12 EYLÜL 1980 ASKERİ DARBESİ DEVRİMCİLER İLE YÜZLEŞME BÖLÜM 3
1980 askeri darbesinden sonra yazılan diger bir roman da Mehmet
Eroglu tarafından kaleme alınan Yüz: 1981 adlı romandır. Yüz: 1981,
Mehmet Eroglu’nun altıncı romanıdır. llk bes çalısmasında 12 Mart
döneminde siyasi eylemlere karısmıs solcu karakterlerin mücadelelerini ve
yasadıkları dramları ele alan Eroglu, Yüz: 1981 romanında yakın tarihimize
damgasını vuran, kırılma noktalarından 1980 askeri müdahalesi sonrasında
gelisen sosyal ve siyasi olayları ele alır. 1980’li yıllarla birlikte kendini daha
da hissettirmeye baslayan materyalist anlayısa ve çıkara dayalı yasam tarzı,
insan iliskilerini derinden sarsmıstır. Eroglu, Yüz: 1981 romanında menfaat
iliskilerinin ön planda tutuldugu, bireysel anlayısın toplumculuk anlayısına tercih edildigi, günübirlik hayat tarzının özendirildigi bu dönemi anlatır
.
Yüz: 1981 romanında, Eroglu, ilk bes romanının aksine roman
baskahramanı olarak bu kez sıradan, politikayla ilgisi olmayan, toplumsal
duyarlılıgı kalmamıs, hayattaki tek gayesi gününü gün etmek, para
kazanmak olan, olaylar üzerine derinlemesine düsünemeyen, analiz
yapamayan, âsık olmak yerine kadınları cinsel bir obje olarak kabul eden,
onlarla günü-birlik iliski kurmayı seçen bir tipi öne çıkarmaktadır. Erdal
Dogan romanın baskahramanını, âsık olmak yerine iliski kurmayı seçen ve
âsık oldugundaysa gerçek yüzünü kesfeden bir kisilik olarak
tanımlamaktadır (Dogan, 2000). Bu sebeple Yüz: 1981 Mehmet Eroglu'nun
12 Eylül sonrasında toplum üzerine uygulanan devlet baskısının
neticesinde ortaya çıkan insan modelini mercek altına alma amacı
tasımaktadır. Aynı zamanda romanın kahramanı, diger roman
kahramanlarından farklı olarak 12 Eylül darbesinin magduru degil egemen
güç olan askeri yönetimin emrinde bir astegmendir: Hayatını sadece cinsel
münasebetler üzerine bina eden, altı kadınla yasadıgı ve bedensel
arzularından öteye geçemeyen maceralar yasamıs bir kisidir. Romanda bu
kahraman kendisini su sözlerle tanımlar: “Hiçbir hayatın basrolünü
oynamaya kalkısmadım; kendiminkinin bile. Bu durum beni ne
utandırıyor, ne de görevini savsaklayanlara özgü, üstü örtülü suçluluk
duygusuyla yüklüyüm. Derler ki, geçmise sıgınmayan, anılastıramadıgımız
inatçı hayatlar kendini yazdırır; ötekiler, yani kâgıda dökülmeyenler,
yasanmakla tükenirler, çünkü kalıcı özleri yoktur. Yazılan ve tüketilen;
böyle bölerek bakarsanız, hayatım bu iki tanımın arasında – tüketilene
yakın – öylece duruyor. Kısaca ne iyi, ne de kötü; sizinkine benzer, olagan
bir hayat demek bu.” (Eroglu, s. 6).
Eroglu, romandaki adıyla ‘Dsimsiz Kahramanı’nı günlük hayatta
hemen her yerde rastlayabilecegimiz sıradan, siyasetten uzak bir kisi olarak
okuyucunun karsısına çıkarması ile aslında, 1980 sonrasında toplum
üzerine uygulanan siyasi baskılar ve siddet sonucu olusturulmaya çalısılan
apolitik egemen insan tipini resmetmektedir. Bununla beraber, roman
içerisinde kahramanın askerlik yaptıgı yıllara dair geri dönüslerine yer
vermesi, askeri yönetimin sivil halka bakıs açısını da yansıtır. Bu insan
tipine Dsimsiz Kahraman demesinin temelinde ise bu kahramanın sahsında
12 Eylül sonrasında olusan bastırılmıs topluma yönelik genel bir elestiri
yatmaktadır. Yazar, romanın 428. sayfasında bu elestiriyi Dsimsiz
Kahramanın kendi ifadeleriyle söyle özetler: “Adım? Adımın ne önemi
var? Çok istiyorsanız beni kendi adınızla çagırın. Bu bütün sorunları çözer.
Zaten birbirimizden ne farkımız var? Belki bilmek istersiniz, artık yüzümü
merak etmiyorum. 1981’de – her sey gibi – o da degismis. Sadece benimki
mi? Aslında hepimizinki degisti, ama tek fark bu degisikligin benim
yüzümde açıga çıkıyor olması. Dsterseniz, bu sizi rahatlatacaksa bana
‘yüzsüz’ ün biri diyebilirsiniz.” (s. 428) Yazarın Dsimsiz Kahraman olarak
adlandırdıgı bu kisi, her yönüyle askeri yönetimin sosyal hayatta görmeyi
arzuladıgı, isminin önemi olmayan, korku ve baskıyla siyasetten azledilmis
apolitik bir kisiliktir. Bu yozlasmanın nedenleri ise 1980 sonrasında tüm
toplumu derinden etkileyen siyasi, kültürel ve sosyal gelismelerde
aranmalıdır. Bu baskı süreci, insanların düsünme ve yorumlama yetisini
zayıflatmıs, insani iliskilerini köreltmistir. Ayrıca insanlar maddiyat
merkezli ve çıkar endeksli bir yasam anlayısına zorlanmıs, siyasi, sosyal,
kültürel ve manevi erdemlerde topyekûn bir yozlasmaya mecbur
bırakılmıstır. Eroglu romanında, 12 Mart romanlarından ve Kaan
Arslanoglu’nun ‘Devrimciler’ romanından farklı olarak; sadece devletin
kendi insanına uyguladıgı siddet, iskence ve baskı sahnelerini somut olarak
göstermenin yanısıra, 12 Eylül sonrasında uyguladıgı baskı ve siddetle
hedeflenen duyarsız insan ve onun nezdinde de bastırılmıs toplumun bu
yozlasma içerisindeki genel görünümünü de resmetmistir.
Romanda 1981 yılının anlatıcı için bir dönüm noktası oldugu bilgisi
verilerek 12 Eylül askeri darbesi dönemine ait göndermeler, yasanan
gözaltılar, sorgulamalar, baskılar ve siddet anlatıcı kahramanın geri-dönüs
(flash-back) yöntemiyle okuyucuya sunulur. Ancak, anlatıcının geri
dönüslerinde, geçmise ait bir ideoloji veya mevcut düzene karsı siyasi bir
elestiri vurgusundan ziyade, iliskiye girdigi kadınları hatırlamada yardımcı
olan tarihsel zaman dilimleri yer alır. Böylelikle yazar, politik yönü
tükenmis anlatıcı kahramanla, romanın genel isleyisine katkısı olmayan
geri dönüsleriyle iskence ve siddeti de geçistirir tarzda, alelade bir durum
olarak aktarmıstır. Bunun yanısıra, sıkıyönetim uygulamalarını, apolitik
yasamın ve bu yasama baglı olarak cinselligin ve zevk odaklı iliskilerin
hatırlanması için birer süs olarak kullanmıstır. Bununla beraber, 12 Eylül
iskencelerine dair anıları, yukarıda da belirtildigi gibi genellikle bir
arkadas, nesne veya olayla ilgili bir anlatıyı dile getirdigi zaman
hatırlamaktadır. Örnegin, iliskiye girdigi altı kadından biri olan Isık’ı
düsünürken, Isık’ın önce gözaltına alınması ve sonrasında da
tutuklanmasına dair anısını iç monolog yöntemiyle okuyucuya aktarır; “O,
gözaltına almaya gittigimiz bir ‘rejim düsmanıydı” diye ifade eder (s. 146).
Eroglu burada, Isık’ın sahsında tüm solu isaret ederek, sol kesimin askeri
yönetim nezdindeki rejim düsmanlıgı konumunu da ortaya koyar.
Anlatıcının diger bir iç monologunda ise, ortaokuldan arkadası Faruk’u
hatırlarken, onun sıkıyönetim döneminde katı bir iskenceci oldugunu ve
nasıl acımasızca iskence yöntemleri kullandıgından sözeder. Yine,
üniversitede akademisyen olan ve tutuklanarak iskenceye tabi tutulan
Tahir Hoca’yı da aynı sekilde okuyucu, anlatıcının geri dönüs yöntemiyle,
iç monologlar aracılıgıyla ögrenir. Bununla birlikte anlatıcı, romanın birkaç
yerinde halası ve kuzeniyle aralarında geçen diyaloglarda da, sık sık ordu
yönetiminin toplum üzerinde kurdugu baskı ve uyguladıgı asırı siddete
dair bilgiler paylasır. Anlatıcı, halasına basta komünistler olmak üzere,
bütün devlet düsmanlarının nasıl etkisiz hale getirildiklerini anlatırken,
halası ve yegeniyle, “1981’de bütün ülkede oldugu gibi Dstanbul’da da
sıkıyönetim” (s. 29) oldugu bilgisini de paylasır.
Eroglu’nun, olayları bizatihi tecrübe eden anlatıcı kahramanına,
1981 yılında yüzünde apolitik kisilige geçis sürecinde beliren degisimleri
fark ettirmesiyle, aslında 1981 yılından sonra toplumun genelinde
hissedilen o dönemki apolitik geçisi sembolize etmeye çalısmıstır. Yazar
kahramanının sahsında, askerî yönetimin dayattıgı yeni-insan tipi ve yeni
toplum yapısını olusturmadaki basarısını gözler önüne sermek ve aynı
zamanda hemen yanıbasında gerçeklesen büyük toplumsal olaylara
duyarsız kalıp kendini degisimin rüzgarına kaptıran toplumun elestirisini
yapmaktadır.
Olayların etrafında cereyan ettigi bu anti-kahraman, romanın ilk
bölümlerinde verilen bir iç monologunda içinden geçtigi degisim sürecinin
farkında oldugunu belirtir ve bu farkındalıgı da belleginde su sekilde
geçirerek ifade eder: “Yıllar sonra Tahir Bey’in kitabıyla ilgili bir yazıyı
okudugumda, küçümseme yüklü bir ifadenin dogru olmasa da gerçegin
soluk izlerini tasıdıgını ögrenecektim. Ama 1981’lerde iskence gören her
tutuklunun denizle ilgili bir geçmisi olduguna inanırdım nedense. Aslında
bu inancımı temellendiren Faruk’un ardında bıraktıgı, dudakları kurumus
kanla mühürlenmis (s. 23) zavallıların zorlukla mırıldandıkları o sihirli,
mavi sözcüktü: Su, su… Su sesi kulaklarında giderek denize dönüsürdü.
Dskence yakınında olanları da etkiliyordu. Bu etkilenme bende sözcükler
arasında akrabalıklar kesfetme, köprüler kurma seklinde ortaya çıkmıstı.”
(s. 24). Anlatıcı kahraman, kendisinin darbe sonrasında görev yapan bir
astegmen olarak olaylara taraflı bakıyor olmasına ragmen, romanın son
bölümlerinde arkadası Nejat’la konusmasında söyledigi “1981’de çok sey
oldu, insanlıgı katlettiler” (s. 325) cümlesi, o dönemlerde askeri yönetimin
topluma karsı ciddi bir ön yargısı oldugunu ve bu önyargı neticesinde de
uyguladıgı baskı ve siddeti özetler nitelikte. Buna karsın, yazar, anlatıcının
ilk ve son kez duyarlı bir yaklasım içinde oldugunu da göstererek
kendisinin toplumdan daha henüz ümidini kesmedigini anlatmaya çalısır.
Sonuç
12 Eylül 1980 askerî müdahalesi Türk toplumunda bir daha geri
dönüsü olmayan büyük bir degisimin baslangıç noktasıdır. Bu degisim
sürecinde öncelik, bireylerin depolitize edilerek siyasetten azledilmelerine
verilmistir; böylelikle toplumda kültürel, ekonomik ve politik alanlarda
arzu edilen kitlesel degisimin önü açılmıs olacaktı. Ülkedeki mevcut siyasi
fikirleri kendi varlıgına birer tehdit olarak algılayan askeri rejim uyguladıgı
asırı baskı ve siddet ile siyasal, sosyal ve kültürel hayatı tamamıyla
kontrolü altına alıp kısa sürede toplumu sindirmeyi basarmıstı. Tüm bu
uygulamalara gerekçe olarak da 1960’ların sonunda baslayıp 1980 yıllara
kadar devam eden siyasi anarsi ve buna ek olarak da siyasilerin sokaktaki
kavgayı bitirecek çözümü üretmedeki yetersizlikleriydi. Neticede askerî
rejim, kısa sürede olayların bedelini azami derecede güç kullanarak, en sert
sekliyle sol görüslü insanlar basta olmak üzere tüm siyasi gruplara ve
toplumun geneline ödetmistir. Bu tarihten itibaren, bir taraftan yönetimin
siyasetle alakalı yasakları had safhaya ulasırken diger taraftan da özel
hayat, cinsellik, feminizm, içe dönüs, yalnızlık, tüketim, gibi konular
medya aracılıgyla tesvik edilmistir.
Bu çalısmada, sosyal ve siyasi boyutları açısından, daha önceki
askeri darbelerde oldugu gibi, Türkiye’nin tüm sosyo-politik dinamiklerini
sarsan 12 Eylül 1980 müdahalesinin, toplumu oldugu kadar edebiyatı de
aynı derecede etkiledigi belirtilerek, özellikle müdahele sonrasında kaleme
alınan romanlarda bu etkinin izleri sürülmeye çalısılmıstır.
Türk romanı 1980’e kadar özellikle 60’lı yılların ortalarından sonra
politik bir yelpaze içerisinde gelismis, sosyalist düsünce yapısı olmak üzere
farklı siyasi ideolojilerin güdümünde devam etmistir. 1980 askerî
müdahalesi, genelde bütün siyasi görüsleri hedef alsa da özelde özellikle
yükselen sol düsünceyi kendine hedef seçmis; bir daha toparlanamaması
arzusuyla solu önce unutturmak sonra da yok etme amacını tasımıstır;
alternatif olarak da popülist, pragmatist, tüketimci, kendi için yasayan
bencil bir düsünce yapısını dayatmıstır topluma.
Çalısmamıza konu olan romanlarda, alısılmıs olay örgüsü ile klasik
zaman anlayısı yerine, modern ve postmodern kurgunun kullanıldıgı
görülür. ‘Yüz: 1981’in geri dönüs, diger bir ifadeyle flashback teknigini
kullanması, ve anlatılan olaylarda sık sık yazarın üst anlatıcı rolüyle
romanın kurgusuna müdahale etmesi, ‘Devrimciler’ romanında da
anlatıcının hem herseyi bilen bir üst anlatıcı hem de olayları yasayan
kahraman anlatıcı konumunda birbiri içinde olması ve olaylara çoklu bir
bakıs açısıyla bakması, yazın hayatında teknik açıdan meydana gelen
degisimlerin de bir göstergesidir. 1970’li yıllarda yazılan 12 Mart romanları,
yazın teknikleri açısından birtakım elestirmenlerce zayıf bulunur; bunda da
anlatımdan ziyade içerigin önem arz etmesi etkilidir. 1980’den sonraki
romanlarda ise öne çıkan endiselerin anlatılan konunun ne oldugu degil,
nasıl anlatıldıgı üzerinde odaklandıgı görülür.
İncelenen iki romanda da 12 Eylül’ün izleri sürülmeye çalısılmıstır;
siyasi ideolojilerin yok edilmesine dair askeri idare tarafından uygulanan
sert ve siddete dayalı yönetim anlayısı, gözaltı ve cezaevi süreçleri,
sorgulamalar, gözaltında yapılan işkenceler, siyasal örgütlerin ve
ideolojilerin kendi iç hesaplasmaları ve çatısmaları, cinsellik ve ask
kavramının siyasi hesaplasmalarla iç içe verilmesi, politikadan
uzaklastırılmış bireyin ve toplumun insası gibi konular romanlarda ağırlık kazanmıştır.
KAYNAKÇA
ARSLANOGLU, Kaan (2006). Devrimciler, İstanbul: Dthaki Yayınları.
AYTAÇ, Gürsel (1999). Çagdas Türk Romanları Üzerine İncelemeler, Ankara: Gündogan Yayınları.
BALIK, Macit (2009). “Türk Romanında 12 Darbesi”, International Periodical For the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic, S. 4 /1-II Winter 2009
BELGE, Murat (1994). Edebiyat Üstüne Yazılar, İstanbul: İletisim Yayınları.
COSKUN, Sezai (2004). “İki Eserde İki Siyasi Dönem: Ya Tahammül Ya Sefer ve Mektup
Askları”, Hece Hayat, Edebiyat, Siyaset Özel Sayısı, S. 90/91/92, s. 531–535.
CEMAL, Hasan (2004). Tank Sesiyle Uyanmak, 12 Eylül Günlügü, Dstanbul: Dogan Kitap.
DDNCER, Yesim (2011), 12 Eylül Romanında İskence, İstanbul: Yazındergi Yayınevi.
DOGAN, Erdal (2000). “Toplumda Vicdani Derinlik Azalıyor”, Radikal, İstanbul.
ERTEM Ece, Cihan (2006). Romanlarda 12 Eylül Askerî Müdahalesi, Yayınlanmamıs Yüksek
Lisans Tezi, Dstanbul: Yıldız Teknik Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü.
EROGLU, Mehmet (2000). Yüz: 1981, İstanbul: Everest Yayınları, 4. Basım.
G]M]S, Semih (1998). “Fethi Naci ile Söylesi”, Cumhuriyet Kitap Eki, İstanbul: Yenigün Yayıncılık.
GÜRBİLEK, Nurdan (2007). Vitrinde Yasamak, İstanbul: Metis Yaynları.
GÜRSEL, Seyfettin (1998). “1980’li Yıllar ve Sonrası”, Cumhuriyetin 75. Yılı, İstanbul: Yapı Kredi Kültür Sanat Yayıncılık.
KABACALI, Alpay (1992). Türkiye’de Gençlik Hareketleri, İstanbul: Altın Kitaplar Yayınevi.
KARACA, Emin (2001). 12 Eylül’ün Arka Bahçesinde: Avrupada’ki Mültecilerle Konusmalar, İstanbul: GendaŞ Kültür.
MORAN, Berna (1994). Türk Romanına Elestirel Bir Bakıs 3, İstanbul: İletisim Yayınları.
NARLI, Mehmet (2007). Roman Ne Anlatır-Cumhuriyet Dönemi (1920-2000), Ankara: Akçag Yayınları.
OKTAY, Ahmet (2002). Türkiye’de Popüler Kültür, İstanbul: Everest Yayınları.
OKTAY, Ahmet (2004). “1980 Sonrası Romanı Üzerine Birkaç Önvarsayım”, Hece Hayat, Edebiyat, Siyaset Özel Sayısı, S. 90/91/92, s. 442–450.
SEVER, Çigdem (2011). Geçmişle Hesaplaşmaya Bir Örnek: 12 Mart Romanları, Ankara: Atılım Üniversitesi.
SEVİNÇ, Canan (2004). “Tanzimat’tan Bugüne Türk Romanında Siyaset”, Hece Hayat, Edebiyat, Siyaset Özel Sayısı, S. 90/91/92, s.511–530.
TOSUN, Necip (2005). “Seksen Sonrası Türk Öyküsünde Yüzlesme, Yalnızlık, İçe Dönüs” Hece Öykü, S. 9, s.59-68.
TÜRKEŞ, A. Ömer (2004). “Darbeler; Sözün Bittigi Zamanlar…” Hece Hayat, Edebiyat, Siyaset Özel Sayısı, S. 90/91/92, s. 426–434.
TBMM ARAŞTIRMA KOMİSYON RAPORU İNDİR..
https://www.tbmm.gov.tr/sirasayi/donem24/yil01/ss376_Cilt1.pdf
***
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder