TÜRKİYE etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
TÜRKİYE etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

26 Şubat 2021 Cuma

TÜRKİYE’NİN DEMOKRATİK KABİLİYETİ VE DEVLET KAPASİTESİNE MEYDAN OKUMALAR

 TÜRKİYE’NİN DEMOKRATİK KABİLİYETİ VE DEVLET KAPASİTESİNE MEYDAN OKUMALAR 



Dr. Murat YILMAZ *
EKİM 2015
*SDE İç Politika ve Demokratikleşme Programı Koordinatörü 

1 Kasım Seçimlerine Giderken Dünyada, Bölgede ve Türkiye’de Gelişmeler 

   Türkiye 1 Kasım 2015 tekrar seçimlerine giderken içeride ve dışarıda tarihin akışının hızlandığı bir dönem yaşanıyor. 

İçeride ve dışarıda merkezlerin tehdit edildiği merkez kaç güçlerin “devlet dışı silahlı güçler” formatıyla sınırları zorladığı bu dönemde Türkiye’nin devlet kapasitesi ve demokrasi kabiliyeti/kapasitesi büyük bir meydan okumayla karşı karşıya. Türkiye bu meydan okumalara, demokratik kabiliyetiyle çözebilecek bir devlet kapasitesiyle çözüm üretebilirse, içeride ve dışarıda lig atlayacak bir sıçrama yapabilir. Aksi halde Türkiye’nin demokratik kabiliyetinin ve devlet kapasitesinin zarar göreceği bir kriz yaşanabilir. 

Türkiye siyasette, iktisatta ve dış politikada başlattığı büyük dönüşümü hâlihazırda tamamlayabilmiş değil. Bununla beraber dönüşümün geldiği safha itibarıyla Türkiye 90’ların devlet anlayışına dönmeyecek bir demokrasi kabiliyeti ve devlet kapasitesi inşa etmiş durumda. Çözüm sürecinde bölgedeki gelişmeleri, Suriye’de ve Irak’taki PKK yığınak ve tecrübesini ve Türkiye’deki siyasi boşluğu abartılı bir şekilde değerlendiren PKK, bölgesel aktörler ve Batı dünyası 24 Temmuz’da Türkiye’nin PKK, DAEŞ ve iltisaklı yapılara karşı başlattığı idari, hukuki, askeri ve istihbari harekâtları beklemiyorlardı. 

Türkiye’de Ergenekon, Balyoz, askeri casusluk soruşturmaları, Gezi olayları, 17/25 Aralık operasyonları ve çözüm sürecinin asker, jandarma, polis, istihbarat, yargı ve mülki idarede büyük tahribat yarattığı ve PKK’nın meydan okumalarına devlet kapasitesinin cevap veremeyeceği varsayımıyla yapılan “devrimci halk savaşı” ilanının yanlış bir hesaba dayandığı 24 Temmuz operasyonlarıyla açıkça görüldü. 

PKK, HDP etrafında birbiriyle telif edilmesi zor stratejik hesaplarla oy kullanan kitlelerin desteğini devrimci halk savaşı için bir halk desteğine dönüştürebileceğini zannederek kendi tarihi içinde büyük ve stratejik hatalarından bir yenisini daha yaptı. Bu hata 1 Kasım genel seçimlerinde HDP etrafında oluşan ittifakı dağıtacağı gibi, yapılan operasyonlarla PKK’nın kapasitesi kırıldıkça zor yoluyla aldığı oylar da alınamayacak. 
Şiddetin yoğun olarak yaşandığı yerlerde yaşanan sandık taşımalarına HDP çevrelerinden yönelen şiddetli muhalefet ve hatta bunu bir iç savaş sebebi olarak kabul etme eğilimi bu bakımdan manidardır. 
Erdoğan Rusya’da, Davutoğlu ABD’de Suriye’yi Konuşuyor Seçimlerden önce Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan Rusya’ya, Başbakan Ahmet Davutoğlu ABD’de BM Genel Kurulu’na katılmaya gittiler. Ana konunun Suriye olduğu bu ziyaretler, Türkiye’de olup bitenlerin dış politika ve uluslararası şartlar dikkate alınmadan tahlil edilemeyeceğinin altını çiziyor. 

Türkiye, Suriye üzerindeki muğlaklık ve pazarlıkların içinde çözüm yolu arıyor. Suriye krizi bir yandan Türkiye’yi zorlarken diğer yandan da özgül ağırlığını arttıran ve potansiyelini kullanabileceği bir alan açıyor. 

<   PKK, HDP etrafında birbiriyle telif edilmesi zor stratejik hesaplarla oy kullanan kitlelerin desteğini devrimci halk savaşı için bir halk desteğine dönüştürebileceğini zannederek kendi tarihi içinde büyük ve stratejik hatalarından bir yenisini daha yaptı. Bu hata 1 Kasım genel seçimlerinde HDP etrafında oluşan ittifakı dağıtacağı gib i, yapılan operasyonlarla PKK’nın kapasi tesi kırıldıkça zor yoluyla aldığı oylar da alınamayacak. >

Mülteciler Krizi 

Türkiye’nin Suriye iç savaşı dolayısıyla baş etmek zorunda kaldığı iki milyon dört yüz bin kişiye yakın mülteci sorunu geçtiğimiz günlerde küresel ve Avrupalı 
bir soruna dönüştü. Bu gelişmeler Türkiye’nin mültecilerle ilgili yaptığı insani yardımların değerini ve Avrupa için önemini gösterdi. Türkiye mülteci krizinde 
artık Avrupa Birliği’nin daha çok desteğini alabilecek ve aynı zamanda dünya kamuoyunu Suriye krizinin çözülmesi için ikna edebilecek argümanlara 
sahip oldu. 

Seçim Hükümeti 

7 Haziran 2015 genel seçimlerinden sonra Türkiye’de ilk defa tekrar seçim kararı alındı ve seçim hükümeti kuruldu. Bu süreçte yaşananlar kısa sürede siyasi ve iktisadi istikrarın önemini, tek başına iktidarın kıymetini ve Türkiye’de koalisyon kurmanın zorluklarını sergiledi. Seçim hükümeti sürecinde partilerin performansı dikkat çekiciydi. 
AK Parti’yi tecrit etme, HDP ile seçim hükümetine gitme veya anayasayı ihlal etme seçeneklerine mecbur etmeye dayanan strateji Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Başbakan Davutoğlu’nun dirayetli siyasetiyle aşıldı. Bu süreçte kamuoyu algısı, Tuğrul Türkeş’in bakanlık teklifini kabul etmesi ve HDP’li Levent Tüzel’in bakanlığı kabul etmemesi ve nihayet HDP’li iki bakanın tuhaf istifalarıyla AK Parti lehine gelişti. 

AK Parti Kongresi 

7 Haziran seçimlerinde en çok oy kaybına uğrayan ve tek başına iktidar pozisyonunu kaybeden AK Parti’nin seçim sonuçlarından ders çıkararak kaybettiği 
seçmenleri yeniden kazanması temel meseleydi. Bu bakımdan AK Parti parti yönetiminin yenileneceği kongresini, 1 Kasım seçimlerinden önce gerçekleştirdi. 

1 Kasım Listeleri 

1 Kasım seçimleri öncesinde seçimi etkileyecek unsurlardan biri de aday listeleriydi. Beklenebileceği gibi en büyük değişiklik AK Parti listelerinde gerçekleşti. 

Şimdi herkes seçim beyannamelerini ve kampanyalarını bekliyor... 

Hac’da Facialar ve İslam Dünyasının Problemleri 2015’te milyonlarca Müslümanın hac dolayısıyla bulunduğu Hicaz bölgesinde yaşanan iki ayrı facia Kurban Bayramı’na bir hüzün düşürdü. İslam ülkelerinin problemi tartışma ve çözme yöntemlerinin yeniden gündeme geldiği bu facialar vesilesiyle İslam ülkelerinin birbirleri aleyhine propaganda malzemesine ve her türden İslam karşıtlarının argümanına dönüşen bu faciaları kendi mecrasında tartışmayı başarabilmek problemi çözebilmenin ilk şartıdır. Suudi Arabistan yönetimi elindeki muazzam mali imkânlarla Hicazda estetiği ve geleneği tartışmalı büyük yatırımlar yaparak, hac konusundaki problemleri aşmaya çalışıyor. Bu konuda ciddi ilerlemeler de sağlanıyor. Bununla beraber üç milyon civarındaki insanın kitlesel kıyıma dönüşecek kazalar yaşanmadan haccı tamamlanması halen başarılabilmiş değil. Suudi yönetiminin açık ve iç denetimden uzak yönü problemlerin görülmesini, 
tartışılmasını ve çözümünü engelliyor. Bu bağlamda facia sonrasında bilgilendirme eksiklikleri de problemi derinleştiriyor ve tartışma iklimini zehirliyor. 
Buna bir de Suudi yönetimini sevmeyen ülke ve grupların konuyu mecrasından uzak ve Suudilerin meşruiyetini sorgulayan bir boyuta taşıması eklenince, 
tartışma mecrası değişiyor. 

< Son faciadan sonra Suudi yönetiminin yerel yönetici ve Hac Bakanını görevden alması isabetli olsa da, Suudi yönetiminin Hac konusunda İslam ülkeleri ve Müslüman topluluklarla yakın bir işbirliği ve yönetişim tekniği içeren bir mekanizma geliştirmesi elzemdir. >

   Son faciadan sonra Suudi yönetiminin yerel yönetici ve Hac Bakanını görevden alması isabetli olsa da, Suudi yönetiminin Hac konusunda İslam ülkeleri ve 
Müslüman topluluklarla yakın bir işbirliği ve yönetişim tekniği içeren bir mekanizma geliştirmesi elzemdir. 

Keza Suudi yönetimi dışındaki İslam ülkelerinin ve Müslüman toplulukların da bu mekanizmayla beraber üzerine düşen organizasyon, görevli ve hacıların bilgilendirilmesi gibi sorumluklarını özenle yerine getirmesi isabetli olacaktır. 

Haccı bireysel bir görevin ötesine taşıyan bu toplumsal yönü, iyi ele 
alınabilirse, İslam ülkeleri ve toplukları arasındaki işbirliğini derinleştirecek bir zemine dönüştürülebilir. 

***

KAOS COĞRAFYASINDAKİ İÇ POLİTİKA TÜRKİYE’ DE SİYASİ İSTİKRAR

KAOS COĞRAFYASINDAKİ  İÇ POLİTİKA TÜRKİYE’ DE SİYASİ İSTİKRAR 


Prof. Dr. Birol AKGÜN 
SDE Başkanı 
EKİM 2015

İnsanın içinde yaşadığı ülke ve toplumsal çevrede hissettiği güven duygusu havadaki oksijen kadar hayatidir. Eğer normal olarak nefes alabiliyorsak, 
insanlar için büyük nimet olan havadaki mükemmel karışımın önemini hiç hissetmeyiz bile. Ancak bir yangın veya başka nedenlere bağlı olarak hava 
kalitesinin bozulması durumunda ciğerimiz yanmaya başlar ve artık yeterli oksijen alabilmek dışında hiçbir şeyi düşünemez hale geliriz. Türkiye’nin 13 yıllık istikrarlı tek parti hükümetine son veren 7 Haziran seçimleri sonrasında ortaya çıkan siyasi tablo bu anlamda tam bir puslu ve dumanlı hava yaratmış durumda. Artık bitti dediğimiz PKK terörü, adeta ruh çağırıcıların çoktandır ettikleri dualarına cevap verircesine bir heyula gibi yeniden hortladı. 

Bölgeden her gün asker ve polislerin şehit haberleri gelmeye başladı. Ülke savaş ve çatışma ortamına geri döndü. Üstelik bu kez büyük şehirlere yansıyan 
toplumsal gerginliği düpedüz sosyal çatışmaya dönüştürecek eğilimleri de körükleyerek geldi. İçerideki siyasi belirsizlik ve öngörülemezlik, dış dünyadaki 
ekonomik dalgalanmaların da etkisiyle döviz kurlarını fırlattı. Avro 3,5 TL’yi, dolar ise 3 TL’yi gördü. 
Genel anlamda toplumda ve iş âleminde tedirginlik artarken, eski Türkiye’nin bazı aktörleri ile onların dış dünyadaki müttefikleri topluma sürekli karamsarlık 
pompalamaktan geri durmuyorlar. Anadolu insanının tek beklentisi ise siyasi istikrardır. 

Güçlü İktidar İstenmiyor 

<  Türkiye’deki kaos ve kriz lobisinin tek bir amacı var. Ülkede ekonomik kriz olduğu algısı yaratmak ve böylece 7 Haziran seçimlerinde kısmen örseledikleri ama bir türlü çözemedikleri AK Parti’yi zayıflatmak ve mümkünse alternatif iktidar olasılıklarını ortaya çıkartmak. >

     Bu senaryo yeni değil şüphesiz. Uzun bir süreç işliyor. Gezi olayları bu yıpratma sürecinin ilk ayağını oluşturdu. 2013 Nisan-Mayıs aylarında adeta dünyaya meydan okuyarak ilan edilen 3. Boğaz Köprüsü, Kanal İstanbul ve 3. Havalimanı gibi projelerin uluslararası alanda yarattığı Türkiye imajı, haziran ayındaki çevreci görünümlü Gezi protestoları ile büyük yara aldı. Son derece organize bir medya kampanyası ile Türkiye’nin (bu arada Brezilya, Endonezya gibi 
ülkelerin de) küresel düzlemde oluşturduğu “istikrarlı ve güvenli ülke” markası zedelenmeye çalışıldı. 

Ardından da Türkiye’deki adalet sistemine ve hukuk devletine olan güvenin sarsılmasını sağlamaya yönelik 17 ve 25 Aralık siyasi operasyonları düzenlendi. 
Gezi olayları ile AK Parti iktidarının yarattığı ekonomik güven ortamından yararlanan ama ideolojik olarak muhafazakâr bir iktidara karşı olanlar, bazı medya organlarının da kışkırtmasıyla açıktan hükümet düşmanlığına sürüklendiler. Özellikle dış dünya ile bağları oldukça güçlü olan sol laisistler ve bazı liberal 
entelektüel çevreler artık açıktan hükümete karşı savaş açmaya başlamışlardı. 
    17 Aralık sonrasında ise bu muhalif yeminli AK Parti karşıtı çevrelere, iktidarın beslendiği ideolojik tabandan gelen ve uzun bir süre birlikte hareket 
ettiği Gülenistler de eklemlendi. İktidar blokunu çözmeye yönelik olarak yapılan son hamle ise, AK Parti hükümetinin en önemli projelerinden biri olarak görülen barış sürecinin bitirilmesi ve hükümeti destekleyen muhafazakâr Kürt seçmenin ayrıştırılmasıdır. Nitekim siyasi ve sosyolojik anlamda künhüne belki çok sonra vakıf olabildiğimiz Kobani olayları tam da bu amaca hizmet eden bir gelişmeydi. 

Terörün Amacı AK Parti’yi ve Türkiye’yi Zayıflatmak 

Gerçekten de Kobani olayları Suriye’deki iktidar mücadelesinden ziyade Türkiye’nin iç siyasetindeki dengeleri değiştirmeye yönelik ince düşünülmüş bir 
operasyondu. Türkiye’nin 200 bin Suriyeli Kürdü bir gecede kabul edecek insani duyarlılık sergilemesine ve yaralı PYD’liler dâhil Türkiye’de tedavi edilmelerini 
tolere edecek siyasi hassasiyeti göstermesine rağmen, 6-7 Ekimde yaratılan toplumsal şiddet olayları ile muhafazakâr Kürtler biraz tedhiş biraz propaganda ile duygusal olarak AK Parti’den kopartıldı ve Kürt milliyetçi dalgasının temsilcisi olarak görülen PKK/HDP çizgisine kaydırıldı. 

    7 Haziran seçimlerine giderken AK Parti’nin yanlış aday tercihleri de eklenince Doğu’daki ve Batı’daki Kürt seçmen seküleriyle, dindarıyla ilk kez milliyetçilik çizgisinde buluştu ve HDP’ye oy verdi. % 13’lük oy oranını ve 80 milletvekilini, barışa değil de devrimci halk savaşına destek olarak okuyan PKK ise Kandil üzerinde etkili uluslararası istihbarat örgütlerinin de desteği ile bir yandan Suriye’de PYD eliyle Türkiye’yi kuşatmaya yönelik bir koridor oluşturma projesine hız verirken, diğer yandan ise Türkiye’deki çözüm sürecinin fiilen bitirilmesinin yolunu açan iki masum polisin evlerinde şehit edilmesi eylemini gerçekleştirdi. 
Bu eylemi de Suruç katliamını yapan DAEŞ’e sözde Türkiye’nin verdiği desteği cezalandırmak istedikleri gibi bir argümana sarmalayarak dünya kamuoyunda meşruiyet arayışını sürdürdü. Çatışmacı sürecin örgüt tarafından bilinçli olarak tırmandırıldığı bir ortamda 

1 Kasım seçimlerine gitmekte olan Türkiye’de, Güney Doğu’daki Kürt nüfus PKK’nın yaygın halk ayaklanması ve öz yönetim çağrılarına toplumsal destek vermemiştir. Ancak seçim güvenliği sorunlarının nasıl aşılacağı ve muhafazakâr seçmenin AK Parti’ye dönüp dönmeyeceği ise şimdilik net cevabı olmayan sorular olarak kalacak gibi görünüyor. Bilinen bir gerçek var ki, o da HDP’nin meclise girmesiyle birlikte AK Parti’nin tek başına hükümet olma gücünü yitirmesidir ki bu anlamda maksat kısmen de olsa hâsıl olmuş görünüyor. EKİM 2015 

İstikrar Neden Önemli? 

Son on yılda Türkiye’de tam anlamıyla sessiz bir devrim yaşandı. Bir yandan % 300 artan milli gelirin yarattığı imkânlar sayesinde geniş halk kitlelerinin hayat 
seviyesi ve yaşam kalitesi gözle görünür derecede arttı. Anadolu’nun şehirleri, kasabaları ve köyleri belki de 16. yüzyıldan bu yana ilk kez bu kadar bayındırlık 
yatırımı aldı. Sağlık ve eğitim alanında insan temelli devrimler yaşandı. 

Dezavantajlı (engelli) ve yaşlılara yönelik hizmetler olağanüstü artırıldı. Sıradan yurttaş insanca ve onurluca yaşama imkânlarına kavuştu. 

Demokrasi ve özgürlükler alanında yine sıradan insan için önemli ilerlemeler sağlandı. Bu ülkede artık kimse inancı ve kimliğinden dolayı dışlanmıyor. Kürtçe 
konuşmaktan dolayı kimse takibata uğramıyor. 

Devletin (TRT) 24 saat yayın yapan Kürtçe ve Arapça kanalları var. Başörtülü olduğu için insanların eğitim hakları çiğnenmiyor ya da kamusal alanda çalışmaları engellenmiyor. Daha da önemlisi tüm bu devrimci gelişmelerin sonucu olarak uluslararası alanda Türkiye Cumhuriyeti pasaportu artık bir saygınlık simgesi olarak görülüyor. Ülke içinde ve dışında yaşayan insanlarımız bu ülkeye ait olmaktan dolayı şeref duyar hale geldiler. 

Kendi ülkemizde demokratik zeminde yaşanan ihtilaflardan dolayı bazılarının hükümete kızgınlıkları ülkedeki bu gelişmeleri görmelerine engel olmamalıdır. 
Türkiye’nin etrafındaki coğrafya tam anlamıyla bir istikrarsızlık ve çatışma alanına dönüşmüş durumda. 

Karadeniz’in kuzeyinde ve Kuzey Doğu’sunda çatışmacı ortam devam ediyor. Gürcistan’ın topraklarının bir kısmı 2008’den bu yana Rusya’nın dolaylı kontrolünde. Rusya özel harp teknikleri ve siyasi amaçlı istihbarat operasyonları ile Kırım’ı tüm dünyanın gözü önünde kendi topraklarına kattığı gibi, Ukrayna’nın doğu kesimleri de fiilen Rus yanlılarının egemenliği altına girdi. Doğumuzdaki İran, Batı dünyası ile antlaşmasını bölgede kendi yayılmacı emelleri için kullanma eğiliminde. Suriye’de oluşturduğu lejyonerlerle Esed rejimine destek vermeye devam ederken, Yemen’deki iç karışıklıktan yararlanarak Husi’ler üzerinden Kızıldeniz’i kontrol etmeye çalışıyor. Körfez ülkeleri ABD ile ilişkilerini düzelten İran’ın kendilerine yönelik mezhepçi tavırlarından son derece rahatsızlar ve Türkiye ile askeri ilişkileri geliştirme arayışındalar. 

Batımız da çok farklı değil. Yunanistan tarihinin en ağır sosyo-ekonomik ve siyasi krizleriyle boğuşuyor. Küresel troyka tarafından ekonomik olarak ülkenin gelecek yarım yüzyılını rehin alacak ağır bir borç yükü altına sokulmuş durumda. Çipras gibi popüler desteği olan bir politikacı bile ülkesini yönetmekte zorlanıyor. Balkanların geleceği ise belirsizliğini koruyor. AB, Bosna Hersek gibi kırılgan bir barış üzerine dayanan yaralı bir ülkeyi Avrupa’ya sınır ötesi operasyonlar düzenleme şansına sahip entegre etme cesaretini gösteremiyor. 

Batı dünyası ile Rusya arasında siyasi/stratejk gerginlikler arttığı sürece, yakın bir gelecekte Rusya’nın Balkanlardaki Ortodoks Slav halkları üzerindeki tarihsel oyunlarını yeniden sahneye koymayacağının garantisi yok. 

Bir kaç yüz binlik Suriyeli mülteci ile baş edecek siyasi aklı gösteremeyen AB ülkelerinin çevre ülkelerdeki gelişmeleri yönlendirme kapasitesi giderek zayıflıyor. 
Hıristiyan dünyasının geleceğinin siyasi istikrarı adına Avrupa başkentlerinden ümidini kesen Papa Francis’in Washington ve New York’a gidip, ilk kez Amerikan Kongresine ve BM Genel Kurulu’na hitap etmesi ve barış adına küresel vicdana çağrıda bulunması boşuna değil.

< Türkiye’deki kaos ve kriz lobisinin tek bir amacı var. Ülkede ekonomik kriz olduğu algısı yaratmak ve böylece 7 Haziran seçimlerinde kısmen örseledikleri ama bir türlü çözemedikleri AK Part ’yi zayıflatmak ve mümkünse alternatif iktidar olasılıklarını ortaya çıkartmak. >

    Gören gözlerin yakından hissetmeye başladığı bir gerçek var. Küresel sistemde 1945 öncesi dünya şartlarını andırırcasına krizlerin ve gerginliklerin arttığı
bir konjonktür hızla yaklaşıyor. Zira uluslararası sistemde 1945 sonrası döneme damgasını vuran ekonomi-politik dengelerde köklü bir değişim yaşanıyor.
     Batı dünyası eski gücünde değil ve güç ve statü kaybeden her birey veya ulusta yaşandığı gibi gelişmeleri basiret ve akılla yönetme yeteneği zayıflıyor. Daha katı, daha acımasız ve daha gergin bir yönetim mantığı geri geliyor. Yükselen güçler ise henüz küresel sistemde oyunu değiştirecek güce erişmiş değiller ve oldukça ihtiyatlı hareket ediyorlar.
    Bu anlamda küresel güç kayması dediğimiz geçiş sürecinde umulmadık çatışmalar, sürtüşmeler ve karşılıklı hamleleri daha sık göreceğiz. 1945 sonrası
oluşan ve liberal batı değerleri temelinde biçimlenen uluslararası hukuk normları ve gelenekler eski gücünü yitiriyor. Bugünlerde devletler çıkar eksenli ve
fırsatçı bir dış politika izlemeye daha meyilliler. Rusya, Çin ve İran gibi aktörler, biraz da sahip oldukları demokratik olmayan otoriter rejimlerin karakterine
daha uygun olan devletlerarası ilişkilerde geleneksel egemenlik anlayışına göre hareket etmeyi sürdürüyorlar.

Oysa Türkiye gibi demokrasi ile yönetilen ve yönetim süreçleri halkın denetimine açık olan ülkeler İran’ın ya da Rusya’nın yaptığı türden sınır ötesi operasyonlar 
düzenleme şansına sahip değiller.
    Eğer Türkiye Rusya gibi hareket etseydi, normal şartlarda iki milyon mülteci ile boğuşan bir ülke olarak çoktan Suriye’nin içinde kendi güvenlikli bölgesini fiilen oluşturur ve sivilleri orada iskân ederdi.
Ancak uluslararası alanda hukuka uygun hareket etme ve meşruiyet arayışı Türkiye’nin elini kolunu bağlamaktadır. Dış politik hareketlerdeki bu anlayış
farkları ne yazık ki, otoriter devletlerin lehine dengesiz bir durum yaratmaktadır. Türkiye gibi bölgenin yalnız demokrasileri için anarşi ortamında hukuka göre hareket ederek çıkarlarını korumak çok da kolay olmayacaktır.
Sonuç olarak, Türkiye küresel sistemde anarşi, öngörülemezlik ve belirsizliğin arttığı bir tarihsel dönemde son on yılda yakaladığı siyasi ve ekonomik istikrarını sürdürmekte zorlanmaktadır. Bir yanda Rusya ve İran gibi bölgesel güçlerin agresif genişleme politikaları, diğer yandan Batılı dünyanın ortak değerler ve çıkarlar temelinde kurdukları Avrupa Konseyi, NATO ve AB gibi kurumlarının Türkiye’ye olan ahdi taahhütlerine ihanet edercesine gösterdikleri ihmal ve aymazlıklarla karşı karşıya olan bir süreçten geçiyoruz. Böyle bir dönemde iktidara MHP ve CHP de dâhil olmak üzere hangi parti gelirse gelsin aynı zorlukları yaşayacaktır. Siyasi uzlaşı kültürünün zayıf olduğu ülkemizde koalisyon hükümetlerinin içerideki terörle mücadele ve dış dünyada artan belirsizliklerle başarılı biçimde mücadele edebilme şansı yoktur. Üstelik bu sistemik krizlerin zaman zaman yarattığı tarihi fırsatların ülkemiz adına iyi değerlendirilmesi için, Türkiye’nin hızlı karar alıp uygulayabilen güçlü bir hükümete olan ihtiyacı son derece aşikârdır. 1 Kasım seçimleri bu anlamda 2023’e giden Türkiye’de özlediğimiz ve ümitlendiğimiz yeniden güçlü ve istikrarlı Türkiye’nin yaratılması açsısından bir fırsat olarak görülmelidir.
Seçmenler olarak bizler açısından istikrarlı bir yönetim, yalnızca Türkiye için açısından değil; ülkemize ümit bağlamış Somali’den Afganistan’a kadar uzanan
İslam coğrafyasındaki mazlum halklar için de önemlidir. 

Türkiye’nin kaybedecek zamanı yoktur. 

EKİM 2015 


***

14 Mart 2019 Perşembe

ORTA ASYA GÜVENLİK SORUNLARI VE NATO’YA YANSIMALARI, BÖLÜM 5

ORTA ASYA GÜVENLİK SORUNLARI VE NATO’YA YANSIMALARI,  BÖLÜM 5


NATO’nun küresel olaylara müdahale konusunda daha aktif rol oynamak 
için özellikle ABD’nin güdümüyle hareket edeceği değerlendirilmektedir. NATO 
artık sadece kolektif bir savunma örgütü değildir ve gittikçe küresel bir güvenlik 
örgütüne dönüşmektedir. Alan dışı müdahalelerde BM’nin kararlarına uyulması 
konusu ve bunu sağlarken özellikle BM Güvenlik Konseyi daimi üyelerinden 
NATO üyesi olmayan Rusya’nın ve Çin’in vereceği kararlarla, NATO’nun 
güvenirliliğinin sorgulanabileceği, bu doğrultuda alan dışı müdahalelerin NATO 
programlarında iyi tanımlanması gerektiği açıktır (Kuloğlu, 2007; 57). Global güç dengelerinin 1995’ten itibaren de doğuya doğru kaymasıyla da uluslararası alanda Rusya, Çin, Japonya, Almanya gibi büyük devletlerin içinde olduğu çok kutuplu bir ortam NATO önemini devam ettirmek için çok uygun ve uygulanabilir düzeyde politikalar üretmelidir (Bozkurt, Enver., “Nato’nun Geleceği”, 
http://www.usak.org.tr/dosyalar/dergi/7tJmXLMLqy0CBZ1PlNJzMUmX0oMcYB.pdf (e.t. 10.05.2011). 

Orta Asya ülkeleri arasındaki sınır sorunları, etnik sorunlar, dini yükselişin 
bir radikalizme dönüşme potansiyeli taşıması ve kontrolden çıkma olasılığı, ayrıca ekonomik sorunlar ve demokratikleşme sorunları hem bu ülkelerin kendi istikrar ve güvenlikleri için hem de genel anlamda bölgede istikrarlı bir ortamın kalıcı olmasını engelleyebilecek nitelikte oldukları için NATO ve Şanghay İşbirliği 
Örgütü tarafından beraberce ele alınmalıdır. 

Şanghay İşbirliği Örgütü (ŞİÖ) ile resmi bir diyalog başlatmak NATO’nun, 
Orta Asya’daki rolünü güçlendirebilir. Karşılıklı ilgi alanları somut bir şekle 
dönüşmeyen hususlar açıklığa kavuşturulmalıdır. Japonya’nın tersine, Çin’in 
NATO ile bir “diyalog ortaklığı” bile yoktur. Çin ile resmi bağlar oluşturmanın 
karşılığında NATO üyeleri Şanghay İşbirliği Örgütü’nün (ŞİÖ) faaliyetlerine 
daha fazla katılımda bulunmak için ısrar edebilirler. Buna karşılık, İttifak da 
müşterek güvenlik işbirliğinin değerinin altını çizmek amacıyla ŞİÖ’ nü “küresel 
ortak” olarak belirleyebilir. Resmi bir NATO-ŞİÖ diyalogu aynı zamanda 
demokratikleşme, aşırı dincilik ve diğer ortak endişe konularında görüş 
alışverişine de olanak sağlayacaktır. Enerji güvenliği, uyuşturucu ve insan ticareti, terörle mücadele ve kitle imha silahlarının yayılmasını önleme gibi somut projelerde yapılacak işbirliği, Orta Asya’daki üstün güç olma çekişmesini önler ve iki örgütün Avrasya’daki uluslar üstü sorunları yönetme yeteneklerini 
güçlendirir (Weitz, Richard., “Orta Asya Ortaklıklarının Yenilenmesi”, 
http://www.nato.int/docu/review/2006/issue3/turkish/analysis2.html,(e.t.05.11.2011). 

NATO, enerji güvenliği meselesini görevleri arasına almalıdır. Bunun için 
organizasyon içinde bir bölüm oluşturmalıdır. NATO, enerji güvenliği konusunda 
NATO dışı ülkelerle bir diyalog süreci başlatmalı ve gerektiğinde danışma 
mekanizması yoluyla ilgili ülkelere destek hizmeti vermelidir. Enerji kaynakları  nın batı ve doğu arasında bir jeopolitik silah olarak kullanılmasını bu yöntemler le engellemek gerekmektedir. Aslında hem enerji güvenliği için hem de 
Afganistan için bir işbirliği modeli üzerinde çalışmak dolaylı faydalar getirebilir. 
NATO ve bölge ülkeleri arasında işbirliği ve karşılıklı anlayış birliği oluşturacak 
diyalog platformlarının kurumsal olarak teşkili gerekmektedir. Bir temel yaklaşım olarak enerji güvenliğinin, kaynakların güvenliği, ulaştırma güvenliği, Pazar güvenliği, fiyat güvenliği ve fiziki güvenlik olduğu düşünüldüğünde, NATO’nun ulaştırma güvenliği ile fiziki güvenlik konusunda gerekli önlemleri almalıdır. 
Kaynakların güvenliği, sadece fiziki güvenlik kapsamında değildir. Aynı zamanda 
ve daha öncelikli olarak siyasi ortamın yapısı, istikrarın sağlanması, jeopolitik 
tercihlerin yönü, ekonomik sistemin içeriği ve mülkiyet/işletme kuralları gibi 
hususları da kapsamaktadır (Çomak, Hasret., “Güvenliğin Yeni Boyutlari, Nato 
Ve Türkiye”, http://www.tasam.org/tr-TR/Icerik/1548/guvenligin_yeni_ 
boyutlari_nato_ve_turkiye, (e.t. 13.06.2010) 

Orta Asya sorunları günümüzde yaygınlaşan asimetrik tehditler olarak 
belirmekte, özellikle de yakın zamana kadar nispeten bölgesel bir olgu olarak 
algılanan terörizmin gelişmesinde dolaylı katkısı bulunmakta, küreselleşmenin de getirdiği imkânlar ile bölgesel sınırların ötesine geçmektedir. Terörizmle 
mücadelenin başlangıcının bu sorunların aşılması ile mümkün olacağını kabulden hareketle, NATO’nun askeri kanadı ile başlatılan bu sürecin BM, AGİT, AB girişimlerini de dahil ederek, ilgili ülkelerle ikili işbirliği yapmak gerekmektedir. 

7. KAYNAKLAR 

AKÇADAĞ, Emine. (2010). “NATO’nun Yeni Stratejik Konsepti: Aktif Angajman, Modern Savunma”, 24 Kasım 2010) 
ALDIS, A. ve G. HERD, “Managing Soft Security Threats: Current Progress and Future Prospects”, European Security, XIII, 2004.,s.170 
AL-QAHTANI, Mutlaq. “The Shanghai Cooperation Organization and the Law of International Organizations”, Chinese Journal of International Law, Vol. 
5, No. 1, 2006, 129-147.,s.129. 
AYDIN, Mustafa. “Geçiş Sürecinde Kimlikler: Orta Asya’da Milliyetçilik, Din ve Bölgesel Güvenlik”, M. AYDIN (Der.), Küresel Politikada Orta 
Asya,Ankara, Nobel, 2005a, 245-266., s.250-251. 
Başlangıcından Bugüne NATO Stratejik Konsepti’nin Geçirdiği Evreler,  
http://www.bilgesam.org/tr/index.php?option=com_content&view=article&id=915:balangcndan-buguene-nato-stratejikkonseptinin-gecirdii-
evreler-dsa&catid=122:analizler-guvenlik&Itemid=147(e.t:27.12.2010) 

BİLGİN, Mert., “Yeni Asya’nın Enerji Paradigmasında Orta Asya ve Kafkaslar: Rusya, AB, ABD, Çin, İran ve Türkiye arasındaki açmazlar ve stratejik 
açılımlar ”, http://stratejikongoru. org/pdf/yenias yanin enerjiparadigmasi.pdf., (e.t. 10/08/2010). 
BOZKURT, Enver., “Nato’nun Geleceği”, 
http://www.usak.org.tr/dosyalar/dergi/7tJmXLMLqy 0CBZ1PlNJzM Um X0 oMcYB.pdf (e.t. 19/08/2012). 

CELALİFER, Arzu. (2008). “Şanghay İşbirliği Örgütü ve İran”, USAK - Uluslararası Stratejik Araştırmalar Kurumu Resmi Ağı, 28.10.2008, 
http://www.usak.org.tr/makale.asp?id=441 (08.10.2009) 
CIA World Factbook 2011, 
https://www.cia.gov/library/publications/the-world-factbook/index.html, (e.t. 19/08/2009)). 
CLAWSON, Patrick.(2003).“US and European priorities in the Middle East”, LINDSTORM, Gustav (ed.). Shift or Rift, Assessing US-EU Relations after 
Iraq, EU Institute for Security Studies, Paris, S: 36, pp.127-146 

ERHAN, Çağrı. (2003). “ABD’nin orta Asya politikası ve 11 Eylül sonrası yeni açılımları”, Stradigma.com Aylık Strateji ve Analiz E-dergisi, Kasım, Sayı 10, 
http://www.stradigma.com/turkce/kasim2003/vizyon_sayi_10.pdf, (19.08.2008). 
ERHAN, Çağrı. (2004). “ABD’nin Orta Asya Politikaları ve 11 Eylül’ün etkileri”, Uluslararası İlişkiler, Cilt 1, Sayı 3, Güz, (s.123-149). 
ERHAN, Çağrı. (2004). “NATO Niçin Küresel Bir Güvenlik Örgütü Haline Gelmelidir”, Stradigma.com Aylık Strateji ve Analiz E-dergisi, Ocak, Sayı 12, 
http://www.stradigma.com/index.php?sayfa=makale&no=188, (15.02.2009). 
ERHAN, Çağrı. (2005). “ABD’nin Orta Asya Politikaları ve 11 Eylül”, M. AYDIN (Der.), Küresel Politikada Orta Asya, Ankara, Nobel Yayınları, 

ÇELİKPALA, Mitat. (2006). “Sovyetlerden Günümüze Orta-Asya Kafkasya’da Vehhabilik ve İslam”, DEMİRAĞ, Y. ve C. KARADELİ (Ed.), Orta Asya 
ve Kafkasya, Palme Yayıncılık, Ankara. 
ÇOLAKOĞLU, Selçuk. (2004). “Şangay İşbirliği Örgütü’nün Geleceği ve Çin”, Uluslar arası İlişkiler, Cilt: 1, Sayı: 1, Bahar, (s.173-197). 
ÇOMAK, Hasret., “ Güvenliğin Yeni Boyutlari, Nato Ve Türkiye 
”,http://www.tasam.org/tr-TR/Ic eri k/ 1548/guvenligin_yeni_boyutlari_nato_ve_turkiye , (e.t. 13.06.2010) 

DEMİR, M. Faruk., “ Sıcak Kuşak Üzerinde Çözüm Arayışları: Nato Afganistan Enerji Güvenliği”, 
http://www.mfarukdemir.com/yayin/enerji_guvenligi_icin_isbirligi.pdf, (e.t. 21/09/ 2010). 
DİRİL, Yasemin., “NATO Zirvesi Amacına Ne Kadar Ulaştı?”, 
http://www.bilgesam.org/ tr/index. php? Optio n= com_content&view=article&id=120:nato-zirvesi-amacna-ne-kadar-ulat&catid= 122:analiz ler- guvenlik& Itemid= 147,( e.t. 04.04.2008). 
DONALDSON, John W. ve Pratt, Martin. (2005). “Boundary and Territorial Trends in 2004”, Geopolitics, Volume: 10, Number: 2, Summer, s: 403. 
DUNCAN,Peter J.S. (2002). “Westwrnisim,Eurasianism and Pragmatisim:The foreing policies of the Post Soviet States,1990-2001”,University College 
Londra, (s:21-22). 
EC (European Communities), Mantzos,L.,et.al. (2003).“European Energy And Transport Trends To 2030 ”, National Technical University , Belgium , January,.S:24. 
EKREM, Erkin ., “Şanghay İşbirliği Örgütü Üzerinde Çin-ABD Sorunları”, 
http://www. turksam. org/ tr/a 946.html ,(e.t. 21.06.2007) 
ERKMEN, Gülru., “Nato’nun Geleceği”, 
http://tarihonline.blogspot.com/2007/09/natonun-gelecei.html (e.t. 11/03/2009). 

FAROUKI, Taji. (1996). “A Fundamental Quest: Hizb ut -Tahrir and the Search for the Islamic Caliphate”, Grey Seal Books, London, 
FARRANT, Amanda. (2006). “Mission Impossible: The Politico-Geographical Engineering of Soviet Central Asia’s Republican Boundaries”, Central 
Asian Survey, XXV, (s:61–74). 
Foreign Affairs Ministry of Peoples Republic of China, “Shanghai Cooperation Organization”, 
http :// www. fm pr c.gov .cn /eng/topics/sco/t57970.htm, (e.t. 04/04/2006). 
FRİTCH , Paul.,“ NATO-Rusya Ortaklığı: Göründüğünden Daha Fazlası”, 
http://www. nato.int/ docu /review/ 2007/issue2/turkish/analysis1.html   ,(e.t. 07.08.2007) 

GLADKYY, Oleksandr. (2003). “American Foreing Policy And US Relations With Russia And China After 11 September”,World Affairs, Cilt: 166, Sayı: 1,Yaz, s.4 
GRAY, Cayne. (2005). “How Has War Changed Since The End Of The Cold War?”,Parameters, Vol: XXXV, No: 1, s.19. 
GÜRER, Cüneyt., “Afganistan Kaynaklı Uyuşturucu Kaçakçılığı ve Uluslararası Güvenliğe Etkileri”, 
http://guneyturkistan.wordpress.com/2009/11/02 /afganistan-kaynakli-uyusturucu-kacakciligi-ve-uluslararasi-guvenlige-etkileri/ (e.t.02/11/2009). 
GÜRLER ,Tugay. (2009). “ Nato’nun Barış İçin Ortaklık Konsepti Ve Güvenlik Politikaları”, Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Ankara, 

İKEGAMİ, Masako., “NATO ve Japonya: Asya’da İstikrarın Güçlendirilmesi”, 
http:// www. nato. int/docu / review/ 200 7/issue2/turkish/art4.html,( e.t.07.02.2007). 

International Crisis Group, “Central Asia: Water and Conflict”, ICG Asia Report No 34, Brussels, 30 May 2002, s. 1. 

KARAEVE, Zainiddin. (2005). “Border Disputes and Regional Integration in Central Asia”, Harvard Asia Quarterly, Volume: IX, No: 4, Fall, s:2. 
KHAMİDOV , Alisher. (2003). “Countering the Call: The U.S., Hizb-ut-Tahrir, and Religious Extremism in Central Asia”, The Saban Center for Middle 
East Policy at the Brookings Institution, Analysis Paper, No: 4 Temmuz, (s: 1-6). 
KIMMAGE, Daniel. (2007). “Security Challenges in Central Asia: Implications for the EU’s Engagement Strategy”, CEPS (Central European Policy Studies) Policy Brief, Brüksel, No:139, S:3. 
KISSINGER ,Henry. (2000). “Diplomasi”, Ankara. 
KLARE , Micheal T. (2005). “Kaynak Savaşları: Küresel Çatışmanın Yeni alanları”, Çev.: Özge İnciler, Devin Yay., Ocak, İstanbul. 
KULOĞLU, Armağan. (2007). “NATO’nun 60 Yıla Varan Serüveni”, Global Strateji Enstitüsü, Ankara, 
KÜLEBİ, Ali.,“Orta Asya'nın Öteki Stratejik Zenginliği: Uranyum”,http:// www.Nukte .org/ node/183, (e.t. 12/09/208). 
LIPOVSKI, Igor P. (1996). "Central Asia: In Search of a New Political Identity", Middle East Journal, Vol: 50, No: 2, Kış, (s:211-223). 

MAMATAİPOV, Emil., “Language Legislation Could Heighten Inter-Ethnic Tension in Kyrgyzstan”, 23 Şubat 2004, Eurasianet-Human Rights, 
http://www.eurasianet.org/departments/rights/articles/eav022304a.shtml, (e.t. 19/08/2009). 
MANN, Poonam. “Islamic Movement of Uzbekistan: Will it Strike Back?”,Strategic Analysis, Vol. 26, No. 2, 2002, 17 Kasım 2007, 
http://www.ciaonet.org/olj/sa/sa_apr02map01.html 
MEGORAN, Nick. (2005). “Performance, Representation and the Economics of Border Control in Uzbekistan”, Geopolitics, Vol: X, (s:715-716). 
MENON, Rajan., “In the Shadow of the Bear: Security in Post-Soviet Central Asia”, International Security, Vol. 20, No. 1 (Summer 1995), s. 152;Bkz. 
CIA World Factbook 2011, 
https://www.cia.gov/library/publications/the-world-factbook/index.html, (e.t. 19/08/2009). 
MENON, Rajan. (2002). “The New Great Game In Central Asia”, Survival, Cilt: 45, No: 2, Yaz. 
MYRAUNET, John ve Simaityte, FAUSTA (2006). “Relations Between Central Asian States and Multilateral Organizations. A Chronology”, BERG, 
Andrea / Anna KREIKEMEYER (Ed.), Realities of Transformation: Democratization of Central Asia Revisited, Nomos. 
NATO Basın ve Enformasyon Bürosu., 2001, S.77-79. 
“NATO’nun Tarihi İstanbul Zirvesi ve Sonuçları”, Stratejik Araştırmalar Enstitüsü, 
http://www.turksae.com/face/index.php?text_id=74 (23.02.2009). 
NATO operations and missions”, 
http://www.nato.int/cps/en/natolive/topics_52060.htm 
“NATO’s relations with Russia”, 
http://www.nato.int/cps/en/SID-5EB4A1BD-146C5480/natolive/ topics_ 50090.htm?; 
“NATO-Russia Council Action Plan on Terrorism” , 
http://www.nato.int/ cps/en /natolive / official_ texts_72737.htm?selectedLocale=en 
NATO'nun Yeni Stratejik Konsepti: Aktif Angajman, Modern Savunma, 
http://www.bilgesam.org/tr/index.php?option=com_content&view=article&id=884:natonun-yeni-stratejik-konsepti-aktif-angajman-modern-
savunma&catid=122:analizler-guvenlik&Itemid=147 (e.t.14.12.2010) 
NICHOL, Jim. (2007). “Central Asia’s Security: Issues and Implications for U.S.Interests”, CRS Report for Congress, (s: 20-21). 
NIKITIN, Alexander I. (2007). “Post-Sovyet Military-Political Integration:The Collective Security Treaty Organization and its Relations with the EU and 
NATO”, Central Asia-Caucasus Institute & Silk Road Studies Program, China and Eurasia Forum Quarterly, Vol.5, No:1, (s.35). 
NORLING, N. ve N. SWANSTRÖM (2007). “The Shanghai Cooperation Organization, Trade, and The Roles of Iran, India and Pakistan”, Central 
Asian Survey, XXVI, (s: 429-444). 
OĞUZLU, Tarık. (2012). NATO’nun Dönüşümü ve Geleceği, Ortadoğu Analiz, Nisan Cilt 4, Sayı 40, Nisan. 
Olcott, Martha Brill. (1994). "Central Asia's Islamic Awakening", Current History, Vol: 93, No: 582, April, 
OLCOTT, M. B. ve N. UDALOVA. (2000). “Drug Trafficking on the Great Silk Road: The Security Environment in Central Asia”, Russia and Eurasia 
Program Working Paper, Carnegie Endowment, No: 11, S.2. 
ÖZBAY, Fatih. (2008). “NATO Zirvesinin Galibi Kim?”, BİLGESAM - Bilge Adamlar Stratejik Araştırmalar Merkezi, 
http://www.bilgesam.org/tr/index.php?option=comcontent&view=article&id=119:nato-zirvesinin-galibi-kim&catid=122:analizler-guvenlikItemid=147, (04.07.2009). 
“Partnerships: A cooperative approach to security”,http://www.nato. int/cps/en/natolive/ topics_ 8433 6. htm? 
RİCHARD L. Wolfel. (2002). “North to Astana: Nationalistic Motives for the Movement of the Kazakh(istani) Capital”, Nationalities Papers, Vol: 30, 
Issue: 3, Eylül, (s: 485-506). 

SAGADEEV, Arthur. (1994). "Rusya ve Büyük Güç Ideolojisi", çev. Cemalettin Tüney, Avrasya Dosyası, Cilt: 1, Sayı :1 
SIMON, Jeffrey, “Partnership for Peace: Charting a Course for a New Era”, US 
Foreign Policy Agenda, Vol. 9, No.2, June 2004, p. 33. 

SPOOR, M. ve A. KRUTOV. (2003). “The ‘Power of Water’ in a Divided Central Asia”, Perspectives on Global Development and Technology, Leiden, II, S.49. 
SÜMER, Gültekin. (2008). “Amerikan Dış Politikasının Kökenleri ve Amerikan Dış Politikası”, Uluslararası İlişkiler, Cilt: 5, Sayı: 19, Güz, 
ŞENSOY, Süleyman., ”Avrupa Birliği-Türkiye Orta Asyanin Çok Boyutlu Güvenliği”, 29.04.2008, 
http:// www. tasam.org/tr-TR/Icerik/27/avrupa_birligi_-_turkiye_orta_asyanin_ cok_ boyutlu_guvenligi (e.t. 19/08/2009). 

TABYSHALİEVA, Swanström-Cornell-, Poonam Mann, “Religious Extremism In Central Asia”, Strategic Analysis, Vol. 25, No. 9 (December 2001), 
http://www.ciaonet.org/olj/sa/sa_dec01map01.html, (e.t. 05/11/2003), ss. 5-6 

UÇAR, Fuat. (2007). “Dış Türkler: Türk Dünyasının Parlayan 5 Yıldızı”, Fark Yayınları, Ankara. 
UMBACH,Frank,“ Europe’s Energy NonPolicy”, Globale Energiesicherheit Analyses,Transatlantic Internationale Politik, No:4,Berlin,2004,pp.52-60 .S.54, 
http://en.inter nationalepoliti k.de/archiv/2004/winter2004/europe---s-energy-non-policy.html ,(e.t.03.05.2007). 
UZGEL , İlhan., “ABD ve NATO’yla ilişkiler 1990-2001”,Oran (der.),Türk Dış Politikası, Cilt II, 

VELİEV, Cavid., “Büyük Orta Asya Projesi”, 
http://www.tusam.net/makaleler.asp?id=522&sayfa=0, (e.t. 19/ 08 /2010). 

WEITZ, Richard., “Orta Asya Ortaklıklarının Yenilenmesi”, 
http://www.nato.int/docu/review /2006 /iss ue 3/ turkish/analysis2.html , (e.t.05.11.2011). 

ZIEGLER, Charles E. (2006). “The Russian Diaspora in Central Asia: Russian Compatriots and Moskow’s Foreign Policy”, Demokratizatsiya, Kış, Vol: 
XIV, (s:103-126) 

http://www.nato.int/docu/review/2005/issue3/turkish/analysis.html, (e.t.25/01/2009) 


***

ORTA ASYA GÜVENLİK SORUNLARI VE NATO’YA YANSIMALARI, BÖLÜM 4

ORTA ASYA GÜVENLİK SORUNLARI VE NATO’YA YANSIMALARI,  BÖLÜM 4



5. SORUNLARA KARŞI NATO’NUN YAKLAŞIMLARI 

İki kutuplu dünyanın ortadan kalkmasıyla NATO’nun değişimi kaçınılmaz 
olmuş ve NATO’nun devamının tartışıldığı bir ortamdan yeni güvenlik risklerinin 
ortaya çıktığı varsayımıyla NATO’ya yeni görevler biçilmiştir. Böylece NATO 
hem varlığını koruyabilecek hem de daha önce hiç olmadığı kadar politik ve dünya politikalarında küresel bir oyuncu olarak karşımıza çıkmaktadır. Yeni güvenlik ortamında NATO’nun karşı koyması gereken riskler; etnik çatışmalar, insan hakları ihlalleri, siyasi iktidarsızlıklar, ekonomik zafiyetler ve biyolojik silahların yaygınlaşması olarak belirtilmektedir (Gürler, 2009; 90). 

 NATO’nun görev alanı ile varolan/varolacak stratejisinin yukarıda bahsi 
geçen sorunlara müdahalesinde önemli yer tutacağı gerçeği de göz ardı 
edilmemelidir. NATO’nun görev alanı; kriz yönetimi, barışı koruma, eğitim, 
lojistik destek ve insanı yardıma kadar geniş bir kapsamda olmaktadır (NATO 
operations and missions”,  http://www.nato.int/cps/en/natolive/topics_52060.htm). 
NATO’nun stratejisi ise esas itibarı ile 1949’dan 1991’e kadar geçen dönemde 
“savunma” ve “caydırıcılık” olarak tanımlanmıştır. Bununla birlikte dönemin son 
yirmi yıllık bölümünde “diyalog” ve “detant” (yumuşama)’a giderek artan ölçüde 
önem verilmiş olduğu da söylenebilir. 1991’den sonra ise temeli oluşturan 
“caydırıcılık” ve “savunma” konseptlerinin yanı sıra “işbirliği” ve “güvenlik” 
kavramlarının da kabul edildiği daha geniş bir yaklaşım benimsenmiştir 
(Başlangıcından Bugüne NATO Stratejik Konsepti’nin Geçirdiği Evreler). 

Bu kapsamda NATO’nun alan dışı bölgesinde çıkabilecek kriz ve 
çatışmalarda, barışı koruma adına yapılacak operasyonlarda yeni ortak üyelerin 
askeri kuvvetlerini kullanmayı amaçlanmıştır. Krizlerin çözümünde kendi askerî 
kuvvetleri yerine bu ülkelerin askerî kuvvetlerinin kullanılması planlanmıştır 
(Çayhan ve Ateşoğlu, 1996). Barış İçin Ortaklık (BİO)3 programına katılan 
ülkelerin kuvvetlerini, uzun vadede NATO üyelerinin kuvvetleri ile çalışabilecek 
şekilde geliştirmesini sağlamak amaçlanmıştır. BİO programı, NATO ile Orta 
Asya ülkeleri arasındaki koordinasyonu arttıran bir program olmakla beraber, tek başına bölgesel problemleri çözebilecek bir yapıya sahip olmamıştır. Programın asıl önemi bölge ülkelerinin NATO’nun eğitim vasıtasıyla gelişmelerine katkısı olmaktadır (Simon, 2004; 33). 

3 Barış İçin Ortaklık (BİO) 10-11 Ocak 1994 tarihinde Brüksel’de yapılan NATO zirvesinde, Devlet ve Hükümet Başkanları Barış İçin Ortaklık Programı’nı başlattılar. BİO’ya, Türkmenistan 10Mayıs1994’de, Kazakistan 27 Mayıs 1994’de, Kırgızistan 1 Haziran 1994’de, Özbekistan 13 Temmuz1994’de katılmıştır (Myraunet,2006:250-251). Tacikistan ise bu programa Şubat 2002’de katılmıştır(Erdem Vahit, 2005: 202). Ayrıca Orta Asya ülkelerinin 21 Aralık 1991’den 4 Kasım 2005’ekadarUluslararası örgütlerle ilişkilerinin kronolojik sıralaması için bkz. MYRAUNET, John veSimaityte,FAUSTA. “Relations Between Central Asian States and Multilateral Organizations. A 
Chronology”,BERG, Andrea / Anna KREIKEMEYER (Ed.), Realities of Transformation: Democratization of Central Asia Revisited, Nomos, 2006. 

11 Eylül sonrası dönemde NATO, Avrupa-Atlantik bölgesi dışındaki 
bölgelere kuvvet sevk etmiş, “enerji güvenliği” gibi yeni tehditlerin ortaya 
çıkması NATO liderlerini 2010 yılında yeni bir stratejik konsept oluşturmaya sevk etmiştir (“NATO Stratejik Konsepti’nin Geçirdiği Evreler”) 11 Eylül saldırıları ile birlikte küresel güvenlikle ilgili tehdit algılamalarındaki değişim süreci hızlanarak yeni tehdit unsurları belirginleşmeye başlamıştır. Sonuçta bir güvenlik organizasyonu olan NATO, güvenlik anlayışındaki bu değişime bağlı olarak, XXI. yüzyıldaki güvenlik ihtiyaçlarının karşılanmasına yönelik yeniden 
yapılanmaktadır. Bu yapılanma sürecinde ABD İttifakı değişime zorlayan lider 
olarak başrol oynamaktadır. XXI. yüzyılın uluslararası sisteminde asimetrik savaş ön plana çıkarken NATO’nun güvenlik konseptindeki değişimle Soğuk Savaş dönemindeki caydırıcılık stratejisi yerine “acil mukabele” ve “müdahale” 
unsurları NATO’nun güvenlik anlayışının temeline oturmuştur. (NATO’nun 
Tarihi İstanbul Zirvesi ve Sonuçları, Stratejik Araştırmalar Enstitüsü, 
http://www.turksae.com/face/index.php?text_id=74 (23.02.2009) 

2010 yılında Lizbon Zirve Toplantısı’nda önümüzdeki on yılda NATO’nun 
neler yapması gerektiği açık ve net bir vizyonla beyan edilmiştir. Günümüzdeki 
güvenlik ortamı, NATO üyesi devletlerin halklarının ve topraklarının güvenliğini 
etkileyecek unsurları bünyesinde barındırdığından güvenliği sağlamak adına 
İttifak’ın sorumluluğunda olan ve üstlenmeye devam edeceği üç temel göreve 
ortak savunma, kriz yönetimi ve işbirlikçi güvenlik olarak işaret edilmiştir. 
Güvenlik ortamı başlıklı bölümde, NATO’nun sınırları dışında oluşan bir 
istikrarsızlık ve çatışmanın özellikle aşırıcılık, terörizm ve silah, uyuşturucu, insan ticareti gibi yasadışı uluslararası aktiviteleri beslemesi durumunda doğrudan İttifak’ın güvenliğine yönelik bir tehdit oluşturacağı; iletişim, ulaşım, transit yollar, uluslararası ticaretin yapıldığı ana arterler, enerji güvenliği ve istikrarın tüm ülkeleri ilgilendirdiği göz önüne alınarak bu alanların zarar görmemesi için aktif uluslararası işbirliğinin gerekli olduğunun su kaynaklarının azalması, artan enerji ihtiyacı gibi çevresel tehditlerin İttifak’ı ilgilendiren bölgelerin güvenlik yapısını değiştirebileceğinin altı çizilmiştir. (Akçadağ, 2010) 

İstikrarlı ve güvenilir enerji tedariki, alternatif enerji ulaştırma hatlarının, 
tedarikçilerinin ve kaynaklarının çeşitlendirilmesi, enerji şebekelerinin 
birbirlerine bağlanmaları kritik önemini korumaktadır. Kritik çevresel ve kaynak 
sınırlamaları, sağlık riskleri, iklim değişiklikleri, su kıtlığı, artan enerji 
gereksinimleri NATO’nun ilgi sahasındaki güvenlik ortamını şekillendirecektir. 
Bu durum NATO planlama faaliyetlerini önemli ölçüde etkileyebilecek 
potansiyele sahip bulunmaktadır (Başlangıcından Bugüne NATO Stratejik 
Konsepti’nin Geçirdiği Evreler). 

İşbirliği aracılığıyla uluslararası güvenliği geliştirme başlıklı bölüm AB ile 
ortaklığın NATO için temel teşkil ettiği; ayrıca NATO-Rusya işbirliğinin ortak 
barış, istikrar ve güvenlik ortamı oluşturulmasına yaptığı katkı nedeniyle stratejik bir önem arz ettiği; bu nedenle özellikle füze savunması, terör karşıtı 
operasyonlar, uyuşturucu maddelerle ve korsanlara karşı mücadele ile uluslararası güvenliğin desteklenmesi gibi ortak güvenlik çıkarlarının olduğu konularda Rusya ile siyasi istişare ve işbirliğinin geliştirileceği; diyalog ve ortak hareket hususlarında Rusya-NATO Ortaklık Konseyi’nde yararlanılacağı da belgede yer almıştır (Akçadağ, 2010) 

NATO-Rusya Konseyi (NRK) tarafından tecrübelerin diğer ülkelerle 
paylaşılması hususunda oluşturulan ağ, uyuşturucu ticareti ile mücadele 
konusunda eğitim ve NATO-Rusya Konseyinin terörizm konusunda uygulamaya 
geçirdiği eylem planı (NATO’s relations with Russia”, 
http://www.nato.int/cps/en/SID-5EB4A1BD-146C5480/natolive/topics_50090. 
htm?; “NATO-Russia Council Action Plan on Terrorism”, 
http://www.nato.int/cps/en/natolive/official_texts_72737.htm?selectedLocale=e) 

işbirliğinin ele alındığının göstergeleri olmaktadır. NATO uluslararası örgütler ve 
aktörler ile savunma ve güvenlik konularında işbirliğini kapsamlı yaklaşım 
çerçevesinde geliştirmektedir (“Partnerships: A cooperative approach to 
security”, http://www.nato. int/cps/en/ natolive/ topics_ 8433 6. htm?). 

Avrupa-Atlantik bölgesinin içinde ve dışında, NATO diğer aktörlerle 
birlikte hareket ederek siyasi, sivil ve askeri kriz yönetim araçlarını etkili 
kullanmak suretiyle çözüm üretebilmelidir. İstikrar ve yeniden yapılandırma 
sorumluluğu en uygun olarak bu konularda gerekli birikim, yetki ve yeteneğe 
sahip aktörler tarafından üstlenilmelidir (Başlangıcından Bugüne NATO Stratejik 
Konsepti’nin Geçirdiği Evreler). 

6. SONUÇ 

Soğuk Savaşın sona ermesi ile artık daha güvenli bir dünyanın kendilerini 
beklediğini düşünenler çok çeşitli tehditleri içinde barındıran geniş bir güvenlik 
algılaması ile karşı karşıya kalmışlardır. Güvenlik kavramı, devletin askeri 
gücünden daha geniş bir eksende düşünülmesi ihtiyacı, yumuşak güvenlik 
kavramının bu alanda kendine yer bulmasını sağlamıştır (Aldis, ve G. HERD, 
2004;170). 

Özellikle iç istikrarsızlık etkenlerini ele aldığımızda, Rusya tarafından 
belirlenen sınırlar, gerçekten ülkeler arasında savaşı sürdürmek için bir 
istikrarsızlık etkeni olarak hesaba katılabilir.4 Taraflar arasında vuku bulacak bir 
çekişmenin, bölgesel veya ülkeler arası olarak kalmayacağı göz ardı 
edilmemelidir. Hepsi uluslararası bir problem haline gelme potansiyeline sahiptir. 

Barış zamanında bile bölgedeki herhangi bir ülkeden karşı tehdit algılayan bir 
devlet bölgedeki veya dışarıdaki ülkelerle anlaşma yapabilir. Bu, özellikle 
Amerikan hedeflerine 11 Eylül saldırısından sonra ortaya çıkmış bir küresel 
mücadele olduğu için Rusya ve Amerika gibi her iki karşıt güç içinde geçerli 
olmuştur. Amerikan hükümetinin bölgeyi gerçek küresel güç olmak için çok 
önemli bir yer olarak gördüğü gibi Rus hükümeti de bu eski Sovyet bölgesinde 
kontrolü kaybetmenin dünya politik ve ekonomik mücadelesinde ikinci sıraya 
düşmeyi kabul etmek olduğunun farkındadır. ABD, Rusya, Çin ve İran’ı kontrol 
etmek ve Afganistan’ın güvenliği sağlamak, kazanılan hâkim pozisyonu korumak ve doğal kaynakları kontrol etmek için bu devletlerin zayıflıklarını ve güvenlik sorunlarını istismar edebilir. Bu durum NATO’nun kısa vadede olmasa da uzun vadede AB’nin çıkarlarıyla ters düştüğü takdirde etkinliğini yitirmesine sebep olabilir. 

4 Eski Dışişleri Bakanı Hikmet Çetin’in de belirttiği gibi Pakistan Afganistan sınırdaki sorunlar çözülmediği sürece ne yapılırsa yapılsın El-kaide destekli Taliban terörü devam edecektir. 

İki kutuplu dünyanın ortadan kalkmasıyla NATO’nun değişimi kaçınılmaz 
olmuş ve yeni güvenlik risklerinin ortaya çıkmasıyla yeni görevler belirmiştir. 
Böylece NATO hem varlığını koruyabilecek hem de daha önce hiç olmadığı kadar 
politik ve dünya politikalarında küresel bir oyuncu olarak karşımıza çıkacaktır. 

Tabii ki burada NATO’nun faaliyet alanının giderek genişlemesindeki en 
önemli etkenlerden birisi de İttifakın, ABD’nin dış politika önceliklerinde büyük 
önem arz etmesidir. Bu nedenle, Amerikalı politika yapıcıları NATO’nun 
uluslararası sistemdeki ağırlığını ABD dış politikasına yaptığı katkılarla bağlantılı 
hale getirerek NATO’nun alan dışı operasyonları ve yeni görev tanımlamalarını 
reddetmesini engellemeye çalışmaktadır. Bu noktada önemli olan unsur Avrupalı müttefikler ile olan ilişkilerdir. ABD, NATO’nun faaliyet alanları ile ilgili 
Avrupalı devletlerin karşı çıkışlarının zararına olacağını bildiği için bu unsuru 
dikkatle göz önünde tutmaktadır (http://www.nato.int/docu/review/2005/ 
issue3/turkish/analysis.html, (e.t. 25/01/2009). Bu bağlamda NATO’nun gelecek dönemdeki politikalarında ABD’nin dış politika çıkarları ve ABD ile Avrupalı müttefikler arasındaki ilişkilerin seyrinin büyük önem taşıdığı ortadadır. 

NATO’nun önemli bir kanadı olan AB’nin, Orta Asya ile ilişkileri 
düzeyindeki gelişmeler açısından bakıldığında en önemli hususun, enerji meselesi olduğunun göz ardı edilmemesi gereken bir konudur. 21. yüzyılın enerji açısından kıyasıya rekabet şeklinde cereyan edeceği, bir bağımsız değişken olarak enerjinin birçok bağımlı değişken faktörü etkileyebileceği ve enerji üzerinde kontrol sağlamayı başaranın diğer alanlarda da gücü elinde barındırabileceği dikkate alındığında enerji üzerinden geliştirilen politikaların ciddiyeti diğer tüm alanlardaki politikaları gölgede bırakmaktadır. Ayrıca Afganistan’da yaşanacak bir başarısızlık sonucu Avrupa’nın ABD’nin stratejik çıkarlarının egemen olduğu NATO’dan bağımsız bir Avrupa ordusu fikrinin hayata geçirilmesini çabuklaştırabilir. Kurulması durumunda NATO ile beraber çalışacak olan Avrupa ordusu, her ne kadar Avrupalı politikacılar Avrupa devletlerinin NATO’dan ayrılması ihtimaline değinmeseler de, Avrupa ve Amerika’nın farklılaşan çıkarları ve dış politikalarını göz önüne aldığımızda NATO’nun kısa vadede olmasa bile uzun vadede yok olması ihtimalini bu kapsamda gündeme getirebilir (Erkmen, Gülru., “Nato’nun Geleceği”, http://tarihonline.blogspot.com/2007/09/natonun-gelecei.html (e.t. 11/03/2009). 

Fakat belirsizliğini korumakla beraber, Soğuk Savaşın sona ermesi, 
NATO’nun varlığını ortadan kaldırmamıştır. NATO’nun, üyelerinin güvenlik ve 
istikrarı için politik danışma ve askeri işbirliği sağlayan bir ittifak oluşu ve bu 
özelliklere sahip bir İttifakın yaşamını devam ettirmesinin, Avrupa’nın 
bütünleşmesi için en önemli faktörlerin birini oluşturması hep göz önünde 
bulundurulacaktır. NATO’nun varlığını devam ettirmesi için ikinci önemli sebep 
ise, NATO’nun BM ve AGİT gözetiminde kriz yönetimi, barışı korumaya yönelik 
bölgesel sorunlara bulacağı çözümler olacaktır. NATO’nun Afganistan’a verdiği 
desteğin devamı ve yürütmekte olduğu harekâtın başarısı NATO’nun geleceği 
açısından önem taşımaktadır. Üçüncü önemli sebep ise, bundan sonra küresel 
terörizmle mücadele kapsamında, dolayısıyla bahsi geçen sorunların terörizme 
olan katkısının bertaraf edilmesinde, NATO’nun üstleneceği öncü roldür. 11 Eylül sonrasında ABD’nin güvenlik politikasında meydana gelen değişiklikle 
“asimetrik savaş” kavramının kabulü bunun göstergesidir. Bu nedenle kolektif 
savunma da bütün dünya için İttifak’ın temel amacı olmaya devam edebilecektir 
(Bozkurt, Enver., “Nato’nun Geleceği”, http://www.usak.org.tr/dosyalar/dergi/ 
7tJmXLMLqy 0CBZ1PlNJzM Um X0 oMcYB.pdf (e.t. 19/08/2012). NATO’nun 
güvenlik konseptindeki değişimle Soğuk Savaş dönemindeki caydırıcılık stratejisi yerine “acil mukabele” ve “müdahale” unsurları NATO’nun güvenlik anlayışının temeline oturmuştur (“NATO’nun Tarihi İstanbul Zirvesi ve Sonuçları”, Stratejik Araştırmalar Enstitüsü, http://www.turksae.com/face/index.php?text_id=74   (23.02.2009). 


5. Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..,

***

ORTA ASYA GÜVENLİK SORUNLARI VE NATO’YA YANSIMALARI, BÖLÜM 3

ORTA ASYA GÜVENLİK SORUNLARI VE NATO’YA YANSIMALARI,  BÖLÜM 3


3. BÖLGESEL İŞBİRLİĞİ ÖRGÜTLERİ 

Bağımsızlığın ilk yıllarında Orta Asya’da işbirliğinin sağlanmasına yönelik 
oluşturulan ilk kurumsal yapı 8 Aralık 1991’de Rusya Federasyonu, Ukrayna ve 
Beyaz Rusya tarafından kurulmuş olan Bağımsız Devletler Topluluğu (BDT) 
(Karaev, 2005; 49), 1994 Nisanında yürürlüğe giren ve bölge ülkelerinden 
Kazakistan, Kırgızistan, Özbekistan ve Tacikistan’ın dahil olduğu Kolektif 
Güvenlik Antlaşması ve sonrasında, 2002’de aralarındaki askeri işbirliğini 
arttırmak için örgütlenmeye giden Kolektif Güvenlik Antlaşması üyeleri, Kolektif 

Güvenlik Antlaşması Örgütü kurulmuştur (Nikitin, 2007; 35)42. Karşılıklı güven, 
işbirliği, silahsızlanma ve güvenlik gibi prensipleri ön plana çıkaran (Al-Qahtani, 
2006; 129) bölgede istikrarı sağlamaya yönelik olarak kurulan bir başka örgütse, bilindiği gibi Şanghay İşbirliği Örgütü’dür. NATO’nun Doğu Avrupa’ya 
genişlemesini Rusya tehdit algılarken, Çin de insan hakları konusundaki 
baskısından ve ABD’nin Tayvan’la olan ticaretinden dolayı rahatsız olduğundan, 
aralarında gelişen ilişkiler Eylül 1994 te yapıcı ortaklığa ve Nisan 1996 da stratejik ortaklığa dönüşmüştür (Çolakoğlu, 2004; 173-197). 1996’da Çin, Rusya, Kazakistan, Kırgızistan ve Tacikistan tarafından imzalanan “Sınır Ülkeleri 
Arasında Askeri Güveni Arttırmaya Yönelik Antlaşma” ve 1997’de “Sınır 
Bölgelerinde Askeri Kuvvetleri Azaltma Antlaşması”na dayanan girişimlerle 
başlayan Şanghay İşbirliği Örgütü, 2001’de Özbekistan’ın katılımının ardından 
uluslararası bir örgüt niteliğini almıştır (Foreign Affairs Ministry of Peoples 
Republic of China, “Shanghai Cooperation Organization”, 

http://www.fmprc.gov.cn /eng/topics/sco/t57970.htm,   
(e.t. 04/04/2006). 2004’den itibaren Moğolistan, 2005’den itibaren İran, Hindistan, Pakistan ve 2007’de de Türkmenistan gözlemci üye olarak örgütün zirve toplantılarına kabul edilmiş (Norling ve Swanström, 2007; 429-444) oluşu ise örgütün bölgesel olarak etkin bir güç oluşunun işaretidir. 

2 Bu arada Özbekistan 2006’da Örgüte katılmıştır. 

Diğer bir örgüt ise Kazakistan, Kırgızistan ve Özbekistan tarafından ilk 
faaliyetleri Orta Asya Ekonomik Birliği adı altında sürdürülen örgüt olup, 1998’de Tacikistan’ın katılımıyla beraber Orta Asya Ekonomik İşbirliği’ne dönüşmüştür. 2002’de ise Orta Asya İşbirliği Örgütü adını alan Örgüt, 2004’te Rusya’nın da katılımıyla yine Rusya’nın baskın konumda olduğu bir örgüt haline dönüşmüştür. Nisan 2005’te söz konusu örgüt, Rusya’nın önderliğinde olan Bağımsız Devletler Topluluğu ve Güneydoğu Asya’daki on ülkeden oluşan ve ekonomik birlik olan ASEAN ile işbirliği ilişkilerini tesis etmiştir. 

Kolektif Güvenlik Antlaşması Örgütü, Avrasya Ekonomik Topluluğu, Orta 
Asya İşbirliği Örgütü gibi örgütlerin temel özelliği, Rusya’nın eski Sovyet nüfuz 
alanlarındaki istikrarsızlığı önlemek ve başka güçlerin bölgeye yönelik 
angajmanlarını sınırlamaya yönelik olmasıdır. Şanghay İşbirliği Örgütü’nün 
temel özelliğiyse, Rusya’yla beraber diğer bölge güçlerinin de bu örgütlenmelerde rol oynamasıdır. Bu grubun bir diğer özelliğiyse bölgedeki Amerikan angajmanına tepki niteliğinde olması ve bu angajmanı dengelemeye yönelik politikalar izlemesidir (Ekrem, “Şanghay İşbirliği Örgütü Üzerinde Çin-ABD Sorunları”, 
http://www. turksam.org/tr/a946.html ,(e.t. 21.06.2007). 

Fakat zaman içerisinde Rusya bu fikrin aksini gösteren oluşumlar içinde bulunmaya başlamıştır. 1991’den itibaren Kuzey Atlantik İş birliği Konseyi (KAİK) çerçevesi içinde sürdürülen iş birliğine dayanarak, Rusya 1994 yılında Barış İçin Ortaklık’a katılmış ve NATO ile BİO’nun ötesinde “Daha Geniş ve Güçlendirilmiş Diyalog ve İş birliği” geliştirmeyi kabul etmiştir. 1995 Bosna Barış Anlaşması’nın askerî boyutlarının uygulanmasında NATO ile Rusya arasındaki iş birliği, güvenlik alanında aralarında gelişmekte olan iş birliğine önemli bir yeni boyut kazandırmıştır. Rusya birliklerinin NATO başkanlığındaki Uygulama Gücü 
(IFOR) ve daha sonra onun yerini alan İstikrar Gücü’nde (SFOR) İttifak ve diğer 
Ortak ülkelerin birliklerinin yanında ilk defa olarak yer almıştır (NATO Basın ve 
Enformasyon Bürosu., 2001; s:77-79). Ayrıca NATO Müttefikler ve Ortakların 
bakanları 30 Mayıs 1997’de Portekiz’de Avrupa-Avrupa-Atlantik Ortaklık 
Konseyini (AAOK) kurmuşlardır ve Rusya bu oluşumun içinde yer almıştır 
(Fritch, Paul.,“NATO-Rusya Ortaklığı: Göründüğünden Daha Fazlası”, 

http:// www.nato.int/docu/review/2007/issue2/turkish/analysis1.html, (e.t. 07.08.2007). 

Rusya görüş ayrılıklarına rağmen, NATO için Afganistan'a Rusya üzerinden silah 
hariç kargo transferi anlaşmasını yürürlüğe koyduğunu açıklamıştır. Böylece 
NATO'nun Rusya'yla birçok alanda işbirliği yapabildiğini göstermiştir (Diril, 
Yasemin., “NATO Zirvesi Amacına Ne Kadar Ulaştı?”, http://www. 
bilgesam.org/tr/index.php?Option=com_content&view=article&id=120:nato-
zirvesi-amacna-ne-kadar-ulat&catid=122:analizler-guvenlik&Itemid=147, (e.t. 
04.04.2008). 2002’de Rusya ile ilişkiler yeniden yapılandırılmış ve yeni NATO-
Rusya Konseyi (NRK) kurulmuştur. Her ne kadar 2003’ten sonra Moskova’nın 
dış politikası daha bağımsız ve iddialı olmaya başlamış ve NATO ile ilişkiler 
tatsızlaşmaya başlamışsa da, Rusya-NATO ilişkileri yine de yaşayabilmiş ve 
gelişmiştir. Moskova, NATO ile Barış İçin Ortaklık Kuvvetlerin Statüsü 
Anlaşması (SOFA) imzalamış, Almanya ve Fransa’ya toprakları üzerinden 
geçerek, Afganistan’a uzanan bir koridoru kullanma izni vermiştir. 2008 Bükreş 
zirvesinde bütün yukarıdaki sayılan ilişkilere rağmen, Rusya hiçbir zaman 
NATO’nun genişlemesinden ve sınırlarını doğuya doğru kaydırmasından 
memnun olmamış ve bu memnuniyetsizliğini açık açık dile getirmekten de 
çekinmemiştir. Putin genişleme sonucunda NATO’nun eski SSCB sınırlarına 
dayandığını, daha fazla genişlemenin artık Rusya’nın problemi haline geldiğini 
ifade etmiştir. Putin konuşmasında askeri-politik bir örgüt olan NATO’nun 
genişlemesi karşısında Rusya’nın kendi güvenliğini korumak için bazı tedbirler 
almak zorunda kalacağını da açıklamıştır. Putin, tek kutuplu dünya düzeni 
oluşturulmasına da karşı çıktıklarını ifade etmiştir (Özbay, 2008). Fakat Putin 
küresel stratejik ilişkilerin korunabilmesi için ABD ile yakın işbirliğine önem 
vermiş ve 11 Eylülden sonra ilişkiler çatışmadan ziyade işbirliğine kaymış ve 
güvenlik konularını ele almıştır (Duncan, 2003; 4). 

Şanghay İşbirliği Örgütü’nün küresel alanda belirleyici unsur olarak yerini 
alabilmesi için, sınır güvenlik anlaşmalarının ötesinde ekonomik, politik ve 
kültürel işbirliğini istenilen düzeylere taşıyarak İran, Hindistan ve Pakistan gibi 
Asya-içi denge unsurlarını da içine katarak, NATO’nun genişleme planlarına 
karşı bir Asya cephesi oluşturması gerekecektir (Celalifer, 2008). 

Örgütte, BM Güvenlik Konseyinin beş daimi üyesinden ikisi, yani Çin ve 
Rusya yer almaktadır. Dünyada stratejik nükleer silaha sahip olan ülkelerin (ABD, İngiltere, Fransa, Rusya, Çin, Hindistan, Pakistan, Kuzey Kore, İran) yarısı bu örgütte yer almaktadır; Örgüt dünyanın en büyük ordusuna sahiptir; Zengin yeraltı ve yer üstü kaynaklara, belli düzeyde teknolojiye ve nitelikli insan kaynağına sahip olmakla birlikte ekonomik özellikle enerji alanında birbirini tamamlayıcı ilişkilere sahiptir. Aynı zamanda dünyanın en büyük pazara sahip olduğu gibi, en büyük enerji üretim ülkesi ile dünyanın en çok enerji tüketim ülkeleri bulunmaktadır (Clawson, 2003; 127-146; EC (European Communities), 
Mantzos,L.,et.al., 2003; 24; Klare, 2005; 150-158; Umbach, Frank,“ Europe’s 
Energy NonPolicy”, Globale Energiesicherheit Analyses,Transatlantic 
Internationale Politik, No:4, Berlin, 2004, pp.52-60.S.54, 
http://en.internationalepolitik.de/archiv/2004/winter2004/europe---s-energy-non-policy.html ,(e.t.03.05.2007). 

4. ENERJİ SORUNSALI 

Orta Asya-Kafkasya enerji hattının işlerliğe kavuşturulup, Rus ve Çin 
etkisinin sınırlandırılmasını hedefleyen ABD, Özbekistan, Kırgızistan ve 
Kazakistan’la yaptığı askeri işbirliği anlaşmaları yapmıştır. Bu girişimlerin 
arzulanan düzeyde başarıya ulaşmadığı, Çin’in öncülüğünde hayata geçen ŞİÖ’ 
nün Orta Asya nezdinde yarattığı anlam kadar, Çin’in artan enerji talebi, Rusya 
ile olan ilişkilerini daha üst boyuta taşımakla kalmayıp, bir yandan geçmişten süre gelen, diğer yandan yeni ortaya çıkan sorunların çözülmesini de teşvik etmektedir (Ikegami, Masako, “NATO ve Japonya: Asya’da İstikrarın Güçlendirilmesi”, 
http://www.nato.int/docu/review/2007/issue2/turkish/art4.html, (e.t. 07.02.2007). 

Fakat Orta Asya ve Kafkasya’daki enerji ticaretinin gelişmesinde çeşitli 
engeller bulunmaktadır. Afganistan ve Pakistan’daki çatışma ortamı, bu bölgede 
yer alan ülkelerin birbirleriyle olan sorunları, yeni boru hatlarının inşasındaki 
rekabet (bu ülkelerin her biri aynı enerji pazarlarını hedefleyen rakiptirler aynı 
zamanda), bölgesel enerji kurumlarının eksikliği, enerji sektörüne yönelik 
politikaların birbiriyle uyumsuz olması, işbirliği alanını daraltan en önemli 
hususlardır. Orta Asya ve Kafkasya enerji ticaretinde Rusya’nın özel bir yeri 
olduğu açıktır. Rusya’nın Asya hedeflerinden en önemlisi kuzeydoğu Asya’da, 
Çin’de, Kore’de ve Japonya’da petrol ve doğal gaz pazarını artırarak temel 
tedarikçi olmaktır. 

Buradan hareketle Rusya, Orta Asya ve Kafkasya enerji kaynaklarını mümkün olduğu ölçüde kendi kontrolünde tutmak zorunluluğunda dır (Bilgin, Mert., “ Yeni Asya’nın Enerji Paradigmasında Orta Asya ve Kafkaslar: Rusya, AB, ABD, Çin, İran ve Türkiye arasındaki açmazlar ve stratejik açılımlar”, http://stratejikongoru.org/pdf/yeniasyaninenerjipa 
radigmasi.pdf., (e.t. 10/08/2010). ABD’nin önümüzdeki dönemde Orta Asya 
enerji kaynaklarının Afganistan üzerinden Güney Asya’ya; Güney Asya üzerinden de Hint Okyanusu’na çıkarılmasını öngören projeleri destekleyeceğini ima etmiştir. Türkmenistan doğalgazını Afganistan ve Pakistan üzerinden Hint 

Okyanusu’na taşıyacak olan Trans-Afgan Boru Hattı için 2006’da yapımına 
başlamış ve boru hattının yönünün değiştirilerek, Pakistan üzerinden Hindistan’a 
kadar uzatılması kararlaştırılmıştır. Boru hattının Hindistan’a kadar uzaması 
Hindistan’ı, Güney Asya ve Orta Asya enerji bütünleşmesi sürecine dahil 
etmektedir. ABD, bölgenin diğer bir önemli boru hattı projesi olan İran-Pakistan-
Hindistan Hattı’na karşı çıkarken Trans-Afgan Hattı’nı desteklemektedir. 
Böylelikle Afganistan’ın enerji ihtiyacını karşılayarak, Afganistan’a Orta ve 
Güney Asya arasında koridor misyonu yüklemektir. Diğer yandan Kazakistan’ın 
Çin’le, Pakistan’ın ve Hindistan’ın İran’la, Hindistan’ın Rusya ile Japonya’nın da 
İran’la geliştirdiği önemli enerji projeleri bulunmaktadır. Bu projelerin 
gerçeklenmesi durumunda ise Orta Asya enerji projesinin gerçeklenmesi zor 
görünmektedir (Veliev, Cavid.,“Büyük Orta Asya Projesi”, 
http://www.tusam.net/makaleler.asp?id=522&sayfa=0, (e.t. 19/ 08 /2010). 

NATO’nun önemli bir kanadı olan AB’nin, Haziran 2007 tarihinde Orta 
Asya Strateji Belgesi’nde kabul ettiği gibi bölgeye yönelik giderek artan 
ilgisinden birisi söz konusu bölgenin ekonomik potansiyelidir (Şensoy, Süleyman, “Avrupa Birliği-Türkiye Orta Asyanin Çok Boyutlu Güvenliği” , 29.04.2008, 
http://www.tasam.org/tr-TR/Icerik/27/avrupa_birligi_turkiye_orta_asyanin_cok_ 
boyutlu_guvenligi (e.t. 19/08/2009). AB’nin, Orta Asya politikasındaki 
hareketlenmesinin en önemli nedenlerinden biri enerji arz güvenliği açısından 
bölgenin ciddi bir alternatif olarak ortaya çıkmasıdır. AB’nin bu politikaya 
yönelik hedeflerinin yer aldığı listenin başında Orta Asya cumhuriyetlerinden 
Avrupa pazarlarına sürdürülebilir ve güvenli bir enerji akışının sağlanması yer 
almaktadır. Bu çerçevede AB, enerji kaynaklarının işletilmesi için gerekli 
yatırımın sağlanmasını ve gelişmiş piyasalara enerji arzını kolaylaştıracak 
girişimlerde bulunmayı ve hükümetler bazında bu girişimleri desteklemeyi 
öncelikli hedefleri arasına koymuştur. AB özellikle enerji arzını coğrafi olarak 
çeşitlendirmek zorunda olduğu gerçeği ile yüz yüze kaldığından, Orta Asya 
ülkeleri ile daha yakın ilişkiler geliştirmeye başlamıştır. AB, dünyanın tek başına 
en büyük gaz tüketicilerinin başında gelmekte ve aynı zamanda giderek artan 
petrol ithalatı açısından da büyük bir enerji pazarı olmaktadır. ABD ise yavaş 
artan bir eğriyle gaz pazarında ve büyüyen petrol ithalatı nedeniyle bu sektörde 
büyük bir enerji pazarıdır. Tabii küresel rekabet içindeki Çin ve Hindistan bu 
enerji pazarlarıyla enerji kaynaklarına dönük bir yarışma içinde bulunmaktadırlar. 

Japonya ve Güney Kore ise rekabetin farklı bir boyutunda yer almaktadırlar 
(Demir, M. Faruk., “ Sıcak Kuşak Üzerinde Çözüm Arayışları: Nato Afganistan 
Enerji Güvenliği”, http: //www.mfarukdemir.com/yayin/enerji_guvenligi_icin_ 
isbirligi.pdf, (e.t. 21/09/ 2010). 

Petrol dışında bölgedeki diğer önemli bir kaynak ise uranyumdur. Gerek 
Rusya’nın gerekse Çin’in bu kaynağa olan ihtiyacı bölgede kontrolü sağlama 
isteğini çoğaltacaktır. Şimdilerde bilinen rezerv açısından 860.000 ton uranyuma sahip Kazakistan ve 150.000 ton rezerve sahip Özbekistan'ın yakın gelecekte yeni sahaların bulunması ve daha düşük kaliteli madenlerin ticari açıdan kullanılabilir hale gelmesi nedeniyle ciddi anlamda stratejik önem kazanacakları tahmin edilmektedir (Külebi, Ali.,“Orta Asya'nın Öteki Stratejik Zenginliği: Uranyum”, 
http://www.nukte.org/node/183, (e.t. 12/09/208).11 Eylül saldırıları sonrası 
ABD’nin serseri devletler (Roque States) olarak nitelendirdiği ülkelerin kitle imha silahlarına sahip olmasının bütün dünya ülkeleri için tehdit oluşturması (Sümer, 2008; 133) gerçeği ve bu silahlar için gerekli kaynakların bu bölgede olması ise ayrı ve başlı başına önemli bir sorun olarak belirmektedir. ABD’nin dünyada tek egemen devlet olabilmesi için potansiyel düşmanlarını ortadan kaldıracak ya da saf dışı bırakacak bir yapı oluşturmasının gerekliliği (Kissinger, 2000; 641) ve bu amaç uğruna NATO gibi askeri bir gücün Afganistan’da kullanılması beraberinde güvenlik konularını sıcak tutacaktır. 

4. CÜ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..,

***