25 Şubat 2017 Cumartesi

TÜRKİYE'NİN RESMİ KIBRIS POLİTİKASININ YENİDEN DEĞERLENDİRİLMESİ



TÜRKİYE'NİN RESMİ KIBRIS POLİTİKASININ YENİDEN DEĞERLENDİRİLMESİ 


Bu Çalışmanın amacı, 

Annan Planı referandumuyla sonuçlanan süreçte Ankara’nın Kıbrıs politikasına ilişkin olarak yürütülen tartışmalar ışığında, Türkiye’nin 1950’lerden bu yana izlediği resmi Kıbrıs politikasını yeniden değerlendirmektir. Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri Kofi Annan’ın 11 Kasım 2002’de müzakere zemini olarak taraflara açıkladığı plan, 2003 ve 2004 yılları arasında fasılalı olarak yürütülen müzakerelerde çeşitli değişimlere uğramış ve 24 Nisan 2004’te Ada’nın 
her iki tarafında eşzamanlı olarak referanduma sunulmuştur Kıbrıs Türk halkı plana yüksek oranda destek vermesine rağmen, Rum halkı tartışmasız bir biçimde “hayır” dediği için plan rafa kaldırılmış, ancak Ankara’nın bu dönemde yürüttüğü Kıbrıs politikasına yönelik eleştiriler uzun süre hararetini korumuştur. Anılan dönemde plan üzerinde yürütülen müzakerelere katkıda bulunan ve referandum aşamasında “ Evet ” yönünde telkinde bulunan hükümet, başta muhalefet partisi olmak üzere çeşitli kesimlerin Türkiye’nin geleneksel Kıbrıs politikasının değiştirildiği gerekçesiyle ağır eleştirilerine uğramıştır. Ankara’nın tutumunu eleştiren kesimlere göre hükümet, planı destekleyerek Türkiye’nin TBMM kararlarında ifadesini bulan resmi Kıbrıs politikasını tersyüz etmekle kalmamış, aynı zamanda Kıbrıs’ın AB üyeliğine boyun eğerek Türkiye’nin bu konudaki yerleşik çizgisinden sapmıştır. Ancak söz konusu eleştirilerin arka planını Türkiye’nin bu dönem öncesinde “ Tutarlı ”, “ Değişmez ” bir Kıbrıs politikası yürüttüğü varsayımı ya da ön kabulünün oluşturduğu görülmektedir. Bu çalışmada, yukarıda özetlenen eleştirilerden yola çıkılarak bu önkabulün geçerliliği, diğer bir deyişle, Türkiye’nin 1950’lerden bu yana yürütüğü Kıbrıs politikalarının “ Değişmezliği ” tartışılmıştır 

Doğu Akdeniz havzasının en yaşlı siyasi sorunlarından biri olan Kıbrıs meselesi açısından Annan Planı referandumu bir milat teşkil eder. Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri Kofi Annan’ın kendi adıyla anılan planı 11 Kasım 2002’de taraflara sunması ile başlayan bu sürecin, planın 24 Nisan 2004’te Ada’nın her iki yanında eşzamanlı olarak düzenlenen referandumlarda oylanması ve rafa kaldırılması ile sona erdiği söylenebilir1. Kıbrıs sorununun tarihi gelişimine bakıldığında, çözüme en çok yaklaşılan müzakerelerin bu dönemde yürütüldüğü görülmektedir. Daha önce ortaya atılan çözüm planlarından yalnızca Annan Planı’nın referandum aşamasına kadar gelebilmesi bunun en somut 
göstergesidir.

Annan Planı’nın taraflara sunulmasından hemen önce yaşanan önemli bir gelişme vardır. O da Türkiye’de 3 Kasım 2002’de yapılan genel seçimlerdir. Seçimin sonucunda yüksek bir milletvekili oranı ile tek başına iktidara gelen Adalet ve Kalkınma Partisi, dış politika açısından son derece hareketli ve kritik günlerin yaşandığı bir dönemde görevi bir önceki hükümetten devralmıştır. Bir yandan Aralık ayında Kopenhag’da gerçekleştirilecek olan Avrupa Birliği Zirvesi’nde müzakere tarihi alabilmek için sürdürülen yoğun diplomatik çabalar öbür yandan Kofi Annan’ın sunduğu plan çerçevesinde yürütülen tartışmalar Ankara’nın siyasi gündemini oluşturmaktadır. AB’den takvim alınması 
konusunda hükümetten yüksek bekletileri olan kamuoyunu hayal kırıklığına uğratmak istemeyen Ankara, Kıbrıs’ta çözüm konusunda da uluslararası toplumun giderek artan baskısına maruz kalmaktadır. Annan Planı’nın referanduma sunulmasına kadar geçen süreç, bu iki konuda Ankara’nın belirleyici kararlar almasını gerektirecek, bu kararlardan bazıları ağır eleştirilere uğramasına yol açacaktır. 

1 Annan Planı, 24 Nisan 2004 tarihinde adanın kuzey ve güney kesiminde düzenlenen referandumlarla iki halkın onayına sunulmuştur. 
Rum halkının %75.83’ü Planı reddederken, Kıbrıs Türk tarafı %64.91 çoğunlukla Plan’a “evet” demiştir. Plan her iki halk tarafından onaylanmadığı için geçersiz hale gelmiştir. 
http://www.mfa.gov.tr/MFA_tr/DisPolitika/AnaKonular/Kibris/Kibrissongelismeler082002.htm

2 Anılan dönemde Kıbrıs’ta çözüme ulaşma doğrultusunda atılan adımlar, bazı kesimlerin Türkiye’nin Kıbrıs politikasının yörüngesinden saptırıldığı gerekçesi ile çok sert tepkisini çekmiştir. Aslında eleştirilerin doğrudan hedefi Annan Planı ve sunduğu çözüm parametreleridir ancak plan üzerinde müzakereler yürütülürken Türkiye’de iktidarda olan AKP’nin çözüm konusunda açıkça irade beyan atmesi ve Kıbrıs’ta çözüm ile Türkiye’nin AB üyeliği perspektifinin ilişkilendirildiği izlenimini yaratan açıklamalarda bulunması, hükümetin söz konusu eleştirilerin odak noktasında yer almasına yol açmıştır. Başını Cumhuriyet Halk Partisi’nin (CHP) çektiği muhalefet, meclis dışında kalmış olan bazı partiler, birtakım sivil toplum kuruluşları, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti (KKTC) Cumhurbaşkanı Rauf Denktaş2 ve kısmen dönemin Türkiye Cumhuriyeti (T.C) Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer, hükümetin aldığı kararlara zaman zaman şiddetle karşı çıkan kesimi oluşturmaktadır. 

Hükümeti Kıbrıs konusundaki tavrı nedeniyle eleştiren kanadın ortak paydası AKP iktidarı ile birlikte Türkiye’nin Kıbrıs politikasında bir değişim, hatta sapma olduğunu öne sürmeleridir. Örneğin CHP Genel Başkanı Deniz Baykal, bu değişimi “Türkiye'nin Lozan'dan beri uygulanan dış politika çizgisinde bir kırılma”3 olarak tanımlamıştır. Annan Planı’na karşı çıkan bu kesime göre planı desteklemek, yıllardır milli dava olarak yürütülen Kıbrıs politikasını “teslimiyetçi” bir politika haline getirmektedir. Üstelik plana destek verdiğini belli eden hükümet, Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’nin (GKRY) AB’ye üye olmasına ses çıkarmayarak4 ve Türkiye’ye verilecek müzakere takvimi ile Kıbrıs meselesi 
arasında bir bağ kurarak “ver-kurtulcu” bir anlayış sergilemekte, Kıbrıs’ın elden gitmesine göz yummaktadır. 

Annan Planı’na muhalefet eden cephenin “Türkiye’nin 40 yıllık Kıbrıs politikası”nın değiştiğine ilişkin iddialarını iki ana eksen üzerinde değerlendirmek mümkündür: 

2 Bu tezin konusu olan Annan Planı müzakereleri süresince KKTC Cumhurbaşkanı Raif Rauf Denktaş’tır. 
17 Şubat 2005 tarihinde KKTC’de yapılan Cumhurbaşkanlığı seçimlerini ise Mehmet Ali Talat kazanmıştır. Talat hala Cumhurbaşkanlığı görevini yürütmektedir. 
3 Baskın Oran, “Kıbrıs’ta Çözüm Türk Dış Politikasında Kırılma mı?”, Agos, 20 Ocak 2004. CHP Genel Başkanı Deniz Baykal’ın 17 Şubat 2004 tarihinde 
Meclis Gurubu’nda yaptığı konuşmadan alınmıştır. Baykal’ın konuşmasının ayrıntıları için, 
http://www.chp.org.tr/index.php?module=chpmain&page=show_speech&speech_id=158. 411

12 Aralık 2002’de gerçekleşen Kopenhag Zirvesi’nde Türkiye’ye müzakere tarihi verilmezken, Kıbrıs’ın tam üyelik müzakerelerini başarı ile tamamladığı kayda geçirilmiştir. 16 Nisan 2003’te AB ile Katılım Antlaşması imzalayan Kıbrıs, 1 Mayıs 2004 tarihinde AB’ye tam üye olmuştur. 

1- Annan Planı’nın müzakere edildiği dönemde Türkiye’nin 40 yıldır savunduğu resmi tezleri terk edilmiştir; “kırmızı çizgileri”, “olmazsa olmazları”, “olmasa da olur” haline gelmiştir5; 

2- Türkiye’nin resmi politikası, Kıbrıs meselesi ile AB sürecini ilişkilendiren bütün girişimleri reddetmektir. Bu politikanın bir diğer uzantısı da GKRY’nin AB’ye üyelik sürecidir. Ankara, GKRY’nin Ada’nın tümünü temsilen üye olma sürecini daima protesto etmiş, bunun 1960 Antlaşmalarına aykırı olduğunu her vesile ile 
vurgulamıştır. Oysa AKP hükümeti bunu bir “kader” olarak kabul etmiştir6. Annan Planı müzakerelerinin yürütüldüğü dönemde Türkiye’nin Kıbrıs politikasının değiştirildiğini öne süren muhalif kesimin aslında temel bir önkabulden hareket ettiği görülmektedir. Bu, Türkiye’nin değişmez, sabit, genelgeçer ya da onların deyişiyle “geleneksel” bir Kıbrıs politikası olduğu önkabulüdür. “Bu dönemde Türkiye’nin Kıbrıs politikasında iddia edildiği gibi bir değişim ya da bir kırılma olmuş mudur” sorusunun cevabı yukarıda ortaya konan temel önkabulün geçerli olup olmadığı sorusuna yanıt bulunarak tersten verilebilir. Bir değişim iddiasının gerçekçi olabilmesi için herşeyden 
önce “değiştirildiği” öne sürülen durum ya da olgunun bir tutarlılık, “değişmezlik” göstermesi gerekir. Diğer bir deyişle, eğer Türkiye’nin “40 yıllık Kıbrıs politikası” 
Annan Planı referandumu ile sonuçlanan süreçte birdenbire değiştiyse / değiştirildiyse bu değişimin öncesinde, değişmeden kalmış, istikrarlı bir politikanın yürütülmüş olması beklenir. 

Bu tezin amacı yukarıda ortaya konan önkabulün geçerliliğini sorgulayarak “Annan Planı’nın referanduma götürülmesi ile sonuçlanan süreçte Türkiye’nin Kıbrıs politikası değişime uğramıştır” iddiasının doğru olup olmadığını tartışmaktır. Bunun için “Türkiye’nin genelgeçer ve tutarlı bir Kıbrıs politikası vardır” önkabulü incelenmiştir. Bu inceleme esnasında 1950’lerden bu yana Türkiye’nin Kıbrıs politikası, muhalif görüşlerin değişiklik olduğunu iddia ettiği iki ana eksen çerçevesinde mercek altına alınmıştır. 5 Onur Öymen’in 6 Nisan 2004 tarihinde TBMM’de gerçekleşen Kıbrıs oturumunda yaptığı konuşmadan alınmıştır. 

Öymen’in konuşmasının tam metni için, 
http://www.belgenet.com/kibris/tbmm_060404-3.html. 6 Onur Öymen, ibid. 
  
Birinci bölümde, Türkiye’nin Kıbrıs sorunu ile ilgilenmeye başladığı 1950’lerden bu yana benimsediği resmi politikanın ana hatları, diğer bir deyişle “kırmızı çizgileri, olmazsa olmazları” ele alınmıştır. Annan Planı müzakereleri sırasında hükümeti tavizkar davranmakla suçlayan kesimlere göre Türkiye’nin kırmızı çizgileri aşındırılmış, 40 yıllık Kıbrıs politikasından sapılmıştır. Sözü edilen kırmızı çizgilerin ne olduğu ile ilgili kesin bir görüş birliği olmamakla birlikte, dile getirilen görüşlerde Türkiye’nin resmi politikasının sınırlarını MGK’nın da katkısıyla TBMM’de Kıbrıs konusunda alınan kararların çizdiği vurgulanmaktadır. Dışişleri Bakanlığı arşivlerine bakıldığında, Türkiye’nin resmi Kıbrıs politikasının belirlenmesinde TBMM’de alınan kararlar kadar, T.C ve KKTC arasında imzalanan Ortak Açıklamaların da önemine işaret edilmektedir. 

Dolayısıyla birinci bölümde Türkiye’nin kırmızı çizgilerinin kırk yılı aşkın zamandır izlediği seyir, belli dönemlere ayrılarak TBMM kararları ve Ortak Açıklamalar ve 
Deklarasyonlar ışığında değerlendirilmiştir. İzlenen politikaların tutarlılığı ve değişmezliği açısından Türkiye’nin bu kararlara ve açıklamalara ne kadar riayet ettiği de belirleyicidir. 

O bakımdan Türkiye’nin Kıbrıs konusunda attığı somut adımların ve benimsediği uygulamaların metin üzerinde kabul ettiği ilkeler ile gösterdiği uyum, bölümün tartışma konularından birini oluşturmaktadır. 

İkinci ve üçüncü bölümlerde, Kıbrıs’ın AB’ye üyelik yolculuğu boyunca Türkiye’nin temel tutumu ve yaklaşımı ele alınmıştır. Yukarıda açıklandığı üzere, Kıbrıs konusunda hararetli müzakerelerin yürütüldüğü günlerde, Avrupa Birliği cephesinde de kritik gelişmeler yaşanmaktadır. Kopenhag’da Türkiye’ye müzakere tarihi verilmemiş, oysa aynı zirvede Kıbrıs ile 1998’den beri yürütülmekte olan tam üyelik müzakerelerinin başarıyla tamamlandığı kayda geçirilmiştir. Kıbrıs meselesini çözme konusunda son derece istekli 
görünen hükümet, Türkiye’nin tam üyelik perspektifini yakından ilgilendiren bu gelişmenin ardından, hem Kıbrıs’ı AB ile ilişkilerimize karıştırmak hem de GKRY’nin AB üyeliğine seyirci kalmakla suçlanmıştır. Bu suçlamaları yöneltenler Türkiye’nin bu konuda yıllardır ortaya koyduğu hukuki ve siyasi itirazların kulak arkası edildiğini söylemektedirler. Bu kesime göre AKP hükümeti öncesinde görev yapan bütün siyasi iktidarlar, 1960 antlaşmalarına aykırı olduğu gerekçesi ile Kıbrıs’ın AB’ye tam üye olmasına itiraz etmiştir ve Kıbrıs meselesi ile Türkiye’nin AB üyeliğini ilişkilendirmeye yönelik her türlü girişimi reddetmiştir. Aynı zamanda AB, Türkiye’nin bütün tepkisine rağmen Güney Kıbrıs’ı üye yapmakta ısrar ettiği taktirde Türkiye, KKTC ile bütünleşecektir. 

Bu iddialardan yola çıkılarak, ikinci bölümde, Kıbrıs’ın AET ile ortaklık anlaşması imzaladığı 1972 yılından, Aralık 1999’da düzenlenen Helsinki Zirvesi’ne kadar geçen dönemde Ankara’nın tutumu tartışılmıştır. Kıbrıs’ın AB’ye tam üyeliği birinci AKP hükümeti döneminde gerçekleşmiş olmasına rağmen, bu süreç aslında 1990’ların ilk yıllarında başlayan uzun soluklu bir yolculuktur. 70’lerden bu yana AB ile ortak üye statüsünde ilişkilerini sürdüren Kıbrıs, tam üyelik başvurusunu 1990’da yapmıştır. Kısa bir süre sonra başvurusu kabul edilen Kıbrıs, önce Gümrük Birliği’ne dahil olmuş, ardından resmi aday konumuna yükselmiş, nihayet dört yıl süren müzakereler sonucunda 2002 yılında Kıbrıs’ın tam üyelik için yeterli koşulları yerine getirdiği tescil edilmiştir. Dolayısıyla Kıbrıs’ın AB ile tam üyelik öncesi ilişkilerinin yaklaşık otuz yıllık bir geçmişi  olduğu söylenebilir. AKP hükümetini bu konuda sert bir dille eleştiren kesimin  görüşleri doğrultusunda, sözü edilen otuz yıllık dönemde, Ankara’nın Kıbrıs ve AB ilişkileri konusunda son derece istikrarlı ve tutarlı bir politika izlediğini, Türkiye’nin yukarıda sıralanan hukuki ve siyasi itirazlarını kararlılıkla uluslararası kamuoyunda savunmuş olduğunu varsaymak gerekir. İkinci ve üçüncü bölümlerde, Türkiye’nin Kıbrıs’ın AB ile ilişkileri bağlamında yürüttüğü politikanın ne kadar tutarlı ve istikrarlı olduğu tartışılmıştır. Ankara’nın yaklaşımını değerlendirebilmek için, Kıbrıs’ın üyelik yolunda attığı adımlar, Avrupa Birliği’nin resmi belgeleri ışığında incelenmiştir. Kıbrıs’ın AB’ye tam üyelik sürecinde yaşanan gelişmeler, Türkiye’nin AB yolculuğu ile yakından bağlantılıdır. O nedenle bu süreçte Ankara’nın Kıbrıs politikası, Türkiye-AB ilişkileri dikkate alınarak irdelenmiştir. İkinci bölümün Helsinki Zirvesi ile tamamlanması bunun bir sonucudur. Zira Helsinki Zirvesi’nde Türkiye’ye adaylık statüsü verilmesinin, Kıbrıs politikasında ciddi bir değişikliğe yol açtığı görülmektedir. Helsinki Zirvesi’nden 2002’nin son aylarına kadar geçen süreci kapsayan üçüncü bölüm, adaylık kartını cebine koymuş olan Ankara’nın AB ile ilişkiler bağlamında Kıbrıs politikasını nasıl yürüttüğüne ilişkin ayrıntılı bir analiz sunmaktadır. 



***

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder