22 Mart 2015 Pazar

Çürüme




Çürüme


Yekta Güngör Özden


A Toplumsal dokuda bozukluk belirtilerini üzüntüyle izlemekteyiz. Değerbilmezlik, nankörlük, bencillik yaşamın her alanında çirkin örneklerle boyutlarını artırıyor. Akıl, bilim, ahlâk, sanat, spor, çalışma, okuma, yazma gibi soylu ve düzeyli kişiliğin eğilimleri, yönelişleri, yadsınırcasına dışlanıyor. Eğitim, deneyim, yasal koşullar gözardı edilerek yandaşlık, partililik, yakınlık, bölgecilik, mezhepçilik ve tarikatçılık aranıyor. Kadrolaşma tüm ağırlığıyla sürüyor. Sessiz ve tepkisiz toplum görünümü giderek koyulaşıyor. Herkesin bildiğini okuması, vurdumduymazlık ve adamsendecilkle ivme alıyor. Olağan yollarla yöntemler geçerliğini yitiriyor. Kazanmak, elde etmek, ulaşmak, erişmek için ne yapılsa uygun sayılıyor. Ölçüsüzlük beceri ve başarı olarak algılanıyor. Böylesine karışık bir ortamda ilkeleri savunmak, emeğin, göz nurunun, alınterinin hakkını vermek, değerleri korumak ve yaşatmak kimi güçlüklere katlanmayı gerektiriyor. 1980 sonrasının, özellikle “Özal döneminin felsefesi” nitelemesiyle yakınılan durum geleceğe ilişkin kuşkuları, korkuları beslemektedir. Karamsar olmayanların bile umutsuzluk sözünü ettikleri bir yaşam gerçeğinin sarmalında toplumsal çırpınışlar sezilmektedir. Yakınmalar yayılmakta, çözüm çabaları birbirine eklenmekte, toplumsal duyarlık çağrılarıyla katmanları etkileme girişimleri hızlanmaktadır. Siyasal kesimlerden kaynaklanan düşkırıklığı, dış ilişkilerin ulusal onura ters düşen olumsuzlukları, aydınların anlaşmazlığı, Atatürkçülerin dağınıklığı, lâik cumhuriyet karşıtlarının dayanışması ve olanakları çözüm düşüncelerini yoğunlaştırmaktadır. ABD baskıları, AB dayatmaları, iktidar direnmeleri, bilgisizlik, ilgisizlik, yaşam sorunları, çıkar güdüleri, cumhuriyetin niteliklerine, devletin varlığına yönelik girişimlerle bu konularda verilen ödünler ufkumuzu karartmaktadır. Atatürk aydınlığında, onun gibi düşünmeye, çalışmaya, başarmaya özen göstererek yurttaşlık yükümlülüğümüzü yerine getirmeyi insanlık borcu sayıyoruz.

Dış Dünya

Atatürk’ün Rusya ilişkilerine verdiği önem yeni yandaşlar kazanıyor. Tarihten ders alanların Ulusal Kurtuluş Savaşı sürecinde kurulan dostluk bağlarıyla İkinci Dünya Savaşı ve sonrasındaki soğuk savaş dönemindeki kopukluk ve karşıtlıkların iki yan için de yarar getirmediğini anlamaya çalıştıkları görülmektedir. ABD’nin soyunduğu dünya liderliği, Rusya’nın daha etkili bir atom bombası açıklamasıyla sarsılmaktadır. Irak işgaliyle saygınlığını yitirme tehlikesiyle karşılaşan ABD’nin Türkiye’nin yeni ilişkilerine ve açılımlarına ne diyeceği önemlidir. Atatürk zamanının yürekli, İnönü zamanının incelikli dışilişkilerinin yerini edilgen, güdümlü, ödünlü, ulusal onura pek aldırmayan bir tutum aldığından Türkiye’nin kendine uygun durumları istediği gibi sağlaması kolay değildir. Ekonomik ve siyasal bağımlılık azalmayıp arttığından ABD’nin gözdağları ve baskıları gereken karşılığı görmemekte, ABD Irak’ın kuzeyindeki bölücüler kadar Türkiye’yi önemsememektedir. Fethullah Gülen’in ABD’nde kalışı Humeyni olayını düşündürmektedir. Felluce olaylarının cılız tepkisini bile “not ettiklerini” söyleyecek kadar Türkiye’ye aba altından sopa göstermektedir. Rum Ortodoks Kilisesi’nin ekümenlik savının arkasındaki ABD hiçbir hukuk kuralı dinlememekte, görüşmelerini gözlemci olarak izleyip imzalamaktan kaçındığı Lozan Barış Antlaşması’nın bozulmasına destek vermektedir. Patrik Bartholomeos’un Türkiye’yi yurtdışına şikâyet etmesiyle tırmanan ölçüsüzlüğü ABD kışkırtmasıyla iktidarın çekinmesinin sonucudur. Patrikhane Vatikanlaşmakta, siyasal konum almaktadır.

AB kumar oynarcasına gözlerini karartmıştır. Şantajları iktidarın aczi nedeniyle katlanılmaz düzeye çıkmıştır. Avrupa Parlamentosu Başkanı Josep Borrell Fontelles’in “Kürdistan” sözlerini dil sürçmesi olarak nitelemesi ve dolandırarak usdışı gerekçeler ileri sürmesi, genel bir izlemeyi bırakıp özel yerler seçerek ziyareti, oyunu açığa çıkarmaktadır. Yurtdışındaki Kürtçülerin yaptıklarını, verdiklerini devlet yapamaz ve veremez. Onların etkilediği yabancılar koyu birer kürtçü yandaşı olarak koşullanmış ve önyargılı biçimde ülkemize gelmektedir. Sevr ve Lozan karşılaştırması onların özlemini kırbaçlamaktadır. İktisadî Kalkınma Vakfı ile Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği’nin “Kritik Karar Eşiğinde Türkiye-AB İlişkileri” konulu ortak etkinliklerinde eleştiriye ilkel karşılıkları, kimlerin ne olduklarının göstergesidir. Kimi yerler özel statülüymüş gibi kışkırtmak için özellikle seçiliyor. Söylemlerin hiçbir kanıtı ve gerekçesi de ortaya konulmuyor.

Putin’in Atatürk övgüsü Avrupalıları düşündürmelidir. Özellikle Türkiye’deki Atatürk karşıtlarını daha çok.

Toplum, AB’nin vereceği tarih kadar kendi tarihiyle ilgilenmiyor. Görüşme günü verilse de sonuçta bir şey elde edilemeyecektir. Ama görüşme günü verilmesi AB’ne girilmiş, Türkiye para yağmuruna uğramış, her sorun çözülmüş gibi yaygara yapılacak, aldanan yine halk olacaktır. Kanımca, AKP iktidarı AB’ne girmeyi Türkiye için değil, kendisi için istemektedir. AB ülkelerinin etkin kararlar ve uygulamalarla önledikleri sıkmabaş için yeni gösterilerin, medya girişimlerinin başlaması boşuna değildir. Birbiriyle bağdaşması, uyuşması olanaksız iki durumu savunmak, birinde içtenliksiz ve isteksiz olmayı gösterir. İktidar AB’ne yaranmak ve görüşme günü almak için iyi hazırlanmış yasaları Meclis’ten geçirme maratonunu başlatmıştır. Hukukçuların yakındığı bozukluklar, boşluklar, terslikler, yanlışlıklar, sakıncalarla yürürlüğe konulmak istenilen düzenlemeler -tıpkı ceza indirimleri gibi- gelecekte onarılması güç yaralar açabilecektir. Borrell’in sömürge valisi gibi davranması yasaların AB tarafından dikte ettirildiği kuşkusunu uyandırmaktadır.

Koşul olmadığı yinelenen Kıbrıs için yapılan tartışmalar bu konudaki ikilemi, ikiyüzlülüğü açıklamaktadır. Güney Kıbrıs yönetiminin Türkiye tarafından tanınmasının görüşme günü alınmasından sonra düşünüleceğinin söylenmesi de rumlara açık kapı bırakılması, yeşil ışık yakılması anlamındadır. Başbakan R.T. Erdoğan’ın bu doğrultudaki konuşmaları ödüne hazır olunduğunun bildirilmesinden başka bir şey değildir. Kanımca iktidarın “demokratikleşme adımları” kadrolaşmayı ve bozulmaları anlatmaktadır. Aslında olan hiçbir şey yoktur. Çoğunluk diktasıyla Türkiye için birçok sakıncalar taşıyacak Başkanlık ya da yarıbaşkanlık sistemine gitmeyi istemektedirler.

AB Anayasası lâiklikten sözetmeden kiliseyle ilişkileri 51. maddesinde benimsemiştir. Dinsel açılım ve yön bellidir. Slovakya Ulusal Meclisi sözde ermeni soykırım kararı alarak Türkiye’ye bakışını belirtmiştir. Görüşme günüyle gerçekleşecek güney Kıbrıs’ı tanıma baskısı Yunanistan’ın ve Rum yönetiminin ortak kapanıdır. Kürdistan söylemleri ve PKK’ya af istemleriyle gelişen yurtdışı oyunlar köktendinci kesimin ulusal onura yaklaşımının ne olduğunu da belirlemektedir. Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nde Annan Planı oylamasında ABD’nin para dağıttığını Ferhugen’in söylemesi nelerin tezgâhlandığının dışa vurumudur. Ne ABD, ne AB, ne sözde dostlar son beş ayda 47 askerimizi şehit verdiğimize üzüldüklerini bildirmemişlerdir. Bu acı sorulmamakta, sorumluları eleştirilmemekte, suçlanmamakta, tüm kusur Türkiye Cumhuriyeti ’ne yüklenerek verilmeyecek şeyler istenmektedir. Türkiye gerekenleri yapmıştır, hem de fazlasıyla. Denenecek, bir daha sınanacak olan, sınavda olan Avrupalılar dır. Hollanda kaynaklı son taslak ipe un sermenin örneği. Nazlanan Avrupa kendi geçmişini unutmuş. Çankaya Zirvesi mesajı nasıl etkili olacak?

İç Dünya

Başbakan R. T. Erdoğan bir konuşmasında “İrtica ve bölücülük demirbaş sorunlardır” diyor. Bizler yıllardır ne diyorduk? Bu sorunların çözümlenmesi, giderilmesi için hiçbir etkin önlem almayıp tersine yüreklendirici tutum izlenirse nasıl inanılır ve güvenilir? Irak’ta Türk şoförler öldürülüyor. Son, l Aralık’ta, iki sürücüye daha kıyıldı. ABD’li ve Irak’lılarla yapılan ortak toplantının ne sonuçlar vereceği görülecektir.

R. T. Erdoğan ikidebir “Medeniyetlerin uzlaşması” sözünü ediyor. Medeniyet (uygarlık) tüm insanlığın malıdır, evrenseldir. Erdoğan bu sözüyle dinleri amaçlıyor. Dinler uygarlık olamaz, dinlerin uyuşması, uzlaşması olamaz. Her dinin kendi kaynağı, ilkeleri, değerleri vardır. Her biri ayrıdır. Olsa olsa dinlerin anlaşması anlamında çatışmamasından söz edilir. Özlenen, beklenen, dilenen bu olmalıdır. Bunu da uygarlık sözcükleri kullanılarak anlatmak yanlıştır. Uygarlıklar ayrıymış gibi göstermek doğru değildir. Özellikleri, ayrılıkları olsa da amaçları birdir, insanlıktır. Bunların çatışması olamaz. Komşuluklar, dostluklar, ortaklıklarla birliktelikler çağdaş doğrultunun gereğidir. Barışı ve dostluğu kim istemez? Anlaşma olmadı, görüşme günü verilmedi, AB’ne üye olunmadı diye uygarlıklar çatışmış olmaz. Uygarlıklar birbirini etkiler ama uluslar, devletler birleşememiş, kaynaşamamış olur. Anlayış ve anlaşma sağlanamamış olur. Uygarlıkların karşıtlığı gündeme gelmez. Hem uygarlıktan söz edeceksiniz hem de kadınları kadın hekimlere bırakacaksınız. Böyle olacaksa erkeklerin kadın hastalıkları ve doğum uzmanı olmaları, kadınların da üroloğ olmaları yasaklanmalıdır. O zaman kimlerin ne ölçüde uygar oldukları daha iyi anlaşılır. Tüm bu sorunlar, Atatürkçü olmak varken Avrasyacı olmaya çalışmak gibi boş bir özentiyi anımsatmaktadır. Dışilişkiler uzun yılların deneyimi, karşılaştırmalı değerlendirme, güncel gerekler gözetilerek düzenlenir. Partilere, adamlara göre değişmez. Millî Güvenlik Kurulu önceki Genel Sekreteri’nin “..Gerekirse İran’la..” diye gündeme getirdiği bir başka çözüme bozulan diplomatlar oldu. Ama bugün Rusya ile siyasal flört yapılması uygun karşılanıyor.

AB koşullar sürmeye, yeni koşullar eklemeye hız veriyor. Avrupalılar çıkarları söz konusu olunca hiçbir şey görmez. Rusya-Türkiye yakınlaşması AB’nin olumsuz tutumuna karşılık olabilir. Bir gün AB Rusya’yı da içine alacak değişikliklere gidebilir. ABD karşısında güç gösterisi yapmak için. Avrupalıların kendileri için yapamayacakları şey yoktur. Almanya-Fransa savaşından sonra şimdiki sarmaşdolaş durum bunun bir kanıtıdır.

Türkiye Barolar Birliği hukuk alanında övülecek bir çabayla çalışıyor ve ilgilileri doyurucu biçimde bilgilendiriyor. 1. Ordu Komutanı’nın açıkladığı duyarlık yürekleri serinletiyor.

Milli Güvenlik Kurulu yeni Genel Sekreteri’nin gerici medyayı da çağırarak yaptığı toplantıda “irticâ faaliyetler” sorusunu geçiştirmesi, duymazlıktan gelmesi ilginç bir belirtidir. Türkiye’nin varlığına yönelik iç tehlikenin başındaki kötülüğü önemsememek Türkiye’yi önemsememektir. Güneyde kürtçülerin sözde barış çağrılarıyla giriştikleri ayrılıkçılık da ikiz tehlikenin dış destekli ucudur. Çoğunluğun içindeki insanların azınlık şarkıları söylemesinin anlamsızlığı, sakıncalı bir oyun içinde olunduğunu gösterir. Yakalanan patlayıcılar bayramlar için depolanmış olamaz.

Rum Patriği’nin Türkiye’nin yurttaşı olduğunu unutarak soyunduğu uğraşlar, hiçbir haklı gerekçesi olmayan savına içerden verilen destek düşündürücüdür. Atatürk’ün Büyük Söylevi’nde değindiklerini, tarihsel gerçekleri unutanlardan ne beklenir?

Kimi Tuhaflıklar

Terör örgütü renklerine özgürlük oluru verdiği söylenen Diyarbakır Valisi ile sıkılıp izin aldığı yazılan Emniyet Müdürü konusu da halkın merakla izlediği bir durumdur. Milli Güvenlik Siyaset Belgesi’nin içeriği de iktidar kanadı nedeniyle merak edilmektedir.

Af yasalarının neden olduğu kötülükler sormaca dökümleriyle bir bir ortaya çıkmaktadır. Yine de aynı yol, üstelik diplomalar ve eğitim-öğretim için yinelenmek istenmektedir. Öğretmenler Günü’nde lokma dağıtılıp hatim indirilmesi (Aydın’da), Millî Eğitim Bakanlığı’nın tarikatların genişleyip güçlenmesini sağlayacak Yurtlar Yönetmeliği yeni sorunlar getirecektir. İktidara yaranmak ve inanç sömürüsüyle iktidarda kalmak çabaları nerede olunduğunu anlatmaktadır. Bürokraside yalakalığın artmasından yakınılmaktadır.

Doğalgaza bir yılda yedi kez zam yapılması ekonomik durumumuzu açıklayan belirtilerden biridir.

Beri yandan kültüre, bilime, eğitime karşıtlık sayılacak aymazlık ve bağnazlık sürmektedir. Yargı bağımsızlığıyla, üniversite özerkliğiyle, sağlık ve işsizlik sorunlarıyla ilgisiz AB iktidar kaynaklı gerici girişimleri umursamamaktadır. Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası’nın, Devlet Halk Dansları Topluluğu’nun, Türk Halk Müziği Korosu’nun ve Devlet Tiyatroları’nın sınavlarını yapmalarına karşın iptal genelgesi iktidarın niyetinin göstergesidir. Siyasal tarikat durumuna gelen partilerin mârifetleri bitmeyecektir.

Peyzaj Mimarlarının etkinliğinde açıklanan insansız çevre, çevresiz insan olmaz anlayışı benimsenip özümsenmedikçe yaşam koşullarında olumlu düzelmeler güç gerçekleşir. Ağlama duvarları örmek kendi tutukevimize kapanıp beklemek, doğa kıyımlarına ilgisiz kalmak bizi insanlığımızdan uzaklaştırır. Oysa her amacın odağında insan vardır, her erek insan ve insanlık içindir. Toplumcu, ulusalcı anlayışların bireylerin hak ve özgürlüklerini güvenceye bağlayarak güçlenmesi beklenir. Bu arada Türkiye tarımının yıkımı da öncelik ve ivedilikle el konulacak bir sorundur. Ziraat Mühendisleri Odası Başkanı’nın ayrıntılı açıklamaları düştüğümüz acı durumu göstermekte, önerdiği çözümlere ilgisizlik acıları artırmaktadır.

Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Rauf Denktaş’ın Başkent Üniversitesi’ndeki gerçekçi konuşmasına medya nedense gereken önemi vermedi. Değişik kesimlerden birçok kişinin ilgiyle izleyip alkışlarıyla destek verdiği görüşler, onaylanan davranışlar Ankara’da toplanacak Kıbrıs Zirvesi’ni nasıl etkileyecek göreceğiz.

Putin’in Ukrayna Cumhurbaşkanlığı seçimi sonrası Batıyı uyarması, etki alanının çizilmesi yönünden dikkat çekmektedir. 32 yıl aradan sonra ülkemize gelen ilk Rus Devlet Başkanı olması anlamlı bir yaklaşımın da ilk adımıdır. Ankara trafik düzeninin yakınmalara yol açması nedeniyle incelik gösterip özür dilemesi yetkililerimiz için dolaylı bir uyarıdır.

El Kaide’nin Cidde saldırısı, Irak direnişinin derinliğine uzanmaktadır. Afganistan’da Karzai’nin andiçerek Cumhurbaşkanlığı görevine başlaması geniş önlemleri zorunlu kılması herkesi teröre karşı özene çağırmalıdır. Ülkemizde yitirdiklerimizi düşünüp kimilerine bakınca insan şaşırıyor. Bunlara değinilmemesi çok çok iyi korunduklarına mı, yoksa ajanlık yaptıklarına mı yorulmalı bir kanıya varılamıyor.

Sonbaharla birlikte sanat etkinlikleri yaşamı her şeye karşın renklendiriyor. Konserler, sergiler, gösteriler, oyunlar. Yayın alanında de kültürü zenginleştirme çabaları beğeni topluyor. İktidarlar bilime, sanata, spora ne ölçüde değer verip katkıda bulunursa ya da engel olmazsa, halk diliyle gölge etmezse o ölçüde geçerli ve saygın olurlar. Sanatı ve sanatçıyı umursamayan bir iktidarı kimse saymaz. Sanata ve sanatçıya karşı olanla kimse birlikte olamaz. Toplumsal düzeyi en iyi sanat ve bilim yansıtır, dostluğun ve barışın en etkin aracı da sanattır.

Sanat ve spora sırt çevirip demokratik yolları gözardı edip öğretim ve eğitim kurumlarında terör estiren, kentin sokaklarını savaş alanına çeviren eylemlerin nedeni, gerekçesi ne olursa olsun karşısındayım. Asla uygun bulmuyor, kınıyorum. Demokratik tepkilere zarar verilmekte, soğuk karşılanmasına yol açılmaktadır. Kardeş kavgası kimseye yarar sağlamaz.

Soytarılar

Namusluların namussuzlarla savaşımı güçtür. İsmet İnönü’nün 5 Temmuz 1932’de TBMM’nde basınla ilgili gensoru görüşmeleri sırasında “Bir memlekette erbab-ı namus lâakal eşirra kadar sabur olmazsa...” sözünün günümüzdeki anlamı, koşullarımızın elverişsizliğini ortaya koymaktadır. Yürekli olmaya çağrı niteliğindeki değerlendirme bugün de geçerlidir ama araçlar eşit değildir. Kimi organlara nasılsa gelebilmiş medyanın kimi köşelerine yerleştirilmiş tetikçiler olanaklarını kullanırken namuslu ve onurlu insanlar bir tür yalnızlık içinde uğraş vermektedir. Değerbilmez nankörler, maskaralar, madrabazlar, ikiyüzlüler-çokyüzlüler, şarlatanlar, çıkarcılar, dönekler, niteliksiz ve kişiliksiz asalaklar, terbiyesiz, bilgisiz, bağnaz ve aymazlarla sapkınlar sıkı işbirliği kurmuşlar doğruyu söyleyenleri olmadık nedenlerle suçlayarak tüm şirretliklerini sergiliyorlar. Her yerde, her biçimde ve her kılıkta raslanan aşağılık sürüsü giderek azgınlaşıyor. Saldırmadıkları değer kalmadı. Demokrasiden sözederek onu kötüye kullananlar bu palyaçolar, Atatürk başta olmak üzere kurumlaşmış büyüklerimizi, ilkelerimizi, değerlerimizi, düşünce ve inançlarımızı hiçbir çekinme duymadan kötüleyip karalayan, alçakça davranışlarına yalanlarla dokuyan bu soytarılar görüş, düşünce, eleştiri düzeyindeki konuşma ve yazılara katlanamıyorlar. Saptırıp çarpıtarak okuyucularını, ilgilileri aldatıyorlar. Saldırmak için demokrasi var, savunmak için yok.

Bunlar nasıl oralara gelmişler, nasıl diploma almışlar, nasıl söz sahibi olmuşlardır, şaşılır. Ahlâk, bilgi, erdem, nitelik yoksunu karaçalıcılar bir zamanlar taşıdıkları meslek sıfatlarını da ilgi çekmek için kullanırlar. Kendilerinden başkasını beğenmeyen kıskanç, bencil, ukalâ, konuşmanın anlamını kavrayamaz. Nedenini değerlendiremez. Örneğin, Anayasa Mahkemesi üyelik ya da Başkanlık gereklerinin ayırdında değildir. Zamanında, yerinde, gerekli konuşmaları gelişigüzel görür. Yargıçlık niteliklerini meslek gereklerine aykırı olmayan korumak ve savunmakla yurttaş ve hukukçu olarak yükümlü bulunulan ilkeleri savunmak, karşıtlarının saldırılarını yanıtlamak onun için sakıncalıdır. Soyguncuyu, hortumcuyu, ahlâksızı, yanlı davrananları, ulusal çıkarları hergün çiğneyip yıkanları bırakır, başka hiçbir kişi ve konu kalmamış gibi size ve sizin çaba gösterdiğiniz değerlere yüklenir. Bunu da beceri sayar. Utanma nedir bilmez. Bir zamanlar görür görmez ayağa kalktığı, elini sıkmak için öne geçmeye çalıştığı, bir şeyler öğrenmek ve konuşmak için çevresinde döndüğü insanı kötüleme yarışına girer. Aşağılık duygularının etkisiyle büsbütün çöker. Yaşına-başına yakışmayacak tutumlarıyla gülünç olur. Kendisinden her bakımdan küçük olduğu, meslekte bir şeyler öğrendiği insanın arkasından söylenmedik söz bırakmaz, karşılaşınca ayaklarına kapanırcasına ne yapacağını şaşırır. Deneyimi yetersiz, bilgisi kıt, yetenekleri elverişsizken “hasbelkader” geldiği yerden yararlanarak abuk sabuk konuşup yazar. Başkalarının başından geçtiğini duyduğu olayları kendi başından geçmiş gibi anlatıp yayar. Kendisini biryerlere taşıyanı ve izlenen yöntemi eleştirir. Beğenmediği düzenden yararlanmayı bilir, karşı çıkmaz. Yerleştikten sonra dikleşir. Kimi yeni yetme, sonradan görme, ham kişiler zaman zaman orda burda boy gösterip size sataşarak kendilerinden söz ettirmeye, ilgi çekmeye çalışırlar. Bunlara aldırmak, zaman yitirmek olur. Her havlamaya dönüp bakmak yürümeyi engeller. “Kervan yürür..” sözü bu nedenle dilimizde yer bulmuştur. Gençliğinde sizi saatlerce dinlemiş, bilmediklerini sormuş, öğrendikleriyle mutlu olmuş, yıllar sonra karşılaşınca saygılarını sunmaktan onur duyduğunu yinelemiş yalancılara her yerde rastlanır. Gazeteci, hukukçu, hekim, mühendis, öğretmen, asker, işçi, yönetici, bilimadamı vd. Soyluluk olmayınca mevki, makam, rütbe, sıfat, unvan ve konumun hiçbir önemi yoktur. Kıskançlıktan gözleri dönen bu tür kişileri bilenler bilir, tanıyanlar tanır. Çevresinde “Delinin biri” olarak tanımlananları da vardır. Kendisi kasılır, pozundan yanına yaklaşılmaz. Ondan bilgilisi, ondan yeteneklisi yoktur havasındadır. Konuşması dökülür, yazısı yanlışlar ve yalanlarla doludur, birşey söyleyip yazdığını sanır. Bölücülüğü, yıkıcılığı, anarşiyi, kötülükleri, hukuksuzluğu eleştirmez, korkar, yüreği yetmez, bir gazete ve dergiye sığınır, Türkiye’yi Türkiye yapan ilkeleri, yurdu kurtarıp devlet kuran Türk büyüğünü, insan haklarını, demokrasiyi, hukukun üstünlüğünü, yargının bağımsızlığını ahlâkı ve adaleti savunan yurtseverleri suçlar. Böyle hastalar kamuoyunu yanıltır. Sizinle ne alıp vereceği var, anlaşılmaz. Anlaşılan, değişik bozukluklarla sarsaklığıdır. Bunlarla çalışanlar ne “mal” olduklarını iyi bilirler. “Düşkünlükleri ve düşüklükleriyle rezilin biridir, pespayedir, boş veriniz” derler. Zararlarını azaltmak, önlemek için tanıtmak gerekir. Sizinle konuşmadan, görüşmeden, ilgilendiği değindiği konuyu araştırıp öğrenmeden yazar. Kulaktan dolma bilgilir ve söylentilerle yazılar döşkenir. Sıfatına bakan da adam sanarak okur. Halkın içinde dolaşacak yüzü yoktur. Yüreği yetmez. Karşılanıp konuşmak ve tartışmak korkulu düşüdür. Başkan ve patron dalkavuğu, medya yılışığı öyle çok ki “al birini vur birine” sözü yetersiz kalıyor. Tanıyanların “Zıpır, zibidi, uydu, uyduruk adam. Bırak o oğlanı, onursuz o biçim herifi” dedikleri kimseye kabalık yapıp benim onun diliyle birşeyler söylememe gerek yok. Tartışmadan kaçıp saldırıyı yeğleyenlerle konuşulmaz.

Atatürkçü olmamasına karşın Atatürkçülüğü savunur gibi görünerek küçümser, yok sayar. Ulaşamadığı ciğeri kötüleyen kediler örneği eşiğine yüz sürdüğü, kapısında pineklediği Atatürkçülere sataşır. Bunların ne çocuğu olduğunu, kimlerle ne tür ilişkiler içinde kirlendiğini, kimlerin nasıl kullandığını tanıyanlar anlatır. Terlik bile olamayacakları kişilere pislik karıştıran kalemleriyle dokunduğunu sanarak kabarır dururlar. Kürtçüye, faşiste, şeriatçıya, diktacıya, teröriste, vatan satıcılarına, kiralık ve satılıklara, onursuz ve namussuzlara bir şey söyleyemez. Lâik Atatürk cumhuriyetine ise her yeri yalayan dilini uzatır. Bunların, düzeyine inilse neler söylenip yazılır. Önce kalemini ne yapacağı öğretilir. Anlatılması güç yaşadığı nice maceraları, utanmazlıkları, arsızlıkları, terbiyesizlikleri, özel yaşamındaki bozuklukları, ruhsal dengesizlikleri, meslek sakıncaları neler neler.. Okuduğunu anlamayan, durumu kavrama ve değerlendirme yetisi olmayan, yansızlığını yitirip kötü alışkanlıklarına esir olan, güvenilmeyen inanılmayan toplum mikroplarından uzak durmak onları kendi çirkinlikleriyle başbaşa bırakmak en iyi korunma yöntemidir. Dışlamak, onarılmaz yapıları, iyileştirilmez hastalıklarıyla ne yaparlarsa kendilerine yapmalarını izlemek. Safsataları çıplaklaşan bu şişkin ve pişkinler sırıtır, kırıtırlar, ahmaklığın ve avanaklığın ölçüsüzlükleriyle bildiklerini okumayı sürdürürler. Ne halleri varsa görsünler. Hiç değinmeyince kendilerini doğrulanmış, bizi de kabûllenmiş sayıp şımarıyorlar. Hiçbir kişisel, toplumsal ya da özel bir ilişkimiz yoktur. Mahkûm olur, utanmazlar. Atatürkçü olmamıza, yurttaşlarımızın sevgi ve saygıyla kucaklamalarına katlanamazlar. Bilmeliyiz ki vatanını satanın satmayacağı bir şey yoktur. Üstelik bunlar istemeden verirler. Asıl şebeke de, çete de bunlardır. Şebek de bunlardır. İğrenir, tiksinirsiniz.

Yazının en geniş bölümünü oluşturan bu zorunlu değinme için verilen zamana üzülüyorum. Susmanın sorumluluğunun konuşmanın sorumluluğundan daha ağır olduğunun anlamını, efendiliğin değerini bilmeyen dengesizlere karşı, yaraşır olduklarını söylememiz için gelen uyarı, öneri ve dilekleri gözeterek bunları yazdım. Ne zaman, niçin, nasıl dava açmak zorunda kaldığımı anlamayıp gerçekleri tersine çeviren sözde hukukçular da var. Dâvacı suçlanıyor da davaya neden olana hiç değinilmiyor. Önemli olan vicdanını yastık yapıp yatabilmektir. Kendine hesap verebilmek, kendi yüzüne bakabilmektir. Dürüst olmaktır. İnsan ölür, insanlık ölmez. Her şeyin başı insanlık. 
Çözülmeye, Çökmeye, Çürümeye karşı en etkin güç, İnsanlık. Yargı kesinleşmeden bir kimseye suçlu damgası vurmamak da bu kapsamdadır.

http://www.turksolu.com.tr/71/ozden71.htm

.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder