26 Şubat 2017 Pazar

BAŞKA DÜNYA(LAR)


BAŞKA DÜNYA(LAR)

Kızıl Cüce olarak da bilinen TRAPPIST1 yıldızının 7 gezegeni yalnızca boyutlarıyla değil iklim koşullarıyla da Dünya’ya benzemekteymiş. Gökbilimciler insanoğlu nun başka Dünya’lar var mı sorusunun heyecan katsayısını artıracak bir buluş yapmışlar.

Bağlantıdaki haberden bu heyecanlandırıcı buluşla ilgili ayrıntılara erişilebilir.

http://amerikabulteni.com/2017/02/22/komsu-bir-yildizin-yorungesinde-dunya-benzeri-7-gezegen-bulundu/?utm_source=feedburner&utm_medium=email&utm_campaign=Feed%3A+amerikabulteni+%28Amerika+Bulteni%29

Dünya’yı öküzün boynuzları üzerindeki eğreti konumundan kurtaran gökbilim Avrupa Rönesansının önemli sacayaklarından biri olmuş. Rönesansa giden yolda gökbilimcilerin önemli bedelleri insanlık adına ödeme yükümlülüğü üstlenmiş olduğu artık bilinen bir gerçektir.

İnsanlık tarihinin zaman dizini Batılı gözüyle ve kalıplarıyla oluşturulduğu için Rönesans öncesi göz ardı edilir. Orta Çağ’ın Avrupa için söz konusu olduğu dünyanın bir başka yerinde, örneğin bizlerin yaşadığı coğrafyada bambaşka bir çağın yaşandığından her nedense söz edilmez. Edilse de bu bilgilerin fazlaca alıcı bulduğu söylenemez.

İslam dininin doğuşundan sonra Selçuklu’yu da kapsayan bir aydınlık dönem yaşanmıştır oysa. İbni Sina, Ömer Hayyam, İbn Heysem, Farabi, İbni Rüşt ve bu önemli adlara eklenebilecek başka pek çoğu bu aydınlık çağın ilk akla gelen adlarıdır. Onlar şimdilerde çok anılmayan aydınlık çağın mimarları olarak tarihteki yerlerini çoktan aldılar.

Moğol istilasıyla yerle bir olmuş ve Bizans yıkıntılarından başkaca bir şeye sahip olmayan Anadolu’da bir beylikten 600 yıl ayakta kalacak bir Osmanlı İmparatorluğu kurabilmek her halde rastlantıyla açıklanabilecek gibi değildir.

Avrupa’nın orta İslam’ın ileri çağının birikimleri bu açıklama için yeterli olacaktır.

Akıl ve bilim penceresinden bakıldığında Osmanlı’nın varlığının da yıkımının da bilime bakışla ilgili olduğu anlaşılabilir.

Osmanlı’nın parlak döneminin sonlanmasıyla ilgili olarak tarihçiler pek çok belirlemede bulunurlar. Her birisi kendi içinde doğru ve tutarlıdır.

Akıl ve bilim penceresinden bakarak dönüm noktasını Osmanlı dönemi gökbilimcisi Takiyüddin’in trajedisinde bulabiliriz.

Şam doğumlu Takiyüddin bin Marufi’nin İstanbul serüveni 1570’te başlamış. II. Selim tarafından MÜNECCİMBAŞI yapılmış. III. Murat döneminde ise Uluğ Bey Zici’nin hazırladığı takvimin yetersizliği nedeniyle yeni bir gözlemevine gereksinim duyması üzerine istediği ölçütte bir gözlemevi kullanımına sunulmuş.


Takiyüddin bin Marufi rasathane

Takiyüddin Gözlemevi

On altıncı yüzyılın bir başka ünlü gökbilimcisi Danimarkalı Tycho Brahe’ninkiyle karşılaştırıldığında Takiyüddin’in gözlemleri çok daha net ve dakikmiş.

1578’de İstanbul’u vuran kara ölüm veba Takiyüddin’in sonunu getirmiş. Yanlış anlaşılmasın! Takiyüddin vebadan ölmemiş. O zamanın uleması hemen harekete geçmiş. Aradığı gerekçeyi bulmanın rahatlığıyla veba salgınının Takiyüddin’in gözlemlerinden kaynaklanan uğursuzluktan kaynaklandığını padişaha kabul ettirmekte zorlanmamışlar. Takiyüddin’in gözlemevi 1580’de Kaptanı Derya Kılıç Ali Paşa tarafından yerle bir edilmiş.

Ne Padişah III. Murat ne de Kılıç Ali Paşa yerle bir ettiklerinin yalnızca bir gözlemevi olmadığının, imparatorluğun geleceğini kararttıklarının farkına varmışlar.

https://cumhuriyetciyorum.wordpress.com/2017/02/24/baska-dunyalar/

..

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder