27 Mart 2015 Cuma

Kara Bulutlar



 Kara Bulutlar



Yekta Güngör Özden
09.05.2005/Sayı:81

Mustafa Kemal’in bir güneş gibi Samsun ufkunda doğuşunun seksen altıncı yıldönümünü kutlayacağımız Mayıs ayına giriyoruz. Büyük kentlerde 1 Mayıs şenlikleri dün geride kaldı. Önceki Nisan ayının son günleri ülkemizin üzerinde kimi kara bulutlarla geçti. İçerde Gediz’de kömür ocaklarında gaz patlaması sonucu yitirdiğimiz 18 işçimizin acısı, dış olaylardaki olumsuzlukların üzüntüsüne eklendi. Ermenilerin yaptıkları ve yaptırdıkları gözardı edilirken, rum-yunan birlikteliğinin oyunları birbirini izledi. Rauf Denktaş’ın AB, ABD ve Türkiye siyasetçilerinin ortaklığıyla uzaklaştırılmasından, yerine MAT’ın getirilmesinden sonra aldıklarıyla yetinmeyenler sözde ermeni soykırım tasarısını sıraya koydular. Ermenilerin siyasal saldırıları sürerken, Atina’da konuk Harp Okulu öğrencilerimizin odasına kirletilerek konulan Türk bayrağı olayı durumu ağırlaştırdı. Yürürlüğü iki ay ertelenen Türk Ceza Yasası değişiklikleri üzerindeki yetersiz değişiklik çalışmaları sürerken Genelkurmay Başkanı’nın açıklamalarına odaklaşan ilgililer değişik yorumlarla anlamazlıktan gelmeyi yeğlediler. ABD Başkanı Bush, ermeni lobisinin etkisi altında konuşmasıyla Türkiye’yi oyalayıp aldattı. Yollamayla Türkiye’yi solladı. Kaliforniya Valisi 24 Nisan’ı ermeni soykırım günü ilan etti. Fransa Cumhurbaşkanı Chirac, Ermenistan Cumhurbaşkanı Koçaryan’la Paris-Kanada alanındaki Ermeni anıtına sarmaş dolaş öpüşerek çelenk koydu. Kendi meclisinde yabancılardan öğüt almayı, ermeni soykırımından edilen sözleri içine sindiren iktidar, uluslararası komisyon oyununa da yattı. Sınırın açılmasını koşul olarak gündeme getiren Ermenistan ödün vermeyi beceri sayan siyasetçilerimize güveniyor olmalı ki, hiç bir şey vermeden her şeyi almayı düşünüyor. Öte yandan İncirlik Üssü’nü kullanma alanı genişletilirken önceki gizli kararnamenin süresinin uzatılmasıyla yetinileceği söylenerek, durum Meclis’ten ve ulustan saklanıyor. ABD yetkilileri de Türkiye yetkililerinin tersine açıklamalar yapıyor. PKK konusundaki atlatmalarını da Türkiye’yle alay edercesine geçerliliğini koruyor. Kime ve nasıl inanılacak? Yunanistan’ın Kardak dalaşması da ilginç. Başbakan RTE’nin olaylara yaklaşımı daha ilginç. Kırmızı çizgileri bir bir siliyor. Abc’ye (w)’nun eklenmesi gibi sinsice.

Köktendinciler boş durmuyor

Avrupa’nın dincileri bizimkilerden katı ve sert. Belirgin tek tanrılı dinler, Allah’ın bir olmasına karşın, her birinin Allah’ı ayrıymış gibi birbirlerine karşılar. Bir tür din devleti durumundaki Vatikan’ın yeni patronu Alman Kardinal Ratzinger, Papa XVI. Benedictus adıyla tahtına oturdu. Türkiye karşıtı sözleri ve çağdışı görüşleriyle tanınan Papa’nın, zamanın koşullarına ve düzeyine aykırı konumu gelecek günlerde tartışılacak mı göreceğiz. Bizans özlemi çeken bir islamiyet düşmanı.

1960 Devrimi’nin ülkemize kazandırdığı kurumların önemlilerinden biri olan Anayasa Mahkemesi 43. kuruluş yıldönümünü; kimi geleneklerini, kimi nezaket gereklerini iterek kutlamadan bir kaç gün önce sıkmabaş yandaşları ilgili kararı ve Mahkeme’yi eleştiren dilekçe verdiler. Hukuktan, hukuk devletinden, dinden, Anayasa’dan anlamayan kışkırtıcı köktendincilerin yazdığı ya da yazdırdığı dilekçeyi yine bu kavram ve kurumlardan hiç anlamadığı belli çocuklar verdiler. İktidara güvenerek parkta imza toplayanlar, halka vereceği bir şeyi olmayanların öne ittiği zavallılardır. Özgürlük adına özgürlüksüzlüğü savunmanın başka anlamı yoktur. Mahkeme Başkanı’nın laiklik konusunda 1989 ve 1990 yıllarında verilen kararlara dayanarak söyledikleri günümüz iktidarının tutumu karşısında yerindedir. Yıllardır anlatmaya çalıştığımızı Başkan yineledi. Yeni bir şey yok. Anayasa Mahkemesi Anayasa’yı yorumlamaya yetkili tek organdır. Kararlarıyla Anayasa’yı güncelleştirir. Anayasa’nın laiklik ilkesi değişmeden Mahkeme kararı değişmez ve yasayla geçersiz kılınamaz. Sıkmabaş konusundaki iptal kararına uyulmasını zorunlu kılan yorumlu red kararını adındaki “red” sözcüğüne dayanarak olağan red kararı gibi gösteren yalancı siyasetçiler çıkmıştır. Dinci siyasetçiler devlete yakışmıyor. Üyelerden özel olarak amaçlı biçimde seçilenler olmuştur. Bunlar, kararlardaki imzalarıyla, konuşma ve tutumlarıyla tanınırlar. Hukukla ilgileri yoktur. Bağımsız yapıya yansız davranışa aldırış etmezler. Kendilerini seçenlere ve düşünce yandaşlarına göre oy kullanırlar. Bilgileri de yeterli değildir, deneyimleri de. Bilinenleri bir kez daha vurgulayarak uyarıda bulunan emekli adayı Başkanın tepki alması doğal.

Konuşmalara, yazılanlara bakınca insan “ne günlere kaldık” demekten kendini alamıyor. Lâiklik ilkesinin değiştirilmesi bile önerilemez. Müslüman demokratlık yerine muhafazakar demokratlığı seçtiklerini söyleyen RTE’a hiç inanmıyorum. Ona yaranmak çabasındaki, değişken, siyasete ağırlık vermiş kimi hukukçuların yanlı ve yanlış görüşlerine yollama yaparak sıkmabaş yandaşlığını sürdüren yazarlar aldanıyor. AİHM, Anayasa Mahkememizin kararlarını geçersiz kılaccak bir kararla sıkmabaşın yolunu açamaz. Olayın güncelleşmesinin sorumlusu konuyu ikide bir ısıtan iktidardır. Anayasa Mahkemesi Başkanı emeklilik konusu olmasa konuşmazdı sanıyorum. Herşeye, hele bir iki üyeye karşın ilkeyi yinelemesi bir aşama sayılır. Emekliliği olmadan sıkmabaşa değinmesi daha uygun olurdu. Kendisi “Emekliliği olacağı için değinmekle içini rahatlattığını” söylemiştir. Siyasetçiler Anayasa’yı anlamıyor, yeminlerini unutuyorlar.

Ülkemize gelen bir çok devlet başkanı müslümanın, müslüman eşinin başı açıkken iktidar yetkililerimizin gittikleri ülkelerdeki devletin müslüman yetkililerinin eşlerinin başları açıkken Türkiye yöneticilerinin eşlerinin dışarıda ve içerde sıkmabaşla protokolde yer almaları doğal olarak dinci gençleri sıkmabaş uğraşına çekecektir. Ayrıca iktidar yetkililerinin eşlerinin görünümü dışarıda ve içerde “ılımlı islam çabası”nın aracı olarak değerlendirilecektir. İktidar yatkın olmasa yabancılar ılımlı islam söylemine dillerine almazlardı. Sıkmabaş olayı gericiliktir.

RTE Avrupalılardan yakınmaya başladı. Kendisi onlara her konuda ödün verdi. Kişilerin neden oldukları olaylardan yakınma hakları yoktur. Ödünlere alışanlar doymadı, daha çok şeyler isteyecekler. İşin ilginç yanı konuşup yazdıklarımızın doğrulanması. Kiminde keşke yanılsaydık. İktidarın takıyyeciliği doğrulandı. Aydın geçinen kimilerinin amaçları doğrulandı. AB, ABD, PKK, Irak konularındaki görüşlerimiz doğrulandı. Yakında Kıbrıs konusundaki haklılığımız da doğrulanacak. Uyum protokolüyle tanıma olgusu tamamlanıyor. İktidar hâlâ tersini söyleyerek gerçeklerden kaçıyor. Karşı koyamıyor, karşı atak yapamıyor, ezilip büzülüyor. Asala’yı bile yeterince kınayamadı, bu nedenle ermenileri suçlayamadı. Önceki iktidarlar da bu konuda gereken canlılığı gösteremedi. Haklı olduğumuzu savunamadı, gerçekleri anlatmakta yetersiz kaldı. Lozan Barış Antlaşması’nın şimdi bile gereğiyle savunulduğunu kimse söyleyemez. Yabancıların karşısında süklüm püklüm durmayı incelik ve efendilik saymak aşağılanmaya katlanmaktır. Daha acı olanı da yabancı ülkelere gidip kendi ülkesini karalamaktır. AB’nin para desteğiyle etkinlikler düzenleyen kuruluşlar da utandırıyor.

TRT iktidarın özel yayın aracı, parti organı gibi. RTÜK’le ilgili Anayasa değişikliği bakalım neler getirecek? Öneriyi anamuhalefet partisi de desteklediğine göre siyasal bir paylaşım kuşkusu duyulabiliyor. Kirli enerji gibi kirli siyasette yeni olaylar istifalar ve suçlamalarla gündemde.

Bu arada Kemal Derviş’in Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı Başkanlığı’na seçilmesi Türkiye için daha iyi oldu. Birleşmiş Milletler Genel Kurulu onayladı. Milletvekilliğinden ayrılacaktır.

İktidara güvenerek

İktidarın tutumu ve ortam her şeye elverişli olduğundan dışta ödünler, içte ödüller, şakşaklar, taktaklar sürüyor. İyi ki bu süreçte, olayların tersine, bizim Atina’dan özür dilememizi öneren biri çıkmadı. Ermeni ve kürt olaylarında tarihsel gerçeklere ve hukuksal gereklere aldırmadan ülkesini suçlayanlar, yabancılardan bu nedenle ödül alanlar çıktı. Nerden gelip nereye gittiğini bilmeyen, ulusal kimliğini inkâr eden, varlığını borçlu olduğu değerleri kötüleyen onursuz, patavatsız, kaba, küstah, ahlâktan ve kişilik değerlerinden yoksun medya baykuşu birkaç tuhaf her zaman çıkabiliyor. Özellikle Genelkurmay Başkanı’nın doğal, haklı, yerinde ama gecikmiş açıklamaları kuyruklarına basılmış gibi kimilerinin çığlıklarına neden oldu. Yıllardır söyleyip yazdıklarımızda ne kadar haklı olduğumuz ortaya çıkıyor. Üstelik biz bunları olmadan ya da olmak üzereyken söylüyorduk, olduktan sonra değil. Biliyoruz ki siz yerinizde sayarsanız sizden sonrakiler sizi geçer, geriye giderseniz onlar daha da ilerde görünür. Genelkurmay Başkanı’nı eleştirirken de iktidara güveniyorlar. Hele Başbakan “Katılmadıklarımız da var” yardımcısı da “Bugünün değil, 85 yılın olayları” dedikten sonra. Hiçbir şeye saygısı kalmayanlar Silahlı Kuvvetlere saldırı için şimdi İç Hizmet Yasası’nın 35. maddesinin kaldırılmasını yeniden gündeme getirecekler. Suçlarını biliyorlar ve korkuyorlar da ondan. Devleti, demokrasiyi düşündüklerinden değil. Din eksenli iktidar da AB’ye güveniyor. Vekil imamlara kadro yasası da böyle kabul edildi.

Meclis Başkanı bey “İstiklâl Marşı’nı korkudan söylüyoruz” demiş. Zaten ilginçliği konuşmalarıyla yansıyan bu Başkanın nerde geldi belli. Parti adının değişmesinden başka bir şey olduğu kanısında değilim. Bu son sözü nerden bakılsa yanlış. Gururla, kıvançla coşkuyla söylenecek Marşın anlamı bilince yerleşmemişse ne denilse boştur. Kahramanmaraş’ın Elbistan ilçesi Kümbetli ilköğretim okulunda Atatürk’e yönelik terbiyesizlik ve milliyetsizlik de iktidara güvenilmese, iktidar bu konulara duyarlı olsa yapılmazdı.

TÜBİTAK’ın yapısını bozacak girişimler de iktidardan geliyor. Yalnız eğitimle, ekonomiyle, askerlikle, yargıyla, hukukla değil, bilimle, sanatla, sporla, her şeyle dinsel bir savaşımda gibiler. Bu tutumları yanlış. Yıllardır dinsel, köktendinci söylemlerle, “Hâkimiyet Allah’ındır” diyerek geldiler. Ulusal egemenliği savunan bizlere düşman gözüyle bakıyorlar. Şimdi Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramını kutlayıp demeçler veriyor, iletiler yayımlıyor, saygı duruşunda bulunup özel defterlere yazılar yazıyor, imza koyuyorlar. Yukarıda değindiğim AKP Genel Başkan Yardımcılarından FIRAT’ın Genelkurmay Başkanı’nın uyarı ve önerilerini üzerlerine almaması gibi. Pişkinlik midir, nedir? Ya da örnek bir algılama, üstün bir kavrama yeteneği, başarılı bir yorum, uygun bir değerlendirme mi? İktidarda AKP yok da başka bir parti mi var?

Ulusal egemenlik hutbesinde Atatürk’ün adının geçmemesi de böyle değil mi? İktidara güvenmese Diyanet İşleri Başkanlığı böyle bir aldırışsızlık içinde olabilir mi? 30 Ağustos Başkomutan Meydan Savaşı’ndan sonra TBMM’nde alkışlar arasında konuşarak görevini yerine getirmenin gönenci açıklayan Mustafa Kemal 1922 sonunda Marmara ve Ege Bölgesi gezisine çıktığında arkasından basılı öneri yayımlayan milletvekilleri padişah-halife olmasını istediler. O cumhuriyeti, ulusal egemenliği seçti. Şimdilerde bile diktatörce davrananlar olduğu gözetilirse Atatürk’ün büyük uygarlık projesi olan ulusal egemenliği yeğlemesinin değeri anlaşılır. Bunu unutmak, unutturmak, önemsiz saydırmak olur mu? Osmanlı’nın ulusun elinden zorla alındığı egemenliği kazandıran Atatürk’tür.

Yaşamsal olmayan savaşları cinayet sayan Atatürk’ün barışa verdiği önemi bilmeyen olamaz. Gelibolu filminde Çanakkale Savaşlarını boş yere yapılmış, gereksiz, sakıncalı gibi gösterip bağımsızlık için savaşın önemini vurgulamamak da yanlıştır. 19. Tümen Komutanı Yarbay Mustafa Kemal’i, savaşmak zorunluluğu doğunca ölümü düşünmeden vatan-yurt savunmasına koşulduğunu anlatarak yaşamsal durumlarda yüreklilik ve bilinçlenme öne çıkarılmalıdır. Emperyalizme, işgale, saldırıya karşı savaş kaçınılmazdır ve bu yolda ölmek de onurdur. Hiçbir ayrım yapmadan her savaşı kötülemek, zorunlu olduğunda savaşmamayı, savaştan kaçmayı, teslim olmayı düşündürür. Genelde savaşa karşı olmak başka, gerektiğinde savunmak için savaşı zorunlu sayıp ölümü göze almak başka şeydir. Sivil itaatsizlik güdüsüyle konuyu çığrından çıkarmanın anlamı yoktur. Kimi yazarlık yapanların bozgunculuğu kendileriyle sınırlı kalmalıdır. Korkaklar kahramanlara, namussuzlar namuslulara düşmandır.

İrticayı, köktendinciliği, bu konulardaki sakıncalı olayları sözde bilimsel alıntılarla açıklayanlar da sırtlarını iktidara dayamış görünmektedirler. Safsataları, terbiyesizlikleri ile kendilerini ele veren “angut, dinozor, lâikçi, zaptiye, statükocu, darbeci, askerci, cahil, sefil, provakatör, şaklaban, madrabaz, zırtaboz, güruh...” gibi nitelemelerle kendi düzeyini ve karakterini ortaya koyan kimileri Atatürkçülüğün çağdaş ve gerçek milliyetçilik ve bu soylu milliyetçiliğin Atatürk ilkelerinden biri olduğunu bilmiyor. Milliyetçiliği kötüye kullanmaları bahane ederek toptan suçlama yarışına giren, yurtdışında ülkesini ve ulusunu karalayan bu malûmlar, karşı olduğumuz ırkçı-faşist ölçüsünde zararlıdırlar. Milliyetçi tehlike değil, güvencedir.

RTE’nin sıkmabaş inadı yandaşlarını yüreklendirmektedir. Nitekim “Bu konuda milletle mutabakat zemini var. Deniz Baykal bunu görmeli” demiş. Baykal’ın göreceği o kadar çok şey var ki. Sıkmabaş desteği olursa kimsenin yüzüne bakamaz. Bay RTE şimdilerde ABD’nin Boğazlara ilişkin istemini düşünsün. İncirlik Lojistik kullanıma açılıyormuş. Önceleri ne yapılıyordu? Çelik çomak mı, spor yarışmaları, konserler mi vardı? Piknik alanı mıydı? Her şeyi herkesten iyi bildiklerini sanıyor ve sakat görüşü savunuyorlar. İnatçılıklarından. Oysa demokrasinin kemirgeni inattır. Cumhurbaşkanlığı köşküne inat 23 Nisan resepsiyonunda Meclis’e sıkmabaşlı eşlerle geliniyor. Tokat’ta törene sıkmabaşlı eşle gelinmesi de öyle.

Atatürk mavisi gökyüzümüz

Karabulutlar kovulacaktır. Atatürk mavisi gökyüzümüz, sonsuza değin bağımsız yaşamımızın güneşli, aylı, yıldızlı güvencesi olacaktır. Bunlar da geçecektir. Tanzimatçı, mütarekeci artığı, Osmanlı kalıntısı, rum, ermeni, arap karması kafalılar ne yazarlarsa yazsınlar Atatürk gerçeği çağdaş Türkiye’nin yaşam özü niteliğini sürdürecektir.

Genelkurmay Başkanı’nın ABD’ye gereğinden fazla övgülü yaklaşımı bile Türkiye karşıtlarını (elbet Atatürkçü lâik Türkiye Cumhuriyetini amaçlıyorum, başka biçimde Türkiye’yi değil) mutlu etmedi. General, siyaset, hele günlük siyaset hiç yapmadı. Böyle makamlarda bulunanların, bu tür görev yüklenenlerin genel gidişe ilişkin sözleri, değerlendirmeleri siyaset değil devlete hizmettir. Devlet siyasetçilerin değil, hepimizindir. İyi ilâç acıdır. Generalin söylediklerinin hangisi yanlıştı? Görevi kapsamındaki durumlara, oluşumlara, ilişkilere, her şeye değinmek kaçınılmaz sorumluluğunun gereğidir. Siyasetin ne iktidarı amaçlayan geniş anlamı ne de bir partinin iktidara gelmesi ya da iktidardan gitmesi için günlük çabaları içeren dar anlamı var. Güvenlik sorunları en başta Genelkurmay’ı ilgilendirir. Silâhlı Kuvvetler cumhuriyetin kurucusudur. Genelkurmay’ı suskun, ilgisiz, iktidar destekçisi görmek büyük yanılgıdır. Doğal olarak iktidar karşıtı da değildir. Kendi görevinin bilincinde, yükümlülüklerini yerine getirmeye çalışmaktadır. Makamları kişilerle özdeşleştirmemek, Silâhlı Kuvvetleri kimi kişisel yanlışlıklar, yanılgılar, aykırılıklar ve çelişkilerle ölçmemek gerekir. Kimi kişisel tutumu kurumun tümüne bağlamamak gerekir. Kişilere bağlı uygulamalar onlarla birlikte gider. Bunlara önem vermek doğru değildir. Konuşmalar kimini yatıştırdı, kimini ayağa kaldırdı sanıyorum. Kurumsallığı kuşkusuz konuşmaya RTE’nin tepkisi yanıtsız kalmamalı idi.

Utanmazlık

Bayrak yakarak sergilenen terbiyesizlik ve insanlıkdışı davranışa Brüksel’deki ermeniler de katıldı. Gerekli yanıtı almayınca durmaları beklenemez. Belçika polisinin ilgisizliği, terörist katil Fehriye konusundaki tutumuyla küçük kraliyetin ne olduğunu bir kez daha gösterdi. Kışkırtmalara gelmemek başka, haydutluğa kalkışanlarla onlara ortam hazırlayanlara gereken yanıtı vermek başka. Genelkurmay Başkanı’nın konuşmasından tedirgin olan AB üyesi ülkelerin Ankara Büyükelçileri olanları ve olacakları göz ardı ederek konuşuyorlar. Kendi ülkelerinde Türkiye’deki olayların en küçüğü olsa ne yapacaklarını şaşırır, en sert önlemleri alırlar. Fransa’da iktidar ve muhalefetin ermeni şamatalarına katılıp destek vermesi, Sosyalist Parti’nin “Soykırımı inkar etmek suç sayılsın” biçimindeki hukuk dışı yasa önerisi işi nereye götürdüklerinin kanıtıdır. Diplomatımızı bile konumunu gözetmeden mahkemeye vermeleri gözü karalığın ve şirretliğin ölçü tanımazlığını anlatmaktadır. Büyükelçiler anlamalılar ki cumhuriyeti korumakla görevli güçler siyasete girmemek, bir olay yaratmamak, yönetime anlatmamak, hukuk dışına çıkmamak için çaba ve özen gösteriyor. Uyarıyor, öneriyor ki iktidar demokratik çizgiden ayrılmasın,düzeni bozmasın. Kötü niyetli olunsa bunları söylemeden uygun buldukları ne ise onu yaparlar. Silahlı Kuvvetler hukuka saygılıdır. Askerler, sivillerin çoğundan da daha demokrattır. Kimi olumsuz örnek genelleştirilip örnek olarak olarak alınamaz. Doğruyu kınamak doğru değildir. Zenginler Kulübü’nün elçileri sözde ermeni soykırımı için birbiriyle yarışırcasına parlamentolarında karar almayı büyük bir aymazlıkla sürdüren nerdeyse övünecekler. Polonya’yı Avusturya, Güney Kıbrıs, Belçika, Yunanistan, Fransa yalnız bırakmıyor. Ne bitmez, tükenmez kinmiş bu? Yunanistan Anadolu’ya çıkıyor, yapmadığı kötülük kalmıyor. Yenilip gidince işgale kalkıştığı ülkeleri suçluyor. Hangi yüzle? Teröristleri besleyen, diplomatlarımızın öldürülmesine sevinen onlar değil mi? Nerde insanlık, nerde dostluk, nerde komşuluk ve nerde hukuk? Atatürk’ün topraklarımızda yatan anzakları evlatlarımız sayan güzel sözlerini düşünsünler. Türkiye’den güçlü ses çıkmıyor. Tarihi çarpıtarak sürdürülen karalama kampanyası saldırıya dönüştü. İsviçre’nin Türk Tarih Kurumu Başkanı için tutuklama kararına yönelmesi ikiyüzlü ve çıkarcı batının gerçek yüzünü ortaya koyan bir çirkinlik taşımaktadır. Almanya Başbakanı Schröder’in Marmara Üniversitesi’ndeki doktora töreni konuşmasında Fener Rum Ortodoks Kilisesinden “ekümenlik” diye söz etmesine “aktif politikayı izleyeceğiz” çıkışıyla geçmişi kötüleyen şimdiki siyasetçiler ses çıkarmadılar. Susmuş olup AİHM’nin Apo için açıklayacağı kararı benimsetmeye çalışıyorlar. AB üyesi olmadan AB’nin yargı yetkisini kabul etmenin sıkıntılarına katlanılacaktır.

TBMM Başkanı’nın Anayasa Mahkemesi ve Başkanı hakkındaki gereksiz sözleri gerekli yanıtları almaktadır. Çıkışının birçok nedeni olabilir ama hiç biri söylediklerini haklı kılmaz. İktidarlar yargıyı ayak bağı ve engel sanarak saldırırlar, etkisiz ve güçsüz kılmaya çalışırlar ama muhalefete düşünce akılları başlarına gelir, pişmanlıklarını açıklarlar. Bu iktidar bir gün mutlak muhalefet olacaktır. Bilgi yetersizliği, insan ilişkilerinde başarısızlıktan terbiyeye değin kimi durumları çağrıştıran kaba sözler, kinci davranışlar büyük bir bozukluğun yaşandığı göstermektedir. Bu başkan bir zamanlar Cumhurbaşkanı’nın konuşmalarına yollama yaparak “Şeyini şey ettiğimin şeyi..” gibi bir söz de kullanmıştı. Sıkmabaşlı milletvekilinin fotoğrafı önünde “Bunu dışarı atanlar şimdi dışarıda” derken de önceki liderleri ve ustaları Erbakan ile Kutan’ı unuttu. Önemli olan, Anayasa yargısısının işlenmesidir. Bu işlevi yüklenen organın adı değildir. Avrupa’da Anayasa Mahkemesi, Yüksek Mahkeme, Anayasa Konseyi adıyla onlarca kuruluş var. Anayasa yargısına geçmeyi bekleyen üç ya da dört devlet ancak kaldı. Kuşkusuz ve tartışmasız ödünsüz biçimde ulusun olan egemenliğin yetkili organlar eliyle kullanılması kuralını kaldırmayı, Anayasa Mahkemesi’ne siyasal ağırlık vermeyi düşündüklerine göre iyice hukuk dışına düşmektedirler.

Yıpratmayacakları, yıkmayacakları bir şey kalmayacak . üniversiteleri de bölecek, yandaşlarıyla dolduracaklar. Nasıl da birbirlerini savunuyorlar. Arınç’a arka çıkan yöneticiler, AKP milletvekilleri aynı kapta neleri talim ettiklerinin kanıtıdır. Ama aynı tepkiyi aynı şeyleri daha önce söyleyen Genelkurmay Başkanı’na karşı veremediler. Medya da öyle. Sus-pus oldular. Anlamazlıktan geldiler, hatta övdüler. Muhafazakar demokratlık böyle oluyor. Bu arada Genelkurmay Başkanı’nın “17 Aralık başarıdır” sözleri de uygun davrandıklarına kendilerini inandırmaya yetmiştir.

Atışma türü tartışmaların kamuoyunda iyi karşılanmadığı izlenimi alınmaktadır. TBMM’ni ve Türkiye’yi kimlerin “yaşam alanı” yapmak istediğini artık herkes görüyor. En başta AB ve AB ödüncüleri.

Bir Işık

Değerli yazarlarımızdan Turgut Özakman’ın “Şu Çılgın Türkler” adlı yeni yapıtı yaşamsal savaşları, Ulusal Kurtuluş Savaşımızı, ulusalcılığı suç sayarak ulustan olmayanların ipliklerini pazara çıkaracak biçimde anlatmaktadır. İsyanları, ihanetleri, güçlükleri, uyduluk ve uşaklığı gözler önüne seren yeni romanı kendini bu ulusun bireyi sayan herkes okumalıdır. Medyanın büyük kesimini ele geçirerek okuyucuları kandırmaya çalışan yabancı kuklalarının oyunları daha iyi anlaşılacaktır. Atatürk’ün büyüklüğü, Atatürkçülüğün değeri bir kez daha belirginleşecektir. Ulusal yaşamımızın kara bulutlarla üzüntü verdiği günümüzde Turgut Özakman’ın tuttuğu ışık nedeniyle kendini ve bu doğrultuda çalışıp ürün verenleri kutluyorum.

İleri Yayınları 3 yılını doldurdu. Yeni yaşında başarılarının artarak sürmesini diliyorum. Eğitim, bilgi, kültür, sanatla Atatürk yolunu daha çok aydınlatma çabalarını övgüyle karşılıyorum. Gençlerle kutlama toplantısında birlikte olmaktan mutluluk duydum. Nice yıllara!

http://www.turksolu.com.tr/81/ozden81.htm

.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder