12 Mayıs 2020 Salı

AB Raporlarında Fırat-Dicle ve İsrail

AB Raporlarında Fırat-Dicle ve İsrail



Prof. Dr. Alaeddin YALÇINKAYA 
alakaya@yahoo.com 
24 Mart 2006, 00:00

     Aralık 2004 AB Zirve Toplantısı'ndan önce, Komisyonu raporlarında Türkiye'nin sınırı aşan suları ile ilgili düzenlemeler yayınlanmıştır. 

Bunlardan "Türkiye'nin Üyeliği Perspektifi'nden Kaynaklanan Hususlar"da, Türkiye'nin üyelik sürecinde Fırat ve Dicle suları ile bu sular üzerindeki 
tesislerin, başta İsrail olmak üzere bölge ülkeleri ile ortak kullanımı önerilmekte dir. Karşılıklılık ve eşitlik esasına dayanması gereken Türkiye'nin AB ile üyelik sürecinde, egemenlik haklarını bir üçüncü ülke ile paylaşması anlamına gelecek olan bu düzenlemenin, belgenin özelliği gereği bağlayıcı olmadığı, ancak önemli siyasal anlamları olduğu açıktır. Öte yandan, Türkiye gerekli girişimlerde bulunmadığı takdirde, bu tür bağlayıcı olmayan metinler, daha güçlü ve bağlayıcı belgelere aktarılabilecektir. Devletlerin ve halkların direnme ihtimali olan düzenlemeler, genellikle önce kesin olmayan ifadelerle raporlarda veya "soft law" olarak kabul edilen belgelerde yer alır, kamuoyu tepkisi "aşındıktan" ve 
kamuoyu hazırlandıktan sonra zorunlu düzenlemeler haline gelir. Nitekim 17 Aralık Zirve Bildirisi, doğrudan konuya değinmediği halde şöyle der: 

"AB Konseyi, Komisyon tarafından 6.10.2004'de Konseye ve Avrupa Parlamento suna sunulan ... ve Türkiye'nin Üyeliği Perspektifi'nden Kaynaklanan Hususlar'daki öneri ve bulguları memnuniyetle karşılar." Böylece AB'nin en önemli karar organı zirve bildirisinin atıfta bulunduğu komisyon raporunda, özenle seçilmiş ifadelerle egemenlik haklarına karşı kesin bir hükme yer verilmediği halde, Türkiye'nin egemenlik hakları ile ilgili bir alan olan barajlar, sulama tesisleri ve suyun kullanımında ortak yönetim gündeme getirilirken bir üçüncü devlet ile işbirliğinden öteye "ortak yönetim" önerisi gündeme gelmiştir. Bir uluslararası hukuk kuralı, kural haline gelirken, düzenlemenin ortaya çıkması konusunda hukuk sujelerinin ortak ihtiyacı ile bunun karşılanmasında izlenen biçimsel süreçten geçer. Sözkonusu düzenlemenin hangi devletlerin hangi 
ihtiyaçlarından kaynaklandığı ve hangi ortamda kural haline geldiği üzerinde durulması gereken bir noktadır. AB'ye üyelik sürecinde, örgütün halen üyesi olan Yunanistan'ın Türkiye'nin uluslararası hukuktan doğan haklarını yok sayması yönünde örgüt kararlarını etkilemesi, daha önceki adaylardan istenmeyen tavizlerin Türkiye'den istenmesinin bir dereceye kadar siyasi açıklaması vardır: Yunanistan, AB'ye halen üye olduğu için, pazarlık masasının karşı tarafında, çıkarlarını azamiye çıkaracak politika gütmektedir. Daha önce Fransa, mesela İngiltere ve İspanya'nın üyelik sürecinde bir takım zorluklar öne sürmüş, mevcut üye olarak çıkarlarını azamiye yükseltmek istemiştir. Ancak Fırat ve Dicle ile ilgili paragrafta ismi açıkça zikredilen İsrail olup, işaret edilen iki devletten biri Suriye diğeri ise Irak'tır. Bu durumda, AB müzakereleri çerçevesinde sınır ötesi sular konusunda önemli muhataplarımız İsrail, Suriye ve fiilen Irak'ı yöneten ABD'dir ki bunların hiçbiri AB üyesi değildir. 

   MGK'nın Ekim 2005 toplantısında konu gündeme gelmiş ve basın bildirisinde AB ile ilişkiler ve su kaynakları hakkında şu ifadeler yer almıştır: 

< "Toplantıda; 

   A. Avrupa Birliği ile müzakerelerin başlama tarihi olan 03 Ekim 2005'e uzanan süreç ile sonraki gelişmelerin bir değerlendirilmesi yapılmış; yeni bir aşamaya girilmiş olan bu dönemde, ülkemizin AB'ye üyelik istenç ve kararlılığı yinelenerek, görüşmelerde ulusal yararlarımızın gözetilmesinin önemi vurgulanmış; 

   B. Su kaynaklarımızın etkin kullanılması amacıyla; tarım alanlarının sulanması, şehirlerin ve sanayinin su gereksiniminin karşılanması, hidroelektrik üretiminde teknik ve ekonomik potansiyelin tümünün 2023 yılına kadar kullanılması için alınması gereken önlemlerle sınır aşan sular üzerindeki barajların bir önce tamamlanması üzerinde durulmuş..." >

   Böylece MGK bildirisinde, AB'ye üyelik sürecine atıfta bulunduktan sonra su sorununun, egemenlik, hukuk ve siyaset alanlarının yanında 
Türkiye açısından kullanımına işaret edilmiş, konunun öncelikle ekonomik yönü üzerinde durulmuştur ki bu sonuç alınabilecek bir stratejidir. 
AB raporlarının tavsiye niteliğinde olması veya taleplerin yerine getirilmesinin hukuken zorunlu olmaması, ilişkilerin dinamik karakteri göz önüne 
alındığında, Türkiye'nin sessiz kalmasını gerektirmez. Bir ülkenin egemenlik haklarının, mütekabiliyet olmadan üçüncü ülkelerle paylaştırılması 
demek olan bu taleplerin raporlarda yer alabilmesi, ülkemizin dış politikada ve diplomaside gelişmelerin gerisinde kaldığını göstermektedir. 

Bu başarısızlığı telafi etmek, bundan sonra daha ağır taleplerle karşılaşmamak ve ilişkileri kopma noktasına getirmemek için konu bilimsel 
ve ekonomik yönleriyle ayrıntılı olarak ele alınarak her zeminde işlenmelidir. Ortaya çıkan bulgularla, başta AB zeminleri olmak üzere, komşu 
ülkelerin bilim ve medya kuruluşları yoğun bir şekilde beslenmelidir. "Toplumsal dayatma düzeyi"nin böylece yükseltilmesi ile yönetimin doğru 
kararlar almasını, stratejik yanlışlar yüzünden ülkenin geleceğinin tehlikeye atılmamasını sağlamak için protesto, lobi, eleştiri vb. yöntemler 
kullanılmalıdır ki bunlar üyesi olmak istenilen AB kültüründe çok daha itibarlı yöntem ve araçlardandır.

Kaynak: https://www.oncevatan.com.tr/ab-raporlarinda-firat-dicle-ve-israil-makale,20079.html

Önce Vatan Gazetesi
Kaynak: https://www.oncevatan.com.tr/ab-raporlarinda-firat-dicle-ve-israil-makale,20079.html


https://www.oncevatan.com.tr/ab-raporlarinda-firat-dicle-ve-israil-makale,20079.html

***

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder