27 Mart 2015 Cuma

Kim İnanır? Kim Güvenir?


 Kim İnanır? Kim Güvenir?






Yekta Güngör Özden,
04.07.2005/Sayı:85

Lâik Atatürk Cumhuriyeti içerden çökertilme sapkınlıklarının değişik biçimlerini yaşarken dışardan kuşatılma oyunlarıyla tümden yıkılmak istenmektedir. Yıllarca sakıncalara, tehlikelere, aykırılıklara değinirken adımız “Çok konuşan”a çıkmıştı. Görevimizle ilgili düzenlemelere büyük özen gösterip bir yurttaş olarak doğru bildiklerimizi açıklıyorduk. Ne var ki olaylar bizi doğruladı. Türkiye’de irtica tehlikesi olmadığını savunanlar kanlı olayları, 2005’in ilk altı ayında radikal dinci örgütlerden onlarca kişinin tutuklandığını, irtica temsilcilerinin iktidara tırmandıklarını unutmuşlar, görmezlikten gelmişlerdir. Şimdi İran İslam Cumhuriyeti’ndeki Cumhurbaşkanlığı seçimini kazanan Ahmedinecad’ın açıklamaları ortaya koymaktadır ki, doğu sınırımızda Humeyni rejimi hortlamıştır. Devlet olanaklarının desteklediği adayın kazanması demokratikleşme umutlarını söndürmüştür. Zaten islâmla cumhuriyet yönetimde gerçek ad olmaz. Libya düzeni de başka bir örnektir. Hukuk temelindeki cumhuriyetin dogmalara dayanan dinle yönetim birlikteliği tümüyle aldatıcıdır. Dini kullanarak kendi egemenliklerini kurma düzeni yapay adları gündeme getirmektedir. Siyasetteki yetkiyi ele geçirmek için en elverişli araç gericiler için dindir. Başka türlü yönetimde yer alamazlar. İran seçimlerini sonbaharda Almanya seçimleri izleyecek. İyi bakılırsa Fransa, Hollanda halkoylamalarından, İngiltere’nin tutumundan sonra Federal Almanya seçimleriyle (daha önce Parlamentosunda sözde ermeni soykırımı tartışmasız kâbul edilmişti) hep Türkiye karşıtları kazanmaktadır. Tüm bu olumsuz gelişmelere karşın Türkiye dış politikasını ulusal çizgiye oturtmamakta, AB için ödün vermeyi sürdürmektedir. Dini lider Hamaney ile Şûra onayına bağlı İran Cumhurbaşkanlığı seçimlerine iktidarın sıcak yaklaşımı da dinci tutumlarına bağlanmalıdır. Yunanistan’ın yapay gülücükleri, kimi Avrupalıların oyalayıcı, avutucu, ikilemli sözleri gerçekleri engellememelidir.

AB yeni koşullar getirecek. Gerçekleştirilen yasal düzenlemeleri “uygulamaya yansımadı” bahanesiyle yetersiz buluyor. Bulgaristan ve Lübnan seçimleri de birer belirtidir. Türk cumhuriyetlerindeki karışıklıklar da uyarıcı olmalıdır. İran’ın yeni Cumhurbaşkanı “Demokrat dinî devlet” söylemiyle inandırıcı olamaz. Demokrasiyle din bir arada işlev yapamaz. Dine saygı ve güvence ayrı, din devleti ayrıdır. Din devleti demokrat olamaz, demokrat devlet de din devleti olamaz. Kimse kimseyi kandırmasın. Demokrat devlet, dinler yönünden saygın bir yansızlığı benimseyen tam bir hukuk devletidir. İran bölgesel değil, uluslararası bir sorun olmaya adaydır.

Apo’nun uluslararası bir mahkemede yargılanma istemi Türkiye’nin bırakmasıyla başlayacak süreci içermektedir. Avrupa ve ABD Türkiye’yi her istediklerini yapacak duruma düşürmek için her yola başvurmaktadır.

KKTC’nin yeni Cumhurbaşkanı MAT’ın Maraş önerisini rumların reddetmesi çözüm için ödünleri gerekli görenlerin nelere başvurduğunu açıklamaktadır. Denktaş’ın ne kadar haklı olduğu her gün daha iyi anlaşılmaktadır. Türkiye’nin AB üyeliği yoluna yeni çukurlar kazınmaktadır. 2025-2030 yılları söylenmeye başlanmıştır. İçerde kolaylık ve rahatlık için dışarda her şeyi vermeye hazır olanların ulusa ve ülkeye artan borçlardan başka bir şey veremedikleri açıktır. Kıbrıs sorunu için TBMM’ne genel görüşme istemi reddedilmişti.

Nerden Nereye

Denetlemeyedikleri, yönetemedikleri konularda kendileri de yakınan iktidar sorumluları petrol zammına tepki gösterdiler. Sonuç kendilerine bağlıdır. Başbakanın ısrarla imam hatip sistemini savunması, YÖK’e çatması, milletvekili ödenek ve yolluklarını az bulması, sıkmabaş için direnmesi, seçim barajını korumaya çalışması, yeniden Türkiye Milletvekilliğinden söz etmesi, konuşma dili, biçemi, içeriği gözardı edimemelidir. Sıkmabaş konusunda sözünü ettiği “mutabakat” kendi seçmenlerinin sıkmabaş yanlılarıdır. Ama Başbakanın partililerini, yandaşlarını, seçmenlerini, giderek kendini millet yerine koyarak konuşması bir kez daha gösteriyor ki ulusal egemenlikle ulusal istenci ayıramamaktadır. Anayasa ile yasayı ayıramadığı, işlerine gelmeyen kurallarla sayısal çoğunluklarına dayanıp oynadıkları gibi.

Demokratik eylemler terbiye, us, hukuk çizgisinde olur. Başbakana Trabzon’da yumurta atılmasını yadırgıyoruz. Anarşi, kargaşa, terör demokrasinin mikrobudur. Uygar çıkışlar, anlamlı direnişler toplumsal demokratik tepkilerle uyarı yapılır, yakınma açıklanır, öneri duyurulur, istek iletilir. Giderek daha düzeyli, daha anlamlı çabalar izlenecek yerde kabalık ve ilkelliği sergileyen davranışlar izlenmektedir. İktidar da efelik, kabadayılık, agalık taslamaktadır. TBMM Başkanı’nın Hukukî Araştırmalar Derneği Genel Kurulu’na katılarak kendi iktidarlarını kışkırtan konuşması bunun bir örneğidir. Sıkmabaşı her şeyden çok düşünmektedirler. Çünki iktidarı onun sayesinde bulmuşlardır. Sıkmabaş sömürüsüyle yatıp kalkmaktadırlar. Sıkmabaş Türk ve müslüman kadınların başörtülerinden biri değildir. Asla özgürlük belirtisi ve gereği değildir. Dinsel zorunluluk uygulaması hiç değildir. Biraz kapalı biçimde kullanılan örtünün türban ve bone biçimine dönüşerek modernleşmesine karşı boyundan başlayarak tümüyle kapanma ağırlıklı bir yabanıl örtünmedir. Türban denilmesi gerçekdışıdır, yumuşatmadır. Hepsine “başörtüsü” denilir. Ancak yöneticilerin eşlerinin kullandıkları biçim, en tutucu, en gerici, peçeli çarşafa yakın örtünmedir. Bedenin öbür yanlarıyla tam bir çelişki oluşturan türban ötesi başörtüsüdür. Gerçek bir sıkmabaştır, bohçabaştır. Özgürlüğü, usu, düşünceyi, yaşamı, bağımsızlığı, dini bildiğini sanan kimileri de bu biçimi bireyselleşme, özgürleşme, modernleşme diye desteklemektedir. Aslında yapmak istedikleri lâiklik karşıtlığında birleşmektir. Dogmalara bağlılıkla özgürleşme savunulamaz. Başbakan yüreğindeki acılar, hıçkırıklardan sonra “Milletin vicdanını rahatlatacağını” söylemiştir. Sıkmabaştan daha önemli, daha öncelikli sorunlar duruyor. Kadınlarımızı sıkmabaşa, peçeye, çarşafa mahkûm etmeyi hangi vicdan, nasıl kabûl eder? Devlet, eğitim-öğretim, aile, toplum düzenini sıkmabaş için bozmak doğru mu? Anadolu’ya, müslüman ülkelerin yurdumuza gelen yöneticilerinin eşlerine bakmak yetmiyor mu? Başbakan Rize’de bir kuyumcunun yaptırdığı hastaneyi herhalde annesinin adı verildiği için açmaya gitti. Konuşmasında “gerçek” sözcüğünü kullandıktan sonra “Hakikat er-geç galip gelecektir” derken sanırım “şeriat”ı amaçladı. Lübnan’dan dönerken de “Tezgâhımdan geçenlerin ülkeme ne zararı var?” sorusuyla imam hatiplileri savundu. Çok küçük yaşta ezberciliğe alıştırılan, lâiklik ve Türkiye karşıtlığı aşılanan, kimi sakıncalı eylemlerle karşılaşan çocukların ne kusuru var? Kurslar ne diye denetim ve gö-zetim altında olmuyor da kaçak oluyor? Mümin yönetici, mümin hekim, mümin yargıç ve savcı ne demektir? Vicdan tahtında kalması gereken inancı işportaya düşürürcesine her eğilime araç kılmak inançsızlıktan ötede inanca saygısızlıktır. Ne var ki, çok kimse bu yolu geçerli sayıyor. Kimi muhalefet partilerinin sıkmabaş söylemi, bu doğrultuda olmayacak Anayasa değişikliği destek sözü.

Ölü Toprağı

1983’de Cumhuriyet gazetesindeki bir yazımın başlığı “En tehlikeli toplumsal hastalık: umursamazlık” idi. Kimi özelleştirme-lerin gereksiz hattâ sakıncalı olduğunu ilgili sendikalarla demokratik kitle örgütleri ellerinden gelen çabayla anlatmalarına karşın toplumda topluiğne başı kadar tepki olmaması düşündürücü. AB desteğiyle çalışan kimi kuruluşların duyuru, etkinlik ve yayınlarla yaptığı aldatmalar, çıkarcıların gerçekdışı anlatımları sürüyor.

Amasya Genelgesi’nin 86. yıldönümü özlenen çoşkuyla değerlendirilmedi. Bakalım Lozan Barış Antlaşması’nın 82. yıldönümü yaraşır olduğu biçimde kutlanacak mı? Millî Güvenlik Siyaset Belgesi’nin Avrupalıları ve İranlıları darıltmamak için düzeltmelere uğraması ve Millî Güvenlik Kurulu’nda görüşülmesinin ertelenmesi de anlamlıdır. ABD’nin ayrılan Ankara Büyükelçisi Edelman’ın “...ikna ettiğimiz üç ve dört yıldızlı generaller” dediği kimseler varsa niye susuyorlar?

Yargı kararı beklemeden dinleme olanağı ilgili kuruluşlara tanınmakla kulaklar büyümekte ve uzamaktadır. Hâkimler ve Savcılar Yasası görüşmelerinde yandaşları yerleştirme yöntemi olan “mülâkat” adlı görüşmeyi Anayasa Mahkemesi’nin yıllar önce iptal ettiği unutularak yeniden yaşama geçirmek bağlı yargının oluşma sürecini hızlandıracaktır. Emeklilik yaşının büyütülmesi, emekli aylıklarının düşürülmesi, IMF’nin performans kriterlerini yerine getirme zorunluluğuyla buyruklarına eğilme, meslek liselerine uygulanan katsayının değiştirilmesiyle imam hatiplilere ayrıcalık, YÖK’e gözdağı, her yurttaşı derinden ilgilendirmesi gerekirken kimseden ses çıkmıyor. Anayasa’nın 2. maddesinden lâiklik çıkarılmadıkça hiçbir madde eklenmesi ya da değişikliğiyle yükseköğretimde sıkmabaş geçerli olamaz. Anayasa’ya aykırı kuralları Anayasa yargısından kaçırarak yürürlükte tutmak da geçersizliği perçinler. Kimi komutanların üstlerine güvenerek sıkmabaşlıları toplantı ve törenlere alması, Sayıştay Başkanıyla başka yargı ilgililerinin eşlerinin sıkmabaşlı olması kimseyi yüreklendirmemelidir. Halkımız sıkmabaş değil, yargıda, eğitim-öğretimde, sağlıkta, savunmada, kalkınmada her alanda adalet istiyor.

Bu arada sıkmabaşçılar boş durmuyor. Hani RTE ile Erkan Mumcu arasında doku uyuşmazlığı vardı? Mumcu Antalya’da Musa Abdal Türbesi’nde dua ederek siyasetteki yerini iyice belirlemiş oldu. AKP’li M. Uzunkaya fetva ve ferman döneminin tarihe gömülduğunu unutarak sıkmabaşı yasaklamanın fetva vermek olduğunu söylerken yargıçları atanmakla eleştirmiş. Kimlerin atandığını kendilerine bakarak belirlemeliler. Milletvekilleri gerçekten seçimle mi işbaşına geliyor, yoksa Genel Başkanları, yönetimleri mi atıyor? Ben Anayasa Mahkemesi’ne Cumhuriyet Senatosu Anayasa ve Adalet Komisyonu’nun seçimi ile aday oldum. Senato Genel Kurulu seçti. Mahkeme Kurulu önce Başkanvekil, sonra iki kez Başkan seçti. Böyle nitelikli ve düzeyli seçim kaç yerde var? Bunu bir örnek olarak veriyorum.

Kimi Durumlar

Deneyimli bir siyasetçi ve gazeteci “Meclis, IMF’nin emirlerini yerine getirmek için çalışıyor” diye yazdı. Mangalda kül bırakmayan siyasetçiler suskun. TBMM, hiç kimseden emir almaz. Bu iktidar çoğunluğunu ilgilendiren bir sözdür. 1995’te zamanın Başbakanının gereksiz konuşmasına “Anayasa Mahkemesi, Başbakanlığın birimi değildir. Türkiye Patagonya değildir. Demokrasi bir terbiyedir. Başbakanın ağzından çıkanı kulağı duymalıdır. Böyle konuşmak haddi de değildir, hakkı da değildir. Anayasa Mahkemesi’ne değil Türkiye’de, dünyada hiç kimse ve hiç bir kuruluş etki yapamaz” dediğimi anımsıyorum.

15. Akdeniz Olimpiyatlarında bir yabancı gazetecinin gereksiz sorularına sporcu giysilerinin doğallığına verilen yanıtı “Lâiklik dersi” olarak nitelemek abartılı bir değerlendirmedir.

ABD’nde toprağa verilen Edward Taşçı’nın anısı önünde saygıyla eğilirken PKK’ya siyasal açılım ve teröristbaşına afla birlikte genel af isteyen kürtçülerle destekçilerinin aymazlığını büyük bir erdemmiş gibi yansıtan medyaya Kara Kuvvetleri Komutanı gereken yanıtı verdi.

Teröristlerin cenazelerinde çıkan olaylar direnme ve karşılığı yaygınlaştırma denemeleridir. Kadınları ve çocukları kalkan yaparak kalkan eller yargılama sonrası mültecilerin parmaklarıyla zafer işareti yapması gibi PKK flamaları ve Apo posterleriyle dolmaktadır.

Bölücü-yıkıcılar desteği sözde aydınlardan almaktadır. Eski bir gazeteci, “Ulus, silkeledikçe boyuna içerden kötü tozlar çıkan bir halıya benzemektedir” derse, başkaları, oğulları ne demez? Türkiye’yi kötüleyenlere madalya ve ödül veren Avrupa güdümlülerinin kuyruğuna daha çok aymaz ve sapkın eklenir.

Sermaye Piyasası Kurulu Başkanı, TBMM Yeşil Sermaye Şirketlerini Araştırma Komisyonu’nda bilgi verirken “Yeşil sermaye kara para akladı” demiş. Peki sonuç?

Ziraat Mühendisleri Odası Başkanı Rusya’nın uyguladığı meyve-sebze yasağının nedeneni kadrolaşmaya bağladı. Gereken ilgi gösterildi mi?

Çukurca’da, Ağrı’da, başka yerde şehit düşen askerlerimiz için kim başsağlığı diledi, evlerini ziyarette bulundu, kimler duyuru yayımladı? Bilen var mı? Pusular, saldırılar sürüyor. İktidar nasıl ve ne kadar ilgileniyor?

18.7.2003’den 13.6.2005’e kadar 48 ülkeden 7138 kişi Türkiye’de ev almış. İstanbul’da 180 yer. Güneydoğu ve Doğu Anadolu’da İsrailliler taşınmaz almamışlar. İlgili Devlet Bakanı’nın bu açıklaması yeterli mi? Toprak satımına sınır getirmememek, gerçekçi düzenleme yapmamamk, toprak satımını olağan karşılamak, yurtsuz kalmaya kadar götürür.

Neşter dâvasına ilişkin kararın temyiz dilekçesindeki Cumhuriyet Savcısı eleştirisinin “Bir kısım hâkimler sindirilmiştir” tümcesi gerçek ise, çok çok düşünülmesi gerekir.

ÖSS sınavları için türbelerden medet umanlar, promosyonlu Kur’an kursu (İstanbul ve Ankara başta 7341 Kur’an kursundan 4300’ü çalışmazken), tekbir getirerek arkadaşlarına satırla saldıran üniversite öğrencileri anarşistleri övmek, kürtçe türkü ve şarkılarla toplantıları süslemek, törenle şöleni karıştırmak üzerinde durulacak konular ve sorunlardan kimileri.

Siyasetçilerin yapay ilgilerine, yapmacık gülüşlerine, yalan övgülerine, içtenliksiz iltifatlarına kapılıp iyi niyetli, gerçekçi, “iyi ilâç acıdır” türü dostça eleştirilere katlanamayan kimi bürokratlar, dolaylı ve üstü kapalı sözlerle kendilerini haklı çıkarmaya, pişmanlıklarını saklamaya çalışıyor. Görevdeyken ayırdında olmadıkları, iktidara bel bağlamalarının getirdiği sonuçları emekli olunca gördüklerinde iş işten geçecektir.

Müslümanların hepsi tarikatçı değil, hattâ çoğu değil sanıyorum. Ama islam tarikatının 200’den fazla olduğu savları düşündürücüdür. Aklı bırakıp inanca, gerçeği bırakıp varsayıma kaymanın getirdiği karanlıktan kurtulmak çok güçtür.

Toplumsal, ulusal yaşam sınavlardan geçmektedir. Öncülük yapması gereken aydınların anlamsız, sakıncalı tutumları, ülkemizi sorunlara gömmektedir. Yıkıcıların, çıkarcıların, sapkınların dayanışması aydınları uyarmalı ve utandırmalıdır. Belçika yargısının Sabancı cinayeti sanıklarından Fehriye’yle ilgili yanlı kararı, Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi Genel Kurulu’nda “Ermenistan’ın uluslararası antlaşmalara uygun olarak komşularıyla uluslararası sınırı tanıması...” önerisinin oyçokluğuyla reddi, bizim için tasarlananları açıklamaktadır. Lozan’ı imzalamayan ABD’nin tutumuyla birleşen olumsuzluklar nerelere sürüklenmek istediğimizin belirtileridir.

Çok kimse sık sık vicdandan söz eder. Benim yinelemeyi uygun bulduğum “Vicdamı yastım yapıp yatarım” sözünü amaçlı biçimde kötü yorumlayıp sataşanlar olmuştu. Elbette gericiler. Vicdan deniz kabarması değildir. Davranış soyluluğunu, düzgünlüğünü, uygunluğunu anlatan sözcüklerde bulunç ve duyunç denilen özgüdüdür. Onurun, erdemin, düzeyin, anlayışın, kişiliğin saygın, yalnız katıdır. İnancın gerçek tahtıdır. Değerleri ölçen en özgün terazidir. Dinle, imanla, düşünceyle sınırlamak yanlıştır. Yaklaşımların, eğilimlerin, duygu ve düşünce yönelişlerinin tartıldığı kişisel ölçümevidir. Toplumsal vicdan, sağduyuyu yansıtan ve yaşatan kapsamlı bir simgedir. Toplumun bir kesiminin değil, tümünün değer yargısının oluştuğu kaynaktır. Vicdanları siyasallaştırmak, siyaset tâcirlerinin işidir.

İlginç

Gerici ve koşullanmış, neoliberal geçinen kimi iktidar yalakasının nedenli ve amacını anlamak istemediği Sivas kıyımının 12. yılında, çiçeği alnında İran Cumhurbaşkanının “Devrim dalgası tüm dünyaya ulaşacaktır” sözü ile RTE’in müftüler toplantısında “Batı, İslam’ı bize bakarak anlasın” sözü birbirine bağlanacak bir anlam içermektedir.

İranlının “devrim”den neyi amaçladığı açık. Terörle şeriat dayatması ve desteği. RTE’ninki ise “vay geldi başımıza” dedirtecek kadar aldatıcı. Bağımsızlığı, özgürlüğü, ulusal egemenliği, aydınlanmayı, insanlığı, demokrasiyi, akılcılığı, eşitliği, bilimselliği, dostluğu, çağdaş milliyetçiliği, din ve vicdan özgürlüğünün güvencesi lâiklikle onurluluğu ve saygınlığı simgeleyen Atatürk’e ve Atatürkçülere karşı olacak, onları kötüleyeceksin, sana kucak açacaklar, sana bakıp İslamiyeti anlayacaklar. Sıkmabaşa, kadrolaşmaya, dinci eğitim oyunlarına bakarak mı İslam anlaşılacak? İslamiyet bunlar ise, sizin olsun” diyecekler. Müftülerden medet uman hukuk devleti olamaz.

İlerici bilinen gazetelerde “ılımlı Atatürkçü”ler köşe alıyor ve her tür tepkiye karşın yerini içine sindirebiliyorsa, sakıncalılar böyle organlara sığınabiliyorsa, demokrasi de ulusallık da ılımlı olur. Elin adamları da ılımlı İslamiyeti dayatırlar.

Milletvekili transferleri ile “erken seçim yok” sözleri geçen sayıda yazdığımız diğer belirtilerle erken seçimin olacağını göstermektedir.

Millî Güvenlik Siyaset Belgesi’nden kimi bölümlerin çıkarılması bu konuların Anayasada öngörülmüş olmasına bağlanamaz. Lâiklik de anayasanın temel ilkesi iken korunuyor. Var olan önlemlerin çıkarılması bir amaca bağlanmalıdır.

Şeyh Sait, Said-i Kürdi anmaları demokratik hoşgörü altında destek görürse, Türkiye düşmanları her şeyi ister. Yakında Damat Ferit, Ali Kemal ve tüm karşıtlar için toplantı düzenleyebilirler. Kaçak kursları yasayla koruyanlara kim inanır? Devletle ve rejimle çatışan iktidara kim inanır, kim güvenir?

http://www.turksolu.com.tr/85/ozgun85.htm


..

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder