22 Mart 2015 Pazar

Borsa Demokrasisi




Borsa Demokrasisi


Yekta Güngör Özden

Bir yaşam biçimi olarak benimsenip özümsenmesi gereken demokrasiyi işine geldiği gibi algılayıp uygulamaya, yorumlayıp adlandırmaya ve nitelemeye çalışanlar var. Kişisel bozukluklarla, görüş ve düşünceleri eleştirmek yerine, kişiliğe ve onura saldırarak özgürlüğü kullandığını sananlar, demokrasiye sığınıyorlar. Onların yerinde olmak, onları kullanmak, sırtını dayadığı siyasal ve ekonomik güçlere güvenmekten yoksun kalanlar seslerini duyuramadıkları gibi yanıtları, düzeltmeleri bile yayımlanmıyor. Demokrasi herşeyden önce insanlar içindir, insanlık düzenidir. İnsanlığını unutanlar, karşısındakilere saygı göstermeyenler demokrasiye yaraşır değillerdir. Ülkemiz demokrasisi iniş çıkışlarla, gerginlik ve sözde durulmalarla çalkantılı bir dönem daha geçirmektedir. Eğitim ve anlayış (zihniyet) sorunu yine öne çıkmaktadır. Yeterli eğitim almamış, yetenekleri elverişsiz, kişisel yapısı ruhsal ve beyinsel yönden düzensiz kimilerinin demokratik ölçütlere uyumsuzluğu doğaldır. Ülkemizde değer yargılarındaki bozulma, demokrasiye de yansımıştır. Akçalı işlemlerin alanı olan borsalar siyasal oluşumlardan etkilenmek yerine siyasal oluşumları etkilemektedir. Borsanın inip çıkması siyasete yön vermekte dalgalanmalar siyaseti vurmaktadır. Siyaseti ekonomik güçlerin yönettiği savı giderek geçerlik kazanmaktadır. Bu arada siyasetteki mehter yürüyüşünün ekonomiye verdiği zararlar da borsa üzerinden belirlenmektedir. Terbiyeyi, değerbilirliği, dostluğu, saygıyı, insanlığı unutan insancıklara laik cumhuriyetin niteliklerini geçersiz kılma girişimlerini donuklukla izleyen kapıkulu yapılılar, insan odaklı demokrasi ye ne kadar uzak olduğumuzu göstermektedirler. Kaynaşan, uzlaşan, anlaşan, hak ve özgürlükleri mutlulukla yaşayan bireylerden çok, sürekli kavga eden, ayrılan, karşıtlıkları düşmanlığa çeviren bireylere rastlanıyor.

Başlangıç

Üniversitelerimiz 2004-2005 öğretim-eğitim yılına başlarken gerçek güç ve kaynak olan bilim-bilimsellik yerine, dinin siyasallaşmasıyla demokrasinin dinselleşmesi sürecinde, siyasetin yeni oyunları izleniyor. Ülkenin tam bağımsızlığı, demokratik yapılanma bir yana atılarak, yargı bağımsızlığı ve üniversite özerkliği unutularak, siyasal partilerin demokratik yaşamın gereklerine uygunluğu savsaklanarak, konularak, saptırılarak, gerçekler çarptırılarak sorunlar unutturuluyor, gündem değiştiriliyor. Rakam oyunlarıyla enflâsyon tabloları açıklanıyor, ekonomi güllük gülistanlık gösteriliyor ama çalışanların hakları verilmiyor. Üniversiteler üzerinde kişisel bahanelerle baskılar kuruluyor. “ Siyasetin kuzeyinde oluşan alçak basınç merkezinin etkisinde kalan üniversiteler ” benzetmesi gelecekteki fırtınaları da düşündürmektedir. Kimi gelirlerine el konulmuş, kadro olanakları kısıtlanmış, bilimsel açılımları engellenmiş üniversitelerin sıkmabaş kavgasına dönmeleri büyük olasılık taşımaktadır. Değişik yöntemler, etkin önlemler, uyarılar, doyurucu işlemlerle bilimsel özerkliğe uygun çözümler dururken demokrasi tramvayının hangi istasyonda durduracağı kesitirilemeyecek siyasal iktidara yarayan işlemlere öncelik vermek uygun olamaz. Özellikle vakıf üniversitelerinde kadrolaşan dincilerin tutumu, laik Cumhuriyet eğitiminin felsefesini kavrayamayan yöneticilerin “Kemalizm”i dışlayan değerlendirmeleri, kimi üniversitelerin açılış törenlerinde anarşi hortlaması türü sloganlarla sergilenen kışkırtıcılıklar, demokratik kitle örgütlerinin hukuk dışı oldu bittileri sindirmesi, kurumları kişiselleştirmenin çirkin bencillikleri, kimi belediyelerin eylemli ahlak zabıtalığına soyunması, başbakanın Cumhuriyet’le sonuçlanan Ulusal Kurtuluş Savaşı’yla kurtardığımız onurumuzu, namusumuzu, kazandığımız yüceliği unutup “..Yeniden şan ve şerefimizi kazanmak..”tan sözetmesi düşündürücüdür. Despotik davranışlarla “fırçalama- azarlama-gözdağı” ile bir yere varılamaz. Bu olumsuzluklara ek “ Recep Tayyip’in Atatürk’e benzetilmesi ” saçmalığı da işin çığrından çıkarıldığını kanıtlamaktadır. Atatürkçülüğe karşı Atatürk’ten kalma ne varsa geçersiz kılma, yıkma tutumunda direnenler asla Atatürk’e benzetilemez. Bunlar Atatürk’e hakaret sayılır.

TBMM Başkanı’nın Anayasa’nın 93. maddesini kendine göre yorumlayıp olağanüstü toplantı çağrılarını ayırması demokratik adımlardaki sendelemeden öte içtenliksizliği ortaya koymaktadır. Atatürk’ün vasiyetine saygı gereği Dil ve Tarih Kurumlarını 12 Eylül öncesi yapılarına kavuşturmayı unutup dil kullanımına özen için resmî kuruluşla işbirliğinden sözetmek de ilginçtir. Yasa dili konusunda Anayasa Mahkemesi’nin yıllardır süren örnek duyarlılığına bakmak yeter.

Kimse Dil Bayramı’nı coşku ve kıvançla kutladığımızı söyleyemez. Tıpkı üniversite açılışlarında görkem ve gönencin egemen olmadığı gibi burukluk, askerî okulların açılışındaki anlamlı uyarılarla giderilecek gibi değil. Geri gidişlere alkış tutan o kadar çok robot demokrat, çıkarcı ve iki yüzlü var ki bunların yaygarasından ve şamatasından ses duyurmak olanaksız. Liradan sıfırları silmeyi büyük ekonomik başarı göstermeyi, afra tafra ile sert çıkıştan sonra diz çökerek Avrupa’nın baskılarıyla Meclis’in olağanüstü toplantıya çağrılmasına razı olmayı “başarı ve politik manevra” olarak vermeyi görev sayan öyle geniş bir medya kesimi var ki insan ne diyeceğini bilemiyor. Yandaşlarını mutlu etmek ve seçimlerde özrüne gerekçe yapmak için Türk Ceza Yasası’na zina yaptırımı koymak isteyen Erdoğan, zoru görünce dönüş yapmış, öteki yazımızda belirttiğimiz geri adımı duraksamadan atmıştır. Ümmet düşüncesiyle ulus yapısını unutan, Türklükten hiç sözetmeyen Erdoğan, “Biz Türküz. Bizim işimize kimse karışamaz” çıkışıyla Türklüğü anımsamış, kadınlarımızın onurlarını, saygınlıklarını, hak ve özgürlüklerini savunan, pankartlarına eleştiriden geri kalmayarak tutuculuğunun boyutlarını açıklamıştır. Gelecekte zina nedeniyle vermek zorunda kaldığı ödünü kapatacak girişimlerinin olacağından kuşku duyulmamalıdır. İngilizce ders kitaplarında “Cumhuriyet’in Atatürk’süz de olacağı..”nın yazılması, Milli Eğitim Bakanlığı ilgili yöneticilerinin, inanılması güç üç tür okulu, beş tür mahkemeyi, on beş tür nikâhı unutup, Atatürk ilkelerinin temelini oluşturduğu Türk Devrimi bilincine, Türkiye gerçeklerine aykırı Kemalizmden eğitimi uzak tutması rastlantı değildir. Kamu Yönetimi Temel Yasası gibi birbirine eklenen sakıncalı bir yapılanmanın halkalarıdır. Medya doğruları vermiyor. Toplumu aldatıyor. Atatürkçülükle tüm bağlarımızı koparmaya çalışıyorlar. Düzelmesi, değişmesi gereken kafaları bırakıp Atatürkçülükte (Kemalizmde) yenilenme isteyenlerle Atatürkçülüğü ve Atatürkçüleri karalayan salakça yazılarıyla iğrençliğini açıklayan asalaklar çıkıyor. Atatürkçülük tam bağımsızlık, özgürlük, ulusal egemenlik temelinde eşitlik, çağdaşlık, bilimsellik ve demokrasiyle aydınlanmayı amaçlayan bir düşün dizgesidir. Ahlak ve onurla, yurtseverlik ve gerçekçilikle dokunmuştur. Her zaman ve hep yenidir. Kendini sürekli yeniler. Yenilenmeye gereksinimi yoktur. Yenilenmesi gereken belleklerden başlayarak, görüşler, düşünceler, özetle kafalardır. Gerçekte Türk Devrimi, Atatürkçülük karşıtı olanlar coşkunun ve yücelişin simgesi 1930’ları kötüleyerek ortamı, koşulları, yoktan varolmayı gözardı ederek devleti aşağılama ve küçültme çabalarını yürütüyorlar. Devingenlik ve atılımı öngören Atatürkçülük bu yağmacı, paracı, uşak yapılı, goygoycu ve yalaka sürüsünü korkutuyor. Yalnız bunlar mı? Atatürkçülükten sözedip gerçek Atatürkçülerden, “sol” sözcüğünden korkarken Atatürkçülerle görüşmekten çekinip kaçınan başkaları da var. Yeniliklerin, soyluluk ve erdemin kaynağı Atatürkçülük öyle yarasaların korkulu düşü ki.

Kullandıkları çirkin sözcüklerle kendi atıklarını katık yaptıkları anlaşılan, kiralık ve satılık durumlarını kınanacak söylemleriyle açıklayan medya maskaraları Atatürkçülüğün insanlık ve demokrasi konuları başta tüm iyilikler ve güzellikler için Türkiye çözümü olduğunun bilincinde değillerdir.

Hem Suçlu Hem Güçlü

Türk Ceza Yasası’na Anayasa Mahkemesi’nin yıllar önce kaldırdığı zina yaptırımını koymak için çıkarılan gürültü iktidarın Başbakan’ın buyruğuyla yaptığı dönüştür. Sorunu yaratan da sorumlusu da iktidardır. Birkaç kişilikli, onurlu, gerçekçi yazar dışında soruna ve sorumlusuna değişen, Türkiyemizin düşürüldüğü durum nedeniyle bunları kınayan olmamıştır. Dalkavukluk yeni örneklerle almış yürümüş, aşağılanmaya katlanma üzücü durumlara varmış, uyduluk ve uşaklık tiksindirmiştir. Öbür uluslar karşısında bu olumsuzluklardan utanıyorum. Atatürk’le eriştiğimiz yüceliklerden sonra şimdi içinde bulunduğumuz karmaşa ve karanlık bana çok ağır gelmektedir.

Adalet Bakanı “Patrikhane istemlerini AB üzerinden getiriyor” diye yakınmaktadır. Sözde ermeni soykırım savlarıyla, kürt devleti oluşumu, kürtçenin ikinci resmî dil yapılması, sıcaklığını koruyan ve sürekli konuşulup tartışılan sorunlardır. Millî Güvenlik Kurulu düzenlemesi, DGM’nin kaldırılması, kuruluşlardan asker temsilcileri ayırmak, anadilde eğitim adıyla kürtçeye açılımlarla kürtçüleri hapisten çıkarmak, Apo’yu ipten kurtarmak, yerel yönetimleri güçlendirmek bahanesiyle yerelliğe kaymak, daha sonra nelerin isteneceğinin belirtisidir. ABD’nin sonu gelmez istekleri ayrı. Cemaat-ümmet-tarikat koşullanmasıyla sıkmabaş tutkusu iktidarın çağdaşlık karşıtlığının göstergesidir. Tam bağımsızlık, yargı bağımsızlığı, üniversite özerkliği, sağlık ve işsizlik sorunları doğrudan Avrupa’yı ilgilendirmediğinden siyasal konular öne çekilmekte, üste çıkarılmaktadır. İktidar ilâhiyat ve imam-hatip mezunlarıyla imamları sevindirmeyi başlıca görev sayarak öbür çalışanları gözardı etmekte, yükümlü sayısının azalmasına bakmadan KDV oranlarıyla üreticinin tepkisini azaltmaya çalışmaktadır. Tayyip Erdoğan’ın restine kim aldırmıştır. AB gerçekten Türkiye’yi istiyor mu? İstiyorsa nasıl istiyor? Zina kurallarına ilgisi Türkiye ve Türkleri sevdiğinden mi? Bu ilgi Türkiye’yi ve AB’ni isteyenleri mutlu eder mi? Yeterince düşünülmüş, tartışılmış değil. Körü körüne AB karşıtlığı gibi yandaşlığı da sakıncalı. Kendine güvenmeyen, kendini saydıramayan, kendini koruyamayan, başkalarına muhtaç ve bağımlı toplumlar varlıklarını sürdürmekte zorlanırlar. Kanımca Tayyip Erdoğan’ın çıkışı çöküş olmuştur.

Üzülüp Kınadığım

Ne olduğu, ne yapacağı bilinenler beni o kadar üzmüyor. Beni en çok üzenler, düşkırıklığına uğratanlar, yanlış tanıtılıp yanlış tanınan, halkı aldatan, umulduğu gibi çıkmayan, beklenenleri yapamayan boş ve kof adamcıklardır. Olduğu gibi görünen, beklendiği gibi davranan kötüler o kadar üzmüyor. Kötü zaten kötü. İyi sanılanın kötü çıkması yıkıcı oluyor. Güvenilip de şaşırtan bozuklukları saptananlar insanı, insanlıktan soğutuyor. Yapay gülümsemeleri, kimi yeni sözcükler kullanarak içtenliksiz konuşmaları, sıcaklıktan yoksun yazıları, beğeni toplama amaçlı gerçekdışı davranışları aşağılık duygularını, kötülüklerini, bozukluklarını, boşluklarını örtmeye, saklamaya yöneliktir. Gerçekte iki yüzlü, kendisiyle kavgalı, nankör, kindar, inatçı, kıskanç, bencil, karıştırıcı, karanlık ve toplum dışı insanlardır. Bunlara inanmak, güvenmek olanaksızdır. Kimileriyle birlikte çalışmak oldukça güçtür. İlkesiz, tutarsız, kararsızdırlar. İçimizdekilerle başa çıkamazken yurtdışındaki sözde dostları nasıl etkileyebiliriz? ABD’nde Demokrat Parti’nin başkan adayı John Kerry’nin Türkiyemizi “ılımlı islâm” ülkesi göstermesi bizim iktidardan kaynaklanan ABD’nin resmî politikasının muhalefetlerince de benimsenmesidir. Türk Devrimi’ni lâikliğe indirgemek, belediyeleri ahlâk zabıtalığına, iktidarı kadınların onurunu korumaya çevirmek, Atatürk’ün fotoğraflarını kaldırmak, depolara atılan büstlerini bulup çıkaranları tehdit etmek, eşlerini işten çıkarmak, kendi adamlarını yerleştirip varlıklı kılmak için çalışanları sürmek, oraya buraya atmak, zorla emekli ya da istifa ettirmek, stadyumlarda koruma terörüne göz yummak çelişkileri toplumsal ayıplara eklenmektedir.

Başbakanlık’ta oluşturulan 28 Şubat kararlarının uygulanmasını izleyen kurulun “irticai faaliyet arşivi”ni dağıttığı yazılmıştır (Milliyet, 20.9.2004, s.19). Bir AKP milletvekili “Din, önce hayata ilişkindir. Tam lâiklik budur” diyerek kabûlünden 80 yıl sonra lâikliği anlamaya başladıklarını açıklamıştır. Aynı gazetedeki aynı günlü haberin bir gelişme mi, düzelme mi olduğunu olaylar belirleyecektir. Zina engeli, zina durağı nasıl aşıldı, zaman gösterecektir.

Kişilik nitelikleri, düzeyleri, ahlak durumları belli kimilerinin, döneklerin, terbiyesizlerin kendilerine ters gelen görüşlerin sahiplerini suçlamalarına gülüp geçiliyor. Halk dalkavukları, fırsatçılar, çıkarcılar, yalacılar, hukukdışılığı savunan hukuk öğrenimi görmüş “köşetaşları” kişisel tepki ve duygusallığı aşamamış bağnazlar bozgunculuklarını sürdürüyor. Ulusal onurun gözardı edilerek kendi kusurlarını unutturmak için Avrupa’nın kapısında ilgi dilenenleri göklere çıkaran anlayış mandacı anlayıştır. Kişiliksiz goygoycular toplumsal kararlılardır.

Nitekim Rum Dışişleri Bakanı (Güney Kıbrıs’ın) Yorgo Yakovu “Kıbrıs sorunu çözülmeden Türkiye AB’ne giremez. Farklı kriter öne süreni veto ederiz” demiştir. Türkler asla asimilasyon yapmamıştır. Yapsaydı herşeyden önce dillerini öğretirlerdi. Kürtleri ve ermenileri kullanarak Türkiye üzerindeki kötü amaçlarını gerçekleştirmek isteyen batılılar kendi yaptıklarını, Haçlı Seferleri’ni, sömürgeci yayılmaları, işgalleri, savaşları, kıyımları unuttular. Kıbrıs’ta rumların yaptıkları Türkiye’nin Barış Harekâtı’yla sağlanan dinginlik unutuldu. Asala’nın yaptıkları dünya terörünün tırmanması değil miydi? O zaman gereken duyarlık gösterilseydi terör Osetya’daki gibi azgınlaşır mıydı? Türkiye’de köktendinci teröre yeteri kadar karşı çıkılsa, yüreklendiren konuşma ve tutumdan uzak kalınsaydı, acılar çekilir miydi? Irak’ta yardım taşıyan Kızılay aracına saldırı, yeni rehineler ve ölümler önceki tutarsızlıkların sonucudur. Son aylarda güneydoğumuzda 70’e yakın yurttaşımızı yitirdik. Kürtçü terör ABD korumasında şımarmaktadır.

Barzani, tehditlerini yinelemektedir. Kerkük’ün Irak’ın Kosova’sı olmasına katlanılamaz. Tezkere’nin reddine bağlanan eleştirilere katılmak da güçtür. Türkmenler için Abdullah Gül’ün sert çıktığı söylentilerinin ertesinde ABD’nin durumu sorduğu, yanıtının ise çok yumuşak olduğu gözlendi. Düzeltme ve ABD’ne gitme, çıkışın nasıl olduğunu anlatmaktadır. Medya yine saptırmıştır.

Recep Tayyip “Onuncu Müsiad Uluslararası ve Sekizinci Uluslarası Forumu”nun Kuran okuyarak yapılan açılışında “İslâmî terör değil, dinci terör vardır” demiş. Terörü kabûl etmekle birlikte kaynağını söylemeye dili varmıyor. Dinci teröre başvuranlar, müslüman olduklarını söyleyenler değil mi? Başka dinin üyeleri mi? Gerçekleri söylemekten niye kaçınılıyor? Müslümanların içinde bulunduğu terör İslâmiyet’i suçlu göstermese de gölgeler ve tartışma alanına çeker. Gerçek müslüman, dinine bu zararları vermez. Müslümanlığın yanlış anlaşılması, tarikat ve şeriat oyunları, lâiklik karşıtlığı, dine aşırı bağlılık ama din bilgisinden yoksunluk ve çıkarcılık sakıncaların kaynağını oluşturmaktadır. Siyasal beklentilerle dinin araç kılınması ülkemizin hastalığıdır. Aklın karşısına inancın, bilimin karşısına dinin, gerçeğin karşısına varsayımın çıkarılmasından vazgeçilmedikçe din kılıklı kötülükler önlenemez. Dinden geçinip yalan söyleyenlerin, dini araç olarak kullananların önü kesilmedikçe yakınmalar sona ermez. İslâmcılar terörün içindedir, karşısında değildir.

Değinilenler

İnsanı, yaşam düzeyini, eğitimi, sanatı, sporu düşünen çok az. Sıkmabaşa takıntı sürüyor. İnanç sömürüsüyle iktidar ve şeriat düzenini gerçekleştirme hırsının kimlere neler yaptırdığı görülüyor. Siyasal ya da başka yeteneği, becerisi olmayanların işi gücü lâf, gaf. İşte köktendinci saf. Yeni Türk lirası girişiminin bir tür devalüasyon olacağı da gözden ırak tutulmamalı. Sıfırları silmekle mal mı ucuzluyor? Gelir mi artıyor? Daha çok mu alım yapılabilecek? Millî Eğitim Bakanı bahşişi dolarla veriyor. Devlet Bakanı’nın oğluna tahtırevanlı sünnet düğünü yapılıyor. Başbakanın çocuklarının düğünleri esin kaynağı olmalı, örnek oluşturmalı. Bu arada DİE yoksulluk sınırında yaşayanları 11 milyona yakın gösteriyor. 7 kişiden 1’i yoksul. Tüm bu gerçekleri, zina konusundaki tutumu gözardı edip iktidarı savunanların varlığı “Pes!” dedirtiyor. Televizyonlarda şakşakçılara ödenen paralar çok kimseye dilini ısırtıyor. Sonra okulsuz, sırasız, kalem-deftersiz, giysisiz, ayakkabısız çocuklar, evsiz-barksız yurttaşlar. İlâç ve hekim kuyruğunda yaşlılar, emekliler. Ne demeli?

İktidar konusundaki tanılarımızda her gün doğrulanıyoruz. Tam bir takiyye örgütü, takiyye yapılanması. Zina konusu herşeyi bir daha ortaya koydu. Güvenmek, inanmak olanaksız. Bunların inanca, düşünceye, hukuka, siyasete, insana saygıları yok. İnancı sömürerek siyaset yapıp iktidarı ele geçirdikten sonra yetkiyi kullanarak düşledikleri düzeni gerçekleştirmekten başka amaçları yoktur. Kendilerini mutlu edecek ortam, kendi görüş sınırları içinde kalan alandır. Dinci görüşleri, hile-i şeriye yoluyla kazandıkları olanaklar, birbirlerinin bildikleri aykırılık ve çelişkileri, lâik cumhuriyet ve Atatürk karşıtlığı bir araya getirmiştir. Başka hiçbir özellikleri yoktur. Yüzlerini görmeden duydukları eylemleri ve görüşleriyle birbirlerini tanırlar, yıllanmış birliktelikleri varmış gibi değişik yerlerde de olsa birbirleriyle ilişki kurar, buluşurlar. Demokrat değillerdir. Uygar değillerdir. Bilinen (klâsik) anlamda gerçek bir muhafazakâr ve dindar bile değillerdir. “Türk, Türkiye” sözleri de içtenliksizdir. Ümmetçidirler. Dürüst de değillerdir. Bir şöyle, bir böyle konuşup davranarak kendilerini yalanlamaktadırlar. Bin dereden su getirip birbirlerini yıkamaya çalışırlar. AB raporundan sonra neler olacak, neler söyleyip yapacaklar göreceğiz. Yineleyelim: Özenme ve öykünmeyle demokrat ve çağdaş olunmaz. İçtenlikle istemek, benimsemek, özümsemek gerekir. Yapaylık sırıtır, gerçekçilik alkışlanır. Kadınlarla erkeklerin ayrı oturduğu “haremlik-selâmlık” yöntemli toplantılar, çevreyi ve yerleşim alanlarını, yapılanmayı olumsuzluklarla başbaşa bırakan siyasal yaklaşımlar, değişmenin söz konusu olmadığının kanıtlarıdır.

Aydın ve Atatürkçü geçinenler de böyle. Konuşmayı, tartışmayı, anlaşmayı, uzlaşmayı, birleşmeyi, dayanışmayı bilmiyorlar. En iyi becerdikleri şeyler, düş kırıklığı yaratmak, pişmanlık duyurmak, kendilerinden soğutup uzaklaştırmaktır. Birliktelikleri önlemek, güçlenmeyi engellemek, gençleşmeyi ve yenilenmeyi durdurmaktır. TRT kurumunun kaldırdığı proğramlarla yayına koyduğu kimi proğramlar örgütlenmede ve yandaşları yararlanmadaki hızı, sinsi kadrolaşmadaki yoğunluğu gösterdiği gibi, Yeşilköy havaalanı dış hatlar terminalindeki sıkmabaş eşarpların reklâmları dinci açılımın gövde gösterisinin boyutlarını sergilemektedir.

Atatürk ikeleri özenli ve tam olarak uygulanmış sanılarak aykırılıkların Atatürkçülüğe bağlanması, koşullanmış, bağımlı, amaçlı yazarcıklarca sürekli yazılmaktadır. Emekli Orgeneral Çevik Bir’in son konuşmasını bahane ederek medya tetikçileri, patron amigoları, boşluk ve bozukluğu bilinenler darbelerin Atatürkçülüğe dayanılarak yapıldığını yazmaya, Atatürkçüleri kendi ilkellikleri ve sakatlıklarıyla suçlamaya ağırlık verdiler. Atatürkçülüğe aykırılıklara, sapkınlıklara, darbelere neden olanlara değinmediler. Atatürk’ü ve Atatürkçülüğü anlamayan, anlamak istemeyen bağnazlara verilecek yanıt çok ama değemeyeceği için bu kadarla değinmek yeter.

Irak’ta çocuk kıyımına dönüşen ABD saldırılarına sessiz kalan dünyaya ne demeli?

http://www.turksolu.com.tr/66/ozden66.htm

.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder