27 Mart 2019 Çarşamba

12 EYLÜL 1980 ASKERİ DARBESİ DEVRİMCİLER İLE YÜZLEŞME BÖLÜM 3

12 EYLÜL 1980 ASKERİ DARBESİ DEVRİMCİLER İLE YÜZLEŞME BÖLÜM 3



1980 askeri darbesinden sonra yazılan diger bir roman da Mehmet 
Eroglu tarafından kaleme alınan Yüz: 1981 adlı romandır. Yüz: 1981, 
Mehmet Eroglu’nun altıncı romanıdır. llk bes çalısmasında 12 Mart 
döneminde siyasi eylemlere karısmıs solcu karakterlerin mücadelelerini ve 
yasadıkları dramları ele alan Eroglu, Yüz: 1981 romanında yakın tarihimize 
damgasını vuran, kırılma noktalarından 1980 askeri müdahalesi sonrasında 
gelisen sosyal ve siyasi olayları ele alır. 1980’li yıllarla birlikte kendini daha 
da hissettirmeye baslayan materyalist anlayısa ve çıkara dayalı yasam tarzı, 
insan iliskilerini derinden sarsmıstır. Eroglu, Yüz: 1981 romanında menfaat 
iliskilerinin ön planda tutuldugu, bireysel anlayısın toplumculuk anlayısına tercih edildigi, günübirlik hayat tarzının özendirildigi bu dönemi anlatır

Yüz: 1981 romanında, Eroglu, ilk bes romanının aksine roman 
baskahramanı olarak bu kez sıradan, politikayla ilgisi olmayan, toplumsal 
duyarlılıgı kalmamıs, hayattaki tek gayesi gününü gün etmek, para 
kazanmak olan, olaylar üzerine derinlemesine düsünemeyen, analiz 
yapamayan, âsık olmak yerine kadınları cinsel bir obje olarak kabul eden, 
onlarla günü-birlik iliski kurmayı seçen bir tipi öne çıkarmaktadır. Erdal 
Dogan romanın baskahramanını, âsık olmak yerine iliski kurmayı seçen ve 
âsık oldugundaysa gerçek yüzünü kesfeden bir kisilik olarak 
tanımlamaktadır (Dogan, 2000). Bu sebeple Yüz: 1981 Mehmet Eroglu'nun 
12 Eylül sonrasında toplum üzerine uygulanan devlet baskısının 
neticesinde ortaya çıkan insan modelini mercek altına alma amacı 
tasımaktadır. Aynı zamanda romanın kahramanı, diger roman 
kahramanlarından farklı olarak 12 Eylül darbesinin magduru degil egemen 
güç olan askeri yönetimin emrinde bir astegmendir: Hayatını sadece cinsel 
münasebetler üzerine bina eden, altı kadınla yasadıgı ve bedensel 
arzularından öteye geçemeyen maceralar yasamıs bir kisidir. Romanda bu 
kahraman kendisini su sözlerle tanımlar: “Hiçbir hayatın basrolünü 
oynamaya kalkısmadım; kendiminkinin bile. Bu durum beni ne 
utandırıyor, ne de görevini savsaklayanlara özgü, üstü örtülü suçluluk 
duygusuyla yüklüyüm. Derler ki, geçmise sıgınmayan, anılastıramadıgımız 
inatçı hayatlar kendini yazdırır; ötekiler, yani kâgıda dökülmeyenler, 
yasanmakla tükenirler, çünkü kalıcı özleri yoktur. Yazılan ve tüketilen; 
böyle bölerek bakarsanız, hayatım bu iki tanımın arasında – tüketilene 
yakın – öylece duruyor. Kısaca ne iyi, ne de kötü; sizinkine benzer, olagan 
bir hayat demek bu.” (Eroglu, s. 6). 

Eroglu, romandaki adıyla ‘Dsimsiz Kahramanı’nı günlük hayatta 
hemen her yerde rastlayabilecegimiz sıradan, siyasetten uzak bir kisi olarak 
okuyucunun karsısına çıkarması ile aslında, 1980 sonrasında toplum 
üzerine uygulanan siyasi baskılar ve siddet sonucu olusturulmaya çalısılan 
apolitik egemen insan tipini resmetmektedir. Bununla beraber, roman 
içerisinde kahramanın askerlik yaptıgı yıllara dair geri dönüslerine yer 
vermesi, askeri yönetimin sivil halka bakıs açısını da yansıtır. Bu insan 
tipine Dsimsiz Kahraman demesinin temelinde ise bu kahramanın sahsında 
12 Eylül sonrasında olusan bastırılmıs topluma yönelik genel bir elestiri 
yatmaktadır. Yazar, romanın 428. sayfasında bu elestiriyi Dsimsiz 
Kahramanın kendi ifadeleriyle söyle özetler: “Adım? Adımın ne önemi 
var? Çok istiyorsanız beni kendi adınızla çagırın. Bu bütün sorunları çözer. 
Zaten birbirimizden ne farkımız var? Belki bilmek istersiniz, artık yüzümü 
merak etmiyorum. 1981’de – her sey gibi – o da degismis. Sadece benimki 
mi? Aslında hepimizinki degisti, ama tek fark bu degisikligin benim 
yüzümde açıga çıkıyor olması. Dsterseniz, bu sizi rahatlatacaksa bana 
‘yüzsüz’ ün biri diyebilirsiniz.” (s. 428) Yazarın Dsimsiz Kahraman olarak 
adlandırdıgı bu kisi, her yönüyle askeri yönetimin sosyal hayatta görmeyi 
arzuladıgı, isminin önemi olmayan, korku ve baskıyla siyasetten azledilmis 
apolitik bir kisiliktir. Bu yozlasmanın nedenleri ise 1980 sonrasında tüm 
toplumu derinden etkileyen siyasi, kültürel ve sosyal gelismelerde 
aranmalıdır. Bu baskı süreci, insanların düsünme ve yorumlama yetisini 
zayıflatmıs, insani iliskilerini köreltmistir. Ayrıca insanlar maddiyat 
merkezli ve çıkar endeksli bir yasam anlayısına zorlanmıs, siyasi, sosyal, 
kültürel ve manevi erdemlerde topyekûn bir yozlasmaya mecbur 
bırakılmıstır. Eroglu romanında, 12 Mart romanlarından ve Kaan 
Arslanoglu’nun ‘Devrimciler’ romanından farklı olarak; sadece devletin 
kendi insanına uyguladıgı siddet, iskence ve baskı sahnelerini somut olarak 
göstermenin yanısıra, 12 Eylül sonrasında uyguladıgı baskı ve siddetle 
hedeflenen duyarsız insan ve onun nezdinde de bastırılmıs toplumun bu 
yozlasma içerisindeki genel görünümünü de resmetmistir. 

Romanda 1981 yılının anlatıcı için bir dönüm noktası oldugu bilgisi 
verilerek 12 Eylül askeri darbesi dönemine ait göndermeler, yasanan 
gözaltılar, sorgulamalar, baskılar ve siddet anlatıcı kahramanın geri-dönüs 
(flash-back) yöntemiyle okuyucuya sunulur. Ancak, anlatıcının geri 
dönüslerinde, geçmise ait bir ideoloji veya mevcut düzene karsı siyasi bir 
elestiri vurgusundan ziyade, iliskiye girdigi kadınları hatırlamada yardımcı 
olan tarihsel zaman dilimleri yer alır. Böylelikle yazar, politik yönü 
tükenmis anlatıcı kahramanla, romanın genel isleyisine katkısı olmayan 
geri dönüsleriyle iskence ve siddeti de geçistirir tarzda, alelade bir durum 
olarak aktarmıstır. Bunun yanısıra, sıkıyönetim uygulamalarını, apolitik 
yasamın ve bu yasama baglı olarak cinselligin ve zevk odaklı iliskilerin 
hatırlanması için birer süs olarak kullanmıstır. Bununla beraber, 12 Eylül 
iskencelerine dair anıları, yukarıda da belirtildigi gibi genellikle bir 
arkadas, nesne veya olayla ilgili bir anlatıyı dile getirdigi zaman 
hatırlamaktadır. Örnegin, iliskiye girdigi altı kadından biri olan Isık’ı 
düsünürken, Isık’ın önce gözaltına alınması ve sonrasında da 
tutuklanmasına dair anısını iç monolog yöntemiyle okuyucuya aktarır; “O, 
gözaltına almaya gittigimiz bir ‘rejim düsmanıydı” diye ifade eder (s. 146). 
Eroglu burada, Isık’ın sahsında tüm solu isaret ederek, sol kesimin askeri 
yönetim nezdindeki rejim düsmanlıgı konumunu da ortaya koyar. 
Anlatıcının diger bir iç monologunda ise, ortaokuldan arkadası Faruk’u 
hatırlarken, onun sıkıyönetim döneminde katı bir iskenceci oldugunu ve 
nasıl acımasızca iskence yöntemleri kullandıgından sözeder. Yine, 
üniversitede akademisyen olan ve tutuklanarak iskenceye tabi tutulan 
Tahir Hoca’yı da aynı sekilde okuyucu, anlatıcının geri dönüs yöntemiyle, 
iç monologlar aracılıgıyla ögrenir. Bununla birlikte anlatıcı, romanın birkaç 
yerinde halası ve kuzeniyle aralarında geçen diyaloglarda da, sık sık ordu 
yönetiminin toplum üzerinde kurdugu baskı ve uyguladıgı asırı siddete 
dair bilgiler paylasır. Anlatıcı, halasına basta komünistler olmak üzere, 
bütün devlet düsmanlarının nasıl etkisiz hale getirildiklerini anlatırken, 
halası ve yegeniyle, “1981’de bütün ülkede oldugu gibi Dstanbul’da da 
sıkıyönetim” (s. 29) oldugu bilgisini de paylasır. 

Eroglu’nun, olayları bizatihi tecrübe eden anlatıcı kahramanına, 
1981 yılında yüzünde apolitik kisilige geçis sürecinde beliren degisimleri 
fark ettirmesiyle, aslında 1981 yılından sonra toplumun genelinde 
hissedilen o dönemki apolitik geçisi sembolize etmeye çalısmıstır. Yazar 
kahramanının sahsında, askerî yönetimin dayattıgı yeni-insan tipi ve yeni 
toplum yapısını olusturmadaki basarısını gözler önüne sermek ve aynı 
zamanda hemen yanıbasında gerçeklesen büyük toplumsal olaylara 
duyarsız kalıp kendini degisimin rüzgarına kaptıran toplumun elestirisini 
yapmaktadır. 

Olayların etrafında cereyan ettigi bu anti-kahraman, romanın ilk 
bölümlerinde verilen bir iç monologunda içinden geçtigi degisim sürecinin 
farkında oldugunu belirtir ve bu farkındalıgı da belleginde su sekilde 
geçirerek ifade eder: “Yıllar sonra Tahir Bey’in kitabıyla ilgili bir yazıyı 
okudugumda, küçümseme yüklü bir ifadenin dogru olmasa da gerçegin 
soluk izlerini tasıdıgını ögrenecektim. Ama 1981’lerde iskence gören her 
tutuklunun denizle ilgili bir geçmisi olduguna inanırdım nedense. Aslında 
bu inancımı temellendiren Faruk’un ardında bıraktıgı, dudakları kurumus 
kanla mühürlenmis (s. 23) zavallıların zorlukla mırıldandıkları o sihirli, 
mavi sözcüktü: Su, su… Su sesi kulaklarında giderek denize dönüsürdü. 
Dskence yakınında olanları da etkiliyordu. Bu etkilenme bende sözcükler 
arasında akrabalıklar kesfetme, köprüler kurma seklinde ortaya çıkmıstı.” 
(s. 24). Anlatıcı kahraman, kendisinin darbe sonrasında görev yapan bir 
astegmen olarak olaylara taraflı bakıyor olmasına ragmen, romanın son 
bölümlerinde arkadası Nejat’la konusmasında söyledigi “1981’de çok sey 
oldu, insanlıgı katlettiler” (s. 325) cümlesi, o dönemlerde askeri yönetimin 
topluma karsı ciddi bir ön yargısı oldugunu ve bu önyargı neticesinde de 
uyguladıgı baskı ve siddeti özetler nitelikte. Buna karsın, yazar, anlatıcının 
ilk ve son kez duyarlı bir yaklasım içinde oldugunu da göstererek 
kendisinin toplumdan daha henüz ümidini kesmedigini anlatmaya çalısır. 

Sonuç 

12 Eylül 1980 askerî müdahalesi Türk toplumunda bir daha geri 
dönüsü olmayan büyük bir degisimin baslangıç noktasıdır. Bu degisim 
sürecinde öncelik, bireylerin depolitize edilerek siyasetten azledilmelerine 
verilmistir; böylelikle toplumda kültürel, ekonomik ve politik alanlarda 
arzu edilen kitlesel degisimin önü açılmıs olacaktı. Ülkedeki mevcut siyasi 
fikirleri kendi varlıgına birer tehdit olarak algılayan askeri rejim uyguladıgı 
asırı baskı ve siddet ile siyasal, sosyal ve kültürel hayatı tamamıyla 
kontrolü altına alıp kısa sürede toplumu sindirmeyi basarmıstı. Tüm bu 
uygulamalara gerekçe olarak da 1960’ların sonunda baslayıp 1980 yıllara 
kadar devam eden siyasi anarsi ve buna ek olarak da siyasilerin sokaktaki 
kavgayı bitirecek çözümü üretmedeki yetersizlikleriydi. Neticede askerî 
rejim, kısa sürede olayların bedelini azami derecede güç kullanarak, en sert 
sekliyle sol görüslü insanlar basta olmak üzere tüm siyasi gruplara ve 
toplumun geneline ödetmistir. Bu tarihten itibaren, bir taraftan yönetimin 
siyasetle alakalı yasakları had safhaya ulasırken diger taraftan da özel 
hayat, cinsellik, feminizm, içe dönüs, yalnızlık, tüketim, gibi konular 
medya aracılıgyla tesvik edilmistir. 

Bu çalısmada, sosyal ve siyasi boyutları açısından, daha önceki 
askeri darbelerde oldugu gibi, Türkiye’nin tüm sosyo-politik dinamiklerini 
sarsan 12 Eylül 1980 müdahalesinin, toplumu oldugu kadar edebiyatı de 
aynı derecede etkiledigi belirtilerek, özellikle müdahele sonrasında kaleme 
alınan romanlarda bu etkinin izleri sürülmeye çalısılmıstır. 
Türk romanı 1980’e kadar özellikle 60’lı yılların ortalarından sonra 
politik bir yelpaze içerisinde gelismis, sosyalist düsünce yapısı olmak üzere 
farklı siyasi ideolojilerin güdümünde devam etmistir. 1980 askerî 
müdahalesi, genelde bütün siyasi görüsleri hedef alsa da özelde özellikle 
yükselen sol düsünceyi kendine hedef seçmis; bir daha toparlanamaması 
arzusuyla solu önce unutturmak sonra da yok etme amacını tasımıstır; 
alternatif olarak da popülist, pragmatist, tüketimci, kendi için yasayan 
bencil bir düsünce yapısını dayatmıstır topluma. 

Çalısmamıza konu olan romanlarda, alısılmıs olay örgüsü ile klasik 
zaman anlayısı yerine, modern ve postmodern kurgunun kullanıldıgı 
görülür. ‘Yüz: 1981’in geri dönüs, diger bir ifadeyle flashback teknigini 
kullanması, ve anlatılan olaylarda sık sık yazarın üst anlatıcı rolüyle 
romanın kurgusuna müdahale etmesi, ‘Devrimciler’ romanında da 
anlatıcının hem herseyi bilen bir üst anlatıcı hem de olayları yasayan 
kahraman anlatıcı konumunda birbiri içinde olması ve olaylara çoklu bir 
bakıs açısıyla bakması, yazın hayatında teknik açıdan meydana gelen 
degisimlerin de bir göstergesidir. 1970’li yıllarda yazılan 12 Mart romanları, 
yazın teknikleri açısından birtakım elestirmenlerce zayıf bulunur; bunda da 
anlatımdan ziyade içerigin önem arz etmesi etkilidir. 1980’den sonraki 
romanlarda ise öne çıkan endiselerin anlatılan konunun ne oldugu degil, 
nasıl anlatıldıgı üzerinde odaklandıgı görülür. 

İncelenen iki romanda da 12 Eylül’ün izleri sürülmeye çalısılmıstır; 
siyasi ideolojilerin yok edilmesine dair askeri idare tarafından uygulanan 
sert ve siddete dayalı yönetim anlayısı, gözaltı ve cezaevi süreçleri, 
sorgulamalar, gözaltında yapılan işkenceler, siyasal örgütlerin ve 
ideolojilerin kendi iç hesaplasmaları ve çatısmaları, cinsellik ve ask 
kavramının siyasi hesaplasmalarla iç içe verilmesi, politikadan 
uzaklastırılmış bireyin ve toplumun insası gibi konular romanlarda ağırlık kazanmıştır. 


KAYNAKÇA 

ARSLANOGLU, Kaan (2006). Devrimciler, İstanbul: Dthaki Yayınları. 
AYTAÇ, Gürsel (1999). Çagdas Türk Romanları Üzerine  İncelemeler, Ankara: Gündogan Yayınları. 
BALIK, Macit (2009). “Türk Romanında 12 Darbesi”, International Periodical For the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic, S. 4 /1-II Winter 2009 
BELGE, Murat (1994). Edebiyat Üstüne Yazılar, İstanbul: İletisim Yayınları. 
COSKUN, Sezai (2004). “İki Eserde İki Siyasi Dönem: Ya Tahammül Ya Sefer ve Mektup 
Askları”, Hece Hayat, Edebiyat, Siyaset Özel Sayısı, S. 90/91/92, s. 531–535. 
CEMAL, Hasan (2004). Tank Sesiyle Uyanmak, 12 Eylül Günlügü, Dstanbul: Dogan Kitap. 
DDNCER, Yesim (2011), 12 Eylül Romanında  İskence, İstanbul: Yazındergi Yayınevi. 
DOGAN, Erdal (2000). “Toplumda Vicdani Derinlik Azalıyor”, Radikal, İstanbul. 
ERTEM Ece, Cihan (2006). Romanlarda 12 Eylül Askerî Müdahalesi, Yayınlanmamıs Yüksek 
Lisans Tezi, Dstanbul: Yıldız Teknik Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü. 
EROGLU, Mehmet (2000). Yüz: 1981, İstanbul: Everest Yayınları, 4. Basım. 
G]M]S, Semih (1998). “Fethi Naci ile Söylesi”, Cumhuriyet Kitap Eki, İstanbul: Yenigün Yayıncılık. 
GÜRBİLEK, Nurdan (2007). Vitrinde Yasamak, İstanbul: Metis Yaynları. 
GÜRSEL, Seyfettin (1998). “1980’li Yıllar ve Sonrası”, Cumhuriyetin 75. Yılı, İstanbul: Yapı Kredi Kültür Sanat Yayıncılık. 
KABACALI, Alpay (1992). Türkiye’de Gençlik Hareketleri, İstanbul: Altın Kitaplar Yayınevi. 
KARACA, Emin (2001). 12 Eylül’ün Arka Bahçesinde: Avrupada’ki Mültecilerle Konusmalar, İstanbul: GendaŞ Kültür. 
MORAN, Berna (1994). Türk Romanına Elestirel Bir Bakıs 3, İstanbul: İletisim Yayınları. 
NARLI, Mehmet (2007). Roman Ne Anlatır-Cumhuriyet Dönemi (1920-2000), Ankara: Akçag Yayınları. 
OKTAY, Ahmet (2002). Türkiye’de Popüler Kültür, İstanbul: Everest Yayınları. 
OKTAY, Ahmet (2004). “1980 Sonrası Romanı Üzerine Birkaç Önvarsayım”, Hece Hayat, Edebiyat, Siyaset Özel Sayısı, S. 90/91/92, s. 442–450. 
SEVER, Çigdem (2011). Geçmişle Hesaplaşmaya Bir Örnek: 12 Mart Romanları, Ankara: Atılım Üniversitesi. 
SEVİNÇ, Canan (2004). “Tanzimat’tan Bugüne Türk Romanında Siyaset”, Hece Hayat, Edebiyat, Siyaset Özel Sayısı, S. 90/91/92, s.511–530. 
TOSUN, Necip (2005). “Seksen Sonrası Türk Öyküsünde Yüzlesme, Yalnızlık, İçe Dönüs” Hece Öykü, S. 9, s.59-68. 
TÜRKEŞ, A. Ömer (2004). “Darbeler; Sözün Bittigi Zamanlar…” Hece Hayat, Edebiyat, Siyaset Özel Sayısı, S. 90/91/92, s. 426–434. 

TBMM ARAŞTIRMA KOMİSYON RAPORU İNDİR..

https://www.tbmm.gov.tr/sirasayi/donem24/yil01/ss376_Cilt1.pdf

***

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder