21 Şubat 2017 Salı

Sol ve Atatürkçülük ABD Planı Çerçevesinde Tasfiye Edildi



Sol ve Atatürkçülük ABD Planı Çerçevesinde Tasfiye Edildi,


Talat Turhan
06.09.2004/Sayı:64


27 Mayıs halkın desteğini almış bir hareketti,!!!

TÜRKSOLU: 27 Mayıs 1960’tan bugüne Türkiye’de sol ve Atatürkçü saflar açısından yakın tarihe tanıklık etmiş bulunuyorsunuz. Günümüze bu yakın tarih açısından baktığımızda, Türk solunun ve Atatürkçülüğün durumunu nasıl değerlendiriyorsunuz?

TALAT TURHAN: Bu kadar kapsamlı bir konuya, bir röportaj çerçevesinde tam bir yanıt vermek olanaksızdır. Ancak bazı noktaları aydınlatabiliriz.

Aslında ilk olarak 27 Mayıs 1960 öncesine bir bakmak gereklidir. 27 Mayıs’tan önce, 1950 ile 1960 arasında, Amerikan yanlısı ve liberal olduğunu iddia eden bir parti iktidardaydı. Demokrat Parti döneminde CHP’nin başında bulunan İsmet İnönü çok sert bir muhalefet uyguluyordu. Bu muhalefetin geldiği son nokta “Sizi ben bile kurtaramam” diyerek, ordu içinde Demokrat Parti’yi devirmek için hazırlık yapan güçlere yeşil ışık yakmak olmuştu. Sonucunda da DP dönemi 27 Mayıs’la noktalanmış oldu.

Bugüne bakarak dünü eleştiren insanlar yanılırlar. 27 Mayıs’a özellikle Yassıada konusunda bir çok eleştiri getirilmiştir ancak bu eleştirileri yapanların Yassıada duruşmalarının tutanaklarının tamamını okuduklarını sanmıyorum. Daha önce yapıtlarımda da bahsettiğim bir durum da Celal Bayar’ın Üniversite’yi ve Harp Okulu’nu tenkilden bahsetmesidir. “Tenkil” yok etmek demektir. Hem Cumhurbaşkanı olacaksınız, hem de kendi insanlarınızı yok etmeyi göze alacaksınız. DP’nin geldiği noktayı açıklayan başka örnekler de vardır; kişilerin bakan yapılırken ABD’den izin alınması o dönemde uygulanmış ve daha sonra da devam etmiştir. Bu onursuz politikalar ulusal güçlerin tepkisini çekmişti ve bu tepkiler Ordu içindeki örgütlenmeler şeklinde kendini gösterdi. Bunların sonucunda da 27 Mayıs ile karşı karşıya geldik.

TÜRKSOLU: 27 Mayıs hareketi ülke içinde halk tarafından nasıl karşılanmıştı?

TALAT TURHAN: 27 Mayıs çok yoğun bir tasvip görmüştü. Ben olayı içinde yaşadığım için aksini iddia edenlerin yalan söylediklerini rahatlıkla ifade edebilirim. Silifke’den, Fırat Nehri’nin bulunduğu yere kadar olan alan, yani Torosların güneyinde bulunan tüm bu bölge benim harekat saham içindeydi. Çukurova, Gaziantep, Maraş, Mersin görev yaptığım 36. tümenin alanına dahildi. Bölgede telefon olan 300 civarında yerleşim yeri vardı ve 27-28 Mayıs gecesi ben tüm bu bölgeyle irtibat halindeydim. Tek bir karşı duruş olmamıştı ve tüm Türkiye çapında da durum farksızdı. Bunu da halkın desteği olarak değerlendirmek gerekir.

Adnan Menderes’in asıldığı gün İstanbul polis zabıtlarında tek bir adli vaka bile yoktur. Bir vatandaş, Milli Birlik Komitesi üyesi bir kaç kişiye Adnan Menderes’i niye astıklarını sorduğunda, bunlardan biri; “Tabii, çok büyük kabahatimiz var, biz onları 27 Mayıs sabahı halka teslim etseydik orada bu iş biterdi.” demiştir. 27 Mayıs böyle şartlar altında gerçekleşerek bir dönemi kapatmıştır.

27 Mayıs’ın Talihsizliği İsmet Paşa’dır

27 Mayıs’ta ön plana çıkan kişilerin ne yapacaklarına dair çok kesin planları yoktu. Dolayısıyla 27 Mayıs zaman içinde etkinliğini yitirmişti. Ancak 1961 Anayasası gibi bazı temel eserler bırakabilmiştir.

Bence 27 Mayıs’ın talihsizliği İsmet Paşa’nın kendisidir. Sanıyorum ki İsmet Paşa darbe olur olmaz, Ordu’nun ertesi gün iktidarı kendisine vereceğini düşünmekteydi. Nitekim 27 Mayıs’ın lideri Org. Cemal Gürsel, İsmet Paşa’yla görüşmesinin ardından onun, “gerdeğe girecek bir delikanlı gibi iktidara hazır” olduğunu belirtmişti. İktidarı ele geçiremeyince de yavaş yavaş karşı tavır almıştır. Ordu içindeki çalkalanmalar, bölünmeler ve dalgalanmalar süreci de böyle başlamıştır.

Gerçekten de Silahlı Kuvvetler içinde çok büyük bir İsmet Paşa hayranlığı vardı. İsmet Paşa’nın arkasında bugün de yaşatılan bir Garp Cephesi Kumandanlığı efsanesi vardı. Bunun yanı sıra Lozan kahramanı ve demokrasiyi getiren kişi olarak sunulduğu için önemli bir gücü vardı. Bu güç de Silahlı Kuvvetleri yanına almak anlamına geliyordu. Ancak İsmet Paşa’nın Silahlı Kuvvetler’e egemen olmadığı, 22 Şubat ve 21 Mayıs olaylarıyla ortaya çıkmıştı. Silahlı Kuvvetler’in onun iktidarı döneminde başkaldırması bu efsanenin yıkılması anlamına geliyordu. İsmet Paşa bunun intikamını 21 Mayıs’ta alacaktı.

21 Mayıs kullanılarak ilerici genç subaylar tasfiye edildi

21 Mayıs Milli Emniyet’e bir ay öncesinden ihbar edilmişti. Yasalarımızda ihtilâlle, ihtilâl teşebbüsü aynı cezaya çarptırılır. Yani Aydemir ve arkadaşları bir ay önce ihtilâl teşebbüsünden yakalansalardı yine aynı cezayı alacaklardı. İsmet Paşa başarılı olunmayacağını bildiği için bilerek göz yummuştur ve bir tasfiye operasyonunun önünü açmıştır. Kara Kuvvetleri’ndeki tasfiye bu şekilde başlamıştır. İsmet Paşa’nın kendi ocağında yetişen genç subayları ekarte etmek için böyle yöntemlere başvurması büyük bir tepki oluşturmuştu. Sonuç olarak da İsmet Paşa ve CHP tarafından 27 Mayıs rayından çıkarılmıştı. Bu durum 27 Mayıs’ın beklenenleri vermemesine neden olmuştur.

İsmet Paşa “ Ortanın Solu ” söylemiyle Ordu’nun sola kayışını frenlemek istiyor. Burada esas olarak söylemek istediğim şudur: Biz her gece Silanlı Kuvvetler Birliği Örgütü olarak sabahlara kadar toplantı yapmaktaydık ve ülkeyi yönetmek için kararlar bu toplantılarda alıyorduk. İçimizde İsmet Paşa’nın casusları da vardı ve olanları aktarıyorlardı. Ordu içinde öne çıkan devingen, ilerici subay kesimin ideolojisinin solda olduğunu tespit etmişlerdi.

Gerçekten de biz Atatürkçü, devrimci bir sol çizgideydik. Atatürkçülüğü o günün koşulları içinde biraz daha sol bir yorumla tanımlamıştık. Toprak reformu, sosyal güvenceler isteklerimizdi. İsmet Paşa tam da bu dönemde sol bir çıkış yapacaktı. Bana göre “ortanın solu” söylemi bu şekilde ortaya çıkmıştır. Esas “ortanın solu”nda olan Ordu içinde örgütlenmiş güç olarak bulunan Silahlı Kuvvetler Birliği’ydi. İsmet Paşa, SKB’nin bu tavrını elinden alarak SKB’yi fikir tabanında mesnetsiz bırakmaya çalışmıştı.

TÜRKSOLU: Bu çıkışı Ordu içindeki sola kayışı engellemek için yapılan bir manevra olarak mı değerlendirmemiz gerekir?

TALAT TURHAN: Evet bu gerçekten de fren amacı güden bir tavırdı. İsmet Paşa, bu açıklamayı yaptığı zaman CHP bu söylemin altını doldurmamıştı. Zaman içinde Ordu’da tasfiyenin gelişmesine paralel olarak “ortanın solu” söyleminin altı İsmet Paşa ekibi tarafından doldurulmuştur. İlk önce slogan ortaya atılmış daha sonra da bu sloganın altı doldurulmuştur. Ardından, Ecevit bu söyleme sahip çıkarak bu söyleme uygun kitaplar da yazmıştır.

27 Mayıs’a en çok ABD karşı çıkmıştır. Kendi yandaşı olan DP’nin alaşağı edilmesine yardım ettiği için CHP’ye de karşı çıkmıştır. Bu karşı çıkışa baktığımız zaman Said-i Nursi’ye kadar geriye gitmek gerekir. Nur Risaleleri’nde Nursi Osmanlı’dan beri her kötülüğün İttihat Terakki ve onun uzantısı saydığı CHP’den geldiğini yazmıştır. Nur tarikatı da otomatik olarak CHP’ye karşı DP’ye oy vermiştir. Bu sayede Amerikancı partiye blok oylar gitmiştir. ABD de o günden bu yana Nur tarikatının en büyük destekçisidir. Nur Tarikatı kim olursa olsun ABD yandaşı parti kimse ona destek olmuştur. Bugün de lideri ABD’de yaşamaktadır. Said-i Nursi’nin bir diğer söylemi “müslümanların en büyük düşmanı komünizmdir” çıkışıdır.

Dolayısıyla ABD de komünizmin en büyük düşmanı olduğu için, Müslümanların dostu ilan ediliyordu. ABD de Türkiye’deki Amerikancı yapılanmaları yaşatmak için bu yapılara destek olmuştur.

Solun önüne masonlardan oluşan bir baraj kuruldu

Bunların yanı sıra masonik yapılar da devreye sokulmuştur. Tüm bu yapılar kullanılarak solun önüne akıl almaz bir baraj kurulmuştur. Sol da özellikle komünizmin yıkılmasından sonra ideolojisini oturtamadığı için, amip gibi bölünerek iddiasına devam etmiştir ama her bölünme de o iddiayı zayıflatmıştır. Doktriner sol partiler tamamen dağınık durumdadır.

Parlamenter sistem içine girerek oy almaya çalışmaktadırlar ancak başarılı olamamaktadırlar. Bir kısım partiler ve örgütler de sol anlamda Atatürkçülük iddiasındadır ancak ben o noktada da çok iyimser değilim.

TÜRKSOLU: Türkiye’de solun bugün yaşadığı kısırlığı nasıl açıklayabiliriz?

TALAT TURHAN: Bugün dünya halkları küresel bir tehdit yaşamaktadır. ABD, Avrupa ve Japonya’dan oluşan Trilateral coğrafyanın dışında kalan tüm dünya bu Trilateral coğrafyanın uydusu konumundadır. Burası tüm imkanları ve kaynakları sömürülecek, bir saldırı ve operasyon alanı halindedir.

Aralarındaki ufak tefek çatışmalara karşın diğerleri de ABD liderliğindeki bu soygundan paylarını almaktadırlar. Arta kalan dünyayı da kendi seçtiği adamları iktidar yapmak yoluyla yönetmek istemektedirler. Buna da global elit ya da küresel seçkinler adı verilmektedir. Küresel sisteme hizmet edecek işbirlikçiler seçiliyor, onları kendi elleriyle parlattıktan sonra kendi adamlarını seçtirmektedirler. Bu dünya halklarına kurulmuş tuzaktır.

Bu noktadan bakıldığında solun parlamanter sistem dahilinde iktidar olma şansı da yoktur. Türkiye’de yaşanan kısırdöngü de böyle açıklanabilir. Atatürkçülük de Atatürk’ün öldüğü günden beri ortadan kaldırılmaya çalışılmaktadır. Bu çabaların başında da ABD vardır. Kurtuluş Savaşı dönemindeki ABD basınına bakarsak ABD Başkanı Wilson’ın Türkiye’yi parça parça etmekten bahsettiğini görürüz. Bugün de bu anlayış devam etmektedir.

Türkiye’de ise hâlâ ABD stratejik mütttefik olarak gösterilmek istenmektedir. Trilateral coğrafyanın dışında kalan alanda emperyalizmin en çok etkin olmaya çalıştığı alan Ortadoğu coğrafyasıdır. Bölgenin petrol kaynakları dünya egemenliğini kurmak isteyen ABD’yi işe buradan başlamak durumunda bırakmaktadır. Bize dün hasım olan ABD bugün de hasımdır. PKK’ya yardım ettiğini bilmeyen kalmamıştır. Ama bizi seçtiği küreseleseçkinler aracılığıyla kullanmak istemektedir. Türkiye’de demokratik, sol, ulusal güçler ilk olarak kürsel seçkinlerin iktidarını kırmalıdır. Bunların adamlarını deşifre etmelidir.

Atatürk’ü tasfiye etmenin bir diğer yolunu da ABD’de yetişen kişilerin Atatürkçü geçinen parti ve kurumlara sızmalarıdır. Bunlar tarafından Atarükçülük ulusal boyuttan çıkarılmakta ve uluslararası örgüt üyeleri tarafından yönlendirilmeye çalışılmaktadır. Halkımız bunun bilincine varıp enternasyonal insanları ayıkladığı zaman ulus devlet ve ulus bilincinin gereği olan Atatürkçülük gündeme oturacaktır ve Türkiye’nin de başka kurtuluş yolu yoktur diye düşünüyorum.

TÜRKSOLU: Atatürkçülüğün tasfiye edilişinden bahsettiniz. Burada bilinçli bir operasyonun varlığı görülüyor. Bu tasfiyenin hangi plan dahilinde gerçekleştirildiğini düşünüyorsunuz?

Sol ve Atatürkçülük belli bir plan içerisinde tasfiye edildi

TALAT TURHAN: Atatürk’ün ve Atatürkçülük’ün tasfiyesi için Atatürk’ün kurduğu siyasi partinin de ortadan kaldırılması gerekmekteydi. Ben, 1971-1974 arasında Selimiye Askeri Ceza ve Tutukevi’nde yataraken bunu sezinledim. Savunma 1 adlı kitabımda da bu süreci anlatan yorumsal bir şema çizmiştim.

O şemada Türkiye’nin gelecekte alacağı şekli ifade etmeye çalıştım. 1975 yılından 1980’i gören yorumsal bir şemaydı bu ve büyük bir iddiaydı. Ben ilerde CHP’nin kapatılacağını iddia ediyordum ama CHP o sırada iktidar partisiydi. Ancak zaman beni doğruladı. Şemanın ikinci bölümünde yer verdiğim tüm maddeler; Ordu’nun tasfiyesi, 27 Mayıs’ın tasfiyesi, CHP’nin kapatılması, yeni bir anayasanın yapılması, faşist bir düzen kurulması, gerçekleşti. Bu bir kehanet değildi. Bir siyaset yorumcusu olarak okuduğum 10 binlerce sayfalık belgelerden çıkardığım sonuç buydu ve o sonuç da doğru çıktı. Atarükçü olduklarını iddia eden 12 Eylül darbecileri CHP’yi kapatarak aslında ABD’nin ve Nur tarikatının özlemlerini karşılamış oluyorlardı.

Atatürk’ün partisini kapatmak yoluyla da Atatürk’ü ortadan kaldırdılar, daha da ileri giderek Atatürk’ün vasiyetini hiçe saydılar ve Türk Dil Kurumu ve Türk Tarih Kurumu’nun yapısını bozdular.

Cumhuriyet tarihi içinde Atatürk’ün tasfiyesinin en çok hız kazandığı dönem 12 Eylül olmuştur. 12 Eylül Heykel Atatürkçülüğüdür. ABD’ninTürkiye’de kendine göre ayrık otu saydığı malzemenin temizlenme işlerine 12 Eylül yapmıştır. Halkın, aydınların, solun, hatta sağın üzerinden silindir gibi geçmiştir. “Ayaklanma ve Bastırma Harekatı” adlı kitabı 1975 yılında savunmama ek olarak mahkemeye vermiştim. Burada prosedür anlatılmaktadır.

Darbenin ardından seçimlere gidilir, seçimlerden sonra darbecilere yakın bir parti gelir, eğer gelmezse seçime hile katılır. 12 Eylül ABD’nin isteklerini yerine getirmiştir.

Enternasyonal kapitazim tehlikesi

Bir zamanlar enternasyonal komünizm diye suçlanan bir yapı vardı. Bana göre bu ne kadar tehlikeliyse, ki ABD’nin yaydığı antikomünizm histerisiyle bu tehlike abartılmıştır, enternasyonal kapitalizm bunun yüz misli tehlikelidir. Bu şekilde ulus devletlerin içine girerek ulus devletleri yönlendirmektedirler. Lions bu örgütlerden biridir. “Lions” kelimesinin “aslanlar” anlamına geldiği sanılmaktadır ancak bu “Liberty, Indepence of Nations Securitiy” kelimelerinin açılımıdır. Yani “ulusların güvenliğinin özgürlük ve bağımsızlığı”, bu da ABD’nin özgürleştirme, demokrasi götürme söylemiyle uyumludur. Bu tip örgütlere üye olanlar küresel kapitalizme hizmet eder kendi konumunu ve çıkarını garantiye alan kişilerden oluşmaktadır. Kurtuluş Savaşı döneminde İngiliz Muhipleri Cemiyeti ve Kürt Teali Cemiyeti gibi bir kaç dernek varsa şimdi bu tip 500 tane örgüt vardır ve küresel kapitalizme hizmet etmektedir. Atatürçü, solcu, demokrat güçler bu örgütlerle mücadele etmezlerse ulusal hiç bir yapımız sağlam kalmayacaktır. Bu kapitalizimin ülkenin en ücra köşelerine kadar kılcal damarlar halinde yayılması demektir. O kılcal damarmar atardamarlarda toplanır ve hepsi sömürülerek ekonomik açıdan Amerikan hegemonyasına kaynak sağlar. Ülkedeki küresel seçkinler de kendi çıkarları uğruna buna ortak olurlar. 1980’li yıllarda 12 Eylülcüler bir çok kurum kapatırken, Lions uyanık davranarak bir tüzük değişikliği yaparak Atatürkçü olmayanların Lions olamayacağı ilkesini getirmiştir. Bu dünyanın en büyük takiyyesidir. Bu oyunların ayırdına varmak zorundayız.

Türkiye taşeron olarak kullanılmak isteniyor

TÜRKSOLU: Son olarak, ABD’nin Ortadoğu merkezli sömürgeci saldırısında Türkiye sizce nerye konulmaktadır? Buna karşı Atatürkçüler, solcular nasıl bir yol izlemelidir?

TALAT TURHAN: Bir dünya haritasını önümüze alıp Fethullah okullarını noktalarsak karşımıza bir tablo çıkar. Bu ABD’nin müdahale ettiği bölgenin görüntüsüdür. O zaman “ne yapmak istiyorlar?” sorusunu sormak gerekir.

İsrail’de 1918’de Üniversite, 1948’de devlet kurulmuştur. 30 yıl bir jenerasyonun eğitimden geçmesi demektir. Benim kanımca Fethullah okullarında bu ılımlı İslam dünyasının kadroları yetiştirilmektedir. Bu kadrolar, çok iyi koşullar altında ABD’ye boyun eğecek kişiler olarak yetiştirilmektedir.

Temel felsefeleri budur. Bu ülke boyun eğecek insanlarla kurtarılmadı, başkaldıran insanlarla kurtarıldı. Bunun da en somut kahraman örneği Mustafa Kemal’dir. Boyun eğecek insanların tasfiyesi gereklidir.

Hatırlanırsa Clinton Osmanlı tarihi okumaktaydı. ABD, bölgede uluslardan, ulusal devletlerden uzak böyle bir yapı beklemektedir. Böylece sömürü daha kolay olacaktır. Bu yapılanmanın alt yapısı da Büyük Ortadoğu Projesi’yle kurulmaktadır. Benim kanımca Türkiye’ye atfedilen model devlet tanımı da buradan kaynaklanmaktadır. Ilımlı İslam; ABD yanlısı, itaat eden İslam demektir. Bunun alt yapısı ortaya konmuştur. Bugünkü iktidar kadar ABD’ye yakın olan bir iktidar görülmemiştir. Ilımlı İslam altyapısı, Türkiye’nin de bir çekirdek ülke olarak öne sürüldüğü bir Osmanlı modeline dönüştürülmek istenmektedir. Burada Türkiye taşeron olarak kullanılmak istenmektedir.

Atatürkçü ve solcu güçler açısından hem masonik yapılanmaları hem de Ilımlı İslamcı Amerikancılığı teşhir etmek halkımızı bilinçlendirmek, birleştirmek ve dağınık yapıyı ortadan kaldırmak zorunluluktur. Kısacası ulusumuzu kendi öz çıkarlarını ön plana alan bir bilince ulaştırmak zorundayız. Kendi öz değerlerimize sahip çıkan ve bu ülkenin kurucusu Mustafa Kemal’in önümüze koyduğu ideolojiyli bütünleşmek zorundayız. Tüm dünya halklarının saldırı altında tutulduğu bu dönemde Türk halkının işinin de çok zor olduğunu düşünüyorum. Herkesi bu uğurda daha fazla çalışmaya, düşünmeye davet ediyorum.


http://www.turksolu.com.tr/64/dura64.htm


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder