27 Mart 2015 Cuma

Çarpıklık


Çarpıklık






20.06.2005/Sayı:84
Yekta Güngör Özden

Nazlanarak yaklaşan yaz, Haziran sıcaklarıyla bastırmaya ve bunaltmaya başladı. Ayın son haftası, izlence (tatil) hazırlıklarını yoğunlaştıran yurttaşların doldurduğu sokaklar ve kaldırımlarda eriyor. İç ve dış gezi düzenlemeleri, alış-verişler, öğrencilerin koşuşturmalarıyla zaman tükeniyor. Ülke sorunları duyarlı kimselere rahat uyku vermiyor. Yeni oluşumlardan söz ediliyor. Erken başlayan erken seçim tartışmaları iktidarı kızdırıyor. 2006 baharında iktidar kendini yenilemek, daha güçlü, daha büyük çoğunlukla gelmek için kimi girişimlerde bulunuyor. Cumhurbaşkanlığı ile başkanlık sistemleri tartışmaları boş yere açılıyor. Özenme, öykünme, büyüklenme hastalıkları demokrasiyle bağdaşmayan siyasal bozukluklardan kimileridir. Doyumsuz siyasetçiler iyi kullanamadıkları, çoğunlukla kötü ve yanlış kullandıkları yetkilerini yetersiz bulup tümüyle sorumsuz kalmak için sayısal çoğunluğa ağırlık verir. Bir gün hesap sorulacağını düşünemezler. Halk dilinde “basireti bağlanmak” denilen duruma düşerler. Önümüzdeki aylar, gelecek yıl neler getirecek izleyeceğiz.

Dışarda Fırtına

Fransa, Hollanda, Almanya, İngiltere derken Çek Cumhuriyeti’nde de AB Anayasasına hayır oyu verileceği söylentileri giderek güçleniyor. Türkiye’yi etkilememesi olanaksız sonuçların olumsuzluğu yadsımakla (inkârla) kalkmıyor. İstediklerini almak için uyguladıkları aldatmaca sürüyor. Ankara Anlaşması’na ek protokol genişletmesiyle Güney Kıbrıs Rum Yönetimi, Kıbrıs Cumhuriyeti olarak tanındı. Hani tanınmayacaktı? Üstelik, KKTC’ne yönelik ambargoda hiçbir yumuşama ve gevşeme olmadan AB’nin yardım sözü yerine getirilmeden. Bunlar yetmiyormuş gibi Annan Plânı’nın rumlar yararına değiştirilmesi gündemdeyken. Ayrıca Başbakan Erdoğan “Geniş kapsamlı çöüme hazırız” diye yeni ödünlere eğilme sözü veriyor. AB de giderek çatırdıyor. Genişleme, bütçe sorunu vs. denilerek belki de çözülme süreci başlıyor. Askere çorap, devlete çuval giydirmek isteyen sözde dostlarla kadrolaşmaya ağırlık ve hız veren iktidar bir yerde buluşuyor. Muhalefette de türbandan oy bekleyen mâlûmlar var.

Başbakanın ABD gezisi “Dağ fare bile doğurmadı” denilecek durumu andırıyor. İsrail gezisi sonrası 385 milyon dolarlık helikopter alımıyla uzatılan yanak sıkılmadı, siyasal gülücük karşılıksız kaldı. ABD her zaman kullanacağı PKK için güvenilecek bir söz bile etmedi. Ne isterse alacağını bilen ABD Türkiye’yi umursamıyor. Genişletilmiş Ortadoğu Projesi (GOP) için elverişli bulduğu oranda Türkiye’yi okşuyor, oyalıyor. Avusturya ve Yunanistan Cumhurbaşkanlarının AB için sıcak demeçleri Almanya Cumhurbaşkanı’nın demeciyle çelişiyor, hattâ çatışıyor. Türkiye, kırmızı çizgileri çiğneyip karartılırken uslu çocuk davranışları izlerse hiçbir şey elde edemez. Kıbrıs, Ege, güneydoğu, ermenistan hangisinde olumlu sonuç aldı, hangisinde başarılı oldu? Ticaret ilişkileri, turizme bağlı açılım iktidarın ekonomik becerilerine bağlanamaz. Fener Rum Patrikhanesi, Haybeliada Ruhban Okulu, ekümenlik, sözde ermeni soykırım sorunları ortada. İlk ABD gezisiyle Afrika gezisinin nedenleri karanlıkta.

RTE sanki devlet memurları ve öğrenciler dışında tüm kadınlar için yasak varmış gibi ülkesinde özgürlük olmadığını yurtdışında söyleyebiliyor. Bir kez başörtüsü yasağı yok. İşte köyler, ilçeler, iller, tarlalar, sokaklar, bahçeler, evler. Devlet görevlileri ve öğrenciler için yasaklanan sıkmabaş-bohçabaş dini siyasallaştıran simge. Devlet dinsel çabalara, gösterilere, eğilimlere, baskılara ortam ve araç olamaz. Mutabakat gerçek dışı. Kışkırtan ve kaşıyan AKP’liler.

Hükûmet sözcüsü “Eğitim konusu denilince önce din eğitimi konusu gelmektedir. Bu aynı zamanda Türkiye’nin güvenliği meselesidir. Birliği, dirliği, huzuru din eğitiminden geçiyor.” demekle anlayışlarını açıkladı. Toplumsal barışı, ulusal dayanışmayı sağlayacak başka öğe, başka değer, başka bağ yokmuş gibi din eğitimine ağırlık verenler, inanç sömürüsüne bağlananlardır. Çağdaş eğitim, akılcı eğitim, bilimsel ve uygar yaşamın koşuludur. Hukuka uyacak kimseler hukuk tanımıyor. Kızlarını hukuktan kaçıranlar, ABD’nin Türkiye’den çok değişik koşullarından yararlanıp ülkesinde köktendinciliğe destek verenler karanlığı ve bağımlılığı savunurken demokrasiden söz edemez. Sıkmabaş ABD için tehlike değildir, umurunda değildir. Kızlarını sıkmabaş için dışarıya gönderenler, oğullarına Türkiye’de iş mi bulamıyor?

Toplumsal barışın öncüsü olacak iktidar gerginliği tırmandırıyor. Üniversitelerdeki çatışmalara değindiği yok. Tersine ele geçiremediği üniversitelerin yönetimlerine çatıyor. İktidarın Bay Gül’ü “Türbanı mutlaka serbest bırakacağız” sözünü Avrupalılara söylese, katıldığı toplantılarda bunu vurgulasa ya. Dışarıda sus pus, içeride kâbus. İşte örtü iktidarı, işte örtülü iktidar. Memura, öğrenciye sopa, Cumhurbaşkanlığı Köşkü’ne yürüyen ve Sezer’i istifaya çağıran sıkmabaşlılara gülücük. ABD ve Federal Almanya yasama organlarında sözde ermeni soykırımı tasarıları var.

İçerde Değişik Rüzgârlar

Esnaf “yaprak kıpırdamıyor” yakınmasında. Çalışma-iş yaşamı sorunlarına yargı ve sağlık alanındaki sorunlar ekleniyor. “İstikrar ve güven ortamı” savunmasını yapan iktidar kanadı, askerlerimizin şehit olmalarını, sanığı belirsiz öldürme eylemlerinde gidenleri görmüyorlar mı? Cumhuriyetin kurulmasından 80 yıl sonra irtica ve bölücülük birinci tehlike olma ağırlığını sürdürüyorsa çok şey yitirilmiştir. Milli Güvenlik Siyaset Belgesi’ne yansıyan bu sonuç herkesi düşündürmelidir. Atatürk’ün vasiyeti üzerine oturan kurumlar daha siyasallaşıyor.

Belediyelerin trafik cezası yazması, özelleştirme inadı, Cumhurbaşkanlığıyla zıtlaşma, dinci eğitim girişimleri, üst kurulları siyasallaştırma, işçilerle çevrecilerin çatışmaları, kaba ve sert konuşmalar, medyayı kullanma hırsı fırtına başlangıcı sayılacak kimi esintilerdir. İktidar, yurt içinde bulamadığı desteği dışarda ararken toplumda kaynamalar basına yansımaktadır.

Yunan casusların askerî yargıya verilmeden nasıl salıverildiği konuşuluyor. Ayrıcalıklı ortatlak önerilerine tepkisizlik tartışılıyor. Anayasa’yı korumaktan kaynaklanan Cumhurbaşkanlığı-iktidar gerginliği üzüntüyle izleniyor. Rejimi koruma çabasına bağlı Cumhurbaşkanlığı duyarlığını her yurttaş paylaşmalı, desteklemelidir. Öbür koruma yükümlülerinin sesi-soluğu çıkmıyor. Rejime tehdit iktidardan gelirse, koruma görevi daha büyük önem kazanır. Rejimi, devleti iktidara karşı korumak güç ama zorunlu ve onurlu bir yükümlülük. Lâik olmayanların lâik cumhuriyeti korumaları sözden ileriye gidemez. Lâik Atatürk Cumhuriyeti karşıtlarının yönetimimne geçince sorun yaşamsal olur. Yeniden toparlanmaya çalışan şeriatçı terör, giderek etkisizleşen yaptırımlarla ve iktidar güveniyle yeni olaylara gebedir. Kimileri de PKK’yı siyasal yaşama almaya çalışıp af istiyor.

Atina Harp Okulu’ndaki Türk Bayrağı’nı kirletme ve yırtma olayına tepki cılız kalmıştır. Gecikmiştir. Adaların silâhlandırılması ve Batı Trakya Türklerine karşı uygulamalar da gereken yanıtı almamamktadır. Kerkük’te kürtlerin Türkmenlere yaptıkları görülmüyor.

Ülkemizde kimi kuruluşlar Atatürkçülük, lâiklik ve AB için safsatalarını sıralayan ABD’li spekülâtör ve yatırımcı George Soros’un parasından yararlanmayı içlerine sindirebiliyor. Kimileri de AB’nin sözde projeleri için verdiği paralarla propoganda yapıyorlar. Sözde AB’ne tanıtma çalışmaları uydulukta yarışma niteliğindedir. Soros’un AKP’ni övmesi yeterli referans sayılmaktadır.

Her şey genel koşulları öngören yazılı kurallarla sınırlı tutulamaz. Özelliği olan durum ve konumlarda daha özenli davranılır. Ayrıntılarla değerlenderme yapılıp karar verilir. Cumhurbaşkanlığı için bir kişinin her şeyi gözetilir.

Haziranın ilk haftası biterken Dehap’lıların Adana’da Apo posterleriyle yürüyüp slogan atmaları kayıtsızlıkla izlendi. Toplumsal duyarlık, yasal görev özeni kalmamış gibi.

1433 kitaplığın %90’a yakınında görevli kalmadığı, emekliye ayrılanların yerine atama yapılmadığı söylenirken imam atamaları için hazırlanan teklif ve tasarılar, nutuk atan Bakanlar anımsanıyor.

Atatürkçülükte Birleşme

İlgili kuruluşla çevrelerde aykırılıklar ve ayrılıklar sürerken arada “Atatürkçülerin birleşmesi” önerisi, istemi, özlemi gündeme geliyor. İyi niyetli tertemiz yurtlaşlar aydın geçinenlerle aydın sanılan kimilerinin ne düşündüğünü, nasıl davrandığını bilmiyor. Anlatılınca da şaşırıyor. Ne kadar çaba gösterdik. Hiçbir şey istemeden, beklemeden, sıra yer gözetmeden. Küçümsemeye, dışlanmaya, yadsınmaya katlanarak, özverilerle örnek olarak. Birleşme olunca en arkada kalıp, hiçbir görev yeri istemeden hizmette bulunmayı sürdürmeye imza koyarak. Sağlığımızı, mutluluğumuzu, varlığımızı hiçe sayarak. Ama sözlerinden dönenler, karışık ve değişik düşüncelerini saklayıp olumlu ve iyi görünmeye çalışarak aldatanlar, gösterişçiler, çıkarcılar, art niyetliler, ajan gibi çalışıp bölücülük, yıkıcılık yapanlar, kendilerini ilerici ve demokrat sanıp başkalarını gerici ve tutucu görüp gösterenler, sahte Atatürkçüler, dalkavukluktan hoşlanan yıllanmış ve yıpranmışlar türlü oyunlarla birleşmeyi engellediler. Kendi önerdikleri, imzalarıyla öncülük ettikleri kuruluşları baltalayıp övdükleri kişilere sövdüler. “Benim dediğim olacak. Tek doğru benim görüşümdür. Her şey benim olsun. Her yerde ben olayım. En önde ve en üstte yalnız ben olurum. Benden üstün, akıllı, büyük ve becerikli yoktur” diyen etiket düşkünü, tembel, bencil, aymaz ve bağnaz ortada dolaştıkça, dinlenip ilgi gördükçe sonuç alınamaz. Zamanında ve sırasında gereken ilgi ve desteği vermeyenler pişmanlıklarını yeni çağrılarla gidermeye çalışmaktadır. Ad, sıfat ve unvan peşinde koşan karışık ve karanlık kişileri, kural tanımaz düzanbazları destekleyerek bir yere varılamaz. Çıkar dayanışması gerçeği soldurur ve öldürür. Gerçek Atatürkçüler kendilerine güvenerek, güçlerini birleştirerek, özde ve ilkelerde anlaşıp özverilerle tümleşerek niteliklerinin gereğini yapmak zorundadır. Atatürkçüye yaraşan tutum, ödünsüz ve onurlu yürüyüştür. Kimsenin uydusu ve uşağı olmadan Atatürkçe çalışmak ve başarmaktır. Tam bağımsızlık, tam eşitlik, tam dayanışma ile bayrak yükseltilmelidir. Tek tutku Atatürkçülük, insanlık ve Türkiye için yaşamak ve ölmek olmalıdır. Yalanlar, karalamalar, kötülükler, çirkinlikler insanlık dışı düşüşün belirtisidir. Öyle bahaneciler, aşağılık duygularıyla kıvranırlar, kendini beğenmişler, kavgacılar var ki şaşırılır. Ayrıntıda ayrılıp Atatürkçülüğü, ulusalcılığı suçlayan yeni yetmelerle 1930’ları övmekle 1930’larda kalmayı ayıramayan bilmişler var. Bir yaşam gerçeği: herkesle her yol yürünmüyor. Keşke birleşilse, birleşilemezse birlikte davranılsa. Hiç sanmıyorum, umudum yok.


http://www.turksolu.com.tr/84/ozgun84.htm

..

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder