20 Mayıs 2020 Çarşamba

11 EYLÜL ÜN ABD GÜVENLİK POLİTİKASINA ETKİLERİ. BÖLÜM 3

11 EYLÜL ÜN ABD GÜVENLİK POLİTİKASINA ETKİLERİ. BÖLÜM 3 



   Zira asıl amaç 11 Eylül ile yeni bir düzeni oluşturmak, askeri ve ekonomik yönden güçlü olan ABD’nin bu üstünlüğünü siyasi ranta ulaştırmaktır. Irak’ın seçilmesinin nedenleri ise şer ekseni içinde olmasının yanı sıra Körfez savaşı ile iyice yıpranmış olması ve zengin petrol kaynaklarından yararlanarak olası rakiplere karşı elini güçlendirme isteğidir. Fakat ABD’nin tartışılmaz tek hedefi dünya imparatorluğudur. Irak savaşı Dünyayı ve Ortadoğu’yu yeniden biçimlendirecek sürecin ilk adımı sayılabilir “Afganistan ve Irak’taki savaşlar mükemmel tugaylar kadar uzun süreli olarak bölgede kalacak ve hedef ülkede rejim değişikliği ve ülke inşası kapsamındaki görevlerini de yerine getirecek bir yapılanmaya ihtiyaç olduğunu göstermiştir Irak’ta yürütülen savaşın başarısızlığı üzerine ABD Savunma Bakanlığı hedeflerini yeniden belirlemeye başladı. Söz konusu hedefler öncelikler ve buna uygun kabiliyetler listesi hâline getirildi. Hava, deniz, kara ve ISR (istihbarat, gözetleme, keşif) vasıtalarını entegre edecek müşterek bir harekât konsepti çerçevesinde yeni bir kabiliyet edinim planı geliştirildi. Akıllı ve çabuk cevap veren bir lojistik sistem de dâhil olmak üzere daha hafif, çevik, kolayca intikal edebilir ve kullanılabilir askerî birlikler oluşturulması planlanmaktadır. Kilit liderlik kadrolarına müşterek harekât tecrübesi olan askerler yerleştirilmekte, aktif ve ihtiyat kuvvet oranları yeniden dengelenmektedir.”72

“ABD diğer küresel güç odakları ile de işbirliği içinde olmak istemektedir. NATO ve AB küresel terörizmin kurutulmasında önemli rol oynayabilir. NATO müttefikleri 3 Ekim 2001 tarihinde terörizmle mücadelede şu hususları kabul etmişlerdir: “İstihbarat paylaşımı ve terörizm tehditlerine karşı işbirliği, İttifak üyelerinin terörizm tehditlerine karşı mücadele kabiliyetlerini geliştirmelerine yardımcı olmak, Üyelerin topraklarında güvenliği artırmak için gereken önlemleri almak, NATO’nun güvenlik sorumluluğunda olan alanlarda gereken teçhizatı sağlamak, Hava taşımacılığında güvenliği sağlamak, NATO topraklarındaki askeri üslerde üyelerin gereken faydayı sağlamalarına izin vermek.”73

   Büyük Orta Doğu Projesi ve ABD: “ABD hem Orta Doğudaki enerji kaynaklarına ulaşılabilirliği sağlamak hem de burada bulunan, kendince aykırı ilan ettiği ülkeleri yeni uluslar arası düzene uydurmak amacıyla (Büyük Ortadoğu Projesi çerçevesinde) buralara saldırı düzenlemektedir.”74 11 Eylül sonrası yeni düzeni oluştururken önemli bir parçalardan biri de Ortadoğu’dur. “2007 verilerine göre bilinen petrol rezervleri yaklaşık 740 milyon varil, doğal gaz rezervlerinin de yaklaşık 2500 trilyon metreküp olduğunu gösteren Ortadoğu
bölgesi, zengin enerji kaynakları nedeniyle küresel güçler için vazgeçilmez konumdadır.”75

   Bölgenin zenginliğine rağmen ülkeler az gelişmiş ya da gelişmekte olan ülkelerdir ve bu bağlamda istikrarsızlık söz konusudur. Etnik ve dinsel kökenli çatışmalar, düşük refah seviyesi insan hakları ihlalleri bölgeyi müdahaleye açık hale getirmiştir. “Büyük Ortadoğu Projesi politik platformda ilk defa 1995 yılında Clinton döneminde dile getirildi. Yine aynı dönemde 1997’de muhalefetteki cumhuriyetçilerin İsrail lobisi ile birlikte hazırladıkları “Yeni Bir Amerikan Yüzyılı Projesi’’ adlı raporun “ Büyük Orta Doğu’da Çatışma Kaynakları” başlığında ki bölümünde; ABD’nin bölgedeki çıkarlarının yanı sıra, İsrail’in güvenliği, karşı bir bölgesel gücün çıkışının engellenmesi, petrol bölgelerine ulaşım, bölgede yapılması gereken siyasi ve ekonomik reformlar, bölge istikrarının sağlanması, terörizmin engellenmesi ve kontrol altına alınması gibi konulara yer verilmekteydi.”76 Bush Döneminde de bölgeye demokrasi, insan hakları, kadın hakları alanında yenilikler getirmek bağlamında yer verilmiştir. George W. Bush 6 Kasım 2003 tarihinde BOP’ un Amerika’nın yeni Ortadoğu stratejisi olduğunu ilan etti. “Büyük Ortadoğu Projesi ya da Genişletilmiş Ortadoğu Projesi bir taraftan Irak ve Afganistan’da yaşanılan bu başarısızlığın üstünü kapatmaya çalışan bir girişim, diğer taraftan da güvenlik- demokrasi ilişkisini dünyanın siyasal açıdan en istikrarsız, demokrasi açısından en eksik; ama ekonomi açısından da en emperyalist duygulara en açık bölgesine yerleştirmeye çalışan bir proje”77

“GBOP Ve Avrasya’nın Dönüşümü Projesi ile ABD bölgeye yönelik 4 temel strateji gütmektedir.

1-Enerji kaynakları üzerinde güvenlik denetimi ve kesintisiz erişimin sağlanması
2-Çin ve Rusya’nın baskı altına alınması ve kontrolü
3-Bölgede ABD’nin dünya hâkimiyetini sağlamaya yönelik yeni ve kalıcı askeri üslerin temin edilmesi
4-Bölgenin ABD denetiminde demokratik dönüşümünün sağlanması.”78


   Orta Asya ve ABD: “ABD’nin stratejik çıkarları açısından Orta Asya Bush yönetimi ile birlikte Stratejik Partner kavramı yerine rakip kelimesiyle anılan ekonomik büyümesi son yıllarda yüzde 10’lar civarında seyreden, 2020li yıllarda GSMH’ sının ABD’ye yaklaşacağı tahmin edilen, dünyanın sayılı askeri ve nükleer gücüne sahip en muhtemel küresel rakibi Çin’e komşu bir coğrafyaya nüfuz etme fırsatı vererek ABD merkezli tek kutuplu dünya düzeninin yakın gelecekte sürdürülmesinin önemli bir sacayağının Orta Asya oluşturmaktadır.”79 “ABD, Orta Asya Cumhuriyetlerinin demokratik olmayan ve insan haklarına saygı göstermeyen rejimlerinin zarar görmesi halinde, bunların yerine kurulabilecek
demokratik yönetimlerin büyük ölçüde Orta Asya'da giderek güç kazanan İslamî eğilimleri ve Taliban benzeri grupları iktidara getirebileceğinden endişe duyduğundan, Orta Asya ülkelerinin yönetimlerine karsı herhangi bir yaptırım uygulamaktan kaçınmaktadır. Bunun yanı sıra, otokritik yönetimlerin ABD ile yakın işbirliği içine girmeleri halinde ortak düşman olarak nitelendirilebilecek İslami örgütlere karsı birlikte mücadele edilmesi mümkün olacaktı.”80 Maddi kaygılar insan hakları ihlali kontrollerinin önüne geçmişti. Bölgedeki Radikal İslami grupların küreselleşemeye duydukları tepki ABD için rahatsızlık verici bir durumdu. Zira küreselleşme etrafında şekillenen ABD ulusal güvenlik belgeleri bölgeye müdahaleyi gerekli kılıyordu. ABD bölgede Özbekistan, Kırgızistan ve Tacikistan hava sahalarından yararlanarak El-Kaideye karşı konuşlanmıştır. 
“Yeni muhafazakâr görüsü benimseyenlere göre, ABD'nin küresel hâkimiyetini güçlendirebilmesi ve bunu uzunca bir süre devam ettirebilmesi ancak Afganistan operasyonu öncesine kadar giremediği Orta Asya bölgesine girmesiyle mümkün olabilir. Bu atılım, büyük enerji kaynakları nedeniyle jeopolitik ve jeostratejik önemi 20. yüzyılın basına nazaran artan Orta Asya bölgesini denetleme imkânı
sağlayacak, bu denetim de Mackinder'in "merkez bölge" olarak isimlendirdiği Avrasya coğrafyasında söz sahibi olma imkânını yaratacaktır. Diğer taratanda, Rusya, Çin ve  Hindistan'ın birlikte hareket etme eğilimleri içine girdiği bir dönemde attığı bu adımla ABD, kendisine meydan okuyabilecek bir gücün Asya'da yükselmesini engelleyebilecektir.

Brzezinski daha 1998'de"Avrasya bölgesi ABD için baslıca jeopolitik ödüldür" diyerek, bölgenin ABD açısından önemini vurgulamıştı.”81 ABD uluslararası terörizmle mücadele kapsamında, içlerinde Özbekistan ve Pakistan’ın da bulunduğu dokuz ayrı ülkede, 13 Üs oluşturma kararı almıştır. ABD üs oluşturma girişimlerine ilâve olarak yine uluslararası terörizmle mücadele kapsamında Güney Asya ve Pasifik’te birçok ülke ile ikili iş birliğine girmiştir. Amerika’nın güç bağlamında temel hedefleri Orta Asya ülkelerinin zengin petrol kaynaklarını batılı şirketler aracılığıyla dağıtmak, nükleer gücünü arttıran İran’ı kontrol etmek, Hindistan ve Pakistan gibi yeni güçlere müdahale edebilecek alan sağlama, Çin halk cumhuriyeti ile ilişkilerini geliştirmektir.

2006 Ulusal Güvenlik Stratejisi Belgesi: ABD önleyici saldırı politikasını güvenlik stratejisi içerisinde devam ettirmiştir. ABD için en büyük tehdit olarak İran görülmüş ve nükleer hırslarını bıraktırmak için diplomatik ilişkiler kurulması gereğini vurgulamıştır.

Nükleer ve diğer silahların yayılması konusunda diplomasiye önem verdikleri belirtilse de gerekirse güç kullanımının olabileceği de vurgulanmıştır. 2002 politikalarıyla başarısız olduğunu fark eden ülke söylemini insanlık mücadelesi olarak tekrarlayıp işbirliği yollarını aramıştır zira tek başına kaybetmek istememektedir. Belge Genişletilmiş Ortadoğu Projesine  destek aramaktadır. Ulusal Füze Savunma Sistemi Ve Ortadoğu’da yer alan ve NATO üyesi olmayan ülkelerle de gerekirse işbirliği yoluna gidilmesi açıklanmıştır. Despotik ülkeler 
olarak Kuzey Kore, İran, Suriye, Küba, Belarus, Burma sayılmakta Çin etkin demokrasiler içinde tanımlanmadan askeri şeffaflıktan uzak kuşkulu devlet sayılmaktadır. İşbirliği ülkeleri olarak öncelikle batı yarıküreye yer verilmektedir. Latin Amerika, Afrika Ve Ortadoğu bölgelerine düşmanlık kazandığı için önem vermektedir. NATO’nun etkin demokrasi mücadelesinin etkin ortaklarla verilmesi gerektiğini vurgulanmaktadır. Demokrasi açıkları olan Rusya’ya ise her an öteki olabilecek bir bakış açısı ile bakılmaktadır. 2002 belgesinde olduğu gibi bunda da Türkiye’nin adı geçmemektedir. Hindistan bölgesel güç olarak övülmektedir. 2002 belgesindeki saldırıya uğramış ABD’nin meşru müdafaa durumu ve ona
yapılanın tüm müttefiklerine yapıldığı savından insanlığın geleceği savına geçilmiştir. Bu da Ortadoğu ve Ulusal Füze Savunma sistemini sadece ABD’nin güvenlik alanından çıkarmaktadır. 

Bu belgede ABD süreci tek başına sürdüremeyeceğini kapalı da olsa itiraf etmektedir. Kısaca belge küresel sistemdeki çatışmaları ideolojik, topyekûn bir mücadele olarak değerlendirmektedir. George W. Bush ile beraber kuvvetler ayrılığı sistemi çok fazla zara görmeye başladı. Bush kendinden önceki başkanların olağanüstü dönemlerde aldıkları yürütme ayrıcalığını Anayasanın başkana verdiği doğal (inherent) yetkiler olarak görmekteydi. Ve 11 Eylül sonrasında bu yetkilerini terörle mücadele için kullanmıştır.

“Özgürlüğü temsil eden Amerika ile özgürlükten nefret ettiği varsayılan El Kaide arasındaki ideolojik savaşta Amerika’nın Tanrı tarafından verilen görevi dünya uluslarına terör  ideolojisine alternatif oluşturarak özgürlük getirmektir.”82

Nixonla başladığı iddia edilen emperyal başkanlık sistemi Ronald Reagan ile tekrar yükselişe geçmiş ve başkan Bush ile de 11 Eylülden sonra son aşamasına ulaşmıştır. Bush dönemindeki en önemli problemler ise şunlardı: BM ve uluslararası hukuku önemsememek, sanık haklarını ihlal etmek, yasadışı tutuklamalar, Ebu Garip ve Guantanamoda tutuklulara işkencelerin yapılması ya da yapılabilecek ülkelere gönderilmesi. Bush ve ekibinin İslami radikalizme karşı soğuk savaş diye niteledikleri mücadelelerinde başkan tavrını dini
boyutlarla da belirlemiştir kendisine bu görevin Tanrı tarafından verildiğini belirmiştir. Bu iddianın önemi ise Tanrı tarafından görevlendirilen birinin hata yapmayacağı ve diğer devlet organlarına ihtiyaç duymayacağıdır. Böylece ulusal güvenlik ve dış politika alanında Bush kendisi tek yetkili göstermek için meşruiyet kazanma yollarına da gitmiştir.

11 Eylül 2001 sonrası ABD Savunma Bakanlığı, savunma kurumlarının dönüşümünü amaçlayan altı aşamalı bir stratejiyi uygulama kararı almıştı. 
Bu altı aşama sırası ile; “

1. ABD anavatanı ve yurtdışındaki üslerini korumak. 
2. Uzak tehditler için kuvvet tasarlamak ve takviye etmek. 
3. Tehdit neredeyse oraya odaklanarak düşman sığınaklarını belirlemek. 
4. Enformasyon ağının korunmasını sağlamak. 
5. Daha etkin müşterek operasyonlar için bilgi teknolojisinin kullanılması ve 
6. Uzaya engelsiz çıkışın sağlanması ile uzayla ilgili imkân ve kabiliyetlerin korunması” idi.”83

“Bush döneminde hukuki danışmanlık yapan avukatlar başkanın gücünü artırmak amacıyla Anayasayı yeniden yorumlayarak yeni paradigma adında bir anlayış ortaya attılar.”84 Buna göre başkan başkumandanlık yetkisinden kaynaklanan otoritesi ile kongre ve yargının denetimine tabi olmadan ulusal güvenlik için her türlü eylemi yapabilir. Aynı zamanda üniter yürütme teorisi denilen ve terörle mücadele sınırsız yetkisi olan başkanı yürütme içinde tek yetkili gördüler. Kongrenin başkanın ulusal güvenlikle ilgili konularda bu
kadar yetkili olmasına ses çıkaramamasının nedenleri ise; seçmen ve kongre üyelerinin dış politikadaki bilgisizliği, abartılan tehlikeler yüzünden başkanla işbirliği yapmak zorunda hissedilmesi, kriz dönemleri başkanı destekleme tavrı, ulusal güvenliğin siyasallaşması.

Amerika’nın güvenlik politikasını etkileyen diğer konuda Mesihçi militarizmdir. Buna göre; demokratik olmayan ülkelerle savaş ulusal çıkarlar için gerekli ve iyi görülür.

Emperyal Başkanlık Dönemleri Araçları

G.W Bush dönemi emperyal başkanlığın zirvesidir. Emperyal başkanlık başkanın iç ve dış siyasaette tek taraflı ve gizlilik içinde hareket etmesidir. Bunun iç politikaya yansıma halleri; ulusal güvenlik nedenleri, yürütmeden bilgi saklanması, kongre fonlarının harcanmaması, basının sindirilmesidir. Terimi ilk kez Schkesinger kullanmış ve bu yapının 2. Dünya Savaşı ile başladığını belirtmiştir. Bu yapılanma kuvvetler ayrılığına zarar verir. Bush dönemi iç politika yozlaşırken dış politikada tek taraflılık artmıştır. Masumiyet karinesi, Tabii mahkeme ve sanık hakları ihlalleri örülmüştür.

1-“İmza Beyanları: Yasanın uygulamasını kısıtlamak için başkan tarafından oluşturulan araç. Yasama organının yasa yapma yetkisi gasp edilir. Bush bu aracı en çok kullanan başkan olmuştur. İşkenceyi yasaklayan yasada imza beyanı ile işkence ile ilgili kısım çıkarılmıştır. Zira Bush’a göre terörle mücadelede ülke güvenliği için işkence yapılabilir.

2-İdari Emir: Yasa hükmündeki başkanlık direktifleridir.”85 İç güvenlik bakanlığını kurulması ve Amerikan vatandaşı olmayan terör şüphelilerinin yakalanması idari emirler yoluyla yapılmıştır. Bush 2005 yılında Ulusal Güvenlik Teşkilatına uluslar arası elektronik posta ve telefon görüşmelerinin denetlenmesi emrini de bu düzenleme ile vermiştir.

3-Gizlilik: Amerika’dan yurt dışına yapılan telefon görüşmelerinin dinlenmesi mahkemeden gizli yapılmıştır. Bunu kongrenin 11 Eylülden sonra başkana verdiği güç kullanma ve anayasanın verdiği başkumandanlık yetkisine dayandırmıştır.

Bush işkence yapma hakkının olduğunu ve Cenevre Sözleşmesini uygulamayacağını açıkça belirten ilk başkandır. Bunu da ülkeyi terörden kurtarmak amacıyla yapacağını belirtmiştir.

2007 yılında Bush yönetiminin baskısıyla kongre ‘dış istihbarat takip yasasını’ değiştirip mahkeme kararı olmadan dinleme yapılmasına izin vermiştir. Bu da insan hakları ihlallerinin kongre tarafından göz yumulduğuna örnektir. 

Terörle mücadelede teröre destek veren ülkelerin kaynaklarının dondurulması ve bu türeden eylemlerinin yasaklanması stratejilerin ekonomik boyutunu vurgulamaktadır, Hazine bakanlığı bu alanda yetkilendirilmiştir. 1953’ten bu yana cumhuriyetçiler yasama ve yürütmede etkili olan cumhuriyetçiler başkanın güçlenmesini sağlamıştır.Tüm bunlara karşın kongrenin tepkisiz kalmasının nedenleri ise; Yürütmenin bilgi saklamaları yapması, Cumhuriyetçilerin başkanı
eleştirmemesi, kongrenin dış ve güvenlik politikası hatalarını denetlemedeki etkisinin azalması ve kurumsal kimliğinin kaybolmaya başlaması gösterilebilir.

ABD’de Yeni Reformlar

1-Patriot (Yurttaşlık)Yasası, “Terörle mücadele anlayışında yaşanan adli ve idari anlayışın değiştiğinin en bariz göstergelerinden birisidir.”86 Amerika’yı Terörizmi Önlemek Ve Engellemek İçin Gerekli Uygun Araçları Sağlayarak Güçlendirme Ve Birleştirme Yasasının kısaltılmış adıdır. Ülke içinde geniş haber toplamak için FBI’ı görevlendirmiştir. Yasa terörle mücadelede arama ve el koymalara, dinlemelere yapılacak sınırlandırmaları azaltmaktadır.

Yeni yasayla beraber UGT mahkeme izni olmadan dinleme süresini üçten kırk beşe çıkarmıştır. Yönetim terörle mücadele bağlamında yakalanan esirlere illegal düşman savaşçısı tanımlamasını yapıp Başkanın yetkileri altına vermiştir.

2-İç Güvenlik Örgütü: 2003 yılında faaliyetine başlamıştır. Sınır içinde terörist saldırılarını önlemek, ülkeyi terör saldırılarına kapalı hale getirmek, verilen zararları düşürmek gibi hedefleri vardır.

3-İstihbarat Reformu Ve Terörizmi Engelleme Kanunu: 

   Bu yasayla tüm istihbarat kurumlarının organize edecek yeni Ulusal İstihbarat Müdürlüğü oluşturulmuştur. 
Amaç istihbarat örgütleri arasındaki iletişimi sağlamak ve 11 Eylül saldırıları gibi terörist saldırılarını engellemekti.

   Guantanamo ABD toprağı görülmediği için federal mahkeme yetkilerinin uygulanmadığı bir alanken deniz üssü Amerikan üssü olduğundan uluslararası antlaşma hükümleri de geçerli görülmemektedir. Böylece esirler hiçbir sınırlama olmadan sorgulanacaktı. Bush’un gerekçesi yine terörle dünya çapındaki mücadelesi idi. Bush ayrıca sorgulamaları askeri komisyonlarla yürütüp kariyer bürokrasisini dikkate almamıştır.

   Memolar yani hukuki mütalaalar işkenceyi meşrulaştırmıştır. Zira 9 Ocak 2002 tarihli bilgi notunda John Yoo ve J. Delahunty Cenevre konvansiyonunun devlet olmayan bu nedenle uluslar arası anlaşmalara taraf olmayan El Kaideye uygulanamayacağını belirtir. Ya da 1 Ağustos 2002 tarihinde Jay S. Bybee işkenceyi ancak bir organın işlevini yitirmesi ya da ölüme eşlik eden bir acının şiddetiyle tanımlayabileceklerini belirtmesi de meşruluk araçlarındandır. El Kaide ile Saddam arasındaki bağlantı da Bush yönetimi tarafından Irak ı işgal etmek ve halkı buna hazırlamak içim kurulmuştur.

   Amerika da 11 Eylülden sonra yapılan tüm insan hakları ihlalleri Başkanın başkumandanlıktan kaynaklanan doğal yetkileri olarak gösterilmiştir. Özellikle sanık hakları ihlal edilmiştir. “Gözaltına alınan kişileri özellikle ceza yasasına tabi tutmadılar; çünkü bu durumda gözaltı süresi sınırlıdır. Bu hakkı yok etmek için vatandaş olmayanlar göçmenlik yasasını ihlalden gözetim merkezlerine alındılar ve böylece içeride yıllarca tutulabilmelerinin yolu açıldı. Daha sonra “Özel Kayıt Yasası” adı altında 25 ülkeden —tabii çoğunluk Arap ülkesi— erkeklere (bu yasa havaalanlarında kadınlara da uygulanabiliyor) yaşadıkları Amerikan şehirlerin deki göçmen bürolarına gidip kayıt olmaları şartı getirildi. Kayıt sürecinde konu hakkında hazırlıksız ve hayli bilgisiz memurların gazabına uğrayan binlerce kişi yanlışlıkla sınırdışı edildi.”87

OBAMA Dönemi Amerikan Güvenlik Politikası

“ 4 Temmuz 2009 da Obama Kahire konuşmasında, tamamı Bush dönemin ulusal güvenlik stratejileri belgelerinde yer alan yedi temel konuya değinmiştir. Bunlar Afganistan ve Irak’taki durum, Filistin sorunu, başta nükleer olmak üzere kitle imha silahlarının yayılması problemi, demokrasinin dünyaya yayılmasının sağlanması, din özgürlüğünün dünyadaki herkes için korunması, kadın haklarının korunması ve küreselleşmenin ekonomik fırsatlarından yararlanılmasıdır.”88 Küresel ekonominin serbest piyasa ile şekillenmesi noktasında Bush ile aynı fikirde olan Obama farklı olarak ABD’nin çevreye açılması gerektiğini vurgulamış tır. Bush dönemi ulusal güvenlik stratejisinin en önemli konusu olan terörle mücadele konusunda Obama Bush hükümeti ile hem fikirdir. Ancak sadece sert güvenlik önlemleri değil aynı zamanda ekonomik ve refah artırıcı önlemelere de ağırlık verileceğini vurgulamıştır. Bu hedefle Obama Amerika’nın askerlerini Afganistan’da tutmak istemediğinin yanında orada askeri üs de bulundurma niyetinde olmadıklarını, şiddet yanlısı aşırı uçların Afganistan’da daha fazla bulunmadıklarından emin olunduğunda Amerika’nın her bir askerini memnuniyetle geri çekmek istediğini belirtmiştir. Küresel terörle mücadele
devam edecek iken yöntemler değişmiştir. Obama daha çok diyalog ve çok taraflılık yanlısı gözükmektedir. Kitle imha ve nükleer silahların kimseye yarar sağlamayacağını belirten Obama engellenmeleri konusunda Bush ile aynı fikirde olmakla beraber yöntem konusunda daha yumuşaktır. Diğer taraftan Obama Irak’taki bütün kuvvetlerini 2012 yılına kadar geri çekeceklerini belirtmiştir. Obama bilhassa nükleer silah üretimi konusunda çalışmaları nedeniyle Bush hükümeti döneminde sertleşen İran- Amerika ilişkilerini düzeltmek için adım
atmaya hazır olduğunu bildirmiştir.

ABD 2001’den bu yana Afganistan, Irak ve diğer bölgelerde hegemonyasını tam anlamıyla yerleştirebilmek adına yaptığı askeri operasyonlar için 1,2 trilyon doların üzerinde para harcamıştır. Bu rakam içinde, ABD’nin Ortadoğu ülkelerine savaşa desteklerinden dolayı yaptığı yardımlar, gizli ödenekler, imha edilen askeri araçlar ve hükümetin yaralı askerlere yaptığı sağlık harcamaları yer almamaktadır. Bunlarla birlikte bu rakamın 4,5 trilyon dolara ulaştığı tahmin edilmektedir. Ancak yapılan tüm harcamalara rağmen ABD, Irak ve Afganistan ve diğer Ortadoğu ülkelerindeki askerlerinin ve üstlerinin güvenliğini sağlamayı başaramamıştır. Zira 2001’den bu yana yürütülen operasyonlar neticesinde Irak ve Afganistan’da resmi rakamlara göre 5.881 ABD askeri ölmüştür. ABD’nin Irak ve Afganistan’da gerçekleştirdiği operasyonların yarattığı maliyet, ABD ekonomisinde büyük bir gerilemenin yaşanmasına ve ABD bütçesinin sürekli açık vermeye başlamasına neden olmuştur.89

22 Mayıs 2010’da, West Point Akademi de, ABD Başkanı Barack Obama tarafından çeşitli unsurları açıklanan ulusal güvenlik strateji belgesinde şu husular yer almaktadır: "Radikalleşen şiddetle mücadele, nükleer silahların yayılmasının önlenmesi ve nükleer maddelerin güvenliğinin sağlanması, iklim değişikliği ve sürdürülebilir küresel büyüme, ülkelerin kendi kendilerine yetmeleri için destek verilmesi, çatışmaların önlenmesi ve yaraların sarılmasına yardım edilmesi Obama tarafından öncelikli politikalar olarak sıralanmıştır.90

Obama’nın ilk başkanlık döneminde aldığı sonuçlar şunlar olmuştur:

Birinci dönemin ilk üç yılında Irak’taki asker sayısı aşamalı olarak artırıldı ve askerlerin bir bölümü ancak 2011 Aralık ayında tahliye edildi. Afganistan’da ise hâlâ 60 bine yakın ABD askeri bulunduruluyor. Guantanamo Hapishanesi ise kapatılmadı. Yine de işgal edilmiş ülkelerden çekildi çekilecek bir ABD profili ile, Fransa’nın başı çektiği ama ABD’nin gizliden destek verdiği Libya saldırısı dışında kaydadeğer başka bir sıcak temas yaşanmaması Obama’ya, başka faktörlerin yanısıra ikinci dönem Başkanlık imkânını yaratan etkenler arasındadır. Bu başka faktörlerin arasında öne çıkan ise, 2011’de Arap Dünyasında meydana gelen halk ayaklanmalarının sonrasında gelişen politik atmosferdir.

Arap dünyasındaki beklenmedik gelişmeler, diktatörleri devirmek için ayağa kalkmış halkların, bir rejim değişikliği gündeme gelmese de burjuva demokratik sistemin; seçim, yeni bir anayasanın hazırlanması gibi kimi süreçlerinin işler hale gelmesinin yolunu açan eylemleri; bu eylemlerin sonuçlarını fazla sorun yaşamadan kendi lehine çevirme imkânı bulan Obama’ya ek bir fırsat sağlayabilmişti. ABD ekmek, onur ve hürriyet için ayaklanan ancak politik bir programdan ve gelecek hedefinden yoksun Tunus ve Mısır halkının devirdiği
diktatörlerden sonraki boşluğu, herhangi bir askeri müdahaleye gerek duymaksızın maniple edebilmiş, üstelik bu ayaklanmaları destekler göründüğü için de saldırgan ülke imajının özgürlük yanlısı bir ülkeye dönüşmesi için bu süreci olabildiğince kullanmıştı.91

27 Mayıs 2010 tarihinde yayımlanan Ulusal Güvenlik Strateji Belgesi 52 sayfadan oluşmaktadır. Ve içeriğinde şu hususlar yer almaktadır:

“ABD’nin önündeki savaşlarla mücadele ederken, bunun ötesindeki ufku da görmesi gerektiğini, sınamaların üstesinden gelmek ve daha güçlü ve güvenli bir dünyaya ulaşmak için ABD’nin, ulusal yenilenmeye ve küresel liderliğe ilişkin bir strateji izlemesi gerektiği üzerinde durmuştur. ABD ordusunun ABD’nin güvenliği için bir köşe taşı olduğunu ancak, güvenliğin diğer unsurlarla da tamamlanması gerektiğini belirten Başkan Obama, genç bir yüzyılın yükünün ABD’nin omuzlarına bırakılamayacağını, eski ittifakları güçlendirerek, yeni sınamalarla mücadele için modernleştireceklerini, uluslararası standartları ve kurumları güçlendireceklerini, yeni ve daha derin ortaklıklar tesis edeceklerini kaydetmiş tir. 
Ulusal güvenlik stratejisi, uzun dönemde liderliğin canlandırılmasına odaklanırken, öncelikler konusunda acil eylemleri de kolaylaştırmaktadır

4. CÜ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..,,

***

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder