17 Mart 2019 Pazar

DEVLETLERİMİZ ve ANAYASALARIMIZ. BÖLÜM 1

DEVLETLERİMİZ ve ANAYASALARIMIZ. BÖLÜM 1


Sadi SOMUNCUOĞLU 
Milli Düşünce Merkezi Genel Başkanı 
Mart 2013, Ankara 

Türk Milleti olarak, anayasa tartışmalarından bir türlü kurtulamıyoruz. Yönetenler, bilim adamları ve aydınlarımızın en önemli gündem maddesi anayasa. Cumhuriyet döneminde olduğu gibi, Osmanlı’da da başat meselemiz buydu. 

Sanılmıştır ki, iyi bir anayasamız olursa bütün sıkıntılardan kurtulur, gelişmiş çağdaş bir toplum seviyesine ulaşırız. “İyi bir anayasa”, işte tılsım bu sözde. Tamam da “iyi”ler başka başka. Böyle olunca da, “tartışma pazarı” kuruluveriyor. İşte size tartıştıkça hararet veren, içinden çıkılmaz bir “derin” gündem. 

Bir buçuk asırdır tartışıyoruz yorulduk, ama bıkmadık. Bu keşmekeşte ufuklarımız daraldıkça, tefekkür hayatımız karardı. Derken meseleyi “kökten çözmeye” talip birileri çıktı. Dediler ki; en iyisi “Türk’ten kurtulmak.” Bunun için 
“yeni” bir anayasa yapmalıyız. Türk Milleti bu karara şaşkınlıkla bakarken; dünya patronları, Türk’ten hazzetmeyenler ve Türk’e kuyu kazanlar hayran kaldı. 

“Hayranlıklara vesile olan” şu “Türk’süz” anayasa neymiş dedik yola çıktık. Ancak bazı kavramlarda mutabık olmalıyız. Mesela; Milli- üniter- federal ve çok ortaklı devlet; millet- etnisite- azınlık-devletin kuruluşu ne demektir? Egemenlik açısından ne ifade ediyor? 

Kısaca bakmalıyız. 

Milli Devlet: Bir millete ait devlet demektir. Eğer devlet kendi milleti tarafından kurulmuşsa, o devlet zaten millidir. Millilik devletin ana eksenini ifade eder. Selçuklu, Osmanlı ve Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin kurucusu ve sahibi Türk Milleti olduğu için millidir. Örnekler verelim: Alman, İngiliz, İspanyol, Fransız, 
İtalyan, Yunan, Çin, Japon, Amerikan, Rus gibi devletler, bir millete ait olduğu için milli devlettir. 

Üniter Devlet: Bir merkez (başkent)’den yönetilen, otoritenin tek parça olduğu devlet şekline denir. Selçuklu, Osmanlı ve Türkiye Cumhuriyeti Devleti üniterdir. Yukarıda adı geçen diğer devletlerden Almanya ve ABD hariç, hepsi de üniterdir. 

Federal Devlet: Egemenliğin, federe devletçiklere bölündüğü, her federe devletçiğin kendi yasalarını kendilerinin yaptığı, ancak hepsinin üstünde milli savunma, dış ticaret, dış politika gibi konularda yetkili, merkezi bir federal devletin bulunduğu idare şeklidir. Federal ve federe devletler bir millete ait ise, devlet millidir. Federal devletin örnekleri; Almanya ve ABD’dir. Almanya’daki 16 eyalet devleti ve merkezi federal devlet Alman milletine aittir. ABD’deki 52 eyalet devleti ve merkezi devlet, bir olan Amerikan milletine aittir. 
Bundan dolayı bu devletler milli, ama yönetim şekilleri üniter değil, federaldir.


Çok Ortaklı Devlet: Çok ortaklı (unsurlu), çok dilli ve birden çok yönetim merkezli devlet şeklidir. Uygulamada federal denilse bu yanlıştır. Çünkü federal devletler bir millete aittir ve millidir. Buna karşı çok ortaklı devletler, 
çok unsurlu olduğundan gayri-millidir ve sunidir. Federal devletlerle benzerliği, yönetimin çok merkezli olmasıdır. 

Örnekleri; dağılan Yugoslavya ve Sovyetler Birliği, fiilen bölünmüş olan Belçika ile şimdiki Irak Federal Cumhuriyeti’dir. İşgalci emperyalistlerin, çıkarlarına göre hazırladıkları Irak Anayasası’nda, devlet Arap ve Kürt unsurlardan meydana gelmekte, iki dilli ve iki yönetim merkezlidir. 

Millet: Bir etnisite veya birden çok etnisitenin asırlarca bir arada yaşayarak sosyolojik gelişimini tamamlayıp, siyasi kimlik sahibi olmasıyla ortaya çıkan, bütünleşmiş bir olgudur. Dil, inanç, hukuk, kültür, edebiyat, sanat, musiki, örf-adet gibi temel kurumlarını tamamlayan millet, bağımsız yaşamak zorundadır, bunun için devletini kurar. Yoksa yaşayamaz. Böylece egemenlikler dünyasının bir üyesi olur. 

Millet, zaman içinde karşılaştığı veya bünyesinde var olan farklı etnik grupları da temsil eder. Bu kültürel bütünleşme ve milletleşme demektir; bundan dolayı, tek kökenli millet yoktur. Bu gerçeği dikkate alan uluslararası hukuk, dünya düzeninin; bir millet, bir devlet ve eşit birey esasına göre şekillenmiştir. 

Etnisite: Çeşitli sebeplerle milletleşememiş ırk gruplarına ve kavimlere denir. Birlikte yaşadığı milletin hâkim kültürü ile kaynaşarak bütünleşirler. Sosyolojik olarak millete dâhil olurlar. Böylece milletleşen bu sosyal topluluklara dair, uluslararası hukukta hiçbir sözleşme ve anlaşma yoktur. Milletten ayrı bir siyasi kimliği yoktur, ama sosyal (aile, sülale, aşiret gibi) kimlikleri vardır. Sahip oldukları folklorik dil ve kültürlerini toplum içinde serbestçe yaşarlar ve geliştirebilirler. 

Azınlık: Dil, din, kültür gibi alanlarda, toplumun çoğunluğuna göre farklı ve sayıca az olan, belli bölgelerde yaşayan, hâkim konumda (yönetimde) olmayan topluluklara mensup kişilerdir. Bir ülkede kimlerin azınlık olacağına, “Viyana Konvansiyonu”na göre, ilgili egemen devlet kendisi karar vermeye yetkilidir. Uluslararası sözleşmelere göre; azınlıklara mensup bireyler, kendi dil, kültür gibi değerlerini, toplum içinde serbestçe yaşama ve geliştirme hakkına sahiptirler. 
Bu bireysel haklarına, grup haklara dönüştürülemez ve ayrımcılık için kullanılamaz. 

Bahsi geçen sözleşmeler: Lozan Antlaşması; Batı Trakya Müslüman Türk azınlığı ile Türkiye’deki gayri Müslimlerin statüsünü belirleyen 35-47 maddeler. Türkiye’nin Başka azınlığı yoktur. Diğer sözleşmeler; BM İkiz Sözleşmeleri, 
Avrupa Konseyi Bölgesel ya da Azınlık Dilleri Avrupa Şartı, Ulusal Azınlıkların Korunması Çerçeve Sözleşmesi, Kopenhag Siyasi Kriterleri, azınlıkların korunması ve saygı gibidir. 

Bu Sözleşmelerdeki hükümler, özellikle azınlık dillerine dair bireysel haklar, devletlerin egemenlik ve toprak bütünlüğü ile uluslararası hukuk yükümlülükleri ne ters düşecek şekilde yorumlanamaz. BM şartı, AİHS ve AİHM kararları bunu amirdir. Bir örnek verelim: “Fransız Polenezyası’nın dil davasında AİHM’nin kararı şöyle: AİHS’nin 10. maddesine göre; Devletlerin egemenlik alanına giren dil konusu mahkemenin yetkisi dışındadır. 

Sözleşmenin hiçbir maddesinin, yerel dilleri garanti altına almadığı, bu bakımdan temel haklardan sayılan düşünce ve ifade özgürlüğüne göre inceleme yapılamayacağı, her devletin dilini kendisinin seçeceği ve bu kendi egemenlik 
alanına gireceği belirtilmiştir. Ayrıca ana dilde yapılan taleplerin, “kültürel haklar” kapsamına girdiğinden, ancak toplum içinde serbestçe yaşanıp geliştirilebileceği vurgulanmıştır.” 

Azınlığa mensup bireyler, vatandaşlık hakkına sahiptirler. 

Devletin kuruluşu: Devlet, millet çoğunluğunun değerlerine göre kurulur. Böylece, en geniş manada milleti temsil eden, tutarlı, bütünlüğü ve standardı olan bir düzen kurulmuş olur. Mesela; çoğunluğun dili Türkçe ise devletin dili de Türkçe olur. 

Milletin bünyesindeki, yerel özellikte, farklı dil ve kültürler ise, bütüne ait olmadığı için devletin kurumlarında yer almaz. Çünkü standart, uyum ve bütünlük sağlanamayacağı için düzen yerine düzensizlik, kargaşa doğar. Ancak, bu değerler ve diller bireyler tarafından toplum içinde serbestçe yaşanır, 
engellenemez. 

Genel duruma tabi devletler böyledir. Egemen güçlerin çıkarlarına göre kurulan devletlerin ortak özelliği yoktur. Birbirine benzemez. Bunun için örnek teşkil edemez. 

Türk Anayasaları, Milli ve Merkezi Devlet 

Bu izahlar açısından Türk anayasalarına bakalım. Bugüne kadar, 108 yılda 6 yazılı anayasamız olmuştur. Bunlar; 1876 Kanuni Esasi’si, 1921 geçici Anayasası, 1924, 1945, 1961 ve 1982 anayasalarıdır. Bu anayasalardan ilk 
dördünün gerçek ihtiyaçtan; son ikisinin ise darbeler sonucu “sıfırdan” yapıldığı bilinmektedir. 

Ancak konumuz bakımından çok önemli olan husus, milli devlet, devletin kimliği ve yönetimi açısından hepsinin aynı özellikte olmasıdır. Anayasalarımıza baktığımızda dikkati çeken ilk husus; Sultan II. Abdülhamit Han’ın 1876 Kanunu Esasi’sinden 1982 Anayasasına kadar egemenliğin aynı kalması, adeta kopya edilir gibi korunmasıdır. Anayasaların hepsinde, kurucu irade, kuruluş esasları ve meşruiyet kaynağı denilen, milletin ruhu esas alınmıştır. Böyle olması da çok tabiidir. Çünkü kurucu iradenin sahibi değişmemiş, hep Türk Milleti olmuştur. 

Kimlik meselesi günümüz tartışmalarının da eksenini teşkil ettiğinden, ilk Anayasamızdan somut deliller vererek, devletin yapısındaki sürekliliğe ve bütünlüğe dikkatleri çekmek isteriz. 

Önce 1876 da ilan edilen Kanunu Esasi’ye bakalım. 

1. Madde: Osmanlı devleti ülkesiyle bir bütündür, hiçbir gerekçeyle bölünemez. 
2. Madde: Osmanlı Devleti’nin başşehri İstanbul’dur. 
8. Madde: Osmanlı Devleti’nin uyruğunda bulunanlara “Osmanlı” denir, 
17. Madde: Yasa önünde bütün Osmanlılar eşittir. Kişilerin, din ve mezhebine bakılmadan vatana karşı aynı hak ve ödevleri vardır. 
18. Madde: Devlet memuru olabilmek için “devletin resmi dili” Türkçeyi bilmek şarttır. 
57. Madde: Meclis’te müzakerelerin dili Türkçedir. 
68. Madde: Türkçe bilmeyen milletvekili olamaz. 
71. Madde: Milletvekilleri, seçim bölgesinin ayrıca vekili olmayıp, Osmanlı vekilidir. (1) 

    Bu Türk kimliği elbette Kanunu Esasi ile kazanılmış değildir. Devleti kuran ve yaşatan Türk Milletidir. Bunun için devletin kuruluşundan itibaren; sarayda, orduda, devlet işlerinde, mahkemelerde, şiirde, edebiyatta, kültürde, musikide, mimaride, sanatta, günlük hayatta, her yerde ve her işte, Türk dili ve kültürü esas olmuştur. Selçuklu devleti de, Osmanlı devleti gibi Türk Milletinin devletiydi. 

Yukarıda 8. Maddede bahsi geçen “Osmanlı” sözü hiç şüphe yoktur ki, “Türk” demektir. 1876 anayasasının hükümleri, Türk demiyor ve milletini tarif etmiyorsa, hangi milleti tarif ediyor olabilir? 

Cumhuriyet dönemi anayasalarında çok kullanılan “Türkiye” sözünün, duruma göre, “Türk Ülkesi” ve “Türklerin ülkesi” anlamında kullanıldığı bilinmektedir. Bütün anayasalarımızda, “Egemenlik” kayıtsız şartsız Türk Milletine aittir” denilmek suretiyle, bu konuda hiçbir tereddüde yer bırakılmamıştır. Ayrıca TBMM, 

1922’de aldığı 308 numaralı kararla bu hususa açıklık getirmiştir. Karar şöyledir: “Osmanlı İmparatorluğu’nun kurucusu ve gerçek sahibi olan Türk Milleti… 
Düşmanlarına karşı kıyam etmiş… Bugünkü kurtuluş gününe vasıl olmuştur.” (2) 



Geçtiğimiz aylarda vefat eden Neslişah Sultan’ın hayatını yazan Murat Bardakçı, merhumun annesi Sabiha Sultan’ın şu sözlerini aktarıyor: “Bugün Cumhuriyet kurulmuş, ailemiz vazifesini yapıp geçmiştir. İmparatorluk ayrı bir devirdi, fakat o da Türk’ündü. Bugünkü Cumhuriyet de Türk’ün malıdır. 

Devlet aynıdır. Rejim değiştiği için isim değişmiştir.” (3) 

Söz buraya gelmişken, Osmanlı kavramı üzerinde de durmak isteriz. Çünkü o dönemde bile bu kavram, çok farklı anlaşılmıştır. Bu bakımdan ünlü bilim adamımız Fuat Köprülü’nün “Osmanlı Telakkisi” başlıklı, zihni karışıklığa ışık tutan makalesinden kısa bir bölümü aktaralım. 

Köprülü diyor ki; “Osmanlı kelimesi bir devlet, yani bir siyasi heyet adıdır; yoksa bu kelime Tanzimatçıların zannettiği gibi ‘dinde, lisanda ve netice olarak hissiyatta’ müşterek bir millet unvanı değildir. Binaenaleyh Osmanlılık demek, Türklüğün, Araplığın, Rumluğun, Ermeniliğin, vs. toplu heyeti demektir. 

Devletimizi büyük bir içtimai daireye benzetecek olursak; merkezi daireyi Türklük, onun etrafındaki birinci daireyi, ilkine sıkı bir surette merbut (bağlanmış) olarak İslamlık, son daireyi de Türk ve İslam cazibe kuvvetine tabiatıyla boyun eğmeye mecbur olan Hıristiyan unsurlar teşkil eder. Osmanlı Devletinin şimdiye kadar vatanın parçalarından birçoğunu kaybetmesi, Türk merkezi kuvvetinin zaafından ileri gelmektedir.” (4) 

Köprülü pek tabiidir ki, Osmanlı bir Türk Devletidir diyor. 

“Türkiye” sözünü, “Türk” anlamında değilmiş gibi göstermeye kalkışmanın gerçekle ve iyi niyetle izahı mümkün değildir. Buna rağmen, günümüzün her türlü istismarına fırsat vermemek için; Türk devleti, Türk vatanı ve Türk Milleti gibi kavramları kullanmakta zaruret vardır. 

Bilindiği gibi, Osmanlı Devleti’nin ömrünü tamamlaması üzerine, nöbeti Türkiye Cumhuriyeti Devleti almıştır. Bu dönemde bütün dünyada imparatorlukların dağıldığı, egemenliğin artık hanedan eliyle değil, doğrudan doğruya millet eliyle temsil edildiği, demokrasinin yaygınlaştığı bilinmektedir. 

Şimdi diğer Anayasalara bakalım: 

1921 Anayasası: 

1. Madde: “Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir” 
2. Madde: “İcra kuvveti ve yasama yetkisi milletin yegâne ve hakiki temsilcisi olan Büyük Millet Meclisinde belirir ve toplanır.” 


1924 Teşkilatı Esasi: 

2. Madde: “Devletin resmi dili Türkçedir.” 
3. Madde: “Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir.” 
4. Madde: “Türk Milletini ancak Türkiye Büyük Millet Meclisi temsil eder.” 
12. Madde: “Türkçe okuyup yazma bilmeyenler Milletvekili seçilemezler” 
88. Madde: “Türkiye’de din ve ırk ayırt edilmeksizin vatandaşlık bakımından herkese Türk denir.” 

1945 Anayasası: 

“Türkiye ahalisine din ve ırk farkı olmaksızın vatandaşlık itibariyle Türk denilir… Vatandaşlık kanunu gereğince Türklüğe kabul olunan herkes Türk’tür… Devletin dili 
Türkçedir.” 

1961 Anayasası: 

2. Madde: “milli devlet” 
3. Madde: “Resmi dili Türkçedir” 
4. Madde: “Egemenlik kayıtsız şartsız Türk Milletinindir.” 


1982 Anayasası: 

3. Madde: “Devletin dili Türkçedir” 
6. Madde: “Egemenlik kayıtsız şartsız Türk Milletinindir.” 

Görüldüğü gibi Osmanlı’dan bu yana anayasalarımızda, devletin sahibi ve kimliği hiç değişmeden, “Türk” ve 
“Türk Milleti” olarak kalmıştır. Yapısı ise milli ve merkezi (üniter)’dir. Esasen egemenlik millete ait bir kavram 
olduğundan, devletin sahibi, bünyesindeki etnik grupları da temsil eden Türk Milletidir. Zaten kurucu irade 
(millet) değişmeden başka türlüsü mümkün de değildir. 

 2 Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDEEKTİR.

***

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder