22 Ağustos 2019 Perşembe

AMERİKA'NIN GÖREMEDİĞİ PKK - BÖLÜM 8

AMERİKA'NIN GÖREMEDİĞİ PKK - BÖLÜM 8



3. Kürtçe Anadil: Taktik mi, Zorunluluk mu? 

"Kürtçe anadil" konusunun bir kısım Kürt kardeşimiz için oldukça hassas bir konu olduğu aşikardır. Güneydoğu'da pek çok ana-baba sadece Kürtçe bilmekte, dolayısıyla pek çok Kürt kardeşimiz ilk öğrendikleri dillerinin yok olup gitmesinden endişe duymaktadırlar. Kürtçe diye bir dilin unutturulmaya çalışıldığı, Kürtçe konuşan veya yazanların dışlandığı, hatta hapislerde yattığı geçmiş Türkiye'ye bakıldığında bu çekincelerinde haklı oldukları görülmektedir. İlerleyen satırlarda daha detaylı inceleyeceğimiz gibi, Ergenekon terör örgütü pek çok konuda olduğu gibi Kürtçe konusunda da Kürt kardeşlerimize büyük eziyetler çektirmiştir. 
Şunu öncelikle belirtelim: Kürt dilinin unutturulması ve tümüyle dışlanması gibi bir konu bu ülkede asla bir daha olmayacaktır, buna kesin olarak izin vermeyeceğiz. Hatta Kürtçe, ülkemizin önemli bir değeri olarak çok daha fazla bilinmeli, bunun için çeşitli kurslar ve dernekler açılmalı, çok daha geniş bir alana yaygınlaşmalıdır. Kürtçe eserler çoğalmalı, Kürtçe türküler daha fazla dinlenir hale gelmelidir. 
Bu konuda hükümetimizin son on yılda başlattığı girişimler oldukça güzel olmuştur. TRT Kurdi'nin açılması, çeşitli Kürtçe açılımları ve asıl olarak Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından Kürtçe Kuran meali hazırlanması oldukça önemli gelişmelerdir. Kürtçe Kuran mealinin bunca yıldır basılmamış olması, zaten Kürtçe üzerinde uygulanan baskının vahametini göstermektir. Diyanet İşleri'nin ülkemizdeki başka dil ve lehçeler için de Kuran meali basma hazırlıkları olduğu bilinmektedir. Bu çok güzel bir haberdir; ülkemizde Arnavutça, Ermenice, Yunanca gibi çeşitli dillerde bu çalışmanın yapılması oldukça faydalı olacaktır. 
Anadil konusuna gelince: Bu noktada Kürt kardeşlerimiz oldukça dikkatli olmalıdırlar. Çünkü anadil konusu, PKK tarafından, özellikle aynı vatan içinde Türkler ve Kürtler diye bir ayrımı yapmak için özel olarak kurgulanmış bir taktiktir. Komünist eylemleri için daima Kürt milliyetçiliği kılıfını kullanmış olan PKK, uyguladığı terör eylemlerini yine aynı kılıfa uygun hale getirebilmek, müzakereler sırasında sanki hedefleri Kürtleri kurtarmakmış gibi görünebilmek adına anadil konusunu gündeme getirmişlerdir. Burada tekrar belirtmekte fayda vardır: PKK'nın yeniden başlattığı kanlı eylemlerle amacının aslında Kürt kardeşlerimizi kurtarmak olmadığı gün yüzüne çıkmış durumdadır.
Şemdin Sakık, 2012 yılında Öcalan'ın cezaevi şartlarının iyileştirilmesi için PKK'lı ve PJAK'lı 483 hükümlünün Türkiye genelinde 58 cezaevinde "PKK zoruyla" başlattıkları açlık grevinin istekler listesine "Kürtçe'nin anadil olarak kamuda kullanılması" şartının sonradan eklenmesi konusunu şu şekilde açıklamaktadır:
Örneğin başlangıçta 'Anadilde Eğitim' isteği eylemin hedefleri arasında yoktu, belli ki planlamayı yapanlar bu sloganı istekler listesine eklemeyi unutmuşlardı. 
Peki neden? 
Unutmak, beynin gereksiz şeyleri temizleme faaliyetidir. Unuttular zira PKK'nın ... 'Anadilde Eğitim' gibi bir sorunları hiç olmadı. Aksine hükümetin Kürt dili ve kültürüne yönelik olarak attığı her adım, TRT-6'nın yayına başlamasında ve Kürtçe'nin seçmeli ders olarak müfredata dahil edilmesinde görüldüğü gibi onların tepkisini çekti ve var güçleriyle bu adımları boşa çıkarmaya çalıştılar. TRT-6'da çalıştığı için Kürt kızı Rojin'i bile ölümle tehdit ettiler. Bunlar özünde Kürt kültüründen o kadar uzaktırlar ki, Kürtçe'yi günlük hayatlarında bile kullanmıyorlar. Dolayısıyla 'Anadilde Eğitim' maddesini istekler listesine eklemeyi unutmaları tamamen böylesi amaçlarının olmayışından kaynaklandı. Bu isteği sonradan eklemeleri ise bu sözde eyleme Kürt kitlesinin desteğini kazandırmak ve eylemin gerçek amacını gizlemek içindi. 121
Gerçekten de, PKK'da özellikle basılı yayın ve yazışmaların Türkçe ile yapıldığı, zorunlu olmadıkça toplantılarda Türkçe konuşulduğu iyi bilinmektedir. 122 Pek çok kişinin Kürtçe hakimiyeti bulunmamakta, hemen hiçbir köyün, hiçbir beldenin konuştuğu Kürtçe birbiriyle benzeşmemekte, bu nedenle iletişim yolu olarak Kürtçe tercih edilmemektedir. Bu nedenle kendi aralarında da en iyi anlaşma dili Türkçedir. Kendi ideolojilerini okuyup iyi anlamak için de hep Türkçe eserlerden faydalanmışlardır. Çünkü Kürtçe yayınlar her ne kadar var olsa da aslında oldukça yetersizdir. 
Dolayısıyla PKK'nın gerçekte Kürtçe anadil gibi bir derdi yoktur. Örgüt, anadil kavramını daima "Kürtlerin hakkını savunuyoruz" görünümünü vermek için kullanmakta ve Kürt halkının olurunu almaya odaklanmaktadır. Keza Kürtçe, özellikle genç Kürt nesil arasında da çok fazla tercih edilen bir dil değildir. Dünyaya açılmak, tarihi bilgiler edinmek, edebiyat, bilim, teknoloji, tarih, genel kültür ve siyaset gibi hiçbir konuda Kürtçe eserlere ulaşmak mümkün olamamaktadır. Hemen her ülkede çeşitli dillerde yayınlanan ünlü bir eseri Türkçe olarak bulabilmek mümkünken, Kürtçe olarak bulabilmek mümkün değildir. 21. Yüzyıl Enstitüsü'nün Diyarbakır'da gerçekleştirdiği bir analiz şu şekildedir: 
Diyarbakır'da Türk olduğu için Kürtçe bilmeyen önemli bir nüfus olduğu gibi, Kürt veya Zaza olmakla beraber Kürtçe'yi ve Zazaca'yı az bilen veya günlük yaşamında sadece Türkçe konuşan çok önemli bir nüfus yaşamaktadır. Belediyelerin bütün Kürtçeleştirme çalışmalarına rağmen, işçi arayan esnafın ilanlarını Türkçe vermekte ısrar etmesi, Kürtçeleştirme çabalarının doğal bir süreç değil, siyasal bir süreç olduğunu göstermektedir.123
Bu elbette siyasal bir süreçtir. Osmanlı'dan beri bu topraklar üzerinde yaşayan hiçbir halkın dil ile ayrılma gibi bir derdi olmamıştır. Osmanlı Devleti çok çeşitli ve birbirinden tümüyle farklı etnik gruplardan oluşmasına rağmen Osmanlı'nın dili daima Türkçe olmuştur. Vali ve milletvekillerinin Türkçe bilmesi zorunludur. Devlet memurları yetiştiren Enderun'un dili Türkçe olduğu gibi, mahkeme sicilleri de Türkçe olarak tutulmuştur. Bu durum Arabistan, Mısır, Bingazi, Trablus, Rumeli, Balkanlar, kısacası Osmanlı'nın hakimiyeti altındaki her yerde bu şekilde olmuştur. Bunun nedeni, Osmanlı toprakları üzerinde yaşayan her ferdin din ve ırkına bakılmaksızın bir milletin temsilcisi olarak Türk sayılmasıdır. Buradaki "Türklük" ve Türkçe'nin anadil olarak kullanımı ırka yönelik bir tutum değil, bir bütünlük içindeki milleti tasvir eden bir tanımlamadır. 
Günümüz demokratik ülkelerine bakıldığında da uygulamaların bundan farklı olmadığı görülecektir. Uluslararası sözleşmelerde, özellikle insan hakları konusunda bugün Avrupa'da yürürlükte olan ve dünyaca en kabul edilir ve yaptırım gücü yüksek kararlar Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi?(AİHM) içtihatlarıdır. Dolayısıyla insan hakları yönünden olduğu kadar, yine insan hakları konusunun bir parçası olan dil, kültür ve kimlik konularında başvuru kaynağının AİHM olması en doğru olandır. AİHM içtihatları ise, üniter devletlerin içinde farklı bir dil arayışını reddeden çok sayıda kararı içermektedir. Birkaç örnek şöyledir: 
AİHM'e Türkiye'den bir müracaat yapılmış; isim değiştirmek ve Türkiye alfabesinde bulunmayan q, w ve x harflerini kullanmak isteyen bir vatandaş, iç hukuk yollarını tüketince AİHM'e başvurmuştur. Mahkeme, talebi reddetmiştir. 
İsviçre Federal Mahkemesi, anayasanın dillerle ilgili hükmünü dikkate alarak milli diller Almanca, Fransızca, İtalyanca, Reto Romanca ve resmi diller; Almanca, Fransızca ve İtalyanca dışında vatandaşların anadili hangisi olursa olsun, bu dillerin dışında başka bir dille okul açmasını, eğitim ve öğretim talebinde bulunmasını reddetmiştir.124
PKK, Güneydoğu'nun kendince doğal aşamalarla Türkiye'den kopmasını sağlamaya çalışmaktadır. Dili ayırmak, bu komünist örgüt için bu kopuşu en fazla hızlandıracak unsur olacaktır. Çünkü bunu yapınca, Güneydoğu'dan Ankara veya İstanbul'a gelmiş olan bir Kürt vatandaşımız tümüyle yabancılık çekecek, Ordu'dan Güneydoğu'ya atanan bir doktor hastasıyla iletişim kuramayacak, Antalya'dan atanan bir öğretmen öğrencilerine hiçbir şey anlatamaz hale gelecektir. Bir ülkenin, birbiriyle iletişim kuramayan, farklı dil konuşan, birbirinden kopuk toplumları ortaya çıkacaktır. "Doğal bölünme" zeminini oluşturabilmek için PKK bu anadil maskesini kullanmaktadır. Güneydoğu'yu tümüyle izole bir hale getirip orada komünist bir yönetim kurmak, halkın üzerinde istedikleri gibi baskı oluşturabilmek için kendilerince en kısa yol olarak bunu bulmuşlardır. 
Eski Bakanlarımızdan Sadi Somuncuoğlu bu olayı şöyle özetlemektedir: 
Buradaki dil tartışmalarının birinci amacı, varlığımızı hedef alan kanlı terörü 'dil ve kültürel haklar' perdesi altında legalleştirmek ve meşrulaştırmaktır; ikinci amacı ise; 'iki dilli – iki kimlikli' devlet yapısına geçişi sağlamaktır. Böylece ülkemizin bölünmesinin yolu da açılmış olmaktadır.125
Kürt kardeşlerimiz, yüzlerce sene aynı topraklar üzerinde birlikte yaşamış olan Türk milletini ayırmak için kurgulanmış bu oyuna gelmemelidirler. Kürtçe elbette okullarda ders haline gelmeli, mutlaka öğrenilmesi teşvik edilmeli, daima canlı tutulmalı ve edebi, siyasi, sanatsal eserlerle zenginleştirilmelidir. Türk halkının önemli bir değeri ve parçası olarak varlığını korumalı ve yaygınlaştırılmalıdır. Fakat Türkçe'yi unutturup sadece Kürtçe öğreterek Kürt annelerimizin, babalarımızın, dedelerimizin, ninelerimizin, kardeşlerimizin Türkiye'nin geri kalanında adeta bir yabancı gibi kalmalarının hedeflenmesi ve dil meselesinin kalleş terör örgütü tarafından bölünme unsuru olarak kullanılması çok köklü bir sorunun zeminini oluşturmak içindir. 

4. Dindarlığın Güçlendirilmesi 

Kürt, Zaza ve Arap kökenli kardeşlerimizin çoğunlukta yaşadığı Güneydoğu bölgemizin en önemli özelliklerinden biri dindar olmasıdır. O topraklar İslam'ın sıcaklığı, güzelliği, güzel ahlakı ile yoğrulmuştur; Allah'a derin sevgi ve muhabbet ile güçlenmiş ve ayakta kalmıştır. Kürt kardeşlerimiz dinden ayrı düşünemez, dinden ayrı yaşayamazlar. Bu nedenledir ki tüm baskılarına rağmen kalleş PKK'nın tehditlerine sonuna kadar göğüs germiş, geçmişte derin devletin baskılarına rağmen iman gücüyle vatanın bütünlüğünü korumaya kararlı davranmışlardır. PKK'nın bunca yıldır Güneydoğu bölgemizde bir egemenlik elde edememesinin en büyük sebebi, bölgeye hakim olan dindarlık olmuştur. 
Geçmişte aşiretlerin hakim oldukları bölgelerde feodal sistemi yıkabilmek için farklı ve oldukça hatalı bir yaklaşımda bulunulmuş ve bu bölgelerin dinden uzaklaştıkları takdirde feodal düzenden kurtulabilecekleri gibi yanlış bir anlayış gelişmiştir. İşte bu nedenledir ki bölge gençlerine genellikle dinden uzak, çoğunlukla sol eğilimli bir eğitim şekli sunulmuştur. Sol söylemlerin yaygın olduğu bir nevi özenti kültürü geliştirilmek istenmiştir. Son yıllarda Kürt gençleri arasında dindarlık oranının azalması bu metodun getirdiği vahim sonuçlardandır. Yeni nesil bir kısım Kürt gençler bu zihniyet esasına göre yetişmiş, aldıkları bu yanlış eğitim neticesinde "dinsizlik – Kürt ırkçılığı – PKK" ekseninin ortasında kalmışlardır. Bu gençlik, geçmişte yaşananlar nedeniyle öfkelidir; çözümün PKK'da olmadığını bilmekte ama yine de Kürt toplumlarını yıllarca Devletimize kenetlemiş olan ortak din duygusu kendi açılarından sekteye uğradığı için isteksizce de olsa PKK'ya yönelmektedirler.
Birazdan eğitim konusu çok daha detaylı anlatılacaktır. Fakat özellikle bu durumdaki gençlere yönelik geliştirilmiş eğitim politikasına burada odaklanmak gerekmektedir. Güçlü aile bağlarını simgeleyen aşiretlerin varlığı güzeldir ve bu aşiretler Güneydoğumuz için birer süstürler. Fakat aşiretler içinde pek çok genci dağa çıkmaya mecbur etmiş olan feodal sistemin verdiği zararları ortadan kaldırmak, gençleri dinden uzaklaştırarak değil gerçek İslam eğitimi vererek mümkün olur. Kadını ikinci sınıf vatandaş olarak görmek gibi din içine dahil edilmiş hurafeleri gidermek sosyalist yaklaşımlarla mümkün olmaz. Sosyalizm kısa zaman içinde PKK zihniyetindeki komünizm ve terör anlayışını getirecek ve toplumlar eşitlik beklerken anarşi, adaletsizlik, yoksulluk, korku ve sevgisizlik belasının içine düşeceklerdir. Güneydoğu'da gözlerimizin önünde böyle bir yapının gelişmesine izin vermemiz imkansızdır. 
Toplumda yer etmiş hurafelerden kurtulmak ancak Kuran'da tarif edilen gerçek İslam'ın tam anlamıyla anlaşılabilmesi ile mümkün olur. Bunu başarabilmek için de Güneydoğu'da kadının üstünlüğü, demokrasi, adalet ve barış kavramlarını Kuran ayetleriyle açıklayan bir eğitim sistemi geliştirilmelidir. Gerçek İslam'ın sanat, müzik, bilim gibi değerleri teşvik ettiğini, en mükemmel demokrasi şeklini tarif ettiğini, ırkçılığı lanetlediğini, kadını hiçbir toplumda yaşanmadığı şekilde üstün tuttuğunu göstermek gerekmektedir. Bu eğitimi alan gençler, kendi aşiret – aile bağlarını ve imanlarını güçlü tutmaya devam ederek saygı temelli ve Kuran'a dayalı bir düzeni inşa edebilirler. Yeni nesil Kürt gençlerimiz için bunu yerleşik kılmak çok kolay olacaktır. Yeter ki Devletimiz eğitim şeklini bu şekilde düzenlesin. 
Böyle bir eğitim, bir kısım Güneydoğu gençlerini PKK'ya iten eşitsizliği ortadan kaldırırken, bir yandan da PKK'ya vurulmuş ağır bir darbe olacaktır. Çünkü dindar gençler, PKK'ya tevessül etmedikleri gibi aldıkları eğitimle PKK'nın çarpık ideolojisine karşı koyabilecek şekilde donanımlı hale geleceklerdir. Böyle bir ideolojik donanım, birazdan detaylarını görebileceğimiz gibi, PKK'yı halkımıza daha fazla acı çektiremeyeceği şekilde, tümüyle etkisiz hale getirmek için yeterlidir. 

5. Irak Kürt Bölgesi ve İran ile İttifak 

Daha önce detaylı belirttiğimiz gibi, Batı'nın Büyük Kürdistan hayalinde dört ülkenin adı geçmektedir. Bunlardan Suriye, yıllardır içinde bulunduğu iç savaş ve kargaşa ortamının bir neticesi olarak ittifak veya çeşitli işbirliği önerileri açısından devre dışı kalmıştır. Fakat İran ve Irak özerk Kürt yönetimi ittifakımızın güçlü olduğu iki sınır komşumuzdur. Her iki ülkenin toprakları üzerinde PKK'nın komünist Kürdistan kurma hayali vardır ve her iki ülke liderleri de PKK'nın varlığından rahatsızdır. Bu son derece önemli ayrıntılar, üç ülkeyi PKK'ya karşı ittifak konusunda eşsiz birer aday haline getirmektedir. Şu durumda Türkiye'nin yapması gereken, PKK'ya karşı İran ve Irak'ı yanına alan büyük, etkili ve güçlü bir birliktelik kurmaktır. 
İran'ın PKK'ya yönelik caydırıcı tutumundan daha önce bahsetmiştik. Elbette İran tarafından gerçekleştirilen demokrasiye aykırı uygulamaları tasvip etmemiz mümkün değildir; fakat İran ile özellikle sınırda PKK'yı caydırmaya yönelik çok güçlü bir ittifak mümkündür ve mutlaka gerçekleştirilmelidir. Tarihe baktığımızda, İran ve Türkiye'nin ciddi dostluk kurduğu zamanların PKK açısından oldukça zorlu dönemler olduğu, iki ülke arasında soğukluk yaşandığı dönemlerde ise PKK'nın hemen durumu yeni saldırılar için fırsat olarak değerlendirdiği bilinmektedir. Demek ki PKK'yı, ciddi şekilde caydırıcı güç olarak gördüğü İran'ın Türkiye gibi güçlü bir devlet ile ittifakı korkutmaktadır. 
Bu fırsat iyi değerlendirmelidir. Türkiye ordusu ve imkanlarıyla birlikte İran ile PKK'ya karşı işbirliğini hissettirmeli, hatta bunu yeni stratejik anlaşmalarla resmi hale getirmeli, istihbarat bilgileri paylaşılmalı ve PKK, herhangi bir şımarıklığın nasıl sonuçlanabileceğini tahmin edebilmelidir. Böyle bir ittifak, tek başına, PKK'nın tüm eylemlerini sona erdirecek güçtedir. 
Irak Kürt Özerk yönetimi açısından ise, Cumhurbaşkanı Mesud Barzani ve Başbakan Neçirvan Barzani dindar kişilikleriyle bilinen güvenilir insanlardır. Türkiye ile bağlarının güçlü olması son derece güzeldir ve bu birlikteliğin mutlaka daha güçlü dostluk ve ittifaklarla pekişmesi gerekmektedir. Şu anda Irak Kürt bölgesinde ciddi şekilde PKK hakimiyeti olduğu, hatta Peşmerge'nin bir kısmının PKK destekçilerinden oluştuğu bilinmektedir. Zaman zaman Kandil'de mağaralarda saklanan PKK yöneticilerinden Barzani'ye yönelik tehditler gelmekte ve Barzani açıkça baskı altında tutulmak istenmektedir. Hatta bilindiği gibi 2015 yılı başlarında PKK, bölgedeki karışıklıklardan faydalanarak, Irak Kürt bölgesinde Ezidilerin yaşadıkları bölgeyi kendince kanton ilan etmiş ve Barzani bu duruma oldukça ciddi tepki göstermiştir. Türkiye tarafından Kandil'e yönelik hava operasyonları sırasında da PKK'ya ciddi tavır alan ve bu terör örgütüne "Kürdistan'ı terk edin" şeklinde ültimatom veren yine Barzani'dir. Barzani, PKK ile ilgili şikayetlerini zaman zaman dile getirmekte ve Türkiye'den açık veya kapalı bir üslupla destek beklemektedir. 
Barzani, kendisine suçlamalarda bulunan PKK yöneticilerinden Duran Kalkan ile ilgili IKBY (Irak Kürt Bölgesel Yönetimi) Parlamentosu ve hükümetine şu çağrıları yapmıştır: 
Vatana ihanet içindeki bu oluşuma karşı uygun tedbirleri alın. Bu tür oluşumlar tehlikelidir. ... Bu sesin (Duran Kalkan) çıkmaması için bütün gücünüzle çaba gösterin. Vatana ihanet suçu olan bu görüşlerin önünü kesin. Şerefli Kürdistan halkına da çağrım şudur: Böyle grupların Kürdistan'da varlık bulmasına izin vermeyin. Vatana ihanet içindeki bu unsurlar iç savaş çıkarmak istiyor. Fitne çıkarmayı amaçlayan bu oluşumlara imkan tanımayın. Kürdistan'ın savunulması ve halkımızın birliğinin sağlanması için elinizden gelen çabayı gösterin. 126
Açıktır ki Barzani, Kürtlerin ve kendi özerk bölgesinin selameti ve bütünlüğü için endişe etmekte ve PKK'yı fitne çıkaran, birliği bozan ve terör saçan bir virüs olarak nitelemektedir. Kuşkusuz, kuruluşundan itibaren ABD'nin denetimi altında olması Irak Kürdistan Özerk Yönetimi açısından riskli bir durumdur; çünkü söz konusu yönetim bu sebeple ABD'nin yaptırım ve koşullarının dışına çıkamamakta, özgür karar verememekte, denetim altında tutulmaktadır. Bu sebepledir ki Irak Kürt Özerk Yönetimi, bir dönem gereksiz şekilde IŞİD ile bölgede çatışmaya girmiş, bunun sonucunda da Peşmerge acı kayıplar vermiştir. Fakat bütün bunların yanı sıra, ABD'nin bölgeden çekilmiş olduğunu da dikkate almak gerekmektedir. Irak Kürt Bölgesi, ABD vesilesiyle elde ettiği ayrıcalıklı statüyü muhafaza etmek için dost ve güçlü bir komşu ülkenin varlığına muhtaçtır. Bu şartlar da göz önüne alındığında, Kürt Özerk Bölgesi'nin Türkiye desteğine her zamankinden daha fazla ihtiyacı olduğu görülebilmektedir. Barzani bu talebi zaman zaman dile getirmektedir. Elbette öncelikle sağlanması gereken Barzani'nin can güvenliğidir. PKK tarafından sürekli tehdit altında tutulan ve ordusunda gizli PKK'lılarla baş etmek zorunda kalan Barzani'nin içinde bulunduğu tehlike göz önüne alınarak, Türkiye'deki özel birimler ve MIT tarafından korumaya alınması elzem ve son derece acildir. 
Büyük Ortadoğu Projesi'nin felakete dönüştüğünü söyleyen ve "Türkiye'nin Amerikan planlarına dahil olması, idam fermanını imzalaması anlamına gelir" itirafını yapan CIA eski ajanı Graham Fuller'in bir başka doğru tespiti de şu olmuştur: "Türkiye, Iraklı Kürtlerle diyaloğunu arttırabilirse PKK sorununu çözebilir.”127
Bu oldukça doğru ve önemli tespit mutlaka dikkate alınmalıdır. Irak Kürt yönetimi, İran ve Türkiye gibi üç sınır komşusunun PKK'ya karşı müttefik olması, her türlü caydırıcı unsuru PKK'ya yönelik olarak sergilemesi, istihbarat bilgilerini ve lojistik desteklerini paylaşmaları, imkan olan her fırsatta PKK'ya yönelik dev bir tehdit olduklarını hissettirmeleri, kısa süre içinde teröristleri caydıracak ve susturacaktır. Türkiye'nin en kısa zamanda bu ittifakı sağlamak için harekete geçmesi ve üç ülkenin PKK ile mücadele konusunda birlikte hareket etmesi gerekmektedir. 

6. Batı ile yakın Çözüm ittifakları sağlamak 

Amerika başta olmak üzere Batılı düşünce kuruluşları ve siyasiler içinde, Ortadoğu'daki kargaşayı insani bir sorun olarak ciddiye alan ve bu konunun çözümü konusunda samimi şekilde çaba gösteren kişilerin varlığı kuşkusuz bilinmektedir. Burada, Ortadoğu üzerinde bölme planlarının aslında sayıca oldukça az bir kesime ait olduğu hatırlatılmalıdır. Pek çok politikacı, bürokrat ve kanaat önderinin odaklandığı nokta "insan" ve "barış" olmuştur. Dolayısıyla Ortadoğu'da olup bitenler onların da canlarını yakmakta ve çözüm için gayret göstermektedirler. 
Söz konusu kişiler, Ortadoğu'ya dehşetli bir felaket getirecek olan PKK gibi bir komünist harekete karşı ittifak içinde olunması gereken kişilerdir. Özellikle bölgedeki Müslümanlara yönelik ılımlı ve sıcak politikaları olan ve aynı zamanda Ortadoğu problemine çözüm arayan yurt dışındaki bir kısım isimlerle mutlaka bağlantıya geçilmelidir. Çeşitli sivil toplum kuruluşlarıyla bağlantı kurulmalı ve PKK tehlikesi konusunda her biri ayrı ayrı bilgilendirilmelidir.
Etkili sosyal medya kullanımı ile hem Türkiye hem de yurt dışında editörler, köşe yazarları, TV yapımcıları ile tek tek bağlantıya geçilmelidir. Bu kişilere PKK'nın bölgedeki komünist/materyalist özerk bir devlet kurma emelleri anlatılmalı ve bunu elde etmek için sürdürdükleri sinsi, kanlı eylemler konusunda bilgilendirilmelidirler. Yurtdışına ve ülkedeki bazı kesimlere karşı adeta barış elçisi görüntüsüne bürünen PKK teröristlerinin ilk fırsat buldukları anda sokaklarda pusu kurarak polisleri ve askerleri şehit ettikleri, evlerinde uyuyan polislere kahpece silah doğrulttukları, kadınlara ve çocuklara dahi saldırmakta tereddüt etmedikleri anlatılmalıdır. 
Türkiye'nin bölünmesinin bütün dünyayı da etkileyecek zararları, olumsuzlukları anlatılmalı, Türkiye'den başlayacak komünist odaklı bir parçalanmanın domino etkisiyle tüm İslam ülkelerine, oradan da tüm kıtalara yayılacak bir savaş ve terör ortamını tetikleyeceği izah edilmelidir. PKK'nın gerçek mahiyetinin pek çok Batılı tarafından bilinmediği akılda tutulmalıdır. Komünist-Stalinist bir terör örgütünün güçlenmesinin Ortadoğu için nelere mal olacağı mutlaka ikna edici gerçeklerle izah edilmelidir. 
Batı ile işbirliği esnasında ve ikna çabaları sırasında çeşitli zorluklarla karşılaşılabileceği, PKK gerçeğinden habersiz insanların bu izahlara direnebileceği dikkate alınmalıdır. Bu sebeple anlatımlarda düşmanca veya ırkçı söylemlerden kaçınılmalı, güzel, akılcı, sabırlı, samimi, ılımlı sözlerle anlatım yapılmalıdır. Anlatılacakların fikri altyapısı kurulmalı ve bilimsel metotlar seçilmedir. İlmi ve akılcı temellere dayanmayan, romantik, zayıf, delilsiz anlatımlara kesinlikle yer verilmemelidir.
Batı'daki duyarlı kişiler, "medeniyetler çatışması" fikri yerine "iyilerin ittifakının" mutlaka zafere ulaştıracağı konusunda ikna edilmelidirler. Sorunlara karşı, Hristiyan, Musevi ve Müslümanların ortak bir birlik içinde hareket etmelerinin önemli olduğu ve Türkiye'nin bu konuda hazır olduğu mutlaka vurgulanmalıdır. Gerçek İslam ve Kuran'ın yeterliliği anlatılmalı, Ortadoğu politikamızın İslam'ın gerçek ruhunu yansıtan bir barış politikası olduğu vurgulanmalıdır.
Türkiye'nin bir NATO üyesi olduğunu fakat NATO'nun ülkemiz söz konusu olduğunda üzerine düşen yükümlülükleri yerine getirmediği hatırlatılmalıdır. NATO, tarafımızdan yapılan toplantı çağrılarına icabet etse de ülkemizin bölünme tehdidi altında terör saldırıları ile karşı karşıya olduğu gerçeğine karşı büyük ölçüde ilgisiz kalmaktadır. Amerika'ya yönelik bir terör saldırısına karşı Afganistan ve Irak gibi iki ülkenin haksız yere işgal edilmesi normal karşılanmıştır. Fakat Türkiye'ye 40 yıldır saldıran terör örgütüne karşı elle tutulur hiçbir şey yapılmadığı, örgütün sadece ilgili devletler tarafından terör listesine alındığı, bu şartın da PYD/YPG üzerinden bozulduğu, dolayısıyla terör örgütü PKK'nın çeşitli kurumlar ve derin devletlerce doğrudan destekleniyor olduğu herkese duyurulmalıdır.

7. Kesin çözüm: PKK'nın İdeolojisine vurmak!

PKK'nın ideolojisi komünizmdir. Komünizmin kökeni ise Marksizm'dir. Marks ise, kendi geliştirdiği bu ideolojiye neyi temel aldığını şu sözleriyle açıklar: 
(Charles Darwin'in Türlerin Kökeni kitabını kastederek) Bizim görüşlerimizin doğal tarih temelini içeren kitap, işte budur.128
Darwin'in yapıtı büyük bir yapıttır. Tarihteki sınıf mücadelesinin doğa bilimleri açısından temelini oluşturuyor.129
Hatırlanacağı gibi Öcalan, kendisini çağımızın Lenin'i olarak tanımlamıştır ve Stalin'in uygulamalarını hayata geçirmeye çalışmaktadır. Öcalan'ın kendisine rehber edindiği Stalin ise, kendi uygulamalarının temelini şu sözlerle açıklamıştır: 
Genç nesillerin zihnini yaratılış düşüncesinden arındırmak için onlara tek bir şeyi öğretmeliyiz: Darwin'in öğretilerini.130 
Görülebileceği gibi dikkat çekici ortak nokta, Darwin'in evrim teorisidir. Komünizm için bu teori çıkış noktası olarak alınmış, komünist liderler daima evrim fikrinin yaygınlaşmasını savunmuşlardır. Daha önceki satırlarda detaylı değindiğimiz gibi Öcalan bir Darwinist'tir ve PKK yapılanmasını bu ideoloji üzerine şekillendirmiştir. 
Şu an ülkemizde uygulanan terör eylemleri ve Sovyetler Birliği, Çin, Kamboçya, Vietnam, Kore gibi ülkelerde yaşanmış olan korkunç katliamlar hep tek bir ideolojiyi esas almaktadır: Evrim teorisini. Bu şu demektir: Eğer evrim teorisi yıkılırsa, komünizmin kendisine temel aldığı diyalektik ve komünal sistem gibi kavramlar ortadan kalkacak, güçlünün zayıfı ezerek ayakta kalması ve doğadaki yaşam mücadelesi kavramları yıkılarak komünizmin şart koştuğu terör ve anarşi zemin bulamayacaktır. Komünistlere ise kötü bir haberimiz var; 

EVRİM TEORİSİ BİR SAFSATADIR..

PKK'nın dağda militanlara verdiği ilk eğitim Darwinist eğitimdir. Ardından Darwinizm-komünizm birlikteliği üzerine propaganda çalışmaları yapılır ve verilen tek yanlı eğitim sonucunda terörü gerçekleştirmek, insan öldürmek veya ölüme gitmek son derece kolaylaşır. Terör örgütünün ortadan kaldırılması için komünist ideolojinin ortadan kaldırılması gerekir ki bu ancak Darwinizm'in bir safsata olduğunun anlatılmasıyla mümkün olabilecektir. Fakat kendi okullarımızda kendi çocuklarımıza Darwinist eğitim resmi olarak veriliyorken (bu konu önceki bölümde detaylı olarak açıklanmıştır), değil dağa çıkan PKK'lılara doğru eğitimi verebilmek, kendi çocuklarımıza bile hakim olmak oldukça güç olacaktır. Allah vermesin, şiddetin ve vahşetin, tahammülsüzlüğün ve nefretin, saldırganlaşmaların bu kadar yayılmasından şikayet eden toplumumuz içinde komünist terörist zihniyetin yerleşmesi de bu eğitim sistemi dahilinde oldukça kolaylaşacaktır. Dolayısıyla gençlerimiz PKK ile ideolojik anlamda savaşa son derece hazırlıksızdır. Okullarda PKK militanlarıyla aynı yanlış eğitimi aldıklarından, doğru eğitim onlara hiçbir koldan verilmediğinden, PKK'ya karşı ideolojik mücadele zeminine sahip değildirler. 
Kuşkusuz Darwinist diktatörlük köklü bir yapılanmadır ve tüm ülkeler üzerinde etkili olduğu gibi bizim ülkemizde de etkilidir. Dolayısıyla müfredatlarda değişiklik çok kolay olmayabilir. Bu konuda yetkililer çözümsüz durumda kalıyor olabilirler. Fakat yine de şu yöntem izlenebilir: 
Okullarda genel kültür olarak evrim teorisinin okutulması devam edebilir, bizim buna bir itirazımız yoktur. Fakat aynı zamanda teorinin yanlışlığına dair cevapların da verildiği çeşitli derslerin eklenmesi veya mevcut dersler içinde bu cevapların anlatılması oldukça hayatidir. Bu konuda takdir öğrenciye bırakılacak; öğrenciye sadece yeryüzü katmanlarından çıkarılmış çeşitli fosil örneklerinden sunulacaktır. Çamurlu suda bir proteinin neden tesadüfen meydana gelemeyeceğinin bilimsel delilleri anlatılacaktır. "Evrim tesadüfen bir canlı hücrenin kendi kendine ortaya çıktığını söyler, bilimsel deneyler ise bunun aksine şu sonuçları vermiştir" şeklinde bilimsel sonuçlar aktarılacaktır. Bu bir Yaratılış dersi olmayacaktır. Sadece biyoloji dersinde evrimsel sahtekarlıklar anlatılırken aynı zamanda bilimsel deliller verilecektir, o kadar. 
Bütün bunların dışında özellikle Güneydoğu bölgemiz için özel bir eğitim programının gerçekleştirilmesi şarttır. Bölge halkının anti-komünist eğitim alması ve aynı zamanda bu eğitimin dağdaki teröristlere de ulaşması komünist terörün sona ermesi için tek etkili yoldur. Bunu yapabilmek için özellikle Güneydoğu'da Darwinizm'in ve komünizmin ideoloji olarak temelinin olmadığını bilimsel delillerle açıklayan kitapların ve broşürlerin dağıtılması, konferanslar verilmesi, sinevizyon gösterileri yapılması, aydınlatıcı eğitim programlarının gerçekleştirilmesi hayatidir. Özellikle TV programlarıyla Güneydoğu'ya ulaşmak gerekmektedir. Bu konuda Devletin kanalları devrede olmalı, TRT ve TRT Kurdi gibi kanallar vasıtasıyla bu eğitim seferberliği acil olarak yerine getirilmelidir. [İzlenecek eğitim programlarının detayları için bkz. Harun Yahya, Komünist Kürdistan Tehlikesi ( İnternette Tam metin olarak mevcuttur)]

Eğitim olmadan komünist terör son bulmaz 

Şu unutulmamalıdır: Komünist terör için her türlü caydırıcı tedbire başvurulabilir, fakat komünistlerin silaha sarılmalarına sebep olan şey ideolojileridir. İdeolojiyi çürütmeden barış anlaşmaları, karşılıklı müzakereler veya caydırıcı yöntemler hiçbir şekilde kesin sonuç vermeyecektir. Hiçbir komünist kalkışma, müzakere ile dindirilememiştir. Günümüzde İrlanda'daki IRA'yı veya İspanya'daki ETA'yı örnek vermeye kalkışanlar çok büyük yanılgı içindedirler. Ülkemizdeki terör, komünist Kürdistan inşa etme hayali üzerine kuruludur ve eğer bir eğitim politikası başlatılmazsa, bu hedef oluşana kadar sona ermeyecektir. 
Gençlerimiz komünist tehlikeye yönelik eğitilmeli, ne ile karşı karşıya olduklarını bunu hangi bilimsel yöntemlerle ortadan kaldıracaklarını öğrenmelidirler. Güneydoğu'daki kardeşlerimiz, hem Darwinist-komünist tehlikeyi çürütecek bilimsel bilgilere vakıf olmalı, hem de Kuran'daki gerçek İslam anlayışını tanıyarak bağnaz zihniyetin oluşturduğu arazlardan, hurafelerden kurtulmalıdırlar. Özellikle Güneydoğu bölgemize yönelik eğitim politikası son derece önemlidir. Bu eğitim politikası, oradaki kardeşlerimize yönelik sevgi politikasıyla birlikte yürümeli, bu eğitim hem Devletimizin hem de halkımızın sevgisiyle beraber verilmelidir. 
Eğitimcilerin, kendilerini üstün gören, kibirli bir görünüm vermeleri çok büyük sakıncalar doğurabilir. Özellikle Kürt gençlerinin uzun zamandır yaşadıkları rahatsızlığın temelinde bu gerçek olduğu unutulmamalıdır. Bu ülke içinde her vatandaş her yönüyle eşittir ve birinin diğerine üstünlük iddiasında bulunması, sadece o kişinin cahilliğinin bir göstergesidir. Dolayısıyla eğitim, mutlaka Güneydoğu'nun hasret kaldığı sevgi ile birlikte sunulmalıdır. 
Güneydoğu halkımızın yıllar içinde ezilmişliği, gayet iyi bildiğimiz, sonuçlarını hayretle izlediğimiz oldukça vahim bir konudur. Her ne kadar Kürt kardeşlerimiz yıllar boyunca çok acı çektilerse de bu, mutlaka telafi edilebilir bir hatadır. Bu asla unutulmamalıdır. 
Bir sonraki bölüm, detaylı olarak bu önemli konuya ayrılmıştır. 

KİTABIN 7. BÖLÜMÜ 

KÜRT KARDEŞLERİMİZİN SORUNLARINI ANLAMAK.,

Derin devletler, güçlü veya zayıf, gelişmiş ya da geri kalmış, neredeyse her ülkenin zemininde yer alırlar. Devletlerin kararları, uygulamaları, talepleri, barışları ve savaşları daima bu derin devletlerin kontrolü altında olmuştur. ABD gibi güçlü bir ülke nasıl derin devletlerin etkisiyle bugün Ortadoğu ve komünist Kürdistan projesi uyguluyorsa, İran da bu derin devlet politikası nedeniyle Ortadoğu'nun bir kısım Sünnileri tarafından tehdit olarak görülmekte; Suriye iç savaşı da, Rusya-İran-Çin derin devletlerinin nüfuzu nedeniyle çözüme ulaşamamaktadır. Çoğu zaman Devlet Başkanları ve devletler karar mekanizmaları üzerinde öylesine güçsüzlerdir ki, politize edilmemiş vicdani söylemleri uygulamalarıyla tümüyle çelişir. Çünkü uygulamada mutlaka derin devletlerin dediğini yapmak zorundadırlar. 
Türkiye'nin de geçmişi, bu karanlık derin devlet sisteminin en ürkütücü, en soğuk ve en acımasız şeklinin yaşandığı oldukça puslu bir geçmiştir. Bu dönem içinde belli kesimler üzerinde baskılar hiçbir zaman son bulmamış, ülke içinde faili meçhuller hiçbir zaman kesilmemiştir. Vesayet sistemi tüm ürkütücülüğüyle devlete egemen olmuş, Ergenekon derin devleti tüm sinsiliğiyle ülkeyi dinsiz, faşist bir çizgiye doğru götürmeye başlamıştır. 
Son 10 yılda devlet içinde çöreklenmiş olan bu terör örgütünün ifşa edilmesi ülkemizde tertemiz bir nefes etkisi göstermiştir. Faili meçhuller büyük ölçüde son bulmuş, dindar kesim üzerindeki baskılar çoğunlukla kalkmış, farklı etnik gruplara yönelik şiddet azalmıştır. Türkiye'de derin devlet mekanizmasının tümüyle yok olduğunu söylemek zordur. Böyle bir sistemin yargı veya basın gibi organların içine sızmış bazı kişiler ile varlığını halen gösterdiğini söylemek güç değildir. Fakat eski Türkiye anlayışı büyük ölçüde yenilmiş, halkımız üzerindeki baskılar azalmıştır. 
Geçmişte, Ergenekon derin devletinin çirkin yüzü tüm yurtta çeşitli şekillerde hissedilirken, kuşkusuz bunun etkilerini en fazla hisseden kesimlerden biri Kürt kardeşlerimiz olmuştur. Bunu telafi edebilmek için, onların çektiği acıları iyi bilmek gerekmektedir. 

İki tehdit arasında Kürtler.,

Osmanlı İmparatorluğu'nun yıkılmasının ardından Irak, Suriye ve Türkiye arasında dağınık durumda kalan (İran'daki nüfuslarıyla birlikte dörde bölünmüş olan) Kürt halkı, çeşitli zorluk ve baskılarla karşılaştılar. Irak'ta Saddam, Suriye'de Esad diğer bir deyişle Baas rejimleri Kürtleri yok etmeye yönelik bir baskı siyaseti izledi. Saddam, kimyasal silah kullanarak Kürtlere toplu katliam yaparken, Esad Kürt halkının hak ve özgürlüklerini kullanmalarına izin vermek bir yana, onlara nüfus kağıdı dahi vermiyor, onları tamamen yok sayıyordu. Türkiye'de ise derin devlet zihniyetinin hakim olduğu dönemlerde Aleviler, dindarlar, muhafazakarlar gibi Kürt vatandaşlarımız da şiddetli baskı gördüler.
Özellikle 90'lı yılların Güneydoğusu, terör örgütü PKK'nın tehdit ve baskılarının Kürt kardeşlerimize yöneltildiği en zorlu dönemlerden biridir. Bu dönemin, aynı zamanda Güneydoğu'da Devlet yerine derin devletin hakimiyet kurduğu ve kağıda dökülmemiş illegal uygulamalarla dehşet yaşattığı bir dönem olduğu herkesin malumudur. PKK'ya karşı mücadele veren aşiretlerin bile derin devlet tarafından sorgulandığı; Devletin atadığı vatansever korucu kardeşlerimizin PKK ajanı ilan edilip derin devlet yetkilileri tarafından defalarca işkenceye uğratıldıkları; kardeşi, oğlu veya kızı dağda olan ailelerin, PKK karşıtı olmalarına rağmen sürekli baskı altında tutulduğu korkunç bir dönemdir bu.
Bu dönemde hain terör örgütü PKK tarafından ciddi şekilde baskı gören köy korucularımızın aileleri dahi PKK'nın hain kurşunlarına hedef olmuşken ve canlarını Allah rızası için vatan uğruna ortaya koymuşken, bir yandan da derin devletin hedefi haline gelmişlerdir. Sorgusuz sualsiz evlerinden alınan pek çok Kürt vatandaşımızın bir kısmından bir daha haber alınamamış, bir kısmı ise günlerce korkunç sorgulara tabi tutulmuşlardır. Bu dönem, kardeşin kardeşi vurduğu, sayısız faili meçhul cinayetin işlendiği, milyarlarca dolarlık maddi zararın Türkiye'yi vurduğu bir dönemdir. 
Devletin yetkilerini haksız yollarla kullanan derin devletin oluşturduğu illegal örgütler, bölge halkına sürekli olarak baskı ve kötü muamelede bulunmuşlardır. Devlet içine çöreklenmiş bu çeteler, bölgede adeta yetki sahibi devlet gibi davranıp devlet otoritesini şahsi çıkarları doğrultusunda kullanmış, bölgede her türlü illegal faaliyeti gerçekleştirmişlerdir. Öyle ki, dönemin köy korucularının izahlarına göre, bölgede teröre karşı verilen mücadeleye en büyük zararı bu kişiler ve örgütler vermişlerdir.131 Terörün durması da, bir açıdan, bu derin örgütlerin faaliyetleri neticesinde mümkün olmamıştır. 
O dönemde Güneydoğu'da Devlet yoktur. Mazlum Kürt halkı iki ateş arasında sahipsiz bırakılmıştır. Yaşadıkları haksızlıkları, işkenceleri, kabusları şikayet edecekleri bir mercii yoktur. Hak arayanlar, yine, tehdit ve işkencelerle karşılaşmaktadırlar. Resmi daireler dahi derin devletin himayesi altında rüşvet çarkının gizlice işlediği yerler halini almıştır.132 Fakat halkın, bunu dahi şikayet edebileceği bir mercii bulunmamaktadır. Söz konusu derin devletin baskılarıyla medya özgürlüğü tümüyle kısıtlanmış ve bunun sonucunda da bölgede yaşanan katliamlar, faili meçhuller, sebepsiz gözaltılar, baskılar ve tüm diğer sorunlar gizli kalmıştır. 
Bölge köylerine sahte gerekçelerle derin devlet yapılanmaları baskınlar yapmaya başlamış, köy halkını meydanlara toplayarak onlara gözdağı vermiş, pek çok kişiyi sebepsiz gözaltılarla alıp götürmüşlerdir. Aynı köyler bu kez de geceleri PKK militanları tarafından basılmakta, onlar tarafından da eş zamanlı baskı uygulanmaktadır. Zalim PKK'lılar örgütün propagandasını yaparak, zorla para toplayarak, şüphelendikleri kişileri ihbarcı veya ajan diye katlederek daha korkunç bir zulüm yapmaktadırlar.133 Dindar Kürt halkımız, belki de en fazla ihtiyacı olduğu bir zamanda yanında Devleti bulamamış, hakkını arayamamış, haksızlıkların en şiddetlisiyle karşı karşıya kalmıştır. 
Ergenekon terör örgütü, Türkiye'yi her an karışıklık çıkartılabilecek bir zeminde tutarak dilediği anda, dilediği bölgede olağanüstü hal ilan edebilmiştir. Ergenekon terör örgütü tarafından, terörle mücadele adı altında köyler boşaltılmış, yakılmış, yüzbinlerce Kürt kökenli vatandaşımız yaşadıkları yerlerden göç etmek zorunda bırakılmıştır. Göç edilen Mersin, Adana, Ankara, İstanbul gibi şehirlerde Kürtlerin ikamet ettiği gecekondu mahallelerinde ilkel şartlarda yaşamak zorunda bırakılmaları PKK propagandalarına uygun bir zemin hazırlamış ve PKK'nın şehir yapılanmasında önemli rol oynamıştır.
Birçok Kürt aydın ya da kanaat önderi ya hukuksuzca tutuklanmış ya da suikast ile katledilmiştir. Bunların çoğunun, Ergenekon-PKK işbirliğiyle organize edildiği çok iyi bilinen bir gerçektir.
Derin devlet bölgeyi kasıtlı olarak ihmal ederken, bölge halkına sahip çıkan, iş, aş, imkan, vs. temin eden kurtarıcı görünümü verilerek, PKK ön plana çıkarılmıştır. Bölge kasıtlı olarak sosyoekonomik bakımdan geri bırakılmış, halk bilinçli bir şekilde yoksulluğa, sefalete ve cehalete terk edilmiştir. Bütün bunların sonucunda da kısıtlı iletişim imkanları da fırsat bilinerek bölge halkı "kara propagandalarla" yanıltılmış ve devlet adeta "Kürtleri yok etmek isteyen faşist bir güç" olarak gösterilmiştir. 
Kuşkusuz başından beri Ergenekon terör örgütünün de hedefi, Türkiye'yi parçalamak, canımız gibi sevdiğimiz Kürt kardeşlerimizi bizden ayırmak ve Türkiye'den ayrı bir komünist Kürdistan kurmak olmuştur. Bunun için özellikle Kürt halkı üzerinde baskı uygulayarak onları dışlamak istemiş, onların bu baskı altında Türkiye'den kopmayı talep etmelerini beklemiştir. Fakat bu karanlık derin devlet, Kürt halkının iman gücünü, vatana ve millete bağlılığını hiçbir zaman hesaba katmamıştır. Bu değerli halk, Devletin kendilerini ciddi şekilde –ve yine derin devlet baskısıyla– ihmal ettiği dönemlerde bile Devlete olan inançlarını yitirmemişler, asla kopup ayrılmayı düşünmemişlerdir. Ergenekon terör örgütü, işte bu kararlılık neticesinde Kürt kardeşlerimiz üzerinde kurguladığı senaryoda başarısız olmuş ve hesaba katmadıkları büyük bir yenilgiye uğramıştır. 
Kürt kardeşlerimiz şunu bilmelidir: O dönemde Güneydoğu'da olan bitenlerden habersiz değiliz. Kürt kardeşlerimizin ciddi şekilde baskı altında tutulduklarını, olağanüstü haksızlıklara maruz kaldıklarını, kendi ailelerinden adaletsizce kayıplar verdiklerini, bir yandan sinsi PKK belasıyla boğuşurken bir yandan derin devletin tetikçileriyle mücadele etmek zorunda olduklarını çok iyi biliyoruz. Bununla birlikte maruz kaldıkları yoksullukların, aile ve aşiret içi baskıların, feodal sistemin getirdiği acıların da farkındayız. Kürtçe'nin yok edilmeye çalışıldığından, Kürt kültür ve ananelerine şiddetle savaş açıldığından da haberimiz var. Kürt kardeşlerimiz için çözüm önerileri sunarken, PKK'ya yönelik bir üslup geliştirirken bütün bu gerçekleri bilerek hareket ediyoruz. 
Yine PKK'ya katılımlarda pek çok Kürt genci üzerinde komünist söylemlerden çok, maruz kaldıkları adaletsizliklerin etkili olduğunun, dağa çıktıktan bir süre sonra da bu gençlerin bir kısmının örgüt baskısından dolayı bir daha geri dönemediklerinin farkındayız. Pek çok genç, terör örgütünün Stalinist, komünist ve dinsiz bir teşkilat olduğunu sonradan fark ettiklerini açıkça söylemektedirler. Yine hali hazırda Güneydoğu'da ve yurdun çeşitli yerlerinde yaşayan Kürt gençleri içinde, derin devletin illegal yapılarının kendisine, ana-babasına yaptığı fena muameleler nedeniyle Devlete ve Türk kimliğine öfke duyan ve küskün olan bir topluluğun olduğunun da farkındayız. Bir kısım kişilerin yaptıkları gibi bunlara gözlerimizi kapatmış veya bunları yok sayıyor değiliz. Kürt kardeşlerimiz şu önemli noktayı unutmamalıdırlar: Buradaki amaç, bütün bunlara çözüm bulmaktır. 

Kürt ve PKK ayrımını iyi yapmak.,

Öncelikle dünyanın bazı süper güçlerinin, hatta ülkemizde de birtakım kişilerin ısrarla anlamazlıktan geldiği şu gerçeğe vurgu yapalım: Kürt ve PKK ayrı şeylerdir. Kürt; nur, efendilik, onur, haysiyet, namus, güzellik demektir. PKK ise adı üstünde Pislik, Kahpe, Kalleştir. Bir Kürdü PKK'lı olmakla yaftalamak, ona yapılmış en büyük hakaretlerden biridir. Kürt kardeşlerimizin efendiliği ve asaletine gösterilen en büyük iftiradır. 
Konunun bu yönünü bilmeyen veya bu gerçeği kabul etmek istemeyenler genellikle Marksist PKK hareketini bir "Kürt direniş hareketi" şeklinde yorumlamakta ve terör eylemlerini Güneydoğu halkının tümünü kapsayan bir hareket olarak değerlendirmektedir. Oysa bu çok büyük bir aldatmaca ve haksızlıktır. Daha önce de belirttiğimiz gibi PKK terör örgütü, asıl olarak Kürt kardeşlerimizi hedef almış bir örgüttür. Şu anda da korku imparatorluğu Kürtler üzerine kurulmuştur. Nitekim PKK'ya karşı vatanı koruyan askerin büyük çoğunluğu, korucularımızın ise neredeyse tamamı Kürt'tür. Allah rızası için vatan topraklarını korumak adına PKK'ya karşı kendi canlarını ortaya koymaktadırlar. 
Tüm Kürtleri sanki PKK'ya destek veren, Türkiye'den ayrı bir halkmış ve devlete kesin olarak karşıymış gibi göstermek de Kürt kardeşlerimizin üzerinde geçmişten beri uygulanmış bir başka toplum mühendisliğidir. Bu şekilde, terör yapan bir avuç komünist katille, Doğulu ve Kürt kökenli masum vatandaşlarımız bir gösterilmek istenmektedir. Bu suretle, Türkiye'nin her köşesinde Kürt kardeşlerimize karşı bir nefret ve düşmanlık ortamı oluşturulmaya çalışılmıştır.
Kürtlerle PKK'yı bir gösterme gayreti çok tehlikeli ve sinsi bir taktiktir. Türkiye'nin birçok yerinde Kürt vatandaşlara "PKK'lı" denilerek saldırılar düzenlenmiştir. Bu saldırılar da PKK için bulunmaz bir propaganda vasıtası haline dönüştürülmüştür. Bölge insanına, "Bakın sizi Türkler istemiyor, size düşmanlar" imajı verilmiş ve PKK'nın kullanacağı bir ortam hazırlanmıştır. 
Güneydoğulu Kürt vatandaşlarımızın çok büyük bir kesiminin vatanına ölesiye bağlı, dindar ve Anadolu ahlakının bütün güzelliklerini taşıyan üstün insanlar olduğu gerçeği görmezden gelinemez. Allah korusun, sözün gelişi, bölgede –tüm silah baskılarından arınmış bir şekilde- bir özerklik referandumu gerçekleştirilecek olsa, bölünmeye ilk karşı çıkacak olanların Kürtler olacağı hemen görülecektir. Bilge Adamlar Stratejik Araştırmalar Merkezi'nden (BİLGESAM) Dr. Salih Akyürek'in Kürt sorunu üzerine hazırladığı rapor, bağımsızlık ya da federasyon talebinin bölge halkı arasında yüzde 90’ın üzerinde bir oranla kabul görmediğini ortaya koymuştur.
Kürt ve Zaza vatandaşlara "Türkiye'deki Kürtlere bağımsızlık verilmesi Kürt sorunu için bir çözüm müdür?" diye sorulmuş, Kürt vatandaşların %90,1'i bu soruya "hayır" cevabını vererek bağımsızlık taleplerinin olmadığını belirtmişlerdir. "Kürtlere federatif hakların verilmesi Kürt sorunu için kalıcı çözüm sağlar mı?" sorusuna ise Kürt vatandaşlarımız %92,7 oranında "hayır" cevabını vermişlerdir.134 
PKK da bu gerçeği bildiğinden, halk üzerinde tehdit, saldırganlık ve baskı yoluyla bu hakimiyeti sağlamaya çalışmaktadır. Dolayısıyla, bir kısım kişilerin ve özellikle PKK'nın yaygınlaştırmaya çalıştığı Kürt=PKK söylemlerine şiddetli şekilde karşı çıkmak ve Kürt canlarımızın haklarını sonuna kadar korumak gerekmektedir. Kürt ile PKK ayrımını çok iyi yapmak ve bu ayrımı açıkça ve ısrarla halk arasında yaygınlaştırmak elzemdir. Bu bilgi, özellikle Batı toplumlarına ısrarla iletilmeli, dindar ve mukaddesatlı, efendi ve asil Kürt halkı ile kahpe bir komünist yapılanma olan PKK'nın ayrımı anlatılmalıdır. 

9. CU BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,

***

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder