5 Mart 2019 Salı

CUMHURİYET DÖNEMİNDE BAKANLAR KURULU KARARI İLE YASAKLANAN YAYINLAR 1923-1945 BÖLÜM 1

CUMHURİYET DÖNEMİNDE BAKANLAR KURULU KARARI İLE YASAKLANAN YAYINLAR 1923-1945  BÖLÜM 1



PROF.DR.MUSTAFA YILMAZ[1]

GİRİŞ

            İçinde yaşadığımız çağda medyanın artık dördüncü kuvvet olarak tanımlanması, yani onun yasama, yürütme ve yargıdan sonra gelmesi sanırız onun önemini ortaya koymak açısından anlamlıdır.
            İncelemeye çalışacağımız dönem olan 1923-1945[2] tarihleri arasında, dar anlamda basın kavramı içerisine girebilecek gazete, dergi ve kitapların siyasal iktidar tarafından dönemin iç ve dış siyasetine uygun bulunmayarak Bakanlar Kurulu Kararı ile yasaklanması üzerine olacaktır.
            İşaret ettiğimiz dönemde dünyada ve özellikle Türkiye’de radyo ve televizyonun kamuoyu yaratma, yönlendirme veya bilgi aktarmada basın kadar etkili olduğu söylenemez.[3] Bunun için sadece gazete, dergi ve kitaplarla ilgili kararlar üzerinde durulacaktır.
            Konumuzun alt başlıkları olan Atatürk ve İnönü döneminde basına getirilen yasaklamalara geçmeden Türkiye’de basının kısa bir tarihçesini ve basına daha önce uygulanan  yasaklamaları  vermek sanırız yararlı olacaktır. Türk basın tarihi 1831 yılında Takvim-i Vekayi[4] gazetesinin yayınlanması ile başlamıştır. Haftada bir kez çıkan bu gazete resmi bir nitelik taşımakta idi. Devlet idaresi ile ilgili gelişmelerden halkın haberdar edilmesi ve kamuoyunun bu konularda aydınlatılması amaçlanmıştı. Gazete yayın hayatına 1892 yılında son vermiştir.
            Resmi gazete niteliğindeki Takvim-i Vekayi gazetesini 1840 yılında Ceride-i Havadis adlı özel gazete izlemiştir.[5] Daha sonra bu konuda diğer örnekler Tercüman-ı Ahval ve Tasvir-i Efkar gazeteleridir.[6]
            Anılan bu gazetelerde Tanzimat dönemi yöneticilerine yönelik eleştirilerin yer alması ve batılı anlamda değişiklik taleplerinin dile getirilmesi sonucunda basın ile ilgili ilk düzenleme 25 Kasım 1864 tarihinde Matbuat Nizammanesinin çıkkarılması ile gerçekleştirilmiştir. Nizamname 35 maddeden oluşmaktaydı. Hangi dilde olursa olsun siyasete ve yönetime yönelik yayın yapmak isteyenler izin alacaklardı, devletin içi güvenliği ve asayişini bozucu yayın yapan gazetecinin suçlu olacağı, gazetecinin Saltanata, genel adaba ve milli ahlaka aykırı yazılar yazması, hanedana saldırıda bulunması, Bakanlar Kurulu ve üst düzey bürokratlar aleyhine yazılar yazması yanında, müttefik bulunan hükümdarlar aleyhine yayın yapması yasaklanıyor ve bu konuda çeşitli miktarda para ve hapis cezası öngörülüyordu.[7]
            Türk basın tarihinde basına yönetim tarafından getirilen bu ilk düzenlemede yer alan hükümler daha sonraki düzenlemelerde değişik tarzda hep gündeme gelecektir. Nitekim 1864 tarihli Matbuat Kanunu’nun yetersiz kaldığı düşünülerek çıkartılan 27 Mart 1867 tarihli Ali Kararnamesi ile İstanbul’da yayınlanan gazeteleri kontrol altına almaya yönelik bir düzenleme ile hükümete gazete kapatma yetkisinin verildiğini görüyoruz.[8]
            Osmanlı İmparatorluğunda Parlamentoya dayalı hayatın başlangıcı olan 1876 Kanun-u Esasi’nin 12.maddesinde “Matbuat Kanun Dairesinde Serbesttir” denilmesine rağmen bilindiği gibi kısa süren parlamentolu hayata Abdülhamit tarafından son verilmesi ile basın üzerinde daha baskıcı bir uygulamanın başladığını görüyoruz.[9]
            Abdülhamit’in istibtad yönetimine son veren II.Meşrutiyetin ilanı ile basın takrar özgür bir ortamda faaliyet yapma imkanını elde etmiştir. Gazeteler 25 Temmuz 1908 tarihinden itibaren sansüre tabi olmadan yayınlanmaya başlamış ve II.Meşrutiyet’in ilanı ile basın ve yayın hayatına bir canlanma gelmiştir.[10]      
            Bu özgür ortam 1909 yılında çıkarılan Matbuat Kanunu ile tekrar yeni bir düzenlemeye tabi tutulmuştur. Yeni Kanun 37 maddeyi içeriyordu. Yine öncekilerde olduğu gibi gazete çıkarmak için hükümete bildirimde bulunmayı, vatandaşları suça teşvik edici yazılar yazmayı, ahlak kurallarına aykırı resim ve yazı yayınlamayı yasaklıyordu. Aynı Kanun ile hükümete gazete kapatma yetkisi veriliyordu.[11]
            1909 Matbuat Kanunu yürürlükte kaldığı süre içerisinde bazı değişiklikler yapılmıştır. 1913 yılında genel ahlak ve edep kurallarına aykırı yazı ve resimlerin yayını yasaklanmış ve gazete sahiplerine ve gazete sorumlu müdürlerine ilişkin yeni düzenlemeler yapılmıştır. aynı yıl yapılan bir başka değişiklik ise devletin iç ve dış güvenliğini bozabilecek nitelikte yayın yapan gazetelerin kapatılması ilkesinin getirilmesidir. 1914 yılında ise ülkenin I.Dünya Savaşına girmesi nedeni ile sansür talimatnamesi yürürlüğe konmuş ve savaş süresince basının tamamen hükümet tarafından kontrol altına alınması amaçlanmıştır.[12]
            Osmanlı İmparatorluğunda askeri alanda başlayan yenilik hareketleri kaçınılmaz olarak sivil kurumlarıda etkilemiş ve batılı yaşam ve düşünce tarzı topluma girmiştir. Yönetime karşı yöneltilen eleştirileri ve İmparatorluğun devamı için öngörülenleri dile getirmede bir araç olan basın, önemli bir güç olmuştur. Bunu farkeden Padişah ve Osmanlı Bürokrasisi bu güce karşı tedbir almak zorunda kalmış ve zaman zaman basını kontrol etmeye ve susturmaya yönelik uygulamalar yaşanmıştır.

ATATÜRK DÖNEMİ

            Osmanlı İmparatorluğu açısından I.Dünya Savaşına son veren Mondros Mütarekesi sonrasında ülkenin içine düştüğü durumdan kurtuluş için Mustafa Kemal Paşa önderliğinde Anadolu'da başlatılan milli direniş hareketi, Anadolu'da geniş halk kitlelerine girişilen hareketi anlatmada, onların bu milli harekete katılımlarını sağlamada ve dünya kamuoyuna  girişilen hareketi anlatmada basının önemini biliyordu. Basından kendi haklı davalarını anlatmada bir kanal olarak yararlanmak veya bu yolu açmak doğrultusunda çalışmalarda bulunuyordu[13]. Ama diğer taraftan Padişah ve İşgalci güçlerin denetiminden basın olumsuz olarak etkilenmişti. Özellikle Anadoludaki hareket lehine yazıların çıkmasını engellemek için yeni düzenlemelere gidilmişti[14]. Basın üzerinde denetim hem İstanbul hükümetlerince hem de İstanbul’daki İtilaf devletleri temsilcilerince sürdürülmüştür. İtilaf devletlerinin İstanbul basınını kontrol etmeye yönelik çabaları oldukça etkili olmuş ve Meclis-i Vükela’da sansür heyetine daha dikkatli inceleme yapma imkanı verilmiştir.[15]
            Milli Mücadele’yi yürüten Mustafa Kemal Paşa liderliğindeki kadronun özellikle İstanbul’un Anadolu’daki hareketi İttihatçılıkla ve Bolşeviklikle suçlayan propogandalarına karşı halkı aydınlatmak ve onlara milli davayı anlatmak için basına duydukları ihtiyaç tartışma götürmez. Nitekim Milli Mücadele’nin kazanılması ile her şeyin bitmeyeceğini bilen Mustafa Kemal Paşa asıl işlerinin bundan sonra başlayacağını ve genç Türkiye Cumhuriyetinin gerçekleştirilecek radikal değişikliklerle yeni bir yapıya kavuşacağının işaretlerini veriyordu. Mustafa Kemal Paşa, bunları yaparken kamuoyu oluşturmada ve halkı aydınlatmada, eskinin izlerini silmede basına büyük görevler düştüğünü biliyordu. Bu bağlamda yeni yönetim basın’ın kendi içinde bir kurumlaşmaya ve güce ulaşmasını sağlamada büyük ölçüde yardımcı olmuştur. Nitekim Mart 1920 tarihinde Matbuat ve İstihbarat Genel Müdürlüğünü, Nisan 1920 tarihinde ise Anadolu Ajansının kurulması sağlanmıştır[16].
     Milli Mücadelenin başarıya ulaşması sonrasında Mustafa Kemal Paşa önderliğinde ülkenin çağdaşlaşması, laik ve demokratik bir ulus devleti olması yolunda gerçekleştirilen inkılaplara muhalefetin artması ve 1925 yılı içerisinde çıkan Şeyh Sait isyanı üzerine Takrir-i Sükun Kanunu çıkarılmış ve bu kanun ile hükümet basın üzerindeki denetimini artırmıştır. Kanuna bağlı olarak gazeteler kapatılmış ve Takrir-i Sükun Kanunu ile; “İrtica ve isyana ve ülkenin sosyal düzenini, huzur ve sukununu ve emniyet ve asayişini ihlale yönelen örgüt, kışkırtma, özendirme, girişim ve yayını hükümet Cumhurbaşkanının onayı ile doğrudan doğruya ve idareten yasaklamaya yetkilidir.” hükmünü getirmekteydi. Ayrıca 3 Mayıs 1925 tarihli kararname ile “Havale-i Şarkiye’de İdare-i Örfiye Mıntıkasında Tatbik Edilecek Sansür Talimatnamesi” kabul edilmişti.[17]1929 yılına kadar yürürlükte kalan bu yasa geregı  iktidar basına karşı otoriter bir tavır sergilemiştir.[18]
    Basına karşı takınılan bu tavır Türkiye’nin o günkü şartlarından kaynaklanıyordu. Nitekim; Mustafa Kemal Paşa 1 Mart 1922 tarihinde Meclisin açılış konuşmasında basın hakkındaki görüşlerini şöyle açıklamıştır: "Basın milletin müşterek sesidir. Bir milleti aydınlatma ve doğru yolu göştermede, bir millete muhtaç olduğu gıdayı vermekte, özetle bir milletin saadet hedefi olan müşterek istikamette yürümesini teminde basın başlı başına bir kuvvet, bir mektep, bir rehberdir."[19]. İşte özünde basına ve onun özgür bir ortamda çalışmasına inanan Mustafa Kemal Paşa, şartlar gereği basına karşı kısıtlamaların konduğu bir ortamın kalıcı olmasından yana değildi. Nitekim 1929 Yılında Takrir-i Sükun Kanunu'nun yürürlükten kalkması ile basın tekrar bir serbestlik ortamına kavuşmuştur. Türk basın hayatında yeniden bir canlanış gözlenmiş, iktidara ve ülkenin sorunlarına ilişkin yazılar basında yer almaya başlamıştır. Ama daha sonra yaşanan Serbest Fırka denemesi ülkede Mustafa Kemal Paşa önderliğinde gerçekleştirilen inkılapların yeterince tüm halk tarafından anlaşılmadığını ortaya koymuş ve basın ile ilgili bir düzenlemeye gidilmesi gereği ortaya çıkmıştır[20]. Şüphesiz iktidarın bu kararında ülke dışında ve içinde yaşanan olayların etkisi vardır. Bu olayların en önemlisi sanırız 1929 ve 1930 yıllarında yaşanan ve tüm dünya ekonomilerini felce uğratan büyük ekonomik bunalımdır. İçeride ise tek partili rejimin gittikçe iktidarını güçlendirme yolundaki uygulamaları yaşanmaktadır.
    25 Temmuz 1931 tarihinde çıkarılan yeni Matbuat Kanunu ile matbaa açma, gazete ve dergi yayınlanması, gazete ve dergi çalışanlarının sorumlulukları ve hakları, basın suçları ile suça tahrik, şantaj, yayınlanması yasal olan şeyler, gazete ve dergilerin toplatılması ve kapatılması, tazminatlar ve bu hükümlerin uygulanmasına ilişkin maddeleri yanında, ülkede bulunan yabancıların gazete çıkarmaları hükümet iznine bağlanıyor ve bu gazetelerin yazı işleri müdürlerinin Türk olması zorunluluğu getiriliyordu. Ayrıca  bu gazete ve dergilerin Cumhuriyet hükümetinin iç ve dış politikaları aleyhine yayınlar yapamayacakları hükmü getiriliyordu.[21].

    Atatürk dönemi'nde basına verilen kapatma cezaları veya yayına belirli sürelerle ara verme cezaları Bakanlar Kurulu Kararları ile ve 1931 tarihli Matbuat Kanununun 50 ve 51'nci maddeleri gereği olmuştur.
    Bunlardan 50'nci madde ile: "Memleketin umumi siyasetine dokunacak neşriyattan dolayı İcra Vekilleri Heyeti Kararı ile gazete veya mecmualar muvakkaten tatil olunabilir. Bu suretle kapatılan gazete veya mecmuanın neşrine devam edenler hakkında 18'nci madde hükmü tatbik olunur.
    Bu suretle kapatılan bir gazetenin mes'ulleri tatil müddetince başka bir isim ile gazete çıkaramaz." denilmekteydi.
    Yine 51'nci madde ile: "Yabancı bir memlekette çıkan bir gazete veya mecmuanın Türkiyeye sokulması ve dağıtılması İcra Vekilleri Heyeti Kararı ile menolunabilir.
    Dağitılan nüshalar karardan evvel, İcra Vekilleri Heyetinden müstacelen karar alınmak üzere Dahiliye Vekilinin emrile toplattırılabilir. Menolunmuş gazeteleri memnuiyeti bilerek Türkiye'ye sokan ve dağıttıranlardan 300 liraya kadar ağır para cezası alınır." deniliyordu.
    Basın kanununa ve İnkılap ilkelerine ters düşen gazete, kitap ve dergiler özellikle Kemalizmin yeni getirdiği ilkelere; laikliğe, iç ve dış politikaya aykırılık durumunda yönetim çok hassastı ve hemen gerekli kanuni prosedür işletiliyordu. Yeni kurulan ve her yönüyle eski İmparatorluk anlayışından uzaklaşmayı hedefleyen devlet kendi temel niteliklerine karşı olan her türlü hareket ile özellikle Hilafet, Saltanat,Şeriat, Turancılık, Irkçılık ve Komünistlik gibi oluşumlara karşı çok hassas davranıyordu.
    Devlet, basını kontrol etmek ve gerçekleştirilen inkılapları halka anlatmak ve kamuoyu yaratmada gerekli olan düzenlemeleri yapmak yoluna gidilmiştir. Nitekim 7 Haziran 1920 tarihinde kurulan Matbuat Umum Müdürlüğü bir düzenleme ile 1 Haziran 1934 tarihinde yeni ve geniş bir örgütlenmeye gidiyordu. Konumuzla ilgili olan Matbuat Umum Müdürlüğü Kanunu'nun önemli maddeleri şunlardı:
1-a) Gerek Memleket dahilinde ve gerek haricindeki siyasi, iktisadi, içtimai ve harsi hareketler bakımından yerli ve yabancı neşriyatı takip etmek.
b) Milli matbuatın inkılap prensiplerine, devlet siyasetine ve millet ihtiyaçlarına uygun olmasını temin eylemek.
c Memleketimizin içinde milliyet ve demokrasi esaslarına mugayir fikir cereyanlarının yayılmasına mani olmak için tedbir almak., bu gibi fikir cereyanları ile neşriyat vasıtası ile mücadele etmek[22].
    Basında devletin yardım ve kontrolünü bir gereklilik olarak gören Matbuat Umum Müdürü Vedat Nedim Tör, Mayıs 1935 tarihinde toplanan Matbuat Kongresinde Atatürk Türkiyesinde gazetenin amacını şöyle açıklamaktaydı:
1-"Devrim prensip ve ideallerinin geniş halk yığınları içinde yayılması için en kuvvetli bir propaganda aracı.
2-Devrim fütuhatının kaypaklığa, irticaa karşı en uyanık bir müdafaa aracı.
3-Devrim hükümetinin yaptığı işlerde samimi bir yardımcı ve uyarıcıdır.
4-Halkın siyasal, ekonomik ve kültürel eğitiminde en müessir bir okul."[23]
    Basının kurumlaşmasına yönelik faaliyetlerden bir diğeri ise 25 Mayıs 1935 tarihinde toplanan I.Basın Kongresi'dir. Bu kongrede gündeme gelen Türk Basın Birliğı Kanunu'nun çıkarılmasının ise 1938 yılında geçekleştiğini görüyoruz[24]. 1938 yılındaki değişiklik ve II.Dünya savaşının da etkisiyle İsmet İnönü’nün Cumhurbaşkanlığı döneminde basın üzerindeki denetim giderek artmıştır. Ama Cumhuriyet ile birlikte basının kurumlaşması yolunda çabaların sürdürüldüğü ve onun gelişmesi için günün imkanları ölçüsünde yardımcı olunduğu da bir gerçektir.
            Ana çizgileriyle vermeğe çalıştığımız Türk basın tarihindeki gelişmeler bizim ele alacağımız konu ile ilgili olmakla beraber esas konumuzu oluşturmamaktadır. Konumuz Atatürk döneminde ülke içerisinde ve ülke dışında yayınlanan gazete, dergi ve kitapların iktidar tarafından yasa gereği toplatılması, yurda girişinin yasaklanması yayın durdurma ve belirli bir süre ara verme ile ilgili alınmış bakanlar kurulu kararları üzerine olacaktır.
    Başbakanlık Cumhuriyet Arşivinde yaptığımız araştırma sonucu ulaştığımız Atatürk döneminde Bakanlar Kurulu Kararı ile yasaklanan yayınların bir dökümünün yapılması[25] ve yasaklanan yayınlarda yasaklamaya neden olan konuların belirlenerek dönemin iktidarının hassasiyetlerinin ortaya çıkarılmasına çalışılacaktır.
    İncelediğimiz dönemde zararlı yayın yaptıkları için geçici veya sürekli kapatılan gazete ve dergiler yanında satışı durdurulan, dağıtımı yasaklanan kitaplar ile yine ülke için zararlı yazılar taşidığı bildirilen yayınların yurda girişinin ve satışının yasaklandığını görüyoruz.
            1922'li yıllardan başlamak üzere yeni yönetim gazeteler için getirilecek ithal kağıdın gümrük dışı tutulması yolunda bir dizi Bakanlar Kurulu Kararı almıştir[26]. Bunun yanında gazetelerin modernleşme ve kapasite artırma doğrultusunda ithal edecekleri makina techizat ve diğer malzemelerden de vergi alınmaması yolunda Bakanlar Kurulu Kararları mevcuttur.
    Ayrıca gazetecilerin Türkiye'yi ilgilendiren belirli toplantıları takip için yurtdışına çıkışlarında siyasi pasaport verildiğini görüyoruz. Bunun yanında yabancı gazetecilerin Türkiye'de uzman sıfatı ile çalıştırılması ve bunların ülke içinde yapacakları seyahatlere ilişkin permi verilmesine ilişkin birçok karar mevcuttur[27]. Bütün bunlar yönetimin basın ve onun mensuplarını maddi ve manevi olarak desteklediğini gösterir kararlardır demek sanırız abartılı olmayacaktır.
   İncelediğimiz dönemde ülkeye girişine ve satışına yasak getirilen veya ülke içinde yayını durdurulan gazete, dergi ve kitapların yasaklanış nedenlerinden hareketle yayınları şu başlıklar altında toplamak mümükündür.
1-Komünist propaganda yapan yayınlar (dört adet)[28].
2-İnkılaplara muhalefet edici yayınlar (on adet).
3-Takrir-i Sükun Kanununa muhalefet edici yayınlar (iki adet).
4-Türkiye'deki Rum ve Ermeni vatandaşları kışkırtıcı yayınlar (dokuz adet).
5-Kamuoyunun huzurunu bozucu-Ülke aleyhine yapılan yayınlar (kırkdört adet).
6-Muzur yayınlar (üç adet).
7-Dini duyguları rencide edici yayınlar (dört adet).
8-İrticayı teşvik edici yayınlar (iki adet).
9-Din propagandası yapan yayınlar (sekiz adet).
10-Kürtçülük-bölücülük ile ilgili yayınlar (yedi adet).
11-Türkçülük ile ilgili yayınlar (üç adet).
12-Mustafa Kemal Paşa'nın şahsına karşı yapılan yayınlar (sekiz adet).
13-Komşu ve dost ülkeler aleyhine yapılan yayınlar (beş adet).
14-Türkiye'nin dış politikasına zarar verici yayınlar (onaltı adet).
   Bu ayırımdan İnkılaplara muhalefet edici yayın başlığı altında toplanan yayınların muhtevası: Halifelik lehine propaganda, Cumhuriyet karşıtı propaganda, Şapka ınkılabına muhalefet, laiklik politikasına ve uygulamalarına muhalefet edici kitap gazete ve mecmualarda yer alan yazılardan oluşmaktadır.
   Yine din propagandası ile ilgili olarak görülen sadece İslamiyetle ilgili yayınların değil Hiristiyanlık ve diğer dinler ile ilgili yapılan tüm propagandaları kapsayıcı olduğudur.
   Çok genel bir niteleme olarak Bakanlar Kurulu Kararlarında geçen "ülke aleyhine" yayın ile "kamuoyunu bozucu" yayın aynı başlık altında toplanmıştır. Bu başlığın muhtevasına örnek olarak ise; ülke dışında basılan ve ülkeye girmesi iç ve dış siyaset için zararlı olabilcek kitap, gazete ve mecmualar ile yine halkın yıldızlarına bakıp hastalıklarına teşhis ettiğini iddia edici nitelikteki yayınlar, ülkenin iktisadi ve mali yapısıni bozucu, Büyük Millet Meclisi'nin gizli celsesinin yayınlanması, Türklük aleyhtarı, milli birliği incitici, ülkenin milli birliğini ve kültürel birliğini bozucu yayınlar oluşturmaktadır.[29].
   Konu başlıkları ile ilgili ayırımda dikkati çeken bir başka nokta ise değişik tarihlerde bu konu başlıkları ile ilgili yasakların arttığı veya azaldığıdır. Sanırız bunun nedeni yine 1923-1938 Türkiyesinin iç dinamikleri ve aynı tarihlerde dünyada meydana gelen gelişmelerin yönetime olan etkisidir.
   Örneğin, komünist propaganda ile ilgili yasaklamalar veya bu konudaki hassasiyet 1926 yılı öncesine rastlarken, 1930'lu yıllardan sonra bu tür bir yasaklaması Bakanlar Kurulu Kararlarında görülmemektedir. Nitekim konuya ilişkin yasaklamaların yıllara göre dağılımında bunu görmek mümkündür. Dağılım: 1923'te 2, 1924'te 2, 1925'te 5,1931'de 1 ve 1936'da ise 1'dir.
   Dığer taraftan inkılaplara muhalefet veya irticayı teşvik edici, laiklik karşıtı yayın yasağı her dönemde yer almıştır. Ama bu konulara ilişkin Bakanlar Kurulu Kararlarında 1930'lu yıllardan sonra bir artış görülmektedir. Kararların yıllara göre dağılımı ise şöyledir: 1924'te 1, 1925'te 2, 1930'da 1, 1931'de 1, 1933'te 4, 1934'te 2, 1935'te 5, 1936'da 2, 1937'de 5 ve 1938'de ise 2'dir.

2 Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,

***

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder