Kürtler etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Kürtler etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

28 Aralık 2020 Pazartesi

KÜRTLERİN İFADE VE ÖRGÜTLEME ÖZGÜRLÜĞÜ TEHLİKEDE

KÜRTLERİN İFADE VE ÖRGÜTLEME ÖZGÜRLÜĞÜ TEHLİKEDE

Feyzi Çelik ÇÖZÜMÜN UÇURUMUNDAKİ SÜREÇ VE KÜRDİSTAN 30.01.2014 Kürtlerin ifade özgürlüğü ve örgütleme hakkı hep engellendi. KCK adı altında yapılan operasyonların öncelikli hedefi Kürtlerin haklarını bireyselliğe hapsedip kolektif haklarını engellemektir. Üstüne üstlük bunu devletin şiddet aygıtlarını (arama, yakalama, tutuklama, tecrit) kullanarak yapıyor. Devlet, Kürtlerin kolektif haklarını engellerken, onlara karşı kolektif cezalandırmaktan vazgeçmiyor. Tamamen düşmanca bir anlayışla bir suçlama konusunda araştırma yaparken suç ve cezanın şahsiliği ayaklar altına almaktadır. Örneğin yakalama amaçlı arama kapsamı hukuka aykırı bir şekilde en az 9-10 kişinin yaşadığı evin her yeri aranmakta, suçlama ile ilgili olmayan kişilerin kişisel eşyası, kitapları ve bilgisayarlarına el konulmaktadır. Ortada suç belirtisi olmadığı halde, sırf Kürtlerin yasal örgütlerinde yer aldıklarından hareketle telefonları dinlenmekte, bulundukları ortamları izlenmektedir. Öncelikle soyut bir suçlama oluşturulmakta sonradan o suçlamaya uygun delil arayışına girilmektedir. En çok başvurulan yollar ortam dinlenmesi, teknik takip ve iletişimin dinlenmesi ve kayıt alınmasıdır. Bunlardan ortam dinlenilmesi keyfiliğe en açık yöntemdir. Hedef bir yer olduğu için rastgele bir kişi adı kullanılıp o kişinin adına mahkemeden karar çıkarılmakta, karar çıkarıldıktan sonra en azından bir ay boyunca bir kişi hakkında alınan kararla yüzlerce kişinin bulunduğu ortam dinlenilerek delil elde etme yoluna gidiliyor. Onların gözünde bir Kürt hakkında karar alınması diğer Kürtler hakkında da karar alınması anlamına geliyor. İşin ilginç bir yanı da çoğu zaman hakkında ortam dinlenmesi kararı verilen kişinin o ortamda bulunmasına gerek de duyulmuyor. KCK İstanbul Ana Davasında böyle çok karar ve ortam dinlenmesi vardır. Yasalara göre teknik takip ya da ortam dinlenmesi kararı kimin hakkında alınmışsa onun hakkında uygulanmalıdır.
Hakkında karar alınan kişi o toplantıda bulunmuyorsa o ortam dinlemesi hukuka aykırı olur. Bu fark edildiği halde aynı kararla değişik günlerde izleme yapılmaya devam ediliyor ya da izleme kararı yenileniyor. Her defasında 1-3 ay şeklinde uzatılmasına karar verildiği düşünüldüğünde 20'den fazla kez uzatma kararları verildiği de dikkate alındığında bu uygulama yıllarca sürebilmektedir. Normalde ortam dinlenilmesi kararı alınması için suç işlendiğine dair kuvvetli suç şüphesini gösteren deliller olmalıdır. Başka şekilde delil elde etmek de mümkün olmamalıdır. Ondan sonra ortam dinlenmesi kararı alınabilir. Genel olarak KCK dosyalarında soyut bir söylemle "KCK üst düzey yöneticilerinin o toplantıya katılacakları" iddiasına dayanılıyor. Bütün teknik takiplerin gerekçesi budur.

Bunun gerçekle bir alakası yoktur. Çünkü polis gerçekten o toplantıya katılanların KCK üst düzey yöneticileri olduğunu biliyorsa baskın yapıp yakalama imkanına sahiptir. Aslında polis, kendisi de bunun gerçek olmadığının farkındadır. Buna rağmen her teknik takibin gerekçesi bu oluyor. Soruşturmanın yönünü polis belirlediği için savcı ve hakimi kolayca ikna edebilmektedir. Polis ne diyorsa doğrudur anlayışıyla hareket eden savcı ve hakimler nasıl gerekçesiz arama, teknik takip kararları veriyorsa aynı şekilde tutuklama kararları da verebiliyorlar. KCK davalarında görülen önemli bir ihlal de kişisel bilgilerin ve yazılara el konuluyor olmasıdır. Bunların içinde günlükler, mektuplar, kitaplardan el yazısıyla yapılmış alıntılar çoğunluktadır.
Bunlar döküman adı altında alınmakta, okunmakta, yorumlanmaktadır. Çoğu zaman aleyhte delil olarak kullanılmaktadır. Oysa bir kişinin kendi özel defterine yazdığı yazılar bir başkasıyla paylaşılmadıkça burada yazılı olanlar ifade özgürlüğü kapsamındadır. Kişi nasıl ki, kafasında her türlü düşünceyi taşıma, oluşturma hakkına sahipse bu düşüncesini yazıya dökmesi, resim yapması da aynıdır. Defterler, ajandalar araştırılıyor özellikle el yazıları ne varsa el koyun emri verilmiştir. Örneğin gazetecinin haber taslağını yazdığı bloknot, bir BDP'linin okuduğu kitaplardan yaptığı alıntılar dahi suç delili olarak görülmüştür. Bir kağıt parçasının belge düzeyine gelebilmesi için hele silahlı örgütle ilgiliyse bu kağıdın başka bir örgüt üyesine iletilmek üzere hazırlanması gerekir.
İçeriğinin yazışma/haberleşme şeklinde olması gerekir. Devlet, kendisi koyduğu kurallar uymuyor, suç olarak tanımlanmış hususları idari/polis kararıyla ağır suç kapsamına alabiliyor. Kişilerin hukuksal güvencesi ayaklar altında bunu dile getirmek de ayrı bir suç kabul edilerek suç duyurusuna konu olabiliyor. Avukatlar da bundan nasiplerini alarak kişilerin savunma hakkı da kolektif bir şekilde engelleniyor. ***

KÜRTLERLE HEM MÜZAKERE HEM MÜCADELE(!)

KÜRTLERLE HEM MÜZAKERE HEM MÜCADELE(!)


Feyzi Çelik ÇÖZÜMÜN UÇURUMUNDAKİ SÜREÇ VE KÜRDİSTAN 16.01.2014 Ne oldu da 2009-2011 yıllarında ittifak halinde hareket eden AKP ile Cemaat kavgalı hale geldi? AKP/Cemaat ittifakı, bu dönemde Kürtlere yönelik bir konsept hazırladı. Bu konseptin finalinde Sri Lanka modeline benzer bir model vardı. Buna göre onların deyişiyle önce KCK adı altında Kürt Siyasal Hareketinin(KSH) tutuklama, gözaltına alma yoluyla tasfiye edileceği, bu tasfiye sonucunda sivri uçlar törpülenecek, geri kalanlar da devletin belirlediği ölçüde siyaset yapabilecek ti. Bunu sağladıktan sonra Roboski benzeri hava saldırılarıyla HPG’nin imha edilmesi, Avrupa kanadı olarak adlandırılanlara karşı da suikastler düzenlenecekti. Bu çabalar her alanda gerçekleştirilmeye çalışılsa da beklenen sonucu vermedi. Konseptin tamamlanması mümkün olmadı. Daha öncekilerinde olduğu gibi KSH hareketinin bitirilmesi bir yana daha da güçlendi. Tersi olmuş olsaydı, başka bir deyişle KSH hareketi yenilgiye uğramış olsaydı bu ittifak devam edecekti. Ne zaman başarısızlık ortaya çıktı o zaman ikili arasında ayrılıklar yaşanmaya başlandı. Daha önce HPG Askeri Konseyine yönelik imha operasyonunun bir benzerini yapıp zaferlerini ilan edecekleri anda yaptıkları operasyonun sonucu Roboski katliamı olunca dengeler sarsıldı. Hava saldırılarının düzenlenmesinden önce gerekli istihbaratın ABD tarafından sağlandığı da biliniyor. Unutulmaması gereken bir husus vardır o da: KSH’ne ne şekilde olursa olsun yapılan operasyona MİT katıldı/Cemaat katılmadı veya MİT Katılmadı/Cemaat Katıldı bakış açısıyla bakılmamalıdır. Ne olursa olsun bu operasyonlar T.C’nin en etkili siyasal gücü olan MGK’da kararlaştırılan operasyonlardır. Cemaat’in “Roboski istihbaratını MİT verdi, Ömer Güney MİT adına Paris Katliamını yaptı” konusunda belge yayınlamış olması bizi yanıltmamalıdır. Bu gün bu kirli operasyonlarını ortaya dökenler de bu işin içindedirler. Kendi aralarındaki kavga derinleştikçe bunları açığa çıkarmaya devam edecekler. Demek ki, bu operasyon kararları verilirken, uygulanırken onların da haberi vardı. Cemaate yakınlığıyla bilinen Emre Uslu PKK Askeri Konsey üyelerine yapılan saldırıdan sonra 20 Ekim 2011 tarihli yazısında "Amaç PKK’nın yenilip silinmesi değil. 'PKK yenilmez', 'Ordu Kuzey Irak’a giremez', 'PKK’ya bir şey yapamaz' anlayışını önce PKK liderlerinin, özellikle şahin kanadın, kafasına sokmak. Kürtlere de istersem ben bu örgütü bir paçavra gibi sallarım mesajı verilmek isteniyor." Diyerek bu anlayışını ortaya koymuş bulunmakta dır. Bu kadar açık iken cemaate yakın olanların bundan sadece MİT’i sorumlu tutup kendilerini bunun dışında bırakmasının bir anlamı yoktur. Cemaat eğer bu gün MGK, MİT belgelerini ortaya koyuyorsa bunun en önemli nedeni Öcalan’ın hükümetle MİT üzerinden görüşme yapmaya devam ediyor oluşudur. Dikkat edilirse Aydınlık Gazetesi 17 Aralık Yolsuzluk Operasyonundan bir gün önce 16 Aralık’tan başlamak üzere Öcalan’a ait olduğunu ileri sürdüğü sorgu tutanaklarını yayınlamaya başladı. İkinci yolsuzluk operasyonunun 25 Aralık 2013’te olduğu düşünüldüğünde her iki operasyon boyunca bu yayınlar devam etmiştir. MİT’in Öcalan’la görüşmesinin devam etmesi, BDP Milletvekillerinin Öcalan ve Kandil’le görüşüyor olması, MİT’in PKK’ye yönelik operasyonlar içinde yer almadığı anlamına gelmez. Bazıları, MİT’in Öcalan’la görüşüyor olmasını, Kürtlere yönelik operasyonların MİT’in değil de Cemaatin(Özellikle Emniyet İstihbaratı) faaliyeti olduğunu söylemiş olmaları yanıltıcıdır. Gerek Ömer Güney’in ses kayıtları gerekse MİT’ten çıktığı söylenen yazışmalardan anlaşılacağı gibi MİT, “Kürtlerle” hem müzakere hem de mücadele ediyor. Bu açığa çıkmıştır. 12 Mart 2012 tarihli Taraf Gazetesinde ifadesi yayınlanan PKK’ye sızmaya çalışan AFP Muhabiri/MİT ajanı M.Ö adlı kişi MİT’in Murat Karayılan’a suikast planları konusunda ayrıntılı bilgi vermiştir. MİT’in PKK yöneticilerine yönelik yok etme planları yeni olmadığı gibi halen de devam etmektedir. Burada önemli olan husus MİT’in PKK’nin içine kolayca sızabilmiş olmasıdır. Özellikle MİT aracılığıyla Öcalan’la görüşmelerin başladığı süreçte MİT’i adres gösteren çokça olgu olmasına rağmen Sakine Cansız cinayetinden sonra bunun barış sürecine yönelik bir provokasyon olduğu ileri sürülerek görüşmelerin devam ediyor oluşudur. Aynı durum Yüksekova’da iki Kürdün polis tarafından öldürülmesi olayında da söylendi. Aynı şekilde bu süreç içerisinde PKK tarafından gerçekleştirilen bazı eylemler de provokasyon olarak nitelenerek görmezlikten gelindi. Mevcut durumun sürdürülmesi halinde bunun Kürtlere büyük kaybettireceğinin çokça işaretleri vardır.
Öcalan’ın devlet tarafından adeta bir kamu görevlisi gibi görülüp görüşmelerin o çerçevede devam ediyor oluşu Kürt sorununun siyasi yönünün giderek zayıflamasına neden olduğu da görmemiz gerekiyor.
Siyasi aktörlerin muhataplıktan kaçınıp sorunu bir bürokrata yüklemiş olmasının sürdürülebilirliğinin koşulları kalmamıştır. Çok önemli aktörlerin, idari nitelikteki görüşmeler nedeniyle söz söyleyemez konuma gelişi Kürt siyasetini zayıf düşürmekte, toplumsal bağın zayıflamasına neden olmaktadır. Gerçek toplumsal bağlara sahip olan KSH bu şekilde kendisini zayıflatıp ilişkilerini lobivari ve grupsal format haline getirişinin getireceği çöküntü korkunç olabilir. Bir anda olabilecek kırılma ile KSH ile Kürt halkı arasındaki bağların kopuşu yeni ideolojik(İslami) yönelimlere alan açabilir. Kürt siyasal hareketinin DTK, Milletvekilleri, seçilmiş yerel yöneticileri olmasına rağmen en kritik an ve alanlar için İmralı’nın tutumunu bekliyor duruma düşüşü siyasi sefaletin boyutunu gözler önüne seriyor. Bunun ötesinde, seçimler döneminde adayların belirlenmesinde yaşanan lobi çalışmaları, arkadaşlık/dostluk ilişkileri üzerinden aday belirlemeleri bununla birlikte ele alındığında siyasetin toplumun hizmetinde olması gerektiği ilkesinden ne kadar uzaklaşıldığını gösteren başka bir örnek olabilir mi? 2011 Yılına dönecek olursak, Başbakan Erdoğan ile ABD Başkanı Obama arasında PKK konusunda sayısız görüşme ve açıklamalar yapılmıştır. Bizzat Obama, “PKK ile mücadelede Türkiye’ye yardım etmeye devam edeceğiz, Terörle(PKK) mücadeleyi birlikte yapacağız.” Denilmiştir. ECHELON Sistemi(Avusturalya, Kanada, Yeni Zelanda, Birleşik Krallık ve ABD’den oluşan bu sistemle dünya izleniyor, gemiler okyanuslarda seyir halinde, tüm iletişim araçları dünya çapında dinlenilmekte, kaydedilmektedir.) verileri Türkiye’nin hizmetine sokulmuştur. Buna PKK’nin Irak ve Avrupa’daki lider kadrolarına yönelik yapılacak suikast planları da dahildir.[1] AKP’nin Ortadoğu’daki politikasıyla ABD ile ters düşmüş olması ile Cemaat/AKP kavgası arasında doğrudan bir ilişki vardır. PKK’ye karşısında başarılı sonuç alınmayışında devletin yargısını elinde tutanlar bundan hukuki giderek siyasi sorumlu arayışına girerek bir iç hesaplaşma yoluna gittiler. Onlara göre, başarısızlığın kaynağında PKK-MİT görüşmeleri vardı. Onlara göre başarısızlığın nedeni MİT’ti. Kavganın MİT çerçevesi üzerinden yapılıyor olması bunun en önemli göstergesidir. Cemaat’in MİT’le kavgalı olması, buna rağmen MİT üzerinden Öcalan’la görüşmelerin devam ediyor olması MİT’in Kürtler için iyi, Cemaat’in Kürtler için kötü olduğu anlamına gelmez. Bu kavgada herhangi bir şekilde taraf tutmanın Kürtler için elle tutulur bir yanı yoktur. Geçmişte elbirliği etmiş bu iki yapı, Kürtleri kendi tarafına almak için çaba harcıyorlarsa bu kendi aralarındaki dengeyi bozmak içindir. Taraflardan birinin lehine oluşabilecek bir avantaj diğer tarafı kendisine katıp daha da güçleneceği unutulmamalıdır. Kendisine yönelik yolsuzluk operasyonu yapan savcı ve polis müdürlerini görevden alan hükümetin Yüksekova'da üç Kürdü öldürenler hakkında hiç bir işlem yapmayışı çifte standardı ortaya koyuyor. AKP'nin çabası "paralel" olarak nitelediği devlet görevlilerini tasfiye etmekten çok kendi kontrolüne koymasıdır. Bunu yaptıktan sonra daha da otoriterleşecektir. Bunun belirtileri Roboski köylülerinin demokratik eylemine sert müdahale eden jandarmaya hiç bir işlem yapmayışıdır. Aynı şekilde Gezi benzeri demokratik eylemlere müdahale ve yasaklamalar devam ediyor. Burada ilginç olan 17 Aralıktaki yolsuzluk operasyonuna dair sol ve sosyalistlerin yaptıkları demokratik eylemlere cemaatin uzak durmuş olmasıdır. Çünkü cemaat de iktidarı Türkiye'yi demokratikleştirme ve dönüştürmeden çok devletin içine girmek şeklinde ele alıyor. Kürtlerin büyük fırsatlar yakaladığı bu dönemde, Kürtlere bu fırsatların sonuçlarından yararlandırmamak için elinden geleni yapacakların eksik olmayacağının bilincinde olmaları gerekir. Cemaat’in siyasi iktidara başkaldırışı da başlı başına bir olay değildir. Muhakkak, AKP içinde önemli mevkilerde bulunanlarla bağlantısı vardır. Ortaya çıkmak için şartların olgunlaşmasını bekliyorlar. Belki birileri hükmü verdi de infaz için uygun anı bekliyorlar. [1] Prof.Dr.Mehmet Özcan, Terörün Matruşkası, s.20 vd., Hayat Yayınları İstanbul 2012 ***

25 Mart 2019 Pazartesi

Kürtler, PKK ve ABDULLAH ÖCALAN, BÖLÜM 2


Kürtler, PKK ve  ABDULLAH  ÖCALAN,  BÖLÜM 2 




PKK bölgedeki hadiseleri "KÜRDİSTAN DEVRİMİNİN ÇÖZÜM YOLU" isimli kitabında "MİLLİ DEMOKRATİK DEVRİM" olarak izah etmektedir. O halde TC düşmanının hareketine verdiği isme göre bir strateji geliştirmek ve uygulamak zorundadır. Milli ve Demokratik devrim aşamaları hedeflerin ve dost güçlerin aralarındaki ittifakları nedeniyle diyalektik bir birlik, uzun süreli tek bir stratejik aşama oluştururlar. Uzun bir süre içinde farklı dönemlerde devrimin milli veya demokratik yanı ortaya çıkar, diğeri ikinci planda kalır. Günümüzde PKK'nın iddia ettiği gibi sınıfsal planda bir mücadele mevcut değildir. Çok renkli siyasi yelpazemizin bir kanadı bu yönde büyük çabalar harcamaktadır.

"İşçi Botan elele, demokrasi kare me" sloganının altında yatan devrimin demokratik yanının atak çabalarıdır. APO aslında sınıfsal çizgide bir mücadelenin aptallık olduğunu bilmekte, sosyal demokrasi maskesi altına sığınmaya çalışmaktadır.

PKK, milli olma özelliğinden sonra demokratikleşme çabalarında harekelinin iç cephesine bağlı olarak, Türkiye'de kendilerini "Devrimci Demokrat" olarak tanıtan kesimle ölçülü bir şekilde flört etmektedir.

Türkiye şartlarında ortak hedefe yönelik olarak, Türk ile Kürt örgütleri arasında yapılacak ittifaklar Türk Devletine karşı savaşta büyük önem taşımaktadır. PKK'ya göre böyle bir ittifak için geçmişte ortaya çıkmış olan sert tavırlar engel teşkil etmemektedir.

12 EYLÜL 1980 öncesi PKK militanlarını "Tavuk Hırsızı" diye teşhir edenlerle 1988 yılında başlayan uzlaşma ve günümüzdeki işbirliği böyle bir anlayıştan kaynaklanmaktadır. Türkiye halen PKK'nın dayattığı özel savaş biçimine karşı geçmişte meydana gelen ve mahiyetleri feodal çıkar koruma olan ayaklanmalar
anlayışı içinde palyatif önlemlerle vakit geçirmektedir.

Türkiye, 1988 yılında PKK'nın dolaysız dış müttefıği olan Kürdistan Demokrat Partisini mülteci olarak almakla örgütün dolaylı yararlanabileceği Irak Devleti ile uzlaşmasını sağlamıştır. Artık, Türkiye Cumhuriyeti ile Irak devleti arasında hem KDP ve hem de PKK açısından bir çelişki mevcuttur. Bu çelişkinin Türkiye üzerindeki etkisi PKK tarafından beklenirken, Körfez Savasında Türkiye'nin
SADDAM yönetimine açıkça tavır koyması PKK'nın ekmeğine yağ sürüvermiştir.
Zaten, Türk siyasi yelpazesindeki çeşitli kesimlerin kendi aralarındaki çelişkileri ayrımcı Kürtçülük ile mücadeleyi çıkmaza sokmuşken bu durum işin tuzu-biberi oluvermiştir.

Irak Kürdistan Demokrat Partisi (I-KDP) çok uzun bir süre Irakta Kürdistan mücadelesine sağlıklı bir biçimde eğer Türkiye'nin müdahalesi olmazsa giremeyecektir. Kuzey Irak'taki Kürdistan mücadelesinde Kürdistan Yurtseverler Birliği (KYB-YNK)'nin esamesi bile okunmazken Türkiye'nin Celal TALABANİ'yi "İÇ GÜVEYİ" olarak tercih etmesi Kürdistan mücadelesinde PKK'nın önderlik sorunu platformunda bir adım daha öne geçmesini kolaylaştırmıştır. PKK güdümlü PARTİYA AZADİYA KÜRDİSTAN (PAK) her iki örgütün de tabanını elinden alarak çığ gibi Kuzey Irakta büyümektedir. Bu ve benzeri olaylar Türkiye'de başlangıçtan beri teorik yetmezlik ve kadrosuzluktan doğmaktadır. İçinde bulunan durum ilgili kurumların ve yetkililerinin Doğu ve Güneydoğu somutunda PKK hareketinin gelişim süreci diğer Kürt örgütleri ile alınması gereken önlemler üzerine sağlam ve seviyeli bir anlayışa ulaşmalarını
gerektirmektedir.

Bütün kurumlar teorik eksikliklerini gidermeden ve sürekli kendilerini yenilemeden ayrımcı Kürt Milliyetçiliğine ve APO Vampirine karşı mücadele geliştirebileceklerini sanmamalıdırlar.

Pratikte görülen; bölge koşullarının zorluğundan, yaşanılan ağır amatörlük ve ilkellikten ötürü bir kadro hareketinin gerekliliğidir.
Yurdun batısı Güneydoğu göçmenleriyle dolup taşmaktadır. PKK bunca insanın göçü sonucu ülkenin batısındaki çeşitli tabakaların daha geniş bir siyasal tablo çizmesi nedeniyle ittifaklar sorununa kolayca çözüm getirmiş durumdadır. Bu olgu aynı zamanda PKK'ya demokratikleşmeyi de sağlamaktadır. Olaylardan kaçarak batıya göç eden vatandaşlar, sadece PKK Ulusal Kurtuluş Mücadelesi Stratejisinin MEKAN faktörünün genişlemesine yardımcı olurlar. Halkın büyük bir kısmının PKK' nın yanında olmadığı iddiası Devletin yanında olduğunun
göstergesi olarak kabul edilemez. Özetle; PKK hareketinde demokrati-klikten önce milli olma vasfının gelişmesi temelinde klasik Kürtçülüğe verilen tavizler yatmaktadır.

Ulusal Kültür konusu, Türkiye'nin Milli sınırlarına hükmedecek bir ortak görüştür. Türkiye Cumhuriyeti'ne vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkes Türk' tür. Milli kültürün yöreden esirgenmiş olması Klasik Kürtçülüğü doğurmuştur. 

Cumhuriyetten bu yana Türkiye'de milli birlik konusunda çok seslilik
mevcuttur. Milli birlik, milli kültür ile sağlanır. 

Bu çok seslilik içerisinde Anadolu'daki kültür mozayiğinden bahsedilmekte, icad etlikleri mozayiğin taşlarının bugün olduğu gibi koparıldığını mozayiği icat edenler umursamamakta dır. Milli kültür dolayısı ile milli birlik, birkaç kendini bilmezin hemen birkaç günde ürettiği olgu değildir. Kültür olayı mevcut ekonomik yapının yansımasıdır. Ekonominin gelişimiyle sosyal, moral ve
geleneksel değerlerden milli kültür oluşur. Doğu ve Güney-doğu insanında da biz kabul etmesek de bu yönde bir kültür oluşmuştur. Bu bölgesel kültür ile insanlar yeni bir kimlik arayışı içine girmişlerdir.

Terörle mücadele bir demokrasi ayıbı değildir. Cereyan eden hadiselerin boyutları o kadar büyüktür ki; bu olaylardan çıkar bekleyen, belirli ölçülerde destekleyen bilgisiz ilgililer, siyasi çözüm önermek gafleti ve hıyaneti içersine bile girmişlerdir. Kırsal kesimde faaliyet gösteren PKK'nın askeri gücü etkisiz hale getirilmeli sade vatandaşın rahatlaması sağlanmalıdır. Bu yapıldığı takdirde yasa tanımayanlar yasalara sarılacak, demokrasiyi çiğneyenler demokrasi diye feryat edeceklerdir. PKK'nın silahlı propaganda birliklerini, gruplarını tek tek yok etmek pratikte mümkün değildir. Ama bunların da belli bir direnç noktaları vardır. O direnç noktası ortadan kaldırıldığı taktirde PKK'nın silahlı propaganda sını yok etmek mümkündür. Bu direnç noktasının % 50'si APO ise, % 30'u faaliyet sahalarını daraltmaktır. Geriye kalan %20 de topyekün bir karşı propaganda ve faaliyet organize edebilmektir.

Bu tedbirler Türkiye'nin demokratikliğine asla gölge düşürmeyecektir.
Tam tersine içte ve dışta saygınlığını artıracaktır.

PKK terörü iç ve dış propaganda odaklarını kullanarak aydınlarımızı giderek etki altına almakta ve onları angaje etmektedir. O halde aydınlarımızı gerçek bilgiler ile beslemek gerekmektedir. Her dönemin taktiği somut olarak ele alınmalı, hangi araç ve yöntemlerin kullanılacağı saptanmalıdır. PKK hareketine iki
buçuk eşkiya faaliyeti diyerek Türk milletini kandıranlar, yanlış zamanlarda, yanlış mekânlarda, yanlış araç başımıza gelen bunca hadisenin tek sorumluları dırlar.

Kürt insanı özellikle kırsal alanlarda PKK örgütünce sindirilmiş ve esir alınmıştır. Şehirlerde ise sosyal, kültürel, ekonomik nedenlerden dolayı sürekli bir bunalım içindedir. Bu bunalıma PKK terörü ve APO'nun yurt içindeki kan kardeşlerinin kışkırtmaları aşırı bir etki yapmaktadır.

Sindirilmiş insanları açlık grevine çekmek, yürüyüş ve mitinglere almak çok etkili propagandalar ve büyük çabalar gerektirmemektedir. Ayrıca feodal değerlerden dolayı toplumsal denetimin güçlü olması yüzünden, bir kişinin mitinge katılması veya dükkânının kepengini kapaması çevresindeki on kişinin de aynı tavrı göstermesine sebep olmaktadır.

Bu insanlar çevreleri tarafından korkak olarak tanımlanmamak için bu tür toplumsal olaylara katılmaktadırlar.

Eğer günümüzde bölücülük yapmak, itibar, şan ve şöhret kazandıra-biliyorsa ve kabul görüyorsa, üstelik bunun bedeli ağır değilse; şansız, namsız, itibarsız, işsiz-güçsüz ve toplumda kabul görmeyen herkes için bölücülük bir tutku demektir.
Dolayısıyla bölgede meydana gelen olayların mahiyetini tepeden tırnağa kadar bilmeden, halkın yapısını -araştırmadan "Bu insanlar sokaklarda ne arıyor?" diye soranlar, sorularına gerçek cevapları hiçbir zaman bulamazlar.
Güneydoğu'da Devlet çağdaş hukuk devletinin gereklerini yerine getirememekle dir. Güneydoğu'da hiç kimse kanun ve nizamlara uymak istemiyor. Kanun ve nizamı hakim kılmakla görevli olanlar işin üzerine gitmiyor. Neden?; Devlet kanun ve nizam hakimiyetini ne pahasına olursa olsun tesis edeceğine, kamu
yararı için, genelin çıkarı için düzeni bozanları hizaya getireceğine hesap veriyor.
Devlet, PKK ve onun Türkiye'deki legal görüntüleri olan kişi ve kurumların yaratmış olduğu bir provakasyon ortamında kendini aklamaya çalışıyor. Devlet; PKK, topal provakatör ve PKK'nın legal görünümü olan bir kuruluşa dürüstlüğünü kanıtlamaya çalışıyor, kendini yargılatıyor.

Bildiğimiz kadarıyla demokratik ve çağdaş hukuk devleti kamu vicdanı ve yasalar nezdinde kendisini yargılar.
Devlet halkına sahip çıkmalıdır. PKK'nın katliamlarında öldürülen Kürt insanlarının aileleri ne olmuştur?
Anaları, bacıları, çocukları şu anda neredeler ve ne yapıyorlar? Katledilen insanların geride bıraktıklarına ne yapılmıştır? Katliam günündeki ahlı vahlı ziyaretten sonra bir daha yanlarına gidilmiş midir?

Sakın ola ki hiç kimse şöyle bakıldı, böyle korundu demeye kalkmasın! Ölenlerin mezarı bile belli değildir. Binlerce sakat, zavallı kadın ve çocuk aç ve sefil bir durumda karşılarına dikiliverir. İki tane okul çantası, üç tane önlük, beş tane kara lastik ve on tane lolipop şekeri ile yaralar sarılmaz ve halk kazanılmaz.
Hele aşiret reislerine yüzmilyonlarca liralık demir, çimento ve biriket vermekle, yer göstermeden mezra ve köyleri göç ettirmekle hiç kazanılmaz. Önemli olan halkın köyünde, mezrasında ve kom'unda oturarak PKK'ya karşı silahlı
mücadele verebilmesidir.

İlgililer maksatlı güçlere hesap vereceğine Güneydoğu'yu bu hale getiren PKK ve PKK'ya karşı sözümona mücadele edenlerden hesap sormalıdır.
Evet, Güneydoğu Anadolu'da halk PKK'dan ve görevlilerin amatörlüğünden artık yaka silker hale gelmiştir.
Kürt kökenli yaklaşık 10 milyon nüfus içersinde, her yerde Kürtçe konuşmak isteyen, Kürtçe okumak ve yazmak isteyen, Türkiye'den koparak ayrı bir devlet kurmayı düşleyen beş yüzbin insan bile bulamazsınız.
"SERHİLDAN" denen insan kalabalıklarının bağırıp çağırdığı topluluklara dikkatli bakın, o eli taşlı sopalı insanların gözlerinde şimdilik sadece şımarıklık mevcut tur. Şımarık bir çocuğun büyüklerine karşı yaptığı bir yaramazlıktaki bakışlardır bunlar...
O şımarık nazarlar bir gün kin ve nefrete dönüşebilir. PKK bunun için vardır. Aldığımız sözümona tedbirler ile APO'ya yardımcı olmayalım!

Televizyona iki tane itirafçı çıkarıp konuşturmak kimseyi ikna etmemektedir. Yayınlanan yarışma ve müzik programlarıyla da bir yere varılamaz. OSMANCIK ve DUVARDAKİ KAN dizilerinin TV de gösterildiği yıllarda halkın kahve önlerin de biriktiğini Türkçe ve Kürtçeyi iyi bilen bazı kişilerin filmi seyredip Kürtçeye çevirerek kalabalığa anlattığını Şırnak, Cizre ve Silopi'de gözlerimizle gördük.
Evet, şimdi SERİHILDAN'ların ve PKK'ya katılımların en yoğun olduğu Nusaybin ilçesinde, Naim SÜLEYMANOGLU Dünya Halter Şampiyonu olduğu anda evlerden, dükkânlardan, sokaklardan bütün Nusaybin halkının avaz avaz bağırdığını görerek sevindik. Peki sonra nasıl oldu da aynı Nusaybin halkı,
aynı Cizre halkı kendi askerlerini taşladı, ne oldu da polis karakollarına saldırdı, polisleri sokak ortasında vurdu ?

Anlaşılan Türkiye Cumhuriyeti de; Büyük Britanya-İrlanda Kurtuluş Ordusu, İspanya-Bask Gerillaları temelinde bir alışkanlığa müptela edilmiş durumdadır.
Bölge halkı başlangıçta devlet otoritesine ve gücüne güvenmiş, kendisini devletin korumasına terk etmiş ve uzun süre sabrederek güvenlik güçlerinin terör belasını defetmesini beklemiştir.

Giderek kızışan silahlı mücadele içersinde; bölgeye yollar yapılmış, elektrik ve su getirilmiş, telefon santralleri kurulmuş, düşük faizli krediler dağıtılmış, bir Kürt Milleti ve Kürt Kültürü olduğuna dair resmi ağızlarca demeçler verilmiş, bu kültürün gelişmesini sağlayacak yani, o insanları ayrı bir millet yapacak her
türlü örgütlenme ve yayınlara prim verilmiştir. PKK çetelerini yok edemeyenler halkı kazanma adına ve halka rağmen teröre tavizler vermişlerdir.
Bütün bunlar yapılmıştır da ne olmuştur?

Halk teröristleri güvenlik güçlerine kulağından tuttuğu gibi teslim mi etmiştir, devlet yanlısı(!) sayısı mı artmıştır, ayrılıkçı düşünceler ortadan mı kalkmıştır, bölgeye huzur ve sükun mu gelmiştir ? Tavizkâr tutum karşısında bölge halkı can ve mal güvenliklerinin sağlanmasının mümkün olmadığını anlamıştır. Hiç bir
devletin ulusal felaket boyutlarındaki sorunlarına mukabil, vatandaşına rağmen başarıya ulaşması mümkün değildir. Doğu ve Güneydoğu insanı bu durumu sınama yanılma yöntemi ile kavramış durumdadır.

Ekonomik.kültürel sosyal yatırımlar gerilla baskısı yok edilmeden başlatılmış ve bölge halkı bu girişimleri PKK örgütüne taviz olarak algılamış; "Yatırım yaptırmanın yolu devlete silahla karşı gelmekmiş, PKK faaliyeti olmasaydı bu hizmetler getirilmezdi." fikri büyük bir yandaş kitlesi bulmuştur. Devlet, PKK
örgütünün Kürt insanının istek ve arzuları doğrultusunda organize olan bir örgüt olmadığı gerçeğinden ve bunun sağladığı avantajlardan istifade edememiştir. Halkın Devlete yabancılaşmasının ilk adımları bu şekilde atılmıştır.

Birbirleriyle iyi geçinme alışkanlığından yoksun, kendi komşusu ile
konuşmayan ve birbirine sırtını dönemeyen insanlara silah verilerek bütün bir köye koruma görevi yüklenmiş, Geçici Köy Koruculuğu (GKK) adıyla yarım ve eksik bir yapılanmaya gidilmiş, bu spastik teşkilat daha sonra "Bacasız Fabrika" olarak anılmaya başlanmıştır.

Bacasız Fabrika (!) nın halkın kazanılmasıyla hiç bir ilgisi yoktur.

Halkın kazanılması veya kaybedilmesi devletin halkı doğrudan ilgilendiren günlük problemleri çözüp çözememe sine bağlıdır.
Problem PKK olduğuna göre çözüm yollarından birisi de her ay devletin kesesinden ayda 39, yılda 468 milyar Türk Lirası götüren Geçici Köy Koruculuğu değildir. Halkın güvenceye ihtiyacı vardır. İhtiyaç duyulan güvence; gözle görünür etkili ve sürekli olmalı, halk bu güvencenin varlığını hissederek
geleceğinden emin olmalıdır.

Bu güvence başlangıçta güvenlik güçlerince sağlanır, daha sonra "Bölgesel Savunma Sistemleri" oluşturulur. Kitle bir öz savunma sistemine, kavuştuğunda başka çıkar yol bulamadığı için teröristlerin yanında yer almış insanlara devlet kuvvetleri tarafına geçme şansı tanınmış olur.

Prematüre ve spastik GKK teşkilatı ile bölge halkının eline silah alıp köyüne ve mezrasına gelen teröristi kovma veya yok etme imkanı ortadan kaldırılmış, terörle mücadelenin kavramları birbirine karıştırılmıştır.
Cereyan eden hadiselerin gereği olarak Kürt ilkel milliyetçiliği gelişmektedir. Kürt kökenli bir kısım aydınlar bu milliyetçiliğin etkisi altındadırlar. Bu aydınlar zengin ve yoksul olmak üzere iki ayrı kaynaktan yetişmektedirler. Zengin kaynaktan yetişenler en popüler olanlarıdır. Bunlar öteden beri ilişkileri bakımından daha güçlü olduklarından halk tarafından ilgi ile izlenirler. Zengin ve aydın olmaları nedeniyle bölgenin ekonomik ve sosyal ilerlemesine pekala büyük katkılar sağlayabilecek olan bu insanların bazıları genelde çıkarcı bir yaşamı tercih etmişlerdir.

Bu tercih rasgele bir tercih değildir. Toplumsal bir iç güdünün sonucu

olarak oluşmuştur. Tersi bir tercih; planlı, disiplinli, üretime dönük çaba isteyen, büyük fedakarlıklar gerektiren bir tercih olurdu.
Bu kişiler ilk önce isimlerini DDKO olaylarında duyurdular. 12 Mart Muhtırasıyla her şeyden ellerini çekip bir kenara oturdular. 1974lerden sonra ise DDKD, ÖZGÜRLÜK YOLU, KUK, RIZGARİ, gibi Örgütleri organize ederek büyük halk önderi pozlarını takındılar. 12 EYLÜL 1980 darbesini müteakip bir kısmı yurt dışına kaçtı, bir kısmı da yurt içinde kalarak lümpenleri. Uzunca bir süre ortaklıkta görünmediler ve 1984 yılında PKK eylemleri başladığında bile inlerinden dışarı çıkmadılar. Devletin gelip kendilerini götüreceğini zannediyorlardı. Hatta PKK ve eylemlerini kınayarak "Eğer bu eylemleri yapanlar
Kürt ise biz Kürt değiliz." diyorlardı. Eylemler devam ediyor fakat devlet kimseye elini sürmüyordu. 1987 yılında yavaş yavaş homurdanmaya başladılar, yasal bir takım makamları da işgal eden bu kişiler homurtularının tepki görmemesi, çevrelerinde prim yapması üzerine seslerini iyice yükselttiler ve yıllardır
yurt dışındaki bazı odakların böyle sesleri alkışlamak için pusuda beklediklerini gördüler. Korkak insanlar, meydanı boş buldukları zaman zaptedilemez bir cengaver kesilirler ve adeta korkuya olan öfkelerini korkusuz olanlardan çıkartırlar. İşte günümüzde Kürt insanı bu tür cengaverler tarafından baskı altına
alınmış durumdadır.

Abdullah ÖCALAN; "Halkımız korku duvarını aştı..." demektedir. Onun halk dediği korkusuzluk duvarını aşan bu asalak aydınlar ve onların yoldan çıkardıkları zavallılardır. Mevcut ortam tam bu kişilerin aradığı zahmetsiz, çabasız, şöhret ve servet kazanma ortamıdır. Türk ve Kürt insanı birbirine düşman edilmektedir. Bir aile içerisinde yaşayan iki kardeşten birisine azınlık damgası yapıştırmak için herşey yapılmaktadır. Kürt insanına azınlık statüsü sağlamak baş hedefleri olmuştur. Kısaca bu aydın(!) lar Kürt insanına kültürel yönden Türk milletinden ayrılma yolunda epey mesafe kat ettirmişlerdir. İçinde
bulunduğumuz süreçte sıra Kürtçe medya baskısıyla ayrılıkçı Kürt Milliyetçiliğini körükleyerek Türkiye Cumhuriyeti'nden siyasi sınırlarla Kürtleri ayırmaya gelmiştir.

Kimi zaman PKK örgütünden farklı bir yapıları varmış gibi davranan, kimi zaman Abdullah ÖCALAN'dan daha fazla PKK'cı, olan bu çok gelişmiş aydınlarımız (!) silahlı faaliyetlerin yaratmış olduğu kitle potansiyelini kontrol altına almışlardır.
Olayların başladığı 8 yıldan bu yana PKK örgütü kırsal kesimde artık eylem açısından bir kısır döngüye girmiş durumdadır. Artık İlçe saldırısı, askeri birliklere saldırı yeterli değildir. Bu nedenle Türkiye Cumhuriyeti'nin almış olduğu tüm sosyal, ekonomik ve kültürel tedbirleri reformize etmeye, TC'ni siyasal
çözüm zeminine çekmeye çalışmaktadır.

1992 NEVRUZ'unda ŞIRNAK ve CİZRE'de olduğu gibi, önümüzdeki günlerde kitle hareketleri giderek arttığı taktirde devlet, bu olayları dar bir alana hapsetme çabaları gösterebileceği gibi, olayların sosyal boyutunu ve doğan talepleri gözardı edemeyecektir. 21 MART 1992 olaylarını müteakiben durulmuş ve bir daha olmayacakmış gibi görünen kitle hareketleri, PKK örgütünün tahrikleri ve bu tahriklerin halk kitleleri üzerindeki yoğun siyasal etkisiyle meydana gelmiştir. Örgütün yönetim ve savaş gücü, güvenlik kuvvetleri tarafından işlemez hale getirilememiştir. PKK'nın "Devrimci Şiddet"i ve kullandığı özel savaş yöntemleri bölge insanını pasifize etmiştir. PKK bu bağlamda 8 yıl sonra teşhis edilebildiği
halde halen tecrit edilmiş değildir. Şimdilik silahsız miting ve yürüyüşler gerçekleştirilmekte, bu miting ve yürüyüşlere PKK dışında masum Kürt istekleri havası verilmektedir. PKK, kitle hareketlerinin uzun süre silahsız olarak devam etmesinin toplumu uyuşukluk ve bıkkınlığa sevk edeceğini, bütün ayaklanma şartları gelişmeden silah kullanılması halinde de kolaylıkla bastırılacağını iyi bilmektedir. Fakat, küçük şehir eylemleri ve toplum olayları, tüm kitleyi basitten karmaşığa doğru, giderek halkın da silah kullanacağı eylemlere dönüşebilir. Üstelik "silah kullanılmadı, askere-polise saldırı olmadı, o halde yürüyüşçülere dokunmayın!" zihniyeti, Kürdistan Halk Kurtuluş Ordusu (ARGK) ve Kürdistan Ulusal Kurtuluş Cephesi (ERNK) sancak ve bayrakları ellerinde olduğu halde yürüyen ayrılıkçılara güç ve moral vermektedir. Bir kere kaldırılan bayrağın kan dökülmeden inmeyeceği hiç düşünülmemektedir.

PKK; halen her alanda siyasal, örgütsel çabalarını yetkinleştirmekle meşguldür. Ayaklanma stratejisindeki birinci aşama olan örgütlenme yıllar önce tamamlan mış, ikinci ve üçüncü aşama olan Terörizm ve Gerilla Savaşı birlikte yürütülmekte dir. Dördüncü aşama olan Hareketli savaş aşamasına
gelinmeden, PKK sorununun çözümü demek olacak olan dağdaki gerillanın yok edilmesi sağlanmalıdır.

Bu durumda PKK'nın bölgenin belli kesimlerindeki yaşamın gerçek organizatörü olma rolüne son verilebilecektir. Suriye Hükümeti'nden, APO ve çetesinin BEKAA vadisinden uzaklaştırılmasını istemek bu role son vermeye yeterli değildir. Batı İran ve Kuzey Irak topraklan içersinde onlarca "Bekaa Vadisi" kurulmuş durumdadır. Ermenistan'ın bağımsızlığını kazanması, PKK'nın KARS-AĞRI bölgesindeki faaliyetleri açısından hayati önem taşımaktadır. 

Bağımsız bir Azerbaycan, nüfusunun büyük bir bölümü


***

Kürtler, PKK ve ABDULLAH ÖCALAN. BÖLÜM 1

Kürtler, PKK ve  ABDULLAH  ÖCALAN,  BÖLÜM 1 



Ahmet Cem ERSEVER
1993 ANKARA

KİYAP
Yayın - Dağıtım
Sağlık Sk. No: 10/7 Yenişehir 06410 ANKARA Tel: 433 50 47 - 431 80 35
Birinci Baskı: Ocak 1992, Ankara İkinci Baskı: Mart 1992, Ankara Üçüncü Baskı: Eylül 1992, Ankara
Dördüncü Baskı: Aralık 1992, Ankara Baskı: Kale Ofset 341 66 16 - 342 26 20
ISBN: 975-566-000-3
DAĞITIM:
Yeni Çığır A.Ş. Mithatpasa Cad. No: 44/18
Kızılay/ANKARA Tel:435 61 88 4351703

İÇİNDEKİLER

Giriş ............................................................ .......................6
BİRİNCİ BÖLÜM
Kürdistan ve Kürtçülük ......................................................... 24
19. Yüzyılın Başındaki Kürtçülük Faaliyetleri............................. 25
Kürtlerin Kökeni .................................................................. 27
20. Yüzyılın Başındaki Kürtçülük Faaliyetleri ............................ 31
Cumhuriyet Dönemi Ayaklanmaları ........................................ 32
1960'lı Yıllarda Türkiye'de Genel Durum ve Kürtçülük ............... 39
1970'li Yıllarda Türkiye'de Genel Durum ve Kürtçülük ............... 41
Kürdistan Devrimcileri İsimli Grubun Şekillenmesi .....................44
A. ÖCALAN'ın Profesyonel Örgüt Oluşturma Çabaları ................. 48
PKK Stratejisi ve Mücadele Araçları ......................................... 163
Geri Cephe ve Dış Desteğin Bugünkü Durumu ........................... 168
PKK'ya Kitle Desteğinin Durumu (1991-1992) ........................... 171
PKK'nın Propaganda İmkanları (1991-1992).............................. 174
PKK'nın Kadro Yapısı ve Kaynakları.......................................... 178
PKK'da Yönetim .................................................................... 181

DÖRDÜNCÜ BÖLÜM

Abdullah Öcalan'dan İnciler .................................................... 182
Son Söz ............................................................................... 189

Bu kitap; Türkiye Cumhuriyeti'nin birliği için Türk ile Kürt kardeşliği uğrunda her türlü ihanete karşı dövüşerek şehit düşen tüm asker, polis ve hainlerce katledilen masum sivillere ithaf edilmiştir.

Giriş

1984 Yılı 15 AĞUSTOS'unda ERUH ve ŞEMDİNLİ baskınlarıyla organize gücünü sergileyerekvarlığını ortaya koyan PKK (Kürdistan İşçi Partisi) günümüzde de iktidar aracı olarak kullandığı"DEVRİMCİ ŞİDDET" ilkesiyle Türkiye Cumhuriyeti Devletine var gücüyle saldırmaya devam ediyor.

Türk ile Kürt düşmanlığının örgütlü görüntüsü olan PKK (Partiya Karkaren Kürdistan-Kürdistan İşçi Partisi),ne istediğini ve neler yapacağını daha 1981 ŞUBAT ayında yapılan ve 10 Alman Markına yurt dışında her yerde satılan "POLİTİK RAPOR" isimli kitabında Türkiye Cumhuriyeti'ne özellikle bu konu
ile ilgili teşkilatlarına mesajlar göndermiştir.15-26 TEMMUZ 1981 tarihleri arasında yapılan ve "Sağır Sultan'ın da dinlediği PKK 1.Konferansında: "Özellikle coğrafi koşulların,siyasi temelin,askeri araç ve gereçlerin,örgütlenmenin uygun
olduğu alanlarda Gerilla Mücadelesi gündeme gelecek ve bu mücadele Kürdistan 'da önemli roller oynayacak...", "...Partinin şiddete dayanan ve dayanmayan mücadele yöntemleriyle sağlayacağı siyasi gelişme ve bu siyasi gelişmeyi daha da hızlandıracak Gerilla Savaşı bir halk ayaklanmasına yol açacaktır......", "....Gerilla Savaşı geliştirilmeden Kürdistan koşullarında siyasi sonuçlar alınabileceğini, siyasi amaçlara ulaşılabileceğini sanmak gülünç olur., ."gibi pasajlar sık sık tekrarlanmıştır.

"Sağır Sultan" bütün bunları dinlemiş ve duymuştur ama görülüyor ki, ilgililer bu konuda bilgisiz oldukları için ilgilenmemişler ve yerinde bir tanımla "Kürt Milli Demokratik Devrimi" içinde bulunduğumuz aşamaya gelivermiştir. Nasıl geldiğini hepimiz çok iyi biliyoruz. Yavaş yavaş ve adım adım gelmiştir. Tedbirler
alınmıştır veya alınmamıştır. Kürt sorunu ve PKK adı hala beraber anılıyorsa, asker-sivil, günahlı-gü-nahsız hala insanlar öldürülüyorsa tedbirler üzerinde biraz düşünmenin zamanı geldi de geçiyor demektir. Güneydoğu'da bir telefon ile esnaf

dükkânlarını kapatıyor veya açıyorsa, bir sloganın etrafında onbinlerce insan toplanıp yürüyüş yapabiliyor ve "KAHROLSUN TÜRKİYE", "YAŞASIN BAŞKAN APO" diye, bağırabiliyorsa, ilçeler içerisinde saatler ve hatta günler süren silahlı çatışmalar çıkabiliyorsa ve bütün bunlara "İNSAN HAKLARI" adına ses çıkarılamıyor sa değişmesi gereken bir şeyler var demektir.

Ruh hastası olduğu tüm davranışlarından açıkça belli olan Abdullah ÖCALAN'a rağmen bir türlü bitirilemeyen şu olayın adını koyalım. Evet, APO'YA RAĞMEN! diyorum.
PKK'nın Türk ve Kürt insanının üzerine bir kâbus gibi, drakula gibi çökerek kanımızı nasıl emdiğini anlatma çabasındayız.

İnsanlarımızın Türklüğüne, Kürtlüğüne karışmadan onları APO'nun gerçek yüzü ile tanıştırmak istiyoruz.

"ORTA DOĞU'NUN KONT DRAKULASI APO" tanındığında PKK denen örgütün ne olup olmadığı kendiliğinden ortaya çıkacaktır.
Güneydoğu Anadolu'da ne vardır, neler yoktur? 
Bazıları hemen cevabı yapıştıracaklar dır.! Baskı vardır,
sömürü vardır, insan hakları ihlali vardır vb.
Doğrudur; Güneydoğu'da insanlara PKK militanları tarafından baskı yapılmaktadır! İnsanların elindeki ve avucundaki üç-beş kuruşları "Partiye yardım " veya "Cezalandırma" adı altında bu çapulcular tarafından silah zoru ile alınmakta, vermeyenler öldürülmekte, emekleri sömürülmektedir.
İnsan hakları ihlâli olduğu da doğrudur. Bu kapsamda: yaşama hakkı elinden alınmıştır. 1984 yılından günümüze kadar PKK bölgede 2000'e yakın insan öldürmüştür. Aynı tarihlerde 1800 kadar kişi yaralanmıştır.
İnsanların her türlü özgürlüğü PKK tarafından vesayet altına alınmıştır. PKK, insanların mülkiyet hakkına tecavüz etmekte, köyleri yakmakta, hayvanları boğazlamaktadır. O halde gerçekten insan hakları ihlali vardır.
Bu insan haklarına, PKK yatakçıları ve işbirlikçileri gözaltına alındığında bir takım kişiler sahip çıkmakta; PKK denilen melanet örgütü, arkadaşları ile ava giden polis memurunu yakalayıp sorgu sırasında teker teker kollarını ve ayaklarını kestiği zaman sahip çıkmamaktadırlar. İzinden dönen erler elleri arkadan bağlanarak, kafa derileri yüzülmek suretiyle öldürülmekte, Subaylar şehirler arası yollarda otobüslerden kadın ve çocuklarının yanından alınarak kurşuna dizilmekte gene insan haklarından bahseden olmamaktadır. Güneydoğu, batıda üretileni tüketmekten başka bir şey yapamaz hale getirilmiştir. Kara yollarının kenarları arıcılık, hayvancılık adı altında devletten alınan milyarlarca liranın heba edildiği içi boş biriket bina döküntüleriyle doludur. Örnekleri fazla uzatmayalım, Türkiye Cumhuriyeti'nin batısındaki yasalar Güneydoğu'ya uğramamıştır. Yanlışlıkla yolu düşenler ise metruk hale getirilmiştir. 

Bu düzensizlik giderek ayrı bir kültür ortamı yaratmıştır. Bu bölgede Türkiye Cumhuriyeti'nin örgütlenme sorunu vardır. Mevcut ekonomik, kültürel, hukuksal, sosyal, eğitsel ve idari kurumlarıyla ayrılıkçı Kürtçülük olayına çözüm getirmeye çalışmak, hüsrana uğramak; kısaca ve açıkça bölgede çok yakın zamanda Türkiye Cumhuriyeti varlığının son bulması demektir.

Hiç kimse teröre karşı olduğunu söylemekle bu olayları önleyemeyecektir. Bölgede PKK örgütüne ihanetin cezası ölüm, devlete ihanetin cezası DİYARBAKIR l nolu Tutukevinde "AKADEMİK PKK KARİYERİ" yapmaktır. Böyle bir ortamda TC varlığının giderek son bulacağını söylemek için falcı olmaya hiç gerek yoktur. İşin gerçeği bu olayın kökleri içerde, dalları dışardadır. Üstelik bu olay Osmanlı
ve Cumhuriyet dönemi isyanlarına da hiç benzememektedir. Mevcut çapraşık durumda, halkın da devlete verecek desteği kalmamıştır. Halk, Devletin tüm örgütlerince desteklenir ve korunursa, mukabil destek ve yandaşlık söz konusu olabilir. Yukarda vermiş olduğumuz çarpıcı fakat çirkin örneklerde rol alan
Güneydoğu insanı bu rolü bilerek ve isteyerek üstlenmiş değildir. Bazı Amatör yöneticiler, hantal ve çıkarcı kadrolarla bölge insanına bu rolü vermişlerdir.. Bölgedeki mevcut suni ve çarpık şehirleşme sonucunda, oluşan yoğun işsiz-güçsüzler ordusu PKK'nın "SINIFSAL KİN" ve "ULUSAL KİN" temalarına açık olarak çiğ gibi büyümektedir. Suni şehirleşme sürecinde kırsaldan şehirlere göçlerle birlikle muazzam bir başkaldırma potansiyeli mevcuttur.

Örgütlenme sorunu, TC görevlerinin en önde gelen ve diğer sorunlarla görevlerin başarılmasında temel teşkil eden sorundur.
Böyle bir örgütsüzlük söz konusu olduğunda "DEVLETİN YANINDA VATANDAŞ" deyimi ne anlama gelir? Anlamı şudur: Bölge insanının Devletin her kademesiyle ilişkisi ve yakınlığı, menfaati ölçüsündedir. Bölgede Aşiret çekişmelerinin, kan davalarının, arazi anlaşmazlıklarının ve mahalli particiliğin yarattığı gruplar veya ayrılıklar vatandaşı devlet mekanizmasına değişik açıdan yaklaşmaya mecbur
bırakmıştır. Şu anda Devletin- yanındayım diye geçinenlerin büyük bir kısmı ekonomik, sosyal ve siyasal ayrıcalıklara sahip kimselerdir. Sıradan yoksul vatandaşlar arasında "DEVLET YANLISI" bulmak yüzyılın hadisesi haline gelmiştir. Çünkü Devlet Güneydoğuda kendi sosyal kurum ve kuruluşlarını
örgütlediği dönemde sırtını bölgenin ileri gelenine, şeyhler ve toprak ağalarına bilinçsiz görevlileriyle dayamış, yoksul köylü vatandaşlarla gerekli irtibatı kuramamış, sosyal temelde üst kurum olan aşiret reisleriyle varlığını sürdürmeye çalışmıştır. Kısaca, bilinçli seçimin dışındakileri kapsayan "DEVLET
YANLILARI" devletle girişeceği ilişkiler neticesinde ekonomik, sosyal, siyasal olarak çeşitli ayrıcalıklara sahip olduğunu veya olacağını düşünen, devletin imkânlarını kendi çıkarları için kullanmayı ilke edinmiş kişilerdir. Korunan ve kollanan "DEVLET YANLISI" kesim bu olduğuna göre halktan da bu şartlar
altında destek beklenmemelidir.

Sağlam bir yapının oluşturulması için Devletin sıradan vatandaşlarla ilişkisini geliştirmesi ve bu temelde örgütlenmesi gerekir.
Bölge halkı Kurttur veya değildir. Kökeni üzerinde durmaya da hiç gerek yoktur. Cumhuriyetin kuruluş yıllarından beri bölgeden esirgenen çağdaş insanlık kültürünün sevgi ve saygı temelinde dayatılmasının zamanı henüz geçmemiştir. Belirttiğimiz gibi köylerden şehirlere göç bütün dengeleri bozmuş durumdadır. Topraksızlık had safhada iken GAP'ında yöreye faydası düşündürücüdür. Geniş kapsamlı bir toprak reformuna ihtiyaç vardır. Mevcut toprak ağalarının birkaç kat daha zenginleşmesi köylüyü değil, batıdaki bar, pavyon, kumarhane ve
randevu evlerinin kalkınmasına yarayacaktır. Bugüne kadar böyle olmuştur, mevcut yoz anlayış devam ettikçe de böyle olmaya devam edecektir.

Hazine arazileri, kadın kavgası, kan davası, canı sıkılanın keçisini alıp köyden gitmesi sonucu ikişer-üçer evlik yerleşim merkezi haline gelmiştir. Toprak işgalinin, vurgunculuğun hesabını soran yoktur. Hazine ile vatandaş arasındaki toprak anlaşmazlığı dava dosyalarının bulunduğu mahkeme arşivleri arkeoloji müzesi gibidir. Milyarlarca Türk lirası kentlerin kaçakçı pasajlarında parfüm, makyaj malzemesi, bebek, radyo, müzik seti, çakmak, çengelli iğne, hacı yağı gibi ıvır-zıvır şeylerle bloke edilmiş durumdadır. Kaçakçılık sırtçılıktan çıkmış bilimsel boyutlarda icra edilmektedir.

Sosyal bir gelişme olarak aşiretler konusuna açıklık getirilmemiştir. Aşiret reisleri Geçici Köy Koruyucuları kaynağı ile para akışının devamlılığını sağlamakta ve reislik kisvelerinin devamı için mevcut kargaşa ortamını bilerek sürdürmekte dirler. Bu Ortaçağ kalıntılarının, anlaşılması çok zor yapılanmaları mevcuttur. Aşiret insanının ilişkilerini, çelişkilerini ve aralarındaki çıkar çatışmalarını bilmeden kararlara varmak bu konuda oldukça bilgili ve tecrübeli "VAMPİR APO"ya yardımcı olmaktır. TC. kurulduğu yıllardan itibaren geçmiş ayaklanmaları da göz önünde bulundurarak bölgedeki bu tür reis ve feodallerin egemenliklerini zaman zaman bilinçsizce ortadan kaldırmayı amaçlamıştır. Örgütsüzlük, kadrosuzluk ve amatörlük nedenleriyle bir sonuç alamamıştır. İsyan yıllarında Feodaller kendi egemenlik çıkarları için aşiretler üzerindeki yönetim tecrübelerine dayalı olarak ayaklanmalar başlatmışlar, sonuçta feodal toplum
yapısı ve ağa baskısı dışa kapalı olarak bütün şiddeti ile aşiretler içersinde devam etmiştir. PKK'ya katılımların temelinde yoksulluk, işsizlik, topraksızlık, Che GUEVARA, GIAP özentileri ve cahil cesareti nasıl önemli motiflerse; aşiretler içindeki baskılar, ahlaksızlıklar, vergilendirme, talancılık ve vurguncu
düzen de önemli faktörlerdir.

2 Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.

***

28 Kasım 2018 Çarşamba

Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun Kerkük Ziyareti Üzerinden Türkmen Stratejileri.,

Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun Kerkük Ziyareti Üzerinden Türkmen Stratejileri.,



Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, 1 Ağustos 2012’de Suriye’nin kuzeyinde yaşanan olayları görüşmek üzere önce Erbil’e gitmiş ve Bölgesel Kürt Yönetimi’nin lideri Mesut Barzani ile uzun bir görüşme yapmıştır. Aynı gün Erbil Türkmenlerinin iftar yemeğine katılmış ve ardından ertesi gün sürpriz bir şekilde Kerkük’ü ziyaret etmiştir. 

Davutoğlu’nun, 1976’daki dönemin Dışişleri Bakanı İhsan Sabri Çağlayangil’in ziyaretinin ardından Türk yetkililer tarafından yapılan ilk ziyaret olma özelliğini taşımasının yanında son derece kritik bir dönemde yapılmış olması da önemini arttırmaktadır. Diğer taraftan Ahmet Davutoğlu da 7 Ağustos 2012’de Irak Türkmen Cephesi’nden üst düzey bir heyeti ağırlamış ve iftar yemeği vermiştir. Kısa süre içerisindeki karşılıklı bu ziyaretler Türkmen stratejilerini de ön plana çıkarmaktadır. 


Bu yazı da son dönemki gelişmeleri Türkmenler üzerinden değerlendirmeyi ve Türkmen stratejilerini ortaya koymayı amaçlamaktadır.

Buradan hareketle öncelikle Ahmet Davutoğlu’nun Kerkük ziyaretinin detaylarına değinmenin faydası bulunmaktadır. Ahmet Davutoğlu, Kerkük’te önce vilayet yönetimini ziyaret etmiş ve kısa bir görüşme yapmıştır. Ardından Irak Türkmen Cephesi’ni ziyaret eden Davutoğlu burada Irak Türkmen Cephesi yetkilileri ile bir basın açıklaması yapmış ve Türkmenlerin birlik beraberliğinden bahsederek, Kerkük’e fitne düşürmek isteyenlere kardeşlikle karşı çıkılması gerektiği ifadesiyle önemli bir mesaj vermiştir. 


Ayrıca Davutoğlu Türkmenlere Irak Türkmen Cephesi’ne sahip çıkmaları için çağrıda bulunarak, Türkiye’nin Türkmenlere olan desteğinin geçmişte olduğu gibi bugün de var olduğunu ve gelecekte de devam edeceğini vurgulamıştır. Nitekim Davutoğlu’nun Kerkük ziyaretinde bir siyasi parti olarak sadece Irak Türkmen Cephesi’ni ziyaret etmesi, hem diğer etnik ve dini gruplara hem de Türkmenlere verilen bir mesaj niteliği taşımaktadır. Daha açık bir ifade ile bu ziyaret diğer etnik ve dini gruplara Türkmenlerin Türkiye için ayrıcalıklı bir konuma sahip olduğunun işareti olarak değerlendirilebileceği gibi, Türkmenlere de Irak Türkmen Cephesi vurgusu yapılmış olabilir. 


Davutoğlu’nun, bir kısım Türkmenler tarafından eleştirilse de Irak Türkmen Cephesi dışındaki diğer Türkmen partilerini ziyaret etmemesi, Türkiye’nin Irak Türkmen Cephesi’ne desteğini gösterir niteliktedir.

Öte yandan Davutoğlu’nun bu ziyareti, Irak’taki dengelerin yanı sıra özellikle Kerkük’teki siyasal yapıyı da ortaya çıkarır nitelikte olmuştur. 
Zira Davutoğlu’nun Kerkük ziyaret Türkmenler ve Kürtler tarafından olumlu karşılansa da Kerkük’teki Sünni Araplar tarafından oluşturulan Arap Siyasi Kitlesi tarafından çıkarılan bir bildiriyle eleştirilmiştir. Özellikle Haviceli Arapların yer aldığı bu oluşumun son dönemde Irak Başbakanı Nuri El-Maliki ile yakınlaştığı bilinmektedir. 


Bu doğrultuda Maliki’nin de bu ziyareti ağır bir dille eleştirmesinin ardından Arap Siyasi Kitlesi’nin de bu yönde bir bildiri çıkarması dikkat çekmektedir. 
Bu durum Kerkük’te bir kamplaşma olarak yorumlanmaktadır. Yaklaşık son bir yıllık dönemde Kerkük’te Araplar, Türkmenleri kendilerine karşı Kürtlerle ittifak yapmakla suçlamaktadır. Özellikle Mart 2011’de Hasan Turan’ın Kerkük Vilayet Meclisi Başkanı olarak seçilmesinin ardından Araplar, Kerkük vilayet meclisi boykot etmiş ve Türkmenlere karşı bir duruş sergilemeye başlamıştır. Bilindiği gibi 2003’ten sonra Kürt grupların Kerkük’e yönelik baskısı karşısında Türkmenler ve Araplar ortak bir tavır sergilemiş, özellikle uzun süre Kerkük vilayet yönetimi boykot edilmiştir. Ancak son birkaç yıl içerisinde hem Türkiye’nin Kürt gruplarla geliştirdiği ilişkiler, hem Kürt grupların yaklaşımındaki değişim hem de bir Türkmenlerden bir kısmının pragmatik politika üretme çabası Türkmen-Kürt yakınlaşmasını beraberinde getirmiştir. 


Nitekim 2012 yılı başında Irak Türkmen Cephesi Erbil İl Başkanlığını yeniden açarken, KDP’nin 2011 Aralık ayında yaptığı kurultaya Irak Türkmen Cephesi davet edilmiş ve karşılıklı ilişkiler artmıştır.

Bu noktada önümüzdeki dönemde 2013’te yerel seçimler ve 2014’te de genel seçimlerin yapılması planlanan Irak’ta, Türkmenlerin nasıl bir strateji izleyebileceğine yönelik tartışmalar yavaş yavaş gün yüzüne çıkmaya başlamıştır. Zira özellikle Şii Türkmen partilerinin bir araya gelerek seçim hazırlıkları yapmak üzere bir koalisyon oluşturdukları bilinmektedir. Ancak özellikle genel Türkmen stratejisi konusunda bir muğlak olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır. Irak’ta yerel ve genel seçimlerin yapısı ve sistemi farklı olması dolayısıyla her seçime özgü stratejilerin hazırlanmasının uygun olduğu düşünülmektedir. Bu yüzden pragmatik ve rasyonel bir siyasetin 
hazırlanması ve Türkmenlerin maksimum çıkarının korunması buradaki ilk hedef olarak karşımıza çıkmaktadır. Türkmen daha önceki seçimlerde farklı seçim stratejileri izleseler de ana eksenin Kürt gruplara karşıtlık olduğunu ifade etmek mümkündür. Ancak burada önemli olan faktörün hedef üzerinde dönemsel değişiklik ve konjonktüre uygun politika stratejilerinin hazırlanması olduğu değerlendirilmektedir. Zira 2010 seçimlerinden sonra Irak’taki siyasetin normalleşmeye başladığı ve etnik/dini siyasetin bir nebze olsun ötesine geçilerek, çıkar odaklı siyasetin takip edildiği söylenebilir. Özellikle bir dönem çatışma noktasına gelen Musul’daki Nuceyfi grubu ile Kürtlerin anlaşması buna verilebilecek en iyi örneklerden biridir. Musul Vilayet Yönetimini elinde bulunduran Nuceyfi grubu, Kürt gruplarla anlaşmaları sonucunda Musul’un Kürtlerin hakimiyetindeki bölgelere de etki edebilmektedir. Burada karşılıklı bir “siyasi ticaret”ten bahsetmek mümkündür.


İşte bu siyasetin artık Türkmenler için de var olması gerektiği düşünülmektedir. Artık siyaset bilimi açısından klasik bir söylem haline gelen “siyasette ne sürekli bir dost ne de düşman vardır” cümlesi Irak için hayat bulmaya başlamıştır. Bu yüzden kazanımları maksimize etmek açısından değer ve önceliklerden ödün vermeden politika çizilmesi oldukça önemlidir. Örneğin Türkmenlerin son dönemde Kerkük’te Kürtler ilişkilerindeki normalleşme dikkat çekmektedir. 

Bu normalleşmenin bir ileri aşamaya taşınıp taşınmayacağı Türkmenlerin Kerkük’teki kaderini belirleyebilir. Öncelikle Türkmenlerin Kerkük için ne istediğinin belirlenmesi, uygulanacak stratejilerin açısından önemlidir. Bu noktada, Kerkük’ün hiçbir bölgeye bağlanmaması, Türkmenlerin vilayet yönetiminden eşit pay alması, gasp edilmiş Türkmen mülk ve arazilerinin 
Türkmenlere geri verilmesi gibi kırmızı çizgiler korunarak yapılacak ittifaklar Türkmenlerin çıkarlarını maksimize edecektir. Bu yüzden Türkmenlerin çıkarlarını en üst seviyede koruyacağı ittifakı hesaplaması yerinde olacaktır. Tarihsel travmaların kalıpları içerisinde kalarak siyaset üretmenin artık Türkmenlere fayda sağlamayacağı düşünülmektedir. Bu yüzden milli değerler korunarak, eğer Türkmenlerin çıkarlarını en üst düzeyde sağlayacaksa, Kürt gruplarla bile ittifak düşünülebilir. 


Burada Türkmen siyasetçilerin Kürt gruplarla müzakere yapmasını “Türkmen milletine ihanet” olarak lanse edecek taraflar olabilir. Ancak burada yapılan milliyetçilik olmayacaktır. Çünkü ama “Türkmen milletinin çıkarlarını en üst seviyeye taşımak”tır. Bu yüzden eğer Kürt gruplarla bile ittifak yapmak Türkmenlere fayda sağlayacaksa, örneğin Kerkük’te yapılacak yerel seçimlerde Kürt gruplarla ittifak yapılabilir. Politika çizerken realiteyi de hesaba katmak gerekmektedir. Bozulan denge içerisinde, bunu haksız bir biçimde zorla gerçekleştirmiş olsalar bile Kerkük’teki Kürt grupların ağırlığı aşikardır. Bu durum Kerkük’te yapılacak olası yerel seçimlerde Kürt gruplarla, temel milli değer ve hassasiyetlerden ödün vermeden, yapılacak ittifak Türkmenlere fayda sağlayabilir. Diğer bir seçenek olarak Araplarla yapılacak ittifakın da Türkmenlere ne getireceği iyi hesap edilmelidir. Örneğin Arapların Kerkük vilayet yönetiminde (il hizmet müdürlükleri dahil) hiçbir ağırlığı yoktur. 

Bu yüzden özellikle çoğu Arapların elinde olan Türkmen arazileri konusunda pazarlığa gidilebilir. Hatta Türkmenler daha stratejik davranarak Kürt ve Arap grupların tamamı olmasa bile, en azından bir kısmıyla ortak bir liste çıkararak hareket edebilir. Böylece Arap ve Kürtlerin gücü kırılırken, Türkmenler bundan fayda sağlayabilir. 
Zira bunun olasılığı düşük olsa bile Irak’taki siyasi çekişme içerisinde özellikle Kürt partiler arasında problemler yaşandığı bilinmektedir. Bölgesel Kürt Yönetimi ve Irak merkezi hükümet çekişmesinde, Barzani’nin çok fazla güçlenmesini istemeyen grupların Maliki ile birlikte hareket ettiği söylenmektedir. Buradan hareketle Türkmenlerin de bunu avantaja dönüştürebileceği söylenebilir. Örneğin, Irak Türkmen Cephesi’nin öncülüğünde Türkmenlerin Irak siyasetindeki istikrarsızlık ve boşluğu değerlendirerek parlamentoda Türkmenler için sağladığı kazanımlar son derece önemlidir.

Sonuç olarak Türkmenlerin hedefinin Türkmen ulusal çıkarlarının en üst seviyede elde edilmesi ve korunmasını sağlamak olduğu düşünülmektedir. Bu hedefe hangi gruplarla işbirliği yaparak elde ediliyorsa o grubun seçilmesi önemlidir. Ancak burada tek taraflı cepheleşmelerin Türkmenlere fayda sağlamayacağını da belirtmek gerekmektedir. Bununla birlikte Kürtlerle olduğu gibi tarihsel sorunların arkasından bakarak hareket edilmesinin de Türkmenlere fayda sağlamayacağı değerlendirilmektedir. Burada ifade edilmek istenen Türkmenlerin tarihlerini ya da milli geçmişini unutması veya göz ardı etmesi değildir. 
Milletler tarihi ve milli bakiyeleri ile ayakta durur ve bunların ilelebet korunması için mücadele ederler. Bunlar akılda tutularak, ilelebet milli kimliğin korunması için, duygusal siyasetin önüne geçilerek, rasyonel ve pragmatik stratejilerin Türkmenleri başarıya ulaştıracağı düşünülmektedir.

http://orsam.org.tr/disisleri-bakani-ahmet-davutoglu-nun-kerkuk-ziyareti-uzerinden-turkmen-stratejileri/


***

23 Kasım 2017 Perşembe

AÇILIMLA YAŞAMAK, GEÇMİŞTEN BUGÜNE KÜRT SORUNUNUN ÇÖZÜMÜNE DÖNÜK DEVLET POLİTİKALARININ KÜRTLER İÇİN ANLAMI BÖLÜM 11

AÇILIMLA YAŞAMAK, GEÇMİŞTEN BUGÜNE KÜRT SORUNUNUN ÇÖZÜMÜNE DÖNÜK DEVLET POLİTİKALARININ KÜRTLER İÇİN ANLAMI BÖLÜM 11


8. SONUÇ 

Bu tez çalışmasında Kürt sorununa dönük literatürde öne çıkarılan kimlik, anadilde eğitim, özerklik, anayasa ve ekonomik yatırım taleplerinin 
güncel gelişmelerle birlikte tarihsel bağlamına oturtularak incelenmesi düşünüldü. Çalışma formüle edilirken iki ayak üzerine oturtulması uygun 
görüldü. İlk ayağında söz konusu taleplerin geçmişten bugüne bir betimlemesi sunulmaya çalışıldı. Bu doğrultuda ilk olarak kimlik konusu ele alındı. Öncelikle kimlik oluşumundaki değişkenlerle evrensel, doğru, geniş anlamda tüm gruplara uygulanabilen kuramlar ve cevaplar bulmanın çok zor olduğunu belirtmek gerekir. Ret ve inkâr gibi devlet politikaları ya da küreselleşme gibi genel hareketler kimliğin oluşumuna yön veren süreçlerdendir. Özellikle tek kimliğe dayalı modern çağın ulus devlet anlayışı sonucunda ivme kazanan ret ve inkâr politikaları Kürt kimliği örneğinde, kimliğin oluşumunda ve sürdürülmesinde önemli bir yere sahiptir. Denilebilir ki, “Kürt yoktur” gibi inkâr politikaları homojenliğe karşı varlık mücadelesiyle sonuçlanmıştır. Kürtçe’nin ve Kürt geleneksel giysilerinin yasaklanması ya da okullardaki andımız uygulaması veya soyadı kanunuyla soyadlarının mutlaka Türkçe olması gibi asimilasyon araçlarının sayısının artması kimlik bilinçlenme düzeyini yükseltmiştir. Bunun sonucunda Kürtler tarafından kimlik kabulüne ilişkin talepler öne çıkarılmıştır. Bu yönde, bir etnik gruba atıfla tanımlanan Türk kimliğinin üst kimlik olarak kurgulanışı yansızlığı ifade etmediği için Kürt sorununa dönük literatürde bir sorun olarak görülmektedir. Buna göre, Türk etnik kimliğine dayanan, uygulamaya geçirdiği politikalarla, yalnızca bu kimliği gözeten Türk ulus devletinin Kürt kimliğinin var olma mücadelesinde büyük bir engel teşkil ettiği düşünülmektedir. Genel bir sonuç olarak “tek millet, tek dil, tek din” politikalarının geçerliliğini yitirdiğini belirtmek gerekir. Modernleşme sürecinin genellikle elit bir azınlık tarafından dayatılan bir tür modernist homojenleştirme projesi çoğunlukla karşı-reaksiyonları geliştirmiştir. Küreselleşmenin ise yeni direnme alanları ve mekânları açtığını söylemek yanlış olmaz. Hemen burada belirtmek gerekir ki, küreselleşme gibi genel hareketlerle etnik kimlik hareketleri gibi daha küçük hareketler günümüz dünyasında bir arada öne çıkmaktadır. Örneğin, bir Kürt hem İngilizceyi en iyi şekilde konuşmayı isteyip hem de anadilde eğitim talep edebilir. Buradan, ister etnik ister ulusal olsun kimliklerin farklı şekillerde yaratılabileceği sonucu çıkar. Dolayısıyla kimliğin kişisel tercihlere bağlı, öznel ve özneler-arası olduğunu belirtmek gerekir. Kürt sorununun çözümünde bir kırılma yaratan Diyarbakır 5 No’lu Cezaevi ise, Kürtlerin devletle serüveninde meydana gelen dramatik kopuşlardan Kürt kimliğinin tanımlanışında esaslı bir dönüşüme neden olan bir olay olarak yorumladım. Kimlik ve bellek arasındaki ilişkinin sonucu olarak ortak hafızaya dayalı kolektif bir kimlik yaratılmıştır. Belli bir etnik gruba yöneltilen şiddete dayalı bireysel travma kolektif kimliğe atfedilmiştir. Bu noktada 5 No’lu Cezaevi’ni yaşayanların birçoğunun “dağa çıkması” önemli bir olgudur. 

Kimliğin ayrılmaz bir parçası olan dil konusunda ulus devletlerin nasıl bir paniğe kapıldıkları da anadilde eğitim meselesi ile ortaya konulmaya çalışıldı. Ulus devlet geleneğinin dil konusunda inanılmaz bir muhafazakârlık sergilediği, farklı dillere yaşamsal hiçbir hak tanımadığı bilinen bir olgudur. 

Türkiye Cumhuriyeti kuruluşundan bugüne toplumsal yaşamın her alanında dilde Türkçülüğü savunmuştur. Türk Ocakları ve Halkevleri bu anlamda çok 
önemli bir yer teşkil etmiştir. Bu kurumların toplantılarında sıkça Türkçeden başka dil konuşanlara para ve hapis cezası verilmesi üzerinde durulmuştur. 
Bu noktadan hareketle, bir korku sorunsalı olarak Kürtçe’ye siyasi kimlik gözüyle bakıldığını belirtmek yerinde olur. Kürtçe siyasallaştırılmış bir mesele 
olmaktan çıkarılınca anadilde eğitim talebinin ayrılıkçı bir talepten çok uzak olduğu düşünülebilir. Merkezi ulus-devletin şifresini ele veren, Kürt sorunu 
tartışmalarında ekseriyetle bölücü bir talep olarak algılanan özerklik sorununun ise yerelleşme, yönetişim ve yerindenlik ilkeleriyle bağlantılı olarak ele alınması düşünüldü. Yerinden yönetim modeli, kamu hizmetlerinin daha etkin ve halka yakın hale getirilmesini öngörür. Yerellik ilkesi, yerel düzeyde daha interaktif bir anlayışın yerleşmesini öne çıkarmaktadır. Yerel yönetişim ise, bir alt süreç olarak yönetimde adem-i merkeziyetçilik modelidir. 

Bu bağlamda, demokratik özerklik modeli, birey ile devlet arasında yeni bir toplumsal sözleşme şeklinde okundu. Politikaların oluşturulmasında vatandaşı daha çok söz sahibi kılan bir model olarak demokratik özerkliğin yalnızca Kürtlerin değil, tüm Türkiye’nin ihtiyacı olduğunu söylemek yanlış olmaz. Bu doğrultuda çok güncel bir gelişme olan Gezi Parkı Eylemleri inceleme konusu yapıldı. Buradan çıkan sonuç, Türkiye genelinde forumlarla devam eden eylemlerin birer demokratik özerklik talebi olduğu yönündeydi. 

Buraya kadar ele alınan talepler devlet tarafından karşılansa bile Kürt sorununun nihai çözümünde her birinin anayasal güvence isteyen konular olduğuna anayasa bölümünde dikkat çekildi. Bu doğrultuda Anayasa’da kimlik, anadilde eğitim ve özerklik konusu üç başlık altında çalışıldı. Mevcut düzenlemesiyle “Türk devletine vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkes Türk’tür” hükmü Kürt soruna dönük literatürde en sorunlu madde olarak nitelenir. Maddenin kendisine dair getirilen önerilere göre ilk olarak 66. maddenin “Türk vatandaşlığı” şeklindeki başlığı “Türkiye Cumhuriyeti Vatandaşlığı” olarak değiştirilmelidir. Bunu takiben Anayasa’nın tamamına sirayet etmiş bulunan ‘Türk’, ‘Türk devleti’, ‘Türk soyu’ gibi ifadelerin kaldırılması bir diğer noktadır. Vatandaşlık tanımı, anadilde eğitimin yasal düzenlemesi, yerelleşme olgusuna ilişkin özerklik yasası bölüm boyunca konu hakkındaki hükümlere getirilen önerilere yer verilerek incelenmesi uygun görüldü. İlham vermesi açısından anadilde eğitim ve özerklik  maddeleri nin  yeniden düzenlenmesinde İspanyol Anayasası’yla Türkiye’nin ilk anayasası olan 1921 Anayasası’ndan örnekler verildi. 

Kürt sorununun çözümünde ekonomik yatırımların boyutu ise eleştirel bir gözle inceleme konusu yapıldı. Türkiye’de kalkınma fikri yalnızca iktisadi değil, kültürel bir içeriğe de sahiptir. Bu doğrultuda, Türkiye Kürdistan’ının “geri kaldığını” ya da “az geliştiğini söylemek antropolojik anlamda kolonyal düşünce sisteminin bir parçası olarak değerlendirilebilir. Bölge üzerinde izlenen politikalardaki sömürgeci eğilimleri görmek araştırmacıların ideolojik ya da kişisel korkulardan kaynaklı tercihlerine göre istenmeyen bir durumdur. Devletin ekonomik açılımlarının ardında nelerin olabileceği, sermaye odaklı çözüm paketlerinin bölgeyi nasıl bir açmaza sürükleyeceği, Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşundan bu yana Kürtlere ve toplumsal ilişkilerine biçilen ‘geri kalmış’, ‘barbar’ gibi rollerin aslında neyi ifade ettiği öne çıkan noktalardır. Son tahlilde, kolonyalizmin tarihten çekildiği bir dönemde öne sürülen kalkınma kavramı kapitalist birikime hizmet edecek şekilde bölgeyi kültürel bir dönüşüme zorlar. Bir diğer sorun Kürt meselesinin ortaya çıkmasını yoksulluğa ve yoksunluğa bağlayan yaklaşımdır. Buna göre, gençlerin dağa çıkması da işsizlikle açıklanır. Bu yaklaşıma karşın sorunun büyük ölçüde politik bir durumun sonucu olduğunu söylemek yanlış olmaz. Bölgenin yoksulluk sorununun çözümünde ise ekonomik kalkınma fikrine 
karşı ekonomik bağımsızlık fikri öne çıkar. Ekonomik bağımsızlık bir tür kalkınma planı değil de yerelin özgül koşullarına uygun ‘yaşamı sürdürme’ 
halidir. 

Çalışmanın ikinci ayağında ise, söz konusu beş kavramı Konya Kürtlerinin nasıl anlamlandırıp yorumladıkları ele alındı. İki ayaklı bu formülasyonun kurulmasının asıl nedeni merkezin oluşturduğu politikaların yereldeki karşılığını görünür kılmaya imkân vermesiydi. Bu çerçevede araştırmanın problemi olarak belirlenen kavramları Kürtlerin ‘neden’ talep ettiği sorusu nitel bir alan çalışması yoluyla ortaya konuldu. ‘Neden’ sorusu, alanda yapılandırılmamış veya kısmen yapılandırılmış mülakatlarla, seslerinin görece geri planda bırakıldıklarını düşündüğüm Konya Kürtleri özelinde Orta Anadolu Kürtlerine yöneltildi. Konya’nın Selçuklu İlçesi’nin Fatih, Işıklar, Özalkent, Mehmet Akif ve Kılıçarslan mahallelerinde etnik kümelenmeye dair kısmi bir eğilimin varlığından bahsedilebilir. Kürtler bu beş mahallede diğer semtlerde olduklarının çok üstünde görünürdürler. Buna ilaveten Türklerle bir arada yaşadıkları ve günlük faaliyetlerini birlikte gerçekleştirdikleri gözlendi. Her ne kadar Türklerle sıkı ilişki kursalar da kendilerini uzak Kürtlere daha yakın hissettiklerini ifade ettiler. Genel olarak maddi durumları iyi olan bu insanlar sermaye güçlerine ulaşmada ve kendi sermayelerini oluşturmada zorlanmazlar. Bu durumun kendilerini ve yaşadıkları toprakları görece refaha ulaştırdığı görüldü. Ekonomik sisteme 
uyum sağlamalarına rağmen kimliklerine sık vurgu yapmaları etnik grupların arasındaki sınırların korunmasıyla bağlantılı olarak düşünülebilirdi. Çalışma 
boyunca görüldü ki, Konya Kürtleri ait oldukları kimlik konusunda yakından ilgilidirler. Dil bilme ve etnik kültür içinde yaşama kimlik oluşumunda 
belirleyici değildir. Öyle ki, kimi durumlarda Kürtçe bilmeyenlerin çok daha fazla milliyetçi refleksler verebildiklerine rastlandı. Kimlikle dili ilişkilendiren 
Konya Kürtleri sayıca yüksek oranda aktif olarak Kürtçe konuşurlar. Bununla birlikte bölge insanı Türkçeye doğumundan itibaren aşinadır. Dil konusunda 
her biri kendi hatıralarından örnekler vererek anadilde eğitiminin bir hak olduğunu dile getirdi. Kürtçe anadilde eğitim sıklıkla özgürlük kavramıyla idealleştirildi. 

Konya Kürtleri genel olarak özerkliği ayrılıkçı bir talep olmaktan çok uzak görürler. Özerklik, yerel yönetimlerin daha fazla yetkilendirilmesi ve 
vatandaşın yönetime daha fazla katılımı şeklinde algılanır. Bunun ise işlerin daha hızlı işlemesi ve ihtiyaçlarının daha iyi karşılanması anlamında gündelik 
hayatlarını kolaylaştıracağı düşünülür. Çalışma sonunda özerkliğin kolaylık, huzur ve tamamlanmışlık ifadeleriyle kodlandığı görüldü. Yeni anayasadan 
beklentilerini belirtirken kimlik ve dil kavramları üzerinde yoğunlaştıkları gözlendi. Anayasada kimliklerinin tanınmasını, dil konusundaki mevcut 
sınırlayıcı hükümlerin kaldırılmasını talep ettiler. Genel olarak daha özgürlükçü, eşitlikçi, insan haklarına saygılı bir anayasa beklediklerini belirttiler. Alan araştırmamın temel sorularından biri olan, zenginlik ve refah Kürtlerin talep ettiği temel kavramları neden ve nasıl etkiler ya da etkilemez? sorusuna cevaben, görece zenginlik ve refahın Kürtlerin talep ettiği temel kavramları etkilemediğine ya da değiştirmediğine ulaşıldı. Her ne kadar ekonomiden sosyal hayata kadar tüm alanlarda sistemle bütünleşmiş olsalar da buna paralel olarak kimlik, dil ve kültür ile özerklik taleplerini yüksek sesle dile getirdiler. Kimliklerinin kişiliklerinin asli unsuru olduğunu ifade ederek anayasal olarak tanınmak ve Kürtçe eğitimin önündeki engellerin kaldırılması istediler. Kürt sorununun tek başına kimlikle ya da anadilde eğitimle çözülemeyeceğine işaret eden Konya Kürtleri, sorunun çözümünde bir bütünlük olması gerektiğini ifade ettiler. Yine bir diğer ‘hataya’ değinen görüşmecilerim anadilde eğitim ve özerklik taleplerinin yalnızca Türkiye Kürdistan’ı ile sınırlanamayacağını, söz gelimi, özerkliğin yerelleşmeye ilişkin olarak Cihanbeyli ve Kulu’nun merkez ve köylerinde de önemli bir talep olarak öne çıktığını ifade ettiler. Sermayenin her geçen gün daha da büyüdüğü Konya ilinde ekonomik sisteme iyiden iyiye entegre olan ve artık şimdilerde tanınmış birer iş adamı, tüccar ya da tacir olarak tanınan Konya Kürtleri ekonomik yatırım konusuna eleştirel bir gözle yaklaştılar. 

Temel görüşleri, Kürt sorununun çözümünün yalnızca ekonomik iyileşmeden geçmediği, sorunu ortaya çıkaran şeyin yoksullukla açıklanamayacağı 
yönündeydi. Meselenin ekonomik yanını yadsımaksızın, sorunun büyük ölçüde kimlik, hak ve özgürlükler sorunu olduğunu, dolayısıyla, iki yollu bir çözümün ‘at başı’ yürümesi gerektiği önerisinde bulundular. 

Bu tez çalışmasında en eleştirel tonda yazdıklarımda da dâhil, son tahlilde, çözüm odaklı bir yaklaşımı benimsemeyi amaçladım. Kürt sorununun çözümüne 
katkı sağlamayı umduğum bu çalışma sonunda meselenin nihai olarak çözümünde beş butonlu bir şema ortaya çıktı. Tez başlığımda formüle edildiği üzere ‘Açılımla Yaşamak’ ve tabi ‘Yaşatmak’ isteniyorsa bana göre çözümün yolu bu çalışmada somutlaştırılan temel kavramların devlet tarafından ivedilikle 
karşılanmasından geçiyor. Umarım araştırmamın bulguları ve öne sürülen argümanlar Kürt sorununun çözümüne kaynaklık eder ve kalıcı barışa vesile olur. 


DİPNOTLAR;

1 Kürtlerin siyasi parti geleneği, Demir’in (2005) Yasal Kürtler ve Öteki Kürtler (Demir, 2009) isimli kitaplarında ayrıntılarıyla ele alınır. 

2 2013 yılının Ocak ayında başlamış olan ve birçoklarınca II. Kürt açılımı olarak da tanımlanan süreçtir. Abdullah Öcalan, PKK, Türkiye hükümeti ve BDP arasında geçen, çatışmaların durdurulması ve barışın sağlanması için yapılan görüşmelerdir. Resmi olarak barışın sağlanması hedeflenen görüşmeler heyetler tarafından dalga dalga gerçekleştirilmektedir. PKK hareketinin önderi Abdullah Öcalan ile görüşen heyet, Adalet Bakanlığı tarafından seçilmekte olup Sırrı Süreyya Önder, Pervin Buldan, Selahattin Demirtaş gibi TBMM millet vekillerinden oluşmaktadır. Süreç boyunca Irak’ın kuzey bölgesinde bulunan PKK ve diğer Kürt grup veya örgütlerle de iletişime geçilmektedir.  (http://tr.wikipedia.org/wiki/%C4%B0mral%C4%B1_g%C3%B6r%C3%BC%C5%9Fmeleri). 

3 İlk kez 2009 yılında Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün İran gezisi sırasında uçakta gazetecilere “Kürt sorununda önümüzdeki günlerde güzel şeyler olacak” 
demesiyle başlayan ardından AKP’nin önce “Kürt Açılımı” olarak adlandırdığı daha sonra “Demokratik Açılım: Milli Birlik ve Kardeşlik Projesi” diye isimlendirdiği süreç. Burada belirttiğim “Kürt açılımı” ifadesi ise, yalnızca bu döneme ait bir açılım sürecini kastetmiyor olup Osmanlı Devleti’nin merkezileşme politikalarından Cumhuriyetin kuruluşuna kadar geçen sürede en son AKP hükümetinin uyguladığı politikalara kadar uzanan geniş bir zaman dilimine işaret etmektedir. 

4 Etnisite ve milliyetçilik kavramlarının ayrıntılı açıklamaları çalışmamın konusu dışında kalmakla birlikte kısaca etnisite ve etnik grup kavramlarını tanıtmak yerinde olacaktır. Etnik veya etnik grup terimleri bilhassa kültürel farklılık bağlamlarında kullanılırlar. Burada bahsedilen kültürel farklılık öncelikli olarak gerçek veya yaygın bir şekilde algılanan ortak bir soy, ayırıcı dil özellikleri ve ulusal veya bölgesel köken ile irtibatlıdır (Fenton, 2001: 5). Barth’ın (2001) işaret ettiği gibi, etnik grupların oluşumunda ve korunmasında gruplar arasına sınırlar çekilmesi ve bu sınırların sürdürülmesi önemli bir etkendir. Etnisite antropoloji için nispeten yeni bir kavramdır. Bu terim, belirli bir grupla özdeşleşmeyle ilgilidir (Kirişçi ve Winrow, 2011: 12). Özellikle etnik grup ve etnik kimlik terimini çalışmam boyunca kullanmayı tercih ettiğimi belirtmeliyim. 

5 Bu noktaya bir istisnayı Lazların oluşturduğunu söylemek yanlış olmaz. Örneğin Beller Hann ve Hann (2003)’ün belirttikleri gibi, devlet çay sanayisine yaptığı yatırımlarla bölge ekonomisini özellikle 1980’lerin ortalarından itibaren liberal piyasa değerleriyle dönüştürmüştür. Bu “ekonomik açılım” fikri ise, Lazlar ile devlet arasındaki ilişkinin bir tür bütünleşmeyle sonuçlanmasını kolaylaştırmıştır. 

6 12 Eylül 1980 sonrası Diyarbakır 5 No’lu Cezaevi üzerine sayılarca yazılan kitaplarda anlatılanlar cehennem tasvirleriyle doludur, bkz. (Gürgöz, 2011), 
(Kısacık, 2011), (Bozyel, 2013). Ayrıca 5 No’lu Cezaevi cehennemini yaşayanların anlatıları için bkz (www.diyarbakirzindani.com). 

7 Örneğin, Galli ulusçu lider Gwynfor Evans’ın açlık grevi, benzer bir süreci besleyerek, Gal dilinde yayın yapan ayrı bir TV kanalının izin verilmesini sağlamıştır (Yıldız, 2010: 43). 

8 Polonya’da dünyanın en büyük soykırımlarından birinin yaşandığı Auschwitz Toplama Kampı, girişinde meşhur “Çalışmak özgür kılar” yazısıyla, 1941 yılında 
Nazilerce kurulmuş ve zamanla genişletilmiştir. Başta Yahudiler olmak üzere 1.3 milyon kişinin öldürüldüğü yerdir. Nazi Almanya’sı tarafından kurulan tüm 
kampların en meşhur olanı Auschwitz’de yalnızca Yahudiler değil, arı ırk yaratma hedefi peşinde koşan Nazi Partisinin yok etmeyi amaçladığı onbinlerce insan bu 
kampta can vermiştir. Çok küçük bir azınlık sağ olarak kurtulabilmeyi başarmıştır. Kamptaki esirler en ağır işlerde çalıştırılmış, mecali olmayanlar fırınlarda yakılmış ya da gaz odalarında zehirlenerek öldürülmüşlerdir. Detaylı okuma ve bilgi için, bkz. (Wieviorka, 2006), (Yağcı, 2004). Görüşmecimin anlatısıyla işaret ettiği Auschwitz Toplama Kampı ile Diyarbakır 5 No’lu Cezaevi’ndeki uygulamaları karşılaştıran bir okuma için, bkz. (Welat, 2010). 

9 Hükümetin Diyarbakır Cezaevi’nin şehir dışına çıkarılacağı ve yerine okul yapılacağı açıklamasının ardından gelen tepkiler 5 No’lu Cezaevi’nin utanç ya da insan hakları müzesi yapılmasını talep eder. Bkz. 
http://haber.sol.org.tr/devlet-ve-siyaset/diyarbakir-cezaevi-muze-yapilsin-haberi-17226 
Ayrıca bkz. 
http://gundem.milliyet.com.tr/-diyarbakir-cezaevi-muze-olsun-mitingi/gundem/gundemdetay/01.10.2012/1604860/default.htm 

10 http://www.birikimdergisi.com/birikim/makale.aspx?mid=580&makale=Diyarbak%FDr%20Cezaevi%20Okul%20De%F0il,%20%DDnsan%20Haklar%FD%20M%FCzesi%20Olmal%FDd%FDr! 
Ayrıca bkz. 
http://anfnuce.com/news/guncel/diyarbakyr-cezaevi-nin-okul-yapylmasyna-tepki.htm 

11 12 Haziran 2012 tarihli haberin tam metni için bkz. http://siyaset.milliyet.com.tr/kurtce-secmeli-ders- olacak/siyaset/siyasetdetay/12.06.2012/1552705/default.htm 

12 http://www.mynet.com/haber/politika/kurtce-secmeli-ders-yeterli-degil-655218-1 

13 30 Eylül 2013 tarihli haberin tam metni için bkz. http://tr.euronews.com/2013/09/30/erdogan- reform-paketini-acikladi-anadilde-egitim-ozel-okullarda/ 

14 http://siyaset.milliyet.com.tr/bdp-den-demokratiklesme- paketi/siyaset/detay/1770600/default.htm 

15 Kürtlerin ülkesi anlamında hem etnik hem de coğrafi bir terim olan Kürdistan kelimesi ilk kez Sultan Sencer zamanında Büyük Selçuklu Devleti döneminde 
kullanılmıştır. Tarihsel açıdan Kürdistan ya da Kürtlerin ülkesi adının Hemedan’ın kuzeydoğusunda başkenti Bahar olan bir eyalet kuran Sultan Sencer zamanına dayandığı sanılmaktadır. Osmanlıların da Batı Kürdistan’ın yalnızca bir bölümünü içeren Dersim, Muş ve Diyarbakır bölgesi için Kürdistan adını kullandığı görülmektedir.17.yüzyıl Türk gezginlerinden Evliya Çelebi, Osmanlı sınırları içindeki dokuz vilayeti (Erzurum, Van, Hakkâri, Diyarbakır, Cezire, Amediye, Musul, Şehrezor ve Erdelan) Kürdistan olarak nitelemekte ve ülkenin doğu-batı yönünde on yedi günde aşılabildiğini belirtmektedir (Burkay, 1997: 7-8; Minorsky ve Bois, 2008: 81). Bir devleti olmayan, Kürdistan olarak bilinen topraklar İran, Türkiye, Irak ve Suriye arasında bölünmüştür. 
Hiçbir hukuki ve uluslararası tanınma koşulu olmadığı için Kürdistan tabiri haritalarda ve coğrafi atlaslarda yer almaz (Qasımlo, 2009: 33). Detaylı bilgi için, bkz. (Burkay, 1997), (Jwaideh, 1999), (Minorsky ve Bois, 2008) ve (Qasımlo, 2009). 

16 BDP Eşbaşkanı Selahattin Demirtaş, Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi’nin Eğil İlçesi’ne bağlı Yatır köyü yakınlarında katıldığı bir açılışta ‘Barış Sürecine’ dair 
değerlendirmelerde bulunurken Gezi Parkı eylemlerinin “demokratik özerklik isyanı” olduğunu söyledi: “Gezi Parkı isyanı, aslında demokratik özerklik isyanıdır. Halk yerinden yönetim istiyor. Kendi kararını kendisi vermek istiyor. Bunu talep etmek, arzulamak, önermek, Türkiye’de gerçek demokrasiyi savunmaktır”. Haberin tam metni için bkz. 
http://haber.sol.org.tr/devlet-ve-siyaset/demirtas-gezi-parki-isyani-demokratik-özerklik-isyanidir-haberi-754335 

17 Gezi Parkı eylemleri ve forumlarıyla ilgili ayrıntılı bilgilere 
http://www.sendika.org/sitesinden rahatlıkla ulaşılabilir. 

18 http://www.sendika.org/ 

19 http://www.sendika.org/2013/07/ankarali-dogrudan-demokrasi-için-parklarda-sokaklarda-meydanlarda/ 

20 http://www.sendika.org/2013/08/ankarali-doğrudan-demokrasi-için-parklarda-sokaklarda-meydanlarda/ 

21 http://www.sendika.org/2013/08/ankara-forumlari-bayram-sonrasi-yeniden-bir-araya-geliyor-gun-gun/ 

22 http/www.sendika.org/ 

23 http/www.sendika.org/ 

24 http://t24.com.tr/haber/dort-partinin-kismi-anayasa-taslaklarinin-tam-metni/227180 

25 Türkiye Kürdistan’ı terimi coğrafi bölgenin adı olarak tercihen kullanılmaktadır. Türkiye sınırları içinde yasal olarak bu isimle tanınmış bir bölgenin var olmadığı tarafımca bilinmektedir. Kürdistan’ın en büyük parçası kuzeye ve batıya düşen kesimin, toprak ve nüfus olarak, yaklaşık yarısı Türkiye sınırları içindedir ve resmi dilde ‘Doğu ve Güneydoğu’ bölgeleri olarak adlandırılan yerlerdir. Türkiye’nin idari paylaşımında yirmi bir kadar ili, yüzölçümü olarak ise üçte birine yakın bir alanı kapsar (Burkay, 1997: 9). 

26 9 Mart 2013 tarihli haberde Ciner Grubu’nun yapımını üstlendiği Şırnak Silopi Termik Santrali’nin açılışının Kürt sorununun ekonomik açılımı olarak sunulmasına bkz. 
http://www.bloomberght.com/haberler/haber/1316929-ciner-grubundan-800-milyon-dolarlik-yatirim 


KAYNAKÇA 

Abdülhalik, M., (2011), ‘Tetkik Seyâhati’ 14 Eylül 1341’, Tuğba Yıldırım (ed.), Kürt Sorunu ve Devlet: Tedip ve Tenkil Politikaları (1925-1947) içinde s. 1-15, 
İstanbul: Tarih Vakfı Yurt Yayınları. 

Akçam, T., (1995), Siyasi Kültürümüzde Zulüm ve İşkence, İstanbul: İletişim Yayınları. 

Akçura, B., (2008), Devletin Kürt Filmi: 1925-2007 Kürt Raporları, Ankara: Ayraç Kitabevi Yayınları. 

Aktan, H., (2012), Kürt Vatandaş, İstanbul: İletişim Yayınları. 

Aktan, İ., (2006), Zehir ve Panzehir, Kürt Sorunu: Faşizmin Şartı Kaç?, Ankara: Dipnot Yayınları. 

Aktürk, Ş., (2013), Türkiye’nin Kimlikleri: Din, Dil, Etnisite, Milliyet, Devlet ve Medeniyet, İstanbul: Etkileşim Yayınları. 

Akyol, M., (2006), Kürt Sorununu Yeniden Düşünmek, İstanbul: Doğan Kitap. 

Alakom, R., (2007), Orta Anadolu Kürtleri, İstanbul: Evrensel Basım Yayın. 

Alpay, N., (2010), ‘Anadili, Yabancı Dil ve Eksiltici İkidillilik’, Uluslararası Katılımlı Anadilde Eğitim Sempozyumu (1) içinde s. 83-89, Ankara: Eğitim 
Sen Yayınları. 

Amin, S., (1993), Avrupamerkezcilik Bir İdeolojinin Eleştirisi, İstanbul: Ayrıntı Yayınları. 

Amin, S., (1997), Emperyalizm ve Eşitsiz Gelişme, İstanbul: Kaynak Yayınları. 

Amin, S., (1999), Küreselleşme Çağında Kapitalizm, İstanbul: Sarmal Yayınevi. 

Anderson, B., (1995), Hayali Cemaatler: Milliyetçiliğin Kökenleri ve Yayılması, İstanbul: Metis Yayınları. 

Anter, M., (1991), Hatıralarım, İstanbul: Yön Yayıncılık. 

Assmann, J., (2001), Kültürel Bellek, İstanbul: Ayrıntı Yayınları. 

Balandier, G., (2010), Siyasal Antropoloji, İstanbul: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları. 

Baran, S., (2003), Demokrasi Mücadelesinde Yerel Yönetimler, İstanbul: Aram Yayıncılık. 

Barth, F., (2001a), ‘Giriş’, Fredrik Barth (ed.), Etnik Gruplar ve Sınırları: Kültürel Farklılığın Toplumsal Organizasyonu içinde s. 11-40, İstanbul: 
Bağlam Yayınları. 

Barth, F., (2001b), Kürdistan’da Toplumsal Örgütlenmenin İlkeleri, İstanbul: Avesta Yayınları. 

Başkaya, F., (2000), Kalkınma İktisadının Yükselişi ve Düşüşü, Ankara: İmge Kitabevi. 

Başkaya, F., (2001), Paradigmanın İflası, Ankara: Özgür Üniversite Kitaplığı. 

Başkaya, F., (2002), ‘Kalkınmayı Sorgulamak’ (Önsöz), François Partant, Kalkınmanın Sonu: “Bir Alternatif mi Doğuyor?” içinde s. 11-21, Ankara: 
Özgür Üniversite Kitaplığı. 

Başkaya, F., (2011a), ‘Önsöz’, Levent Ünsaldı, Bir Ekonomizm Eleştirisi: Türkiye’de Kalkınma Fikri içinde s. 7-14, Ankara: Özgür Üniversite Kitaplığı. 

Başkaya, F., (2011b), Yeni Paradigmayı Oluşturmak: Kapitalizmden Çıkmanın Gerekliliği ve Âciliyeti Üzerine Bir Deneme, Ankara: Özgür 
Üniversite Kitaplığı. 

Bayart, J.F., (1999), Kimlik Yanılsaması, İstanbul: Metis Yayınları. 

Bayrakdar, M., (2009), Doğu ve Batı Kaynaklarına Göre Kürtler Türklerin Nesi Oluyor?, Ankara: Beyaz Kule Yayın. 

Beller-Hann, I. ve Hann, C., (2003), İki Buçuk Yaprak Çay: Doğu Karadeniz’de Devlet, Piyasa, Kimlik, İstanbul: İletişim Yayınları. 

Beşikçi, İ., (1970), Doğu Anadolu’nun Düzeni: Sosyo-Ekonomik ve Etnik Temeller, Ankara: e Yayınları. 

Beşikçi, İ., (1991), Devletlerarası Sömürge Kürdistan, Ankara: Yurt Kitap Yayın. 

Bilbilik, E., (2010), Açılım Kıskacı, İstanbul: Kırmızı Kedi Yayınevi. 

Birand, M. A., (1992), Apo ve PKK, İstanbul: Milliyet Yayınları. 

Bozarslan, H., (2006), ‘Tribal Asabiyya and Kurdish Politics: A Socio-Historical Perspective’, F.A. Jabar and H. Dawod (eds.), The Kurds: 

Nationalism and Politics içinde s. 130-147, London, San Francisco and Beirut: Saqi Publications. 

Bozyel, B., (2013), Diyarbakır 5 No.lu, İstanbul: İletişim Yayınları. 

Bruinessen, M. v., (1992), Ağa, Şeyh ve Devlet: Kürdistan’ın Sosyal ve Politik Örgütlenmesi, Ankara: Özge Yayınları. 

Bruinessen, M.v., (2002), Kürtlük, Türklük, Alevilik: Etnik ve Dinsel Kimlik Mücadeleleri, İstanbul: İletişim Yayınları. 

Bruinessen, M.v., (2005), Kürdistan Üzerine Yazılar, İstanbul: İletişim Yayınları. 

Bruinessen, M.v., (2012), Kürdolojinin Bahçesinde, İstanbul: İletişim Yayınları. 

Bulaç, A., (1999), ‘Yerel Siyaset ve Demokrasi, Çoğulculuk, Sivil Toplum’, Sivil Toplum İçin Kent, Yerel Siyaset ve Demokrasi Seminerleri içinde s. 165-
178, İstanbul: Demokrasi Kitaplığı. 

Burkay, K., (1997), Geçmişten Bugüne Kürtler ve Kürdistan, İstanbul: Deng Yayınları. 

Cemal, H., (2003), Kürtler, İstanbul: Doğan Kitap. 

Connerton, P., (1999), Toplumlar Nasıl Anımsar, İstanbul: Ayrıntı Yayınları. 

Connolly, W.E., (1995), Kimlik ve Farklılık: Siyasetin Açmazlarına Dair Demokratik Çözüm Önerileri, İstanbul: Ayrıntı Yayınları. 

Çakır, R., (2004), Türkiye’nin Kürt Sorunu, İstanbul: Metis Yayınları. 

Çalmuk, F., (2001), Erbakan’ın Kürtleri, Milli Görüş’ün Güneydoğu Politikası, İstanbul: Metis Yayınları. 

Çandar, C., (2011), Dağdan İniş-PKK Nasıl Silah Bırakır? Kürt Sorunu’nun Şiddetten Arındırılması, İstanbul: TESEV Yayınları. 

Çay, A. M., (2010), Her Yönüyle Kürt Dosyası, İstanbul: İlgi Yayınevi. 

Çitçi, O., (1999), ‘Yerel Siyaset ve Demokrasi, Çoğulculuk, Sivil Toplum’, Sivil Toplum İçin Kent, Yerel Siyaset ve Demokrasi Seminerleri içinde s. 233-249, 
İstanbul: Demokrasi Kitaplığı. 

Darder, A., (2010), ‘Dil, Pedagoji ve İktidar: Dilsel Soykırım Siyasetine Karşı Çıkmak’, Uluslararası Katılımlı Anadili Sempozyumu (2) içinde s. 34-50, 
Ankara: Eğitim Sen Yayınları. 

Değirmenci, A., (2009), Kürt Sorununda Yeni Dönem, Ankara: Vadi Yayınları. 

Değirmencioğlu, S., (2010), ‘Anadilin Gelişimsel ve Toplumsal İşlevleri’, Uluslararası Katılımlı Anadili Sempozyumu (2) içinde s. 105-128, Ankara: 
Eğitim Sen Yayınları. 

Demir, E., (2005), Yasal Kürtler, İstanbul: Tevn Yayınları. 

Demir, E., (2009), Öteki Kürtler, Ankara: Orion Kitabevi. 

Donnan, H. ve Wilson, T.M., (2002), Sınırlar: Kimlik, Ulus ve Devletin Uçları, Ankara: Ütopya Yayınevi. 

Dulkadir, M., (2008), Doğrudan Demokrasi: Zapatist Özyönetim Deneyimi, Ankara: Algıyayın. 

Dündar, S., (2009), Kürtler ve Azınlık Tartışmaları, İstanbul: Doğan Kitap. 

Eğitim Sen (2010), ‘IV. Demokratik Eğitim Kurultayı Çok Dilli Çok Kültürlü Toplumlarda Eğitim Komisyonu Tebliği: Eğitimde Çokkültürlülük: Anadil, 
Çokdillik ve Kültürel Kimlikler’, Uluslararası Katılımlı Anadilde Eğitim Sempozyumu (1) içinde s. 137-224, Ankara: Eğitim Sen Yayınları. 

Ekinci, T.Z., (1997), Vatandaşlık Açısından Kürt Sorunu ve Bir Çözüm Önerisi, İstanbul: Küyerel Yayınları. 

Ekinci, T.Z., (2004), Türkiye’nin Kürt Siyasetine Eleştirel Yaklaşımlar, İstanbul: Cem Yayınevi. 

Emerson, R.M., Fretz, R.I. ve Shaw L.L., (2008), Bütün Yönleriyle Alan Çalışması, Ankara: Birleşik Yayınevi. 

Ensaroğlu, Y. ve Kurban, D., (2011), Kürtler Ne Kadar Haklı? Türkiye’nin Batısı Kürt Sorunu’na Bakıyor, İstanbul: TESEV Yayınları. 

Ercan, F., (1996), Gelişme Yazını Açısından Modernizm Kapitalizm ve Azgelişmişlik, İstanbul: Sarmal Yayınevi. 

Erdoğan, M. ve Yazıcı, S., (2011), Türkiye’nin Yeni Anayasasına Doğru, İstanbul: TESEV Yayınları. 

Ergil, D., (2009), Kürt Raporu: Güvenlik Politikalarından Kimlik Siyasetine, İstanbul: Timaş Yayınları. 

Eriksen, T.H., (2004), Etnisite ve Milliyetçilik: Antropolojik Bir Yaklaşım, İstanbul: Avesta Yayınları. 

Eriksen, T.H., (2009), Küçük Yerler Derin Mevzular, İstanbul: Avesta Yayınları. 

Ersanlı, B., (2010), ‘Türkiye’de Anadil Algısı ve Siyaseti’, Uluslararası Katılımlı Anadili Sempozyumu (2) içinde s. 306-319, Ankara: Eğitim Sen Yayınları. 

Fenton, S., (2001), Etnisite: Irkçılık, Sınıf ve Kültür, Ankara: Phoenix Yayınevi. 

Geertz, C., (2010), Kültürlerin Yorumlanması, Ankara: Dost Kitabevi Yayınları. 

Gellner, E., (1998), Milliyetçiliğe Bakmak, İstanbul: İletişim Yayınları. 

Gökalp, Z., (1994), Türkçülüğün Esasları, İstanbul: İnkılâp Kitabevi. 

Gürgöz, A.E., (2011), Diyarbakır Gecesi, Türkiye’de Kürt Olmak, İstanbul: Belge Yayınları. 

Halbwachs, M., (1992), On Collective Memory, Chicago: University of Chicago Press. 

Hassanpour, A., (2005), Kürdistan’da Milliyetçilik ve Dil (1918-1985), İstanbul: Avesta Yayınları. 

Heper, M., (2008), Devlet ve Kürtler, İstanbul: Doğan Kitap. 

Izady, M.R., (1992), The Kurds: A Concise Handbook, Washington DC; London: Taylor&Francis. 

Izikowitz, K.G., (2001), ‘Laos’ta Komşuluk’, Fredrik Barth (ed.), Etnik Gruplar ve Sınırları: Kültürel Farklılığın Toplumsal Organizasyonu içinde s. 155-170, 
İstanbul: Bağlam Yayınları. 

İnal, K., (2010), ‘Kültür, Kimlik ve Dil: Pedagojide Ötekinin Dilsel Hakları’, Uluslararası Katılımlı Anadili Sempozyumu (2) içinde s. 9-19, Ankara: Eğitim 
Sen Yayınları. 

Jabar, F.A. and Dawod, H. (eds.), (2006), The Kurds: Nationalism and Politics, London, San Francisco and Beirut: Saqi Publications. 

Jwaideh, W., (1999), Kürt Milliyetçiliğinin Tarihi: Kökenleri ve Gelişimi, İstanbul: İletişim Yayınları. 

Kahya, M., (2008), Ulusal Sorun: Sömürgecilik ve Kürt Sorunu, İstanbul: Erginbay Yayıncılık. 

Kamel, A.A., (2010), Açılım Fiyaskosu: Açılım Politikası Üzerine Eleştiriler ve Öneriler, İstanbul: Yeniyüzyıl Yayınları. 

Kasaba, R., (1999), ‘Eski ile Yeni Arasında Kemalizm ve Modernizm’, Türkiye’de Modernleşme ve Ulusal Kimlik içinde s.12-28, İstanbul: Tarih Vakfı 
Yurt Yayınları. 

Kastoryano, R., (2000), Kimlik Pazarlığı: Fransa ve Almanya’da Devlet ve Göçmen İlişkileri, İstanbul: İletişim Yayınları. 

Keleş, R., (1999), ‘Türkiye’de Yerel Siyaset; Yerel Yönetimler-Yapı, İşleyiş’, Sivil Toplum İçin Kent, Yerel Siyaset ve Demokrasi Seminerleri içinde s. 115-
131, İstanbul: Demokrasi Kitaplığı. 

Kısacık, R., (2011), İşkence ve Ölümün Adresi Diyarbakır Cezaevi, İstanbul: Ozan Yayıncılık. 

Kirişçi, K. ve Winrow, G.M., (2011), Kürt Sorunu Kökeni ve Gelişimi, İstanbul: Tarih Vakfı Yurt Yayınları. 

Kolektif, (2009), Kürt Sorunu: Acil Sorun Gerçekçi Yaklaşım, İstanbul: Birey Yayıncılık. 

Kösecik, M., (2006), ‘Yerel Ve Bölgesel Yönetimler Açısından Avrupa Birliği Bütünleşme Süreci ve Anayasası’, Avrupa Perspektifinde Yerel Yönetimler 
içinde s. 1-42, Bursa: Aktüel Yayınları. 

Kurban, D. ve Ensaroğlu, Y., (2010), Kürt Sorunu’nun Çözümüne Doğru: Anayasal Ve Yasal Öneriler, İstanbul: TESEV Yayınları. 

Kurban, D. ve Yeğen, M., (2012), Adaletin Kıyısında: ‘Zorunlu’ Göç Sonrasında Devlet Ve Kürtler/ 5233 Sayılı Tazminat Yasası’nın Bir 
Değerlendirmesi- Van Örneği, İstanbul: TESEV Yayınları. 

Kutlay, N., (1997), Kürt Kimliğinin Oluşum Süreci, İstanbul: Belge Yayınları. 

Kutlay, N., (2002), 21. Yüzyıla Girerken Kürtler, İstanbul: Pêrî Yayınları. 

Kutlay, N., (2006), Kürtlerde Değişim ve Milliyetçilik, Ankara: Dipnot Yayınları. 

Lewellen, T.C., (2011), Siyasal Antropoloji, Ankara: Birleşik Yayınları. 

Liebe-Harkort, K., (2010), ‘Anadil- Çokluk ve Birlikteliği Olanaklı Kılan Bir Konu’, Uluslararası Katılımlı Anadilde Eğitim Sempozyumu (1) içinde s. 30-
40, Ankara: Eğitim Sen Yayınları. 

Marcus, A., (2009), Kan ve İnanç: PKK ve Kürt Hareketi, İstanbul: İletişim 
Yayınları. 

Marx, K., (2006), Fransa’da Sınıf Savaşımları (1848-1850), Ankara: Sol Yayınları. 

Matur, B., (2011), Dağın Ardına Bakmak, İstanbul: Timaş Yayınları. 

McDowall, D., (2004), Modern Kürt Tarihi, Ankara: Doruk Yayımcılık. 

Minorsky, V. ve Bois, T.H., (2008), Kürt Milliyetçiliği, İstanbul: Örgün Yayınevi. 

Minorsky, V., Bois, T.H. ve Mac Kenzie D.N., (2004), Kürtler ve Kürdistan, İstanbul: Doz Yayınları. 

Morley, D. ve Robins, K., (1997), Kimlik Mekânları: Küresel Medya, Elektronik Ortamlar ve Kültürel Sınırlar, İstanbul: Ayrıntı Yayınları. 

Mumcu, U., (2002), Kürt Dosyası, Ankara: um:ag Vakfı Yayınları. 

Nikitine, B., (1926), ‘Kurdish Stories From My Collection’, Bulletin Of The School Of Oriental and African Studies, Volume 4, March Issue (1): 121-138. 

Nunez, J.P., (2010), ‘Fransa Deneyimi’, Uluslararası Katılımlı Anadilde Eğitim Sempozyumu (1) içinde s. 41-46, Ankara: Eğitim Sen Yayınları. 

Ökmen, M., (2006), ‘Uyum Sürecinin İdari-Politiği: Avrupa Birliği ve Türkiye Perspektifinde Küreselleşme-Yerelleşme Dinamikleri’, Avrupa Perspektifinde 
Yerel Yönetimler içinde s. 43-106, Bursa: Aktüel Yayınları. 

Özdağ, Ü., (2007), Kürtçülük Sorununun Analizi ve Çözüm Politikaları, Ankara: Bilgi Yayınevi. 

Özel, Ç., (2010), ‘Eğitimde Fırsat Eşitliği’, Uluslararası Katılımlı Anadilde Eğitim Sempozyumu (1) içinde s. 239-245, Ankara: Eğitim Sen Yayınları. 

Özer, A., (2010), Beş Büyük Tarihi Kavşakta Kürtler ve Türkler, İstanbul: Hemen Kitap. 

Özkan, F., (2011), Dil Yarası, İstanbul: Metamorfoz Yayıncılık. 

Özoğlu, H., (2005), Osmanlı Devleti ve Kürt Milliyetçiliği, İstanbul: Kitap Yayınevi. 

Parla, T., (2007), Türkiye’de Anayasalar, İstanbul: İletişim Yayınları. 

Parlak, B., (2006), ‘Avrupa Birliği Perspektifinden Merkezi Yönetim-Yerel Yönetim İlişkileri’, Avrupa Perspektifinden Yerel Yönetimler içinde s. 337-372, 
Bursa: Aktüel Yayınları. 

Parlar, S., (2005), Türkler ve Kürtler, İstanbul: Bağdat Yayınları. 

Partant, F., (2002), Kalkınmanın Sonu: “Bir Alternatif mi Doğuyor?”, Çev. F.Başkaya, Ankara: Özgür Üniversite Kitaplığı. 
Pekdemir, M., (2000), Öç Alan Devlet Mi?, İstanbul: Su Yayınları. 

Perinçek, D., (2010), Kemalist Devrim-7: Toprak Ağalığı Ve Kürt Sorunu, İstanbul: Kaynak Yayınları. 

Qasımlo, A., (2009), Kürtler ve Kürdistan, İstanbul: Avesta Yayınları. 

Randal, J.C., (2001), Bunca Bilgiden Sonra Ne Bağışlaması? Kürdistan İzlenimlerim, İstanbul: Avesta Yayınları. 

Reid, E.C., (2010), ‘İkidilli Eğitim’, Uluslararası Katılımlı Anadilde Eğitim Sempozyumu (1) içinde s. 90-92, Ankara: Eğitim Sen Yayınları. 

Romano, D., (2006), The Kurdish Nationalist Movement: Oportunity, Mobilization and Identity, New York: Cambridge University Press. 

Saraçoğlu, C., (2011), Şehir, Orta Sınıf ve Kürtler, İstanbul: İletişim Yayınları. 

Sevimay, D., (2009), Süreç, İstanbul: Özgür Yayınları. 

Sönmez, M., (2012), Kürt Sorunu ve Demokratik Özerklik, Ankara: NotaBene Yayınları. 

Şimşir, B.N., (2009a), Kürtçülük (1787-1923), Ankara: Bilgi Yayınevi. 

Şimşir, B.N., (2009b), Kürtçülük II. (1924-1999), Ankara: Bilgi Yayınevi. 

Tekeli, İ., (1999), ‘Yerel Siyaset ve Demokrasi, Çoğulculuk, Sivil Toplum’, Sivil Toplum İçin Kent, Yerel Siyaset ve Demokrasi Seminerleri içinde s. 195-
231, İstanbul: Demokrasi Kitaplığı. 

Terzioğlu, S.S., (2007), Uluslararası Hukukta Azınlıklar ve Anadilde Eğitim Hakkı, Ankara: Alp Yayınevi. 

TESEV, (2006), Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da Sosyal ve Ekonomik Öncelikler, İstanbul: TESEV Yayınları. 

TESEV, (2008), Kürt Sorununun Çözümüne Dair Bir Yol Haritası: Bölgeden Hükümete Öneriler, İstanbul: TESEV Yayınları. 

TESEV, (2012), Anayasaya Dair Tanım Ve Beklentiler, İstanbul: TESEV Yayınları. 

Tunçay, M., (1999a), ‘İnsan Hakları, Kentsel Haklar, Uluslararası Yerel Yönetim Dokümanları’, Sivil Toplum İçin Kent, Yerel Siyaset ve Demokrasi 
Seminerleri içinde s. 265-278, İstanbul: Demokrasi Kitaplığı. 

Tunçay, M., (1999b), Türkiye Cumhuriyeti’nde Tek Parti Yönetimi’nin Kurulması (1923-1931), İstanbul: Tarih Vakfı Yurt Yayınları. 

Türkali, V., (2005), Özgürlük İçin Kürt Yazıları, İstanbul: Everest Yayınları. 

Türkay, M., (2009), Sermaye Birikimi, Kalkınma, Azgelişmişlik: Türkiye ve Dünya Üzerine Notlar, İstanbul: SAV Sosyal Araştırmalar Vakfı. 

Uğur, A., (1999), ‘Yerel Siyaset ve Demokrasi, Çoğulculuk, Sivil Toplum’, Sivil Toplum İçin Kent, Yerel Siyaset ve Demokrasi Seminerleri içinde s. 179-
194, İstanbul: Demokrasi Kitaplığı. 

Uygun, O., (2012), Yeni Anayasada Yerel Ve Bölgesel Yönetim İçin Öneriler, İstanbul: TESEV Yayınları. 

Ünsaldı, L., (2011), Bir Ekonomizm Eleştirisi: Türkiye’de Kalkınma Fikri, Ankara: Özgür Üniversite Kitaplığı. 

Vali, A., (2006), ‘The Kurds and Their ‘Others’: Fragmented Identity and Fragmented Politics’, F.A. Jabar and H. Dawod (eds.), The Kurds: 
Nationalism and Politics içinde s. 49-78, London, San Francisco and Beirut: Saqi Publications. 

Vera-Zavala, A., (2006), Katılımcı Demokrasi: Dünyadaki Katılımcı Demokrasi Deneyimleri, Ankara: Dipnot Yayınları. 

Welat, İ., (2010), Auschwitz’den Diyarbakır’a 5 No’lu Cezaevi, İstanbul: Aram Yayınları. 

Wieviorka, A., (2006), 60 Yıl Sonra Auschwitz, İstanbul: İletişim Yayınları. 

Yağcı, Ö., (2004), Nazi Kampları, İstanbul: Papirüs Yayınevi. 

Yayman, H., (2011), Türkiye’nin Kürt Sorunu Hafızası, Ankara: Seta Yayınları. 

Yazıcı, S., (2009), Yeni Bir Anayasa Hazırlığı ve Türkiye, Seçkincilikten Toplum Sözleşmesine, İstanbul: İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları. 

Yeğen, M., (1999), Devlet Söyleminde Kürt Sorunu, İstanbul: İletişim Yayınları. 

Yeğen, M., (2009), Müstakbel Türk’ten Sözde Vatandaşa, İstanbul: İletişim Yayınları. 

Yeğen, M., (2011), Son Kürt İsyanı, İstanbul: İletişim Yayınları. 

Yıldırım, T. (ed.), (2011), Kürt Sorunu ve Devlet: Tedip ve Tenkil Politikaları (1925-1947), İstanbul: Tarih Vakfı Yurt Yayınları. 

Yıldız, A., (2010), Ulus Devletin Bunalımı, Türkiye’de Federalizm ve Kürt Meselesi, İstanbul: Etkileşim Yayınları. 

Yıldız, H., (2006), Yirminci Yüzyılın Başlarında Kürt Siyasası ve Modernizm, İstanbul: Doz Yayınları. 

İnternet Siteleri ;

Ankaralı Forumları Bayram Sonrası Yeniden Bir Araya Geliyor, 
http://www.sendika.org/2013/08/ankara-forumlari-bayram-sonrasi-yeniden-
bir-araya-geliyor-gun-gun/, e.t: 15.08.2013. 

Ankara Forumları Umut Parklarda Büyüyor, 
http://www.sendika.org/2013/08/ankarali-doğrudan-demokrasi-için-parklarda-sokaklarda-meydanlarda/, e.t: 1.08.2012. 

Ankaralı Doğrudan Demokrasi İçin Parklarda Sokaklarda, 
http://www.sendika.org/2013/07/ankarali-dogrudan-demokrasi-için-parklarda-sokaklarda-meydanlarda/, e.t:15.07.2013. 

BDP’den Demokratikleşme Paketi Açıklaması, http://siyaset.milliyet.com.tr/bdp-den-demokratiklesme- paketi/siyaset/detay/1770600/default.htm, e.t: 30.09.2013. 

Ciner Grubu’ndan 800 Milyon Dolarlık Yatırım, 
http://www.bloomberght.com/haberler/haber/1316929-ciner-grubundan-800-milyon-dolarlik-yatirim, e.t: 9.03.2013. 

Demirtaş: ‘Gezi Parkı İsyanı, Demokratik Özerklik İsyanıdır’, 
http://haber.sol.org.tr/devlet-ve-siyaset/demirtas-gezi-parki-isyani-demokratik-
özerklik-isyanidir-haberi-75435, e.t: 27.06.2013. 

Dört Partinin Kısmi Anayasa Taslaklarının Metni, http://t24.com.tr/haber/dort-partinin- kismi-anayasa-taslaklarinin-tam-metni/227180, e.t: 5.04.2013. 

Diyarbakır Cezaevi Müze Yapılsın, http://haber.sol.org.tr/devlet-ve-siyaset/diyarbakir-cezaevi-muze-yapilsin-haberi-17226, e.t: 6.07.2013. 

Diyarbakır Cezaevi Müze Olsun, http://gundem.milliyet.com.tr/-diyarbakir-cezaevimuzeolsunmitingi/gundem/gundemdetay/01.10.2012/1604860/default.htm, e.t: 6.07.2013. 

Diyarbakır Cezaevi Okul Değil, İnsan Hakları Müzesi Olmalıdır, 

http://www.birikimdergisi.com/birikim/makale.aspx?mid=580&makale=Diyarbak%FDr%20Cezaevi%20Okul%20De%F0il,%20%DDnsan%20Haklar%FD%
20M%FCzesi%20Olmal%FDd%FDr!, e.t: 6.07.2013. 

Diyarbakır Cezaevi’nin Okul Yapılmasına Tepki, 
http://anfnuce.com/news/guncel/diyarbakyr-cezaevi-nin-okul-yapylmasyna-tepki.htm, 6.07.2013. 

Diyarbakır Zindanı, http://www.diyarbakirzindani.com/index.php, e.t: 20.10.2013. 

Erdoğan Reform Paketini Açıkladı, 
http://tr.euronews.com/2013/09/30/erdogan-reform-paketini-acikladi-anadilde-egitim-ozel-okullarda/, e.t: 30.09.2013. 

Habur’dan Giriş Yapan PKK’lıların Serbest Bırakılması Ankara’yı Hareketlendirdi, 
http://www.radikal.com.tr/politika/haburdan_giris_yapan_pkklilarin_serbest_birakilmasi_ankarayi_hareketlendirdi-960336, e.t: 20.10.2013. 

İmralı Görüşmeleri, 
http://tr.wikipedia.org/wiki/%C4%B0mral%C4%B1_g%C3%B6r%C3%BC%C5%9Fmeleri, e.t: 20.10.2013. 

Kürtçe Seçmeli Ders Olacak, http://siyaset.milliyet.com.tr/kurtce-secmeli-ders- olacak/siyaset/siyasetdetay/12.06.2012/1552705/default.htm, e.t:30.09.2013. 

Kürtçe Seçmeli Ders Yeterli Değil, http://www.mynet.com/haber/politika/kurtce-secmeli-ders-yeterli-degil-655218-1, e.t: 30.09.2013. 

Sendika.org, http://www.sendika.org/, e.t. 20.10.3013. 

Yıldırım Türker, Diyarbakır Cezaevi, 
http://www.diyarbakirzindani.com/index.php?Itemid=9&id=187&option=com_content&task=view, e.t: 20.10.2013. 


KISALTMALAR 

ABD Amerika Birleşik Devletleri 

AKP Adalet ve Kalkınma Partisi 

BDP Barış ve Demokrasi Partisi 

CHP Cumhuriyet Halk Partisi 

DEHAP Demokratik Halk Partisi 

DEP Demokrasi Partisi 

DP Demokrat Parti 

DTP Demokratik Toplum Partisi 

EĞİTİM SEN Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası 

HADEP Halkın Demokrasi Partisi 

HEP Halkın Emek Partisi 

HES Hidroelektrik Santraller 

MHP Milliyetçi Hareket Partisi 

MSP Milli Selamet Partisi 

PKK Kürdistan İşçi Partisi (Partiya Karkerên Kurdistan) 

RP Refah Partisi 

TBMM Türkiye Büyük Millet Meclisi 

TESEV Türkiye Ekonomik ve Sosyal Etüdler Vakfı 

TİP Türkiye İşçi Partisi 

UNESCO Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür Örgütü (United Nations Educational, Scientific and Culturel Organization) 


***