22 Mart 2015 Pazar

Karmaşa ve Kargaşa




Karmaşa ve Kargaşa



Yekta Güngör Özden

Cumhuriyetin ilânından 81, Atatürk’ümüzü yitirmemizden 66 yıl sonra giderek artan ve yayılan endişeler içindeyiz. İnsanlığın en güzel iklimi olan barışa ateş düştü. Irak’ı işgal eden ABD’nin insafsız ve vicdansız saldırısı sivillere, çocuk, kadın, yaşlı, hasta ayrımı yapmaksızın Felluce’da tüm şiddetiyle sürmekte, Filistin Lideri Arafat’ın ölümüyle Ortadoğu yeni karışıklıklarla karşı karşıya kalmakta, AB’ne katılmak için istenen her ödünü vermeye hazır Türkiye üzerinde içimizdeki işbirlikçilerin çığırtkanlığıyla yeni oyunlar hazırlanmaktadır. Varlığı yadsınan insanların ümmet durumundan ulus düzeyine yükselmeleri, ülkenin her yerinin kanlarla sulanarak düşmandan temizlenip kurtuluş ve bağımsızlığın sağlanması, Türk Mucizesi’ni izleyen Türk Devrimi ile kuruluşun çağdaşlık yolunda atılımları birbirine ekleyerek Cumhuriyetle demokrasiyi sağlaması gereğiyle değerlendirilememektedir. Rozet takarak, nutuk atarak, resim asarak Atatürkçü olduğunu sananlarla, Atatürkçü olduğu sanılan kimileri yılda bir 10 Kasım günü Atatürk’ü biçimsel anışla yetinmekte, bir de ulusal bayramlarda yine biçimsel bağlantılarla adından söz edilmektedir. Ne mutlu Türk’üm diyerek coşkusunu ve kıvancını açıklayan yurttaşlarımızın Atatürk’ü bir kişi değil Türkiyemizin tarihsel, doğal ve ulusal tüm değerlerinin simgesi, Türkiye aydınlanmasının kaynağı, Türkiyemizle özdeşleşerek kurumlaşan ilkeler anıtı olarak düşünmeleri gerekir. İletilerle, defterlere yazı yazmakla, tören ve toplantılarda konuşmakla, “Ben Atatürkçüyüm” demekle Atatürkçü olunamaz. Hangi ulusun, hangi ülkenin Atatürk gibi bir değeri var? Güçlükler ve ateşler içindeki ülkelerin Atatürkleri olsaydı bugünkü durumlara düşmezlerdi. Bizde bozuklukları tiksinti duyuran kimilerinin Atatürk ve lâik cumhuriyet karşıtlıkları insanlık niteliklerinden yoksunluklarının kanıtıdır. Yabancılarla işbirliğine girişip onların uydusu ve uşaklığına soyunanlar 10 Kasım’larda bir kez daha düşünmelidir. 10 Kasım’lar gerçekte kendini sorgulayıp yargılama, kendine gelme, Atatürk’e hesap verme günleri olmalıdır. Başbakanın lâikliği kendi felsefeleri doğrultusunda yorumlayıp güne uyumundan sözetmesi, eğitim ve bilgi düzeyiyle yaptıkları gözetildiğinde yadırganmamalıdır. Lâiklik konusunda önceki sözleri, lâiklikle asla bağdaşmayan tutumları, eşinin sıkmabaşlı direnişi bilinmektedir. Şimdi başka şey yapacak ve söyleyecek değildir. Lâiklik bireylerin inanıp inanmama özgürlüğünün güvencesi olmaktan başlayıp devletin dinler karşısında bağımsızlık ve özgürlüğüyle anlam kazanır. Devlet, toplum, aile yaşamında, eğitim, sanat, spor, siyaset ve her şeyde aklın ve bilimin öncülüğünde çağdaş yaşam biçimini öngörür. Özü, kaynağı, temeli, ereği, amacı, içeriği ve niteliği asla değişmez. Başbakanın kendine göre yorumu ancak kendini ve yandaşlarını bağlar. Sıkmabaştan başka verecekleri bir şey olmadığı için sıkmabaşı benimsetmekte amacına uygun açılımı lâiklik sanmaktadır. Üstelik AB’ne giriş sürecinde bu konuda Avrupalıların tutumunu bile bile. Oy deposu kesime “Ne yapalım biz dayattık, direndik, uğraştık AB yüzünden olmadı” demek için. Gerçekten AB konusunda içtenlikli olsalar, gerçekten lâik olsalar, gerçekten din kurallarını iyi bilip iyi yorumlasalar, gerçekten siyaseti dinselleştirmek, dini siyasallaştırmak istemeseler böyle davranmaz, böyle konuşmazlar. Takiyye ölçüsüzlüğü, her ortamdan yararlanma kurnazlığı sırıtıyor.

Çarpıklık

Düşündüren, burukluk yaratan, umutsuzluğa ve karamsarlığa neden olan öyle olaylar yaşanmaktadır ki insan ne diyeceğini, ne yazacağını şaşırıyor. Yaşıyla, görev katıyla, meslek çizgisiyle, özetle konumuyla kendisinden beklenmeyecek aykırılıklara, çelişkilere, çirkinliklere düşenler var. Konuştuğunuza, tanıştığınıza, adam yerine koyup selâmlaştığınıza pişman oluyorsunuz. Bunlar, mevki, makam, yükselme, yerinde kalma için her duruma katlanan niteliksizlerdir. Kimileri yalancı, dedikoducu, armağan dağıtarak dolaşıp konuşup görüşecek düşünsel hiç bir birikimi olmadığı için boşluğunu ziyaretlerle kapatan birine inanır, kimileri nezaketin gereği olan yanıt vermeyi bilmez, gerçekten korktuğu gerçeği araştırıp sormamasından bellidir. Bir zamanlar gölgesinden yakın olduğu kişiyi karalar. İyi dilekler sıraladığı, övgüler yağdırdığı, birlikte görünmek için çırpındığı insan görevden ayrılınca görevdeyken arkasından yaptığı karalamaları genişleterek sürdürür. Böylesi kişiliksizlere inanan, bunlarla ilişkisini sürdüren zavallılar birgün sokağa çıktıklarında, ünvanlarından uzaklaştıklarında kimse yüzlerine bakmayacaktır.

Giderek daralan kemendiyle IMF esareti yoğunlaşıyor. AB’ne girdikten sonra Para Birliği’ne girme süreci vs. derken teslimiyet tamamlanacak. Sahte Atatürkçüler gibi sahte dindarları ve sahte demokratları da eleştirmek gerekir. Ne yazık yanlılık sürüyor.

Adalet Bakanı Apo için komutanların eleştirilerine “Ayrıcalık yapmıyoruz” yanıtını verdi. Başka nasıl ayrıcalık olacak? Tüm tutuklu ve hükümlülerin cezaevlerinde yatmalarına karşı Apo’ya niçin İmralı’da bakılıyor? Ona tanınan olanaklar, gösterilen özen, hangi tutuklu ve hükümlüye gösteriliyor? Bırakın tutuklu ve hükümlüleri, devleti koruma görevi yapan kimlere gösteriliyor? Önemli görevlerde önemli hizmetler yapmış kimi emeklilerden Başbakanlığın oluru kaldırılmadan taşıt aracı geri alınmamış mıdır? Koruma yönetmeliği gereği koruma görevlilerine verilecek taşıt aracı verilmiş midir? Kurumun vermesi gereken araç Başbakanlıkla anlaşma içinde 20 yıldan daha yaşlı önerilerek kullanılması engelenmemiş midir? Emekli Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı bu ve benzer nedenlerle korumalarını geri göndermemiş midir? Emekli Anayasa Mahkemesi Başkanı korumaların geri çekilmesini isteyen dilekçe vermemiş midir? Bu kişilere bir kez olsun bu konularda çektikleri sıkıntı ve durumları sorulmuş mudur, çözüm için ilgilenilmiş midir?

Kötü Olasılıklar

Yargıtay’a saldırıları, Bölge Adliye Mahkemeleri’nin kuruluşu tamamlanınca oralarda kimlerin nasıl görevlendirildikleri ortaya çıkınca saptanacaktır, nelerin izlendiğini göreceğiz. Üniversitelerin bölünerek Üniversitelerarası Kurul’da ve YÖK’te egemenliği ele geçirme çabaları, Anayasa değişikliğiyle yargıda etkinlik sağlama hırsı ülkemize nelere mal olacak onları da göreceğiz. İktidar Başbakanlık İnsan Hakları Danışma Kurulu Raporu’nda kendisine yönelik eleştirilerden rahatsız olduğu için Azınlık Raporu’na karşı çıkarak tepkisini gösterdi. Yoksa Azınlık Raporu işine geliyordu. Kendi ümmetçi düşüncelerine uygundu. AB’nin sempatisini kazanmak için azınlık konusunda bir şey söylemekten kaçınmaktadır. Alman Yeşiller Partisi Eş Başkanı Claudia Roth’un “Kürtleri tanımanız AB kilidini çözer” saçmalığına iktidardan gereken karşılık gelmedi. Çoğunluğu azınlık yapma çabasının altında yatan, ilerde toprak kopararak kendi devletini kurmak, Türkiye Cumhuriyeti’ni parçalamaktır. Çoğunluktaki bir insanın azınlık olmasını istemesinde akla, mantığa aykırılık açıktır. Anayasa’nın değiştirilmesinin önerilmesi bile yasaklanan kuralları, tarihsel gelişimi gözardı edilip “kürt ulusu” yapaylığı ve ayrılığının Anayasa’ya yazdırılması kalkışmaları başka türlü yorumlanamaz. Batılılar Türklerden çok kürtleri düşünmektedirler. Türk düşmanlıkları Sevr’in öcünü, Lozan’ın intikamını almak çabaları çok belirgindir. Bizden de Bn. Roth gibi birileri çıkıp “AB’ne üye olmaya değer mi” diye neonazilerin cirit attığı Almanya’yı denetlemeli, AB ülkelerinin cezaevlerinin ne olduğunu görmeli, göstermelidir. Ne yazık ki YÖK bahanesiyle güneydoğu illerinden gelen öğrencilerle İstanbul ve Ankara’da buluşan belli örgüt militanları Apo lehine slogan atmakta demokratik olanla anarşik olanı ayıramayanlar çevreye zarar da vermektedir. Gençler AB’ni, ABD’ni, onlara teslim olanları, uşaklık edenleri, uydu durumuna düşenleri, Atatürk’ü, laik cumhuriyeti ve Lozan’ı kötüleyenleri kınamıyorlar. TÜRKSOLU gazetesi ve çevresiyle, kimi gençler ve öğrencilerin sınırlı tepkileri özlenen genel duyarlılık için yeterli olmuyor. Bu arada AB Anayasası’na ve Nihai Senet’e gözlemci ve aday ülke olarak konulan imzalar bu metinlerin benimseneceğinin belirtilmesidir. Koşulların, kuralların ve kabulünün ön olurudur. Başbakan ve Yardımcısı bu imzaları atarken AKP Ankara Milletvekili Ersönmez Yarbay “Partisinin sıkmabaş konusunda geri adım atmadığını, yalnızca bu konuyu ertelediklerini” söyledi. AB’lileri aptal yerine koymuş olmuyorlar mı? AB’liler bunu bilmiyorlar mı? İktidarın Şeriat özlemi dönmemekte, artmaktadır. AB ne derse suskunluğu boyun eğmeye yeğleyen iktidar Irak’ta kamyon şöförlerinin öldürülmesinde de suskundur. Yüzbinden fazla sivilin ölmesine göz yuman Batılılar safında yer alan iktidar Atatürk’ün sözleriyle, resimleriyle uğraşarak onu unutturmak sevdasındadır.

AB desteğinde ayrımcılık

Genel ve yuvarlak konuşup hangi haklarının tanınmadığını söyleyemeyen kürt kökenliler, üstün oldukları olanakları da saklamaktadırlar. Verilmeyen hangi hakları var, belli değil. Evliliklerle, dil, din, toprak, yazgı birlikteliğiyle kültür kaynaşıklığıyla oluşan ulusal yapı içinde ayrılık güdenlerin aymazlığı yurtseverleri düşündürmelidir. Atatürk’ün “Türk ulusu” tanımı, vatandaşlık nitelemeleri, ülkenin ve devletin adı karanlık kafaları aydınlatmalıdır. Irkçılık peşinde koşanlar uyanmalıdır. Toprak alımlarıyla Hatay sorun olarak gündeme getirilecektir kuşkusu yayılmaktadır. Tüm bu olumsuzluklar karşısında iktidarın suskunluğundan daha ilginç olanı olanaklar içinde yüzen, Cumhurbaşkanlığı, TBMM, Başbakanlık, Bakanlık, milletvekilliği, generallik, profesörlük, hemen hemen her şey verilen kürt kökenlilerin suskunluğudur. Sözde bağımsızlıktan yoksunlarmış gibi sapkın girişimler kimseye yarar getirmez. Cumhuriyet ulusalcıdır. Ümmetçiler asla cumhuriyetçi olamayacakları için iç ve dış cumhuriyet karşıtlarınca kuşatılır, kucaklanır ve kullanılır. Müslüman, iyi müslüman olan alevileri müslüman değilmiş gibi azınlık gören anlayış, gelecekte Türkleri azınlık yapmak isteyecektir. Gidiş bu yoldadır. Tüm bu kötülüklere sesini çıkarmayıp sözde azınlık raporuna tepki vermenin çelişkisi de açıklanır gibi değildir.

En güvenilir gazetelerde “Annan Plânı lehimizdedir. Federatif yapı neden olmasın? Yıllardır Türkiyeliyiz demiyor muyuz?” görüşleri demokratlık adına yer alırken iktidar yalakalığı şampiyonlarının sözde ermeni soykırımını tanıyarak başımızı kumdan çıkarmamız önerisiyle, geleneksel başörtüsünü bugünkü öcüleştiren sıkmabaşla bir tutma çabalarına şaşmamak gerekiyor. Anayasa’nın açıklığına karşın olumsuz öneriler, geçersiz görüşler, gerçekdışı savlar ve yapay dayanaklar bilimadamlarının ağzından duyulunca şaşkınlık daha da artıyor. Çok kimse haddini bilmiyor. Basın etiği olmayanlar, “Hâkim etiği” diyerek ilgilileri yargı ettiği için eleştirdiğini söylüyor. Çağdaş uygarlık düzeyini her zaman gelecek için öngörecek öneriyi algılayamayan, kavrayamayan yazarlar, bilim adamları var. Kitle örgütleri güçsüz. Kimileri AB parasıyla çalışmalar yapıyor. En iyi olması gerekenlerden kiminin yönetimi geçersiz, hukuka aykırı oluşumu biçimsel nedenlerle korumayı yeğliyorlar. Yurt düzeyinde geçerliğe çağrı duyulmuyor. Herkes durumunu sürdürmeyi uygun buluyor. Yazık. Aydınlar çelişkili ve suspus. Yurttaşlar tepkisiz. Olumsuzluklar kanıksanıyor. En tehlikeli olan da bu. Eşarp reklâmı gösterilip sıkmabaş reklâmı yapılıyor. Niyet belli. İftar yarışı modaya dönüştü. Boşalan işyerleri, tenhalaşan sokaklar nerelere kaydığımızı, sürüklendiğimizi gösteriyor. Görevi bırakıp, tutmadığı orucun iftarına koşanlar, gösterişçiler, yaranmaya çalışanlar, gerçek müslümanları üzüyor. Fakir çok. İftar yemekleriyle hoşgörünüp, gönül alıp tepkileri bastırmaya çalışıyorlar. İftar yemekleri dinsel sömürü düzeyine geliyor.

Hınzırlık

Yeterli bilgi ve kültür donanımı olmayanlar, bulundukları, nasılsa gelmiş oldukları makama dayanıp birşeyler söylüyorlar. Demokrasinin sınırı kendisidir. Hak ve özgürlükleri kötüye kullananlar ondan yararlanma gücünü yitirirler. Başka bir hak ve özgürlüğün sınırında durmak, onları ortadan kaldırmayı, etkisiz ve geçersiz kılmayı düşünmemek gerekir. Herkese göre ayrı bir demokrasi olamaz ve demokrasi araç olarak algılanamaz. Yasalarda şeriat düzenine uygun kurallar yer alamaz. Kadın sanıkları kadın hekimlere bırakmak düşüncesi ilkelliktir. AB yandaşlarının, yabancıların azınlık, patrikhane, ruhban okulu, Kıbrıs dayatmaları yanında bir de Zana aşkı nelerin kotarılmak istendiğinin kanıtıdır. Atatürk’ün Söylevi’ni bir kez daha okumaları gerekir. Atatürkçülüğün abc’si Büyük Söylev ile Medenî Bilgiler’dir. Takmalarla takıntılarla uğraşan kimi siyasetçilerin nereden gelip nereye gitmek istedikleri irdelenmelidir. Yasama organında sayısal çoğunlukla her şeyi yapaçaklarını sananlar katılıklarını, uyuşukluklarını, uykularını bırakmalıdır.

Kör dövüşü örneği siyaset, ticaret ilişkileri sürüyor. Gerçek, ciddî, bilimsel, kalıcı, mutluluk verici bir gelişme yok. Sözlerle gürültülerle sonuç almak beceri sayılıyor. Her şeyi çarpıtıyor, saptırıyorlar. Amaç Atatürk’ü ve Atatürkçüleri kötülemek. O’nun ne koşullarda, ne durumda, neleri yenip göğüsleyerek, nelere katlanarak, neleri başararak nereden nereye getirdiğini unutmak ve unutturmak istiyorlar. O olmasa şimdi ne durumda idik, düşünmüyorlar. Mekke-Medine dahil kutsal topraklar kimlerin elinde olacaktı?

Atatürk, yayılmacılığa, sömürgeciliğe, para kaynaklı, para ölçülü güce, emperyalizme karşı idi. Bağımsızlık savaşını insanlık düşmanlarına karşı verdi. Tutsak uluslara örnek, ışık, kaynak oldu. Uygarlıklara, eşit ve yararlı ortaklıklara, dostluklara, barışa asla karşı değildi. Özbenliğini koruyarak, bağımsızlığından ödün vermeyerek çağdaş olanakları edinmekten yana idi. Bilim ve teknolojiye bu nedenle değer vermişti. Yaşamsal olmayan savaşı cinayet sayıyordu. Macera peşinde olmadığı için “Anaların acısını yüreğinde duymayan komutan olamaz” demişti. Atatürk’ü yeterince tanımayan, anlamayan, Atatürkçülüğü kavrayamayan faşist-şeriatçı karışımı kişiler, liberalizm doyurmasıyla Atatürkçü ekonomi, Atatürkçü dış politika olamayacağı savını geveler durur. Bal gibi olur. Türkiye’nin koşullarına özgü akılcı, bilimsel, ilkeli, tutarlı ekonomi ve siyaset Atatürk’ün gösterdiği doğrultuda yürütülerek olur. İlkeler gözetilerek düzenlenen ekonomi ve kurulan ilişkilerdir. Tıpkı Fransa’nın, Almanya’nın, İngiltere ve İtalya ile öbür kimi ülkelerin kendi yararlarına uygun görüş ve yöntemlerle yürüttükleri ekonomi ve siyaset gibi.

İlkeler

Tekil devlette tek ulus vardır. Birey, birden fazla devletin vatandaşı olabilir ama devletin tek bir vatandaşlığı olur. Bir devlette iki ulus, iki vatandaşlık olmaz. Tersine öneri ve kalkışmaların amacı ayrı devlete gidecek yolu açmaktır. Kendi azınlıklarına ilgisiz Avrupa, Türkiye için dayatmaktadır. Biz gereken duyarlılığı göstermezsek dayatmalar artar ve ağırlaşır. Siyasal ve ekonomik bağımsızlık ülküsü kötü bir şey mi ki, karşı çıkılıp eleştiriliyor? Emperyalizmin maşaları, tetikçileri, tellâllığına soyunan madrabazları, medyadaki kimi maskara ve şarlatanlar boş durmuyor. Her şeyi AB ve ABD’nden bekleyen, kendine güvenmeyen duyarsız yeni mandacılar, çıkarcı, nankör ve sapkınlar. Atatürk ve arkadaşlarının büyüklükleri, Cumhuriyetin yüceliği her gün biraz daha göz kamaştırıyor.

Yurdu kurtaran, devletimizi kuran en büyük Türk büyüğüne saygı duruşundan kaçınan, çirkin sözler ve gürültülerle saygısızlık edenler önce kendilerinden utanmalıdır. Toplum solucanları değişik kılıkta, değişik yerlerde kinlerini kusmaktadır. Hele medyadakiler.

Bu sayının yazısını kimi ilginç olayları belirterek bitirmek istiyorum:

Başbakan Yardımcısı görevlisi olduğu devleti savunacak yerde eski Partisini savunuyor. AİHM’ne gönderilen dilekçeyi görevine göre değil, ideolojisine göre düzelttiriyor.

TBMM Başkanı dinsel günlerdeki iletileriyle lâik cumhuriyete yeni yüz vermeye çalışıyor.

Yeni Türk Ceza Yasası yürürlüğe girmeden indirimler nedeniyle köktendinciler bir bir salıveriliyor. Bu arada kendi varlığına yönelik girişimlere karşı sesini çıkarması, korumak ve kollamakla görevli olduğu Türkiye Cumhuriyeti’nin niteliklerine karşı kalkışmalarda etkin uyarısını yapması için Silâhlı Kuvvetlere çağrıda bulunan gençler için ceza dâvası açılıyor. Kuşkularla, kuruntularla, kışkırtmalarla bir yere varılamaz. İlkeler konusudaki özen duyarlık ve birliktelik gerçek güçtür.

ABD Başkanının terör şantajı, para gücü ve dinsel sömürüyle yeniden seçilmesi ABD toplumu için de bir ölçüdür. Dünyanın bugünü ve yarını için artan tehlikeler konusunda herkesi uyarmalıdır.

Turgut Özal’ın kışkırtıcı, bozucu ve aldatıcı davranışları ülkemiz yönünden sakıncalar getirmiştir. Kürt federasyonu konusunda Anayasa Mahkemesi’nden aldığı sert yanıtları Danıyştay’da da duyunca bir süre sinmiştir. Anadolu Cumhuriyeti önerisi de içi boşaltılmış, biçimsel bir cumhuriyeti amaçlamaktaydı. Toprakların adıyla devlet, üzerindeki toplumu, ulusu yadsımaktır. Toprağın değil, o toprakla birlikte üstündeki ulusun oluşturduğu devletin vatandaşı-yurttaşı olur. Yeterli bilgisi olmadan aklına gelen her şeyi uyulması zorunlu kural niteliğinde ortaya koyanlar bulundukları yerden yararlanarak kendilerini benimsetmeye çalışanlardır.

Siyasal kabadayılıklar, iftar şovları ile Cumhuriyet Bayramı’ndan Ramazan Bayramı’na gidiliyor. Türkiyemizin çevresindeki olumsuzluklar, tehlikeli olasılıklar çemberi daralıyor. Atatürkçülerin temsil etmesi gereken tam bağımsızlık, özgürlük, ulusal egemenlik, aydınlanma kesimi dağınıklık şöyle dursun karşıtlıkla geriliyor, etkisini yitiriyor. Çözülmemesi için çabalar ilkellik ve kabalıkla karşılanıyor. Lâik Cumhuriyet düşmanları her yolu, her yöntemi deneyerek, her kılığa bürünerek, şaşırtıcı davranış ve sözlerle kendi ağlarını kuruyor. Atatürk’e yaraşır durumda olmayanlar O’nun yüzüne bakamaz, adını ağzına alamaz. Atatürk’ün 19 yıla sığdırdıklarını yüzyıla sığdırmış kimse yoktur. Kimseyi O’nunla bir tutamayız. O’nu kimseyle karşılaştıramayız. O’na sataşıp O’nu eleştirenler önce kendilerine bakmalıdır.

http://www.turksolu.com.tr/69/ozden69.htm

.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder