17 Eylül 2018 Pazartesi

ÇOK PARTİLİ DEMOKRASİ DÖNEMİNDE VARLIK VERGİSİ TARTIŞMALARI BÖLÜM 1



ÇOK PARTİLİ DEMOKRASİ DÖNEMİNDE VARLIK VERGİSİ TARTIŞMALARI BÖLÜM 1



ÇOK PARTİLİ DEMOKRASİ DÖNEMİNDE VARLIK VERGİSİ TARTIŞMALARI* 
RIFAT N. BALİ 
* Tarih ve Toplum Dergisinin Eylül 1997 sayısında yayınlanan makalenin gözden geçirilmiş şeklidir. 




GİRİŞ 


Tek Parti dönemine damgasını vuran azınlık karşıtı siyasetin en tartışılmaz örneği olan Varlık Vergisi Kanunu Türk siyasî tarihinde daima rahatsız edici bir konu olmuş, kendilerine tarh edilen vergiyi ödeyemeyen mükelleflerin gönderildikleri Erzurum’un Aşkale ilçesi, Varlık Vergisi’yle özdeşleşmiş ve Türk siyasî tarihinin popüler deyimleri arasında yer almıştır.1 

Bu makalede Varlık Vergisi döneminde İstanbul Defterdarı olan Faik Ökte’nin hatıratının yayımlanmasından sonra basında çıkan tartışmalar ile DP’nin kurulmasından günümüze kadar uzanan zaman sürecinde Türk Yahudi Cemaati liderlerinin Varlık Vergisi konusundaki tavırları incelenecektir. 

DP ve Varlık Vergisi 

DP Muhalefette İken. 

Varlık Vergisi Kanunu’nun 1943 yılında tasfiye edilmesinden sonra konu ilk kez 1946 yılında gündeme geldi. Çok partili demokrasi döneminin ilk milletvekili seçimlerinden önce Milli Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel’in bir konuşma sırasında köylülere okul inşa edebilmek için dört yüz milyon lira gerektiğini, normal bütçe ile bu yapılması istenirse elli yıl beklenmesi gerektiğini, bu parayı bulabilmek için köylüyü mükellef yapmaktan başka çare olmadığını söylemesi üzerine dinleyicilerinden birinin “bu gayet basit bir iştir. Yeni bir Varlık Vergisi 
çıkararak 400 milyon lirayı bir günde toplarsınız” demesiyle basında kısa süren bir tartışma başladı.2 Vâ-Nû Varlık Vergisi konusunda “arabayla lâf” söylenebileceğini yazdıktan sonra verginin savaş sırasında zenginleşenlere karşı konulduğunu, sosyal adaletsizliği önlemeye yönelik olduğunu, Varlık Vergisi bahane edilip başka vergilerin uygulanmasına mâni olunmamasını istedi.3 Azınlıklara hitap eden ve Fransızca yayımlanan bazı İstanbul gazeteleri ile Vâ-Nû’nun bazı gayri müslim dostlarının kendisine “Varlık Vergisini savunuyor” şeklinde eleştirilerde bulunmaları üzerine Vâ-Nû ırk, mezhep farkı gözetmeksizin sosyal sınıflar arasındaki farkları “yontucu” bir vergiyi savunduğunu, bundan söz edilince de bam teline basılmış gibi “vay tekrar Varlık Vergisi mi?” diye insanların yerlerinden sıçramalarını yadırgadığını yazdı. “Mehmetçik yırtık gömleğiyle rençber” gibi yaşarken “Bay veya Mösyö filanca” nın da kolay kazanılan milyonların sahibi kılınmamasını istedi.4 

Çok partili demokrasi döneminin ilk seçimlerden kısa bir süre sonra Yarın gazetesinde piyasada haksız yere tahsil edilen Varlık Vergisi’nin iadesi için hükümetin Amerikan şirketlerinden ve uluslararası Yahudi bankerlerden %2 faizli beş yüz milyon dolar borç para alacağını, bu para ile ihraç edeceği iç borçlanma tahvillerine benzer tahvilleri kendilerinden haksız bir şekilde fazla vergi alınanlara vereceğine dair söylentilerin dolaştığını, bu söylentiler sonucunda Varlık Vergisi makbuzlarının İstanbul piyasasında el altından binde on değer 
üzerinden satıldığı haberi yer aldı. Bunun üzerine Maliye Bakanlığı yayınladığı tebliğde bu haberi kesinlikle yalanladı.5 

Varlık Vergisi uygulaması azınlıklar üzerinde unutulmaz bir anı bıraktı ve gündeme getirildiği her fırsatta CHP eleştirildi. Bu tavrın ilk örneği 1946 yılında DP’den İstanbul milletvekili seçilen Salamon Adato’nun 1948 yılının Eylül ayında DP Kuledibi Semt Ocağı’nın yıllık kongresinde yaptığı konuşmaydı. Salamon Adato’nun sözleri şöyleydi:6 

“İspanya’da zulüm ve baskıya uğradığımız sıralarda asîl ve necîb Türk milleti bize kapılarını açmıştı. Bugünkü iktidar partisi ise bir zamanlar maalesef vatandaşlar arasında farklar yaratmağa başlamıştı.(...) meşhur Varlık 
Vergisi ile ocaklarımızı yıktı, bizi vatan hizmetine çağırdığı zaman temiz duygularımızı ihlâl etti. Çünkü bize silâh yerine kazma kürek verdi, askerî talim yerine toprak kazdırdı. Salamon ve Jak şirketine ait evraklar aylarca 
çekmecelerde bekletildi. Fakat asîl Türk milleti bunlara tenezzül etmedi. Artık kazma değil silâh verilecek, artık toprak kazdırılmıyacak, vatan vazifesi için lâzım gelen talim ve terbiye yapılacaktır.” 

Salamon Adato’nun bu konuşmasına ilk tepki CHP İstanbul Bölgesi Müfettişi Dr. Sadi Irmak’tan gelecekti:7 

   “Milletvekili arkadaşımın İspanyada zulüm görmüş olan Museviler hakkında aziz Türk milletinin gösterdiği semahati övmesi ne kadar yerinde ise, Halk Partisinin bir zamanlar, ekalliyetlere karşı farklı muamele yapmış 
olduğunu iddia etmesi de o kadar isabetsizdir. Bu politika tahrikini elbette vatandaşlar kavramışlardır. Sayın arkadaşım bilir ki, Demokrat Partinin kuruluşundan yıllarca evvel ekalliyetlere, mebus olmak hakkı da dahil 
olduğu halde, bütün vetandaşlık hakları Türk kanunları ve Anayasası ile sağlanmıştır; bunu da yapan Halk Partisidir. Eğer şu veya bu idarî muamelede aksaklıklar olmuşsa bu, bürokasi cihazımızın noksanlarından ileri 
gelmiştir. Siyasi propaganda yaparken vatandaşlarımızı dinlerine göre, sınıflara ayrılmış gibi göstermekten ve ayrı bir ekalliyet varmış gibi bir fikir ileri sürmekten çekinelim” 

Bir diğer tepki Edirne’den geldi. Edirne Postası’nda yayımlanan bir makalede Adato ağır bir şekilde suçlandı:8 

“Salamon Adato, Türkiye Büyük Millet Meclisinin bir üyesi gibi değil, bir Siyonist misyoneri gibi konuşmaktadır. 

Salamon Adato, bir Türk partisi olan DP.’li gibi değil, azınlık davâsı ihdas etmek ister gibi söz söylemektedir. Salamon Adato, Devlet makanizmamızı, topyekûn itham altında bulundurmaktadır. Daha dün denecek bir yakın geçmişte, bütün medeniyet dünyasının gözü önünde, bizim de yüreklerimizi sızlatan 
vahşiyane muamelelere maruz bırakılan Yahudi unsurunun, tek huzur ve selâmet, hattâ refah diyarı Türkiye olduğunu nekadar çabuk unutmuş oluyor?... Türk milletinin, geniş müsamahasını kötüye kullanmak demek olan 
bu sözlerin, yurdun hakiki sahibi olan Türk milletinin kalbine saplanan birer zehirli ok olduğunu idrakten eğer kendisi mahrum ise, hiçbir Türkün böyle düşünmiyeceğine inanmış olması icap eder." 

Edirne Postası’nın bu eleştirisine cevap veren Yahudi gazeteci İzak Yaeş Varlık Vergisi ve askerlik hizmeti sırasında gayri müslimlere silâh yerine kazma kürek verilmesinin gerçek olduğunu, demokratik bir Türkiye’de bir muhalefet milletvekilinin bu olayları eleştirmesinin neden hayret ve siyonistlik suçlamasıyla karşılandığını anlamadığını, demokratik zihniyetin yerleşmesi gerektiğini belirtti.9 

DP İktidar Olduktan Sonra 

DP’yi iktidara getiren 14 Mayıs 1950 milletvekili seçimlerinde Salamon Adato tekrar İstanbul milletvekili seçildi. DP’nin iktidar olmasıyla birlikte Varlık Vergisi tekrar gündeme geldi. TBMM’de konuşan DP İstanbul milletvekili ve İstanbul Tüccar Derneği Umumi Kâtibi Ahmet Hamdi Başar CHP iktidarının Türk vatandaşları arasında hainane bir tefrik yarattığını, 

Türkiye’nin dünya kamuoyu karşısında çok hacil [utanç verici] bir mevkie düştüğünü izah etti ve “artık bundan sonra bir şekilde bir ortaçağ devri sisteminin bir daha tatbik edilmeyeceğinin ilan edilmesini istiyorum” dedi.10 Başar’ın bu konuşması üzerine Yahudi cemaati avukatlarından Mahir Ruso, Ahmet Hamdi Başar’ın Varlık Vergisi Kanunu’nun yürürlüğe girdiği günlerde yayınladığı Varlık Vergisi’ni haklı bulan makalesini hatırlattı,11 Başar’da 
görülen değişimin DP’nin iktidara gelmesinden kaynaklanmayıp Yahudiler hakkındaki antisemit fikirlerinin değişmesinden ileri geldiğini ummak istediğini belirtti.12 

Maliye Bakanı Halil Ayan ise bu konuşmaya cevaben Varlık Vergisi dolayısıyla meydana gelen zararın Türkiye’nin içinde bulunduğu iktisadi koşullardan ötürü hiçbir şekilde tazmin edilemeyeceğini belirtti.13 DP iktidar olduktan sonra basında azınlıkların devlet memuru olarak çalışmalarına imkân verecek bir kanun tasarısının hazırlandığı haberi yer aldı.14 Bunun üzerine Türk Yahudi basınından Şalom gazetesi şu yorumda bulunacaktı:15 

“Eğer bu haber gerçekleşirse, hiç şüphe yok ki Adnan Menderes Hükûmeti bu memlekete yapabileceği iyiliklerin en büyüğünü yapmış olacaktır, şimdiye kadar gayri müslim vatandaşlara kıymet verilmiyordu, her ne kadar Anayasa hükûmleri dairesinde eşit muamele gördüyse, resmi memuriyete giremezdi hatta en ufak memuriyetlere bile, halbuki eskiden gayri müslim vatandaşlardan Nazır olanlar bile varmış. Anayasanın 88inci Madde şöyledir; Türkiye de din ve ırk ayırd edilmeksizin vatandaşlık bakımından herkese <Türk> denir. 

92 inci Madde de şöyledir: Siyasî hakları olan her Türkün yeterliğine ve hakedişine göre Devlet memuru olmak hakkıdır.. 

C.H.Partisi Hükûmetleri daima yüksekten baktıkları için Anayasının bu sarıh maddelerinin tatbik etmekten ihmal etmiş dolayisile gayri mülim vatandaşları da bu maddelerden şimdiye kadar istifade edemediler. C.H.Partisi Hükûmetleri gayri müslim vatandaşlara daîma üvey evlat gözüyle bakmıştır, en büyük misali meşhur varlık vergisidir, sanki bu vergiyi gayri müslim vatandaşları ezmek için çıkarılmıştır, bu vergi yüzünden yüzlerce vatandaş perişan olmuştur! Bilmem bu vergiyi çıkaranlar şimdi vicdan azabı duymuyorlar mı? Bütün bu haksızlıkların düzeltilmesi Demokrat Parti Hükümetinin omuzlarına yüklenmiştir. Tam demokrat bir başbakan olan Sayın Adnan Menderes, yukarıdaki Anayasının maddelerini tabik mevkine koyacağına ümit ederiz bunu D.P. den bekliyoruz” 
Seyhan bağımsız milletvekili Sinan Tekelioğlu’nun Varlık Vergisi’nin tarhı sırasında yapılan yolsuzluklar ile ilgili sözlü soru önergesi üzerine dönemin Maliye Bakanı Halil Ayan 

TBMM’de yaptığı konuşmada Sinan Tekelioğlu’nun gerçekten acı bir konuya değindiğini, verginin her açıdan büyük bir haksızlık olduğunu ve devlet maliyesi kavramı ile de hiçbir ilgisi olmadığını belirtti. Sinan Tekelioğlu cevabın kendisini tatmin etmediğini, verginin âdil olmayıp o tarihte yolsuzluklar yapıldığını, tarh edilen bazı vergilerin tahsil edilmediğini, bazı kişilere dost muamelesi yapıldığını belirtti.16 Milliyet gazetesi başyazarı Ali Naci Karacan’a göre Varlık Vergisi faciasının dedikodu tarafının kurcalanması hiçbir fayda getirmeyecekti, 
ancak hangi partiye mensup olurlarsa olsun, vergiden dolayı ağır bir şekilde zarara uğrayan vatandaşların mağduriyetlerinin devlet tarafından düzeltilmesi gerekiyordu.17 Konunun tekrar gündeme gelmesi üzerine Şalom başyazarı verginin %25’i ödendikten sonra af çıktığını, bu arada birçok küçük esnaf ve memurun varını yoğunu satarak vergiyi ödediklerini, bunların sayılarının verginin %25’ini ödeyenlerden fazla olduğundan özellikle küçük memurların büyük haksızlığa uğradıklarını ve verginin iadesinin birçok Yahudi ailenin evine neşe 
katacağını yazdı.18 Bu tartışmalar devam ederken Varlık Vergisi’nden mağdur olan mükelleflerin mallarını mahkeme kararı ile geri almaya çalıştıkları ve bu amaçla bir avukatlık şirketi kurdukları haberi basında yer aldı.19 Varlık Vergisi konusunda olumlu yaklaşımı olan bir diğer gazeteci adı 6-7 Eylül 1955 Olayları sırasında gündeme gelecek olan Hürriyet yazarı Hikmet Bil’di. Bil sütünunda bir gayri müslim tezgâhtardan dinlediği hazin bir hikâyeyi şöyle aktardı:20 

“Benim Taksim’de 50000 Liralık modern bir madeni eşya fabrikam vardı. Buna 60000 Lira Varlık Vergisi koydular. Ödememe imkân yoktu. Bir ay müsaade edin, malımı değeri fiyatına satayım, vergimi ödemeye çalışayım dedim. Olmaz dediler ve fabrikamı  haraç mezat 15000 Liraya sattılar. Borçlu kalmıştım. Beni de Aşkale’ye sürdüler sonra döndük. Değil fabrikam evde üstüne yatacak bir minderim bile kalmamıştı. Yaşım da ileriydi. Bütün bir ömür mahsulu olan fabrikam yeniden kuramazdım. Bu dükkâna çaresiz tezgâhtar diye girdim. 
Haydi hepsi geçti diyelim, ya dün evime gelen, benden Varlık Vergisi senesinin kazanç vergisini istediler dersem inanır mısınız? Her şeyimi siz sattınız, neyim kaldı ki kazancımı istiyorsunuz, dedim. Memur ne yapabilirdi ki?, bana, 

-“Bak, dedi, gözüme ortada bir kırık sandalya ilişiyor. Bu haciz kanunun dışında kalır. Yani haczedip satabiliriz. 
Aşağıdaki kiracı madamı çağır, bunu kendisine bir liraya satmış olalım. Parasını Madama sen verirsin, bari iş yapmış oluruz, formalite de dolar. 

Öyle yaptık, kırık sandalyeyi de güya sattık.” ve “bu feci hikâyeye bir kelime dahi eklemeyeceğim. 
Sadece bizi bir hukuk devleti olmaktan uzaklaştıran, dünyaya rezil eden ve bunun gibi benden sonraki nesillere de bu hikâyeleri dinletmeye sebep olanlara” “Allah’tan bulun e mi?” diyeceğim” yorumuyla yazısına son verdi. 

Varlık Vergisi tartışmasının gündemde yer etmesi üzerine CHP milletvekili İsmail Habib Sevük 1943 yılının Mart ayında Parti Meclisi’nde yaptığı konuşmasında vergiyi eleştirdiğini ve parti milletvekilleri tarafından uzun uzun alkışlandığını belirtti.21 Bu tartışmalardan cesaret alan Yahudi Cemaati avukatlarından Kemal Levent TBMM’ne verdiği dilekçeyle Varlık Vergisi haksızlığının düzeltilmesini ve verginin iadesini talep etti.22 1951 yılının Mart ayında basında Seyhan bağımsız milletvekili Sinan Tekelioğlu’nun Varlık Vergisi’nin mükelleflere iadesi hakkında bir yasa teklifi hazırladığı ve buna dönemin azınlık milletvekilleri Salamon 
Adato, Ahilya Moshos, Vahram Andre’nin destek verecekleri haberinin yer alması üzerine adları geçen milletvekilleri bu haberi tekzip etti.23 

Varlık Vergisi Faciası kitabının yayımlanması 

1951 yılının Mayıs ayında 1942-43 yıllarında İstanbul Defterdarı olarak görev yapan Faik Ökte anılarını Varlık Vergisi Faciası başlığıyla yayımlandı ve basında büyük yankılar yarattı. Kitabın kısa bir özeti önce Son Saat gazetesinde yayımlandı.24 Kitabı yayımlayan Nebioğlu Yayınevi ön sözde 1951 yılında kamuoyuna hâkim olan havayı şöyle özetledi:   “ Muhtelif çevrelerde hâkim olan kanaata göre artık Varlık Vergisi tarihe mal olmalı ve unutulmalıdır: 
yaraları tazelememek için tekrar konuşulmamalı, bu hususta bir şey yazılmamalıdır.”25 

Anıların yayımlanmasından sonra ilk tepki En Son Dakika yazarı Yekta Ragıp Önen’den geldi. Önen, Faik Ökte’nin davranışının doğru olmadığını, kendisinin de dönemin icraatından sorumlu olduğunu, başkalarını suçlama yerine o tarihte görevinden istifa etmesi gerektiğini yazdı.26 Şevket Rado ise kitaptaki bilgilerin ancak “dedikodu meraklıları”nı ilgilendireceğini yazıp şu yorumda bulunuyordu:27 

“Memleketimizin itibarına esasen zarar vermiş olan Varlık vergisinin, aradan yıllar geçtikten sonra tekrar günün mevzuu yapılması itibarımızın bir kere daha kırılmasına sebep olmuştur. Bu kitap yabancı dillere çevrilecek ve aleyhimizdeki şiddetli neşriyatın yeniden başlamasına sebep olacaktır. Bunun memleketimizde de bir facia olarak kabul edilmiş olması tekrar edilmemesinin teminatıdır. 
Bu itiraf kitabının niçin yazıldığı da pek anlaşılamamaktadır. Adaletsiz olduğu açıkça bilinen böyle bir vergiyi adaletsiz olduğunu bile bile tatbik eden herkes, sadece istifa etmediği için kendisine düşen asıl vazifeyi yapmamış sayılır. Eğer kanun fikri ortaya atıldığı zaman buna taraftar olmayan Maliye Vekili, taraftar olmadığını söylediği halde bunu tatbika memur edilen İstanbul Defterdarı birkaç milletvekili, birkaç maliye müfettişi açık açık istifa edeceklerini ihsas etselerdi bu adaletsiz vergi yürürlüğe giremezdi.” 

Son Posta yazarı Selim Ragıp Emeç’e göre verginin uygulanması sırasında vatandaşların “müslim”, “gayri müslim”, “Dönme” sınıflarına ayrıldıklarının itiraf edilmesi toplumda en az Varlık Vergisi kadar ağır bir yara açmıştı. Bu kitabın yayınlanmasıyla Türkiye Cumhuriyeti toplumu bulandırmak isteyen bir manevra ile karşı karşıya idi.28 Zaman gazetesi Faik Ökte’yi “vatandaşları birbirine çekiştirmekle” görevlendirilmekle, “vatan hissi” sahibi olmamakla suçladı,29 devlet sırlarını ifşa etmekten ötürü savcılığa ihbar etti.30 Ercümend Ekrem Talu’ya göre üzerinden zaman geçmiş acı bir olayı tekrar tazelendirmek kamuoyuna hizmet değil bilâkis zarardı. Kitap toplumun muhtelif unsurları arasında kapanan yaraları deştiğinden ahenk bozucu bir yayındı. Faik Ökte’nin görevi sırasında yaptığı hatanın affedilecek bir yanı yoktu. 

  Bu kitabı yayımlamakla da aynı hatayı tekrarlamıştı.31 Kitabın yabancı elçilikler tarafında toplu miktarda satın alındığına dikkati çeken gazeteci Nusret Safa Coşkun, Faik Ökte’nin kapanmış bir konuyu tekrar deşerek gayri müslim vatandaşları müslüman vatandaşlar aleyhine tahrik ettiğini yazdı. Coşkun’a göre İstanbul’da azınlık seçmenlerin sayısının önemli olması nedeniyle kitabın amacı güçlenen CHP’nin prestijinin sarsılmasıydı.32 

Adalar Gençlik Kulübü Başkanı Ahmet Arif Meriç, Faik Ökte’ye ağır ve hakaretamiz bir üslûpla saldırdı. Meriç Türkiye’nin “öz evlâtları”nın yüz yıllardan beri “kan vergisi, mal vergisi vermiş her hususda perişan” olduklarını ve hiçbir zaman ağızlarını açmadıklarını, buna karşılık Türkiye’nin ayakta durabilmesi için “yardımda bulunan bazı varlıklı efendiler”in verdikleri “üç beş kuruş” dolayısıyle Varlık Vergisi’ni ödedikleri günden bu yana söylenip durduklarını yazdı. Arif Meriç, Türkiye’nin efendisi köylü olduğuna göre hep öyle kalması gerektiğini, artık “İstanbul’da sefahat, Anadolu’da sefalet” olamayacağını yazdı. Faik Ökte’yi 
“Varlık Vergisi kanununun sırlarını alçakça pazara çıkarmak”la suçladı. Ökte’ye “sen bu memleketin çocukları gibi düşünmüyor ve bu vatanı bizler gibi sevmiyorsun” suçlamasında bulundu ve şayet “damarlarındaki kan da bizim kandan bulunsaydı bu Varlık Vergisi eserini yazmaz ve böylece alçaklaşmaz ve has Türklüğün karşısına da böyle iğrenç ve hain sıfatınla çıkmazdın” diyerek kitabına son verdi.33 Cumhuriyet yazarı Doğan Nadi ise tepkisini şöyle 
dile getiriyordu:34 

    “ Meşhur Varlık Vergisi sırasında İstanbul’da defterdar olarak bulunan Faik bilmem ne-Bey ‘Varlık Vergisi Faciası’ diye bir kitap çıkarmış. Bir defa ne hakla? Bu facianın baş rollerin den birini oynadığı için mi? Yoksa ‘Nasılsa bu rolü oynadım, affedersiniz’ mi demek istiyor? Hepsi saçma. Evvela bu bir facia değil, bir milli ayıp, bir milli rezalettir. Bu kirli işin başında bulanan İsmet İnönü, Şükrü Saraçoğlu, Fuad Ağralı ve eserin müellifi Faik bilmem ne-Bey gibi adamlar ‘hıyaneti vataniye’ cürm ile mahkemeye verilmelidirler. 
Bütün bir dünyaya karşı Türkiye’yi yerin dibine geçirdiler. Böyle basit bir kitap bu muazzam kepazeliğin kefareti olamaz. Bir parça akıllı insanlar iseler sussunlar. Meclis’e girmek, eser neşretmek şöyle dursun, hatta sokakta bile vatandaş huzuruna çıkmaktan çekinsinler!” 

Eski Maliye Müsteşarı Esad Tekeli’ye göre kitabın yayımlanma nedeni Faik Ökte’nin ihtirasıydı. Tekeli’ye göre yurtdışında yaşayan eski Türk vatandaşı azınlıkların Türkiye aleyhine gerçekleştirdikleri eylemlerde kitabı kullanacaklardı. Onlara yeni bir saldırı fırsatı ve imkânı verecek ve yabancı dillere çevrilmesi ihtimali olan bu kitap bir iftihar vesilesi değildi.35 Akşam’a göre yeniden alevlenen bu Varlık Vergisi meselesinin ortaya atılmasıyla “bir kül olarak Türk milletinin ve Türk idaresinin prestiji” tehlikedeydi ve konunun söndürülmesi gerekiyordu.36 

Faik Ökte’nin Cevabı 

Faik Ökte Vatan ve Son Posta gazetelerine yolladığı mektuplarda şahsına yönelik eleştirileri şöyle özetledi : 

a) Varlık Vergisi kötü bir hâdiseydi, geçmişte kaldığından, tekrar ortaya atmanın bir yararı yoktu, 
b) bazı devlet sırları açıklandığından kitabın yayınlanması doğru değildi, 
c) vergiyi uygulayanlar arasında kendisi de yer aldığına göre neden o tarihte görevinden çekilmemişti? 

Geçmişte kendisinin yaptıklarını niye bugün eleştirmekteydi? 

Faik Ökte özetlediği bu eleştirilere şu cevapları verdi: 

a) Varlık Vergisi unutulmamıştı. Olay sadece zamanla kabuk bağlamıştı. Bu tür yaralar ancak üstleri açılarak ve deşilerek tedavi edilebilirdi. Geçmişteki hataların tekrarlanmaması için bu tür olayların üstlerini örtmeye kimsenin hakkı yoktu; 

b) Devlet sırlarının açıklandığı iddiası geçerli değildi zira vergi alenî bir olaydı. Dahası yabancı elçiliklerinin Türkiye’de yerleşik yabancı uyruklulara tatbik edilen Varlık Vergisi hakkında verdikleri yüzlerce nota devlet arşivlerinde mevcuttu. Unutmak istediğimiz bu olaydan dünyanın bihaber olduğunu zannetmek hatalıydı; 

c) Varlık Vergisi uygulaması sırasında neden istifa etmediği konusunda eleştiri getirenler kısmen haklıydı. Genç bürokratlar inanmadıkları bir davaya sürüklenmemeliydiler; 

d) Anılarının yayımlanmasından sonra Varlık Vergisi’nin adının bile sarf edilmesine tahammül edemeyen gazeteciler 1942-1943 yıllarında gazetelerinin başlarındaydı. Hacizler, satışlar ve sürgünler gözlerinin önünde yapılmıştı. Bu gazeteciler o yıllarda uygulamayı şayet onaylamıyorlar sa  sessiz kalarak görevlerini yerine getirmemişlerdi. Ökte bu gazetecilere neden kalemlerini kırıp mesleklerini terk etmediklerini sordu. Şahsını aklama arzusunda olduğu iddiasının yanlış olduğunu, yapmak istediğinin üzerinde ince bir kabuk olan bu yaranın deşilip temizlenmesi olduğunu ekledi.37 


2 Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.

***

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder