12 Mayıs 2020 Salı

DİKKAT, KORONAVİRÜS GÜNDEMİNİ DEĞİŞTİRİYORUM..

DİKKAT, KORONAVİRÜS GÜNDEMİNİ DEĞİŞTİRİYORUM..



9 Mayıs 2020 


Felâket başa gelmeden evvel, onu önleyecek ve ona karşı savunulacak gerekleri düşünmek lazımdır. Geldikten sonra dövünmenin faydası yoktur. (Gazi Mustafa Kemal Atatürk – 1920)

DİKKAT, KORONAVİRÜS GÜNDEMİNİ DEĞİŞTİRİYORUM..

– ÇÜNKÜ SU KAYNAKLARIMIZ ALARM VERİYOR

– ÇÜNKÜ, CANLILARA YAŞAM KAYNAĞI OLAN VE HER DAMLASI PAHA BİÇİLEMEZ BİR HAZİNE OLAN SUYUMUZ AZALIYOR.

– SUYUMUZA SAHİP ÇIKMAK İÇİN YENİ BARAJ YAPMAYA DEĞİL, DİPLERİ ALÜVYONLARLA DOLARAK SU HACMİ SIFIRLANAN MEVCUT BARAJLARIMIZIN TEMİZLENMEYE İHTİYACI VARDIR.

– KORONOVİRÜSTEN SONRA ARTACAK SU İHTİYACIMIZ İÇİN SU KAYNAKLARIMIZI KORUMA SEFERBERLİĞİ BAŞLATILMALIDIR.

Dört aya yakın süredir ülke ve dünya gündemini işgal eden koronavirüs salgını haberlerini ikinci plana atarak en az onun kadar önemli olan mevcut su kaynaklarımızın korunması konusunu gündeme taşıyorum. İlgilileri göreve ve halkımızı da yaşamları için temel ihtiyaç maddesi suyun korunması konusunda duyarlı olmaya davet ediyorum.

12 yıldır ülkemin cennet köşesi Edremit/Akçayda yaşıyorum. Kaz Dağları ve Madra Dağları arasında kalan Edremit/Burhaniye ovası bir metre kazınca fışkıran tatlı suları, bölgenin her yanına yayılmış zengin mineralli kaplıca suları ve nihayet denizi ile tam bir su cennetidir.

Birbirine 300 metre mesafede deniz ile buluşan Akçay ve Zeytinli derelerinin kenarında kurulmuş Akçay beldesinde her sokak başında kurulu hayrat çeşmelerinden doya doya buz gibi suları içerken güldür güldür akan derelerin inanılmaz güzelliğini görür ve suya doyarsınız. Ne yazık ki bugün Akçay ve çevresi susuzdur. Aşağıdaki Zeytinli Deresi fotoğrafı Kasım 2019’da çekilmiştir. Sonbahar yağmurları bitmiştir ve derede bir damla su yoktur. Üzerinden kış geçmiş ilkbahar yağmurları yağmış ve bu Mayıs 2020’de bu manzara hiç değişmemiştir.

Aklıma gelen ilk soru şudur. Burası böyle ise susuz bölgeler ne durumdadır? Oysa bizim yaşanan koronavirüs salgınında gördüğümüz gibi önümüzdeki dönemlerde yaşamamız için her zamankinden fazla temiz suya ihtiyacımız vardır.

Öyle ise su kaynaklarımızın en uygun kullanılması için çok dikkatli bir planlamaya ihtiyacımız vardır. Yöneticilerimizin bu konuda ne kadar duyarlı oldukları ve ne yaptıkları hakkında yeterli bilgimiz yoktur.

20’nci asrın stratejik enerji kaynağı petrol ve türevleri idi. Emperyal güçler küreselleşme adı altında dünyanın petrol çıkan bölgelerindeki halkı birbirine kırdırarak bu önemli enerji kaynağının kontrolunu ellerine aldılar. 21’inci asırda ise artan dünya nüfusunu doyuracak, hayvan ve bitki örtüsünü yaşatacak tek ihtiyaç maddesi sudur. Ve kıtalar su kaynakları açısından yeterince zengin değildir. Dünya insanlığı 21’inci yüzyılda kaçınılmaz su savaşlarına hazır olmalıdır.

Günümüzde suya sahip ülkeler stratejik ülke olarak küresel güçlerin ilgi odağına otomatik olarak girmişlerdir. Gizli kapılar ardında su kaynaklarının kontroluna ilişkin operasyon planları hazırlanmaktadır.

Bu genel bilgiden sonra ülkemizin su kaynakları durumunu görelim;

Dünyanın geometrik merkezinde yer alan Ortadoğu dünyanın bilinen petrol rezevlerinin %60’ına sahiptir. Bunun pratikteki anlamı yürüyen her aracın uçan her uçağın ve yüzen her geminin % 60’ı Ortadoğu petrolüne muhtaçtır. İşte bu yüzden Ortadoğu halkları bir asırdır anarşi, kaos ve kargaşadan kurtulamamaktadır.

Ve tüm Petrol zenginliklerine rağmen Tarihi Mezopotamya havzasındaki insanların yaşaması da ancak Türkiye’den gelen Dicle ve Fırat Nehirlerinden taşınan tatlı suya bağlıdır.Yani Ortadoğu’nun yaşam iksiri olan su bizim elimizdedir. Ve bu suyun tek damlası petrolün tek varilinden daha pahalıdır.

Türkiye bölgede en önemli stratejik madde olan suya sahip olan tek ülkedir. Ve bu yüzden küresel güçlerin doğrudan hedefi durumundadır.

Hatırlayalım meşhur GAP planlaması ile Dicle ve Fırat suları tam kontrol altında tutulacak, Güneydoğu Anadolu’nun çorak toprakları 500 milyonu doyuracak sulu tarıma elverişli hale getirilecek ve Türkiye dünyanın tarım mahsulleri ambarı olacaktı. Bunun için yolun yarısına gelinmişti. Sadece 10 Milyar dolara proje tamamlanacaktı. Peki ne oldu ? Küresel güçler PKK canavarını yarattılar ve ülkemizi bu canavarla 40 yıldır süren savaşa soktular. Sonunda ne GAP tamamlandı ve nede sularımızın gerçek hakimiyeti sağlanabildi.

Fakat asıl konumuz GAP değildir. Mevcut barajlarımız ve bu barajlarda biriktirebileceğimiz suların durumudur.

Bilindiği gibi su kaynakları baraj ve göletlerle kontrol altına alınmadığı takdirde boşa akarak denize ulaşıp kaybolurlar. Sadece kenarında piknik yapmaya yarayan manzaralı arazi modellerine dönüşürler. Oysa akan suyun her damlası ülkemizdeki insan, hayvan ve bitki örtüsü için hayati önemi haizdir. Pek çoğu elektrik enerjisi elde etmede de kullanılan ve çevresini sulayarak bereket veren barajlarımızla sularımız kontrol altına alınmaya çalışılmıştır.

Barajlar mevcut akarsuların önüne kalın ve yüksek duvarlar örülerek inşa edilirler. Bu baraj duvarlarının arkasında toplanan suların hacmi çok değişik teknik usullerle ölçülerek bu havzada biriken su miktarı belirlenir. İşte biriken bu suyun hacmi barajda su toplanmaya başladığı andan itibaren giderek azalır. Çünkü akarsular alüvyon taşırlar. Alüvyon, gerek akarsunun aşındırdığı yatağına, gerekse akarsu havzasında yağmur sularının ve heyelanların yatağa bıraktığı topraklardan oluşur. Bu toprak partikülleri doğal olarak bu akarsunun beslediği baraja kadar taşınır ve setin yakınlarında çöker. Bu doğal olayın oluşumunu teknolojik olarak önlemek mümkün değildir. Ama barajın su toplama havzasında yapılacak bazı küçük operasyonlarla alüvyon dolum hızı yavaşlatılabilir.

Uzmanlar arazi yapısına göre baraj ömürlerinin 30-50 yıl arasında olduğunu, elli yıl içinde tamamen alüvyonlarla dolarak baraj gövdesinin su toplama özelliğini kaybettiğini belirtiyorlar.

Nitekim bugüne kadar yapılan teknik çalışmalar hep bu geciktirme işi ile ilgili olmuştur. Henüz hiç kimse biriken faydalı alüvyonları çıkartarak çorak tarım alanlarında faydalı tarım toprağı olarak kullanmayı düşünmemiştir. İşte benim burada vurgulamak istediğim proje bu alüvyonların çıkarılarak barajlarımızdaki su kapasitesinin kısa sürede 2-3 katına çıkarılmasıdır.

Su kaynaklarımızı kontrol altına almak üzere Devlet Su İşleri nezaretinde bugün pek çok baraj yapım halindedir. Her yıl yeni baraj inşaatı yapılmak üzere arazi istimlaki yapılmakta ve bu iş için çok büyük bir bütçe ayrılmaktadır. Bu konuda eski Orman ve Su İşleri Bakanı Veysel Eroğlu, 11 kasım 2017’de AA muhabirine yaptığı açıklamada şunları söylemiştir.

“..Yakın bir gelecekte dünyadaki en önemli sektör gıda güvenliği ve gıda arzı olacaktır. Bu sebeple Türkiye’yi dünyanın gıda üretim ve ihracat merkezi haline getirmek istiyoruz. Yeter ki biz sulama projelerimizi, barajlarımızı, göletlerimizi yapalım. Bu maksatla bir seferberlik başlattık. Ekonomik sulanabilir bütün zirai alanlarımızı suya kavuşturmakta kararlıyız.” Bakan ayrıca şu teknik bilgileri de vermiştir. “ Türkiye’de DSİ tarafından yapımı gerçekleştirilen ve halihazırda işletmede olan 504 adet baraj olup, bunların işletmedeki 203 adeti, büyük çaplı baraj diğerleri ise gölet şeklindedir. 1954-2002 yılları arasında 276 baraj inşa edildi, 2002-2017 yılları arasında ise 451 baraj tamamlandı. Planlama, proje ve inşaat aşamasında bulunan 727 baraj ise 2018-2023 yılları arasında tamamlanacak. Sulama, içme suyu, enerji ve taşkın koruma maksatlı olarak inşa edilen baraj sayımızı 2023 yılında 1454’e yükselterek aziz milletimizin hizmetine sunacağız. Bu sayede 1053 Sayılı Kanun kapsamındaki bütün yerleşim yerlerinin 2040 yılına kadar ihtiyacı olan içme-kullanma ve sanayi suyu temin edilecek. Ekonomik olarak sulanabilir 8,5 milyon hektar alan sulu ziraata kavuşacak. Ayrıca binlerce yerleşim yeri ile milyonlarca dekar arazi taşkın zararlarından korunarak bu barajların bazılarına kurulacak santraller ile yerli ve yenilenebilir enerji üretilecek.”

Ben diyorum ki Türkiye sularının kontrolü için yeni baraja ihtiyacımız yoktur. Çünkü yeteri kadar barajımız vardır. Ama bu barajların gövdeleri alüvyonlarla dolarak su toplama kapasitesi sıfırlanmış ve kullanılamaz hale gelmiştir.
Misal olarak Ankara Çubuk Barajını verebiliriz. Bu baraj; Ankara’nın 11 km kuzeyinde Çubuk Çayı üzerinde 1930-1936 yılları arasında inşa edilmiş içme-kullanma ve sanayi suyu temini ve taşkın kontrolü amaçlı olup Cumhuriyet döneminin ilk barajıdır. Bugün 85 yaşında olan bu baraj görevini başarı ile icra etmiştir. Şimdi sadece Ankara’nın önemli mesire yerlerinden biri olarak işlevini sürdürmektedir. Ve bunun gidi pek çok barajımız mevcuttur.

Sonuç olarak ben iddia ediyorum ki; sorunumuz barajların sayısında değil, barajların geçen yıllar içinde tabanlarının alüvyonla dolarak baraj su toplama hacminin büyük bir kısmının atıl hale gelmesidir. O halde çare yeni yatırımlar yapmak ve büyük paralar ödeyerek yeni barajlar inşa etmek değil, mevcut barajların temizlenerek su hacimlerinin arttırılmasında düğümlenmektedir.

Aslında bu gerçekleştiği takdirde bir taşla iki kuş vurulmuş olacaktır. Çünkü bu alüvyonlar kaliteli tarım için en önemli malzeme olarak kullanılabilecektir.

Kanal İstanbul gibi çok önemli bir projeyi gerçekleştirecek bir malzeme parkına ve bilgi birikimine sahip Türkiye’nin bu alüvyonları çıkararak çorak tarım arazilerini mümbit tarım vahalarına çevirmeleri çok zor olmayacaktır.

İktidara ve muhalefete açık çağrımdır. İşte size mega proje. Sahiplenin .Ve insanlarımızı, hayvanlarımızı, bitki örtümüzü ve vatanımızı koronavirüs sonrası beklenen susuzluk tehlikesinden acilen kurtarın.

Hem paradan hem zamandan kazanacağız. Yeni barajlar yaparak halkın kullanımındaki araziyi israf etmeyeceğiz. Açılacak yeni tarım alanları ile halkımızı en ucuz ve sağlıklı şekilde doyurabileceğiz.

Sesimi duyan olacak mı? Bunu bilemiyorum ama ben ilgilileri uyarmayı bir vatandaş olarak milli görev kabul ediyorum. Bu konuda milletimizi bu seferberliğe katkıda bulunmaya davet ediyorum.


https://kumkale.wordpress.com/2020/05/09/dikkat-koronavirus-gundemini-degistiriyorum/

***

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder