1 Şubat 2017 Çarşamba

YENİ SURİYE VE KÜRTLER,



YENİ SURİYE VE KÜRTLER,




Abdulbaki ERDOĞMUŞ









06 Ağustos 2012 Pazartesi 00:58

21. yüzyılın henüz başlarında, meşrutiyet rüzgârlarının Batıdan Doğuya doğru estiği bir dönemde Bediüzzaman Said-i Nursi Osmanlı yönetimini şöyle uyarmıştı: 
Eski hal muhal, Ya yeni hal, Ya izmihlal!

Kibir ve gururunu yenemeyerek eskide direnen haşmetli iktidar, İttihat ve Terakki eliyle koca Osmanlı imparatorluğundan sadece T.C devletinin kurulduğu toprakları korumayı başardı. Kuşkusuz bu başarı da Kürtlere karşı uygulanan takiyye ve imha politikaları sonunda ancak sağlanabilmiştir. Ne yazık ki; Yüz yıl önce yaşadığımız coğrafyanın haritasını cetvel ile çizenler, bugün tekrar Ortadoğu’yu şekillendirmeye çalışmaktadırlar. İkiz kulelere yapılan saldırı sonrası Amerika’nın gözünü diktiği topraklarda rejimler ve çizilen sınırlar yeniden değişmeye başladı. Önce Afganistan’da, ardından Irak’ta iktidarlar el değiştirdi. Sonra halk ayaklanmaları ile Kuzey Afrika’da iktidarlar el değiştirdi. 

Halkın hak ve özgürlük talepleri yerinde ve kutsal taleplerdir, ancak önemli olan rejim değişiklikleri yapılırken gerçekten halkın iradesinin ne kadar iktidara yansıyacağı meselesidir. Bunun böyle olmasını arzu etmekle beraber olayların o istikamette geliştiğini iddia etmek saflık olur. Bugünlerde ise Amerika’nın Irak’tan sonra şer ekseni olarak değerlendirdiği Suriye’de rejim değişikliği gün saymaktadır. Ne acıdır ki bu süreç çok ciddi can kayıplarıyla gerçekleşmektedir. Yaşananların uluslararası boyutlarına ve Türkiye’nin tutumuna daha önce birkaç defa değinmeye çalıştım. Suriye’de yaşayan Kürtlerle ilgili olarak ise Türkiye’nin, Irak’a müdahale sırasında “Kürt” varlığına karşı tutumundan ve bugüne kadar yaşananlardan hiç ders çıkarmadığını ifade etmek isterim.

Hatırlanacağı üzere, ABD Irak’a karadan müdahaleyi Türkiye ve Kuzey Irak üzerinden yapmayı planlamaktaydı ve hazırlıkları tamamen o yöndeydi. Ancak tezkere R.T.Erdoğan’a rağmen TBMM’den geçmeyince işler değişti. Buna rağmen hava harekâtının merkezinin Türkiye olduğunu unutmamak gerekiyor. Türkiye’nin o dönemde, ABD ve müttefikleri ile iş birliği içinde olmasının en önemli gerekçesi olarak Kuzey Irak’ta kurulacak bir Kürt Devleti ve Türkmen nüfusu olarak gösteriliyordu. Türkiye Cumhuriyeti Devletinin “Kürt devleti” fobisi geçen on yıldan fazla sürede henüz gerçekleşmedi ancak Kürtler Kuzey Irak’ta özerk Kürdistan yönetimini kurdular ve Türk iş adamları buradaki yatırımlardan aslan payını alanlar oldu. Üstelik bu ilişki öyle bir noktaya ulaştı ki Kuzey Irak yönetimi ile yapılan petrol anlaşması geçenlerde Irak devletinin kısa süreliğine bile olsa hava sahasını Türkiye devletine kapatmaya kadar vardı.

Bugün Türkiye yine aynı gerekçelerle Suriye’ye müdahale kozunu masada tutmaya çalışmaktadır. Bulgaristan’da, Uygur’da Türkler söz konusu olduğunda, iktidar ve muhalefetiyle en ciddi tepkiyi gösteren Türkiye, bölgede Kürt nüfusunun en yoğun yaşadığı ülke olarak kendi vatandaşlarının soydaşlarına ve akrabalarına karşı aynı hassasiyeti göstermemesi en basit ifadeyle siyasi ahlaksızlıktır. Böyle bir davranış ve tutumun Kürtleri rahatsız etmediğini kim iddia edebilir?

Ayrıca, Türkmenlerin haklarını korumak anlaşılır bir durumdur ancak Kürt fobisi ve Türkmenler üzerinden politikalar geliştirmek bir devlet siyaseti değil, daha çok bir dernek bakışını çağrıştırmaktadır. Suriye’nin toplumsal ve siyasi yapısı hakkında azıcık doğru bilgiye sahip herkes, Esed sonrası yapılanmada Kürtlerin yeni bir siyasi statü elde edeceklerini bilir.  Irak’ta olduğu gibi Suriye’de de şekillenecek yeni yönetimde Kürtlerin etkin olacağı, Esed karşıtı olarak oluşturulan Suriye Ulusal Konseyi başkanlığına bir Kürt liderin getirilmiş olması geleceği göstermek bakımından yeterli değil midir? Ülkenin kuzeyindeki Kamışlı, Kobani, Afrin, Amude, Derika, Hemko gibi kentler zaten tamamıyla Kürtlerin yerleşim yerleridir. Suriye askerinin çekilmesinden sonra kontrolün Kürtlerin eline geçmesi ve Kürtlerin kendi bölgelerinde yerel yönetimlerini oluşturmalarından daha doğal ne olabilir ki? Bunun için Türkiye’den izin almaları mı gerekir?

Kürtlerin Statü taleplerinden vazgeçmeleri söz konusu olamayacağı gibi bunu talep etmek de, Kürtlere düşmanlıktan öte en azından körlüktür. Esip Gürleyerek, Tehdit ederek, kin ve düşmanlık kusarak Kürtleri korkutmanın dönemi çok gerilerde kaldı. Buna en güzel cevabı Mesud Barzani zaten verdi: 

“Halkımıza karşı tanklar, toplar ve başka silahlar kullanıldığını gördük. Halkımıza karşı büyük sayıda asker kullanıldığını gördük. Korkumuz bu değil. Korkumuz hâlâ uçaklar, toplar, tanklar kullanarak sorunların çözülebileceği mantığıdır. Biz bunun sorunu çözebileceğine inanmıyoruz. Bu yanlış bir yaklaşım ve Irak’ın bugün yaşadığı perişanlık ve belalar bu mantığın bir sonucu. Dolayısıyla aynı şeyin tekrar yaşanmasını istemiyoruz.”

Şayet Türkiye toprak bütünlüğünü koruyarak bu coğrafyada varlığını sürdürmek istiyorsa ciddi bir mantalite değişikliğine ihtiyacı vardır. Bugün Irak Kürtlerini kırmızı halılarla karşılayanlar yarın aynı muameleyi Suriye Kürtlerine de yapmak zorunda kalacaklardır. Irak’ta olduğu gibi Suriye’de de Türkiye’nin çıkarlarının garantisi yine Kürtler olacaktır. Bu nedenle kendi Kürt vatandaşlarıyla doğru bir iletişim kuramayacak bir Türkiye, bu durumdan zararlı çıkacak ülke olacaktır. Kürtlerin nüfuzunu bölgede artırırken, siyasi olarak en aktif ve organize Kürtlerin olduğu Türkiye’nin bundan uzak kalmasını beklemek dünyanın mevcut gidişatıyla çok uyuşmamaktadır.  Bu nedenle Bediüzzaman’ın yüz yıl önce yaptığı uyarıyı, Türkiye’yi yönetenlerin gaflet uykusundan uyanmalarını sağlamak amacıyla hatırlatmak istiyorum: 

Eski hal muhal, Ya yeni hal, Ya izmihlal!

ab_erdogmus@hotmail.com


***

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder