9 Mart 2015 Pazartesi

Sarıklı ve Çarşaflı Sulu Demokrasi



Sarıklı ve Çarşaflı Sulu Demokrasi,



Yekta Güngör Özden

Sarıklı ve çarşaflı sulu demokrasiKavukların devrildiğini, kapatılan inanç sömürüsü yerlerinde kimselerin olmadığını sanmayınız. Asıl örtü beyinlerde, kafanın içinde olduğundan aydınlanma başarıya ulaşmış sayılamaz. Siyaset ve ticaret için dinsel öğeleri kötüye kullanmaktan kaçınmayan sözde demokratların, sözde dindarların, sözde milliyetçilerin, sözde Atatürkçülerin giderek çirkinleşen tutumları da bu olumsuzluğu ağırlaştırmaktadır. Bir parçası olduğumuzu söylememize karşın sürekli bizi iten Avrupa’yla gözdesi olmaya çalıştığımız ( !) ABD’nin kapısında titrerken anlayış ve yaşam biçimi yönünden onlara ters düştüğümüzü sıkmabaşlı giysilerle açıklıyoruz. Çelişkili davranış onların bize inanmalarını güçleştiriyor, engelliyor. Sıkmabaşçılar (kullananlarla onları destekleyenler) bayrağımıza o örtü kadar önem vermediklerini saygısız duruşları, bu bağnazlığı ve sapkınlığı eleştirmek yerine eylemlerine destek verenlerin yazılarıyla belgeliyorlar. Ne kadar üzücü durumlar yaşanmaktadır. Uluslararası önemli toplantılar, görüşmeler, devlet işleri sıkmabaşlarla ilgili haberlerin altında kaldı. NATO’nun İstanbul toplantısı, Recep Tayyip’in Paris gezisi, sıkmabaşlı eşine ilişkin değerlendirmelerle gölgelendi. Abdullah Gül sıkmabaşlı eşiyle Kıbrıs’taki Barış Harekâtı Kutlama Töreni’ne katıldı. Yukarıdan aşağıya birşey bildiğini sanan kimileriyle, birşey sanılan kimileri sıkmabaş inatlarını bilgisizlik sırıtan demeçleriyle sürdürdüler. Yasal dayanak yokluğundan, Anayasa’da bulunmayan bir kavramı kimsenin dayatamayacağından, vakıf üniversitelerinde kullanılmasının sakıncalı olmadığından söz ettiler. Onca önemli iç ve dış sorun dururken sıkmabaşın gündemin ön sıralarında tutulması, AKP iktidarının hiçbir konuda başarılı ve inandırıcı olamazken tutunacak tek dal olarak yandaşlarının duygularını okşamasına, inanç sömürüsü yoluyla siyaset yapma hastalığının ateşini koruduğuna bağlanmalıdır. Tıpkı AB çabaları gibi. AB’nin Türkiye koşulları sürmektedir. Doğru-yanlış bir yana, AB’nin Türkiye için genelde olumlu düşünmediği açıktır. Devletten devlete siyasal rüşvet sayılacak girişimlerle, tipik doğulu tutumuyla yaklaşımlarla sonuç almaya çalışmak ne kadar sakıncalı ise Avrupa ülkelerinin sıkmabaş için aldıkları kararları, çıkardıkları yasaları, ödünsüz uygulamaları ortada iken içerde sıkmabaş yaygarasını sürdürüp dışarda AB’ne yaraşır olduğunu ileri sürmek o kadar sakıncalıdır. AB’ne yutturulmaya kalkışılan “değişmişlik” sahte bir etikettir. AB’nden görüşme günü almaktan öteye bir amaç taşımadığı anlaşılan AKP iktidarı böyle ikilemli davranmaktadır. Amacı, görüşme günü almayı başarı ilân edip AB bilinci yetersiz halkoyunu aldatmak, böylece gelecek seçimleri kazanmak, bildiğini daha kolay okumaktır. Bu oyuna gelen o kadar çok kişi, bu oyunun senaryolarına katkıda bulunan öyle büyük bir medya kesimi var ki.
Yine lâiklik
Olumsuz çabalarının nedeni lâikliktir. Bağımsızlığın, özgürlüğün, demokrasinin kaynağı olan lâiklik günümüz iktidarının başlıca düşmanıdır. Lâiklik benimsendiği sürece amaçlarına ulaşmaları olanaksızdır. Lâikliği geçersiz, etkisiz, önemsiz duruma düşürmeden içleri rahat etmeyecektir. Lâiklik kimseye kötülük yapmadı. Tersine, kötüleri ve kötülüklerini engelledi. Din-inanç sömürüsü yapan kara vicdanlıları birazcık önledi. Lâiklik tam uygulansa, ödünlerle içi oyulmasa ne bu iktidar oluşurdu ne de önceki ustaları. Şimdilerde tam şeriat düzeni istendiğinden, kökü ve karakteri belli bu iktidar bu konuda elverişli araç sayıldığından, lâik cumhuriyet ve Türkiye karşıtı tüm bölücüler aynı amaçta birleştiğinden ortamı uygun bularak saldırıya geçmişlerdir. Yetki ellerinde olduğundan hiçbir şeye aldırmadan yürüyorlar. Türkiye Cumhuriyeti’ne, Atatürk’e, lâikliğe, hukuka, bağımsızlığa, özgürlüğe andiçenlerin donukluğu sürdükçe bu yürüyüş sürecek, hattâ hızlanacaktır. Demokrasiyi de bu yolda kullanmaktadırlar. AB, ABD ilişkisi de böyle. Karşılıklı kullanma. Yabancı sermaye ve işbirlikçi yerli sermaye ilişkisi de bu nedenle. Lâiklik bilimsel, toplumsal, siyasal, hukuksal, ekonomik gelişmeyi mi engelledi? Adam yaraladı, yaktı, öldürdü mü? Lâiklik benimsenmese ve uygulanmasa idi, Türkiye’miz kimi doğu ve ortadoğu ülkelerinden daha kötü toplumsal koşullar içinde kalırdı. Günümüzde bu kadar tehlikeli olan gericilik o zaman ne kadar daha katı ve kötü olurdu, kestirmek güç değildir.
Tehlikenin ağırlığı
Lâiklik konusundaki tehlikenin asıl ağırlığı Atatürkçü geçinenlerden gelmektedir. Sözde Atatürkçülerin, böyle tanınıp sanılanların tutumu lâiklik karşıtlarını güçlendirmekte, onlara açık-dolaylı destek sağlamaktadır. Bu tür Atatürkçülerin çoğu yapaylıklar yapısı. Kimi oyun oynuyor, kiminle oynanıyor. Yakından tanıyanların en olumsuz biçimde niteledikleri kimi san ve sıfatla vitrinde. Bir şey sanılıyor. Konuşmacı oluyor, bir yerlere çağırılıyor. Bilmeyenler sıfatına, ordan burdan aşırdığı sözlere, yaptığı alıntılara, ciddî tanınan bir kaç kişinin sözlerine katılmasına bakıp ona oy da veriyorlar. Böyle sahte Atatürkçüler, gerçek Atatürkçülerin kötülenmesine öncülük ettiği gibi Atatürkçülüğe soğuk bakılmasına, karşı çıkılmasına da neden oluyorlar. Kimi Atatürkçülerin birbirlerini suçlamaları, kimilerinin suç sayılacak eylemlere girmeleri, düşkünlük ve tutkuları da eklenince gericilerin ortamı hazırlanmış oluyor. Değersiz kişilerin önlerde, kimi kuruluşların yönetimlerinde görünmeleri tepkilere neden olmakta, ilgileri koparmakta, yakınlaşacakları uzaklaştırmaktadır. Lâikliği benimseyenler üzerlerine düşeni tam olarak yerine getirseler, karşıtlarının hiç bir başarısı olamaz. Lâle Devri gibi anılacak bir “Erdoğan Devri” lâiklerin ilgisizlik, tepkisizlik ve tembellik katkılarıyla siyasal tarihimizde yer alacaktır. Amaçlarına ulaşmak için Ekim’de başlayacak yeni yasama yılında Anayasa değişikliği kapsamlı biçimde gündeme gelecek, önemli yasa değişiklikleriyle toplumsal ve ulusal yaşam olumsuzluklar içinde kalacaktır. Kamu Yönetimi Temel Yasası, Yerel Yönetimler Yasası, Yök Yasa Tasarısı bunların başlıcalarıdır. Kimi kuruluş yetkilileri feryada başladılar. Biz söyleyip yazarken dudak bükenler şimdi “lâik Türkiye Cumhuriyeti’nin temeli Türk devrim ve Atatürk ilkeleriyle tehlikede” diyorlar. Daha önceleri neredeydiniz?
Çağdaşlık yalnızca giysiyle ölçülmez. Ama giysiyle belli olur. Kafanın içine değil, dışına önem verenler, dinsel olduğunu savladıkları biçimleri ulusal ortamlarda, hukuksal gereklerin üstünde ve önünde tutanlar, kendi sakatlıklarını dayatanlar, hoşgörüyle karşılanamazlar. Avrupa ve ABD için devleti ele geçirme amaçları olmayan sıkmabaşlıların Türkiye için herşeyi yapmaya kararlı oldukları unutulmamalıdır. Avrupa ve ABD kendileri için tehlike oluşturmamasına karşın toplumsal yaşam için sakıncalı bulup yasaklayınca, Türkiye’de rejim karşıtlığının ve lâikliği yıkma girişimlerinin simgesi durumunda algılandığını, bu amaçla kullanıldığını, sonradan ortaya çıkarılıp geçmişi hortlatan niteliği bulunduğunu kimse gözardı edemez. O zaman neyi ve niçin tartıştığımızı bilmemiz gerekir. Halkın temiz duygularını sömürerek siyasette yer tutmak için hiç bir gereği, zorunluluğu olmayan sıkmabaşı savunmanın anlamı yoktur.
Bu gidişle
Devrim Yasaları’nın etkisiz yaptırımlarla uygulanmaktan alıkonması, Anayasa’nın 4. maddesi güvencesi kapsamına alınmaması da bir eksikliktir. Din yoluyla iktidar en ucuz, en kolay yöntem olduğundan iktidar partisi bunu izlemiş ve uygulamış, kimi muhalefet particikleri de “türban sorununun kendi iktidarlarında çözülebileceği” sözüyle sömürü kervanına katılmışlardır. Ulusla, ulusalcılıkla hiçbir ilgisi olmayan, tersine şeriatçılık ve tutuculukla daha iyi birlikte olacakları görülen kimileri de “Millî” sözcüğünü başa alıp yayınlar çıkarmaya, yapılanmaya gitmektedirler. Oy beklentisiyle dincilik taslayanların ulusalcılıkla hiçbir bağlantıları olamaz, savunulamaz. Bir yeni siyasetçi yabancı konukların Recep Tayyip’in eşinin sıkmabaşına ses çıkarmadığını, onunla birlikte resim çektirdiğini söyleyip eleştirmesine şaşırmış. Yabancı konuk ne diyecekti? Bir şey söyleyebilir miydi? Bu durumu “geçerli sayma” diye değerlendiren yeni siyasetçinin aymazlığıdır asıl şaşırtıcı olan. Hukukla, ekonomiyle, siyasetteki başarıyla, projelerle değil, din yoluyla iktidar olmak gerçek ve geçerli bir yükselme sayılamaz. Zaten iktidar partisindeki birliktelikler, özetle değinilen hukuk, ekonomi, siyaset için görüş ve düşünce birliğiyle değil, dinci tutum birliğiyle oluşmuştur. Köktenci anlayış ve amaç uyumu öndedir. Tarikat ve şeriat dayanışmasıyla ortaya çıkan bir yapı vardır. “Kader birliği” dedikleri birbiri için herşeye katlanmak ve herşeyi yapmak anlaşmasının özü budur.
ABD öncülüğünde geliştirilen, Türkiye’mizi “merkez ülke” konumu ötesinde “cephe ülke” konumuna sokan GOP (BOP) izlencesi ABD’de oluşturulan “Ilımlı islam” izlencesiyle örtüşmektedir. Fethullan Gülen’in konukluğu gelişmeler için bir kozdur. Ilımlı islâmla, AB ve ABD yanlısı bir Türkiye düşlenmektedir. Küresel emperyalizmin avuçlarında kıvranan bir Türkiye. Lâiklik sarsılmış ve atılmış, kullanılmaya elverişli iktidarın dinci açılımına göz yumularak atlama tahtası yapılmış bir Türkiye. Türkiye batılılarla bütünleşme sözüyle onların içinde eritilmiş, istenildiği gibi karıştırılmış, karılmış bir geçiş yolu, koridor, köprübaşı, bekleme ve dinlenme alanı, ne derseniz deyin. Karakol, rampa da denilebilir. AB dilencisi, ABD oyuncağı durumuna düşürülen bir Türkiye. Bunun için de Kemalizmi, ulusalcılığı, ulus devleti, lâikliği yıkmak, kaldırmak. Atatürkçüleri yok etmek gerekli görülüyor.
Küçük değiniler
Bir yazar “Lâikliğin güvencesi AB’dir. Artık darbeler geçmiştir” dedi. Asıl güvence yurttaşların bilincidir. Dış güvencelerin değeri yoktur. Dışarda güvence aramak, güvenceyi bilmemek, ona yaraşır olmamaktır. Ayrıca bilgili, demokrat, aklı başında yurttaş darbe istemez. Ancak ulusun “sürü” yerine konularak ne yapılırsa yapılsın katlanması da istenemez, beklenemez. Direnme hakkı doğaldır. Hukuka uygun tepkilerle kamuoyunun etkilenmesi, hak ve özgürlüklerine sahip çıkıp onları koruması çalışmaları yapılabilir. Yazarların kendi köşelerinde yaptıkları da, kendilerine göre, bundan başkası değildir. Kendileri için uygun bulduklarını ulus için öngörmemek çelişkidir. Uygar kişiler hukuk dışılıktan sakınır ve kaçınır. Kimsenin böyle bir şey düşünmemesi kötülüklerin sürmesi için yöneticileri de yüreklendirmemelidir. Lâiklik karşıtı iktidarı kullanmak için ona destek verenlerde güvence aramak usdışı bir değerlendirmedir. Onların olanları hoşgörmesi bizim de hoşgörmemizi gerektirmez.
TBMM Başkanı’nın herşeyi, kamusal alanı Anayasa’da araması büsbütün yanlıştır. Kimilerinin de bunu sağlamak için Anayasa değişikliği önermesi de sorunu ağırlaştırıcı bir yaklaşımdır. 1961 Anayasası döneminden beri bağlayıcı yargısıyla Anayasa’yı yorumlamaya yetkili tek organ Anayasa Mahkemesi’dir. Her şey Anayasa’da yer almayıp onun yenilenip güncelleştirilen yorumlarla etkili kılınan kurullarıyla anlam kazanır. Zaman, yer, durum yönünden özellikleriyle ele alınıp değerlendirilmesi gereken kamusal alan basit sözcükler ve siyasal yandaşlıkla nitelendirilemez. Recep Tayyip’de vakıf üniversitelerini başka alan sanmış ve uygulamayı oraya kaydırmak istemiştir. Üniversiteler devlet eliyle, yasayla kurulan kamu tüzel kişilikleridir. Devlet üniversitesiyle vakıf üniversitelerini yasaların uygulanma olanı olarak birbirinden ayırmak yanılgıdır. Üniversitelerde başörtüsü kullanma yasağı da Anayasa Mahkemesi’nin 1980/1-12 sayılı kararı ile getirilmiş, bu iptal kararını izleyen yorumlu red kararıyla da görüş pekiştirilmiştir. Anayasa mahkemesi kararlarının Anayasanın 153/son maddesi gereğince kesin bağlayıcılığı gözetilir, yasa üstü, bir tür Anayasa kuralları sayılabilecek düzeyde olduğu gözetilirse yeni bir kural, tanım, dayanak aramaya gerek yoktur. Yazılmasında yadsınmayacak ölçüde büyük katkım bulunan ilk kararda açıklanan görüşler AİHM’in son kararına da dayanak oluşturmuştur. Sorun hem ulusal, hem uluslararası bağlamda çözülmüşken gerginlik yaratmanın ne derece sakıncalı ve zararlı olduğu bilinmelidir. Anayasa değiştirilmeden Anasaya Mahkemesi kararına ters düşen yasa çıkarılamaz.
Sıkmabaş için ölçü arayıp “Kamusal alan” sınırlamak da doğru değildir. Kamusal alanlar kimi zaman özel alan durumuna, özel alanlar da kamusal alan durumuna dönüşebilir. Kullanış amacı, kullanılanlar gözetilirse bu durumlar kaçınılmazdır. Genelde devletin, yönetimlerin malı olan alanlar kamu-kamusal alandır. Yalnız iyelik değil, kullanma da söz konusu olabilir. Özellikler aranır. Şapkayla, sıkmabaşla girilip girilemeyeceği, oturulma, kalma biçimleri, gelenek, görenek, düşünülür. Saygı, uygunluk, kurallar bağlılık, yasal gerek gözetilir. Bir müze, bir park, bir pazar yeri, bir piknik alanı kamusal alan durumuna gelebilir. Gelmediği zamalar da olur. Sokak ve kaldırım bir görev sırasında, bir olay zamanında kamusal alan olabilir. Kaldı ki devletin yerleridir. Hizmet alıp verme görevi ölçü alınabilir. Bunları sınırlamak güçtür. Gereksizdir. En kolayı, en doğrusu, direnmeden vazgeçip girilmeye çalışılan AB ölçütlerini benimsemektir. İnadı sürdürüp sıkmabaşı yaygınlaştırıp, yerleştirme çabası yaptırımları gerektirmektedir. Bunlar yapılmasa yaptırıma da gerek kalmaz. Akımlar tehlikeli olunca önlem doğal karşılanmalıdır. Özgürlük saptırmasıyla dayatmacılık geçerli olamaz, uygun karşılanamaz.
Kışkırtıcılar
Cumhuriyeti, kurucularını, ilkelerini, lâikliği kötüleyenlerin amaçlı eleştirileri köktendincileri kışkırtmaktadır. Hukuk öğrenimi yapıp diploma alan herkes hukukçu olsaydı bu ölçüde hukuksuzluk yaşanmazdı. Hukuku siyasallaştırmaya, demokrasiyi dinselleştirmeye soyunanlar çıplak kalırlar. İktidara gelip iktidar olunamaması bu yüzdendir. Uğraşacak, başarılacak o kadar çok konu ve iş varken sıkmabaşa odaklanıp ona esir, hatta mahkum olmak çağdaşlık değildir.
Millî Çözüm dergisinin Mayıs 2004 sayısının kapağında Atatürk’ün sözüne yer verilerek uyarı yapılıyor. Biz yıllarca bunu söylerken yadırganıp eleştiriliyorduk. Atatürk’ün değerinin bilnmeye başlanması sevindiricidir. Amasya Genelgesi övülmektedir.
Sıkmabaş konusundaki boşuna çabalar için son olarak şunları özetle sıralamak yararlıdır:
1. Bu zamanda 80 yıl öncesinin giyimine özentiyi, dönüşü, dini yönden zorunlu olmayan bir örtü biçimini böyle göstererek, özellikle özgürlükle ilişki kurarak dayatmak ve savunmak çağdışılıktır.
2. Böyle bir örtü biçimi, kimi devletlerin müslüman Başkanlarının başları açık eşleri yanında ve protokol ilişkilerinde ülkemiz ve ulusumuz için iyi kanılar uyandırmamaktadır. Utandırmaktadır.
3. Öğretim ve eğitim yerlerinde kullanılmasına olanak vermeyen Anayasa Mahkemesi Kararı AİHM Kararıyla doğrulanmıştır. Sokağa karışılmadığına göre devletin kendi yerlerine, üniversitelerine karışması yerinde görülmeli, direnmekten vazgeçilmelidir.
4. Gerçek demokrasilerde son sözü yargı söyler. Artık siyasal katlar bu konuda susmalıdır.
5. Yine gerçek demokrasilerde karar bilimsel nedenlerle eleştirilse de saygıyla karşılanır, karara karşı çıkılmaz, uyulur. Meclislerdeki sayısal çoğunlukla Anayasa’ya, hukuka, devlete, ilkelerine karşı çıkılmaz. Böyle davrananlar demokrat olduklarını, değiştiklerini savunamazlar.
6. Kamusal alan, kamu alanından daha geniş de tutulabilir. Görevin, hizmetin ve kurumla durumun özellikleri uygulama için özgünlükler getirebilir. Hukuk ilkeleri, bireylerin kişisel istençlerinin üstünde olduğu gibi, devlet istenci de kişisel eğilimlerden üstün, öncelikli ve ağırlıklıdır. Özgürlükler kişisel değerlendirmelerle özünden soyutlanıp kötüye kullanılamaz. Kamusal alanı coğrafî, geometrik bir alan gibi değerlendirip demagoji yapmanın hiç kimseye yararı yoktur. Hele Cumhurbaşkanlığı’nı bu nedenlerle eleştirmek çirkinliği asla bağışlanamaz. Bu kafalarla bir yere varılamaz.
Atatürkçü Düşünce Derneği
Toplumsal yaşamımız için varlığı zorunlu bir kuruluş olarak övgüye değer çalışmalar yapması özlenen dernek tartışmalı bir ortama getirilmiştir. Bu konuda hiç bir kişisel beklentisi, istemi olmayan, hiç kimseyi desteklemeyen, genel kurullarına katılmayan önceki genel başkanlardan biri olarak tam bir yansızlıkla, tartışmasız bir gerçekçilik ve yapıcı bir tutumla görüşlerimi sözlü ve yazılı biçimde açıkladım. Ama dinletemedim. İkili, oyalayıcı, içtenliksiz tutumlarla yürümek yeğlenince, disiplin ve değerbilirlik gözardı edilince uzaklaştım. İlkeli, tutarlı, içtenlikli, dostça yönelişim, hukuksal uyarılarım aldırışsızlıkla karşılanıp kuruluşa ve yöneticilerine karşı çirkin davranışları olanlara dayanıldı. Benim asla tenezzül etmediğim durumlar hiç bir çekinme, sıkılma duyulmadan çıkarla ilişkilendirildi. Derneğin Tüzük değişikliği için düzenlenen olağanüstü genel kurulu ile son olağan genel kurulundaki aykırılıklar, adına ve onuruna yaraşmayan tutumlar, kimlerin ne yapmak istediklerini daha iyi gösteren davranışlar, gerçekleri örtüp geçmişi kötüleyerek yanlışlıkları geçerli göstermek, çocuk avuturcasına nedenler getirip başkalarını suçlamakla gelişen olaylar kimseye bir şey kazandıramazdı. Nitekim öyle oldu. İçişleri bakanlığının geçersiz saydığı kararlar çabamızın anlamını ortaya koydu. Doğru ve zorunlu tutum şu olmalıdır sanıyorum: Aykırılıkların, yanlışlıkların çarpıklığa dönüşmemesi için ilgililerle görüşülüp çok iyi düzenlenmiş bir Genel Kurul, yine çok iyi saptanmış bir gündeme göre yansız, etkin bir yönetimin başkanlığında toplanmalıdır. Değişikliklerden önceki içeriğiyle Tüzük uygulanmalı, değişiklikler isteniyorsa son Yasa değişiklikleri de gözetilerek bu Genel Kurulda karara bağlanmalıdır. Nutukla, yazıyla, bir etkinlikle, medya desteğiyle, güdümle, bağımlılıkla olmaz. Bu onuru geçersizliği kanıtlanmış şimdiki yönetim taşımalı, ayrılmaları gereğini gözeterek yönetimi yeni ellere teslim etmelidir. Onlardan sonra Tüzük değişikliği kabul edilirse ona göre olağanüstü bir genel kurulda şimdi ayrılanlar yönetime gelebilir. Bu yol izlenmezse, kurucular, önceki genel başkanlar bir çözüm bulmazlarsa Mahkemenin Medeni Yasa ve Dernekler Yasası’na göre atayacağı kayyum kurulu sorunu çözüp aydınlığı sağlamalıdır. Tartışmalı, kuşkulu, gölgeli durum derneğimize yakışmaz.
ADD Şube Başkanları’nın siyasal parti kurulması önerilerinin 2002 genel kurulundan sonra yaşama geçirilmesi, şimdiki yöneticilerden kimilerinin daha önce aynı yolda çalıştıkları, partinin Dernek yönetiminde olmayanlar tarafından kurulmasından sonra dernekle hiç bir ilişkisi kurulmadığı, partiyi önerenlerin bile uzak kalıp partiye karşı çıkıldığı, zararına davranıldığı gerçekleri tersine çevrilerek siyasetle uğraşıldığı için dernek işlerinin aksadığı ileri sürülmüştür. Disiplin suçu işleyenlerin, terbiye dışı bildirilere imza koyanların, ayrılık yaratıp şimdiki genel başkanı bile hedef alanların yönetime taşındığı bir anlayış benimsenemez. Hukuk er-geç egemen olacak, onur kazanacaktır.
Güncel olaylardan kimileri
Milletvekilleri lojmanlarının satılması tamamlanmamışken yeniden lojman yapımına gidilmesi, tepkiler üzerine kooperatifler kurup kişisel olarak konut edinme türüne dönüştürülmüştür. Meclis Başkanı ile Başbakan arasındaki görüş ayrılığı söz konusu olmayıp kısa sürede konutlara başlanacağı görülecektir.
Basına sansür dönemi geri gelmektedir. Bu arada “Mütareke basını”nı aratacak “Mandacı, sömürgeci besleme basın”ın oluştuğu karikatürlerle ileri sürülmektedir. Kimi medya ilgilileri utanmadan Atatürk dönemini kötüleyip ekonomik gelişmenin baskıyla önlendiğini yazabiliyor. 17 Şubat 1923 İzmir İktisat Kongresi, Dünya Ekonomik Buhranı, 2. Dünya Savaşı, Ululsal Kurtuluş Savaşı’ndan sonraki kuruluş dönemi, yokluklar, yoksunluklara karşın kazanılanlar yadsınıyor. Devrim iyileştirme değil, yoktan varetmek, yeniden yapma ve yaratma anlamında bir oluşumu gerçekleştirmek, kötüyü yıkıp iyiyi kurmaktır. Bunları başardıktan sonra iyileştirmek, günün koşullarına uydurmak, yenilemek ve güçlendirmek kolaydır.
Aynı doğrultuda Özel İdare Yasası’nın Cumhurbaşkanı’nın geri çevirme gerekçesini de kendine göre eleştiren, üniter devlet konusunda bilimdışı görüşler sergileyen yazarlar türedi. Tıpkı, hanedan düğünü türü ilkellikleri, çarşaflı görüntüleri kutlayan dalkavukluk yazıları gibi. Oysa eleştirilecek nice düzenlemeler var. Türk Ceza Yasası çalışmaları, Kamu Yönetimi Temel Yasası, demokratik gerekleri gözardı eden Dernekler Yasası ve öbürleri. İşte Yüce Divan’a gönderme kararındaki yanlışlık. En koyu, en tehlikeli, en sakıncalı partizanlık olan kadrolaşma. Diplomalı işsizler. Yeniden gündeme alınan nükleer santraller. Meclis’e büyük cami, genel kurul mescidi, kadınlar mescidinden sonra yeni bir mescidle dördüncü tapınma yeri yaptırılması, DDY binasının otele dönüştürülmesi. Bunları ele alan yok gibi. “Hızlı tren”le halk aldatılıyor.
PKK-Kongra/Gel saldırılarının sürmesi. Yeni şehitlerle yanan yüreğimiz. Fransa’daki Ermeni Dâvası’nı Savunma Komitesi (DCCA)’nin Türkiye Paris Başkonsolosluğu’nu sözde ermeni soykırımıyla ilgili savlarını yadsıdığı için dâva etmesi saçmalığı da ilgi görmedi. Eski DEP’li hükümlülere KESK Genel Başkanı’nın yemek vererek Türk-Kürt ayrılığından ve Türkiye’nin en büyük sorununun Kürt sorunu olduğundan söz etmesi de geçiştirildi. Lâik Türkiye Cumhuriyeti’nin temelini oluşturan ilkelerle bağımsızlığını öne alarak savunmayı “Jakoben, devrimci, işlev yönünden de rasyonel değil” diyerek suçlamak modası yaygınlaşıyor. Atatürkçülere düşmanlık, düşmanlara ödün beceri sayılıyor.


..

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder