SURİYE etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
SURİYE etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

8 Mart 2021 Pazartesi

İRAN VE SURİYEDEKİ TÜRKMEN KARDEŞLERİMİZ.,

İRAN VE SURİYEDEKİ TÜRKMEN KARDEŞLERİMİZ.,


Prof.Dr. Sait Yılmaz 
22 Mart 2019 


     Irak ve Suriye’deki Türkmen kardeşlerimizi unutmayalım.. 

Giriş 

     Hafta içinde yaptığımız Irak ve Suriye Türkmenleri Kongresi ile iki ülkedeki Türkmen kardeşlerimizin liderlerini, sahadan bilgi alan çeşitli akademisyen ve gazeteci arkadaşlarımızı ağırladık. Neler olup-bittiği ile ilgili bilgilerimizi tazeledik, görüş alışverişinde bulunduk. 
Türkiye‟de Türkmen kimliği ve yaşadığı sorunlar ile ilgili önemli bir bilgi açığı var. Irak ve Suriye‟de yaşayan Türkmenler, 1923 yılına kadar aynı ülkenin (Osmanlı) vatandaşı olduğumuz, bizim gibi Oğuz kökenli Türk kardeşlerimiz. Kader pek çok coğrafyada olduğu gibi bizleri fiziken ayrı düşürse de gönül bağlarımız ve ortak umutlarımız devam ediyor. 
Türkmen kardeşlerimiz için yaşadıkları ülkelerde durum uzun zamandır iyiye gitmiyor, hatta varlıklarının hiç olmadığı kadar tehlikede olduğunu söyleyelim. Bunları size aşağıda rakamlarla anlatacağım. 1990 yılından beri Türkmen kardeşlerimizle ve bölgedeki istenmeyen oluşumlar ile ilgili önümüze pek çok fırsat çıkmasına rağmen bunları değerlendirmedik. 

 Irak ve Suriye‟deki Türkmen kardeşlerimiz için bir şeyler yapmak konusunda geç 
kalmışta olsak da hala yapılacak çok şey var. İki ülkede de Türkmen varlığı hemen hemen silinmek üzere. Kamuoyunda az bilinen bir harita var; „Türkmeneli bölgesi‟ yani tarihi olarak Türkmenlerin hâkim olduğu bölgeler. Bağdat‟tan başlayıp Irak‟ın kuzeyinde Kerkük ve Musul‟u da içine alıp, oradan Suriye‟nin kuzeyinden Halep‟e ulaşan bir Türkmen hilalini temsil ediyor. İşte bu hilali şimdi Batılılar PKK terör örgütü ve işbirlikçisi Barzani yönetimi ile dolduruyorlar. Türkiye‟nin vizyonu Türkmen kardeşlerimizin kimliğinin ve haklarının korunması olmalıdır. Bunun için ne Irak‟ı ne Suriye‟yi bölmeye gerek var. Türkmenler, her zaman en barışçıl toplumlardan biri oldu. Bu ülkelerin bütünlüğü içinde Türkmenlerin hakları 
korunabilir. Aksi takdirde Suriye de Irak gibi olabilir. Neler oldu, hangi aşamada yız, neler yapmalıyız; özetleyelim. 

Federal Irak’ta Türkmenlerin adı yok.. 

 Birinci Dünya Savaşı'nda müttefikleri yüzünden mağlup sayılan Osmanlı 
İmparatorluğu, 30 Ekim 1918'de Mondros Ateşkes Antlaşması ile savaşa son verdi. Yapılacak barış anlaşması için Mondros‟un imzalandığı gün savaşın durduğu hatlar esas olacaktı ama İngilizler savaşa altı gün daha devam edip, Kerkük ve Musul‟u da içine alan bölgeyi de işgal ettiler. Son Osmanlı Mebusan Meclisi‟nin, 28 Ocak 1920'de yaptığı toplantıda kabul ettiği "Misâk-ı Milli", Mondros Ateşkes Antlaşması sonrasında yapılan tüm işgalleri reddediyordu. 

Atatürk, Lozan öncesinde 13 Ekim 1922'de yabancı basına verdiği demecinde "Avrupa'da İstanbul ve Meriç'e kadar Trakya, Asya'da Anadolu, Musul arazisi ve Irak'ın yarısı, Makedonya'yı ve Suriye'yi terk ettik. Fakat artık arkada kalan ve sırf Türk olan her yeri ve her şeyi isteriz. 

Bunları kurtarmaya azmettik ve kurtaracağız" demişti. 

1924'te Meclis‟te dağıtılan haritaya göre (Harita 1) Batum, Halep, Rakka, Deyr-i Zor, Musul ve Kerkük (Revandiz, Erbil) gibi bugün Türkiye sınırları dışında olan vilayetler Türkiye toprağı olarak gösterilmektedir 1. İngiliz kontrolündeki Milletler Cemiyeti 1925 sonunda Musul'un Irak'ta kalmasına karar verdi. Türkiye, tüm hoşnutsuzluğuna rağmen içeride bekleyen ekonomik ve sosyal sorunlar yüzünden 05 Haziran 1926‟da İngiltere ile yapılan anlaşma çerçevesinde, Milletler Cemiyeti kararını tanıdı. Ancak, Atatürk, Misak-ı Milli sınırlarını Türk dış politikasının yükümlülük alanı olarak tespit etti. 

Harita 1: Misak-ı Milli 


 1926 Ankara Antlaşması ile Musul vilayetinin Irak sınırları içinde kalması neticesi 
Irak vatandaşı olan Irak Türkleri, antlaşmayla beraber Irak devletinin asli ve kurucu üç unsurundan biri olmuştur. Ancak, sahip oldukları haklar hep kâğıt üstünde kalmıştır. 1959 
Kerkük Katliamı yeni bir dönemin başlangıcı oldu. 1972‟de Irak hükümeti, Türkçe eğitimi ve Türk medyasını yasaklarken, Baas rejimi de 1980‟de kamusal alanda Türkçe‟nin kullanımına fırsat vermedi. Türkmen aydınları arasında öne çıkmış isimler 1980‟de idam edilmiştir 2. 
Amerikan işgali sonrası 1990‟lı yıllarda Türkmenler siyasi örgütlenmeye gittiler. 1995‟te Irak Türkmen Cephesi (ITC) kuruldu. 1957 yılındaki Irak nüfus sayımına göre Irak‟ta 2,5 milyon Türkmen yaşamakta idi. Türkmen nüfusu; 28 milyon olduğu tahmin edilen Irak nüfusunun % 12‟sine tekabül etmektedir. 
Günümüzde 3.5 milyon nüfusu ile Türkmenler Irak‟taki üç önemli etnik unsurdan 
biridir. Irak‟ın her bölgesine yayılmış olan Türkmenler en çok Irak‟ın kuzeyinde Kerkük, Erbil, Selahaddin, Musul ve Telafer‟de yoğun olarak yaşamaktadır3. 2003 yılı sonrası yaşanan olaylar nedeni ile Harita 2‟de görülen Türkmen bölgesi kaybolmuş, geride bölük pörçük Türkmen toplulukları kalmıştır. Irak‟ın kuzeyinde Kürtlerin devlet kurma istekleri Türkmenlere olan saldırıları arttırmış ve birçok katliam gerçekleşmiştir: Tuzhurmatu (2003), 

Telafer I (2004), Telafer II (2005), Musul (2005), Yengice (2006), Karatepe (2006), Kerkük Terör (2006) katliamları bunlara örnektir ve maalesef bu katliamlar hâlâ daha devam etmektedir. 
 Amerikan askerlerinin 2005 yılında yaptığı Irak Anayasası ile Parlamentodaki 329 
sandalye ve önemli konumlar (başkanlık, başbakanlık ve hükümet sözcülüğü) mezhepsel olarak dağıtılmış durumdadır. Kürtlere başkanlık, Şiilere başbakanlık ve Sünnilere hükümet sözcülüğü verilmiştir. Irak‟ın kuzeyinde kurulan Kürt yönetim bölgesinin kendi parlamentosu ve başbakanı var. Kürtler kadar nüfusu olan Irak Türkmenlerin ise ne diğer azınlıklar gibi parlamentoda sandalye hakları var ne de Irak yönetiminde bir konuma sahipler. Türkmenler son seçimlerde Kerkük‟te Irak Türkmen Cephesi‟nden 2, Şii gruplar içinden 7 milletvekili çıkardılar. Ancak, 100 bin nüfuslu Hıristiyanlar bakanlık (Adalet) alırken, Türkmenlere bir bakanlık bile verilmedi. Irak nüfusu, 2018 yılında 39 milyon kişidir. Türkçe konuşan (Türkmen) sayısı; resmi olarak 1.5-1.8 milyon kişidir. Bunlara resmi olmayan 750 bin -1 
milyon kişi ilave edilmelidir. Türkmen bölgeleri dışında yaşayan ve Türkçe konuşmayı yararına görmeyen 500 bin kişi daha ilave edilmelidir. Irak‟ta Türkmenler yok sayılmaya çalışılmaktadır. 

Harita 2: Irak Demografisi Türkmenler (2001 ve 2019) 

Not: Soldaki haritada 2001 yılında Irak’ın kuzeyindeki Mavi Bölge Türkmen bölgesi iken, sağdaki haritada ise bugün sadece Kırmızı bölgelerde Türkmen nüfus yoğunluğu kalmıştır. 
 Sorunun temelinde Türkmen bölgelerinde petrol olması yatmaktadır. ABD destekli Barzani yönetimi; Türkmen nüfusu güneye kaçırtarak, petrol bölgeleri başta olmak üzere Irak‟ın kuzeyinde referandum ile Kürt devletinin yaşaması için gelir kaynağı yaratmak, diğer bir ifade ile bizim topraklarımız olan Kerkük ve Musul‟a el koymak istemektedir. 

Suriye’deki Türkmenler de buharlaştılar.. 

 Daha Anadolu‟da yerleşmeden önce ilk Selçuklu Devleti Suriye‟de kuruldu. 
Dedelerimiz Anadolu‟ya en az İran kapısı kadar Suriye, özellikle Halep üzerinden girdiler. 
Bugünkü Şam Camisi, Selçuklu dönemine aittir. Esat zamanında Türkçe türkü 
söyleyemezdiniz, aşırı Arap milliyetçisi baba Esat zamanında Türkmenler büyük baskıya uğradılar. Türkiye‟ye yakın sınırlarda yaşayanlar güneye göç ettirildi, buralara bugünkü PKK‟nın tabanı olan nüfus yerleştirildi. Osmanlı dönemine ait tarihi eser bırakılmadı. 
Suriye‟de iç savaş çıkmadan önce Türkmenlerin bir etnik kimliği yoktu. Suriye rejimi onları Türkiye‟nin bir uzantısı olarak görmüş, Türkçe kitap, kaset vb. her şey yasaklanmıştı. 
Ekonomik bakımdan ve eğitim seviyesi olarak en geri durumda bırakıldılar. İdlib ve Afrin ile birlikte Fırat Kalkanı bölgesi de Araplaştırılırken Türkmenler Suriye genelinde buharlaştılar. 
2011 yılına göre Suriye‟deki Türkmen nüfusu (3.5 milyon) %90 azaldı veya kayboldu. 

Suriye‟deki Türkmen sayısı 3.5 milyon (%15.2) civarındadır. Bu Türkmenleri üç gruba ayırabiliriz (Harita 3); 

(1) Türklük bilinci olup, Türkçe konuşanlar (1.5 milyon), 
(2) Türklük bilinci olup, Türkçe bilmeyenler (1 milyon), 
(3) Türklük bilincini kaybetmiş ve Türkçe bilmeyenler (1 milyon). 

C:\Users\TOSHIBA\Desktop\suriye-turkmen-nufusu-harita.jpg

Türkmenler yedi bölgeye dağılmış olduğu gibi, bu bölgeler içinde de dağınık durumda kaldılar. Türkmenlerin Suriye içi dağılımı aşağıdaki gibi idi; Halep (1 milyon 250 bin), Hama ve Humus (1 milyon), Bayır Bucak (Lazkiye) (250 bin), Şam (750 bin), Golan (40-50 bin), 
Rakka (50 bin), İdlib (50 bin). 
Harita 3: Suriye’de Etnik durum 

Bu gruplardan ilk ikisi bugün daha çok muhalif grupların bölgeleri (İdlib, Humus) 
içinde ya da Türkiye‟ye gelmişlerdir. Üçüncü grup ise çoğunlukla Esat güçlerinin (Halep, Hama) kontrolü altındaki bölgelerdedir. 
Suriye‟deki iç savaşta on üç milyon insan diğer ülkelere göç etti ya da ülke içinde yer değiştirdi. Dört milyon Suriyeli Türkiye‟ye geldi. Kuşatılmış bölgelerde varlığını sürdürmeye çalışanlara ilaç gitmiyor, bu da BM‟nin acizliğinin göstergesidir. Savaş öncesi Türkmenler tüm Irak‟ta önemli nüfus bölgeleri oluşturmuşken, bugün sadece Halep‟in kuzeyinde ve Fırat Kalkanı bölgesinde az bir Türkmen varlığı kaldı. Bugün Suriye’deki Türkmen mevcudu yaklaşık 350 bin kişi civarındadır. Sadece 10 bin Türkmen Avrupa‟ya gitti. Toplama bir milyon nüfusa sahip YPG/PKK bölgesin de devlet kurulmaya çalışılırken, Suriye‟deki Türkmenler sahipsiz ve ne istediğini bilmiyorlar. 

Türkiye‟ye gelen 4 milyon Suriyeli yanında 500 bin civarında Türkmen var. Suriye 
Türkmenleri en çok İstanbul (300 bin), Antep (50 bin), Osmaniye (50 bin), Hatay (30-40 bin), İzmir (20 bin), Malatya (20 bin) ve Konya‟da (15 bin) yaşamaktadır. 150 bin civarında Suriyeli Türkmen‟in Lübnan‟a göç etmek zorunda kaldığını da not edelim. 
Savaş nedeni ile Fırat‟ın doğusunda boşalan yerlerde suni bir Kürt haritası oluşturuldu. Kobani kelimesi, Birinci Dünya Savaşı öncesi bölgede faaliyet gösteren Alman demiryolu şirketi için verilen isimdir. Şirket anlamındaki „company‟ kelimesinden gelmektedir. 

Bölgedeki tüm Kürtçe isimler uydurmadır. Bu bölge için kullanılan Arap Pınarı (Ayn el Arab) ismi aslında iki kardeş Türkmen adını taşıyordu; burada su kaynaklarının bolluğundan dolayı Ali Pınarı ve Mürşit Pınarı isimleri vardı. Onca zorla göç ettirmelerin ve demografi değiştirme çalışmalarından sonra bölgede hala 8 Türkmen köyü bulunmaktadır. 

Gelinen aşama.. 

 Türkmenler, her türlü baskı, demografik yapıyı bozma çalışmaları ile karşı karsıyadır. 
Bugün Irak‟ta Türkmenlerin 5-6 siyasi partisi, yüzlerce Sivil Toplum Örgütü ile geniş bir örgütlenmesi var. Türkmenlerin, almış yıllık siyasi mücadelesi devam ediyor. Misak-ı Milli içindeki Türkmenlerin bölgeden kaçması ile sorunun kökten çözüleceğini düşünmek yanlıştır. 
1990 yılına kadar gizli olan mücadelemiz, bu tarihten sonra siyasi parti olarak tanınmış bir şekilde devam etmeye başladı. Türkmen bölgelerine dönüşler var ama çok yetersizdir. 
Türkmenler, Kerkük‟ün idaresinin Türkmenlere bırakılmasını yani Vali‟nin Türkmen olmasını istemektedir. Zaten Kerkük merkezinde Türk nüfus daha fazladır. 
Irak Türkmen Cephesi (ITC), Türkmen mücadelesinin bayraktarlığını yapan, en büyük siyasi kuruluştur. Ancak, ITC‟nin daha çok ülke tarafından tanınması için gayret sarf edilmelidir. Suriye ve Irak‟ta Türkmenler için ancak, 2017 yılında sonra bazı görünen iyileşmeler başladı ve bunun devam etmesi gerekir. Yaşanan o kadar kötü dönemden sonra Türkmenler mücadeleye sıfırdan mücadeleye başladı. 25 Eylül 2017‟de Barzani tarafından Kerkük‟te yapılan gayrimeşru referandumun tanınmaması Kürt Yönetim Bölgesi için bir tokat oldu. 
 Türkiye‟nin kontrolündeki Fırat Kalkanı ve Afrin bölgelerinde iki sene önce IŞİD ve PKK terör örgütü vardı. Afrin ele geçtikten sonra görüldü ki buraya çok uzun sürecek bir savaş için önemli savunma alt yapısı kurulmuş. Anlatmak istediğimiz Afrin‟in savunması değil, buradan denize çıkış için Hatay‟ın ele geçirilmesinin planları yapılmış. Her şeye rağmen Fırat‟ın doğusundaki PKK terör örgütü temizlenmedikçe Türkiye için tehlike geçti denemez. YPG/PKK buralarda yabancı güç olarak görülüyor ve halk onlardan nefret ediyor. 
Kandil‟den gelen birileri buraları baskı ile yönetmeye çalışıyor ama halk onlardan kurtulmak istiyor. 
 ABD ise çekilmek yerine bazı Arap ülkeleri ile burada yeni bir stratejiye geçti. 
Yapılmaya çalışılan şey PKK‟yı Araplar ile birlikte meşrulaştırmak. Petrol bölgesi Rakka, PKK işgali altında ve ABD‟nin vekil savaşının aktörü olmaya devam ediyor. Rakka‟nın işgalini aslında Batılı güçler yaptı ama PKK‟yı buraya davet edip, kontrolünü verdiler. 
Amerikan projesi ilerliyor, Arap askerleri sızıyor. Amerikalılar, Irak gibi Suriye‟yi de federasyon çamuruna düşürmek yani özerk bölgeler ile istikrarsız bir ülkeye dönüştürmek istiyorlar. 
 Burada Türkiye‟deki Suriyeli göçmenler için bir paragraf açalım. Gelen Suriyeli 
göçmenler ile birlikte Gaziantep ve Urfa başka bir şehir oldu. Suriyelilerin olduğu şehirlerde hayat tarzı değişti. Sorulduğunda gelenler, “Suriye’nin Türkiye’ye göre çok geri kalmış olduğunu, orada halkın vergi vermeyi ve bankayı bilmediklerini” anlatıyorlar. “Türkiye’deki hayata ve çalışmaya alıştıklarını, şirket kurmasını öğrendiklerini” söylüyorlar. Suriye‟de iken işe erken gitmezlermiş çünkü çok geç yatarlarmış. Suriyeliler için Türkiye‟de artık dükkânlar daha uzun süre açık kalıyor. İnsanlar farklı yemek çeşitleri için Suriye lokantalarına ve tatlıcılarına gidiyorlar. Diğer yandan bu şehirlerde insanların giyim tarzları ve görünümleri de değişti. 
Suriyeli misafirlerimiz büyük oranda dönmek istemiyorlar. Onlara göre Türkiye‟de 
hayat güzel ve para kazanmak için çok şansları var. Çocukları burada eğitime başladı, burada doğan çocukları sadece Türkçe konuşuyorlar. Çocuklarının iki dile sahip olmasını istiyorlar. 
Peki, Suriye‟deki terör unsurları Türkiye‟ye göç eder mi diye soruyorum. Cevap; “Suriye’de terör yoktu onları Amerikalılar getirdi” diyorlar. Bazı detayları yazamıyoruz. Suriyelilerin Türkiye‟ye entegre olmaları kolay çünkü din sorunu yok, gelenekler benzer. Tek sorun dil ve bu da zamanla aşılacak bir olgu. Türkiye, 2019 yılını sosyal uyum yılı ilan etti. 

Büyük oyun ve alınacak dersler.. 

 Büyük Oyun açısından baktığımızda Ortadoğu‟da Suriye ve Irak üzerinden pek çok büyük devletin karşılıklı birbirini by-pass (izole) etme stratejisi uyguladığını görüyoruz. ABD, Suriye ve Irak‟ın kuzeyinde Kürtler üzerinden Türkiye‟yi Ortadoğu‟dan izole etmek ve Doğu Akdeniz‟e gelecek enerji hatlarını kontrol altına almak istiyor. Rusya, Avrasyacılık stratejisi içinde Afganistan‟dan sonra Doğu Akdeniz‟de de ABD‟nin önünü kesmek ve buralardan çıkarmayı planlıyor. Rusya‟nın enerji kartı Suriye ve Ukrayna‟da kendi çıkarlarına odaklanmış durumda ve ittifakları her an değişebilir. Çin ise „Tek Yol Tel Kuşak‟ ile sadece Rusya‟yı güneyden kuşatmayı değil, Doğu Akdeniz‟e kadar uzanmayı hedefliyor. 
 Ortadoğu‟da ise Suudi Arabistan, petrol ihraç etmek için tankerleri ile Basra ve 
Hürmüz Boğazlarını dolanmak zorunda ve bu yüzden en büyük tehdit olarak İran‟ı görüyorlar. Bu kavga son yıllarda Yemen üzerinde (Kızıldeniz‟de) Bab-El Mandab‟ın kontrolü için savaşa dönüştü. Suudiler için İran‟a karşı Suriye alternatif bir çıkış güzergâhı olarak görüldü. Bütün bu stratejilerin kesişme noktasında bölgenin en güçlü devleti olan Türkiye‟nin Ortadoğu‟dan izole edilmesi planları var. Afrin üzerinden Hatay‟ın işgali planı bunun bir parçası idi. 

 Suriye‟deki oyun; demokrasi, insan hakları, diktatörü kovma gibi algı yönetimi 
üzerinden, büyük güçlerin kendi aralarındaki çıkar kavgaları için bölge ülkeleri ve vekil güçleri kullanmaları ile şekillendi. Bunların hepsinin arkasında ise üst akıl yani küresel sermayenin çıkar savaşı ve kurdukları düzenekler var. Suriye, Ruslar için ikinci bir Afganistan olabilirdi ama hiçbir tarafın kazanmadığı bir barışı en çok İsrail istedi. 
 İsrail, Suriye‟de askeri tehdit olmayacak kadar güçsüz bir Esat yönetimi istiyor. Bu yüzden, Baas ağırlıklı bir rejimi çıkarına görüyor. Rusya ile arka kanal diplomasisi kurarak İran ve Hizbullah‟ı Suriye‟de devre dışı bırakmak istiyor. Hizbullah‟ın Golan ve etrafında varlığına son vermek için kontrol bölgesi kurdu. Suriye‟de Müslüman Kardeşleri istemeyen İsrail, en başından beri IŞİD‟i destekledi. IŞİD‟in arabaları yakın müttefiki Neçirvan Barzani‟nin ortağı olduğu Toyota‟dan geldi. İsrail, Golan‟daki IŞİD militanlarına aylık 5 bin $ maaş verdi, hastanelerinde tedavisini sağladı. İsrail, YPG/PKK‟yı hem İran‟a hem de 
Türkiye‟ye karşı kendi deyimi ile „siper‟ olarak görüyor. 

 Batılıların yaratıcı kaos dedikleri strateji, bölgenin parçalanması, güç odaklarının 
ufalanması için vekil güçler bulmaya, demokrasi ve azınlık hakları görüntüsü altında federasyonlar kurmayı öngörmektedir. Son olarak şunu söyleyelim; ABD ve Rusya, Türkiye olmadan burada adım atamazlar, bizi ikna etmeden ne kalabilirler ne de etki sağlayabilirler. 

 Suriye ve Irak‟tan alınacak önemli dersler var. Bunların başında bir bölgede etkili 
olmanız için elinizin altında kullanabileceğiniz bir nüfus olması geliyor. Çünkü savaş stratejisinin temelinde rakibi askeri olarak yenmekten çok bölgenin kontrolü için etkin bir güç olmak yatıyor. Bu nüfusu bulamayan ülkeler ABD‟nin yaptığı gibi bir etnik grubu satın alıyor, terör için kullanmak üzere vaatlerde bulunuyor. 
 Son gelişmeler bize gücün dört kategorisi kapsamında şu sonuçları sağlamaktadır; 
 - Askerinle olmadığı yerde söz sahibi olamazsın. (Sert Güç). 
- Kurumlarınla olmadığın yerde kalamazsın. (Yumuşak Güç) 
- Adaletin ve halk desteğinin olmadığı yerde düzeni sağlayamazsın. (Akıllı Güç) 
- İnsanların temel ihtiyaçlarının (yiyecek, ikamet, al yapı, eğitim) karşılanmadığı yerde halkı kazanamazsın. (Ekonomik Güç) 

Dış politikamızın yürütülmesinde genellikle olduğu gibi sorunumuz şu; Türkiye, 
büyük güçlerle ilişki kurmayı bilmiyor. Türk insanı dostuna âşık oluyor, aşk gözünü kör ediyor. Hâlbuki uluslararası ilişkilerde dostluk çıkarlar üzerinedir ve gerçekleri görmelisiniz. 
Türkiye, sadece Suriye ve Irak‟ın değil, bölgenin tümünü kapsayan genel bir vizyon oluşturmalı ama bu vizyon din ya da sübjektif değerler üzerine değil, önce milli politikalar sonra tüm ülkelerin ortak çıkarlarına üzerine oturtulmalıdır. 1990 yılından öncesinde olduğu gibi tüm Ortadoğu için güvenlik santrali olma rolüne dönmeliyiz. Gelişmeler bize şunları öğretti; bu coğrafyada sandıktan demokrasi çıkmaz ve Ortadoğu‟da her şey bir domino taşı gibi ince inceye işlenmeli, üzerinde çalışılmalıdır. 

Sonuç; Suriye, Irak gibi olmasın.. 

 Irak ve Suriye‟deki Türkmenler, her zaman ikinci ya da üçüncü sınıf vatandaş olarak görüldüler ve sistemin dışına itmeye çalışıldılar. Türkmenler dağılmış, güveni sarsılmış ve yüzlerini son çare olarak Türkiye‟ye dönmüşlerdir. Türkiye‟den yapılacak en küçük bir açıklama bile onlar için çok önemlidir. Türkmenler topraklarını kimseye kaptırmamakta kararlıdır. 
 Türkiye‟nin Irak ve Suriye‟deki Türkmenlere ilişkin uzun vadeli ama milli bir 
politikası olmalıdır. Saha ile masadaki mücadelenin birleştirilmesi, kazanımların ekonomi için yük değil kazanç kapısı olmasını sağlamak gereklidir. Bu da ancak, milli ve maddi çıkarlara dayalı, gerçekçi politikalar ile mümkün olabilir. Askerinizle sahada olmanız sizi güçlü yapar ama kurumlarınız ile orada iseniz orada kalışınız istikrarlı hale gelir. 

 Türkmenlerin hakları Irak ve Suriye‟nin toprak bütünlüğü içinde korunmalıdır. 
Politikamız bu olmalıdır ama Irak bölünecekse ve ya da Türkmen bölgelerinde başka bir oluşum ortaya çıkacak ise Ankara Anlaşması bozulur ve Türkiye‟nin Misak-ı Milli‟den gelen Kerkük ve Musul başta olmak üzere Türkmen bölgeleri için ahdi hakları ortaya çıkar. Türkmenlerin en büyük desteği ve arkasında hissettiği güç Türkiye‟dir. Ortadoğu‟da Türkiye‟nin istemediği bir şey olmaz, kimse Türkiye‟nin gücüne karşı koyamaz. Mesele, ne istediğimizi bilmek ve fırsatları değerlendirilmeye hazır olmaktır. Türkmenlere acil eğitim desteği götürülmelidir. Üniversite olmadığı için Lise‟ye gitmekten vazgeçmektedirler. 

Üniversitelerimiz, Türkmenler ile ilgili tez çalışmalarını desteklemelidir. 

 DİPNOTLAR:

1 Nejat Kaymaz: Misak-ı Millî Üzerinde Yapılan Tartışmalar Hakkında, VIII. Türk Tarih Kongresi, (Ankara, 1977), s.2. 
2 İnci Muratlı: Irak Türklerinin Siyasi Tarihi, http://www.turansam.org/makale.php?id=630 (Giriş: 12 Ocak 2010). 
3 Mazin Hasan: Irak‟ın Gizlenen Gerçeği: Türkmenler, Irak Krizi, ASAM Yayınları, (Ankara, 2003), s.47-49. 

***

5 Mart 2019 Salı

Türkiye’nin Doğu Akdeniz’de Sondaja başlamasının ne gibi sonuçları olacak?

Türkiye’nin Doğu Akdeniz’de Sondaja başlamasının ne gibi sonuçları olacak? 



© AP Photo / Petros Karadjias
ANALİZ.,
14:30 10.10.2018
(Güncellendi 14:34 10.10.2018)

Ankara’dan gelen ekim sonunda Doğu Akdeniz’de doğalgaz ve petrol sondaj çalışmalarına başlanacağı açıklamasını değerlendiren Rus uzmanlar, sondaj çalışmaları Ankara’nın Yunanistan, AB ve ABD ile ilişkilerini etkileyebilir ve en büyük risk askeri krizin çıkması.


Kıbrıs-Doğalgaz-Sondaj Platformu

© AP PHOTO / PETROS KARADJİAS


Çavuşoğlu: 

    Türkiye, Doğu Akdeniz'de hidrokarbon faaliyetlerine başlayacak
Enerji ve Tabi Kaynaklar Bakanı Fatih Dönmez, ekim sonunda Doğu Akdeniz'de hidrokarbon rezervlerinin çıkarılması çalışmalarına başlanacağını söyledi. Türkiye'nin elinde şu an sondaj çalışmaları için Fatih isimli gemi bulunuyor, ancak Güney Kıbrıs resmi olarak bu çalışmalar için izin vermedi.
Avrupa Komisyonu da Türkiye'ye Kıbrıs sahasındaki kaynaklardan kaçınması konusunda uyarıda bulundu. Türkiye ise bölgedeki tüm enerji projelerinde onayının alınmasını istiyor.
Sonuç olarak Akdeniz'deki kaynak meselesi, Ankara, Atina, Mısır ve Güney Kıbrıs arasında gerginlik konusu oldu.
Russia Today'e (RT) konuşan uzmanlar enerji kaynaklarının bölgedeki durumu nasıl etkileyeceğini yorumladı. Uzmanlara göre, Kıbrıs'ın Afrodit, İsrail'in Leviathan ve Tamar, Mısır'ın Zohr enerji sahasından sonra Akdeniz sularındaki petrol ve doğalgazdan Türkiye de pay almak istiyor.

Kuzey Kıbrıs Dışişleri Bakanı Kudret Özersay

    Kuzey Kıbrıs: Doğu Akdeniz'de ya beraber doğalgaz arayacağız ya da her şey duracak.

'TÜRKİYE, İSRAİL, YUNANİSTAN VE KIBRIS ARASINDAKİ KONSORSİYUMA KARŞI ÇIKIYOR'

Rusya Uluslararası İlişkiler Konseyi uzmanı Timut Ahmetov "Türkiye aslında İsrail, Yunanistan ve Kıbrıs arasında Doğu Akdeniz'e yönelik konsorsiyuma karşı çıkıyor. Ankara bu ülkelerin Kıbrıs kara sularında doğalgaz-petrol sahaları oluşturmasını istemiyor, zira böyle bir durumda çıkarılan gazın Avrupa'ya satışından edinilen kârdan sadece Güney Kıbrıs yararlanacak. Türkiye ayrıca statüsü hakkındaki sorun çözülemeyen adanın gaz sahalarından belirli bir kısmı üzerinde hak iddia etmeye çalışıyor" dedi.

‘TÜRKİYE, ASKERİ POTANSİYELİNİ KULLANMAYA HAZIR OLDUĞUNU GÖSTERİYOR'

Ahmetov açıklamalarında "Türkiye diplomatik protestolarının başarısız olması sonucunda artık tavrını gerçek eylemlerle ortaya koymak zorunda kaldı. Bölge için en büyük tehditse sorunun askeri krize dönüşmesi olasılığı" sözleriyle devam etti.
Ahmetov, Türkiye'nin bölgedeki oyunculara askeri potansiyelini kullanmaya hazır olduğunu göstermeye çalıştığını, bunun donanmanın güçlendirilmesinden de anlaşıldığını vurguladı.
Rusya Bilimler Akademisi Uluslararası İlişkiler ve Ekonomi Enstitüsü'nden Yuriy Kvaşnin, Kıbrıs havzasındaki sorunun dünyanın büyük kısmının tanıdığı Kıbrıs Cumhuriyeti ve sadece Türkiye'nin tanıdığı Kuzey Kıbrıs sorunuyla bağlantılı olduğunu ifade etti.
Ancak Kvaşnin, Türkiye de, Kıbrıs'ı destekleyen Yunanistan da NATO üyesi olduğu için sorunun askeri yolla çözüleceğini düşünmediğini belirtti.

Exxon Mobil, yıl sonunda Kıbrıs açıklarında doğalgaz Arayacağını duyurdu AFP 2018 / SAUL LOEB

      ‘ANKARA'NIN YUNANİSTAN, AB VE ABD İLE İLİŞKİLERİ ETKİLENECEK'

Kvaşnin'e göre, Ankara'nın Doğu Akdeniz'de sondaj çalışmalarına başlama girişimleri Yunanistan'la ilişkilerini etkileyeceği gibi, AB ve ABD ile ilişkilerini de etkileyecek. Bu koşullar altında Türkiye'nin yalnız kalmaması önemli. Diğer yandan doğalgaz ve petrol çıkarılsa bile, Türkiye'nin bunları kendi pazarı dışında bir yere göndermesi pek ihtimal dahilinde değil.

     ‘AB, RUSYA'DAN GAZ SEVKİYATINA ALTERNATİF ARADIĞI İÇİN KIBRIS'A DESTEK VERİYOR'

AB ile ilişkilerin akıbetinin nasıl olacağını yorumlayan Ahmetov "Kıbrıs AB'nin desteğini net bir şekilde hissediyor. Bunun nedeni AB'nin Rusya'dan gaz sevkiyatına alternatif araması. Avrupa Komisyonu daha önce Mayıs 2018'de İsrail, Kıbrıs ve Yunanistan'ın anlaştığı Doğu Akdeniz boru hattı projesini destekledi. Bu proje çerçevesinde Doğu Akdeniz'deki gaz kaynaklarının Yunanistan'dan Avrupa'ya aktarılması mümkün" ifadelerini kullandı.
Ahmetov, Türkiye'nin güvenmediği için sorunu Brüksel ile ilişkileri üzerinden çözebileceğini düşünmediğini de ekledi.


AB Konseyi Başkanı Donald Tusk
REUTERS / PHİL NOBLE

Doğu Akdeniz'deki sondaj krizi, AB-Türkiye zirvesini tehlikeye soktu
     ‘TÜRKİYE, İZOLE OLMAMALI'
Ahmetov "Türkiye her zaman Rusya ile gaz sahası oluşturma konusunda anlaşmalara öncülük edip bu anlaşmaları imzalayabilir. Her halükarda Türkiye için önemli olan izole olmamak, zira ABD ile AB ile ilişkilerinin ciddi şekilde bozulması pek beklenen bir şey değil" dedi.

Kvaşnin ise Rusya'nın kendini konudan olabildiğince uzak tutması gerektiğini savundu. Kvaşnin "Kıbrıs Cumhuriyeti, Avrupa'da iyi ilişkilerimizin olduğu sayılı ülkelerden. Ekonomik alanda yakın ilişkilerimiz var, birçok Rus şirket Kıbrıs üzerinden çalışıyor. Bu nedenle Rusya, Kıbrıs'la ilişkilerini riske atmayacaktır. Diğer yandan Rusya için Türkiye ile tartışmaya girmemek önemli" dedi.

https://tr.sputniknews.com/analiz/201810101035603857-turkiye-dogu-akdeniz-sondaj-kibris-ankara-ab-/

25 Aralık 2018 Salı

TERÖRLE MÜCADELEDE YENİ SAFHA ZEYTİN DALI HAREKATI BÖLÜM 5

TERÖRLE MÜCADELEDE YENİ SAFHA ZEYTİN DALI HAREKATI BÖLÜM 5


Nihayetinde ZDH bağlamında Türkiye ve Rusya askeri/siyasi diplomasiyi işleterek iki ülkenin de çıkarına hareket edecek bir zemin üretebilmişlerdir. Lakin Rusya’nın Türkiye’ye Suriye’de açtığı hareket alanını zaman zaman sınırlamaya çalıştığı görülmektedir. Bu bağlamda daha önce Afrin merkezindeki Rus askerlerinin YPG’nin elinde bulunan ve harekatın ilk cephesi olacağı tahmin edilen Tel Rıfat bölgesine çekilmesi ve Şubat ayında beldede karargah inşa etmesi dikkat çekici bir hamle oldu. Ayrıca ZDH başladıktan sonra Türk savaş uçaklarına kısa bir müddet de olsa Suriye hava sahasını kapatması Rusya’nın bu yaklaşımını teyit eden bir görüntü oluşturdu. Rusya’nın Esed rejimine müzahir milislerin Tel Rıfat bölgesine girmelerine müsaade etmesi de diğer bir önemli gelişmeydi. Rusya Türkiye’nin Tel Rıfat hattına operasyon yapmasını engellerken Tel Rıfat beldesi ve Minnig Askeri Üssü’nü kendi kontrolünde Esed rejimine devretmeye çalıştığına ilişkin bir görüntü oluşmakta. 
FKH ile ZDH arasındaki konumu ile Halep’in hemen kuzeyinde yer almasıyla 
stratejik bir derinlik oluşturan Tel Rıfat bölgesinin kimin tarafından 
kontrol edileceği bölgedeki askeri dengeler açısından büyük önem arz etmektedir. 
Ağır Rus bombardımanı ve PKK’nın tehcir politikasıyla mülteci konumuna 
düşerek Türkiye’ye sığınan on binlerce insan bulunmaktadır. Bu bağlamda 
Türkiye ile Rusya arasında Tel Rıfat ve Şehba bölgesine yönelik zorlu bir 
müzakere süreci yaşanması muhtemel görünmektedir. Bu müzakerelerin dört 
farklı sonucu olabilir: 


1. Bölgenin TSK/Milli Ordu tarafından kontrol edilmesi 
2. Bölgenin Rusya ve rejim yanlısı milisler tarafından kontrol edilmesi 
3. Bölgenin taraflar arasında bölüşülmesi 
4. Bölgenin TSK/Milli Ordu tarafından ele geçirilmesi ve ardından Milli Ordu’nun bölgeden çekilip sadece yerel polis güçlerinin Tel Rıfat ve çevresinde varlıklarına devam etmesi41 

Rusya bir yandan ABD ve vekil unsurları ile mücadele ederken diğer yandan 
Türkiye’yi Suriye denkleminde yanına çekecek hamleler yapmaya devam etmektedir. 
Ancak Rusya –İran ile kurduğu angajmana benzer şekilde– Türkiye’nin etkisini 
sınırlı tutacak ve çevreleyecek birçok hamle yapmayı da sürdürmektedir. 
Türkiye’ye baskı yapabilme imkanını her daim elinde tutma çabası içerisindedir. 
Bir yandan sahada İran’ın etkisini sınırlı tutmaya çalışan Rusya diğer yandan Türkiye’ye baskı yapabilme imkanını kaybetmek istememektedir. Bu dengeyi tutturmaya çalışan Rusya’nın Türkiye ile angajmana devam edeceği ama aynı zamanda İran’dan ziyade kendi etkisi altındaki Esed’e bağlı milisleri bölgede bulundurmaya çabalayacağı öngörülebilir. Afrin’den sonra Münbiç’e doğru hareket etmek isteyen Türkiye’nin ABD ile kuracağı her angajmanın Rusya tarafından dikkatle takip edildiği de unutulmamalıdır. 

SONUÇ 

ZDH tecrübesi Türkiye’deki karar verme süreçlerine olumlu katkılar sundu ve duruma dayalı reaksiyonlardan öngörüye dayalı inisiyatif kullanımının yolunu açtı. 
Bununla birlikte harekat daha tamamlanmadan Türkiye için bazı kazanımlar sağladı. 

Bu kazanımlar şu şekilde sıralanabilir: 

• Sınır güvenliğini sağlayarak Hatay-Osmaniye-Kilis-Islahiye bölgesinde PKK/PYD’nin terör saldırılarını önledi, terör örgütünün varlığını sınır hattından 35 km uzaklaştırdı. 
• PKK/PYD’yi Afrin’de topraksızlaştırarak yeniden tehdit olma ihtimalini azalttı. 
• ABD-PKK/PYD arasındaki ittifakın bütünselliğini bozdu, Münbiç’teki PKK varlığını sorunsallaştırdı ve bu ittifakın Fırat Nehri’nin doğusunda zayıflamasına neden oldu. 
• DEAŞ’a karşı muharebe üstünlüğünün kalıcılığının devlet dışı silahlı bir terör örgütü olan PKK/PYD ile değil Türkiye gibi kararlı bir devletin ordusuyla 
ve Suriye’deki gerçek muhaliflerle yapılabileceğini gösterdi. 
• Türkiye’nin Suriye’deki jeopolitik denklemin içindeki yerini kuvvetlendirdi. 
• Fırat Kalkanı ve İdlib harekat alanlarını birbirine bağlayarak Suriye muhalefetinin karasal hakimiyetini birleştirip hem alan birliği yarattı hem de 
muhalifler arasındaki ideolojik ve askeri birlikteliğin koşullarını sağladı. 
• Halep kenti üzerinde doğu-kuzey-batı hattında bir baskı aksı oluşturarak şehirdeki Suriye rejimi ve İran etkisini tehdit etti, Rusya ile yeni istişare alanları oluşturdu.

ZDH’nin askeri literatüre yaptığı katkı ise iki bakımdan ayrıca önemlidir: 
Bunlardan birincisi müşterek harekat konseptlerinde arzu edilen ateş gücü ve 
yüksek manevra kabiliyeti bölük seviyesindeki birliklerin altına indirilmiştir. Bu 
kapsamda takım büyüklüğündeki taktik ateş ve manevra gücü komando kolu, 
taktik tekerlekli yerel unsurlar, kısım seviyesinde tank ve mekanize unsurları bir 
araya getirebilmiş ve etkili sonuçlar alabilmiştir. Bu seviyede muharebe düzeni 
ve duruma dayalı eğitimlerin TSK’nın yakın gelecekteki eğitim doktrinini belirlemesi beklenebilir. 

İkinci husus ise yerel unsurlarla birlikte harekat icra edebilme yeteneğidir. 
Yıllarca Suriye’de yerel savaşçıların öneminden bahsedildi. Ancak özellikle NATO 
konseptine dayalı “eğit-donat-savaştır” stratejisinin sahada yürümediği FKH’nin 
Dabık’ın ele geçirilmesinden sonraki süreçte kendini gösterdi. Buradan alınan 
derslerden hareketle ZDH’nın “eğit-donat ve birlikte savaş” stratejisiyle yürütüldüğü görüldü. Yerel unsurlar ile daha etkili bir şekilde çalışmak için mevcut özel kuvvet unsurlarının dışında, yarı özel kuvvet nosyonuna sahip nizami kara unsurlarına ihtiyaç duyulacağı ZDH’de anlaşıldı. 

ZDH Türkiye’nin 15 Temmuz 2016 sonrası daha net bir şekil alan yeni ulusal güvenlik doktrinini bir devamı niteliğindedir. Bu stratejiye göre Türkiye Suriye ve Irak’ta ortaya çıkan güvenlik boşluğundan kaynaklanan güvenlik tehditlerini ancak askeri araçların etkin bir şekilde devreye sokulmasıyla sınırlandırabilir. Buna göre strateji askeri gücün yedekte tutulmasını değil sahada ve sınırın ötesinde kullanılması şeklinde hayata geçirilmelidir. 

Suriye sahası başta olmak üzere Irak’ın da içine dahil olduğu coğrafi alan dikkate alındığında askeri gücün sürekli önde tutulması stratejisi bölgedeki siyasi ve jeopolitik gerçeklikler dikkate alındığında önümüzdeki dönemde Ankara’nın aşağıdaki hedefleri arasında yer almaktadır: 

a. Türkiye’nin Suriye ve Irak sınırı boyunca PKK’nın varlığını minimize ederek alan kontrolü altındaki bölgelerden çekilmesini sağlamak ve askeri kapasitesini minimize etmek 
b. Suriye’nin toprak bütünlüğünü sağlayacak şekilde diplomatik zemini güçlendirmek 
c. Rusya ve İran ile Astana ve Soçi zirveleriyle varılan diplomatik uzlaşıyı pekiştirmek 
d. ABD’nin PKK/PYD ile olan siyasi ve askeri ilişkisini zayıflatarak Türkiye-ABD ilişkilerini çatışmacı eksenden iş birliği eksenine taşımak Söz konusu hedeflere eş zamanlı bir şekilde ulaşması için Türkiye’nin önünde aşması gereken önemli sınamalar mevcuttur. Dikkat edilirse Ankara’nın güvenlik stratejisinin önemli ölçüde PKK tehdidinin minimize edilmesi noktasına odaklandığı anlaşılmaktadır. Ancak stratejinin bel kemiğini oluşturan askeri gücün etkin ve aktif bir şekilde kullanılması tek başına yeterli olmayacağı, buna ek olarak bölgesel ve uluslar arası denklemin oluşturduğu karmaşık ilişkiler ağının da hassas bir şekilde yönetilmesi gerekmektedir. 

İlk olarak PKK’nın sınır ötesinde Türkiye’ye oluşturduğu güvenlik tehdidinin caydırılmasında askeri kuvvet kullanma yöntemlerinin Rusya ve ABD’nin 
birbiriyle tezat gibi görünen hesapları arasında yürütülmesi gerekiyor. Bu bağlamda PKK/PYD meselesinin önemli bir kısmı Washington-Ankara geriye kalan kısmı ise Moskova-Ankara denklemiyle ilgilidir. Ancak Rusya ile PKK/PYD ve Suriye bağlamında her türlü kazanımın Türkiye-ABD denklemini etkilediğini, 
bu bakımdan söz konusu hedefin sıklet merkezini oluşturan asıl dinamiğin Ankara-Moskova ilişkileri olduğunu söylemek mümkündür. Öte yandan Suriye’nin toprak bütünlüğünün korunması için diplomatik zeminin sağlamlaştırılması ve Rusya-İran-Türkiye arasındaki uzlaşının sorunsuz bir şekilde ilerlemesi bir zorunluluk olarak ortaya çıkmıştır. Ankara’nın Moskova-Tahran-Suriye rejimi karşısında yalnız kalmaması için Washington’ın sürece dahil edilmesi bu zeminin hem güçlenmesini hem de Türkiye’nin arzu ettiği bir noktaya gelmesini sağlayabilir. Burada İran başta olmak üzere İsrail gibi bölgesel oyuncuların diplomatik süreci zayıflatmak konusunda girişimlerde bulunma ihtimalinin her zaman olduğunu unutmamak gerekir. Nitekim İran’ın milis güçleri ve Suriye rejimine ait silahlı unsurları devreye sokarak –Moskova’nın istekli olmamasına rağmen– Afrin için PKK/PYD ile rejim arasında arabulucu rolü oynaması Tahran’ın Ankara’ya bakışını açık şekilde göstermekte dir. Daha açık bir ifadeyle Türkiye’nin yukarıda zikredilen hedeflere ulaşmasında “en güvenilmez” aktörlerin başında İran’ın geldiği söylenebilir. 

Suriye’nin toprak bütünlüğünün korunması elbette sadece Türkiye-PKK/ PYD denkleminden ibaret değildir. Diğer bir ifadeyle Türkiye FKH ve ZDH ile 
PKK/PYD’nin Suriye’nin kuzeyinde bütünsel bir toprak parçasını kontrol etmesinin önüne geçmiş olabilir. Ancak gerek Fırat’ın doğusu gerekse Suriye’nin geri kalanına ilişkin diplomatik sürecin ve yeni anayasa yapımının nasıl bir Suriye ortaya çıkaracağını şimdiden kestirmek zordur. Bu durum Suriye meselesinin sadece rejim ile muhalifler arasındaki denklemden ibaret olmadığını bir kez daha hatırlatması bakımından son derece önemlidir.

Türkiye’nin oyun planının hedefinde yer alan Moskova-Ankara arasındakidiplomatik yakınlaşmayı pekiştirmek ise göreceli olarak daha kolay. Rusya için Ankara-Washington arasındaki makasın daha fazla açılması arzu edilen bir tablo. Ancak Moskova’nın Suriye krizinin çözümü konusunda Ankara’ya ihtiyacı olduğu ve bunun Afrin operasyonuna yeşil ışık yakmasındaki asıl itici motivasyonlar arasında yer aldığı biliniyor. Türkiye’nin sahada olmasının ABD-YPG/PKK ilişkisini zora soktuğunu, Washington’ın böylece daha dikkatli hareket etmek zorunda olduğunu Moskova da biliyor. Öte yandan Rusya, İran’ın sınırsız bir saha üstünlüğü ve Suriye rejimi üzerinde takdire şayan bir nüfuzunun olmasını da Türkiye aracılığıyla dengelemesinin bazı durumlarda işe yaradığını düşünüyor. Suriye dışında Türkiye-NATO ve Türkiye-Avrupa ilişkilerindeki tansiyon Moskova’nın Ankara yatırımını daha da kıymetli hale getiriyor. Dolayısıyla Türkiye’nin Rusya ile ilişkilerini pekiştirmesi önümüzdeki dönemde şekillenecek güvenlik siyasetinin önemli sütunlarından biri haline dönüştürmüş durumda. Ancak en kritik unsurlardan biri bu pekişme sürecinin asimetrik olmaması. 

TÜRK-AMERİKAN İLİŞKİLERİ... Sonuç 

ABD’nin PKK/PYD ile olan taktiksel ilişkisinin zayıflatılarak Türkiye-ABD ilişkilerini çatışmacı eksenden iş birliği eksenine taşınması hedefi Suriye’de iyice karmaşık 
bir hal alan bölgesel ve uluslararası ilişkiler ağının kristalize olduğu bir alana dönüşmüş durumda. PKK’yı Türkiye-ABD arasında bir sorun olmaktan çıkarmak 
için alan kontrolünün sadece Fırat’ın batısında değil doğusunda da azaltılması, silah kapasitesinin minimize edilmesi ve ABD ile kurduğu ortaklığın sona ermesi 
gerekiyor. PKK’nın Türkiye karşısında Fırat’ın batısında tutunabilmesi özellikle ZDH ile birlikte pek mümkün gözükmemekle birlikte İran ve Suriye rejiminin 
sahadaki hamleleri Türkiye’nin Afrin’in bütününü kontrol altına almasını zorlaştırabilir. 
Ama Türkiye’nin PKK’nın kendisine tehdit oluşturmayacak “güvenlikli bir bölge”yi kontrol etmesi de son derece önemli bir kazanım. 
Ancak Türkiye’nin geriye kalan iki hedefini gerçekleştirmesi için ABD ile “uzlaşma”sı ve bir “orta yol” bulması gerekiyor. Askeri müdahale yoluyla PKK/PYD’nin etkinliğini Fırat’ın doğusunda minimize etmek seçenekler arasında yer alıyor. Ancak bu seçeneğin Washington ile belirli bir uzlaşıya varmadan hayata geçirilmesi Türkiye-ABD ilişkilerindeki krizi daha da derinleştirebilir. ABD Dışişleri Bakanı Tillerson’ın Ankara ziyareti sonrasında Münbiç konusunda bir ortak çözümün bulanabileceğine dair beklentiler iki taraf için de artmış durumdadır. Eğer ABD Münbiç’i Türkiye destekli ÖSO’ya teslim ederse Ankara’nın Fırat’ın doğusuyla ilgili hedefleri askeri seçeneklerin dışında yeniden düzenlenebilir. Elbette bu Ankara’nın PKK’ya Fırat’ın doğusunda razı olacağı anlamına gelmiyor. 
Seçenekler arasında ise ana omurgasını PKK/YPG’nin oluşturduğu SDG’ye Araplar ve PKK’ya muzahir olmayan Kürtlerden oluşan yeni güçleri takviye ederek PKK/PYD’nin varlığının seyreltilmesi ve DEAŞ ile mücadelenin askeri ayağının tamamen bitmesinden sonra YPG’ye verilen ağır silahların geri toplanması yer alıyor. Ancak bu seçeneklerin hayata geçirilmesi için henüz somut bir adım atılmış değil. Öte yandan eğer Washington yönetimi gerçekten DEAŞ sonrası İran’ı sınırlandırmak için Suriye’de kendine “yerel bir güç” arayışında ise bu stratejinin YPG’nin varlığı üzerine bina edilmesinin birçok başka sorunu ortaya çıkaracağını da görmesi gerekiyor. Dolayısıyla Türkiye Suriye’de hem DEAŞ’ın yeniden güçlenmesinin önüne geçilmesi hem de İran’ın nüfuzun kırılması konusunda hala en önemli aktörlerin başında geliyor. 

Türkiye’nin söz konusu karmaşık tablo karşısında geri adım atmayacağını ve en başta ABD’yi PKK/PYD’den koparmak için zorlayacağı oldukça açık. Bu noktada 
“askeri aktivizm”ini sürekli sahada tutmak zorunda olduğu çok bariz. Türkiye’nin askeri etkinliği ABD’yi daha fazla isteklerini kabul etmeye yaklaştırabilir. 
İkincisi Rusya ile İran’ın, Türkiye’nin PKK ile Suriye’deki mücadelesinde oyun bozucu bir hamle yapmasının önüne geçilecek bir stratejinin devreye sokulması 
gerektiği. Burada Rusya olmasa bile İran’ın Suriye konusunda “en sert” Türkiye karşıtı pozisyon aldığını söylemek mümkün. Moskova meseleye daha pragmatik 
bakarken Tahran daha ideolojik bir konumda duruyor. En son Şii milislerin Afrin konusunda gösterdiği performans bunu kanıtlar nitelikte. Bu noktada da askeri 
aktivizm ve caydırıcılığın İran’ı dengelemek konusunda anahtar rol oynacağını akılda tutmak gerekiyor. 

Sonuç olarak Suriye krizi Türkiye’nin “ileride olma” stratejisini devreye sokmaya başladığından beri daha çetin bir mücadeleye dönüşmüş durumda. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın şahsında Türkiye’nin gösterdiği siyasi kararlılık ile milli imkan ve kabiliyetlerin artması sonucunda ortaya çıkan askeri caydırıcılık Ankara’nın elini Suriye sahasında güçlendirmeye devam edecektir. Yakın bir vadede ise Suriye sahasında kazanılan avantajlar Irak sahasına da yansıyarak stratejik düzeyde Türkiye’nin kazanımlarını pekiştirecektir. En önemlisi ise özellikle ABD gibi uluslararası aktörlerin Türkiye ile olan ilişkilerini “yeni gerçekliğe” göre yeniden gözden geçirmelerini beraberinde getirecektir.


ARAŞTIRMACI YAZARLARIMIZ HAKKINDA BİLGİ;

NECDET ÖZÇELİK 

Halen Ankara Sosyal Bilimler Üniversitesi’nde doktora eğitimine devam eden Necdet Özçelik, terörizm ve ayaklanma konularında sahada ve akademide çalışmalar yapmaktadır. Uzun yıllar Özel Kuvvetler Komutanlığında 
çalışan Özçelik 2014 yılında Türk Silahlı Kuvvetlerinden (TSK) emekli oldu. Türkiye’de terörle mücadele kapsamındaki görevlerle birlikte Irak, Afganistan ve Kırgızistan gibi devlet dışı silahlı aktörlerin şekillendirdiği düşük yoğunluklu çatışma ortamlarında da harekat, eğitim ve danışmanlık faaliyetlerinde 
bulunan Özçelik SETA’da güvenlik ve savunma araştırmacısı olarak çalışmalarını sürdürmektedir. 

CAN ACUN 

SETA Dış Politika Direktörlüğü’nde araştırmacı olarak çalışmaktadır. Doğu Akdeniz Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü mezunudur. Yeditepe Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü’nde yüksek lisans yapmıştır. Kanada’da “Kültürlerarası Diyalog Eğitimi” almıştır. Mısır’da Kahire-Türkiye Araştırmaları Merkezi’nde ve SETA Kahire’de Mısır üzerine çalışmalar yürütmüştür. Halen SETA Ankara’da Ortadoğu üzerine araştırmalar yapmaktadır. İlgi alanları içerisinde çatışma bölgeleri ve devlet dışı silahlı örgütler bulunmaktadır.

NECDET ÖZÇELIK, 
CAN ACUN 
TERÖRLE MÜCADELEDE YENI SAFHA: ZEYTIN DALI HAREKATI 

Bu rapor Zeytin Dalı Harekatı’nın Türkiye’nin terörle mücadelesi, jeopolitik etkinliği ve bölgesel istikrarın teminine yaptığı katkıyı incelerken aynı zamanda sert güç kullanma kapasitesini de vurgulamaktadır. 
TSK’nın harekat etkinliğinden elde edilen kazanımların analiz edildiği rapor Türkiye’nin Suriye ve Irak’taki etki alanlarında oluşturduğu mevcut ve müteakip durumların bölgede faaliyet yürüten devlet, devlet dışı silahlı aktörler ve terör örgütlerinin siyasi ve askeri politikalarındaki yarattığı etkiye dair tespit ve öngörüleri bir arada sunmaktadır. 
Rapor Türkiye’nin Fırat Kalkanı Harekatı’yla başlayıp Zeytin Dalı Harekatı ve İdlib harekat alanındaki faaliyetleriyle devam eden askeri güç kullanımının gerekçeleri ve serüvenini anlatmakta, bundan sonraki istikamet ve hedeflerini de işaret ederek siyasi-askeri gayret birliğinin ortaya koyduğu sonuçları paylaşmaktadır. 

DİPNOTLAR,

1. “TSK Basın Açıklaması”, TSK, 20 Ocak 2018, http://www.tsk.tr/BasinFaaliyetleri/BA_47, (Erişim tarihi: 23 Mart 2018). 
2. “Başbakanlık Açıkladı, İşte Zeytin Dalı Harekatı’nın 12 Nedeni”, CNN Türk, 22 Ocak 2018. 
3. Leonind Issaev, “Why is Russia Helping Turkey in Afrin?”, Aljazeera, 29 Ocak 2018. 
4. Oksana Antonenko, “US-Russia-Turkey Dynamics in Syria After ‘Olive Branch’: One Door Closes, Another 
Opens”, Russia Matters, 26 Ocak 2018, https://www.russiamatters.org/analysis/us-russia-turkey-dynamics-syria-
after-olive-branch-one-door-closes-another-opens, (Erişim tarihi: 23 Mart 2018). 
5. “Bozdağ: ‘Zeytin Dalı Harekatı, Meşru ve Uluslararası Hukuka Uygun Bir Harekattır’”, Hürriyet, 20 Ocak 2018. 
6. Harita SETA/STM tarafından hazırlanan Terörizm Analiz Platformu’ndan (TAP) elde edilmiştir. 
7. Veriler ve görseller SETA/STM tarafından hazırlanan Terörizm Analiz Platformu’ndan (TAP) elde edilmiştir. 
8. Harita SETA/STM tarafından hazırlanan Terörizm Analiz Platformu’ndan (TAP) elde edilmiştir. 
9. Veriler ve Görseller SETA/STM tarafından hazırlanan Terörizm Analiz Platformu’ndan (TAP) elde edilmiştir. 
10. Afrin genelinde Ocak-Şubat ayı sıcaklık ortalamaları gece -2 ile -4, gündüz 12 ile 20 derece aralığında seyretmekte, 
güneş ortalama 06.00’da doğmakta ve 16.45’te batmaktadır. Bu dönemde yağışlar düzensiz aralıklarla ve 
genellikle yağmur şeklindedir ve toprağı yağışa doyurarak zemini gevşetmektedir. Bununla birlikte kuru dere yataklarında 
yer yer sel de meydana gelebilmektedir. Ayrıca gece ve gündüz saatlerindeki sıcaklık farkına bağlı olarak 
hava olayları yoğun ve uzun süreli sis şeklinde görülebilmekte ve görüş üzerinde olumsuz etki yaratmaktadır.
11. “Başbakan Yıldırım: Afrin Harekatı 4 Safhada Yapılacak”, Milliyet, 21 Ocak 2018.
12. “TSK Basın Açıklaması”, TSK, 21 Ocak 2018, http://www.tsk.tr/BasinFaaliyetleri/BA_50, (Erişim tarihi: 23 Mart 2018). 
13. “PKK/PYD’nin Zeytin Dalı Harekatı Boyunca Kullandığı ATGM’ler”, Suriye Gündemi, 5 Mart 2018, http:// 
www.suriyegundemi.com/2018/03/05/pkk-ypgnin-zeytin-dali-harekati-boyunca-kullandigi-atgmler, (Erişim tarihi: 23 Mart 2018).
14. “Köyler Tek Tek, Düşüyor”, Sabah, 24 Ocak 2018. 
15. “Barşah Dağı’nın Ele Geçirilmesi”, TSK, 28 Ocak 2018, 
http://www.tsk.tr/TSKdanHaberler/Haber_328, (Erişim tarihi: 23 Mart 2018); “Stratejik Burseya Dağı Ele Geçirildi”, Anadolu Ajansı, 28 Ocak 2018.
16. “Afrin’de Kurni Dağlarının Zirvesi Ele Geçirildi”, Anadolu Ajansı, 31 Ocak 2018. 
17. “Bülbül Belde Merkezi PYD/PKK’lılardan Arındırıldı”, Anadolu Ajansı, 1 Şubat 2018; Darmık Dağı’na Türk Bayrağı Dikildi”, Anadolu Ajansı, 2 Şubat 2018.
18. “Zeytin Dalı Harekatı”, TSK, 3 Mart 2018, 
http://www.tsk.tr/ZeytinDaliHarekati/ZDH_17, (Erişim tarihi: 23 Mart 2018). 
19. “ÖSO ve Mehmetçik Bafelyun tepesinde”, İHA, 3 Mart 2018.
20. “TSK ve ÖSO, Afrin’in Cinderes Belde Merkezini Ele Geçirdi”, Anadolu Ajansı, 8 Mart 2018. 
21. “Zeytin Dalı Harekatı”, TSK, 13 Mart 2018, 
http://www.tsk.tr/ZeytinDaliHarekati/ZDH_28, (Erişim tarihi: 23 Mart 2018).
22. “Heyet Tahrir Şam: İdlib’e Saldıran Rus Savaş Uçağını Biz Vurduk”, BBC Türkçe, 4 Şubat 2018. 
23. Bkz. Grafik 3-4.
24. “Cumhurbaşkanı Erdoğan İHA Üssünü Ziyaret Etti”, Sabah, 3 Mart 2018. 
25. “İşte TSK’nın Vurduğu Terör Konvoyu”, Sabah, 24 Şubat 2018. 
26. “Bayraktar TB2 SİHA’lar Görüntüledi, TSK Sivillerin Arasına Saklanan Teröristlerin Karargahını Havaya Uçurdu”, TRT Haber, 13 Şubat 2018. 
27. Son Dakika... Afrin’de Teröristlerin Sivilere Bombalı Tuzak Kurduğu O Anlar Görüntülendi”, Habertürk, 8 Mart 2018.
28. “Bayraktar TB2 Zeytin Dalı Harekatı’nda 4 Bin Saat Uçtu”, Anadolu Ajansı, 23 Mart 2018.
29. Murat Yeşiltaş, “Zeytin Dalı Harekatı: Kazananlar ve Kaybedenler”, Anadolu Ajansı, 20 Mart 2018. 
30. Türkiye Afrin bölgesine giren konvoyları hedef alırken bölgeye sızmayı başaran rejim yanlısı milislerin büyük 
ölçekte TSK/Milli Ordu tarafından etkisiz hale getirildiği açıklandı. Büyük kayıplar sonrası Halk Koruma 
Güçleri Afrin bölgesinden geri çekilip rejim kontrolündeki Nubl ve Zahra’ya konuşlandı. Fakat bu süreç içerisinde 
YPG Halep merkezindeki Şeyh Maksud ve Bostan Başa mahallelerini boşaltarak rejim bölgesi üzerinden 
Afrin’e geçmesi sonucu Esed rejimi Halep merkezinin tamamını kontrol altına almayı başardı.
31. 29 Ocak 2014’ten bu yana Afrin PYD tarafından ilan edilen “öz yönetim” tarafından yönetilmeye başlanmıştır. 
2015’in ortasında ise PKK/PYD bölge halkını zorunlu askerliğe tabi tutmuştur. Binlerce Afrinli genç silah 
altına alınmamak için bölgeden kaçmıştır. PKK/PYD’nin iddialarına göre örgüt Afrin kantonunu 47 konseyin 
altında toplanan ve halkı örgütleyen 898 komün (komite) oluşturarak idare etmektedir. Bu alan Fırat’ın doğusundaki 
PKK/PYD’den coğrafi olarak yalıtılmış olsa da diğer yerlerde olduğu gibi KCK Suriye yürütme konseyinin 
emir komutası altında Kandil’den emir alan Halil Tefdem, Ahmed Hudro, Mahmud Berhudan, Behcet Abdo 
ve Nocin gibi PKK’lı isimler tarafından yönetilmektedir. Terör örgütü PKK/PYD Afrin etrafında kontrol ettiği 
1.500 kilometrekarelik alanda sayıları 7-8 bin civarında olduğu değerlendirilen YPG ve onunla birlikte hareket 
eden SDG çatısında yer alan 1.500 kişilik Ceyşü’s-Suvar unsurları vardır.
32. ABD kendi istihbarat raporlarıyla, “Terörle Mücadele Mükemmeliyet Merkezi” ya da “CIA FactBook”un 
yayımladığı birçok resmi belgede PYD/YPG’yi PKK’nın Suriye kolu olarak tanımlanmaktadır. Yine PYD üzerine 
çalışmalar yapan International Crisis Group’un yayımladığı 22 Ocak 2013 tarihli “Syria’s Kurds: A Struggle Within 
a Struggle” ve 8 Mayıs 2014 tarihli “Flight of Icarus? The PYD’s Precarious Rise in Syria” isimli raporlarda 
açık bir şekilde PYD, PKK terör örgütünün Suriye kolu olarak tanımlanmaktadır. Ancak Batılı ülkeler PYD ile 
siyasi ve askeri angajmana girebilmek adına bu gerçeği görmezden gelmeyi tercih etmişlerdir. Bkz. Can Acun, 
“ABD’nin Türkiye’deki Terör Çıkmazı: PYD/YPG”, Çankaya DD, 2 Mart 2018. 
33. Haziran 2015’e kadar ABD liderliğinde DEAŞ ile mücadele için oluşturulan uluslararası koalisyonun Suriye’de 
gerçekleştirdiği 1.774 hava saldırısından 1.200’ü DEAŞ ile YPG’nin çatıştığı bölgelerde yapılmıştır. Muhaliflerin 
DEAŞ ile karşı karşıya geldiği durumlarda ise ABD’nin hava desteği vermediği görülmüştür. 
34. Can Acun ve Bünyamin Keskin, PKK’nın Kuzey Suriye Örgütlenmesi: PYD-YPG, (SETA Rapor, İstanbul: 2017). 
35. Can Acun, “Kuzey Suriye’de PYD Kuşağı”, SETA Perspektif, Sayı: 107, (Haziran 2015).
36. Kuruluşu ilan edilen SDG yapılanmasını YPG/YPJ ile birlikte Süryani Askeri Konseyi, Ceyşü’s-Suvar, Liva 
Suvar Rakka, Liva et-Tahrir ve el-Sanadid gibi gruplar oluşturmaktaydı. Ancak daha sonra CENTCOM komutanlarının 
da itiraf ettiği şekilde bu yapı aslında doğrudan ABD’nin talimatı ve YPG’nin denetiminde bir çatı yapılanma 
olarak kurgulanmıştı. ABD, SDG’nin kuruluşundan sonra Suriye’nin kuzeyinde yaptığı askeri hamleleri 
bu isim altında sürdürmeye başladı ve silah yardımlarını doğrundan YPG’ye değil SDG’ye yapıyormuş izlenimi 
verdi. Bkz. Acun, “ABD’nin Türkiye’deki Terör Çıkmazı: PYD/YPG”. 
37. Ocak 2018 itibarıyla ABD’nin Suriye’de PKK kontrol bölgelerinde toplam üs sayısı 13’ü buldu.
38. DEAŞ’ın Suriye sathında askeri varlığı kuşatma altına alınmış küçük cepler dışında bitirilmiş olmasına rağmen 
ABD’nin bilinçli bir şekilde operasyonları yavaşlattığı ve örgütün varlığını elimine etmeyerek hem Suriye’deki 
kendi varlığını hem de PKK ile olan angajmanını meşrulaştırmaya çalıştığı görülmektedir. 
39. Astana sürecinin mütemmimi olan Soçi konferansı ZDH başladıktan on gün sonra düzenlendi. İdlib çatışmazlık 
bölgesi kapsamında TSK bölgede gözlem noktaları kurmaya devam etti. Bunlardan üçü ZDH harekatı 
devam ederken İdlib ve Batı Halep bölgesinde oluşturuldu.
40. YPG liderlerinden Sipan Hemu ZDH başladıktan bir gün sonra 21 Ocak’ta Şarku’l-Avsat gazetesine verdiği röportajda 
Rusya’nın Türkiye’ye Afrin’e operasyon düzenleme “izni” vererek Suriye Kürtlerine ihanet ettiğini söyledi.
41. Kutluhan Görücü, “Tel Rıfat ve Çevresi Ne Olacak?”, Suriye Gündemi, 19 Mart 2018, 
https://www.suriyegundemi.com/2018/03/19/tel-rifat-ve-cevresi-ne-olacak, (Erişim tarihi: 23 Mart 2018).


ANKARA • İSTANBUL • WASHINGTON D.C. • KAHİRE
COPYRIGHT © 2018 

Bu yayının tüm hakları SETA Siyaset, Ekonomi ve Toplum Araştırmaları Vakfı’na aittir. SETA’nın izni olmaksızın yayının tümünün veya bir kısmının elektronik veya mekanik (fotokopi, 
kayıt ve bilgi depolama, vd.) yollarla basımı, yayımı, çoğaltılması veya dağıtımı yapılamaz. Kaynak göstermek suretiyle alıntı yapılabilir. 

SETA Yayınları 105 
I. Baskı: 2018 
ISBN: XXX-975-2459-XX-X 
Uygulama: Erkan Söğüt 
Baskı: Turkuvaz Haberleşme ve Yayıncılık A.Ş., İstanbul 
SETA | SİYASET, EKONOMİ VE TOPLUM ARAŞTIRMALARI VAKFI 
Nenehatun Cd. No: 66 GOP Çankaya 06700 Ankara TÜRKİYE 
Tel: +90 312 551 21 00 | Faks: +90 312 551 21 90 
www.setav.org | info@setav.org | @setavakfi 
SETA | Washington D.C. 
1025 Connecticut Avenue, N.W., Suite 1106 
Washington D.C., 20036 USA 
Tel: 202-223-9885 | Faks: 202-223-6099 
www.setadc.org | info@setadc.org | @setadc 
SETA | Kahire 
21 Fahmi Street Bab al Luq Abdeen Flat No: 19 Cairo EGYPT 
Tel: 00202 279 56866 | 00202 279 56985 | @setakahire 
SETA | İstanbul 
Defterdar Mh. Savaklar Cd. Ayvansaray Kavşağı No: 41-43 
Eyüpsultan İstanbul TÜRKİYE 
Tel: +90 212 395 11 00 | Faks: +90 212 395 11 11

Yazarlar 
Necdet Özçelik, Can Acun 

***

TERÖRLE MÜCADELEDE YENİ SAFHA ZEYTİN DALI HAREKATI BÖLÜM 4

TERÖRLE MÜCADELEDE YENİ SAFHA ZEYTİN DALI HAREKATI BÖLÜM 4



ESED REJİMİ VE İRAN 

ZDH de daha önce Suriye’nin kuzeyinde icra edilen FKH’de olduğu gibi birçok 
meydan okumayla karşılaştı. Sahanın getirdiği zorlukların yanı sıra ZDH diğer 
aktörlerin hamlelerine maruz kaldı. Türkiye’nin başarısız olması adına üçüncü 
aktörler birçok siyasi ve askeri hamle gerçekleştirdi. Bu bağlamda harekatın askeri arenada olduğu kadar diplomatik ve siyasi arenada da büyük dikkat ve hassasiyetle yürütülmesi gerekti. ZDH’nin başlamasıyla birlikte Esed rejimi Türkiye’nin Afrin bölgesine askeri olarak girmesini “işgal” olarak nitelendirdiklerini ve bölgeyi Türkiye’ye karşı koruyacaklarını açıkladı. Genelkurmay Başkanı Hulusi Akar ve MİT Müsteşarı Hakan Fidan Rusya’da muhataplarıyla görüşme yaparken Esed rejimi Suriye hava sahasına giren Türk uçaklarını düşürmekle tehdit etti. Fakat Türkiye’nin Rusya ile ortak zeminde buluşmuş olması ve caydırıcı askeri gücü rejimin tehditlerinin havada kalmasını sağladı. 



GÖRSEL 1

Zeytin Dalı Harekatı ’nın Siyasi ve Jeopolitik Cephesi 

İran da Esed rejimiyle paralel şekilde daha ilk günlerden itibaren ZDH’yi hedef 
alan bir tavır takınmış ve birçok platformda harekatın başarısız olması için 
adımlar atmıştır. İran Dışişleri Sözcüsü Behram Kasımi harekatın hemen başında verdiği bir demeçte Türkiye’nin Afrin’de gerçekleştirdiği harekatı endişe ile takip ettiklerini ve derhal sonlandırmasını temenni ettiklerini açıklamıştır. Akabinde İranlı yetkililerden harekatın Suriye’nin egemenliğini ihlal ettiğine yönelik açıklamalar gelmiştir. İran ayrıca ZDH’ye dair büyük bir medya kampanyası da başlatmış, PKK’nın iddiaları üzerinden kara propaganda yapmıştır. Bu bağlamda İran ZDH’ye karşı Esed rejimiyle birlikte hareket etmiştir. 

ZDH’nin karşılaşabileceği en olası senaryolarından biri İran’ın arabuluculuğunda 
PKK/PYD’nin Esed rejimi ile anlaşması ve Afrin’in önemli bir kısmını, 
özellikle merkezini Esed rejimine devretmesi olarak tezahür etmiştir. Nitekim 
FKH’de bu iş birliğine Münbiç konusunda şahit olunmuştur. Ayrıca Esed rejimi 
ile YPG Haseke’de bir arada var olma deneyimi yaşamaktadır. Bu senaryoyu güçlendiren emare ise iki taraf arasında Halep’te devam eden görüşmeler neticesinde Esed rejimine bağlı milislerin Afrin bölgesine girmeye başlamasıdır.30 PKK/PYD Şeyh Maksud ve Bostan Başa gibi mahalleleri rejime devrederek buradaki güçlerini Afrin’e kaydırmıştır. 

Bu süreçte Esed rejimi YPG ile birçok müzakere gerçekleştirmiştir. Görüşmelerde Afrin’in rejime devredilmesi müzakere edilmiş fakat taraflar Türkiye’nin tehdidi, rejimin maksimalist talepleri ve Rusya’nın olumsuz tavrı sonucu anlaşamamıştır. 

Rejim ve PKK arasında tam bir mutabakat sağlanamasa da görüşmeler 
devam ederken rejime resmi bağlı ve İran tarafından desteklenen Halk Koruma 
Güçleri Afrin bölgesine girerek PKK saflarında TSK ve muhaliflere karşı savaşmaya başlamışlardır. PKK beklemediği ölçekte çok kayıp vermeye başlamasıyla birlikte rejime verdiği tavizleri artırmış, bu bağlamda bir anlaşma zemini oluşması ihtimali güçlenmiştir. 

Ancak tüm bu hamleler askeri ve siyasi açından Afrin denklemini değiştirmeyi 
başaramamıştır. Rejimle birlikte hareket eden mezkur paramiliter güçler ve 
İran Devrim Muhafızları’nın organize ettiği Şii milisler Afrin’e intikal ettiyse de 
ne PKK Afrin’i rejime bırakmış ne de rejim Afrin’de yönetimi devralmıştır. Bunun 
bir sebebi PKK ile rejim arasındaki anlaşmazlıklar, diğer bir sebebi ise rejimin Afrin’de düzenli ordusuyla gerçek manada Türk ordusu ve muhalifler ile çatışmaya girecek bir askeri mobilizasyon lüksüne sahip olmamasıdır. An itibarıyla birden fazla cephede çatışma içerisinde olan rejim her ne kadar Türkiye’nin Afrin operasyonundan rahatsızsa da buna karşı koyabilecek bir kapasiteye sahip değildir. Sonuçta TSK Afrin’e giren milis unsurları hedef almış ve ciddi zayiat verdirerek geri çekilmelerini sağlamıştır. Kaldı ki rejim Türkiye’nin PKK’yı teslim olma noktasına getirmesinin uzun vadede kendisi için de birtakım faydalar getirebileceğini de hesap etmektedir. Şu an mücadeleye girme kapasitesine sahip olmadığı bir ülkenin toprak bütünlüğünü tehdit eden örgütü zayıflatmasının, ileriki aşamalarda PKK’yı rejime karşı daha tavizkar bir pozisyona sokacağını düşünmektedir. 

Nihayetinde Esed rejimi PKK’nın Afrin’i kendisine devretmesini istemektedir. 
Diğer bir deyişle 2012’de çatışmadan PKK’ya bıraktığı toprakları yine çatışmadan geri alma amacındadır. Fakat 2012’den bu yana PKK’nın geçirdiği 
dönüşüm, kazanımlarını kaybetmeme isteği ve ABD ile kurduğu ilişki örgütü 
bu yönde bir anlaşmadan alıkoymuştur.31 Ayrıca rejimin Suriye’deki tehdit algısında Suriyeli muhalifler hala birinci sıradadır. Nitekim PKK/PYD Suriye’nin 
toprak bütünlüğünü tehdit etse de rejimin kendisini doğrudan hedef almamaktadır. Özellikle DEAŞ ve El-Kaide gibi radikal unsurların bulunmadığı ve 
Suriyeli muhaliflerin kontrol ettiği bölgeler ülke içerisinde Esed rejimine bir 
alternatif oluşturmaktadır. Yıllarca ılımlı muhalefeti birincil hedef olarak gören 
rejimin penceresinden Suriyeli muhaliflerin FKH ile Kuzey Halep’in ardından 
Afrin bölgesini de kontrol altına alması büyük bir stratejik yenilgi anlamına 
gelmektedir. Rejimin Suriye toplumunu “temizleme ve arındırma” politikasına 
mukabil yurt dışında mülteci konumunda yaşayan Suriyelilerin ülkeye geri 
dönme imkanını bulması da diğer bir sorunsaldır. 

Askeri ve jeostratejik konum açısından ZDH ile beraber Cerablus-el-Bab 
Afrin-İdlib hattı oluşmaktadır. Halep merkezinin kuzeydoğusundan güneybatısına kadar olan tüm bölgeler Suriyeli muhaliflerin eline geçmiş ve İdlib ile FKH arasında bağlantı kurulmuştur. 

TERÖRLE MÜCADELEDE YENİ SAFHA: ZEYTİN DALI HAREKATI ABD-PKK/PYD ANGAJMANI 

Arap Baharı’nın etkisiyle 2011’de başlayan Suriye devriminin ilk dönemlerinde 
ABD muhalif grupları askeri-siyasi yardımlarla destekliyor, uluslararası bir koalisyon ile birlikte Esed rejiminin meşruiyetini yitirdiğini ve devrilmesi gerektiğini öne sürüyordu. Ancak söz konusu politikasını değiştirmeye başlayan ABD DEAŞ’ın Irak’ta neşet edip Suriye’nin içlerine kadar uzanmasıyla muhaliflere desteğini keserek Esed rejimini ayakta tutacak adımlar attı. Ayn el-Arab (Kobani) kuşatması sırasında PKK’nın Suriye örgütlenmesi olan PYD/YPG’yi DEAŞ’a karşı desteklemeye başladı ve söz konusu örgütü adım adım Suriye siyasetinin merkezine yerleştirdi. Mezkur strateji gereği –aksi yönde çok açık deliller olmasına rağmen– PYD/YPG’yi terör örgütü olarak tanınan PKK’dan ayrı bir yapılanma olarak sundu ve Suriye Kürtlerini temsil ettiği tezini savundu.32 ABD Suriye krizinin başından itibaren muhalif gruplara şüpheyle yaklaştı. Bazı grupları sakıncalı görerek destek vermediği gibi onları desteklemek isteyen aktörlere de aktif bir şekilde engel olmaya çalıştı. Ancak PKK’nın Suriye örgütlenmesi PYD/YPG’ye sınırsız bir destek sunmakta tereddüt göstermedi.33 
Ayn el-Arab’ın tamamen düşeceği bir noktada ABD, PYD’nin yardım çağrısına 
yanıt vererek DEAŞ hedeflerine yoğun bir hava saldırısı başlattı ardından 
silah ve mühimmat yardımı yapmaya başladı.34 ABD’nin müdahalesiyle birlikte 
sahadaki askeri durum DEAŞ aleyhine dönerken bir süre sonra örgüt Ayn el-Arab civarından tamamen çıkartıldı. “Kobani” deneyimi ABD’nin YPG güçlerini 
Suriye’de DEAŞ ile mücadelede kara gücü haline getirebileceğini gösterirken örgüt için ise Washington desteğinin önemini ortaya koydu. Bu askeri angajman 
adım adım artarak Tel Abyad ve diğer bölgelerde kendini göstermeye başladı.35 
Ancak PYD/YPG terör örgütünün DEAŞ’a benzer şekilde ele geçirdiği bölgeleri 
terörize etmesi uzun sürmedi. PYD/YPG, ABD ve Esed rejimiyle kurduğu askeri 
angajmanlarla elde ettiği üstünlüğü kullanarak Suriye’nin Haseke ve Rakka vilayetlerinde Tel Abyad dahil olmak üzere ele geçirdiği bölgelerde muhalif Arap ve Türkmenlere yönelik tehcir politikası uyguladı. Örgüt demografik mühendislik 
çabasına girişti. Köy yakma, ürün ve mallara el koyma, yargısız infaz ve toplu 
cezalandırma gibi savaş suçu olarak kabul edilecek eylemleriyle bölgenin demografik yapısını değiştiren PYD/YPG bölgeyi kendisi için yönetilebilir kılmak istedi. ABD, YPG ile kurduğu angajman üzerinden başta Türkiye olmak üzere yoğun eleştirilere muhatap olunca PKK/PYD’yi perdeleyebilmek adına 11 Ekim 2015’te “Suriye Demokratik Güçleri” (SDG) isimli bir ittifak oluşturdu.36 
Bu dönemde Başkan Obama’nın talimatıyla ABD ordusuna bağlı özel kuvvetler 
SDG/YPG’yi doğrudan eğitmeleri için sahaya gönderilmeye başlandı. Yine 
Başkan Obama’nın DEAŞ ile Mücadele Özel Temsilcisi Brett McGurk birçok kez 
bölgeyi ziyaret ederek SDG/YPG’liler ile temas kurdu. ABD, PYD’nin kontrol ettiği bölgelerde bu süreçte askeri üsler inşa etmeye başladı.37 Bu dönemde SDG/YPG’ye sağlanan silahların ölçeği ve niteliği de artıyordu. Türkiye’nin tüm itirazlarına rağmen 31 Mayıs 2016’da Fırat Nehri’nin batı yakasındaki stratejik Münbiç bölgesi, ABD-SDG/YPG ittifakı tarafından ele geçirildi. 

Münbiç sonrasında YPG’nin askeri açından temel hedefi Cerablus-el-Bab 
bölgesini de ele geçirerek Afrin kantonu ile toprak bütünlüğünü sağlayacak 
şekilde genişletmek oldu. Ancak Türkiye’nin FKH’yi başlatması bu hamleyi 
boşa çıkartırken ABD’de Obama yerine Trump döneminin başlaması hem Türkiye-ABD hem de ABD-PKK/PYD ilişkisi açısından yeni bir dönemi beraberinde getirdi. Fakat Türkiye’nin beklentilerinin aksine Trump Suriye siyasetine ilişkin karar mekanizmasını tamamen Pentagon ve CENTCOM’a devretmiş, bu kurumların önceliği ise YPG ile inşa ettikleri askeri angajmana devam etmek olmuştu. ABD, YPG/SDG’yi doğrudan ağır silahlarla donatarak Rakka’ya yönelik büyük bir hamle başlatırken bölge hava ve karadan ağır şekilde vurulduktan sonra YPG eliyle kontrol altına alındı. ABD Rakka hamlesine eş zamanlı olarak Deyrizor’da Suriye’nin önemli petrol ve doğal gaz yataklarını el geçirecek ve ülkenin Irak sınır hattını tutacak şekilde YPG/SDG’nin Fırat’ın doğusunda ilerlemesini sağlamaya çalıştı. 

Takip eden süreçte ABD’nin Suriye stratejisinde PYD/YPG’nin konumu 
daha da tahkim edildi. Temelde bir terör örgütüne karşı diğer terör örgütünü 
kullanma stratejisi benimseyen ABD, Suriye’deki tüm yatırımlarını anılan örgüte 
yaptı. Böylece doğu-batı ekseninde Suriye-Irak sınır hattından Münbiç’e kadar 
uzanan bir hatta, güneyde ise Rakka ve Deyrizor’un Fırat’ın doğusuna uzanan 
alanlarda etkinliğini artırmaya çalıştı. ABD bu bağlamda hem Türkiye’nin ulusal 
güvenliğini hem de Suriye’nin toprak bütünlüğünü tehdit eden PYD/YPG terör 
örgütüne destek vermeye devam ederken Türkiye ise önce FKH’nin ardından 
hem Astana süreci hem de ZDH ile ABD’nin attığı adımlara yanıt verdi. ABD, 
Türkiye’nin Afrin dahil PKK’nın Suriye örgütlenmesi YPG’ye hiçbir şekilde bir 
askeri harekat yapmasını arzu etmedi ve engellemek istedi. ABD özellikle DEAŞ’a karşı Rakka operasyonu devam ederken “dikkat dağıtıcı” olacağını iddia ettiği bir harekatın yapılmasına karşıydı ve bu muhalefetini söz konusu operasyon bitmesine rağmen devam ettirdi.38 

Türkiye’ye PKK’nın Münbiç’ten çıkarılacağı ve Rakka sonrasında örgüte desteğin 
kesileceği sözünü tutmayan ABD ZDH’nin arefesinde YPG’den müteşekkil 
bir sınır ordusu kuracağını açıkladı. ABD’nin CENTCOM merkezli Suriye ve PKK 
stratejisi Washington-Ankara arasında en önemli gerilim noktası olmaya devam 
etti. Türkiye’de ABD’nin PKK’ya olan desteğini kesmeyeceği, Suriye’nin kuzeyinde Türkiye sınır hattı boyunca terör örgütünün kontrol ettiği bir devletçik oluşturacağı düşüncesinin kuvvetlenmesiyle ZDH hazırlıkları hızlandı. Rusya, ABD’nin aksine PKK’ya doğrudan silah yardımı yapmadıysa da Afrin’deki askeri varlığıyla terör örgütü için bir kalkan görevi gördü. 
Türkiye’nin ZDH ile coğrafi izolasyonu ve yerel angajmanları dolayısıyla doğrudan ABD’nin nüfuz alanında olmasa da PKK/PYD’nin Afrin “kantonu”nu hedef alması Washington’ın Suriye’nin kuzeyinde inşa etmeye çalıştığı kuşağa ciddi anlamda zarar verdi. Her şeyden öte PKK’nın Akdeniz’e ulaşmak için zıplama tahtası olarak gördüğü ve yıllarca yatırım yaptığı bir bölge kaybedilmiş oldu. Askeri olarak YPG üzerinden algı mühendisliği ile yaratılmış olan mit çökerken ABD’nin hava desteği olmadan YPG’nin anlamlı bir askeri güç karşısında hiçbir şansı olmadığı ortaya konuldu. Yine harekat boyunca Suriye rejimine ve İran’a bağlı Şii milisler ile Afrin PKK’sı arasında bir ittifak görüntüsünün oluşması ve milislerin Afrin’de PKK ile birlikte savaşması ABD’nin YPG’yi DEAŞ’la mücadelenin yanı sıra İran’ın Suriye’de artan nüfuzuna yönelik de kullanacağına dair iddiaları ciddi anlamda sorgulanır kıldı. 
Ayrıca Türkiye’nin kısa sürede muhaliflerle birlikte Afrin’i PKK’dan temizlemesi 
adeta bir domino etkisiyle Münbiç ve Fırat’ın doğu yakasında örgütün 
tahakküm kurduğu bölgeleri de etkilemeye başladı. ABD desteğiyle PKK’nın 
kontrolünde yaşamak zorunda kalan Arap unsurların mobilize olup PKK’ya karşı 
harekete geçtiği göründü. Münbiç, Haseki, Rakka ve Deyrizor’da terör örgütü tarafından sindirilmiş bölge halkı direnç göstermeye başladı. ZDH, ABD’nin PKK’ya yaptığı yatırım ve elde ettiği nüfuz alanının sürdürebilirliğine yönelik ciddi bir meydan okumaya dönüşürken terör örgütü sayesinde elde edilen çıkarların yeni dönemde üretmeye başladığı maliyet karşısında sorgulanacağı bir gerçeklik ortaya çıktı. ABD ise ZDH bağlamında karşı karşıya kaldığı meydan okumayla birlikte yeni gerçekliğe adapte olabilmek ve süreci yönetebilmek için Türkiye ile müzakereler başlatma kararı aldı. Türkiye’nin Münbiç ve Fırat’ın doğusuna yönelik taleplerinin karşılanmasına ilişkin daha olumlu işaretler vermeye başladı. 

ZDH VE RUSYA 

Suriye devriminin başından beri Esed’i destekleyen Rusya, Suriye rejiminin savaşı kaybetme ihtimalinin çok güçlendiği Eylül 2015’te doğrudan savaşa dahil oldu ve Suriyeli muhalifleri hedef almaya başladı. Türkiye-Rusya ilişkileri adım adım gerginleşirken Türkiye’nin sınır hattında bir Rus jetini düşürmesiyle ciddi bir kriz yaşandı. Rusya bu dönemde Afrin’deki PKK/PYD unsurlarını havadan askeri olarak desteklemeye başladı. Örgüt Rusya ve rejimden aldığı destekle muhaliflerin elindeki Tel Rıfat bölgesini ele geçirmeye başlarken Moskova ilerleyen dönemlerde Afrin’de askeri noktalar kurdu. Böylelikle Türkiye’ye PKK üzerinden yanıt verirken Tel Rıfat ve Şehba bölgesinin PKK tarafından ele geçirilmesiyle rejimin Halep’e düzenleyeceği nihai taarruz için stratejik bir derinliğin oluşmasını sağlamaya çalıştı. Afrin bölgesinin coğrafi izolasyonu, Münbiç ve Fırat’ın doğusundaki PKK bölgeleriyle toprak bütünlüğünün olmayışı bu bölgeyi ABD nüfuz alanından ziyade Rus nüfuz alanının içinde tuttu. 
Ancak Türkiye-Rusya ilişkilerinin normalleşmeye başlaması ve Suriye sathında 
ortaya çıkan yeni gerçeklikler iki ülkeyi daha fazla yakınlaştıran bir etki 
yarattı. Böylece Rusya’nın PKK/PYD ile olan ilişkisi de sarsılmaya başladı. 

Özellikle ABD-PKK angajmanının gittikçe güçlenmesi ve ABD’nin PKK eliyle Rakka ve Deyrizor’daki enerji kaynaklarını ele geçirmesi Rusya’nın da Suriye’deki çıkarlarını tehdit eder hale geldi. Bu bağlamda oluşan yeni konjonktür tarafların yürüttüğü askeri diplomasiyle birlikte FKH’de olduğu gibi ZDH’de de önemli bir rol oynadı. Afrin ve çevresindeki Rus askeri varlığı sembolik olsa da Türkiye açısından bölgeye düzenlenecek kapsamlı askeri harekat için bir engel teşkil etmekteydi. Müzakereler sonrası Rus askerlerinin bölgeden çekilmesi harekatın önünü açtı. Öte yandan ZDH’nin gerçekleşmesinde önemli bir rol oynayan Türk savaş uçaklarının Suriye hava sahasına girmeleri konusunda da Rusya belirleyici oldu. Rusya, Esed rejimi hava unsurlarının da hiçbir şekilde Türkiye’yi hedef almasına izin vermedi. Esasında Rusya ZDH başlamadan önce bölgedeki PKK unsurları ile rejimi bir araya getirmiş ve bölgenin rejime devredilmesi için terör örgütüne baskı yapmıştı. Ancak PKK ile rejimin anlaşamaması Rusya için en olumlu senaryonun hayata geçmesini engelledi ve Türkiye’nin ZDH’yi gerçekleştirmesine yeşil ışık yakmak durumunda kaldı. 
Türkiye-Rusya yakınlaşmasının sahadaki ilk somut yansıması FKH olurken 
süreç bununla sınırlı kalmayarak Suriye’nin diğer bölgelerinde de tezahür 
etti. Türkiye ve Rusya’nın beraber yürüttüğü müzakereler sonucunda 30 Aralık 
2016’da Suriye genelinde geçici ateşkes sağlandığı duyuruldu. Bunun ardından 
ise Astana süreci başladı. 2017’de Astana süreci kapsamında yapılan görüşmeler neticesinde Suriye genelinde dört deeskalasyon/çatışmazlık bölgesi ilan edildi.39 
Türkiye ile Rusya arasında Suriye’deki gelişmelere ilişkin hala çok ciddi ayrışmalar ve pozisyon farklılıkları olsa da ülkenin toprak bütünlüğü konusundaki ortak tutum üzerinden bir siyaset inşa edildi. Bu bağlamda tamamen ABD’nin nüfuz alanına girerek Suriye’nin kuzeyinde bağımsız bir kuşak oluşturma çabası içerisindeki PKK/PYD’nin görece zayıflatılması Rusya’nın da çıkarına hizmet etmekte. 

Esasında Rusya pragmatik bir ülke olarak PKK/PYD tamamen ABD’nin güdümüne girmeden önce onunla her fırsatta angajman kurma çabasında oldu. Rusya’nın PKK stratejisi örgütü tamamen ABD’ye teslim etmeme üzerine kuruluydu ancak bunda başarılı olamadı. Rusya’nın PKK ile ilişkisi kendine özgü olageldi ve ABD-PKK ilişkisinden farklılık gösterdi. Rusya örgütle doğrudan bir ittifak ilişkisine girmese de PKK kartını tamamen ABD’ye bırakmak istemedi. Rejimle anlaşması karşılığında PKK’ya siyasi bir alan açma sinyali verdi. Fakat iki gelişme Rusya’nın PKK politikasında bazı dönüşümlere sebep oldu: Birincisi PKK’nın Afrin’i rejime bırakmaması ve Rus arabuluculuğunu boşa çıkarmasıydı. Rusya’nın nüfuzunun güçlü olduğu Afrin’de bile PKK’yı rejimle uzlaşmaya ikna edememesi örgüte karşı pozisyonunu değiştirmesine sebep oldu. İkincisi ise PKK’nın ABD ile ilişkisinin derinleşmesi ve Suriye’nin geleceğine ilişkin planlarını müttefiklik üzerine kurmasıydı. Diğer bir deyişle ABD’nin PKK üzerindeki güçlü nüfuzunun zayıflamadığı aksine güçlendiğini gören Rusya, örgütün Washington’ın biçtiği rolü oynayacağına kani oldu. Daha sonra Dışişleri Bakanı Sergei Lavrov’un da dillendirdiği gibi ABD’nin PKK yapılanması üzerinden Suriye’nin toprak bütünlüğünü bozmak istediği sonucuna vardı. Ancak PYD hala Moskova’da temsilcilik bulundurmakta ve Rusya, Türkiye ile olan ilişkilerinde bu terör örgütünü adeta bir sigorta olarak görmeye devam etmektedir. Nihayetinde ABD-PKK angajmanı bozulduğunda örgüt ile ilişkisini yeniden canlandırma potansiyeline sahip olduğu da görülmektedir. Ancak ZDH ile birlikte özellikle PKK/PYD’nin çok sert şekilde Rusya’yı hedef alan açıklamalar yaptığını da değerlendirdiğimizde bu ilişkinin yeniden tesisi eskisi kadar kolay olmayacağı anlaşılmaktadır.40 

5 Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,

***

TERÖRLE MÜCADELEDE YENİ SAFHA ZEYTİN DALI HAREKATI BÖLÜM 3

TERÖRLE MÜCADELEDE YENİ SAFHA ZEYTİN DALI HAREKATI BÖLÜM 3


Zeytin Dalı Harekatı ’nın İcrası 

Cenderis Beldesinin Ele Geçirilmesi:20 8 Mart 2018’de ZDH birlikleri Hatay’ın 
Reyhanlı ve Kırıkhan ilçelerine roketli saldırıların yapıldığı Cenderis beldesini 
ele geçirerek hem bu saldırı tehdidini ortadan kaldırıldı hem de bölgedeki 
terörist unsurları önemli oranda etkisiz hale getirildi. Bölgede etkisiz hale getirilen teröristler arasında temsili olarak bulunan Suriye rejimi yanlısı Şii milislerin olduğu da belirlendi. Ayrıca Afrin ilçe merkezine güneybatıdan yaklaşma istikametinde önemli bir avantaj kaydedildi. 

Afrin İlçe Merkezinin Çevrelenmesi:21 Bafilyon tepeleri ve Cenderis’in ele 
geçirilmesinin ardından devam eden operasyonlarda Afrin ilçe merkezi kuzey, 
doğu ve güney istikametinden çevrelendi ve harekat birlikleri ilçe merkezindeki 
müteakip meskun mahal harekatı için hazırlıklarını yapmaya başladı. Bu kapsamda sivillerin tahliyesi ve temel ihtiyaçlarının karşılanması için harekat bölgesinde AFAD ve Kızılay ile müşterek çalışmalar yapılmaya başlandı. 

HARİTA 12. AFRİN İLÇE MERKEZİNİN ÇEVRELENMESİ

Kaynak: “53. Gününde Zeytin Dalı Harekatı”, Suriye Gündemi, 13 Mart 2018, 
http://www.suriyegundemi.com/2018/03/13/53-gununde-zeytin-dali-harekati, (Erişim tarihi: 23 Mart 2018). 

Harekat alanında 20 Ocak-16 Mart 2018 arasındaki veriler göze alındığında 
PKK/PYD’nin direnek odakları ve operasyonun gayret süreçleri zaman çizelgesi 
ve harita üzerinden daha net anlaşılabilir. İleri harekatın başladığı 21-23 Ocak arasında etkisiz hale getirilen terörist sayısı ve ele geçirilen alanın nispeten dar olması PKK/PYD unsurlarının girme noktalarındaki terörist sayısı-arazi-hava koşullarını optimize ederek savunma etkisi yarattıklarını gösterdi. Teröristlerin yarattığı savunma etkisi özellikle batı cephesinde Racu’nun güneybatısındaki Ömeruşağı köyü ve çevresinde görüldü. Öte yandan kuzey sektöründeki Şeyh Horoz köyü, Kurni Dağı, Darmık Dağı ile kuzeybatı sektöründeki Burseya Dağı bölgesinde de benzer etkiler belirdi. Bahsedilen bu alanların gerisinde bulunan terörist unsurlara ait ikmal ve takviye hatları ve faaliyetlerinin İHA, Hava Kuvvetleri ve karadan ateş destek vasıtalarıyla etkili bir şekilde vurulması ve ZDH birliklerinin harekat temposunu gelişmelere bağlı olarak değiştirmesi teröristlerle olan temas süresini kontrollü olarak TSK/Milli Ordu lehine uzattı. Böylelikle teröristlerin savunma ve hayatta kalma yetenekleri zayıflatıldı. 3 Şubat 2018’de İdlib bölgesinde rejim muhalifi unsurlarca Rusya’ya ait bir SU-25 yakın hava destek uçağının yerden havaya alçak irtifalı güdümlü füze ile düşürülmesi ZDH üzerinde olumsuz etki yarattı.22 
Rusya bu gelişmenin ardından Suriye hava sahasını Türk Hava Kuvvetlerinin kullanımına füzelere karşı yeni bir savunma sistemi tesis etmek için geçici olarak 
kapatttı. Hava desteğinden mahrum bir şekilde ilerleyen harekatın temposunda 
da bundan sonra bir yavaşlama yaşandı. 9 Şubat 2018’de hava sahasının yeniden açılmasıyla birlikte harekat tekrar hava desteği imkanına kavuştu. 
Hava sahasının açılmasından bir gün sonra 10 Şubat 2018’de batı sektöründeki 
çatışmaların hızlandığı ve TSK/Milli Ordu birlikleriyle terörist unsurların arasındaki temas hattının düzensizleştiği ve PKK/PYD savunma hatlarının içine girildiği görülmeye başlandı. Bu süreçte etkisiz hale getirilen terörist sayısı ile TSK/Milli Ordu zayiatları da yakın mesafeden girilen silahlı temasları doğrulamakta.23 Şubat ayı boyunca ileri harekat alanları hakim arazi kesimlerine ulaşıp teröristlerden temizlenen alanların Türkiye sınır hattı boyunca birleştirilmesi gayretleriyle geçti. Bu bakımdan ZDH’nin ileri harekatın taktik uç sınırlarına ulaşmış olması hem hakim alanların tahkim edilmesi hem de komşu alanların birleştirilmesiyle devam etti. Bu noktada harekatın temposunda bir yavaşlamadan değil müteakip aşamalar için ele geçirilen hedeflerin başarısından faydalanılması için hazırlanması ve bağımsız bölgelerin konsolidasyonu faaliyetlerinden söz edilebilir. Nitekim ele geçirilen ve tahkimatlandırılan alanların yarattığı taktik ve operatif avantajdan rahatsız olan PKK/PYD’li 
teröristler tahkimatlandırılması devam eden Ali Beki köyünün 1 kilometre güneydoğusundaki hakim arazide bulunan operasyon birliklerine 1 Mart 2018’de kapsamlı bir saldırıda bulunarak konsolide edilen alanları ayrıştırma girişimi gerçekleştirdi. 
TSK/Milli Ordu unsurlarında zayiata neden olan bu saldırının püskürtülmesiyle birlikte harekatın temposu da gözle görülür bir şekilde arttı. 



GRAFIK 3. ETKİSİZ HALE GETİRİLEN PKK/PYD’Lİ TERÖRİST SAYISI 
GRAFIK 4. ŞEHİT OLAN TSK PERSONELİ SAYISI 

İkinci Safha: Meskun Mahal Safhası (13-18 Mart 2018) 
Harekatın ikinci safhasında Afrin merkezinin çevrelenmesi ve kontrol altına 
alınması sadece beş gün sürdü. Afrin’in doğusu kuzeydoğudan, batısı ise 
güneybatıdan yaklaşan harekat birliklerince çevrelendi. Bu istikametlerden 
yaklaşan harekat birlikleri şehre girerek kontrolü sağladı. Önemli bir dirençle 
karşılaşmayan harekat birlikleri kent merkezini 18 Mart 2018’de saat 08.30’da 
kontrol altına aldı. PKK/PYD’li teröristlerin bir kısmının Afrin merkezinin 
çevrelenme aşamasında şehri terk etmeye başladıkları ve Tel Rıfat, Zahra ve 
Nubul istikametine kaçtıkları değerlendiriliyor. Teröristlerin çok sayıda araç, 
silah, mühimmat ve teçhizatı geride bırakması, hazırlıklı bir geri çekilme 
yapmadıkları, taktik yetersizlikten dolayı mevzilerini terk edip kaçtıklarının 
göstergesidir. Her ne kadar şehir çatışması olmasa da teröristlerin EYP ve 
mayınlarla tuzakladığı alanlar bölge-bölge, mahalle-mahalle, sokak-sokak ve 
bina-bina temizlenmeye başladı. 

İHA ve SİHA’ların Harekata Etkisi 

Milli imkanlarla geliştirilen silahlı/silahsız insansız hava araçlarının ZDH’nin taktik ve operatif seviyede harekat etkinliğine önemli katkı sağladığı da görülmüştür. 
Bu bağlamda Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın özellikle son yıllarda milli ve yerli savunma teknolojilerinin geliştirilmesi konusunda ortaya koyduğu anlayış doğrudan Türkiye’nin sahadaki askeri etkinliğine de olumlu katkı sağlamıştır.24 Bilindiği gibi askeri operasyonların başarısı istihbarat ve harekat üstünlüğü üzerinden elde edilir ve kamu diplomasisindeki üstünlük sayesinde de başarı pekiştirilip sosyal ve siyasi alanda taşınarak kalıcı hale getirilir. 

İstihbarat üstünlüğü boyutundan bakıldığında insansız hava araçları (İHA) 
hedef tespiti, keşif ve gözetleme görevlerinde kullanılarak terörist mevzi, karargah ve barınaklarının yeri ile terörist unsurların taktik ve idari hareketlerini elektronik gözetleme vasıtalarıyla tespit edip harekat planlayıcılarının öncelikli istihbarat isteklerini karşılamıştır. Böylelikle hem hava ve karadan stratejik ateş destekleri hem de taktik unsurların manevraları etkili bir şekilde yönetilebilmiştir.25 Silahsız İHA’ların ise harekatın taktik birliklerine doğrudan havadan ateş desteği sağlaması ve teröristlerin taktik unsurlara münferit silahlı müdahalelerde bulunması hem harekat birliklerini rahatlatmış hem de teröristler unsurlar üzerinde imha ve korku etkisi yaratmıştır.26 

Öte yandan İHA’lar PKK/YPG’li teröristlerin sivillere dönük yaptığı saldırıların 
anbean görüntülenip dünya kamuoyuyla paylaşılmasında önemli katkı 
sağlamıştır.27 Bu noktada milli imkanlarla üretilen Bayraktar TB2 SİHA’nın 
PKK’nın kara propagandasının uluslararası alanda kırılmasında son derece 
önemli bir işlev gördüğünün de altının çizilmesi gerekir. Özellikle Afrin operasyonunun son aşamasında sivillerin şehir merkezini terk etmelerine mani olmaya çalışan PKK/YPG’li teröristlerin faaliyetlerinin anlık görüntülerinin uluslararası kamuoyuna aktarılmasında Bayraktar TB2 hayati fonksiyon üstlenmiştir. 
Bu bağlamda İHA ve SİHA’lar ZDH süresince harekatın başarısı ve bunun 
uluslararası alanda kamusallaşması bakımından istihbarat-harekat-kamu diplomasisi üçlemesinde ihtiyaç duyulan üstünlük gereksinimlerinin tamamını kesintisiz bir şekilde yerine getirmiştir.28 Bu bakımdan İHA’ların Türkiye’nin askeri etkinliğini artırma konusunda stratejik düzeyde katkısı söz konusudur. 
Afrin Meskun Mahal Çatışması Sonrasındaki Süreç ve Beklentiler Afrin merkezinin kontrol altına alınması ve harekatın birinci safhasında ele geçirilen alanların birleştirilmesinin ardından harekatın üçüncü safhasının Afrin’in doğusundaki Minnig Havalimanı ve Tel Rıfat hattında gelişeceğine yönelik bir beklenti olsa da bu durumun şu aşamada gerçekleşmesini beklemek yanıltıcı olabilir. 
Bu safhada Rusya ile daha yakın istişare yapılması beklenmelidir. Eğer bu 
konuda da bir uzlaşı ortaya çıkarsa söz konusu ilerleme gerçekleşecektir. Münbiç’te ABD ile diplomatik bir sonuca varılamaması Afrin harekatının Münbiç’e 
sirayet etmesine neden olabilir. ABD’nin Fırat Nehri’nin doğusundaki PKK/PYD 
varlığının konsolide halini muhafaza etme önceliğinden vazgeçmeyeceği göz 
önünde bulundurulduğunda Münbiç’teki PKK/PYD varlığını sona erdirmesinin 
bu maksada hizmet edeceğinden söz edilebilir. Öyle ki ABD ZDH’nin Fırat’ın 
doğusunda yarattığı dekonsolidasyon etkisini Türkiye’nin Münbiç’te gerçekleştireceği yeni bir askeri harekatla tekrar yaşamak istemez. 
Bu durumda Türkiye ve bölge ülkelerinin (özellikle Irak’ın) Fırat Nehri’nin 
doğusunda konsantrasyonu güçlenen ABD-PKK/PYD ortaklığının bundan sonra 
neye ya da nasıl evrileceğine dair kuvvetli öngörüde bulunması ve alternatif planlar geliştirmesi faydasına olacaktır. Zira PKK/PYD’nin uğradığı yenilgiden sonra yeni stratejiler geliştirmeye çalışması beklenmelidir. Yenilgi sonrası PKK/PYD’nin muhtemel stratejileri şu şekilde sıralanabilir: 

• ZDH ve FKH bölgesindeki TSK/Milli Ordu unsurları ile sivillere karşı sınırlı büyüklükte vurkaç taktiği gerçekleştirerek istikrarı tesis etme gayretlerini 
zayıflatmaya çalışmak 
• Tel Rıfat-Minnig hattından Azez-Mare hattındaki TSK/Milli Ordu unsurlarına düşük yoğunluklu saldırılar gerçekleştirmek ve eş zamanlı olarak 
Münbiç istikametinden FKH bölgesine yeni bir cephe açmaya çalışmak 
• Suriye rejimi ordusu unsurlarıyla iş birliği yaparak Zahra-Minnig Havalimanı-
Tel Rıfat üçgeninde savunmada kalarak elindeki terörist unsurları bu 
alanda muhafaza edip TSK/Milli Ordu unsurlarına kalıcı tehdit oluşturmak 
• Afrin’den kaçan teröristleri Fırat Nehri’nin doğusuna çekmek suretiyle ABD’nin koruması altına alıp nehrin batısındaki varlık iddiasından vazgeçerek 
Fırat’ın doğusunda ABD stratejisini kuvvetlendirmek 
• Fırat Nehri’nin doğusundaki alandan Türkiye’nin Şanlıurfa, Mardin ve Şırnak hudut güvenliği birliklerini taciz ve saldırılarla provoke edip Ayn 
el-Arab, Tel Abyad, Rasulayn ve Kamışlı aksında Türk ve ABD askerlerini karşı karşıya getirmek 
• Afrin’den kaçan PKK/PYD unsurlarını Irak’ın kuzeyine göndermek suretiyle buradaki PKK varlığını takviye etmek ve Mayıs’ta gerçekleşecek Irak 
seçimlerinden sonra Türkiye-Irak iş birliği çerçevesindeki operasyonlara karşı kuvvet biriktirmek ZDH’nin stratejik etkisinin teröristlerden temizlenen 
bölgelerin Suriye’deki diğer harekat alanlarıyla birleştirilip istikrar modelinin geliştirilmesinden sonra net bir şekilde görüleceği söylenebilir. 
Bu noktada sürekli olarak taktik ortaklıkların stratejik hedeflere hizmet etme zemini aranmalı, gerektiğinde kuvvet-mekan-zaman 
arasındaki optimizasyon sağlandıktan sonra fiili durum yaratılmalıdır.

ZEYTIN DALI HAREKATI’NIN SIYASI VE JEOPOLITIK CEPHESI 

Türkiye, FKH ile birlikte Suriye sahasında doğrudan askeri güç bulundurmanın 
verdiği imkanla etkili bir aktör konumuna evrilirken, muhalif unsurlar ile kurduğu yeni “eğit-donat-birlikte savaş” konsepti sayesinde sahada önemli bir askeri oyuncu haline dönüştü. Suriye’nin kuzeyindeki denklem FKH ile kazanılan siyasi ve askeri üstünlük ile görece Türkiye lehine değişmeye başladı. Bu durum 
Türkiye’ye PKK tehdidinin minimize edilmesi konusunda stratejik bir kararlılık 
sağladı. Türkiye ayrıca Rusya ile ilişkileri normalleştirme ve Suriye’nin toprak bütünlüğünün korunması bağlamında tesis edilen ortak çıkarlar üzerinden Astana sürecinin bir parçası oldu. Türkiye, Rusya ile yürütülen askeri ve siyasi diplomasi ile Suriye sathında önemli manevra kabiliyeti kazanırken bunları sahada realize edebilmek adına ulusal güvenliği için birinci derecede tehdit olarak gördüğü PKK/PYD yapılanmasının Afrin’deki kontrol alanını hedef alacak şekilde kapsamlı bir harekat başlattı. Türkiye’nin yeni güvenlik doktrini bağlamında harekete geçerek ZDH olarak lanse ettiği Afrin’deki PKK varlığına yönelik kapsamlı harekat başta ABD olmak üzere Suriye rejimi ve İran’ı da ciddi anlamda rahatsız etti. Her üç aktör de farklı gerekçe ve çıkar hesaplarıyla Türkiye ve müzahir muhalif unsurların Afrin’de PKK’yı elimine ederek bölgeyi tamamen kontrol altına almasına karşı pozisyon ortaya koydu. Ancak bu hamle Türkiye’nin Cumhurbaşkanı Erdoğan liderliğinde gösterdiği siyasi kararlılık ve askeri caydırıcılıkla boşa çıktı. 
Bu bağlamda Rusya ile birlikte ZDH’nin dört aktör ile ilişkiler açısından değerlendirilmesi mümkündür. Afrin Türkiye’nin sınır hattında Suriye’nin toprak bütünlüğü içerisinde yer alan bir toprak parçasıdır. Ancak Şam yönetimi uluslararası meşruiyeti ile birlikte bu topraklar üzerindeki egemenliğini de 2012’de kaybetmiştir. Afrin’de PKK’nın Suriye kolundan müteşekkil paramiliter gruplar, asayiş yapılanması ve diğer silahlı güçler bulunmakta, şehrin içini ve sınırlarını mezkur silahlı gruplar kontrol etmektedir. Mesele bu açıdan ele alındığında ZDH ile Esed rejiminin egemenliği arasında hiçbir ilişki yoktur. Zira Afrin’de Esed rejiminin fiilen egemenliği bulunmamaktadır. Şehirde Esed rejiminin egemenliği bulunmadığı gibi PKK’nın özerk yönetimi altında Afrin’deki halkı tam anlamıyla örgütün tahakkümü altında yaşamaya zorlamaktadır. Dolayısıyla Türkiye rejimin harekata ilişkin itirazlarını hiçbir şekilde dikkate almamayı tercih etmiş, ABD, İran ve rejim eksenli girişimlerin operasyonu yavaşlatmasına da izin vermemiştir. 
Harekat boyunca ABD Afrin’in PKK’nın elinde bulundurduğu Haseki-Münbiç 
hattı ile kara bağlantısı olmaması nedeniyle izole olan bölgeye ilişkin kaygılarını 
diplomatik kanallardan dile getirmiştir. Ayrıca PKK’nın Fırat’ın doğusundan 
bölgeye militan ve silah sevkiyatı yapmasına engel olmayarak harekatın görece 
başarısız olmasını temin etmeye çalışmıştır. ABD diğer yandan yeni askeri gerçekliğe adapte olabilmek adına Türkiye ile Münbiç için müzakereler başlatmıştır. 
İran doğrudan siyasi, diplomatik ve medya kanallarını kullanarak ZDH’yi 
hedef alırken, yine Suriye rejimi ile birlikte nüfuz sahibi olduğu Nubl-Zahra 
bölgesindeki Şii milisleri bölgeye kanalize ederek TSK ve muhalifler karşısında 
PKK’ya askeri destek sağlamıştır. İran’ın arabuluculuğunda Esed yönetimi ve PKK arasında Afrin’in rejime devredilebilmesi adına görüşmeler gerçekleşse de taraflar tam olarak anlaşma zemini bulamamışlardır. 
Rusya ise Türkiye’yi Suriye siyaseti ve oyun planında bir denge unsuru olarak 
konumlayıp ZDH’ye olumlu bir perspektifle yaklaşırken temel olarak süreci 
kenti kontrolü altına alabilmek, tamamen ABD’nin güdümüne girdiğini düşündüğü PKK/PYD’nin zayıflatılmasını sağlamak ve Tel Rıfat bölgesi başta olmak üzere rejimin bölgedeki varlığını tahkim etmek arzusu ile hareket etmiştir. Öte yandan Rusya, Türkiye-ABD arasındaki siyasi ayrışmanın derinleşmesini bir fırsat olarak görmekte ve ZDH’nin bunu daha da ileriye götüreceğini varsaymaktadır. 
Türkiye yukarıda ifade edilen mezkur denklemde askeri ve siyasi kararlılığının 
sahada somut askeri bir adıma dönüştürülmesi sürecinde dışsal faktörleri 
minimize edebilmek için zamanlamayı çok dikkatli bir şekilde ayarlamıştır. Türkiye ABD’nin eleştirisini dikkate almadığı gibi, İran ve rejim eksenli girişimlere de set çekecek adımlar atmaktan çekinmemiştir. Hatta bu tür girişimlere harekatın temposunu artırarak yanıt vermiştir. Öte yandan Türkiye diplomasiyi aktif bir biçimde kullanarak belirsizliği büyük ölçüde karşı tarafın üzerine yıkmış ve kendi pozisyonundan hiç taviz vermemiştir. Afrin’de Türkiye’nin tüm uluslararası baskıları göğüsleyerek kendisine manevra kabiliyeti kazandıracak askeri ve siyasi diplomatik adımları atabilmesinin getirisi büyük olmuştur. Türkiye ZDH ile askeri ve siyasi caydırıcılığını ortaya koymuş sadece PKK değil diğer aktörler karşısında da kazanmasına imkan sağlayan bir zemin üretmiştir.29 

Türkiye ZDH ile askeri caydırıcılığının yanı sıra yıkıcı değil inşa edici bir güç 
olarak da kendisini ABD ve Rusya gibi örneklerden tamamen ayrıştırmayı başarmıştır. 
Önümüzde ABD ve Rusya’nın Musul, Rakka ve Deyrizor’da gerçekleştirdiği 
ve halen Guta’da devam eden harekat örnekleri bulunmaktadır. Buralarda ciddi 
sivil katliamı yapılıp kentler yok edilirken Türkiye ise tam tersine yok edici değil 
inşa edici bir güç olarak Afrin’de yeni bir rol model olmuştur. Bu bağlamda Türkiye hem dünyaya hem de bölge halklarına sadece terör unsurlarının temizlendiği, kentlerin yıkılmadan sivil zayiata sebep olunmadan da mücadele edilebileceğini göstermiştir. Türkiye FKH bölgesinde elde ettiği deneyimi doğrudan Afrin’e taşımaya, kenti inşa edip gerekli alt yapı çalışmalarını gerçekleştirerek bölgede emniyeti sağlamaya yönelik adımlar atarken şehrin asli yerel unsurları tarafından yönetileceği bir meclis oluşturmak için de harekete geçmiştir. Türkiye sivillerin katledilmediği ve kentlerin yok edilmediği farklı bir model olabileceğini böylelikle tüm dünyaya göstererek elini daha da güçlendirmiştir. 
Afrin’de beklenenden hızlı bir şekilde elde edilen askeri başarı PKK/PYD’nin 
Suriye’deki en etkili kara gücü olduğu mitini yok ederken, ABD’nin desteğinden 
mahrum bırakılmış örgütün askeri olarak ne TSK’nın ne de Suriyeli muhaliflerin 
karşısında tutunamayacağını da göstermiş oldu. Bu askeri hezimet PKK/PYD’nin 
elinde bulundurduğu tüm bölgelerde adeta bir domino etkisi yarattı. 

     Münbiç başta olmak üzere Fırat’ın doğusundaki Haseki, Tel Abyad, Rakka ve Deyrizor gibi bölgelerdeki Arap nüfus PKK’nın tahakkümüne karşı mobilize olmaya başladı. 
ABD ise Türkiye’nin kararlılığı ve sonuç alacak şekilde askeri olarak harekete geçmesiyle PKK’ya yaptığı yatırımın maliyetini daha fazla görmeye başlarken, ABDPKK angajmanının da sürdürülemez olduğu gerçeği ile yüzleşmek durumunda kaldı. Türkiye ise Afrin’de elde edilen zaferle birlikte siyasi karar alıcılar tarafından daha önce de zikredildiği şekilde Münbiç, Irak’ın kuzeyindeki PKK bölgeleri ve Sincar’a odaklanmış durumdadır. 



HARİTA 13. KUZEY SURİYE’DE SON DURUM (22 MART 2018) 
Kaynak: “Kuzey Suriye’de Son Durum [22.03.2018]”, Suriye Gündemi, 22 Mart 2018, 
http://www.suriyegundemi.com/2018/03/22/kuzey-suriyede-son-durum-22-03-2018, (Erişim tarihi: 23 Mart 2018).

4 CÜ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,

***