14 Mayıs 2020 Perşembe

BM GÜVENLİK KONSEYİNİN ULUSLARARASI GÜVENLİK SORUNLARININ ÇÖZÜMÜNDE ROLÜ VE BM TEŞKİLATININ GELECEĞİ. BÖLÜM 4


BM GÜVENLİK KONSEYİNİN ULUSLARARASI GÜVENLİK SORUNLARININ
ÇÖZÜMÜNDE ROLÜ VE BM TEŞKİLATININ GELECEĞİ. BÖLÜM 4



REFORM TALEPLERİ VE BM TEŞKİLATININ GELECEĞİ

BM sistemi elbette sadece güvenlik konseyinden ibaret bir yapı değildir. Ancak
teşkilatın en kilit ve en hayati organı konsey olduğundan güvenlik konseyine karşı artan güvensizlik doğrudan bir bütün olarak BM teşkilatının geleceğini tehdit eder hale gelmiştir. Öyle ki insani kalkınma, çevre, sağlık, bilim kültür, çalışma hayatı hatta turizm alanında bugüne kadar dünya çapında başarılı projeler geliştirip uygulayan ve evrensel değerlerin tüm dünyaya yayılmasında büyük katkısı olan BM teşkilatı güvenlik ve barış tesis etme noktasında özellikle 1990 sonrası dönemde başarısız olmaktadır. Bu durum adeta BM teşkilatının elde ettiği bu başarıların sırf güvenlik konseyinin asıl amacını icra edememesi yani uluslararası sisteme barış ve güvenlik getirememesinden dolayı adeta sıfır ile çarpılmasına neden olmaktadır.

Gelinen noktada güvenlik konseyinin dışında artık BM teşkilatının meşruiyeti ve geleceği artık sorgulanır hale gelmiştir. Şimdi üye devletler kendilerine şu soruları sormaktadırlar, Biz BM’yi neden kurduk? ve Bu teşkilat ne işe yarar. Şüphesiz kollektif güvenliği sağlamak için kurulan bu teşkilat güvenlik konseyinde yaşanan tıkanıklık nedeniyle artık bırakın kollektif güvenlik sağlamayı başlı başına kollektif güvenlik sorunlarının çıkmasına veya var olan mevcut güvenlik sorunlarının artmasına neden olmaktadır.

Bu nedenle 1997 yılında dönemin BM Genel Sekreteri olan Kofi Annan, örgütte ilk yapılacak işin kapsamlı ve etkin bir reform süreci olacağı yönünde beyanatlar vermesiyle birçok reform paketi gündeme gelmiştir. Ancak bu reform paketlerinin çoğu ya çok spesifik bir alanı kapsamıştır ya da üye devletler tarafından kabul görmemiştir. Bu bağlamda 6–11 Eylül 2000 tarihinde gerçekleştirilen Birleşmiş Milletler Milenyum Zirvesi, örgüt sistemi konusunda yeni perspektiflerin ortaya konması gerektiğinin altını çizerken bunun yapılmaması durumunda örgütün geleceğine değil mevcudiyetine yönelik büyük tehlikelerin ortaya çıkacağını
vurgulamıştır. Bu kapsamda ilk olarak 8 Eylül 2000 tarihinde BM Genel kurulunda kabul edilen Milenyum Deklarasyonu ile teşkilatın yeniden yapılanmasına yönelik ilk adımın atıldığını söylemek mümkündür. Temel olarak aşağıda yer alan 8 bölüm ve 32 maddeden oluşan söz konusu deklarasyon 189 üye ülkenin liderleri tarafından kabul edilmiştir.92

Değerler ve Prensipler: Özgürlük, Eşitlik, Dayanışma, Hoşgörü, Doğaya Saygı,
Sorumlulukların paylaşılması alt başlıklarını içeriyordu.

Barış, Güvenlik ve Silahsızlanma
Gelişme ve Fakirliğin yok edilmesi
Ortak Çevrenin Korunması
İnsan Hakları, Demokrasi ve İyi Yönetişim
Savunmasızların Korunması
Afrika’nın Özel İhtiyaçları İçin Toplanılması
BM’nin Güçlendirilmesi
Milenyum Zirvesi bağlamında örgütün yeniden yapılanma sürecinde yol haritası şu şekilde çizilmiştir: 

21. yüzyılın ihtiyaçlarına cevap verebilmek için örgütün gerçek anlamda yapısal
reform sürecine girmesi, üye ülkeler arasında öncelikler konusunda net bir görüş birliğinin sağlanması ve günlük işleyişin daha az müdahaleci bir biçimde denetlenmesi gerekmektedir.
Esasında bu zirvede asıl vurgulanan örgütün nüfuzunun gücünden değil, küresel normların oluşturulması ve sürdürülmesinde oynadığı rolden kaynaklandığının altının çizilmesidir.
Dolayısıyla örgütün hem etkin bir işleyiş göstermesi hem de tartışılmaz bir meşruiyete sahip olması için öncelikle Güvenlik Konseyi reformunu gerçekleştirmek ardından da sivil toplum kuruluşları, özel sektör ve vakıflarla ilişkilerini güçlendirmelidir.93

Bu deklerasyonun bir bakıma devamı olarak BM’nin eski genel sekreteri Kofi Annan’nın 2005 yılında yayımladığı ilerleme raporuyla özellikle güvenlik konseyinin mevcut yapısına yönelik reform alternatiflerini sundu iki model içeren planın kapsamı şu şekildeydi.

Model A:

Daimi üyelik için veto yetkileri olmayan 6 yeni üye devlet ile 2 yıllık dönem için seçilecek olan 3 yeni geçici üyenin konseye katılmasını öngörüyordu. Annan’nın bu modeline göre güvenlik konseyinde toplam 24 üye devlet olacak ve bölgesel dağılımları şu şekilde olacaktı.

Bu tablodan da görüleceği gibi bölgelere göre üye devletler güvenlik konseyinde en azından sayısal olarak eşit olarak temsil edilecekti. Ancak yeni katılacak daimi üyelere veto yetkisinin verilmemesi oldukça ilginçtir. Diğer taraftan Model A’da öngörülen sistemle Afrika’dan bir ve Arap Birliği ülkelerinden bir üye olmak üzere 2 devlet ve bunlara ek olarak ta Almanya, Japonya, Brezilya ve Hindistan'ın da yeni daimi üyeler arasında olmasını kapsıyordu.




Tablo 6: Kofi Annan Tarafından Güvenlik Konseyi’nin Yapısını Değiştirmek İçin Önerilen Model A’ya göre Üye Dağılımı 94

 Model B: 

Daimi üyelik için veto yetkileri olmayan 8 yeni üye devlet ile 2 yıllık dönem için 1
yeni üye devletin seçilmesini öngörüyordu. Ancak bu modelin can alıcı noktası veto yetkileri olmayan 8 yeni devletin 4 yıllık dönüşümle seçilmesini öngörüyordu. Annan’nın bu modeline göre güvenlik konseyinde yine Model A’da olduğu gibi toplam 24 üye devlet olacak ve bölgesel dağılımları şu şekilde olacaktı.




Tablo 7: Kofi Annan Tarafından Güvenlik Konseyi’nin Yapısını Değiştirmek İçin Önerilen Model B’ye göre Üye Dağılımı 95

Her iki model de incelendiğinde esasında güvenlik konseyindeki temel mantığın
değişmediğini söylemek mümkündür. Zira her ne kadar daimi üyelik sistemindeki üye sayısı artsa da bu üyelere veto yetkisinin verilmemesi sistemin eski mantıkla devam etmesini sağlayacaktır. Çünkü yine veto yetkisine sahip P–5 üyelerinden biri veto yetkisini kullanarak bir karar tasarısını iptal edebilecektir. Esasında Kofi Annan’nın önerdiği her 2 modelde güvenlik konseyindeki üye dağılımını bölgesel olarak adaletli bir şekle sokmayı amaçlamıştır.

Ayrıca daimi üyelik sistemini de 1. sınıf daimi üyelik (veto yetkisi olan) ve 2. sınıf daimi üyelik diye iki sınıfa ayırmıştır. Annan’ın sunduğu bu öneriler henüz kabul edilmemesine rağmen teşkilatın reform taleplerinin somutlaşması bakımından önemli olmuştur. Söz konusu bu reform taleplerinin de bizzat teşkilatın genel sekreteri tarafından dile getirilmesi bu konuda acil bir şeyler yapılmasının gerekliliğini açıkça ortaya koymaktadır.

Annan’ın hazırladığı bu modellerin dışında güvenlik konseyi yapısı başta olmak üzere diğer konularda dile getirilen ve tartışılan reform taleplerini şu başlıklar altında incelemek mümkündür.

Güvenlik Konseyi’nin Yapısının Değiştirilmesi ile İlgili Reform Talepleri
BM teşkilatını en fazla eleştiriye maruz bırakan durum birçok kez tekrarlandığı gibi güvenlik konseyinin yapısı ve karar alma mekanizması oluşturmaktadır. Bu nedenle teşkilatın öncelikli olarak reform edilmesi gereken organının güvenlik konseyi olduğunu söylemek mümkündür.
Bu konuda özellikle Soğuk Savaşın ardından yapılan eleştirileri ve reform planlarını incelediğimizde reform faaliyetlerinin şu kategorilerde toplandığını söyleyebiliriz.

Güvenlik Konseyindeki Üyelik Sistemi

Daimi üyelerin sahip oldukları veto yetkisi diğer üyelere tanınmadığından güvenlik konseyinin geçici üyeleri bir bakıma formalite icabı görev yapmaktadırlar. Neticede alınan kararlarda sadece kural olan çoğunluğu sağlamak görevleri bulunmaktadır. Ayrıca daimi üyeler bir karar alma durumunda söz konusu geçici üyelerin görüşlerini etkileme kapasiteleri
bulunmaktadır. Bu konuda talep edilen reformlar genel olarak 2 başlıkta özetlenebilir. 
Bunlar:
Daimi Üyelerin Sayısının Arttırılması: 
Bu konuda özellikle G–4 ülkeleri olarak anılan
Almanya, Japonya, Hindistan ve Brezilya’nın dile getirdiği kendilerinin de daimi üye olmalarına yönelik reform talepleri 1993 yılından beri devam etmektedir. BM eski genel sekreteri Kofi Annan’ın 2004 yılında yaptığı önerilerinden sonuç alınamayınca bir arada hareket etmeye karar veren bu 4 ülke, Temmuz 2005'te güvenlik konseyine, 4'ü kendileri, ikisi de Afrika'dan olmak üzere toplam 6 daimi üye ve 4 geçici üye eklenmesini içeren bir karar
tasarısı sundu. Bu tasarı o dönemde İngiltere ve Fransa'dan destek alsa da ABD, Rusya ve Çin'in muhalefetiyle karşılaştı. Söz konusu öneri, ayrıca 191 sandalyeli Genel Kurul’da karara dönüşmek için gerekli üçte ikilik oy çoğunluğunu elde edemedi.96 Bu 4 ülke uzun yıllardan beri daimi üyelik statüsünü kapmak için birbirleriyle yarışmakta ve adeta kulis yapmaktadırlar. Ayrıca G-4’ler hazırladıkları tasarının hemen yürürlüğe girmesi için yeni daimi üyelerin veto hakkına sahip olmayacağını ancak veto konusunun 15 yıl sonra yeniden
gözden geçirmek koşulu ile gündeme getirileceğini vurgulamışlardır. Sonradan yapılan bu değişikliğin daimi üyelerin ve kabul edilecek yeni daimi üyelerin bölgesel rakiplerinin tepkisini hafifletmek üzere yapıldığı açıktır. G–4 grubu güvenlik konseyine temelde iki Afrika, iki Asya, bir Latin Amerika, bir Batı Avrupa ve bir de diğer ülkelerden olmak üzere 6 yeni daimi üye eklenmesini istiyor. Ayrıca grup, mevcut daimi üyelerin veto yetkisinin muhafaza edilmesini, hatta yeni daimi üyelerin de bu hakka sahip olup olmamasının ileriki yıllarda düzenlenecek bir zirveyle kararlaştırılmasını öneriyor.97 Aşağıdaki tablo G–4
ülkeleriyle P-5 ülkelerinin bazı yönlerden hızlı bir karşılaştırmasını içermektedir. Bu tablodan da anlaşılacağı üzere gerek ekonomik gerekse askeri olarak G–4 ülkeleri Hindistan hariç birçok konuda P-5 ülkelerinden bazılarına göre daha iyi durumdadır.




Tablo 8: G–4 ve P–5 Ülkelerinin Bazı Yönlerden Karşılaştırılması98

Üyelik Sisteminde Bölgesel Dağılım Esası: 

Söz konusu G-4 ülkelerinin dışında liderliğini İtalya’nın yaptığı ve bünyesinde Kanada, İspanya, Meksika, Güney Kore, Türkiye, Arjantin, Pakistan ve Malta’nın yer aldığı temeli yine 1995’e dayanan Oydaşma İçin Birlik Grubu (Uniting for Consensus -UfC) bulunmaktadır. Coffee Club olarak ta adlandırılan bu grubun
üye sayısı yaklaşık 50 civarında olup dünyadaki Asya, Afrika, Latin Amerika gibi farklı bölgelerden üyelerin görüşlerini temsil etmektedir. Bu ülkeler temelde güvenlik konseyindeki daimi üye sayısını artırmayı önermemektedir. Bunun yerine geçici üye sayısına 12 ülke daha eklenmesini istiyor. Bu gruba göre, güvenlik konseyine ya daha uzun dönemli yarı-daimi sandalyeler eklenebilir, ya da geçici üyelerin bölgesel temelde yeniden dağılımı söz konusu olabilir. Buna göre Afrika ve Asya’ya 5’er, Latin Amerika’ya dört, Doğu Avrupa’ya bir ya da
iki ve Batı Avrupa-Diğer grubuna ise üç sandalye eklenmelidir.99 Ancak karar alma yönteminde veto yerine çoğunluk esası getirilmesini istiyorlar.

Ancak gerek G-4 grubunun gerekse Oydaşma İçin Birlik Grubu’nun görüşleri daimi üyeler ve BM genel kurulunda yer alan diğer devletlerce kabul edilmemiştir. Söz konusu bu iki grubun görüşlerine getirilen eleştirilerden biri Joseph Nye tarafından şu şekilde ifade edilmektedir.

“Daimi üyelerin sayısının arttırılması karar almayı kolaylaştırmak yerine zorlaştıracaktır. BM kurulurken veto mekanizması büyük güçlerin kavga edip tüm BM sisteminin çökmesini engellemek için oluşturuldu. Elektriklerin gitmesi ve ışığın sönmesi, evin yanmasından iyidir.”100

Veto Mekanizması Değiştirilmeli

Daimi üyelerin sahip olduğu veto yetkisi çok ciddi güvenlik sorunlarında çoğu zaman karar almayı zorlaştırdığından veto kullanımının kaldırılması ya da hiç yoksa kısıtlanması için yöntemlerin geliştirilmesi talep edilmektedir. Özellikle Oydaşma İçin Birlik Grubu tarafından talep edilen bu reform güvenlik konseyini demokratik olmayan ve meşruiyetten yoksun bir organ haline dönüştürmek tedir. 101 Bu bakımdan Dünyadaki yeni koşullar ışığında, gerçek anlamda demokratik, temsil kabiliyetine sahip, etkin ve hesap verebilir bir Güvenlik Konseyi gerekmektedir. Zira son dönemde yapılan eleştirilerde de sıklıkla vurgulandığı gibi Dünya, 5 tane daimi üyenin iki dudağının arasına bırakılamaz.102 Bunun içinde güvenlik konseyinin veto mekanizmasında acil reform yapılması kaçınılmaz görünmektedir. Bu konuda önerilen reformlardan biri ve belki de en dikkat çekeni güvenlik konseyinde kararların oy çokluğuna
göre alınması yönündedir. Buna göre güvenlik konseyinde kararlar daimi üyelerin vetolarına göre değil toplam 15 üyenin verecekleri oyların çokluğuna göre alınması yönündedir. Bu konuda hali hazırda konseyde yürürlükte olan 9/15 sistemi geçerli olabilir. Bu mekanizma mevcut sistem içinde daimi üyelerin veto yetkilerini kaldırırken daimi üyeliklerine bir zarar vermemektedir. Ayrıca mevcut sistemin tıkanmasını önlemesi bakımından oldukça önemlidir.

Genel Kurul, Güvenlik Konseyi Karşısında Güçlendirilmeli Tüm üyelerin egemen eşit devletler olarak temsil edildiği BM Genel Kurulu yapısı itibariyle güvenlik konseyine göre daha demokratik ve daha adil durumdadır. Ancak Genel kurulda
üyelerin 2/3 çoğunluğuna göre alınan bazı karar tasarıları güvenlik konseyine geldiğinde bu çoğunluk dikkate alınmadan daimi üyelerin çıkarlarına uygun olmadığı zaman kolaylıkla veto edilerek devre dışı kalabilmektedir. Bu bakımdan genel kurulun aldığı kararların en azından bazı konularda dikkate alınması ve örneğin genel kurulda büyük bir çoğunlukla alınan kararların veto kapsamından çıkarılması istenmektedir. Bu durumda en azından uluslararası toplumun taleplerinin karşılanması ve güvenlik konseyine duyulan güvenin artması
sağlanabilir.

Devletler Yerine Bölgesel Organizasyonlar Daimi Üye Olmalı

Güvenlik konseyinde talep edilen reformlardan biride bireysel olarak devletlere daimi üyelik vermek yerine bölgesel organizasyonlar veya bölgesel bloklara daimi üyelik verilmesi yönündedir. Böylesi bir yeniden yapılanma kuşkusuz güvenlik konseyinin mevcut yapısını çok fazla genişletmeden üyelerin temsiliyetini daha yüksek ve daha adil hale getirecektir.

Ancak bu konuda büyük bir engel bulunmaktadır. Çünkü BM Antlaşması teşkilata sadece egemen devletlerin üye olabileceğini ve BM organlarında temsil edilebileceğini belirtmektedir. Bu nedenle örneğin Avrupa Birliği gibi bölgesel bir organizasyonun veya İslam İşbirliği Örgütü gibi siyasal teşkilatların BM’ye üye olamayacağını göstermektedir.

İslam Dünyasının ve Afrika’nın Daimi Üyelik Sisteminde Temsil Sorunu Giderilmeli Güvenlik konseyinde daimi üye olarak bulunan 5 devleti dinsel açıdan incelediğimizde ABD, İngiltere, Fransa ve Rusya Federasyonu’nun Hıristiyanlığın çeşitli mezheplerine mensup olduğu görülecektir. Söz konusu bu ülkeler dünyadaki yaklaşık 2,2 milyar Hıristiyan’ı fazlasıyla temsil etmektedir.103 Bu üyelerden Çin’in ise nüfusunun yaklaşık % 42’sinin ateist olduğu ve % 30’luk kesiminin ise Taoizm inancını benimsediği görülmektedir.104 

   Buradan hareketle güvenlik konseyindeki daimi üyelerin Hıristiyan bir çoğunluğa sahip olduklarını söylemek mümkündür. Daimi üyelerin dinsel açıdan temsil ettiği insan sayısı dikkate alındığında ise yaklaşık 3,5 milyarı bulmaktadır. Bunun dışında semavi dinlerden bir diğeri olan Musevilik’te güvenlik konseyinde temsil edilmemektedir. Ancak başta ABD olmak üzere İngiltere ve Fransa bu dinin yaşadıkları İsrail devletini güvenlik konseyinde fazlasıyla temsil
etmektedirler.

Buna karşılık dünyadaki insanların yaklaşık 1,7 milyarının inandığı İslam dini daimi üyeler içindeki devletler arasında temsil edilmektedir. Bu durum elbette bu dinin mensubu olan insanlar ve devletler tarafından büyük bir eksiklik olarak görülmektedir. Zira güvenlik konseyinde İslam ülkeleriyle ilgili kararlar alındığında bu durum çoğunlukla şüpheyle karşılanmakta ve objektif bulunma
maktadır. Özgürleştirilmeye ve demokratikleştirilmeye çalışılan ve bu konuda uluslararası örgütlerle işbirliği yapması istenen İslam ülkelerinin dünya
siyasetine katkıda bulunabilecek bir aktör haline dönüşmeleri güvenlik konseyinin bu yapısıyla açıkça mümkün görünmemektedir. Bu durumu aşmak için İslam İşbirliği Teşkilatı dışişleri bakanları 2005 yılında yayınladıkları ortak bir bildiri ile güvenlik konseyinde İslam dünyasını temsil edecek daimi üyelik verilmesini talep etmişlerdir.

Benzer şekilde gerek nüfus gerekse coğrafi olarak büyük bir kıta olan Afrika’nın ne yazık ki güvenlik konseyinin daimi üyeleri arasında bu kıtayı temsil eden bir üye devlet bulunmamaktadır. Buna karşılık Avrupa kıtasının ise Rusya’yı dahil edersek güvenlik konseyinde 3 temsilcisi bulunmaktadır. Elbette bu durum Avrupa’nın dünya siyasetinde ne kadar etkili olduğunu ortaya koyarken Afrika’nın da 54 üye devletinin BM genel kurulunda temsil edilmesine rağmen dünya siyasetinde ne kadar etkisiz olduğunu göstermektedir. Diğer taraftan bu durum güvenlik konseyinde daimi üyeler içinde büyük bir temsiliyet sorununu
yaşandığının başka bir göstergesidir.

   Afrika’nın temsiliyeti noktasında yaşanan bir ilginç nokta ise şimdiye kadar bu kıtada yer alan herhangi bir devletin güvenlik konseyinde daimi üyelik için resmi bir adaylık başvurusunun bulunmamasıdır. Buna rağmen devletlerin izledikleri politikalar ve dünya siyasetindeki konumları dikkate alındığında bu kıtadan daimi üyelik için aday olabilecek potansiyel devletler olarak Cezayir, Mısır ve Etiyopya, Nijerya ve Güney Afrika Cumhuriyeti ön plana çıkmaktadır. Örneğin Cezayir şimdiye kadar izlediği tarafsızlık siyasetiyle büyük saygı kazanırken, Etiyopya BM’nin kurucu devletleri arasında yer almaktadır. Diğer taraftan Güney
Afrika Cumhuriyeti kıtanın en büyük ekonomisine sahip ülkesi durumundadır. Nijerya ise Afrika’nın en kalabalık ülkesi olması ve BM’nin Barışı tesis operasyonlarına sağladığı geniş destekle göze çarpmaktadır.

Genel bir değerlendirme yapılacak olursa gerek İslam dünyasının gerekse Afrika kıtasının daimi üyelikte en az birer sandalye ile temsil edilmesi konseyin temsiliyet sorununa bir bakıma çözüm olarak görülebilir. Ancak dinsel bir çoğunluğun daimi üyelik sisteminde temsil hakkı istemesi başka dinsel gruplarında örneğin Hinduların veya Budistlerin de benzer şekilde dinsel temelli bir hak iddia etmelerinin de önünü açacağından şu aşamada pek mümkün
görünmemektedir. Afrika ülkelerinin de çoğunun yaşadığı ekonomik ve siyasi sorunların bu ülkelerin dünya siyasetinde bugüne kadar yeterli düzeyde etkili olamamalarına neden olduğundan kara kıtayı temsilen daimi üyeler arasına seçilmesi yakın gelecekte uzak bir ihtimal olarak görüldüğünü söylememiz mümkündür.

Birleşmiş Milletler Teşkilatın Diğer Organlarına Yönelik Reform Talepleri
BM teşkilatı daha öncede belirtildiği gibi sadece güvenlik konseyinden ibaret bir teşkilat değildir. Bu nedenle teşkilatın diğer organları da çeşitli faaliyetlerde bulunmakta ve kendi görev alanlarıyla ilgili çalışmalar yürütmektedir. Ancak tıpkı güvenlik konseyi gibi diğer organlarının da zaman ayak uyduramadığı veya etkisiz kaldığı yönünde eleştiriler ve bu eleştirilerle birlikte reform talepleri bulunmaktadır. Esasında söz konusu bu reform taleplerine bakıldığında genel olarak BM teşkilatının kurumsal işleyişinde ve karar alma sisteminde sorunlar olduğu görülmektedir. Bu eleştirileri ve reform taleplerini incelediğimizde genel
olarak şu noktaları kapsadığı görülecektir.

   Ekonomik ve Sosyal Konsey (ECOSOC) Fakir Ülkeleri Temsil Etmiyor
Birleşmiş Milletler’in ana organlarından biri olan bu konsey aynı zamanda 14 BM ajansı, işlevsel komisyon ve beş bölgesel komisyonun, ekonomik, sosyal ve ilgili çalışmaların koordinesinden sorumludur. Konsey’in coğrafi dağılım esasına göre 54 üyesi bulunmaktadır.

ECOSOC, Birleşmiş Milletler üye ülkeler sistemine göre ele alınan politika önerileri formüle etmekte ve uluslararası ekonomik ve sosyal konuları tartışmakta merkezi bir forum olarak hizmet vermektedir. Ekonomik ve sosyal konsey herkesin insan haklarına ve temel özgürlüklere etkin bir şekilde saygı göstermesini sağlamak üzere tavsiyelerde bulunabilir.

Yetkisine giren konulara ilişkin olarak, genel kurula sunulmak üzere antlaşma tasarıları hazırlayabilir. Sivil toplum kuruluşları, Birleşmiş Milletler çalışmalarına katılmak için bu konseyden statü almaktadırlar. BM teşkilatının ekonomik ve sosyal konularda yönünü ve politikalarını belirleyen bu organa yapılan eleştiriler genel itibariyle 2 konuda yoğunlaşmaktadır. Bunlar: Ekonomik ve Sosyal Konsey’de de diğer BM organlarında olduğu gibi demokratik süreç eksikliği bulunmakta olup, şeffaflık (tranparency) ve hesap verebilirlik (accountability)  noktasında büyük eksiklikleri bulunmaktadır. Kısaca bu organ şeffaf ve hesap verebilir bir yapıda değildir.

Ekonomik ve Sosyal Konsey zengin ülkelerin çıkarlarına hizmet etmektedir. Bu konseyde üye olarak yer alan ABD, İngiltere, Fransa Almanya ve Japonya gibi devletler ekonomik ve siyasi olarak diğer üyelere göre daha baskın olduğundan alınan kararlar ve izlenen politikalar çoğunlukla bu devletlerin çıkarlarına uygun olmaktadır. Dolayısıyla fakir ülkelerin yararına olan karar alınması çoğunlukla mümkün değildir.
Bu eleştiriler karşısında önerilen reform taleplerinin başında öncelikli olarak Ekonomik ve Sosyal Konsey’in üye sayısının azaltılarak karar alma sisteminin daha basitleştirilmesi ve ekonomik ve siyasi açıdan güçlü devletlerin bu konseyden çıkarılması en azından ağırlıklarının azaltılması gelmektedir. Ayrıca daha küçük ve daha işlevsel olan Sosyal ve Ekonomik Güvenlik Konsey’i olarak isminin değiştirilmesinin daha faydalı olacağı düşünülmektedir.105

5. Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..,

***

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder