibaren değişmeye başlamıştır. 235 

1979 İran Devrimi ile ortak düşmanların varlığı, Tahran ve Şam yönetimini birbirlerine yaklaştırmıştır. Bölgesel güç dengesinde bir tarafta İran-Suriye ittifakı, diğer tarafta Türkiye-İsrail bloğu yer almaktadır. İran ve Suriye, ABD’yi, doğal kaynaklarını sömüren, bağımsızlıklarını tehdit eden emperyalist bir güç olarak görmektedirler. İran’la olan yakınlaşma, Suriye’ye Lübnan’daki İran yanlısı Şii milisleri yönlendirme avantajı sağlamıştır. Suriye, Irak’ın zayıflamasına yönelik politikalar izlese de, Bağdat’ta İran yanlısı bir Şii yönetimine sıcak bakmadığını belli etmiştir. Irak’ın bir başka güç tarafından işgal edilmesini kabul edilemez bir gelişme olarak görmüştür. Tahran ve Şam arasındaki ittifak ilişkileri sıcaklığını korurken, Suriye, İran’ın Arap Birliği içindeki önemli partneri olmaya devam etmektedir.236

 1975-1989 yılları arasında yaşanan Lübnan iç savaşında Suriye ve Irak karşıt grupları desteklemişlerdir. 1991 Körfez Savaşında Irak’a karşı koalisyon oluşturan ABD’nin yanında yer almıştır. 1997’de Irak ve Suriye arasında ilişkiler gelişme göstermeye başlamıştır. Bu sefer, Irak’a müdahale etmeye hazırlanan ABD’ye en sert tepki gösteren, Irak’ın toprak bütünlüğünü savunan ülkelerin başında Suriye gelmiştir. Kuzey Irak’ta kurulacak bir Kürt devleti, Suriye’nin Kuzey Doğusunda yaşayan Kürtleri kendileri ile birleşmeye götürebileceğinden veya otonomi isteyebileceklerinden dolayı, Suriye’yi endişelendiren bir husus olmuştur. Dolayısı ile Suriye, Kürt devleti oluşumunu çıkarlarına aykırı bulmaktadır. Mart 2004’te Kamışlı’da meydana gelen Kürt kalkışması, böyle bir olasılığın varlığını göstermektedir. Suriye’de bulunan 1.7 milyon Kürt nüfusun 200 bin kadarının vatandaşlık hakları yoktur.237 

Suriye, Irak Geçici Yönetim Konseyinin meşruiyetini tanımak istememiştir. Uluslararası toplantılarda bu hususa karşı çıkmasına rağmen Suriye bu 
politikasında başarılı olamamış ve Kasım 2004’te Irak Geçici Hükümetini tanımıştır.238 

Suriye’nin politikası, her zaman Kürtleri kullanarak Irak ve Türkiye’nin istikrarını bozmaya yönelik olmuştur.239 Suriye bir taraftan KYB’yi 1975 ‘ten 
beri desteklerken, diğer taraftan Kürtlerin bağımsızlık girişimlerinden de rahatsızlık duymuştur.

Kamışlı İslam Merkezi Başkanı Kürt alim Şeyh Muhammed Maşûk elHaznevi’nin öldürülmesi bir anda Suriye’yi karıştırmıştır. Kürtler başta Halep 
ve Kamışlı olmak üzere çeşitli yerlerde gösteriler yapmışlardır. İsrail’e yakınlığıyla bilinen bir internet sitesinde ABD’nin Beşşar Esed’i devirmek için 
düğmeye bastığı ileri sürülmüştür.240 

2.7. Diğer aktörlerin Kuzey Irak Kürt Politikası 

AB, Rusya ve Çin, Irak’ın Kuzeyindeki Kürt bölgesinin jeopolitiğine tesir edebilecek güç merkezleri olarak değerlendirilmiştir. 

2.7.1. AB’nin Kuzey Irak Kürt Politikası 

İran’da 1904’te petrolün bulunması ve British Petrol şirketinin kurulması ile birlikte, İngiltere’nin uluslararası deniz ticaret yollarının açık tutulması stratejik çıkarlarına, petrol gerekçesi de ilave edilmiştir. İngiltere’nin o dönemlerde stratejik düşüncesi, Güney Asya sularına hakim olmak, deniz ticaret yollarının ve sömürgelerinin güvenliğini sağlamaktır. Bu maksatla iki temel politika belirlemiştir. Bu iki temel politika; Süveyş Kanalı’ndan, Malakka Boğazı’na kadar olan bölgenin deniz hakimiyetini ve çıkarlarına tehdit oluşturabilecek, krize neden olabilecek noktaları, bölgeleri kontrol altında tutacak askeri gücü elinde bulundurmaktır.241 

20 Yüzyılın başlarında petrolün bulunması ile stratejik hesapların daima içinde kalan İran’ın bu konumunun önemini Almanya’da idrak etmektedir. Schlieffen ve Moltke’nin askeri doktrinlerinin İran’a önem atfettiği ileri sürülmektedir. İkinci Dünya harbi esnasında bir çok Alman vatandaşının Güney İran’a yerleştirilmesine İngiltere sert tepki göstermiştir. Günümüzde de Almanya’nın İran’a önem verdiğini gösteren politikaları gözlemlenmektedir.242

 Ortadoğu’nun Avrupa’ya yakınlığı, tarihsel bağları, zengin enerji kaynakları ve Avrupa’nın enerji ihtiyacının önemli bir bölümünü Ortadoğu’dan karşılaması, 
Avrupalı şirketlerin bölgede önemli yatırımlarının bulunması, Avrupa’nın bölge ile olan ilişkilerinde belirleyici olan hususlardır. 
Avrupa açısından Ortadoğu’nun iki ana güvenlik sorunu bulunmaktadır; Arapİsrail barışı ve Körfez güvenliğinin tesis edilmesidir. Alternatif enerji 
kaynakları bulununcaya kadar, Ortadoğu, tüm Dünya için jeostratejik önemini sürdürecektir. Bu önem, aynı zaman da Doğu Akdeniz, Hazar Havzası ve 
Orta Asya’nın kontrol edilmesi, Asya pazarlarına ulaşılması ve enerji kaynaklarının Batı ve Dünya pazarlarına aktarılması bakımından da büyük 
öneme sahiptir. Ortadoğu’daki istikrarsızlıklar, Avrupa’nın sosyal ve ekonomik yaşamını doğrudan etkilemektedir. Ortadoğu’nun yüksek doğum oranı, işsizlik ve az gelişmişlik, terörizme uygun atmosfer oluşturmakta, insan kaçakçılığı ve yasadışı göçler Avrupa’nın güvenliğine risk oluşturmaktadır. 

Genelde AB başkanlık bildirilerinde, Avrupa’daki istikrar ve huzuru, Ortadoğu’daki gelişmelerin doğrudan etkilediğine yer verilmektedir.243 

Ekonomik alanda süper güç olan AB, siyasi ve askeri alanda aynı etkinliğe sahip değildir. Kriz bölgelerine müdahale etmede yeterli askeri güce sahip olmadığı gibi, AB üyesi ülkelerin farklı çıkarlarının ortak bir noktada buluşturulama masından dolayı, karar verme sürecinde ortak bir karar alamamaktadırlar. 11Eylül terör saldırıları ile ABD, terörizmle sürekli bir savaş içinde olduğunu söylerken, AB farklı düşünüyordu. AB, terörizmle savaşın silahla değil, daha insani yöntemlerle yapılması gerektiğini söylüyordu. AB içersinde ABD politikalarından farklı düşünenlerin başında Almanya, Fransa ve Belçika gelmekteydi. ABD politikalarına destek verenlerin başında ise, İngiltere, İtalya ve İspanya gelmekteydi. Ardından Orta ve Doğu Avrupa ülkeleri de Almanya ve Fransa’ya karşı tavır aldılar. Avrupa, ABD karşısına süper rakip olmak isterken, kendi içersinde “Eski” ve “Yeni” Avrupa diye bölünmüştür. ABD Savunma Bakanı Rumsfeld, Almanya Fransa eksenini kastederek “Yaşlı” Avrupa deyimini kullanmıştır. 

ABD’nin Irak işgali, ABD-AB ilişkilerindeki gerilimi artırmış, buna paralel olarak AB içindeki bölünmede artmıştır. Almanya-Fransa ekseni liderleri ABD’yi eleştirirken, Polonya Devlet Başkanı da ABD’yi destekleyen açıklamalar yapmaktaydılar. Irak işgali, Avrupa’nın bir bütün olarak dış politika oluşturamayacağının, kriz bölgelerine askeri müdahalede bulunamayacağının göstergesi olmuştur. Ekonomik alanda ABD’ye rakip olabilecek gücü olan AB’nin politik alanda ABD’ye rakip olamayacağı görülmüştür. Almanya–Fransa ekseni, ABD ile tartışmalarının içersine Rusya’yı da katmak istemişlerdir. Rusya Devlet Başkanı Yeltsin, 1997 yılında Almanya ve Fransa’ya, ABD hegemonyasına karşı üçlü konsey kurmayı teklif etmiştir. 2003 yılında Irak’ın işgali ile Almanya-Fransa ve Rusya ittifakı yeniden gündeme gelmiştir. ABD, BM’den Irak’a müdahale kararı çıkarmak isterken üçlü tarafından engellenmiştir. Rusya, sadece Irak nedeniyle değil, ABD’nin emperyal güdülerinin sınırlandırılması amacıyla BM sisteminin korunmasına önem vermektedir.244 

Küreselleşme ile karmaşık bir yapıya dönüşen uluslararası sistemde hegemon güç ABD, AB’nin çıkarlarına tehdit oluşturmaya başlamıştır. 

Soğuk savaş döneminde ABD’nin İsrail yanlısı politikalarını, Araplar Sovyetlere yanaşarak dengelemeye çalışmışlardır. Soğuk savaşın bitmesi ile meydana gelen boşluğun AB ve Japonya tarafından doldurulması, Arap Birliği İş konseyi toplantılarında Araplar tarafından dile getirilmiştir. 

AB ile Irak arasında belirgin bir siyasi ilişki olmamakla beraber, 1992’den beri Irak’a insani yardım konusunda AB başı çekmiştir. Saddam, soğuk savaş dönemi sonrası konumunu sağlamlaştırmak amacıyla Avrupa ülkeleri ile iyi ilişkiler kurmaya çalışmış, özellikle Fransa ile ilişkilerini derinleştirmiştir. İlişkilerini geliştirmeye çalıştığı diğer ülkelerin Rusya ve ÇHC olduğu görülmüştür.245 

Irak’ın işgali öncesinde AB’nin çözüm için BM işaret etme politikası, İşgalden sonrada devam etmiştir. İşgalden sonra Irak’ın yapılandırılmasının BM çatısı altında olması gerektiği vurgulanmıştır. AB Komisyonu 1 Haziran 2004’te “AB ve Irak” ilişkilerine ait bir belge yayınlamıştır. Belge, AB’nin 246;Irak’taki temel çıkarlarını üç ana başlık altında toplamaktadır 

-Demokratik ve istikrarlı bir Irak, 
-İşleyen bir Pazar ekonomisinin kurulması, 
-Irak’ın uluslararası sisteme ekonomik ve siyasi entegrasyonunun sağlanması. 

2.7.2. Rusya’nın Kuzey Irak Kürt Politikası 

Soğuk savaş döneminde Irak, Moskova’nın bölgesel müttefiki olmuştur. Moskova, Irak üzerinden Akdeniz’e ve Akdeniz üzerinden Batı’ya baskı yapabilmeyi hesaplamıştır. Bu stratejik hesabı etkileyen uluslararası politika ve coğrafya, Moskova’ya iki seçenek sunmaktaydı; Birincisi İran, Azebaycan’ı, Irak, Suriye ve Doğu Akdeniz. İkinci seçenek, Afganistan, İran, Hürmüz Boğazı ve Umman Denizi’dir.247 

Moskova ile Irak arasındaki askeri ve politik alanda gelişen işbirliği, Moskova’nın Kürtleri elinde bir koz olarak tutma düşüncesinden vazgeçirmiş ve Irak yönetimi tarafından Kürtlerin katliama maruz kalmasına yol açmıştır. 

 ABD başta olmak üzere Batı, Moskova’nın bu stratejilerine karşı Irak’ın parçalanabilmesi için ayrılıkçı Kürtleri İran üzerinden desteklemiş ve  kullanmıştır. Moskova ve Irak ise, İran Kürtlerine destek vermişlerdir. Bu dönemde Kürtler, küresel ve bölgesel güçlerin maşası konumunda olmuşlardır. Kürtler, bugünde başta ABD olmak üzere bazı güçlerin maşası olma konumlarını sürdürmektedirler. 

Irak ve İran’ın tecrit edilmesini ve içten çökertilmesini hedefleyen Çifte Muhasara politikasına muhalefet edenler olmuştur. Irak’la olan ticaretlerinin 
zarar gördüğünü söyleyen Rusya, Çin ve Fransa gibi ülkeler bu politikaya karşı çıkmışlardır. Japonya ve Batı Avrupa ülkeleri ise İran ile olan ticari ilişkilerinin zarar gördüğünü belirtmişlerdir. Katar, Birleşik Arap Emirlikleri ve Basra Körfezi ülkeleri Çifte Muhasara politikasının uzamasından hoşlanmamışlardır.248

 23 Aralık 1997’de Rusya’yı ziyaret eden KDP’nin yöneticisi Sami Abdurrahman, Rusya Dışişleri Bakan yardımcısı ile görüşmüştür. Rusya, sorunların Irak’ın toprak bütünlüğü içinde çözülmesi konusunda görüş birliği içinde olduklarını açıklamışlardır.249 

ABD, Irak’a yaptırım uygularken, muhalefeti bir araya getirmeye çalışırken, Rusya, Irak’a daha fazla yaklaşmıştır. 

1990’daki Körfez Krizi sırasında Gorbaçov liderliğindeki Rusya, ABD ile birlikte uyumlu politikalar geliştirmeye özen göstermiştir. BM’de Irak’a yapılacak harekatı veto etmemiştir. Yeltsin döneminde Rus muhafazakarlar Irak’a olan yaptırımların kaldırılmasını seslendirmeye başlamışlarsa da, ABD ile uyumlu politikalar sürdürülmüştür. 1996’da Primakov’un Dışişleri bakanı olması ile Rusya’nın Irak politikasında değişim başlamıştır. Primakov Ortadoğu sorunlarına ilgi göstermeye başlamış, Irak’ta bu ilgiye cevap vermiştir. Rusya, ABD’nin tek taraflı politikalarından dolayı çıkarları zarar gören Fransa ve Çin’i Rusya’nın yanına çekerek, Irak’a olan yaptırımların BM’de kaldırılmasına çalışmıştır. Rusya, Ekim 1997’de BM Güvenlik Konseyinde ABD’nin Irak tasarısını veto etmiştir. 1998’de Yeltsin; 

“...Rusya hiçbir koşulda ABD’nin Irak’ı bombalamasına izin vermeyecektir...” şeklinde konuşmuştur. Bu sırada ABD, Irak’ı vurmak için Güvenlik konseyinden yeni bir karar çıkarılmasına gerek olmadığını dile getirmiştir. Rusya, Fransa ve Çin’i yanına alarak Güvenlik Konseyinde üçlü bir blok oluşturmuştur. 250

 Rusya’nın Primakov döneminde Irak’la ilgili dış politikası üç temel esasa dayanıyordu. Birincisi, Rusya’nın hala Dünya siyasetinde var olduğunu 
göstermek istemiştir. İkincisi, Irak’tan alacağı 8 milyar doları tahsil etmek istiyordu. Uygulanan yaptırımlar sürdükçe, Rusya Irak’tan alacaklarını tahsil 
edemeyecekti. Üçüncü neden ise, Rus petrol ve doğal gaz şirketlerinin Irak’ta yürüttükleri projelerdi. Ambargo devam ettikçe bu projelerin uygulanması zor olacaktı. 

1 Ocak 2000’de Rusya Devlet Başkanı olan Vladimir Putin, Irak Savaşına giden sürecin öncesi ve sonrasında Rus dış politikasını belirleyen önemli aktör olmuştur. Irak’a yönelik yaptırımların kaldırılması yönünde çaba harcayan Putin, 11 Eylül saldırıları sonrası ABD’ye açık destek sağlamış, ilişkileri stratejik ortaklık düzeyine çıkarmıştır. Irak Savaşı sonrası Putin’in genel dış politikası, Irak Krizinin barışçı yollardan çözümü, BM’in devreye sokulması, Rusya’nın ekonomik çıkarlarının korunması ve ABD ile dostluğu bozmadan politikaların uygulanması olmuştur.251 

ABD’nin tek taraflı anti-balistik füze anlaşmasından çekilmesi, NATO’nun genişlemesi ve Irak’ın işgali Rusya’yı rahatsız etmiş ve ABD ile AB arasında seçim yapmaya zorlamış ve tercihini Avrupa’dan yana kullanmıştır. Yeltsin; Rusya, Almanya ve Fransa arasında üçlü konsey kurmayı teklif etmiş, 1998 Martında ülke liderleri Moskova’da buluşmuşlardır. Yeltsin, Urallar’a kadar uzanan Büyük Avrupa önerisinde bulunmuştur. 

 Irak savaşı sırasında Putin’in politikaları inişli çıkışlı bir seyir izlemiştir. Kah ABD ile uyumlu hareket etmiş, kah ABD politikalarını Güvenlik Konseyinde veto etmiştir. Saddam rejiminin sona ermesiyle birlikte Rusya, ABD ile daha uyumlu politikalar geliştirmiştir. Rusya’nın resmi politikası, savaş sonrasında da BM’in merkezi rol oynaması, Irak’ın ülke bütünlüğü ve egemenliğinin korunması yönünde olmuştur.252 

Rusya, Irak’tan alacağı 8 milyar doların yüzde 90’ını sildiğini kasım 2004’te açıklamıştır. Rusya ABD karşısında Avrupa ve Çin ile birlikte hareket etmiştir. Irak’ta çıkarlarını korumanın ötesinde, BM sistemini korumak kaygısı taşıdığı ileri sürülebilir. 

2.7.3. Çin’in Kuzey Irak Kürt Politikası 

Geçmişte yaşanan güç mücadeleleri toprak kazanımını esas almıştır. Askeri güç, milli güç unsurları içinde belirleyici bir güç olagelmiştir. 
Günümüzde gelişen ve değişen Dünyada ekonomi uluslararası ilişkilerde temel belirleyici unsur olarak öne çıkmıştır. Büyük güçlerin mücadelesi, ekonomik alanda her geçen gün şiddetini artırarak sürmektedir. 
Ekonominin motorunu ise enerji oluşturmaktadır. Dünyada tüketilen enerji kaynaklarının dağılımında petrol, doğal gaz ve kömürün payı 2002 yılı 
itibarı ile yüzde 80 civarında olduğu görülmektedir. Her geçen gün büyüyen dünya ekonomisinin enerji ihtiyacının yüzde 85‘nin, 2030 yılında da bu kaynaklardan sağlanacağı öngörülmektedir. 

 Çin’in 1993 yılına kadar petrol üretimi, tüketimini karşılamış, bu yıldan itibaren tüketim miktarı artarak devam etmiş ve açık büyümüştür. Petrol tüketimini 
giderek artan biçimde ithalatla karşılamak zorunda kalan Çin için, başta Ortadoğu, Afrika ve Hazar kaynakları olmak üzere petrol sahalarına erişimin, yaşamsal derecede önemi bulunmaktadır. ABD'nin halen yaklaşık yüzde 57 olan ve 2025'de yaklaşık yüzde 70 oranına yükselmesi beklenen ithalat gereksinimi de dikkate alındığında, sınırlı petrol kaynaklarına erişim, küresel ulaşım yollarının ve ticaretin kontrolü mücadelesi önümüzdeki yıllarda sıcak çatışmalara yönelme olasılığını artırmaktadır. ÇHC sanayisi, 2050 yılında ABD’yi geçeceği ve buna paralel olarak enerji ihtiyacının da artacağı beklenmektedir. ÇHC’nin 2010’da petrol ithalat oranının, petrol tüketiminin yüzde 45’ine ulaşacağı ve tüketimin yüzde 80’ninin Ortadoğu’dan karşılanacağı hesaplanmaktadır.253 

Çin petrol şirketleri, Azerbaycan, Kanada, Kazakistan, Venezüella, Sudan, Endonezya, Irak (ABD işgali sonrası imtiyazlarını kaybetmiştir.) ve İran'da imtiyazlar almış durumdadır. İran'ın Yadavaran sahasının geliştirilmesi projesinde pay sahibidir. Sahanın en tepe noktada günde 

300.000 varil üretmesi beklenmektedir. Çin ile Kazak Hükümeti arasında Mayıs 2004'te imzalanan anlaşma kapsamında, Kazak petrolünü Çin'e taşıyacak 700 milyon Dolarlık bir boru hattı inşası tamamlanmak üzeredir. Petrol ihtiyacının yüzde 40'ını ithalatla karşılayan Çin, ithalatın yüzde 6O'ını Ortadoğu'daki petrol üreticilerinden sağlamaktadır. 2004 yılı itibarı ile son iki yılda Çin petrol talebi yılda ortalama yüzde 13'Iük büyük bir artış göstermiştir. 2004 yılında günde 6,4 milyon varil olan petrol tüketiminin, 2030'da günde 13 milyon varile yükselmesi beklenmektedir. Petrol ithalatının 2010'da 4,5 milyon varil/gün, 2030'da 10,5 milyon varil/gün olacağı tahmin edilmektedir. Böylece, petrol tüketiminde ithalatın payı yüzde 75'e ulaşmış olacaktır. Bu da, uluslararası paylaşım savaşımında ciddi bir unsur olarak öne çıkmaktadır.254 

ABD ve koalisyon güçleri tarafından Irak'ın işgalinden önce, Çin Irak'ta petrol anlaşmaları imzalamıştır. Bu girişimler, Çin'in enerji güvenliğine yönelik Ortadoğu'ya verdiği önemi göstermektedir. Irak’ın işgalinin Çin açısından güvenlik sorunu olarak algılanmıştır. Körfez savaşı esnasında ÇHC politikasının iki temel prensibi olmuştur. Bir; Krize bulaşmamak, iki; krize taraf olan her iki kesimle de iyi geçinmektir. ÇHC, II. Körfez Savaşı sonrasında, Irak’a karşı dengeli bir politika izlemeye başlamıştır. Barış ve istikrarın oluşması, ABD hegemonyasına karşı konulması amacıyla BM’in Irak’a uyguladığı yaptırımların hemen kaldırılmasını talep etmiştir. ÇHC, ABD’nin Irak’a olası bir harekatını 
önlemeye çabalamıştır. Çünkü, ticari ilişkilerinin zarar göreceğini ve enerji kaynaklarının kesileceğini görmüştür. ABD’nin İran’a olası bir harekatı 
karşısında BM’den karar çıkarılması yönünde tavır alacağı bilinen ÇHC, Doğu ve Güney Doğu’dan çevrilmesinin yanında Batıdan da Afganistan işgali ile çevrelenmesi, ÇHC’ni kuşatılmışlık duygusuna sürüklediği ve nedenle İran’a karşı olası bir harekatta, İran’ı destekleyeceği beklenmektedir. Çinli analistlerde Irak işgalinin kısa vadede terörizmle mücadele amacında olduğunu, ancak uzun vadede ABD’ye rakip olabilecek güçlerin ortaya çıkmasını önlemek amacında olabileceğine dair değerlendirmeler yapmaktadırlar. BOP çerçevesinde Irak’ta kazanılacak başarı, tek partili ÇHC’ni, anti demokratik bir yönetim olduğu gerekçesiyle Batı ile karşı karşıya gelmesine sebeb olabilir. Bu nedenle ÇHC, BOP’tan rahatsızlık duymaktadır. ABD’nin kullandığı ileri teknoloji ürünü silahlar, ÇHC’ni, ordusunu yenileme düşüncesine götürmüştür. Devlet Başkanı 
Jiang Zemin; Çin Ordusunu, ileri teknolojilerin kullanılacağı bir savaşa hazırlamak amacında olduğunu açıklamıştır.255 

Başta ABD olmak üzere; AB, Japonya gibi petrol ve doğal gaz ithalat gereksinim leri hızla artan dünya devleri, Ortadoğu, Hazar ve Afrika topraklarında bulunan kaynaklara yönelik strateji oluşturmakta ve politikalarını da bu stratejilere dayandırmaktadırlar. Gelecekte, petrole yönelik talep artışında en büyük payın sahibi olmaları beklenen Asya'nın diğer ülkelerinin (özellikle Japonya ve Kore), öncelikle Ortadoğu rezervlerine yönelmiş olmaları, ciddi bir rekabetin habercisi olarak algılanabilir. Talebin hızla artması, kaynakların paylaşımında çatışmalara 
neden olabileceği kaçınılmaz görülmektedir. Çin Ortadoğu’ya müdahil olmasıyla son birkaç yıldır ekonomik, politik ve stratejik açıdan büyük genişleme kaydetmiştir. 1990’ların sonundan bu yana, Çin’in bölgeye yönelik politikaları, devlet yönetimindeki üç büyük enerji şirketinin hedefleriyle birleştirilmiştir. 

ÇHC Ortadoğu’da zaman zaman farklı politikalar izlemiştir. İlk zamanlar uluslararası konulara ideoljik yaklaşırken, (1950’lerde Araplar arasındaki Batı karşıtı hareketlere anti emperyal hareketler olarak yaklaşmıştır..) son zamanlarda ekonomik çıkarlar açısından yaklaşmaktadır. Bölge ülkelerine silah satarak petrol almanın yollarını araştırmıştır. Körfez ve Irak Savaşları ile ABD’nin Körfez’e hakim olarak enerji kaynaklarını kesebileceği ihtimali, ÇHC’ni Ortadoğu ülkeleri ile daha yakından ilgilenmeye itmiştir. Çin ekonomik gelişmeye verdiği önem kadar Çin’in askerî modernizasyonu için de destek arayışına girmiş ve İran-Irak savaşında (1980-1988) her iki tarafa da silah satmıştır. Aynı zamanda 
1980’lerde F-10 savaş uçakları geliştirmek için de İsrail ile işbirliği yapmış, 1988 yılında Suudi Arabistan’a CSS-2 orta menzilli (1800 Km.) balistik 36 
adet füze satışı gerçekleştirmiştir.256 2002’de ilk serbest ticaret bölgesini Arabistan’da açmıştır. İsrail ile 1990’larda diplomatik ilişki kurmasıyla, 
denge kurmaya çalışmıştır. İsrail’den teknoloji gerektiren silah alımlarını ABD engellemiştir. Çin İsrail ilişkileri, ABD’nin tesiri altındadır.257 Libya ve 
Suriye ile M-9 balistik füzelerin satışı konusu da müzakereler yürütmüş, ancak Washington, Çin’in bu adımdan vazgeçmesi için baskı yapmıştır. 

İran-Irak Savaşının bitimi sonrasında yalnız kalmış olan İran, ÇHC’den konvansiyonel ve bazı kitle imha silahları almış, İran Devlet Başkanı 
Rafsancani’nin 1992’de Pekin’i ziyaretinden sonra Çin, İran’ın nükleer proğramında yer almıştır. ÇHC, ithal ettiği petrolün yüzde 17’sini İran’dan 
karşılamaktadır. ÇHC ve İran, bölgede yabancı güçlere karşı olduklarını, ABD’nin insan haklarını bahane ederek müdahalelerde bulunmasını uygun bulmadıklarını birlikte ifade etmişlerdir. ÇHC’nin Uygur bölgesinde Türk ve Müslüman nüfus ile sorunları bulunmaktadır. Türkiye’nin Orta Asya’da etkin olmasının önüne geçebilmek içinde İran ile ilişkilerini geliştirmek istemektedir. 

2002 yılından beri, Çin, enerji ihtiyacını karşılamak için uluslararası piyasalardan ithalat yapmak yerine, Ortadoğu’daki kritik öneme sahip hidrokarbon kaynaklara sahip olmak için büyük çaba sarf etmektedir. Çin’in, enerji güvenlik stratejisinin bir parçası olarak Ortadoğu üzerindeki vurgusunu devam ettireceği ve yoğunlaştıracağını öngörmek için her türlü neden bulunmaktadır. Bunun içinde ABD ile askerî bir çatışma ihtimali de bulunmaktadır. Çin’in petrol arayışı su götürmez şekilde ABD’nin Ortadoğu’daki nüfuzuna karşı yeni bir rakibin ortaya çıkışı demektir. Bu rekabet ihtiyatlı bir biçimde idare edilmez ise, çok alanlı konularda ikili bir anlaşmazlığın ortaya çıkması ve bunun da ABD’nin bölgedeki stratejik çıkarlarına zarar vermesi kaçınılmazdır. 258 

Çin’in batısında bulunan Sincan Uygur Özerk (Doğu Türkistan) bölgesinde Uygur, Kazak ve bir miktar Kırgız yaşamaktadır. Sincan-Uygur özerk bölgesinde yaşayan Türk kökenli Uygur ve Kazaklarla Türkiye’nin akrabalık bağları bulunmaktadır. Türkiye, Çin ile ilişkilerini dostane tutmakta, burada yaşayan akrabalarını Çin yönetimine karşı kışkırtmaktan kaçınmaktadır. Buna rağmen, Çin’in, Sincan bölgesindeki olası bir gelişmeyi dikkate alarak, Orta Asya ile Kafkasya bölgelerine olan yaklaşımı farklıdır. Orta Asya’da hareket özgürlüğünü garanti etmek istemektedir ve bu nedenle Batıyı Kafkaslarda meşgul etme ve durdurma çabasındadır. Bunun için İran ve Rusya’ya dolaylı yardımlar yapmakta ve Ermenistan’ı silahlandırmaktadır. 
Çin, Ermenistan’ı destekleyerek Azerbaycan’ın güvenliğini tehdit etmekte ve Türkiye’nin Kafkaslardaki çıkarlarını zora sokacak politikalar geliştirmektedir. 
Böylece ileride, Doğu Türkistan-Uygur sorunun gündeme getirilmesini engellemek istediği düşünülmektedir. 259 Bu konuda Rusya ile uyum içinde 
olan Çin, Türk etkisinin daha ileri gitmemesini hedefleyen politikalar içerisindedir. 
Kürdistan Demokrat Partisi (KDP) Lideri Mesut Barzani, Çin'in Bağdat Büyükelçisi Yang Hung Lin ve bazı Çinli işadamlarıyla Selahaddin’de görüşmüştür. KDP'nin yayın organı Xebat gazetesinin haberine göre, Barzani’nin çeşitli temaslarda bulunmak üzere Çin'e gideceği belirtilmektedir.260 Küçük devletler, etnik unsurlar merkezi güçler tarafından daima kullanıla gelmişlerdir. Barzani ile Çin arasında başlayan temaslar, Çin’in de Kürt kartını kullanma düşüncesinde olabileceğini göstermektedir. Kuzey Irak’taki Kürt oluşum, ABD’den istediği desteği bulamadığı andan itibaren, Çin’in desteğini arayabileceği ve Kürt kartının Çin tarafından da kullanılabileceği öngörülmektedir. 


7 Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.


***

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder