22 Ağustos 2019 Perşembe

AMERİKA'NIN GÖREMEDİĞİ PKK - BÖLÜM 7

AMERİKA'NIN GÖREMEDİĞİ PKK - BÖLÜM 7



KCK Örgütlenmesinin Boyutları

Karşımıza çıkan durum vahimdir. Güneydoğu, tamamen komünist bir terör örgütünün oluşturduğu devlet mekanizmasının adeta denetimi altındadır. PKK, sınırlarımızın içine, şehir merkezlerine kadar girmiş durumdadır. Türkiye'nin Güneydoğusunda bazı bölgelerde KCK mahkemeleri legal birimler gibi kabul edilmekte, Devlet binalarına Öcalan posterlerinin asılması sıradan olaylar haline getirilmekte, Öcalan posterli sokak çadırlarında yargılamalar yapılmaktadır. PKK, kendi ordusunu kurmuş, sokak ortasında gövde gösterileri, talimler yapmakta, yol kesip eşkıyalık yapmakta, sinsi pusularla şehir içinde askerimizi, polisimizi, vatandaşlarımızı şehit etmektedir. PKK saldırılarından güç bulan KCK'nın tehdidi altındaki bazı HDP'li belediye görevlileri pervasızca "özerklik ilan ettik" diye meydanlara çıkabilmektedirler. Bunun da PKK baskısıyla gerçekleştiğini unutmamak gerekmektedir. 

Ak Parti milletvekili Orhan Miroğlu, 17 Mayıs 2015 tarihinde henüz "çözüm süreci" gündemdeyken yazdığı "Mardin 'Kantonundan' Yazıyorum" başlıklı yazısında, Kızıltepe ve Dargeçit'de son bir ay içinde dağlara, çoğu çocuk 150’ye yakın kişinin götürüldüğünü yazmıştır.98 Şanlıurfa Valisi İzzettin Küçük ise katıldığı televizyon programında 2015 yılının ilk 6 ayında tüm bölgede kaçırılan çocuk sayısının 3 bin olduğunu belirtmiştir. Sadece Suruç ilçesinde 400 çocuk kaçırılmıştır. Küçük; "Bize gelen istihbaratlar, 'PKK her evden bir çocuk dağa çıkarmak istiyor' şeklinde. Ayrıca bölgede pek çok muhtar Kobani'ye kaçırıldı Şanlıurfa'da. Biz bunları diğer makamlara bildirdik.”99 diyerek durumun vahametini ifade etmiştir. Yazıktır ki bu sadece bilinen rakamlardır. Bölgede yaşayan ailelerin mücadeleleri devam etmekte, pek çoğu çocuklarının kaçırılmalarını son dakikada engelleyebilirken, kimi çocuğunu saklamakta, yokluk içindeki pek çok aile ise varlarını yoklarını harcayarak çocuklarını uzak şehirlere göndermektedir. PKK şehirlerde alan hakimiyeti kurmuş durumdadır. Sadece polisimizi, askerimizi ve vatandaşımızı şehit etmekle kalmamakta, çocuklarımızı dağlara kaçırmakta ve hayret verici bir şekilde bunun önüne geçilememektedir.

Miroğlu, Ak Parti milletvekili adayı olarak gerçekleştirdiği seçim çalışmaları sırasında Mardin Dargeçit ilçesine ziyaretini şu sözlerle anlatmaktadır: 
Geçenlerde ilçe örgütümüzü ziyaret ettik. Karşılayanların sayısı 20 kişi kadardı. Korku dağları bekler. AK Parti bu ilçeden alabileceği oyu alacak, ama hemen her gün evine ses bombası atılan, kapısı penceresi kurşunlanan insanlar, oy verip Meclis'e gönderecekleri vekillerine gün aydınlığında bir merhaba bile diyemeyecek kadar büyük bir baskı altındalar.

Arkadaşlarımı bilmem, ama bir an, kendimi Güney Kore'de sınırı geçip Kuzey Kore'de seçim çalışması yapıyor gibi hissettim. Oysa sayılamayacak kadar çok dostum var bu ilçede. İlçenin üstüne çöken bu karabasan olmasa, bizi ilçenin girişinde karşılayacaklarından hiç şüphem yoktu...100
Bu korku hakimiyetinin dehşet verici sonuçları 7 Haziran 2015 genel seçimleri sonrasında görülmüş, Kuzeydoğu Anadolu'ya kadar bütün doğu KCK'nın hakimiyetine teslim edilmiştir. Güneydoğu'ya artık neredeyse tamamen hakim olan bu korkunç yapılanma, Batı'ya, metropol şehirlere ve Türkiye'nin en büyük üniversitelerine dahi sıçramış durumdadır. İstanbul, İzmir ve diğer Batı şehirlerinde ülkücü gençler göz göre göre PKK'lılar tarafından şehit edilmekte, ODTÜ, İstanbul ve Ankara üniversitelerinde terör örgütünün pankartları rahatça açılır hale gelmektedir. 
Özellikle Güneydoğu'da, sözde çözüm süreci devam ederken, başta inşaat, sağlık, tekstil, sebze hali, eğlence sektörü olmak üzere birçok ekonomik alanda terör örgütü temsilcilerinin oldukça zenginleştiği, söz konusu pek çok sektörü tekellerine aldıkları bilinmektedir. 21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü'nün özel Diyarbakır raporunda bu durum şu şekilde ifade edilmiştir:
Söz konusu yükselişte PKK'nın silahlı faaliyetlerinin, KCK'nın lobi faaliyetlerinin, örgüt denetiminde yürütülen uyuşturucu gelirlerinden kaynaklı kara paranın ve belediyelerin hukuku silah olarak kullanmasının belirleyici rol oynadığını ifade edebiliriz.101

Bölgedeki ekonomik hakimiyet de her konuda olduğu gibi baskıyla elde edilmiştir. Terör örgütünün baskılarına boyun eğmemekte direnen iş adamları ise, ciddi hayati tehdit altında yaşamakta ve işleri tehlikeye girmektedir. Sıklıkla basında yer alan baraj inşaatlarında çalışanların şehit edilmeleri veya kaçırılmaları, iş makinelerinin yakılması, şantiyelerin basılması, adam kaçırma, yol kesme olaylarının temel sebebi budur. 
Bu süreç içinde PKK, KCK denetiminde yüzlerce okul, dershane ve yurt yakmıştır. Yüzlerce korucu şehit veya gazi edilmiş; kaymakamlar, askerler, doktorlar, öğretmenler kaçırılmış; baraj ve kalekol yapımları engellenmiştir. PKK'nın Hakkâri, Beytüşşebap, Cizre, Siirt, İdil, Bingöl ve Bitlis'te silah dağıtılmadık ev bırakmadığı istihbaratına ulaşılmıştır. Bölgede Türk Bayrağı yerine PKK paçavraları her yere asılmaya başlanmıştır. Örgüt, milis timlerine (YDG-H) 20.000 Kalaşnikof dağıtmış, YDG-H tim komutanlarına Glock marka tabancalar verilmiştir. Örgütün 2014 sonu ve 2015 başı itibariyle, yani sözde çözüm sürecinin devam ettiği toplam beş aylık süre içindeki eylemleri, güvenlik birimlerince derlenmiş, buna göre PKK söz konusu 5 ay içinde 1190 toplumsal olay gerçekleştirmiştir. Zaten bilindiği gibi, bazı kesimler tarafından silah bırakması beklenen PKK, genel seçimlerin hemen ardından kahpe eylemlerine tekrar başlamış, polisimize, askerimize hain pusular kurmuştur. 
Çatışmaların başlamasının ardından ise YDG-H'den şu itiraf gelmiştir: "Barış müzakerelerinin düşeceğini biliyorduk o yüzden müzakereler sırasında büyümeye ve örgütlenmeye devam ettik". Wall Street Journal gazetesine konuşan YDG-H'liler de şu vahim açıklamayı yapmışlardır: "Bizden çok var, neredeyse Türkiye'nin her şehrinde örgütlendik".102
Ak Parti Genel Başkan Başdanışmanı Hüseyin Çelik'in 13 Aralık 2013'te yaptığı bir konuşmada, “2009 seçimlerini BDP kazanmadı. PKK ve KCK kazandı. Ama demokratik yollarla kazanmadılar. Tehditle kazandılar. O seçime örgüt çok asıldı. Asılma da şöyle oldu: AK Parti seçmenlerinin, bırakın seçmenlerini parti üyelerinin, sandık görevlilerinin, apartman görevlilerinin seçime gitmesini zorla, silah zoruyla, tehditle engellediler. Direkt Kandil'den açılan telefonlarla üyelerimiz, görevlilerimiz tehdit edildi. 45 bin Van yerlisini, AK Parti'ye oy verecek seçmeni korkutarak, tehdit ederek sandığa göndermediler. Bir üyemiz bunlara kulak asmadığı için otomobili yakıldı. Van'ı kaybetmemizin nedeni budur. KCK'dır.”103  sözleri durumun vahametini ortaya koymaktadır.
Bu sahte komünist devlet yapılanması, kahpeliğe alışkın bir terör örgütünün elinde olduğu ve bu örgüt sinsice vurmayı yöntem olarak edindiği için, buradaki hakimiyetini de yine korku ve dehşet salarak gerçekleştirmeyi başarmaktadır. Güneydoğu halkı, çok ciddi bir baskı ve tehdit altında yaşarken, ana akım medyamız çoğunlukla bu gerçeklere ilgisiz kalmakta, çözüm sürecinin devam etmesi adına, Öcalan ve PKK propagandası yapan kişi ve açıklamaları ön plana çıkarmaktadır. Kandil'e gidip teröristlerin yaşamlarını bir peri masalıymışçasına hikayeleştiren, hatta onları kahramanlaştıran bir kısım yazarlara itibar etmektedirler. 

PKK'nın silah bırakmayacağı, aksine daha fazla güçlenip, daha fazla silahlanacağı, şehirlere yığınaklar yapacağı, sinsi şekilde şehirlerde hakimiyet kuracağı ve bunun ardından komünist ideolojinin bir gereği olarak çatışma ortamına geri dönüp kahpe silahını yine bizim insanımıza yönelteceği ateşkes süreci boyunca sürekli dikkat çektiğimiz ve uyardığımız bir konuydu. Bu uyarıyı yapmıştık çünkü PKK'nın ideolojisi gereği hiçbir zaman ateşkes ve barış gibi bir şeyi kabul etmeyeceği, Türk Devleti yıkılana kadar komünist devlet idealine şiddet yoluyla devam edeceği aşikardır. Ne zaman ki –Allah esirgesin– Türkiye'den toprak alınır ve komünist devlet inşa edilir; asıl o zaman terör bir kabus gibi çökecek, tüm dünyayı adeta bir ölüm çukuruna dönüştürecektir. 

PKK Asla Silah Bırakmadı ve bırakmaz ! 

Silah; Stalinizm'in tek güç kaynağıdır. Stalin, silah vesilesiyle kitleler üzerinde etkili olmuştur. Sovyet Rusya'ya, Çin'e, Kamboçya'ya komünizm silah zoruyla hakim edilmiştir. Stalinizm, silahsız bir hiçtir. 
PKK, Marksist, Leninist, Stalinist bir terör örgütüdür. Silah ise, varlığının dayanak noktasıdır. Şu anki gücünü sadece silah ile kazanmıştır. Batı üzerindeki varlığını silah ile göstermiştir. Dolayısıyla PKK, Leninist ve Stalinist bir parti olarak sahip olduğu tüm imkanları şimdiye kadar hep silah ile temin edebilmiştir. Silahsız yok olacağını, silahsız hiçbir otoriteye dayatmada bulanamayacağını gayet iyi bilmektedir. Dolayısıyla PKK ASLA SİLAH BIRAKMAZ! 
Çözüm süreci adı verilen süreç dahilinde Öcalan'ın PKK'ya silah bırakmak amacıyla olağanüstü kongre toplama çağrısı, yurt içinde ve yurt dışında bir kısım kişiler tarafından sevinçle karşılanmış olsa da olayın aslının bu olmadığına şu an herkes şahit olmuştur. PKK, tarihi boyunca hiçbir silah bırakma taahhüdüne uymamıştır, uymaz da. 
20 Mart 1993'de, PKK ilk tek taraflı ateşkes ilanını yapmıştır. Alınan ateşkes kararı, sürenin dolmasının ardından 2 ay daha uzatılmış fakat buna hiçbir zaman riayet edilmemiştir. Sözde ateşkesin olduğu 1993 yılında PKK'nın terör eylemleri yüzünden 715 resmi görevli, 1479 sivil vatandaşımız hayatını kaybetmiştir. 
1 Eylül 1998'de ise Dünya Barış Günü dolayısıyla terör örgütü PKK bir kez daha ateşkes ilan ettiğini duyurmuştur. 1998'deki sözde ateşkes ise yaklaşık 500 kişinin şehit olduğu bir dönemdir. 
1 Eylül 1999'da bu sefer Öcalan İmralı'dan PKK'ya silahları bırakma çağrısı yapmıştır. Ancak, Haziran 2004'de "talepleri yerine getirilmediği" bahanesiyle PKK yeniden silahlı eylemlere başlamış oysa aslında silahları hiçbir zaman bırakmamıştır.
1999-2004 arasındaki sözde silahların bırakıldığı dönemde şehit sayısı ise resmi rakamlara göre 604 kişidir.
1 Ekim 2006'da beşinci kez ateşkes ilan eden terör örgütü PKK, askeri operasyonların devam etmesini gerekçe göstererek ateşkesi bir süre sonra yine sona erdirmiştir.
KCK, 13 Nisan 2009'da "meşru savunma" temelinde tekrar ateşkes kararı aldığını açıklamış, fakat 2009'dan bu yana PKK tarafından sayısız eylem yapılmış, sözde ateşkesin olduğu bu dönemde 134 kişi şehit olmuştur. 
PKK'nın asla silah bırakmayacağı PKK, KCK yöneticileri tarafından da defalarca dile getirilmiş, HDP yöneticileri de bu konuda fikir vermekten geri kalmamışlardır. 
Örneğin, KCK'nın Kandil'deki yöneticisi Sabri Ok: “... Çıkış gerekçemiz ortada dururken böyle bir silahsızlanma mümkün olamaz ve gerçeğimize aykırıdır... Hareketimizin gündeminde silahsızlandırma ve silahlı güçlerimizin bir yerlere çekilmesi gibi bir şey kesinlikle yoktur... Bu koşullarda silahsızlanmayı tartışmak Kürtlerin iradesine saygısızlıktır... Önder Öcalan özgürleşip bizzat gerillayla görüşmeden bu tür şeyler tartışılamaz. Gerilla da hiçbir biçimde silah bırakmaz...”104 demiştir.
KCK yürütme konseyi üyesi Duran Kalkan: "Gerillaya da silah bırak çağrısını hiç anlamlı ve ciddi bulmuyoruz, bunu tartışmak bile istemiyoruz. Gerilla silah bırakmaz.” ve "Ancak Öcalan'ın özgürlüğünü de öngören bir genel af çıkarılırsa, o zaman PKK silah bırakmayı değil de ateşkes ilan etmeyi düşünebilir, ama silahı bırakmayı değil. Gerilla silah bırakmaz.” açıklamalarında bulunmuştur.
Leyla Zana, "Artık silahlı mücadele bir noktaya geldi. Ben silahların bırakılmasını asla tartışmıyorum. O Kürtlerin sigortasıdır. Bu sorun var olduğu müddetçe o silahlar Kürtlerin güvencesidir" diyerek silah bırakmanın imkansız olduğunu dile getirmiştir. 
Terör örgütü KCK Yürütme Konseyi Başkanı Cemil Bayık ise: "Silah bırakmak demek, teslim olmak demektir. Ölüm demektir. Hiç kimse bizden bunu isteyemez. Bırakalım silah teslim etmeyi, geri çekilme bile olamaz." demiştir.
Terör elebaşı Cemil Bayık, İMC TV'ye verdiği röportajda ise, "Öcalan gelip kongreye katılmadan PKK, silah bırakmaz" diyerek aslında bir bakıma PKK'nın hiçbir zaman silah bırakmayacağını açıkça dile getirmiştir.
PKK yöneticilerinden Murat Karayılan, PKK'nın silahsızlanması için gereken şartı açıklarken, "Öcalan zindanda olduğu müddetçe silah bırakma talimatı verse bile gerilla yerine getirmez" ifadelerini kullanmıştır. 
Açıkça görülebildiği gibi, çözüm süreci adı altında sözde ateşkes devam ettiği zamanlarda bile PKK'nın silah bırakmasının imkansızlığı PKK yöneticileri tarafından da açıkça dile getirilmiştir. Nitekim bu dönemde PKK, geçtiğimiz yıllarda yaptığı gibi silah bırakma taahhüdünü yerine getiremediğini çünkü IŞİD gibi Suriye ve Irak'taki diğer tehdit faktörlerinin var olduğunu öne sürmüştür. Bu arada Kobani gibi bazı bölgelere gerçekleştirilen saldırıları kendileri için bir bahane olarak kullanmış ve sürekli olarak Batı'dan silah talep etmişlerdir. Bu talepler karşılanmış ve PKK, sınır ötesinde, Türk askerine karşı kullanacağı yeni mühimmatlar elde etmiş, şimdi de o silahları Türk askerine yöneltmiştir. Gerçekte ise elden çıkarmak istedikleri eski metruk silahlar yenileriyle değiştirilmiştir. Dolayısıyla PKK'nın silah bırakma hikayesi bu defa da sadece bir göz boyamadan ibaret olmuştur. Bunu da ilk fırsatta göstermiştir.
Bu konuda Mao'nun "Ateşkes barışın değil savaşın taktiğidir" sözlerini hatırlatan PKK eski kurucu üyelerinden Şemdin Sakık'ın açıklamaları önemlidir: 
Ateşkes bir savaş taktiğidir. Tarih boyunca ortaya çıkan büyük ya da küçük, düzenli ya da düzensiz, gizli ya da açık savaşların tümünde sayısız faktörlerden dolayı, taraflar belli aralıklarla ateşkes taktiğine başvurmak zorunda kalırlar. Çünkü bu taktik taraflardan birisinin ya da her ikisinin ihtiyaç duyduğu bir moladır.

Sakık şöyle devam ediyor: 

Örgüt; Her ateşkes ilan ettiğinde bunu barış için, sorunların diyalog yoluyla çözümü için yaptığını halka duyurdu. Ama pratik gerçeklik bunun tam tersi istikamette gelişti. Her ateşkes sonrasında silahlı militanların eğitimi, silahlandırılmaları, gerekli alanlara kaydırılmaları, mevzilendirilmeleri, belli faaliyetleri ve planlamaları yoğunluk kazandı. Yani her ateşkes aslında barış için değil, kesin olarak daha gür, daha yaygın ve daha yakıcı, daha yıkıcı bir ateş gücü için kullanıldı. Ve dikkat edilirse her ateşkes sonrasında daha şiddetli çatışmaların, daha büyük çaplı eylemlerin ortaya çıktığı görülecektir.105
Nitekim Sakık, bunun en önemli örneği olarak, 1980 darbesi sonrasındaki geri çekilmeyi vermektedir: 
12 Eylül 1980 askeri darbesinin operasyonlarına dayanamayan bizler silahlarımızı toprağa gömerek ya da satarak küçük gruplar halinde Suriye'ye ve oradan da Lübnan'a geçtik. Türkiye topraklarında bir tek militan kalmayana dek yurtdışına çekilme devam etti. Bu geri çekilme hem de silahsız olarak gerçekleşti.
Hedeflediğimiz yere ulaşır ulaşmaz Türkiye'de bıraktığımız tabancalar yerine kaleşlerle (kalaşnikof)?kuşandık. Çünkü gittiğimiz Lübnan gerçek anlamıyla bir silah deposuydu. Her yer, en gelişmiş silahlarla doluydu. Bu alanda silah bulmak, hem de fazlasıyla silah bulmak hiç zor değildi. Bakkaldan ekmek peynir almak kadar kolaydı. 
12 Eylül operasyonlarından kaçarak gittiğimiz Lübnan'da istediğimiz kadar silahlandık, ihtiyacımız kadar askeri ve siyasi eğitim aldık, ilk kez burada askeri örgütlenmenin bütün kurallarını yaşamımıza uyarlamaya başladık. İki yıl kadar kaldığımız Filistin kamplarında fiziki olarak da toparlandık ve ardından gruplar halinde Türkiye'ye döndük.
Bu yurtdışına çekilerek yaptığımız askeri ve örgütsel hazırlıklar sayesinde 15 Ağustos eylemlerini gerçekleştirdik. Eski silahları toprağa gömmek bizi daha güçlü silahlara, bir süre silahlı mücadele alanını terk etmek ise bizi daha güçlü bir savaşa kavuşturdu.106
Bu önemli itirafa dikkat vermek gerekmektedir. Silahları bırakarak geri çekilen bir örgüt görünümü, tarihin her safhasında bir göz boyama olmuştur. Sakık'ın itirafında da belirttiği gibi bu geri çekilmeler hep örgütün toparlanması, dinlenmesi ve eğitim görmesi için gerçekleştirilmiş; silahlar, daha güçlü silahlara sahip olmak için bırakılmıştır. Ardından Türkiye Devleti, hep daha ürkütücü saldırılarla karşı karşıya gelmiştir. Şu anda da olan budur. Bunun sebebi açıktır: PKK'yı tümüyle yok edecek olan yöntem denenmemekte, Leninist ideolojiye karşı hiçbir bilimsel çalışma yapılmamakta, "silah bırakacaklar" söylentisiyle halk rehavete sürüklenmektedir. PKK, bu rehavet ortamından çok faydalanmıştır, şu anda da faydalanmaktadır. 
Nitekim Sakık, örgütün çözüm süreci bahanesiyle son iki yıldan fazla süre boyunca dilinde olan geri çekilme ve silah bırakma söylemlerini şu şekilde tasvir etmektedir:
Örgüt yurt dışına çekilmedi, sadece her zaman yaptığı gibi bazı ağırlıklarını gönderdi, gönderdiği grupların görüntülerini medyaya servis ederek 'Geri çekiliyoruz' algısı oluşturmaya çalıştı. Yani militanlar açısından bakıldığında, 'Bu yıl ne Türkiye'ye girdiler ne de Türkiye'den çıktılar' tespiti en doğrusudur.107
Kitleleri kendilerine bağımlı kılabilmek ve devlet yapılanmalarını ortadan kaldırabilmek için komünistler daima terörü kullanmışlardır. Terörden hiçbir zaman vazgeçmeyeceklerine göre, silahtan da vazgeçmeyeceklerdir. Dolayısıyla önümüzde PKK'nın tümüyle silah bırakacağını ümit edip zihinlerinde sahte bir barış senaryosu oluşturanlar boşuna heveslenmişlerdir. Katilin zihniyetini düzeltmek adına bir şey yapılmadıktan sonra, elinde silahın durması veya durmaması önemli değildir. O mutlaka silaha ulaşacaktır. Katilin zihniyetini yok etmeyip sadece silahı yok etme fikri kendini aldatmaktan ibarettir. 

PKK'da İç İnfazlar 

PKK, kendi silah gücünü kendi insanlarına karşı da bir tehdit olarak tutmaktadır. Günümüzde pek çok kişinin şiddetli korku dolayısıyla PKK'ya destek vermek zorunda kaldığı unutulmamalıdır. Bu korkunun tek kaynağı silahtır. Nitekim PKK içinde silaha dayalı korkutma politikası oldukça güçlü işlemekte ve korkunç infazlarla örgütün içinde bir korku imparatorluğu hüküm sürmektedir. Şüpheli kişiler ya da şüpheli olarak lanse edilen kişiler, "önderliğin" emri üzerine diğer örgüt üyelerinin karşısında silahla kurşuna dizilerek, ailelerinin yanında vurularak, toprağa gömülüp başından kurşunlanarak, bazıları ise üzerlerine asit dökülerek katledilmektedirler. Kimi zaman casusluk, kimi zaman itaatsizlik, kimi zaman kurallara uymama gibi suçlamalarla gerçekleşen bu infazların sayısı ise şimdiye kadar hiçbir terör örgütünde rastlanmamış şekilde fazladır. İbrahim Güçlü ve Kemal Burkay gibi önemli Kürt siyasetçiler, PKK'nın iç infazlarıyla şimdiye dek 15-17 bin Kürd'ün katledildiğini bildirmektedir. Burkay'ın konuyla ilgili açıklamaları şöyledir: 
PKK, kendi içindeki farklı sesleri susturmak için de eşine rastlanmaz bir terör uyguladı; insanları tutukladı, işkence etti, kurşuna dizdi; Bekaa ve Güney Kürdistan'daki üslerini ölüm tarlalarına çevirdi. Bunun yanı sıra yurt dışında da örgütten ayrılan, ya da ters düşen pek çok kadroyu katletti. Bu şekilde, Kürt halkının özgürlüğü için, güçlü yurtsever duygularla köylerinden ve okullarından kopup gelen bu gencecik insanların yüzlercesi ve binlercesi PKK'nın bu acımasız çarkı tarafından keyfi nedenlerle yok edildi.108
Yine, İbrahim Güçlü'nün TBMM İnsan Hakları İnceleme Komisyonu'na verdiği bilgilere göre PKK'nın infaz ettiği 17 bin Kürdün bir kısmı PKK'nın ve Öcalan'ın kendisine rakip gördüğü PKK'lılardır. Güçlü, "Kürt örgütlerine karşı infaz ve iç infaz" başlığı altında verdiği ifadelerde, Öcalan'ın bu infazlar için "Öldürelim, otorite olalım" dediğini de belirtmiştir. 
PKK kurucularından Şemdin Sakık'ın bildirdiğine göre PKK'da iç infazlara karar verenler, Abdullah Öcalan, Cemil Bayık, Murat Karayılan ve Sabri Ok dörtlüsünden başkası değildir. Hele hele infaz edilmesi gerekenler üst düzey yönetici veya örgüt kurucuları iseler, bu infaza karar veren tek yetkili Öcalan'dır.109 
Sakık'ın itiraflarında yer alan detaylar ciddi anlamda tüyler ürperticidir. Açıklamalarda görüleceği gibi, PKK iç infazları için militanın hainlikle suçlanmasına gerek duyulmamakta, sırf ölü bir militan yaralı olana tercih edildiği için infazlar yapılmaktadır: 
...onlarca militanın vurulmasını bir militanın kaçmasına tercih ettik. Çünkü ölenler örgüte zarar değil yarar sağlıyorlardı. Kardeşleri, aileleri, akrabaları örgüte bağlanıyordu. İşte bu yıkıcı etkiden dolayıdır ki; 1992 yılında; şu anda örgütün lider kadrolarından olan Cemil Bayık, sırf güvenlik kuvvetlerinin eline geçmesinler diye; 17 yaralı militanı Haftanin Vadisi'nin bir mağarasında kurşuna dizdirdi. Dahası militanların sağ ele geçmemeleri örgüt politikasıydı ve böylesi olaylar oldukça yoğun yaşandı. Çünkü ölüm kazanım, karşı tarafın eline düşmek kayıp olarak görülüyordu. Yaralıların bile Devletin eline geçmesine tahammül edilmiyordu. Örgüte göre işlenebilecek en büyük suç canlı olarak Devletin eline düşmek ve üstelik ceza indiriminden yararlanmaktı. 110
Derin Sol kitabının yazarı Hakkı Öznur, eserinde terör örgütü PKK'nın lideri Öcalan'ın, Şahin Dönmez'den, Mehmet Şener'e (Mehmet Şener, Paris'te öldürülen Sakine Cansız'ın nişanlısıydı), yüze yakın PKK kurucu ve Merkez Komite üyesi ile binlerce militanı, hep aynı klasik "hain", "önderliğe karşı geldi", "ajan provokatör", "casus" gibi suçlamalarla infaz ettirdiğini açıklamıştır. 
PKK'nın kurucu üyelerinden Ali Ömürcan, Lübnan'da Cemil Bayık tarafından sorgulanarak idam edilmiş, PKK'nın III. Kongresi'nde genel sekreter birinci yardımcılığına getirilen Halil Kaya, Öcalan'ın talimatıyla kurşuna dizilmiştir. 
PKK'nın kuruluş aşamasında yer alan Kani Yılmaz (Faysal Dumlayıcı), Öcalan yakalandığında Avrupa'da yer bulamamasının sorumlusu olarak gösterilmiş ve iki PKK teröristice aracına yerleştirilen bomba ile 10 Şubat 2006'da öldürülmüştür. Örgütün kurucu isimlerinden olan ve Erzincan-Tunceli sorumluluğu yapan Yıldırım Merkit, ajan-işbirlikçi ilan edilmiş ve Romanya'da uğradığı silahlı saldırı sonucu öldürülmüştür. PKK'nın kurucularından olan Ordulu Haki Karer'in zaman zaman öne çıkması Öcalan'ı rahatsız etmiş ve Karer, 18 Mayıs 1977'de, Gaziantep'te bir kahvehanede şüpheli bir şekilde vurulmuştur. PKK Avrupa Sorumlusu Çetin Güngör, örgütün kongresinde yöneticilerin faaliyetlerini eleştirmiş ve ajan olduğu gerekçesiyle 1984'te Stockholm'de öldürülmüştür. 12 Eylül darbesinde yakalanıp 11 yıl Diyarbakır Cezaevi'nde kaldıktan sonra tahliye olan Ali Rıza kod adlı Mehmet Çimen, Almanya'da üst kademeyle görüş ayrılığına düşmüş ve Suriye'ye çağırılmıştır. Örgüt kararıyla banyo küvetinde üzerine asit dökülerek infaz edilmiştir.
PKK, 12 Eylül öncesinde sosyalist Kürt örgütlerinin militanlarını da öldürmüştür. PKK böylece yine Kürtlerden oluşan Özgürlük Yolu, Tekoşin, TKP, Beş Parçacı Grubu, KUK, Halkın Kurtuluşu, Halkın Birliği, Halkın Yolu, TİKP-Aydınlık, TİKKO, Dev-Yol, Kurtuluş Hareketi gibi tüm örgüt yapılanmalarını katliamlarla yok etmiştir.
PKK üyeliğinden 10 yıl cezaevinde kalan Aytekin Yılmaz, örgüt içi infazları anlattığı Yoldaşını Öldürmek adlı kitabında, bu cinayetlerin PKK mensupları tarafından halay çekilerek kutlandığını anlatmıştır. Yılmaz, "Ben iki olayda halay çekildiğini gördüm. Biri 1990'lı yıllarda gerillalar (PKK mensupları) karakol basıp 20-30 askeri öldürdüğündeydi. Bana korkunç gelirdi. İkinci halay da yoldaşlarını öldürdükten sonra çekilen halaydı. Bir de üstüne koğuşlara tatlı dağıtırlardı. Öldürdükleri insan dün arkadaşlarıyken bunu yaptılar! İnanabiliyor musun bunlara?" 111 diyerek PKK'nın nasıl vahşi bir oluşum olduğunu dile getirmiştir.
İsmail Beşikçi ise PKK tarafından iç infazlarda öldürülen insanların ve yakınlarının durumunu şöyle anlatır:
PKK içinde, Mehmet Şener gibi yüzlerce infaz var... Oğulları, kızları kendi arkadaşları tarafından, PKK tarafından infaz edilenler ise bir sessizliğe gömülmüş, hayattan tamamen kopmuşlardır. Bu aileler için başvurulacak bir makam yoktur... 112
10 Kasım 2014'te Cizre'de sokak ortasında vurulan Abdullah Budak'ın öldürülmesini, PKK'nın gençlik ve sözde asayiş birimi üstlenmiştir. Terör örgütü bu infazı ajanlık suçlamasıyla yaptıklarını belirtmiştir. İşte bu infaz gibi on binlerce cinayet işleyen terör örgütü bölgeyi kana bulamaktadır. Bu infazlar sürekli devam etmekte, bölgede her gün bu vahşet Kürt halkına yaşatılmaktadır.
PKK, Öcalan'ın vahşet politikalarına karşı çıkan Mehmet Turan, Murat Bayraklı, Abdullah Kumral, Dilaver Yıldırım, Avukat Mahmut Bilgili, Mehmet Çimen, Resul Altınok, Sakine Cansız gibi birçok Kürd'ü de katletmiştir. 
Açıkça görülebildiği gibi PKK'nın elindeki silah, kendi militanlarına da çevrilmiş durumdadır. Pek çok militan, bu korkunç baskının esiri konumundadır. Bu durum, PKK'nın asla silahtan vazgeçmeyeceğinin de bir başka delilidir. PKK silahı bıraktığı takdirde Türk Devletine karşı tüm kozlarını kaybettiği gibi, kendi militanlarını da kaybedeceğini çok iyi bilmektedir.

KİTABIN 6. BÖLÜM 

TÜRKİYE NE YAPMALI?

Kitabın şimdiye kadarki bölümlerinde verilen deliller ve açıklamalardan, Türkiye'nin PKK belasıyla farklı açılardan ciddi şekilde sarılmış olduğu, KCK'nın bir virüs gibi ülke içinde yapılanmış olduğu açıkça görülebilmektedir. Bu yapılanma ile PKK'nın ülkeyi içten içe fethetmek üzere olduğu ortaya çıkmakta ve bu yapılanma çeşitli sebeplerle Batı'dan destek almaktadır. Dolayısıyla şu an, sinsi ve kahpe terör örgütü PKK, her zamankinden daha farklı yöntemlerle ülkeyi kuşatma altına alıyor görünümü sergilemektedir. Bunu yaparken de ülkeyi savaş alanına çevirmeye çalışmaktadırlar. Fakat bunlar olurken, bir kısım aydınlarımız, yazarlarımız, politikacı veya bürokratlarımız, PKK'nın eylemlerine ve pervasızlığına ses çıkarmamış, hatta bir kısmı şaşılacak şekilde katil gerillaları temize çıkarma operasyonuna girişmişlerdir. Ancak PKK'nın her gün ısrarla devam eden kahpece eylemleri karşısında onların da bir kısmı PKK'nın gerçek yüzünü anlamış, PKK aleyhine dönmüş durumdadır. 
Ülkemizin özellikle Güneydoğusu bu kadar kapsamlı kuşatma altına alınmışken bu kişilerin söz konusu tavırları da halkımız nezdinde bir rehavet oluşturmuş, tehlikenin kapsamı tam olarak anlaşılamamamıştır. Büyük bir kesim tarafından ülkemizin karşı karşıya olduğu tehlikeye bir isim konulamamakta, nasıl çözüm alınacağı bilinmemektedir. Söz konusu tehlikeyi bertaraf edebilmek için yapılması gereken en önemli şey, önce tehlikenin tarifini yapabilmek ve buna uygun bir tedavi belirlemektir. İkinci önemli unsur ise, bu tedaviyi yaparken tüm siyasi partilerimiz ve Türkü, Kürdü, Lazı, Abazası, Romanı, Çerkezi, Ermenisi, Rumu, Müslümanı, Hristiyanı, Musevisi hatta ateisti ile tüm halkımız olarak topyekûn olarak hareket etmemizdir. Aramızdaki bölünmelerin ve anlaşmazlıkların, komünist terör örgütlerini her zamankinden daha fazla güçlendireceği unutulmamalıdır. 
Karşı karşıya bulunduğumuz tehlikeye karşı alınması gereken önlemler aşağıda, kısa vadeli ve uzun vadeli tedbirler olarak maddeler halinde belirtilmiştir. 

Önemli hatırlatma 

Türkiye, oldukça stratejik bir coğrafyada, çatışmaların ortasında ve komünizm tarafından tehdit altında bulunan bir devlet olarak kuşkusuz ki güçlü bir orduya sahip olmak mecburiyetindedir. Bunun gerekliliği, bir sonraki başlık altında da detaylı olarak anlatılacaktır. Fakat bir ordunun veya silahların var olması, hiçbir zaman adam öldürmek için hazırlık yapmak anlamına gelmeyeceği gibi mühimmat ve askerin mutlaka kullanılacağı anlamına da gelmemektedir. İnsanları yanlış yapmaya sürükleyen, onları tuzağa düşüren sebepler yanlış ideoloji ve fikirlerdir. Dolayısıyla yanlış fikre sahip insanları öldürmeyi hedefleyen hastalıklı ve ürkütücü anlayış, korkunç bir barbarlıktır ve çok daha önemlisi haramdır. Şu anda Ortadoğu'yu bir korku ve savaş ortamına sürüklemiş olan da işte bu korkunç zihniyetin sonucudur. Yanlış fikirleri ortadan kaldırmanın çözümü daha fazla insan öldürmek değil, bu fikirlere sahip insanlara doğru eğitim vermektir. 
Dolayısıyla hangi din, hangi görüş, hangi ırk ve milletten olursa olsun bir insanın öldürülmesi daima karşı olduğumuz ve tüm gücümüzle mücadele ettiğimiz bir zihniyettir. Caydırıcılık unsurlarını tartışırken bu önemli gerçeğin mutlaka hatırda tutulması gerekmektedir. Caydırıcılık başkadır, savaş ve adam öldürme başkadır. Kuran'da Allah caydırıcı davranmayı teşvik etmiş, fakat saldırganlığı yasaklamıştır. 

1. Devletin Caydırıcı yönü hissettirilmelidir

Kuran'da Rabbimiz şöyle buyurmaktadır: 

Onlara karşı gücünüzün yettiği kadar kuvvet ve besili atlar hazırlayın. Bununla, Allah'ın düşmanı ve sizin düşmanınızı ve bunların dışında sizin bilmeyip Allah'ın bildiği diğer (düşmanları) korkutup-caydırasınız. Allah yolunda her ne infak ederseniz, size 'eksiksiz olarak ödenir' ve siz haksızlığa uğratılmazsınız. (Enfal Suresi, 60)
Ayette Cenab-ı Allah, bildiğimiz veya bilmediğimiz tüm düşmanlara karşı "bir caydırıcılık unsuru olarak" askeri hazırlık yapılmasını öğütlemektedir. Ayetten açıkça anlaşılabileceği şekilde bu askeri hazırlık, düşmanlık yapan veya bunun hazırlığında olanlara korku salmakta ve onların güçlerini kırmaktadır. Söz konusu tedbirler neticesinde saldırganlar, planladıkları ataklardan caymak zorunda kalmakta, etkisizleşmektedirler. Dolayısıyla askeri anlamda güçlenip kuvvet toplama ve bu konuda hazırlık yapma, tehlikeleri sindirmek için Müslümanların başvurması gereken önemli bir yoldur, gereklidir. 
Güneydoğu'da oluşan ve PKK'nın şehir içlerinde güçlenmesine olanak veren vahim duruma karşı bölge halkı, Devletimizin kendisini daha fazla hissettirmesini ve bunun için de çok acele edilmesini sıklıkla dile getirmektedir. PKK, kahpece eylemlerine göz göre göre devam etmekte, askerimize, polisimize sokak ortasında pusu kurmakta, kalleş yöntemlerini arsızca sürdürmektedir. Bu sinsi tuzakları, sokaklarda KCK mahkemelerinin çadırlarını gören, YPG sözde asayiş birimlerinin her fırsatta devrede olduğuna şahit olan, sıklıkla PKK tarafından tehdit edilen, haraca tabi tutulan halkımız; Devletimizi ve askerimizi daha güçlü şekilde bölgede görmek istemektedir. Aksi takdirde şüpheye düşmekte, korunamayacaklarına inanmakta ve mecburen bölgede güçlü gördükleri KCK'nın dediklerini yapmakta, destekçisi gibi gözükmektedirler. Tehdit o kadar büyüktür ki, bu insanlarımız PKK'ya karşı mücadele ettikleri surette Devletin kendilerini koruyup korumayacağı konusunda şüpheye düşebilmektedirler. 
Bu durumun ortadan kaldırılabilmesi için caydırıcı unsurların devreye sokulması gerekmektedir. Caydırıcılığın başlıca şartı kuşkusuz ki silah ve güçlü bir ordudur. Ordumuzun güçlü ve ihtişamlı bir şekilde özellikle Güneydoğu illerimizde sıklıkla kendisini göstermesi elzemdir. Ordumuz daha kapsamlı, menzili yüksek olan silahlarla donatılmalı, mühimmat bakımından güçlendirilmeli ve askerlerimiz mutlaka toplu halde dolaşmalıdırlar. Geniş yetkili polisimizin yanı sıra bölgede özel harekat birimlerinin sürekli olarak bulunması şarttır. Etrafta umarsızca asılmış PKK paçavralarına izin verilmemesi, kurulan çadırların hemen yıkılması, provokasyonlara göz açtırılmaması hayatidir. Yolların kesilmesi, tırların yakılması gibi kalleşçe eylemlerin en sert tedbirlerle önüne geçilmelidir. Tehdit mektuplarının kaynağı hemen tespit edilmeli ve ilgili kişiler hızlı bir şekilde gözaltına alınmalıdır. PKK, azgınlaşmaya teşebbüs ettiğinde karşısında özel eğitimli, gerilla savaşını yakından tanıyan ve geniş yetkili özel harekat birimlerini mutlaka görmelidir. Bu birimler, sayıca oldukça fazla askerlerden oluşmalı, küçük bir kasabaya dahi büyük birlikler gönderilmelidir. PKK'nın azgınlaştığı ve şehit haberlerinin arttığı şu günlerde ise yapılması gereken seferberlik ilan edip, kısa süre içinde 4 milyon askeri toplayıp, PKK ile ilgili sorunları bir veya birkaç gün içinde bitirmektir. 
Güneydoğu illerimizin merkezlerinde ve caddelerinde söz konusu özel harekat birimlerinin Allah-u Ekber nidalarıyla yürüyüş yapmaları, ellerindeki mühimmatları PKK'ya tanıtacak şekilde bir resmi geçiş düzenlemeleri tedirgin kalpleri teskin edecektir. Tekrar hatırlatalım bu silahlar saldırı ve öldürme amaçlı değil, sadece caydırma amaçlı sergilenecektir. 
Kalekolların yapımına devam edilmelidir. Özellikle son dönemlerde PKK'nın gözü dönmüşçesine askerimize ve polisimize yönelik saldırıları, pervasızca gerçekleştirilen sokak çatışmaları, askerimize ve polisimize kurulan hain pusular bile kalekolların yapımının devam etmesi için yeterli bir sebeptir. Zaten hali hazırda savaşın devam ettiği Suriye ve Irak sınırımız itibariyle de Güneydoğu bölgemiz riskli bir coğrafyanın içindedir; kalekol yapımlarının sürmesi bu bakımdan da büyük önem taşımaktadır. Kalekolların sayısı artarken kalitesi de artmalı, bu birimler birer güvenlik noktası özelliğini taşırken aynı zamanda sağlık, eğitim, sosyal aktiviteler gibi hususlarda da bölge halkına katkı sağlayacak yaşam alanlarına dönüştürülmelidir. Bölgenin en iyi ve en kapsamlı şekilde gözetlenebilmesi için MOBESE sistemlerinin çok profesyonel hale getirilmesi şarttır.
"Düz ovada gerilla savaşı yapan IŞİD'e yenildiğini”113 itiraf eden Cemil Bayık hatırlanacağı gibi Die Zeit gazetesine ise,“Türkiye artık düzenli orduyla bize karşı bir savaş yürütemez”114 demiştir. Kendilerinin de yaptığı gibi enseden vuran kahpece saldırılara karşı çaresiz olduğunu açıkça dile getirirken, Türkiye'yi de –sırf kahpece bir gerilla mücadelesi yapmadığı için- kendince güçsüz görmektedir. Bunun için uzun menzilli füze üretiminin veya alımının hızlandırılması ve söz konusu füzelerin özellikle riskli bölgelere, hatta doğrudan Kandil'e doğru konuşlandırılması gerekmektedir. Füze kuşkusuz ki tank, tüfek, top, hatta uçak gibi tüm diğer savunma silahları arasında en etkili ve en caydırıcı olandır. Bu sebeple menzili oldukça uzun olan füzelere ağırlık vermek elzemdir. 
Bu noktada İran örneğini hatırlatmak yerinde olacaktır. İran, hatırlanacağı gibi, 2011 yılında PJAK'a (PKK'nın İran kolu) yönelik olarak ani bir operasyon başlatmıştır. Söz konusu operasyon sırasında İran içlerine girmiş olan PKK militanları geri çevrilmekle kalmamış, İran Devrim Muhafızları Kandil dağına kadar militanları kovalamış, PKK'ya ait bir kampı tümüyle ele geçirmiş ve kamplara yönelik kapsamlı bir operasyona başlamak üzereyken PKK'ya geri çekilmeleri için süre vermiştir. Irak'taki Peşmergeler de sınırları koruma altına almaları konusunda uyarılmıştır. O dönemde PJAK, şiddetli korku sebebiyle, İran Devrim Muhafızları'nın verdiği süreden çok önce geri çekilmiş ve "tek taraflı" ateşkes ilan etmek mecburiyetinde kalmıştır. İran'dan ise bu tek taraflı ateşkese uymasını "rica etmiştir". Karayılan'ın o dönemdeki açıklamaları, İran yönteminin PKK'nın üzerinde nasıl bir deprem etkisi yarattığını açıkça göstermektedir: 
...Kandil alanında ve yine daha değişik alanlarda artık sınır üzerinde PJAK gerillaları olmayacaktır. Bu, İran'ı yeni bir saldırıya tahrik etmemek için tek taraflı olarak alınmış bir tedbirdir ve umarım İran tarafından da dikkate alınacaktır. Gelinen aşamada İran ile çatışma durumu çok kritik bir noktaya gelip dayanmış bulunmaktadır. Çünkü bu aşamadan sonra İran tekrar saldırılarını başlatırsa, artık sadece PJAK değil, biz de PKK olarak devreye girmek durumunda kalacağız... Oysa biz PKK olarak İran'a karşı herhangi bir savaş ilan etmedik. İran İslam Cumhuriyeti'ne karşı savaşmak da istemiyoruz.
Karayılan'ın İran'la savaşa karşı bu isteksizliği, İran'ın elindeki silahlar ve güçlü ordusu nedeniyle korku duyması ve yenileceğinden emin olmasındandır. Karayılan'ın yana yakıla yaptığı açıklamalar da bunu teyit eder niteliktedir: 
İran, PJAK şahsında ifadelendirdiği bu saldırısıyla tüm Kandil'i işgal etmek istemektedir... Tankını, topunu, modern bütün silahlarını, değil sadece Kandil'i, Hewler'i ve daha da ötesini vurabilecek füzelerini, roketatarlarını ve bütün tekniği ile 30 bin askerini Kandil'in karşısına konumlandırmıştır.115
Burada şunu hatırlatmak gerekir: İran'ın şiddet, saldırı, idam gibi uygulamaları hiçbir şekilde tasvip edebileceğimiz yöntemler değildir. Fakat caydırıcılık ve güç gösterisi bakımından İran örneğinin dikkate alınması önemlidir. Karayılan'ın açıklamalarından da anlaşılabileceği gibi sınıra dizilmiş olan İran füzeleri, roketatarları ve İran askeri PKK üzerinde çok ciddi bir panik meydana getirmiş; PKK adeta kendi parçası olan PJAK'la alakası olmadığını iddia eder bir aşamaya gelmiştir. 
PKK açıkça İran'dan af dilemekte, mecburen aldıkları ateşkes kararına İran'ın da uyması için yalvarmaktadır. Bütün bunlar İran'ın güç gösterisinin bir sonucudur. Türkiye'nin de elinde oldukça güçlü bir ordusu ve imkanı olduğu açıktır. İran'ın anti-demokratik uygulamalarını değil, fakat caydırıcı vasfını bu konuda uygulamaya geçirmesi, hatta PKK ile mücadele konusunda İran ile işbirliği yapılması faydalı olacaktır. İlerleyen satırlarda bu konunun üzerinde durulacaktır. 

2. Koruculuk sistemi Güçlendirilmelidir

Koruculuk sistemi, geçmişten beri PKK'ya Güneydoğu'da en büyük darbeleri vurmuş, en sağlam savunma mekanizmalarının başında gelir. Güneydoğu'nun güzel Kürt halkı, Kürt milliyetçiliğini kullanarak ortaya çıkmış komünist terör örgütüne, yıllarca canları pahasına hiçbir şekilde geçit vermemişlerdir. Ergenekon terör örgütünün bölgede korkunç zulümler gerçekleştirdiği dönemlerde bile –bu konuya ilerleyen satırlarda değinilecektir– yılmamışlar; Allah korkuları, imanları, vatan ve millet sevgilerinden güç alarak canlarını siper etmişlerdir. Güneydoğu'nun pek çok beldesi ve köyü, bu isimsiz kahramanlarımızın cesur ve yürekli mücadeleleri nedeniyle asla PKK yuvası haline gelememiş, bu bölgelerin pek çoğuna PKK hiçbir şekilde adım atamamıştır. PKK militanlarına karşı vatanına bağlı 70 bin köy korucusu görev yapmıştır. Bu uğurda pek çok korucumuz şehit olmuş, kahpe PKK tarafından aileleri dahi hedef alınmış, köylerine PKK tarafından baskınlar düzenlenmiştir. Bütün bunlara rağmen köy korucularımız, korkusuzca, yalnızca Allah'a bir can borçları olduğunu bilerek, Allah'a tevekkül ederek vatan için görevlerini yerine getirmiş ve bundan da daima gurur duymuşlardır. 
Dikkat edilirse PKK'nın da tarihi boyunca en zorda kaldığı ve rahatsız olduğu konu köy korucularının varlığı olmuştur. 26 Mart 1985 tarihinde 422 sayılı Köy Kanunu'nda yapılan değişiklikle Geçici Köy Koruculuğu uygulamaya konulmuştur. Devlet yanlısı köylülerin korucu olmasından hemen sonra, PKK, kahpe kurşunlarını koruculara yöneltmiş; hatta daha da ileri giderek onların köylerine girip eşlerini, yaşlılarını, çocuklarını katletmiştir. İşte böyledir; PKK, namlusunu kalleşçe sadece savunmasız askere veya korucuya değil, mazlum kadına, çocuğa, yaşlıya dahi uzatan, kundakta bebeklerin bulunduğu evleri ateşe veren kalleş bir terör örgütüdür. Nitekim Öcalan birçok talimatında köy korucularını ve ailelerini hedefleyerek şu emri vermiştir: 
Köy, kişi, aile olarak onları ablukaya almalıyız. Böyle özel bir intikam havasıyla onlara yaklaşmak gerekiyor. Göz ardı edemeyiz, sindirmek şart.116
Ümit Özdağ'ın bu konuda kitabında verdiği rakamlar oldukça ürkütücüdür: 
PKK'nın devrimci şiddetinin sınır tanımadığı bu süreçte 243'ü bebek ve çocuk, 172'si de kadın ve çocuk olmak üzere toplam 799 sivil katledildi. Süreç sonunda korucular toplam 1614 şehit verdiler. Gazi olan korucu sayısı ise 1856'yı buldu.117
PKK'nın "Kürtlük" propagandası, Kürt milliyetçiliğini kullanarak insanları manipüle etmeye çalışması da koruculuk gerçeği ile tümüyle geçersiz kılınmaktadır. Korucularımızın büyük bir kısmı Kürt ve Zaza kökenlidir. Geçici Köy Korucu Dernekleri ve Şehit Aileleri Federasyonu Genel Koordinatörü Ata Altın'ın ifade ettiği gibi, aileleriyle birlikte 1 milyonluk bir kitleye karşılık gelen köy korucuları "Kürt kökenlidir, Kürtçeyi konuşmaktadır, Kürt kültürünü yaşamaktadır; fakat terör ve bölünme istememektedirler.”118
Ergani Kortaş Köyü Korucubaşı Adem Çakmak ise şu güzel açıklamaları yapmaktadır: 
Bizler devlet yanlısıyız. Ergani'de 2 yıl önce ilk ben silah aldım. PKK'ya o zaman da karşıydık, şimdi de karşıyız. Buralar elden gitmesin diye silah aldık. Çapulcular eline silahı alıp buraları 'Kürdistan' ilan edemez. Bunu kabul etmiyoruz, bu arada aslımızı da inkar etmiyoruz. Biz de Kürtüz ama bölücü değiliz.119
Tarih boyunca bütün silah bırakma şartnamelerinde PKK, ilk şart olarak köy korucularının devre dışı bırakılması maddesini dayatmış ve bunun acilen uygulanmasını istemiştir. Hatırlanacağı gibi çözüm süreci kapsamında yine silah bırakma bahanesiyle PKK tarafından 10 maddelik bir şartname dayatılmış, bu 10 madde içinde "Çözüm sürecinin sosyo-ekonomik boyutları" başlığı altında özellikle korucular hedef alınmıştır. Bu maddeye göre "başta koruculuk sistemi ve boşaltılan köyler sorunu olmak üzere yaklaşık 30 yıldır süregelen çatışma ortamının yarattığı tüm sosyo-ekonomik sorunların giderilmesi" istenmiştir. Bu şart tekrar göstermektedir ki, koruculuk, PKK'nın oldukça zayıf noktası, bir yürek acısıdır.
Hal böyleyken köy korucuları konusu Devletimiz tarafından daha ciddi şekilde ele alınmalıdır. Köy korucu sistemleri çok daha ciddi şekilde güçlendirilmeli, korucularımızın sayısı iki katına çıkarılmalı ve Devletimizin daha fazla koruması ve desteği altına alınmalıdır. Bu konuda hükümetimiz tarafından hali hazırda çalışmalar yapıldığı bilinmekte ve bu çabalar bizleri sevindirmektedir. Köy korucularına güçlü silahlar verilmeli, bu silahları gittikleri her yerde taşımalarına olanak sağlayacak kanunlar çıkarılmalıdır. Maaşları tekrar düzenlenmeli, maaşlarda iyileştirme yapılmalı, aileleriyle birlikte rahat edecekleri ve güvende olacakları bir ortam sağlanmalıdır. Geçici köy korucularının sigorta kapsamında olmamaları büyük bir sorundur; bu sorunun hemen bertaraf edilmesi ve gerekli sigorta işlemlerinin mutlaka yaptırılması gerekmektedir. Bu kişiler, canlarını Allah rızası için vatan adına ortaya koymuş kişilerdir, onlara bir zarar geldiğinde hem onların hem de ailelerinin rahat ettirilmesi ve sosyal güvence altında olmaları Devletin sorumluluğunda olmalıdır. Korucularımızın emekliliklerinde ellerinden silahlarının alınmaması elzemdir. Çünkü bilinmektedir ki, PKK bu kişileri bellemekte, onların savunmasız olacakları zamanı beklemektedir. Dolayısıyla emeklilik sonrası bu kişileri savunmasız bırakmak PKK'ya hedef göstermek anlamına gelir. Emekliliklerinin sonrasında da belli bir maaş ile bu kişilerin aileleriyle birlikte rahat etmeleri sağlanmalıdır. 
20 yıldır kolluk kuvvetleriyle birlikte PKK ile mücadelede doğrudan aktif görev almış olan korucularımızla sık sık durum değerlendirilmesi yapılmalı, onların tecrübelerinden ve istihbaratlarından her daim faydalanılmalıdır. Çoğu zaman araziyi bilmeyen askerlerin yanlarına korucuları alarak hareket ettikleri bilinmektedir. Dolayısıyla korucuların her açıdan etkisinin çok yüksek olduğu açıktır. 
Son dönemlerde korucularımıza yöneltilen kaçırma, rehin alma olaylarının sıklaşması, PKK'nın korucu sisteminden tedirginliğinin bir diğer göstergesidir. Ancak bu tip olaylar kimi zaman korucularımızın şehit olmasıyla sonuçlanmakta ve korucularımıza gerekli koruma sağlanamamaktadır. Dahası söz konusu korucularımız tehdit mektuplarıyla uzun süredir PKK'nın gözdağı ve yıldırma taktiklerine maruz kalmaktadır. Söz konusu tehdit mektuplarında "Düşman! Silahını iade et ki, Kürdistan'da yaşama hakkın olsun!” denilmekte, Devletin verdiği silah düşman silahı olarak tanımlanmakta, ülkemizin Güneydoğusuna ise "Kürdistan" adı verilmektedir. Bu pervasızlık devam ederken, Güneydoğu'da yaşananları görmezden gelmek kuşkusuz ki akla ve vicdana aykırıdır. 
Geçici Köy Korucuları Haklarını Koruma ve Yardımlaşma Derneği Başkanının A9 Televizyonu'nda yaptığı şu açıklamalar oldukça önemlidir:
Biz var iken, Devletimiz bize görevde ihtiyaç duyar iken, mücadelemizin başında iken, PKK, nerede bir gölgemizi görse, kaçacak delik arıyordu. PKK diye bir şey yoktu.120
Açıktır ki korucu sistemi, PKK'nın hem korku duyduğu hem de çaresiz kaldığı hayati sistemlerden biridir. Cumhurbaşkanımız'ın bu konuya ehemmiyet verdiği, korucubaşlarıyla yaptığı toplantılar neticesinde açık şekilde görülmektedir. Bu hassasiyeti hükümetimiz mutlaka devam ettirmeli, koruculara Devletin desteğinin her zaman süreceğini hissettirmelidir. 


 8. Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,

***

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder