1 Şubat 2017 Çarşamba

Terör-Medya-Devlet


Terör-Medya-Devlet



Bu yazının amacını, 2003 Kasım ayı içerisinde İstanbul’da meydana gelen terör olaylarını kimlerin, hangi örgütlerin veya bu örgütleri destekleyen uluslararası güçlerin kimler olduğu sorusunun cevabını araştırmak yada analiz etmek oluşturmamaktadır. Söz konusu incelemenin ana gayesi, “herhangi bir terör eylemi için Türkiye’nin ne kadar ideal bir ülke olduğu gerçeğinin” ortaya konulmaya çalışılmasıdır. Ortaya atılan bu iddiayı desteklemek için İstanbul’da meydana gelen terör saldırılarına farklı bir perspektifle bakış esas alınmış ve bu olaylarda medya’nın yeri ile devletin denetim ve gözetim mekanizmasındaki yetersizliği irdelenmeye çalışılmıştır.

Özellikle medyanın veya genel olarak kitle iletişim araçlarının kamuoyu oluşturmanın neresinde olduğunun önemi, karşılaştırmalı olarak Batı dünyası-Türkiye örneği ile verilmeye çalışılmıştır.

Türkiye, birçok bakımdan kendisine özgü, özgün olgulara ve anlayışlara sahip bir ülkedir. Örneğin, demokrasinin beşiği İngiltere’deki “demokrasi” anlayışı ile Türkiye’deki “demokrasi” teoriği ve pratiği oldukça farklıdır. Batı dünyası ile Türkiye karşılaştırmasında -sosyal alandan hukukî alana hattâ ahlâkî alana- aynı temel ilkeler üzerine kurulmuş olan kuralların Batı dünyası’nda farklı, Türkiye’de ise çok daha farklı yorumlarına ve uygulanışına onlarca örnek verilebilir.

İngiltere, yıllarca terörist eylemlere sahne olmuş ve bu saldırılara karşı mücadele vermiş önemli bir Avrupa ülkesidir. Dış dünyaya karşı kendisini demokrasinin beşiği olarak yansıtmayı başarı ile yürüten bu ülkedeki terörist eylemlerden birçok dünya vatandaşının haberi dahi olmamıştır. Benzer şekilde, terör eylemlerini İspanya veya İtalya örneği ile de pekiştirmek mümkündür.

Amerika Birleşik Devletleri’nin 11 Eylül olayları sırasındaki ve sonrasındaki görüntüsü de ders alınması gereken önemli bir örnek teşkil etmiştir. Terör saldırıları sırası ve sonrasında gerek ABD yönetimi gerekse Amerikan medyası kendi üzerlerine düşen görevi lâyıkıyla yerine getirmiştir.

Dünya Ticaret Merkezi’ne yapılan saldırı sonrasında binlerce kişi hayatını kaybetmiş, yıkılan İkiz Kule’nin altından binlerce insanın cesedi çıkartılmış, ancak ne Amerika ne de dünya kamuoyu bu görüntüleri izlemiştir. Aynı saldırı Türkiye’de olsaydı neler olurdu? Enkazın altından çıkartılan ceset görüntüleri Türk televizyon ekranlarından ve Türk gazetelerinin manşetlerinden acaba nasıl verilirdi?

Birkaç yıl önce bir Türk futbol takımı ile bir İngiliz futbol takımının maçı öncesinde İstanbul’da Türk ve İngiliz holiganlar arasında çıkan kavgada, Türk holiganlar tarafından iki İngiliz bıçaklanarak öldürülmüş ve Türk medyası günlerce öldürülen iki İngiliz’in kanlı cesetlerini ayrıntıları ile TV ekranlarına taşımışlardır. Mevcut durumu garip bulan bir İngiliz TV programcısı Türkiye’nin önde gelen televizyon kanallarından birisinde katılmış olduğu tartışma programında tartışmayı yöneten Türk oturum yöneticisine hayretler içerisinde kaldığını şu şekilde ifade etmiştir: “Ülkenizde işlenen cinayette iki İngiliz’in cesedinin kanlı görüntülerini Türk televizyonları olarak günlerce ekranlarınıza taşımanıza biz İngiliz medyası olarak hayret ettik, İngiltere’de İngiliz halkına izlettirdiğimiz görüntülerin tamamını sizin görüntülerinizden aldık. Bakın, eğer İngiltere’de aynı şekilde İngilizler tarafından Türkler öldürülmüş olsaydı, hiçbir İngiliz televizyonu yada gazetesi bu şekilde bir yayın yapmazdı. Öldürülen insanların kanlarının görüntülerini ne kendi ne de dünya kamuoyuna izlettirmezdi. Bu ülkenizin imajı açısından da hiç hoş bir durum değil…”

Yine İngiltere’den bir örnek: Terörist Abdullah Öcalan’ın yakalandığı dönem. BBC Televizyonu Öcalan’ın yakalanması ile ilgili canlı yayında bir Türk profesörü konuk etmiştir. Türk profesöre İngiliz spiker PKK ile ilgili soru yöneltir. Türk profesör, İngiliz halkına konuyu daha iyi anlaması için IRA örgütünü örnek vererek açıklamak ister. Türk profesör IRA örneğine başlar başlamaz yönetmen yerinden fırlayarak hemen yayının kesilmesi ve reklâm girilmesi komutunu verir. Reklâm arasında profesöre sert bir şekilde ‘kendisine PKK’yı sorduklarını ve IRA ile ilgili konulara girmemesi gerektiği’ söylenir.

Türkiye’de Resmî Devlet Televizyonu olan TRT’nin yayınları irdelendiğinde kendi rotasına göre yayın yapan özel TV kanallarını yadırgamak bu TV kanallarına karşı haksızlık olacaktır.

Son İngiltere–Türkiye Millî Maçının devre arasında soyunma odalarına gidiş sırasında İngiliz ve Türk futbolcular arasındaki kavga görüntülerini yayınlayan devlet televizyonu TRT, FIFA tarafından Türkiye’ye verilen cezanın en önemli delilini FIFA’ya ve Avrupa kamuoyuna kendi elleriyle, yayınladığı kavga görüntüleriyle sunmuştur. İngiliz SKY TV, TRT’den aldığı kavga görüntüleri günlerce İngiliz halkına seyrettirmiştir.

2003 Kasım ayı içerisinde Türkiye’nin dünyaca bilinen en önemli kentinde gerçekleşmiş olan terör saldırıları dünya kamuoyunda Türk medyasının sayesinde istenilen yankıyı fazlasıyla uyandırmıştır.

Bombalama eylemlerini her kim veya örgüt düzenlediyse, genel olarak terör eyleminin teoriği ve pratiği açısından önemli bir zafer kazanmıştır. Çünkü hiçbir terör örgütü reklâmını, kontrolsüz Türk medyasından daha iyi bir başka ülkenin medyasına yaptıramazdı. Nitekim, İstanbul’daki bombalama olaylarını üstlenen bir terör örgütü kendi Internet sitesinde, amaçlarının İngiliz çıkarlarına darbe vurmak olduğunu açıklamıştır. İngiliz çıkarlarına İngiltere’de değil de Türkiye’de darbe vurma fikri ve eylemi oldukça düşündürücüdür. Aslında böylesi bir durum, bu yazının ilk paragrafında iddia edilen savı desteklemektedir. Türk medyasının kontrolsüz yayın anlayışı sayesinde olayları gerçekleştiren terör örgütü, sesini başka hiçbir ülkede bu kadar sansasyonel olarak duyuramazdı. İngiliz çıkarlarına darbe vurma amacıyla yapıldığı iddia edilen terör eylemleri İngiltere’de yapılmış olsaydı, söz konusu gelişmeden bırakın dünya kamuoyunu, patlamaların gerçekleştiği mahallerin dışındaki İngilizlerin dahi haberi olmazdı.

SÜPER GÜÇ MEDYAYI NASIL KONTROL EDİYOR?: 

Büyük Devlet Olmanın Sırları

1955-1975 yılları arasında gerçekleşen Vietnam Savaşı, ABD’nin yenilgisiyle sonuçlanmıştır. Savaş, medyanın özellikle televizyonun, savaş sırasında kamuoyunu etkileme ve oluşturma, ulusal konsensüs sağlama gücünü göstermiştir. 1960’lı yıllarda ABD’de giderek yaygınlaşan televizyon, savaşın kaderini değiştirmekle kalmamış, Amerikalıların yenilgisinde önemli rol oynamıştır. ABD’den 19 bin km uzakta cereyan eden savaş, televizyon sayesinde Amerikalıların oturma odalarına taşınmıştır. Savaş görüntüleri olarak ölen, yaralanan, acı çeken asker görüntüleri, savaş sırasında mağdur olan sivil halkın durumu, özetle kan ve gözyaşı, insanları savaştan soğutmuş ve böylece ABD kamuoyunun savaşa olan desteği her geçen gün azalmıştır. Zaten, 1960’lardan itibaren Vietnam Savaşı yaygın halk muhalefetini ortaya çıkartmış ve Amerikalı gençler arasında haksız bir savaşa karşı sıkı bir duruş ortaya çıkmıştı. 1970’lere gelindiğinde ise nüfusun büyük çoğunluğu savaş karşıtı olmuştur.

Amerikalı gazetecilerden George F. Will: “Amerikan İç Savaşı” sırasında; 1862 Antietam Muharebesi’nde 20 binden fazla asker öldü. İç Savaş’ın en kanlı çarpışmaları Antietam Muharebesi’nde yaşandı. Eğer, Antietam Muharebesi sırasında televizyon olsa ve Amerikalılar evlerindeki televizyonlardan bu kanlı çarpışmaları izlemiş olsalardı, Güney ve Kuzey birleşmesi yerine, ayrı kalmasını tercih ederlerdi.” şeklinde bir değerlendirme yapmıştır.

Vietnam Savaşı’ndan sonra ABD eski başkanlarından Lyndon Johnson’ın tespiti de aynı görüşü savunmuştur. Johnson: “Vietnam Savaşı’nı televizyon yüzünden kaybettik. Çünkü, Vietnam Savaşı tarihte televizyondan naklen yayınlanan ilk savaştı.” demiştir.

Vietnam Savaşı yenilgisinde basının olumsuz rolünü unutmayan Amerikan yönetimleri Ronald Reagan dönemi başta olmak üzere geçmişten aldıkları dersle, Amerikanın katıldığı/katılacağı savaşlarda enformasyon akışının kontrolünü sağlama veya bunu sınırlandırma yoluna gitmişlerdir.

ABD’nin Granada ve Panama’ya düzenlediği askerî müdahalelerde, son olarak Irak’la yaptığı iki savaş sırasında basına uygulanan sınırlama ve sansür had safhaya ulaşmıştır.
Birinci ABD-Irak Savaşı öncesinde gerek dönemin ABD Başkanı George Bush gerekse General Schwarzkopf ABD-Irak Savaşı’nın yeni bir Vietnam Savaşı olmayacağı teminatını vermişlerdir.

Savaş öncesi medyaya yönelik olarak “Haber Havuzu” şeklinde bir uygulamayla savaşla ilgili çıkacak olan haberlerin kontrolü Pentagon’a verilmiştir. Savaş bölgesine getirilen gazetecileri özel bir sınavla seçen, görüşlerine başvurulan uzmanları, Bush yönetimini destekleyen lobilere ve silâh şirketlerine yakın isimlerden oluşturan Pentagon, Birinci ABD-Irak Savaşı’nı televizyondan âdeta naklen yayınlayan CNN aracılığı ile savaşı gerek Amerikan kamuoyuna gerekse dünya kamuoyuna Amerikan gözlükleriyle yansıtmıştır.
Henüz savaş öncesinde Bush yönetimine verdiği destekle savaş çığırtkanlığı yapan medya, savaşın gerekliliği, maliyeti gibi konuları işlemekten imtina ile sakınmıştır. 150 bin Iraklı askerin öldüğü, 200 bin Iraklı askerin yaralandığı, 50 bin civarında sivilin hayatını kaybettiği veya yaralandığı Birinci ABD-Irak Savaşı TV ekranlarına, gazete sütunlarına kanın sıçramadığı “temiz” bir savaş olarak sunulmuş, savaş sırasında ölü ve yaralılara, yakılan, yıkılan hattâ yerle bir olan şehirlere ait görüntüler verilmemiş, savaş, CNN ekranlarından âdeta bir video oyunu şeklinde sunulmuştur.

2003 yılı Şubat ayında başlayan İkinci ABD - Irak Savaşı öncesi/sırası ve sonrasında da farklı uygulamalar olmamıştır ve/veya olmamaktadır.

SON SÖZ

Eğer üçüncü dünya ülkesi değilseniz, eğer devlet olarak büyük güç olma hedefleriniz varsa, eğer geleceğe yönelik idealleriniz varsa ve eğer dünyayı yönetmeye aday iseniz, yine devlet olarak edebiyattan sanata, film endüstrisinden medyaya kadar birçok alanı kontrol altında tutmanız gerekir.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder