Terörizm etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Terörizm etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

11 Ocak 2021 Pazartesi

COVID-19 VE KÜRESEL SİSTEMİN GELECEĞİ: BİR KUM KAYMASI MI DEPREM Mİ?

COVID-19 VE KÜRESEL SİSTEMİN GELECEĞİ: BİR KUM KAYMASI MI DEPREM Mİ? 




Doç. Mahjoob ZWEIRI
Katar Üniversitesi Körfez Araştırmaları Merkezi Başkanı, Katar 

COVID-19 VE KÜRESEL SİSTEMİN GELECEĞİ BİR KUM KAYMASI MI DEPREM Mİ 

Güvenlikleştirme, Çin, Terörizm, Ulus Devletler, Doç. Mahjoob ZWEIRI, COVID-19, Küresel Sistem, Geleceği, Bir Kum Kaymasımı, Deprem , 

COVID-19 pandemisine tanıklık ederken akademik dünyada da bir pandeminin yayılmaya başladığını gözlemliyoruz. Mevcut COVID-19 dönemi abartılarak küresel dönüşümlerin müsebbibi olarak değerlendiriliyor. 
COVID-19’u tarihi bir dönüm noktası olarak tasvir etmek gerçekten ziyade bir klişedir. Bunun yerine, COVID-19’un bir dizi değişimin ilk halkası olduğunu söylemek daha doğru olacaktır. 

İnsanların yanı sıra özellikle siyasi düzeyde birçok unsur 
COVID-19’un potansiyel kurbanları olarak kabul edilebilir. 
COVID-19’a karşılık verirken ortaya çıkan siyasi sonuçları 
COVID-19’un “siyasi yan etkileri” olarak nitelendirebiliriz. 

Uluslararası ölçekte kurum ve kuruluşlar her geçen gün daha da geçersiz hale geldi. BM Güvenlik Konseyi’nin müdahalesi etkisiz kalırken Dünya Sağlık Örgütü alay konusu oldu. Hepsi ciddi eleştirilere maruz kaldılar. Donald Trump, 
Dünya Sağlık Örgütü’nü “Koronavirüs’ün yayılmasını ciddi şekilde yanlış yönettiği ve örtbas ettiği” için suçlarken, ABD’nin örgüte yapmış olduğu yıllık katkısını sona erdireceğine dair uyarılarını gerçeğe dönüştürdü. 

COVID-19’un bölgesel yansımalarının neler olacağını henüz kimse tahmin edemiyor. Sözkonusu süreç devletlere birbirlerine olan derin bağımlılıklarını ve karşılıklı ihtiyaçlarını hatırlatan bir tokat mı olacak? 

Yoksa bölgesel birlik ve örgütler pandemiyle mücadelede pasif kalarak utanç verici bir şekilde sorumluluklarından kaçmaları sebebiyle eleştirilere maruz kalırken, özellikle kriz sırasında öne geçen tek taraflı önlemlerle birbirinden ayrışmış çabaların güçlendirilmesi yönünde bir eğilim mi öne çıkacak? 
Bu düşünce, İtalya, İspanya, Portekiz, Fransa, Sırbistan, Çekya ve Avusturya’daki devlet yetkililerinin yanı sıra diğer pek çok devlet yetkilisinin çeşitli açıklama ve beyanlarında kendini gösterdi. 

Örneğin, Sırbistan Cumhurbaşkanı Aleksandar Vucic Avrupa dayanışmasını reddederek “kağıt üzerinde bir peri masalı” olarak nitelendirdi. 
Diğer taraftan, Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron harap olmuş ekonomileri desteklemediği ve pandemiden kurtulmalarına yardımcı olmadığı sürece “siyasi bir proje” olarak Avrupa Birliği’nin çökeceği konusunda uyardı. Avusturya Şansölyesi Sebastian Kurz “kriz bittikten sonra AB içinde zorlu tartışmalar olması gerekecek” açıklamasında bulundu. Bugün Avrupa Birliği bölünmüş ve iyice bencilleşmiş bir vaziyette ve ne yazık ki AB ülkeleri ortak değerleri paylaştıkları komşularına yardım edemedi. Bu ülkeler pandemiyle mücadele planları hazırlamak için birikmiş bilgi ve deneyimlerini kullanmada 
başarısız oldular. 

Ortak siyasi değerleri paylaştığını iddia eden hükümetler arasında giderek artan ayrışmalar var. Eğer bu değerleri kriz zamanlarında kullanmazlarsa bunların ne önemi var? Yine aynı ülkeler COVID-19’un tehlikelerini tespit etmek için bilgi 
akışı ve alışverişinden yararlanmakta da başarısız oldular. Vergi mükelleflerinin parası onları korumaya gitmediyse nereye gitti? Gerçekten ihtiyacı olanlar değil de sadece parasını ödeyebilen kişilerin erişebildiği sağlık ve eğitim gibi hayati öneme sahip sektörlerin daha önceden özelleştirilmesinin bir sonucu olarak sağlık sektörünün başarısızlığa uğraması vergi mükelleflerinin sağlığını tehlikeye soktu. Ayrıca, “görünmez düşman” olan COVID-19 sağlık sektörü dışında devlet içindeki askeri ve güvenlik sektörlerini de tehdit etmektedir. Örneğin, AB Terörle Mücadele Komitesi Sekretaryası COVID-19 ile bağlantılı olarak biyo-terörizm riski uyarısında bulundu. Halbuki COVID-19 terörizmi atfedebileceğiniz ne bir kültür ne de bir ulustur. 

Yine de güvenlikleştirme süreci COVID-19 ile başa çıkma yöntemi oldu. Başından beri Çin’deki güvenlik yetkilileri COVID-19’u keşfeden doktora virüse dair bilgi paylaşmaması yönünde yemin ettirerek müdahalede bulundu. Bununla birlikte belirli bir zaman sonra Çin yerel bir salgının bir pandemiye dönüşmesine izin verdiği için suçlandı. COVID-19 öncesinde de Çin’i eleştirmekten hiç vazgeçmeyen Batı, Çin’in pandemi konusunda şeffaf olmasına yönelik beklentilerini artırdığı bir tutum sergiledi ve güvenilir olmamasından dolayı Çin’i kınadı. Bir taraftan Trump Çin’i suçlamak için hiçbir fırsatı kaçırmayarak COVID-19’dan devamlı “Çin virüsü” olarak bahsederken, diğer taraftan Avustralya Başbakanı Scott Morrison Çin’in virüsün yayılmasındaki rolünün araştırılması için COVID-19 konusunda bağımsız bir “küresel inceleme” çağrısında bulundu. Bununla birlikte, pandemiyle mücadele süresince COVID-19’un siyasi amaçlar için kullanımı daha belirgin olmuştur. Çin’in gerçekleri gizlemesi pandemiyi hafife alan hatta inkar eden veya toplum bağışıklığı ve sağlık sektörü kuruluşlarının korunması konusunda bilgiçlik taslayan diğer dünya liderlerinin yaptıklarından daha az değildir. Batı’daki politikacılar için Çin’i suçlamak insanların dikkatini pandemiyi yönetmedeki korkunç başarısızlıklarından ve virüsü kontrol edememelerinden başka yöne çekmek için bir yöntemdi. Çin günah keçisi oldu. İçeride vatandaşları birlik olurken ülke sınırları dışındakilerin tehdit olarak nitelendirildiği bir durumda ulus devletin güvenilirliği belki de krizi yönetmedeki hazırlık derecesine bağlıdır. COVID-19’un devletleri özerk bir şekilde yaşamaya zorladığı doğru, ancak ulusal sınırları tanımayan küresel bir kriz olmasına rağmen COVID-19’un yine de ulusal egemenliği güçlendirebileceği ve içerde hükümet düzeyinde büyük dönüşümlere neden olabileceği bir paradoks yaratmaktadır. Bu durum, özellikle virüsün kamu sektörünün ne kadar ihmal edildiğini ortaya çıkarması ve kamu hastanelerinin COVID-19 ile özel hastaneler den daha iyi mücadele ettiğinin kanıtlanmış olmasıyla teyit edildi. Farklı sektörler hükümete başvurarak COVID-19 ile mücadelede kolektif bir eylem çağrısında bulundu. Bu, ulus devletin rolünün şaşırtıcı bir şekilde yeniden uyanarak canlanmasına yol açabilir. 

Geç de olsa devletlerin aldığı önlemler etkili fakat yavaş tesirli olacak. Bununla birlikte, virüsle mücadelede devlet dışı aktörler de rol aldı. 
Meşruiyet zafiyeti olan hükümetlerin bulunduğu bazı yerlerde silahlı isyancılar,  terörist gruplar, uyuşturucu kartelleri ve çeteler gibi alternatif aktörler ekonomik yardım paketlerinin dağıtılmasında, halk sağlığı eğitiminin artırılmasında ve insanların karantina altına alınmasında önemli rol oynadılar. Buna ilişkin çeşitli örnekler var. 
Washington Post’un yakın bir zaman önce verdiği habere göre “Afganistan’da Taliban Koronavirüs ile mücadele için uzak illere sağlık ekipleri gönderdi. Meksika’da uyuşturucu kartelleri virüsün olumsuz ekonomik etkisini hissedenlere yardım paketleri sunuyor. Brezilya ve El Salvador’da çeteler virüsün yayılmasını önlemek için sokağa çıkma yasağı uyguluyor.” 

Benzer şekilde Suriye’de, “İnsanların bir araya gelmesini kısıtlayarak halka sağlık bilgilerini duyuran Heyet Tahrir el Şam, bir idari organ olma meşruiyetini artırmak amacıyla virüsü kullandı.” Washington Post, bu grupların faaliyetleri ni “halk sağlığı politikası ve stratejik mesajlaşma için paralel bir yeraltı dünyası” olarak nitelendirdi. Ayrıca, örneğin İngiltere’de, ön saflarda çalışanlara ve savunmasız kişilere yardım eli uzatan ortak yerel yardım grupları ve ilerici hareketler mahalli düzeyde bağımsız olarak kuruldular ve hükümetin hüsrana uğrattıkları kişilere yardım ettiler. 

Güvenlikleştirmeyi farklı yönlerden ele alırken dikkatli olmak gerekiyor. Örneğin, küreselleşmenin sonunu ilan ederken ihtiyatlı olunmalı. Belki de dijitalleşmeye bağlı olan yeni bir küreselleşme şekli ortaya çıkacak. Ancak, küreselleşme 
sürecinde meydana gelen bir yavaşlama bir gerileme olarak algılanmamalıdır. Her şeye rağmen, ekonomik açıdan bakıldığında, COVID-19 salgını küresel ekonomik büyüme hızını yarı yarıya düşürebilir. Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Örgütü (OECD) küresel GSYİH büyümesinin 2020 yılında salgından önce tahmin edilen %2,9’un yarısına inerek %1,5’e kadar düşebileceğini belirtti. 

COVID-19’un yıkıcı etkilerini görmezlikten gelmeden başka neler ‘yapmadığını’ da düşünmekte fayda olabilir. 

COVID-19 zenginler ve fakirler, vatandaşlar ve göçmenler, merkez ve çevre arasındaki zaten mevcut olan gerilimleri artırmadı. Yani COVID-19’un tarihi “COVID-19 öncesi” ve “COVID-19 sonrası” şeklinde ayıran yeni bir çağ oluşturacağını söylemek için belki de henüz erken. Büyük değişimler yalnızca tek bir olay neticesinde değil, bir süreç içinde oluşurlar. Başka bir deyişle, COVID-19’u büyük bir depremden ziyade bir kum kayması olayı gibi düşünmeliyiz. COVID-19 gibi olaylar bir değişime neden olabilecek anlar olsa da, üzerinden zaman geçince bazı şeylerin farklı görünebileceğini unutmayalım. 


***

6 Ocak 2021 Çarşamba

COVID-19 KRİZİNDEN SONRA DÜNYA NASIL GÖRÜNECEK ?

COVID-19 KRİZİNDEN SONRA DÜNYA NASIL GÖRÜNECEK ? 





Dr. Michael DORAN, Hudson Enstitüsü Kıdemli Uzmanı,  ABD 
SAM Yayınları 
ANTALYA DiPLOMASi FORUMU
COVID-19 Sonrası Dünya: İşbirliği mi Rekabet mi? 

ABD-Çin Rekabeti, Türkiye,  Ortadoğu, Terörizm , Dr. Michael DORAN,

Pek çok şey belirsiz olmakla birlikte, COVID-19 sonrası dönemi dört gelişmenin şekillendireceğinden rahatlıkla bahsedebiliriz. İlk olarak, Amerika Birleşik Devletleri ve Çin arasında oldukça yoğun bir rekabet göreceğiz. Batı ile 
ekonomik bütünleşmesini sağlayan ve bunun sonucunda siyasi reformlar gerçekleştirecek bir Çin’in liberal demokrasilerin doğal bir ortağına dönüşeceği şeklindeki gerçekçi olmayan bir beklenti uzunca bir süre Amerikan politikasını şekillendirmişti. 
Amerikan dış politikasının seçkinleri bu beklentinin sadece bir hüsnü kuruntu olduğunu mevcut krizden önce dahi fark etmişlerdi. Artık sorun yeni bir aşamaya taşınıyor. COVID-19 sonrası dönemde, agresif bir rekabetin olup olmayacağından 
ziyade rekabetin nasıl sürdürüleceği tartışılacaktır. 

Öte yandan, Amerika Birleşik Devletleri ve Çin ekonomilerinin iç içe geçmiş olması aralarındaki rekabetin sınırlarını belirlemektedir. II. Dünya Savaşı’nın ardından Sovyetler Birliği ile verilen mücadelenin aksine, Vaşington ve Pekin arasındaki rekabet demokratik ve otoriter kapitalizm arasındadır. Bu iki sistem arasındaki örtüşme, iki ülkenin birbirine rakip devletlerden oluşan bloklarını kolayca oluşturamayacağı anlamına gelmektedir. 

Amerikalıların müttefikleri ile birlikte, Çin ile yürütülecek rekabetin parametreleri nin tam olarak belirlenmesine yönelik oldukça zorlu bir fikri çalışma yapması gerekecektir. Vaşington hangi alanlarda Pekin ile sıfır toplamlı bir oyuna dahil olmuştur? Hangi alanlarda rekabet sınırlı niteliktedir ve hangi alanlarda ortada bir rekabet yoktur? Şu anda, bu soruların hiçbirinin net bir yanıtı bulunmamaktadır. 
Amerika özellikle dünyadaki rolü konusunda giderek daha fazla kararsız hale geldiği için hayati çıkarlarına ilişkin algısı bulanıktır. İsteksiz bir süper güç, Soğuk Savaş sırasında inşa ettiği liderlik konumundan sürekli olarak vazgeçmeye niyetlenmekte, ancak yine de bu eğilime teslim olmayı başaramamaktadır. Sözkonusu kararsızlık en fazla Başkan Trump’ın mesafe koymaya gayret ettiği Orta Doğu’da kendini göstermektedir. COVID-19 krizi Amerika Birleşik 
Devletleri’nin Orta Doğu’yu terk etmesine izin vermezken, Amerika’nın bölge ile ilgili kararsız tavrını güçlendirecektir. 

Bu da ikinci büyük gelişmeyi teşkil etmektedir. Krizin neden olduğu ekonomik sarsıntılar ve ulusal borçtaki muazzam artış Vaşington’da Başkanı yurt içindeki sorunlara odaklanmaya ve Orta Doğu’daki karmaşıklıklardan kaçınmaya zorlayanların baskısını güçlendirecektir. 

 Amerika’nın kararsız tavrı bölgedeki temel rakibi İran’a bir fırsat sağlıyor gibi görünebilir. Fakat İran oluşan güç boşluğunu doldurabilecek kapasiteye sahip değildir. Aslında, üçüncü büyük gelişme olarak İran COVID-19 krizinden ciddi güç kaybıyla çıkacaktır. Rejim salgından önce dahi Başkan Trump’ın “maksimum baskı” kampanyası ve geçtiğimiz Kasım ayında ülkeyi kasıp kavuran siyasi huzursuzluk dalgası nedeniyle zorluk çekiyordu. Koronavirüs salgınına karşı baştan savma müdahalesi rejimin meşruluğunu daha da azaltmıştır. İran’ın zayıf oluşu Amerika Birleşik Devletleri’ne askeri araçlara ciddi ihtiyaç duymadan Tahran’ı savunma konumunda tutma imkan verecektir. 

Son olarak, COVID-9 krizi milliyetçiliğin yeniden güçlenmesine yol açacak ve Avrupa Birliği gibi ulus aşırı kuruluşların rolünü daha da zayıflatacaktır. Avrupa’da Brüksel’den daha fazla özerklik talep eden popülist hareketlerin yükselişine yıllardır tanık olduk. Salgın Avrupalılara ciddi bir kriz sözkonusu olduğunda ulus aşırı teknokratların faydasız olduğunu ve her ülkenin en gerekli olduğu zamanda kendi kaynaklarına dayanmak zorunda kaldığını öğreterek bu eğilimi güçlendirmiş tir. Ancak, yeni milliyetçiliğin yükselişi Avrupa’yla sınırlı bir eğilim değildir. Bu eğilim Modi’nin Hindistan’ında, Xi’nin Çin’inde ve Netanyahu’nun İsrail’inde de görülmektedir. 
Birlikte ele alınan bu dört eğilim, kesin olmamakla birlikle, oldukça istenen ve uğruna çaba gösterilmeye değer beşinci bir gelişme olan ABD-Türkiye ilişkilerinde kaydadeğer bir iyileşmeyi de muhtemel kılmaktadır. 
11 Eylül sonrası dönemde Amerikan dış politikası Amerikan stratejik vizyonunda Orta Doğu’daki en temel tehdit olarak yer alan El-Kaide ve DAEŞ gibi devlet dışı aktörlere odaklanmıştı. Bu odaklanma Amerika Birleşik Devletleri’ni istikrarlı bir bölgesel düzen oluşturmaya kararlı müttefik devletler koalisyonunu sürdürmeye yönelik geleneksel rolünden alıkoymuştu. ABD-Türkiye ilişkileri de bu gelişmeler den olumsuz etkilendi. ABD devlet dışı aktörlere odaklanma stratejisi nedeniyle PKK ile yakınlaşma hatasına düştü. 

Bununla birlikte, ilişkilerdeki krizin sürekli olmaması gerekmektedir. Bir yandan Çin ile rekabetin öneminin gün geçtikçe arttığını gören ABD, Orta Doğu’daki ağırlığını azaltmaya yönelik baskının etkisiyle bölgede istikrarlı bir düzen  oluşturmanın önemini yeniden keşfedebilir. 
Ancak, bu yeniden keşfin gerçekleşmesi ve tam potansiyelin ortaya çıkarılması 
ABD’nin Türk müttefiki ile yakın bir şekilde çalışmasıyla mümkün olacaktır. 
Bunun için hem Vaşington’da hem de Ankara’da sıkı bir diplomatik işbirliğinin sürdürülmesine ihtiyaç bulunmaktadır. 

***

20 Mayıs 2020 Çarşamba

11 EYLÜL ÜN ABD GÜVENLİK POLİTİKASINA ETKİLERİ. BÖLÜM 4

11 EYLÜL ÜN ABD GÜVENLİK POLİTİKASINA ETKİLERİ. BÖLÜM 4



ABD’nin çıkarları süreklilik arz etmektedir. 


Bu çıkarlar:

- ABD’nin, vatandaşlarının, müttefiklerinin ve ortaklarının güvenliği,
- Fırsat ve refahı artıran serbest bir uluslararası ekonomik sistemde, güçlü, yenilikçi ve büyüyen bir ABD ekonomisi,
- Evrensel değerlere yurtiçinde ve yurt dışında saygı duyulması,
- Güçlü işbirliği aracılığıyla, küresel sınamalarla mücadelede barışı, güvenliği ve fırsatları artıran bir uluslararası düzenin ABD liderliğiyle geliştirilmesidir.
   ABD stratejik yaklaşımı, istediği dünyaya kavuşmak için dört ulusal çıkarın elde edilmesi yönünde uygulamalıdır. Bu dört çıkar ise;
- Güvenlik: ABD’nin, vatandaşlarının ve müttefikleri ile ortaklarının güvenliği.
- Refah: Fırsat ve refahı artıran açık bir uluslararası ekonomik sistemde, güçlü, yenilikçi ve büyüyen ABD ekonomisi.
- Değerler: Evrensel değerlere yurtiçinde ve yurt dışında saygı duymak.
- Uluslararası Düzen: Küresel sınamalarla mücadelede daha güçlü işbirliği aracılığıyla barış, güvenlik ve fırsatları artıran ABD liderliği tarafından uluslararası düzenin geliştirilmesi.

  ABD, El-Kaide ve yandaşlarına karşı küresel bir kampanya sürdürmektedir. 

Bu bağlamda

ABD, El - Kaide ve yandaşlarına karşı, ülkeyi koruyan, dünyanın en tehlikeli silahlarını ve materyallerini emniyet altına alan, El-Kaide’yi güvenli sığınaktan mahrum bırakan ve Müslüman toplumlarla olumlu ortaklıklar kuran bir strateji izlemektedir. Başarı, aynı düşüncede olan ülkelerin ve çok uluslu kuruluşların çabalarının yanı sıra ABD gücünün bütün unsurlarının uygulanmasını gerektirmektedir.

ABD, terörizmin kullanılmasını gayri meşru sayacak ve bunu kullananları izole edecektir. Bu bir taktiğe - terörizme ya da dine – İslam’a yönelik küresel bir savaş değildir. ABD, ABD’ye, ortaklarına ve müttefiklerine karşı saldırı çabalarını destekleyen El-Kaide ve onun terörist yandaşlarını içeren spesifik bir ağla savaş içindedir. ABD’nin Ortadoğu’da önemli çıkarları bulunmaktadır. Bunlar: birçok konuda ABD’nin yakın dostu olan İsrail’le kapsamlı işbirliği ve İsrail’in güvenliğine yönelik sarsılmaz taahhüt; Filistin halkının devlet olmaya yönelik
meşru amacının elde edilmesi; Irak’ın bütünlüğü ve güvenliği, demokrasisinin güçlendirilmesi ve bölgeye entegre edilmesi; İran’ın nükleer silah elde etme amacına, terörizme destek vermesine ve komşularına tehdit oluşturmasına ilişkin politikalarının değiştirilmesi; yayılmanın önlenmesi; terörizmle mücadelede işbirliği, enerjiye ulaşım ve bölgenin küresel
pazarlara entegre edilmesidir.”92

SONUÇ

11 Eylül sonrası yapılan yorumlar hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağı yönündeydi.

    Çünkü dünya hegemonu büyük bir saldırıya uğramış ve dünya çapında yeni bir güvenlik algısı oluşturmaya başlamıştı. Zira en ileri istihbarat ağına ve nükleer güce sahip olan bir güç bile kendini tam olarak güvende hissetmemekte dir. Eskiden toprak bütünlüğüne yönelik savunma politikası artık bireylerin tek tek güvenirliği anlamında ele alınır olmuştur. Amerika oğul Bush ile güvenlik politikasını Bush Doktrinine yani tehdidi aktif hale gelmeden yok etmeye, terörü destekleyen ülkelere de bir düşmanmış gibi karşılık vermeye ve iç politikada sıkı
tedbirler ile yozlaşmaya dış politikada ise tek taraflılığa yöneltmiştir. Zira uluslar arası terörizmin yöntemi değişmiş asimetrik tehdit ile zayıfın güçlüye dayatması ortaya çıkmıştır.

G. Bush 2002 ve 2006 ulusal güvenlik belgelerinde küresel terörle mücadeleyi ele almış, bunun salt ABD ulusal güvenliği için değil dünya da barışı ve güvenliği sağlamak için de savunulacağını belirtmiştir. Zira bu bağlamda yönünü önce Afganistan sonra Irak’a çevirmiş ve terörün beslendiği diğer ülkelere de sıranın geleceğini açıklamıştır. Duygusallık bağlamında ele aldığı güvenlik kavramı ile aslında ABD’nin amacı dünya imparatorluğuna giden yolu tutmaktı. Zira soğuk savaş dönemi karşısındaki belirgin güç olan SSCB yıkılmış ve tek kutuplu bir ortamın içinde yer almıştır. Askeri ve ekonomik alandaki hegemonyasını siyasi bir zemine oturma çabalarını güden ABD bunu 11 Eylül saldırıları üzerinden meşrulaştırma yoluna gitmiş, güvenlik politikasına, terörizmle mücadele, demokrasi ve insan haklarını yayma(!) ilkelerini alıp dünyaya müdahalelerde bulunma halini göstermiştir. Artık barışa yöneltilen tehdidin kaynağı merkezi ve hedefi belli olmayan küresel terördür. Bununla beraber uluslar arası jeopolitik batıdan doğuya, Avrupa’dan Avrasya’ya ve Ortadoğu’ya kaymıştır. ABD yeni güvenlik politikası; siyasi ve ekonomik özgürlükler aracılığı ile insanlık onurunu yüceltmek ve terörizm, kitle imha silahlarına karşı dünyanın güvenliğini sağlamak olarak değiştirilmiştir. Asıl amaç ise ABD askeri gücünü dünyaya yayarak olası rakip durumlarını engellemekti. Zira Çin, Hindistan, Brezilya ülkeleri hızlı bir gelişim içindeydi. Brezinski’nin dünyaya hâkim olmak için Avrasya’ya hâkim olmak gerekir tezi hayalden gerçeğe kaymıştı. Çünkü bölge enerji ve doğal kaynaklar bakımından yeni büyük oyuna sahne olabilecek duruma gelmişti. Uniletaralismden yola çıkan ABD 21. yüzyılda Yeni Roma imparatorluğunu kurma hayalini gerçekleştirmek için bu alanda hâkim
olmalıydı. Uluslararası terörizm de ABD’ye bu yönde yardım edecek bir araç konumunda görülebilirdi. İşgalci söylemine ahlaki/felsefi bir özellik kazandırmak isteyen ABD kılıf olarak Büyük Ortadoğu Projesini sunmuştur. Şahinlerden olan Bush ise sert politikalarıyla nefretleri üzerine çekmiştir. İşkenceler, mahkeme izni olmadan yapılan dinlemeler, illegal düşman savaşçıları ilanları, Guantanamo ve Ebu Garip Hapishanesinde yaşanan işkence skandalları, BM ve uluslararası hukuk ilkelerinin ihlali, önleyici savaş doktrini ile belirsiz tehdidi kendince belirleyip müdahale etme, tabii mahkeme ve masumiyet karinelerinin ihlali, askeri komisyonlarla yapılan yargılamalar, Afganistan ve Irak işgali, tek taraflı müdahale politikaları G. Bush dönemi güvenlik alanında yaşanan gelişmelerdir. ABD’nin 21.yüzyılda kurmayı planladığı dünya imparatorluğu bağlamında BM bir engel oluşturmakta idi. Zira BM devletlerarası siyasi eşitliği ve çok taraflı diplomasiyi öngörürken 11 Eylül sonrası ABD tek taraflılık politikasını benimsemişti. Bu bağlamda yapılması gereken Başkan Bush’un da belirttiği gibi BM ve NATO’nun geleceğinin yeniden değerlendirilmesiydi. ‘Artık BM uluslar arası siyaset sahnesinde etkin bir aktör olma konumunu yitirme durumuyla karşı karşıyadır.’93

   Amerika’nın işi ise zordur, zira terörist grupların merkezleri ABD ‘ye dost olmayan ülkelerdedir, ABD’ye nefret artacak ve karşı-terör stratejisi sonucu saldırılar hız kanacak, terörist eylemlerin yeri, zamanı ve metodu farklı olduğu için önceden tahmini zor olacak ve son olarak ABD kamuoyunun tepkilerine mazur kalacaktır. Amerika açısından ilginç olan diğer husus Reagan dönemi SSCB’ye karşı eğittikleri mücahitlerden saldırıya uğramalarıydı. ABD terörden en az etkilenen ülke iken neden bunu politikasının en başına koymuştur?

Çünkü terör ilk kez bir hegemon güce dayatılmış ve Amerikan sermayesine zarar vermiştir.

   Zira ABD küreselleşme ve sömürünün merkezi olarak algılanan bir ülkeydi. Obama daha yumuşak bir söylemle iş başına gelmiştir ki ABD’nin olası rakipleriyle eşitler arasında birinci ancak tek olmadığı düşünülürse bu yöntem gerekli ve doğru görülebilir. Lakin bir yıl içinde Obama’nın söylemlerinin uygulamada başarısız olduğu görülmektedir. Robert Gates oğul Bush döneminden kalan önemli bir mirastır. Bu da savunma alanında çok büyük değişmeler olamayacağının en önemli göstergelerindendir. Ayrıca Afganistan’a 30 000 ek gönderilen asker bölgede çıkmazın derinleşmesine neden olmuştur.

Obama bölge halkı tarafından savaş başkanı olarak görülmektedir. Obama bölgedeki halk üzerinden sempati kazanıp halk üzerine çalışmak yerine askeri yöntemleri kullanmayı tercih eder gözükmektedir.

Washington yönetiminin 2009 bütçesinde Afganistan ve Irak operasyonları için harcadığı para 175 milyar dolar olarak yer almış. Guantanamo üssü kapanmadı askerler tamamen çekilmedi. Obama insan haklarına saygılı olacağını açıkladı. Bunun yanında Irak’taki işkenceleri destekleyen CIA emeklisi John Brennan’ı terörle mücadelenin başına getirdi. Kudüs’ün İsrail’in bölünmez başkenti olacağını vurgulayarak ise Filistin-İsrail sorununu körüklüyor.

11 Eylül saldırıları, ABD güvenlik politikaları üzerinden imparatorluğa yönelen konumun meşrulaştırma aracı olarak görülebilir.

Sonuç olarak G. W. Bush ile militarizm fetişizmi olarak görülen 11 Eylül sonrası güvenlik politikası Obama döneminde (1 yıl içinde) sadece söylem bazında değişmiş uygulama bazında ise devam eder nitelikte gözükmektedir.


KAYNAKÇA


“ABD’nin Ulusal Güvenlik Stratejisi”,
http://www.mgk.gov.tr/calismalar/calismalar/001_abd_ulusal_guvenlik_stratejisi.pdf
(16.09.2013).
“Çok Kutuplu Dünya Düzeninde Güvenlik Algısı”,
http://www.tasam.org/index.php?altid=2941&syf=2. (12.11.2009).
“Soğuk Savaş ve 11 Eylül Sonrası Uluslararası Sistemdeki Değişimin Güvenlik
Algılamalarına Etkisi ve Türkiye”,http://www.tasam.org/images/tasam/tepebas.pdf,
http://209.85.229.132/search?q=cache:EoJatI2nJDYJ:www.tasam.org/images/tasam/tepebas.p
df+So%C4%9Fuk+Sava%C5%9F+ve+11+Eyl%C3%BCl+Sonras%C4%B1+Uluslararas%C4
%B1+Sistemdeki+De%C4%9Fi%C5%9Fimin+G%C3%BCvenlik+Alg%C4%B1lamalar%C4
%B1na+Etkisi+ve+T%C3%BCrkiye&cd=1&hl=tr&ct=clnk (12.11.2009).
“Soğuk Savaş ve 11 Eylül Sonrası Uluslararası Sistemdeki Değişimin Güvenlik
Algılamalarına Etkisi ve Türkiye”, http://www.tasam.org/images/tasam/tepebas.pdf
S4.(12,11,2009).
AKGÜN Birol, “Amerika’nın Yeni Dünya Vizyonu Ya da Yaklaşan Küresel Anarşi”,
Stratejik Analiz Dergisi, Mayıs 2003.
AKGÜN Birol, 11 Eylül Sonrasında Dünya, ABD ve Türkiye, Konya, Tablet Yayınları, 2006.
ARI Tayyar, Amerika’da Siyasal Yapı Lobiler ve Dış Politika, İstanbul, Alfa Yayınları, 1997.
ARSLAN Zühtü, “11 Eylül Sonrasında Yeni Güvenlik Anlayışı, İnsan Hakları ve Demokratik Kolluk”, Polis Bilimleri Dergisi,Cilt 8(2).
ATAMAN Muhittin, GÖKCAN Özkan, “Bush Dönemi Amerikan Dış Politikası: Bir Aşırı Yayılmacılık Denemesi”, Akademik İncelemeler Dergisi (Journal of Academic Inquiries) Cilt/ Volume: 7, Sayı/Number: 2, Yıl/Year: 2012.
ATVUR Senem, “21. yüzyıl için ABD Güvenlik Politikası ve Büyük Orta Doğu
Girişimi”, Savunma Bilimleri Dergisi, Cilt 6, Sayı 2,Kasım 2007.
BAL İhsan, “Küresel Terörle Mücadelede ABD Modeli Mi ABD Çıkmazı mı”,
http://www.usak.org.tr/makale.asp?id=107 (4,12,2009).
BAL İhsan, LAÇİNER Sedat, “Küresel Terörle Mücadelede ABD Güvenlik Politikalarının Türkiye’nin İç Güvenliğine Yansımaları”,(ed) İdris Bal, 21. yüzyılda Türk Dış Politikası, Ankara, Nobel Yayınları, 2004.
BAL İhsan, Terörizm, Terör, Terörizmi, Küresel Terörle Mücadelede Ulusal ve Bölgesel Deneyimler, Ankara, USAK Yayınları, 2006.
BALİ Aslı , “11 Eylül Sonrasında ABD’de Güvenlik Politikaları Ve İnsan Hakları Üzerine Aslı Bali İle Söyleşi”, Kültür Ve Siyasette Feminist Yaklaşımlar Dergisi, Ekim 2006, Sayı 1.
BİLİCİ Mücahit, “Terörle Savaş, Amerika’da Yeni Muhafazakar Düşüncenin Entelektüel Kaynakları Üzerine”, Köprü Dergisi,
http://www.koprudergisi.com/index.asp?Bolum=EskiSayilar&Goster=Yazi&YaziNo=760,
(5,12,2009).
BOZKURT Enver, “ Bush Dönemi Ulusal Güvenlik Stratejisi’nin Obama Döneminde Sürdürülebilirliği”, http://idc.sdu.edu.tr/tammetinler/teror/teror14.pdf. (12,11,2009).
BOZKURT Enver, “Bush Dönemi Ulusal Güvenlik Stratejisi’nin Obama Döneminde
Sürdürülebilirliği”, http://idc.sdu.edu.tr/tammetinler/teror/teror14.pdf,
http://209.85.229.132/search?q=cache:fo8xubLKyZMJ:idc.sdu.edu.tr/tammetinler/teror/teror1
4.pdf+Enver+Bozkurt,+Bush+D%C3%B6nemi+Ulusal+G%C3%BCvenlik+Stratejisi%E2%8
0%99nin+Obama+D%C3%B6neminde+S%C3%BCrd%C3%BCr%C3%BClebilirli%C4%9Fi
&cd=1&hl=tr&ct=clnk (12.11.2009).
BOZKURT Enver, Bush Dönemi Ulusal Güvenlik Stratejisi’nin Obama Döneminde
Sürdürülebilirliği, http://idc.sdu.edu.tr/tammetinler/teror/teror14.pdf.(12.11.2009).
CHOMSKY Noam, çev. Taha Cevdet, Terörizm Kültürü, ABD Terörü, İstanbul, Pınar Yayınları, 2000.
CHOMSKY Noam, çev. Taylan Doğan, Nuri Ersoy, Mehmet Kara, Ali Kerem, 11 Eylül ve Sonrası, İstanbul, Aram Yayıncılık, 2002.
CİVELEK Mehmet Ali, Küreselleşme ve Terör, Terör Kavramı ve Gerçeği, Ankara, Ütopya Yayınevi, 2001.
ÇAM Esat, Siyaset Bilimine Giriş, 7.baskı, İstanbul: Der Yayınları, 2000.
ÇAŞİN Mesut Hakkı, “Uluslararası Hukuk Açısından Terör Ve Organize Suçlar”, Türk Dış Politikası, İhsan Bal (ed).
DOĞAN Nejat, Uluslararası İlişkilerde Güç Kullanımı Ve New Heaven Ekolü, Eleştirel Bir Giriş, C.Ü. İktisadi ve İdari Bilimler Dergisi, Cilt 7, Sayı 1, 2006.
ERHAN Çağrı “Küreselleşme Döneminin Tehditleriyle Mücadele”, Stradigma Aylık Strateji ve Analiz e-Dergisi, http://www.stradigma.com/turkce/haziran2003/makale_01.html,
(12.11.2009).
ERHAN Çağrı, “ABD’nin Orta Asya Açılımları ve 11 Eylül Sonrası Yeni Açılımları”,
Stradigma Aylık Strateji Analiz Dergisi, Ekim 2003, Sayı 9.
GÖKÇE Orhan, AKGÜN Birol, Değişen Dünya Politikasında Türkiye’nin Rolü, 11 Eylülün Getirdiği Fırsatlar, Riskler Ve Tehditler, (ed) Uğur Demiray, Orhan Gökçe, Edibe Sözen, Türkiye’nin ABD ve AB Denklemi, Konya, Çizgi Kitabevi, 2006.
HALATÇI Ülkü, “11 Eylül Terörist Saldırıları Ve Afganistan Operasyonunun Bir
değerlendirilmesi”,Uluslararası Hukuk ve Politika Dergisi (UHP), Cilt: 2, Sayı: 7, 2006.
http://www.feministyaklasimlar.org/magazine.php?act=viewall&cid=20 (5,12,2009).
İZMİR M. Ali İzmir, Yeni Dünya Dizaynı, Amerikan İmparatorluğunun Yayılmacılığı,
İstanbul, Gündem Yayınları, 2003.
KAÇAR İzzet, BOP ve Küresel Terör, Polis Bilimleri Dergisi,
http://www.emniyet.gov.tr/egitim/dergi/eskisayi/42/makale/Dr_Izzet_KACAR.htm, (15,11,2009).
LEFEBORE Maxime, çev. İsmail Yerguz, Amerikan Dış Politikası, İstanbul, İletişim Yayınları, 2005.
ÖZEN Çınar, TAŞDEMİR Hakan, Yeni Muhafazakâr ABD Dış Politikası ve Türkiye, Ankara, Odak Yayınları, 2006.
ÖZER Ahmet, “11 Eylül Bölünen Dünya ve Çatışma”, İnsan Bilimleri Dergisi, Cilt 4 Sayı 2, Yıl 2007.
SEVER Metin, KILIÇ Ebru, Düşmanını Arayan Savaş, İstanbul, Everest Yayıncılık, 2001. 
TANIYICI Şaban, AKGÜN Birol, Amerikan Başkanlığı, Cumhuriyetten İmparatorluğa, Ankara, Orion Yayınları, 2008.
TAŞDEMİR Fatma, Uluslararası Terörizme Karşı Devletlerin Kuvvete Başvurma Yetkisi, Ankara, Usak Yayınları, 2006.
TURAN Aslıhan P., “ABD’nin Yeni Ulusal Güvenlik Stratejisi ve Türkiye’ye Olası Etkileri”,
http://www.bilgesam.org/tr/index.php?option=com_content&view=article&id=1710:abdyeni-
ulusal-guevenlik-stratejisi-ve-tuerkiyeye-olas-etkileri&catid=175:analizler-abd
(02.09.2013).
UZGEL İ., “Yıldız Savaşları”, Baskın Oran (ed), Türk Dış Politikası, Cilt 2, , İstanbul, İletişim Yayınları,2002.
VOLTEN Peter, Küreselleşmenin Amerika ve Avrupa Güvenlik Stratejilerine Yansımaları, Genel Kurmay Başkanlığı, Birinci Sempozyum Bildirileri, Ankara, Genel Kurmay Askeri Tarih Ve Stratejik Etüt Başkanlığı Yayınları, 2003.
YAMAN Didem, “Nato’nun Yeni Görevi: Terörizmle Mücadele Ve Bu Eksenle Atılan
Adımlar”, Uluslararası Hukuk ve Politika Dergisi (UHP), Cilt: 2, Sayı: 7, 2006.
YILDIZOĞLU Ergin, Dinazorun Kuyruğu, 11 Eylül Ve Yeni Roma, İstanbul, Remzi Kitabevi, 2002.
YILMAZ Sait, ABD Silahlı Kuvvetlerinde Dönüşüm, Stratejik Araştırmalar Dergisi, Yıl 7, Mayıs 2009, Sayı 13.
YİNANÇ Refet, TAŞDEMİR Hakan, Uluslararası Güvenlik Sorunları ve Türkiye, Ankara, Seçkin Yayınları, 2002.


DİPNOTLAR;


1 Fatma Taşdemir, Uluslararası Terörizme Karşı Devletlerin Kuvvete Başvurma Yetkisi, Ankara, Usak Yayınları,
   2006, s. 9.
2 İhsan Bal, “Küresel Terörle Mücadelede ABD Modeli Mi ABD Çıkmazı mı”,
   http://www.usak.org.tr/makale.asp?id=107 (4,12,2009).
3 Muhittin Ataman, Özkan Gökcan, “Bush Dönemi Amerikan Dış Politikası: Bir Aşırı Yayılmacılık Denemesi”,
   Akademik İncelemeler Dergisi (Journal of Academic Inquiries) Cilt/ Volume: 7, Sayı/Number: 2, Yıl/Year: 2012, s. 204.
4 a.e, s, 204-205.
5 “Soğuk Savaş ve 11 Eylül Sonrası Uluslararası Sistemdeki Değişimin Güvenlik Algılamalarına Etkisi ve Türkiye”,  
    http://www.tasam.org/images/tasam/tepebas.pdf,
    http://209.85.229.132/search?q=cache:EoJatI2nJDYJ:www.tasam.org/images/tasam/tepebas.pdf+So%C4%9Fuk
+Sava%C5%9F+ve+11+Eyl%C3%BCl+Sonras%C4%B1+Uluslararas%C4%B1+Sistemdeki+De%C4%9Fi%C5
%9Fimin+G%C3%BCvenlik+Alg%C4%B1lamalar%C4%B1na+Etkisi+ve+T%C3%BCrkiye&cd=1&hl=tr&ct=
clnk (12.11.2009).
6 Tayyar Arı, Amerika’da Siyasal Yapı Lobiler Ve Dış Politika, İstanbul, Alfa Yayınları,1997, s.124
7 Refet Yinanç, Hakan Taşdemir, Uluslararası Güvenlik Sorunları ve Türkiye, Ankara, Seçkin Yayınları,2002,s.62–63.
8 Şaban Tanıyıcı, Birol Akgün, Amerikan Başkanlığı, Cumhuriyetten İmparatorluğa, Ankara, Orion Yayınları, 2008,s.111.
9 a.e, s.113.
10 Maxime Lefebore, çev. İsmail Yerguz, Amerikan Dış Politikası, İstanbul, İletişim Yayınları, 2005, s.50.
11 İ. Uzgel, “Yıldız Savaşları”, Baskın Oran (ed), Türk Dış Politikası, Cilt 2, , İstanbul, İletişim Yayınları,2002, s. 36.
12Tanıyıcı, Akgün, a.e,s.119.
13 Noam Chomsky, çev. Taha Cevdet, Terörizm Kültürü, ABD Terörü, İstanbul, Pınar Yayınları, 2000,s47.
14 Noam Chomsky, çev. Taylan Doğan, Nuri Ersoy, Mehmet Kara, Ali Kerem, 11 Eylül Ve Sonrası, İstanbul, Aram Yayıncılık,2002, s 206.
15 Nejat Doğan, Uluslararası İlişkilerde Güç Kullanımı Ve New Heaven Ekolü, Eleştirel Bir Giriş, C.Ü. İktisadi ve İdari Bilimler Dergisi, Cilt 7, Sayı 1, 2006 s 107-108.
16 Ülkü Halatçı, “11 Eylül Terörist Saldırıları Ve Afganistan Operasyonunun Bir değerlendirilmesi”,Uluslararası
    Hukuk ve Politika Dergisi (UHP), Cilt: 2, Sayı: 7, 2006, s. 80-98.
17 Esat Çam, Siyaset Bilimine Giriş, 7.baskı, İstanbul: Der Yayınları, 2000, s.300.
18 Birol Akgün, 11 Eylül Sonrasında Dünya, ABD ve Türkiye, Konya, Tablet yayınları,2006, s.15.
19 “Soğuk Savaş ve 11 Eylül Sonrası Uluslararası Sistemdeki Değişimin Güvenlik Algılamalarına Etkisi ve Türkiye”, http://www.tasam.org/images/tasam/tepebas.pdf S4.(12,11,2009).
20 Akgün, 11 Eylül Sonrasında Dünya, ABD ve Türkiye, s.17-18.
21 Çağrı Erhan, “Küreselleşme Döneminin Tehditleriyle Mücadele”, Stradigma Aylık Strateji ve Analiz e-Dergisi,
http://www.stradigma.com/turkce/haziran2003/makale_01.html, (12.11.2009).
22 M. Ali İzmir, Yeni Dünya Dizaynı, Amerikan İmparatorluğunun Yayılmacılığı, İstanbul, Gündem Yayınları, 2003, s.168.
23 Akgün, 11 Eylül Sonrasında Dünya, ABD ve Türkiye, s .14.
24 Akgün, 11 Eylül Sonrasında Dünya, ABD ve Türkiye, s.15.
25 Çınar Özen, Hakan Taşdemir, Yeni Muhafazakâr ABD Dış Politikası ve Türkiye, Ankara, Odak Yayınları,2006, s.1.
26 İzmir, a.e, s.170.
27 Chomsky, 11 Eylül ve Sonrası, s. 174.
28 Mesut Hakkı Çaşin, “Uluslararası Hukuk Açısından Terör Ve Organize Suçlar”, Türk Dış Politikası, İhsan Bal (ed), s.923.
29 Akgün, 11 Eylül Sonrasında Dünya, ABD ve Türkiye, a.e, s 12.
30 Özen, Taşdemir, a.e, s.5.
31 Enver Bozkurt, “Bush Dönemi Ulusal Güvenlik Stratejisi’nin Obama Döneminde Sürdürülebilirliği”,
http://idc.sdu.edu.tr/tammetinler/teror/teror14.pdf,
 http://209.85.229.132/search?q=cache:fo8xubLKyZMJ:idc.sdu.edu.tr/tammetinler/teror/teror14.pdf+Enver+Boz kurt,+Bush+D%C3%B6nemi+Ulusal+G%C3%BCvenlik+Stratejisi%E2%80%99nin+Obama+D%C3%B6nemin
de+S%C3%BCrd%C3%BCr%C3%BClebilirli%C4%9Fi&cd=1&hl=tr&ct=clnk (12.11.2009).
32 Akgün, 11 Eylül Sonrasında Dünya, ABD ve Türkiye, a.e, s.11-12.
33 Orhan Gökçe, Birol Akgün, Değişen Dünya Politikasında Türkiye’nin Rolü, 11 Eylülün Getirdiği Fırsatlar, Riskler Ve Tehditler, (ed) Uğur Demiray, Orhan Gökçe, Edibe Sözen, Türkiye’nin ABD ve AB Denklemi, Konya,  Çizgi Kitabevi, 2006,s.149.
34 İzmir, a.e, s.171.
35 Mehmet Ali Civelek, Küreselleşme Ve Terör, Terör Kavramı Ve Gerçeği, Ankara, Ütopya Yayınevi, 2001,s. 142.
36 Özen, Taşdemir, a.e, s.39.
37 İhsan Bal, Sedat Laçiner, “Küresel Terörle Mücadelede ABD Güvenlik Politikalarının Türkiye’nin İç Güvenliğine Yansımaları”,(ed) İdris Bal, 21. yüzyılda Türk Dış Politikası, Ankara, Nobel Yayınları, 2004, s.917.
38 Ayrıntılı Bilgi İçin bkz: Birol Akgün, 11 Eylül Sonrasında, Dünya ABD ve Türkiye, s.71.
39 Akgün, 11 Eylül Sonrasında Dünya, ABD ve Türkiye, s.79.
40 a.e, s.35.
41 Metin Sever, Ebru Kılıç, Düşmanını Arayan Savaş, İstanbul, Everest Yayıncılık, 2001, s.29.
42 Ataman, Gökcan, s. 216-217.
43 a.e, s. 217.
44 Ataman, Gökcan, a,e, s.201.
45 Zühtü Arslan, “11 Eylül Sonrasında Yeni Güvenlik Anlayışı, İnsan Hakları ve Demokratik Kolluk”, Polis Bilimleri Dergisi,Cilt 8(2),s 121.
46 Akgün, 11 Eylül Sonrasında Dünya, ABD ve Türkiye, s.14.
47 Sait Yılmaz, ABD Silahlı Kuvvetlerinde Dönüşüm, Stratejik Araştırmalar Dergisi, Yıl 7, Mayıs 2009, Sayı 13, s.24.
48 Özen, Taşdemir, a.e, s.14.
49 Tanıyıcı, Akgün, Amerikan Başkanlığı, Cumhuriyetten İmparatorluğa, a.e, s.140.
50 Mücahit Bilici, “Terörle Savaş, Amerikada Yeni Muhafazakar Düşüncenin Entelektüel Kaynakları Üzerine”, Köprü Dergisi, 
http://www.koprudergisi.com/index.asp?Bolum=EskiSayilar&Goster=Yazi&YaziNo=760,  (5,12,2009).
51 Özen, Taşdemir, a.e,s.35.
52 İzmir, a.e, s.189.
53 a.e, 184.
54 a.e, s.184.
55 Sait Yılmaz, a,e, s. 25-26.
56 İzmir, a.e, s.182.
57 Halatçı, a.e, s. 80-98.
58 Çağrı Erhan, “Küreselleşme Döneminin Tehditleriyle Mücadele”, Stradigma Aylık Strateji ve Analiz e-Dergisi,
 http://www.stradigma.com/turkce/haziran2003/makale_01.html, (12.11.2009).
59 Senem Atvur, “21. yüzyıl için ABD Güvenlik Politikası Ve Büyük Orta Doğu Girişimi”, Savunma Bilimleri Dergisi, Cilt 6, Sayı 2,Kasım 2007, s.1-14.
60 Civelek, a.e, 145.
61 Ergin Yıldızoğlu, Dinazorun Kuyruğu, 11 Eylül Ve Yeni Roma, İstanbul, Remzi Kitabevi, 2002,s.55.
62 Özen, Taşdemir, a.e, s. 5.
63 Halatçı, a.e, s. 80-98.
64 “Çok Kutuplu Dünya Düzeninde Güvenlik Algısı”, http://www.tasam.org/index.php?altid=2941&syf=2. (12.11.2009).
65 Enver Bozkurt, “Bush Dönemi Ulusal Güvenlik Stratejisi’nin Obama Döneminde Sürdürülebilirliği”,
http://idc.sdu.edu.tr/tammetinler/teror/teror14.pdf.(12.11.2009).
66 Enver Bozkurt, “Bush Dönemi Ulusal Güvenlik Stratejisi’nin Obama Döneminde Sürdürülebilirliği”,
http://idc.sdu.edu.tr/tammetinler/teror/teror14.pdf. (12.11.2009).
67 Enver Bozkurt, “Bush Dönemi Ulusal Güvenlik Stratejisi’nin Obama Döneminde Sürdürülebilirliği”,
 http://idc.sdu.edu.tr/tammetinler/teror/teror14.pdf.(12.11.2009).
68 İzmir, a.e, s. 239-241.
69 a.e, s 253.
70 Peter Volten, Küreselleşmenin Amerika ve Avrupa Güvenlik Stratejilerine Yansımaları, Genel Kurmay Başkanlığı, Birinci Sempozyum Bildirileri, Ankara, Genel Kurmay Askeri Tarih Ve Stratejik Etüt Başkanlığı Yayınları, 2003, s.169.
71 Özen, Taşdemir, a.e,s.102.
72 Sait Yılmaz, a,e, s.33.
73 Didem Yaman, “Nato’nun Yeni Görevi: Terörizmle Mücadele Ve Bu Eksenle Atılan Adımlar”, Uluslararası Hukuk ve Politika Dergisi (UHP), Cilt: 2, Sayı: 7, 2006, s. 41-53.
74 Ahmet Özer, “11 Eylül Bölünen Dünya ve Çatışma”, İnsan Bilimleri Dergisi, Cilt 4 Sayı 2, Yıl 2007.
75 Atvur, a.e, s.1-14.
76 a,e, s. 1-14.
77İzzet Kaçar, BOP ve Küresel Terör, Polis Bilimleri Dergisi,
http://www.emniyet.gov.tr/egitim/dergi/eskisayi/42/makale/Dr_Izzet_KACAR.htm, (15,11,2009).
78 Özen, Taşdemir, a.e, s. 133.
79 Gökçe, Akgün, Değişen Dünya Politikasında Türkiye’nin Rolü, 11 Eylülün Getirdiği Fırsatlar, Riskler Tehditler, (ed) Uğur Demiray, Orhan Gökçe, Edibe Sözen, Türkiye’nin ABD Ve AB Denklemi, a.e, s.158.
80 Çağrı Erhan, “ABD’nin Orta Asya Açılımları ve 11 Eylül Sonrası Yeni Açılımları”, Stradigma Aylık Strateji Analiz Dergisi, Ekim 2003, Sayı 9, s.12.
81 Erhan, a.e, s.15.
82 Tanıyıcı, Akgün, a.e,s. 124.
83 Sait Yılmaz, a.e, s. 29.
84 Tanıyıcı, Akgün, a,e, s.133.
85 a.e, s.150.
86 İhsan Bal, Terörizm, Terör, Terörizmi, Küresel Terörle Mücadelede Ulusal Ve Bölgesel Deneyimler, Ankara, USAK Yayınları,2006, s.178.
87Aslı Bali, , “11 Eylül Sonrasında ABD’de Güvenlik Politikaları Ve İnsan Hakları Üzerine Aslı Bali İle Söyleşi”, Kültür Ve Siyasette Feminist Yaklaşımlar Dergisi, Ekim 2006, sayı 1.
 http://www.feministyaklasimlar.org/magazine.php?act=viewall&cid=20 (5,12,2009).
88 Enver Bozkurt, “ Bush Dönemi Ulusal Güvenlik Stratejisi’nin Obama Döneminde Sürdürülebilirliği”,
    http://idc.sdu.edu.tr/tammetinler/teror/teror14.pdf. (12,11,2009).
89 Ataman, Gökcan, a,e, s. 219.
90 Aslıhan P. Turan, “ABD’nin Yeni Ulusal Güvenlik Stratejisi ve Türkiye’ye Olası Etkileri”,
    http://www.bilgesam.org/tr/index.php?option=com_content&view=article&id=1710:abd-yeni-ulusal-guevenlikstratejisi-
ve-tuerkiyeye-olas-etkileri&catid=175:analizler-abd (02.09.2013).
91Nuray Sancar, “Obama’nın ikinci döneminde 'yumuşak güç'ün sonrası”,
    http://www.ozgurlukdunyasi.org/arsiv/257-sayi-236/650-nuray-sancar (03.09.2013).
92 “ABD’nin Ulusal Güvenlik Stratejisi”, s.1-8,
http://www.mgk.gov.tr/calismalar/calismalar/001_abd_ulusal_guvenlik_stratejisi.pdf (16.09.2013).
93 Birol Akgün, “Amerika’nın Yeni Dünya Vizyonu Ya da Yaklaşan Küresel Anarşi”, Stratejik Analiz Dergisi, Mayıs 2003, s.84.


***

11 EYLÜL ÜN ABD GÜVENLİK POLİTİKASINA ETKİLERİ. BÖLÜM 3

11 EYLÜL ÜN ABD GÜVENLİK POLİTİKASINA ETKİLERİ. BÖLÜM 3 



   Zira asıl amaç 11 Eylül ile yeni bir düzeni oluşturmak, askeri ve ekonomik yönden güçlü olan ABD’nin bu üstünlüğünü siyasi ranta ulaştırmaktır. Irak’ın seçilmesinin nedenleri ise şer ekseni içinde olmasının yanı sıra Körfez savaşı ile iyice yıpranmış olması ve zengin petrol kaynaklarından yararlanarak olası rakiplere karşı elini güçlendirme isteğidir. Fakat ABD’nin tartışılmaz tek hedefi dünya imparatorluğudur. Irak savaşı Dünyayı ve Ortadoğu’yu yeniden biçimlendirecek sürecin ilk adımı sayılabilir “Afganistan ve Irak’taki savaşlar mükemmel tugaylar kadar uzun süreli olarak bölgede kalacak ve hedef ülkede rejim değişikliği ve ülke inşası kapsamındaki görevlerini de yerine getirecek bir yapılanmaya ihtiyaç olduğunu göstermiştir Irak’ta yürütülen savaşın başarısızlığı üzerine ABD Savunma Bakanlığı hedeflerini yeniden belirlemeye başladı. Söz konusu hedefler öncelikler ve buna uygun kabiliyetler listesi hâline getirildi. Hava, deniz, kara ve ISR (istihbarat, gözetleme, keşif) vasıtalarını entegre edecek müşterek bir harekât konsepti çerçevesinde yeni bir kabiliyet edinim planı geliştirildi. Akıllı ve çabuk cevap veren bir lojistik sistem de dâhil olmak üzere daha hafif, çevik, kolayca intikal edebilir ve kullanılabilir askerî birlikler oluşturulması planlanmaktadır. Kilit liderlik kadrolarına müşterek harekât tecrübesi olan askerler yerleştirilmekte, aktif ve ihtiyat kuvvet oranları yeniden dengelenmektedir.”72

“ABD diğer küresel güç odakları ile de işbirliği içinde olmak istemektedir. NATO ve AB küresel terörizmin kurutulmasında önemli rol oynayabilir. NATO müttefikleri 3 Ekim 2001 tarihinde terörizmle mücadelede şu hususları kabul etmişlerdir: “İstihbarat paylaşımı ve terörizm tehditlerine karşı işbirliği, İttifak üyelerinin terörizm tehditlerine karşı mücadele kabiliyetlerini geliştirmelerine yardımcı olmak, Üyelerin topraklarında güvenliği artırmak için gereken önlemleri almak, NATO’nun güvenlik sorumluluğunda olan alanlarda gereken teçhizatı sağlamak, Hava taşımacılığında güvenliği sağlamak, NATO topraklarındaki askeri üslerde üyelerin gereken faydayı sağlamalarına izin vermek.”73

   Büyük Orta Doğu Projesi ve ABD: “ABD hem Orta Doğudaki enerji kaynaklarına ulaşılabilirliği sağlamak hem de burada bulunan, kendince aykırı ilan ettiği ülkeleri yeni uluslar arası düzene uydurmak amacıyla (Büyük Ortadoğu Projesi çerçevesinde) buralara saldırı düzenlemektedir.”74 11 Eylül sonrası yeni düzeni oluştururken önemli bir parçalardan biri de Ortadoğu’dur. “2007 verilerine göre bilinen petrol rezervleri yaklaşık 740 milyon varil, doğal gaz rezervlerinin de yaklaşık 2500 trilyon metreküp olduğunu gösteren Ortadoğu
bölgesi, zengin enerji kaynakları nedeniyle küresel güçler için vazgeçilmez konumdadır.”75

   Bölgenin zenginliğine rağmen ülkeler az gelişmiş ya da gelişmekte olan ülkelerdir ve bu bağlamda istikrarsızlık söz konusudur. Etnik ve dinsel kökenli çatışmalar, düşük refah seviyesi insan hakları ihlalleri bölgeyi müdahaleye açık hale getirmiştir. “Büyük Ortadoğu Projesi politik platformda ilk defa 1995 yılında Clinton döneminde dile getirildi. Yine aynı dönemde 1997’de muhalefetteki cumhuriyetçilerin İsrail lobisi ile birlikte hazırladıkları “Yeni Bir Amerikan Yüzyılı Projesi’’ adlı raporun “ Büyük Orta Doğu’da Çatışma Kaynakları” başlığında ki bölümünde; ABD’nin bölgedeki çıkarlarının yanı sıra, İsrail’in güvenliği, karşı bir bölgesel gücün çıkışının engellenmesi, petrol bölgelerine ulaşım, bölgede yapılması gereken siyasi ve ekonomik reformlar, bölge istikrarının sağlanması, terörizmin engellenmesi ve kontrol altına alınması gibi konulara yer verilmekteydi.”76 Bush Döneminde de bölgeye demokrasi, insan hakları, kadın hakları alanında yenilikler getirmek bağlamında yer verilmiştir. George W. Bush 6 Kasım 2003 tarihinde BOP’ un Amerika’nın yeni Ortadoğu stratejisi olduğunu ilan etti. “Büyük Ortadoğu Projesi ya da Genişletilmiş Ortadoğu Projesi bir taraftan Irak ve Afganistan’da yaşanılan bu başarısızlığın üstünü kapatmaya çalışan bir girişim, diğer taraftan da güvenlik- demokrasi ilişkisini dünyanın siyasal açıdan en istikrarsız, demokrasi açısından en eksik; ama ekonomi açısından da en emperyalist duygulara en açık bölgesine yerleştirmeye çalışan bir proje”77

“GBOP Ve Avrasya’nın Dönüşümü Projesi ile ABD bölgeye yönelik 4 temel strateji gütmektedir.

1-Enerji kaynakları üzerinde güvenlik denetimi ve kesintisiz erişimin sağlanması
2-Çin ve Rusya’nın baskı altına alınması ve kontrolü
3-Bölgede ABD’nin dünya hâkimiyetini sağlamaya yönelik yeni ve kalıcı askeri üslerin temin edilmesi
4-Bölgenin ABD denetiminde demokratik dönüşümünün sağlanması.”78


   Orta Asya ve ABD: “ABD’nin stratejik çıkarları açısından Orta Asya Bush yönetimi ile birlikte Stratejik Partner kavramı yerine rakip kelimesiyle anılan ekonomik büyümesi son yıllarda yüzde 10’lar civarında seyreden, 2020li yıllarda GSMH’ sının ABD’ye yaklaşacağı tahmin edilen, dünyanın sayılı askeri ve nükleer gücüne sahip en muhtemel küresel rakibi Çin’e komşu bir coğrafyaya nüfuz etme fırsatı vererek ABD merkezli tek kutuplu dünya düzeninin yakın gelecekte sürdürülmesinin önemli bir sacayağının Orta Asya oluşturmaktadır.”79 “ABD, Orta Asya Cumhuriyetlerinin demokratik olmayan ve insan haklarına saygı göstermeyen rejimlerinin zarar görmesi halinde, bunların yerine kurulabilecek
demokratik yönetimlerin büyük ölçüde Orta Asya'da giderek güç kazanan İslamî eğilimleri ve Taliban benzeri grupları iktidara getirebileceğinden endişe duyduğundan, Orta Asya ülkelerinin yönetimlerine karsı herhangi bir yaptırım uygulamaktan kaçınmaktadır. Bunun yanı sıra, otokritik yönetimlerin ABD ile yakın işbirliği içine girmeleri halinde ortak düşman olarak nitelendirilebilecek İslami örgütlere karsı birlikte mücadele edilmesi mümkün olacaktı.”80 Maddi kaygılar insan hakları ihlali kontrollerinin önüne geçmişti. Bölgedeki Radikal İslami grupların küreselleşemeye duydukları tepki ABD için rahatsızlık verici bir durumdu. Zira küreselleşme etrafında şekillenen ABD ulusal güvenlik belgeleri bölgeye müdahaleyi gerekli kılıyordu. ABD bölgede Özbekistan, Kırgızistan ve Tacikistan hava sahalarından yararlanarak El-Kaideye karşı konuşlanmıştır. 
“Yeni muhafazakâr görüsü benimseyenlere göre, ABD'nin küresel hâkimiyetini güçlendirebilmesi ve bunu uzunca bir süre devam ettirebilmesi ancak Afganistan operasyonu öncesine kadar giremediği Orta Asya bölgesine girmesiyle mümkün olabilir. Bu atılım, büyük enerji kaynakları nedeniyle jeopolitik ve jeostratejik önemi 20. yüzyılın basına nazaran artan Orta Asya bölgesini denetleme imkânı
sağlayacak, bu denetim de Mackinder'in "merkez bölge" olarak isimlendirdiği Avrasya coğrafyasında söz sahibi olma imkânını yaratacaktır. Diğer taratanda, Rusya, Çin ve  Hindistan'ın birlikte hareket etme eğilimleri içine girdiği bir dönemde attığı bu adımla ABD, kendisine meydan okuyabilecek bir gücün Asya'da yükselmesini engelleyebilecektir.

Brzezinski daha 1998'de"Avrasya bölgesi ABD için baslıca jeopolitik ödüldür" diyerek, bölgenin ABD açısından önemini vurgulamıştı.”81 ABD uluslararası terörizmle mücadele kapsamında, içlerinde Özbekistan ve Pakistan’ın da bulunduğu dokuz ayrı ülkede, 13 Üs oluşturma kararı almıştır. ABD üs oluşturma girişimlerine ilâve olarak yine uluslararası terörizmle mücadele kapsamında Güney Asya ve Pasifik’te birçok ülke ile ikili iş birliğine girmiştir. Amerika’nın güç bağlamında temel hedefleri Orta Asya ülkelerinin zengin petrol kaynaklarını batılı şirketler aracılığıyla dağıtmak, nükleer gücünü arttıran İran’ı kontrol etmek, Hindistan ve Pakistan gibi yeni güçlere müdahale edebilecek alan sağlama, Çin halk cumhuriyeti ile ilişkilerini geliştirmektir.

2006 Ulusal Güvenlik Stratejisi Belgesi: ABD önleyici saldırı politikasını güvenlik stratejisi içerisinde devam ettirmiştir. ABD için en büyük tehdit olarak İran görülmüş ve nükleer hırslarını bıraktırmak için diplomatik ilişkiler kurulması gereğini vurgulamıştır.

Nükleer ve diğer silahların yayılması konusunda diplomasiye önem verdikleri belirtilse de gerekirse güç kullanımının olabileceği de vurgulanmıştır. 2002 politikalarıyla başarısız olduğunu fark eden ülke söylemini insanlık mücadelesi olarak tekrarlayıp işbirliği yollarını aramıştır zira tek başına kaybetmek istememektedir. Belge Genişletilmiş Ortadoğu Projesine  destek aramaktadır. Ulusal Füze Savunma Sistemi Ve Ortadoğu’da yer alan ve NATO üyesi olmayan ülkelerle de gerekirse işbirliği yoluna gidilmesi açıklanmıştır. Despotik ülkeler 
olarak Kuzey Kore, İran, Suriye, Küba, Belarus, Burma sayılmakta Çin etkin demokrasiler içinde tanımlanmadan askeri şeffaflıktan uzak kuşkulu devlet sayılmaktadır. İşbirliği ülkeleri olarak öncelikle batı yarıküreye yer verilmektedir. Latin Amerika, Afrika Ve Ortadoğu bölgelerine düşmanlık kazandığı için önem vermektedir. NATO’nun etkin demokrasi mücadelesinin etkin ortaklarla verilmesi gerektiğini vurgulanmaktadır. Demokrasi açıkları olan Rusya’ya ise her an öteki olabilecek bir bakış açısı ile bakılmaktadır. 2002 belgesinde olduğu gibi bunda da Türkiye’nin adı geçmemektedir. Hindistan bölgesel güç olarak övülmektedir. 2002 belgesindeki saldırıya uğramış ABD’nin meşru müdafaa durumu ve ona
yapılanın tüm müttefiklerine yapıldığı savından insanlığın geleceği savına geçilmiştir. Bu da Ortadoğu ve Ulusal Füze Savunma sistemini sadece ABD’nin güvenlik alanından çıkarmaktadır. 

Bu belgede ABD süreci tek başına sürdüremeyeceğini kapalı da olsa itiraf etmektedir. Kısaca belge küresel sistemdeki çatışmaları ideolojik, topyekûn bir mücadele olarak değerlendirmektedir. George W. Bush ile beraber kuvvetler ayrılığı sistemi çok fazla zara görmeye başladı. Bush kendinden önceki başkanların olağanüstü dönemlerde aldıkları yürütme ayrıcalığını Anayasanın başkana verdiği doğal (inherent) yetkiler olarak görmekteydi. Ve 11 Eylül sonrasında bu yetkilerini terörle mücadele için kullanmıştır.

“Özgürlüğü temsil eden Amerika ile özgürlükten nefret ettiği varsayılan El Kaide arasındaki ideolojik savaşta Amerika’nın Tanrı tarafından verilen görevi dünya uluslarına terör  ideolojisine alternatif oluşturarak özgürlük getirmektir.”82

Nixonla başladığı iddia edilen emperyal başkanlık sistemi Ronald Reagan ile tekrar yükselişe geçmiş ve başkan Bush ile de 11 Eylülden sonra son aşamasına ulaşmıştır. Bush dönemindeki en önemli problemler ise şunlardı: BM ve uluslararası hukuku önemsememek, sanık haklarını ihlal etmek, yasadışı tutuklamalar, Ebu Garip ve Guantanamoda tutuklulara işkencelerin yapılması ya da yapılabilecek ülkelere gönderilmesi. Bush ve ekibinin İslami radikalizme karşı soğuk savaş diye niteledikleri mücadelelerinde başkan tavrını dini
boyutlarla da belirlemiştir kendisine bu görevin Tanrı tarafından verildiğini belirmiştir. Bu iddianın önemi ise Tanrı tarafından görevlendirilen birinin hata yapmayacağı ve diğer devlet organlarına ihtiyaç duymayacağıdır. Böylece ulusal güvenlik ve dış politika alanında Bush kendisi tek yetkili göstermek için meşruiyet kazanma yollarına da gitmiştir.

11 Eylül 2001 sonrası ABD Savunma Bakanlığı, savunma kurumlarının dönüşümünü amaçlayan altı aşamalı bir stratejiyi uygulama kararı almıştı. 
Bu altı aşama sırası ile; “

1. ABD anavatanı ve yurtdışındaki üslerini korumak. 
2. Uzak tehditler için kuvvet tasarlamak ve takviye etmek. 
3. Tehdit neredeyse oraya odaklanarak düşman sığınaklarını belirlemek. 
4. Enformasyon ağının korunmasını sağlamak. 
5. Daha etkin müşterek operasyonlar için bilgi teknolojisinin kullanılması ve 
6. Uzaya engelsiz çıkışın sağlanması ile uzayla ilgili imkân ve kabiliyetlerin korunması” idi.”83

“Bush döneminde hukuki danışmanlık yapan avukatlar başkanın gücünü artırmak amacıyla Anayasayı yeniden yorumlayarak yeni paradigma adında bir anlayış ortaya attılar.”84 Buna göre başkan başkumandanlık yetkisinden kaynaklanan otoritesi ile kongre ve yargının denetimine tabi olmadan ulusal güvenlik için her türlü eylemi yapabilir. Aynı zamanda üniter yürütme teorisi denilen ve terörle mücadele sınırsız yetkisi olan başkanı yürütme içinde tek yetkili gördüler. Kongrenin başkanın ulusal güvenlikle ilgili konularda bu
kadar yetkili olmasına ses çıkaramamasının nedenleri ise; seçmen ve kongre üyelerinin dış politikadaki bilgisizliği, abartılan tehlikeler yüzünden başkanla işbirliği yapmak zorunda hissedilmesi, kriz dönemleri başkanı destekleme tavrı, ulusal güvenliğin siyasallaşması.

Amerika’nın güvenlik politikasını etkileyen diğer konuda Mesihçi militarizmdir. Buna göre; demokratik olmayan ülkelerle savaş ulusal çıkarlar için gerekli ve iyi görülür.

Emperyal Başkanlık Dönemleri Araçları

G.W Bush dönemi emperyal başkanlığın zirvesidir. Emperyal başkanlık başkanın iç ve dış siyasaette tek taraflı ve gizlilik içinde hareket etmesidir. Bunun iç politikaya yansıma halleri; ulusal güvenlik nedenleri, yürütmeden bilgi saklanması, kongre fonlarının harcanmaması, basının sindirilmesidir. Terimi ilk kez Schkesinger kullanmış ve bu yapının 2. Dünya Savaşı ile başladığını belirtmiştir. Bu yapılanma kuvvetler ayrılığına zarar verir. Bush dönemi iç politika yozlaşırken dış politikada tek taraflılık artmıştır. Masumiyet karinesi, Tabii mahkeme ve sanık hakları ihlalleri örülmüştür.

1-“İmza Beyanları: Yasanın uygulamasını kısıtlamak için başkan tarafından oluşturulan araç. Yasama organının yasa yapma yetkisi gasp edilir. Bush bu aracı en çok kullanan başkan olmuştur. İşkenceyi yasaklayan yasada imza beyanı ile işkence ile ilgili kısım çıkarılmıştır. Zira Bush’a göre terörle mücadelede ülke güvenliği için işkence yapılabilir.

2-İdari Emir: Yasa hükmündeki başkanlık direktifleridir.”85 İç güvenlik bakanlığını kurulması ve Amerikan vatandaşı olmayan terör şüphelilerinin yakalanması idari emirler yoluyla yapılmıştır. Bush 2005 yılında Ulusal Güvenlik Teşkilatına uluslar arası elektronik posta ve telefon görüşmelerinin denetlenmesi emrini de bu düzenleme ile vermiştir.

3-Gizlilik: Amerika’dan yurt dışına yapılan telefon görüşmelerinin dinlenmesi mahkemeden gizli yapılmıştır. Bunu kongrenin 11 Eylülden sonra başkana verdiği güç kullanma ve anayasanın verdiği başkumandanlık yetkisine dayandırmıştır.

Bush işkence yapma hakkının olduğunu ve Cenevre Sözleşmesini uygulamayacağını açıkça belirten ilk başkandır. Bunu da ülkeyi terörden kurtarmak amacıyla yapacağını belirtmiştir.

2007 yılında Bush yönetiminin baskısıyla kongre ‘dış istihbarat takip yasasını’ değiştirip mahkeme kararı olmadan dinleme yapılmasına izin vermiştir. Bu da insan hakları ihlallerinin kongre tarafından göz yumulduğuna örnektir. 

Terörle mücadelede teröre destek veren ülkelerin kaynaklarının dondurulması ve bu türeden eylemlerinin yasaklanması stratejilerin ekonomik boyutunu vurgulamaktadır, Hazine bakanlığı bu alanda yetkilendirilmiştir. 1953’ten bu yana cumhuriyetçiler yasama ve yürütmede etkili olan cumhuriyetçiler başkanın güçlenmesini sağlamıştır.Tüm bunlara karşın kongrenin tepkisiz kalmasının nedenleri ise; Yürütmenin bilgi saklamaları yapması, Cumhuriyetçilerin başkanı
eleştirmemesi, kongrenin dış ve güvenlik politikası hatalarını denetlemedeki etkisinin azalması ve kurumsal kimliğinin kaybolmaya başlaması gösterilebilir.

ABD’de Yeni Reformlar

1-Patriot (Yurttaşlık)Yasası, “Terörle mücadele anlayışında yaşanan adli ve idari anlayışın değiştiğinin en bariz göstergelerinden birisidir.”86 Amerika’yı Terörizmi Önlemek Ve Engellemek İçin Gerekli Uygun Araçları Sağlayarak Güçlendirme Ve Birleştirme Yasasının kısaltılmış adıdır. Ülke içinde geniş haber toplamak için FBI’ı görevlendirmiştir. Yasa terörle mücadelede arama ve el koymalara, dinlemelere yapılacak sınırlandırmaları azaltmaktadır.

Yeni yasayla beraber UGT mahkeme izni olmadan dinleme süresini üçten kırk beşe çıkarmıştır. Yönetim terörle mücadele bağlamında yakalanan esirlere illegal düşman savaşçısı tanımlamasını yapıp Başkanın yetkileri altına vermiştir.

2-İç Güvenlik Örgütü: 2003 yılında faaliyetine başlamıştır. Sınır içinde terörist saldırılarını önlemek, ülkeyi terör saldırılarına kapalı hale getirmek, verilen zararları düşürmek gibi hedefleri vardır.

3-İstihbarat Reformu Ve Terörizmi Engelleme Kanunu: 

   Bu yasayla tüm istihbarat kurumlarının organize edecek yeni Ulusal İstihbarat Müdürlüğü oluşturulmuştur. 
Amaç istihbarat örgütleri arasındaki iletişimi sağlamak ve 11 Eylül saldırıları gibi terörist saldırılarını engellemekti.

   Guantanamo ABD toprağı görülmediği için federal mahkeme yetkilerinin uygulanmadığı bir alanken deniz üssü Amerikan üssü olduğundan uluslararası antlaşma hükümleri de geçerli görülmemektedir. Böylece esirler hiçbir sınırlama olmadan sorgulanacaktı. Bush’un gerekçesi yine terörle dünya çapındaki mücadelesi idi. Bush ayrıca sorgulamaları askeri komisyonlarla yürütüp kariyer bürokrasisini dikkate almamıştır.

   Memolar yani hukuki mütalaalar işkenceyi meşrulaştırmıştır. Zira 9 Ocak 2002 tarihli bilgi notunda John Yoo ve J. Delahunty Cenevre konvansiyonunun devlet olmayan bu nedenle uluslar arası anlaşmalara taraf olmayan El Kaideye uygulanamayacağını belirtir. Ya da 1 Ağustos 2002 tarihinde Jay S. Bybee işkenceyi ancak bir organın işlevini yitirmesi ya da ölüme eşlik eden bir acının şiddetiyle tanımlayabileceklerini belirtmesi de meşruluk araçlarındandır. El Kaide ile Saddam arasındaki bağlantı da Bush yönetimi tarafından Irak ı işgal etmek ve halkı buna hazırlamak içim kurulmuştur.

   Amerika da 11 Eylülden sonra yapılan tüm insan hakları ihlalleri Başkanın başkumandanlıktan kaynaklanan doğal yetkileri olarak gösterilmiştir. Özellikle sanık hakları ihlal edilmiştir. “Gözaltına alınan kişileri özellikle ceza yasasına tabi tutmadılar; çünkü bu durumda gözaltı süresi sınırlıdır. Bu hakkı yok etmek için vatandaş olmayanlar göçmenlik yasasını ihlalden gözetim merkezlerine alındılar ve böylece içeride yıllarca tutulabilmelerinin yolu açıldı. Daha sonra “Özel Kayıt Yasası” adı altında 25 ülkeden —tabii çoğunluk Arap ülkesi— erkeklere (bu yasa havaalanlarında kadınlara da uygulanabiliyor) yaşadıkları Amerikan şehirlerin deki göçmen bürolarına gidip kayıt olmaları şartı getirildi. Kayıt sürecinde konu hakkında hazırlıksız ve hayli bilgisiz memurların gazabına uğrayan binlerce kişi yanlışlıkla sınırdışı edildi.”87

OBAMA Dönemi Amerikan Güvenlik Politikası

“ 4 Temmuz 2009 da Obama Kahire konuşmasında, tamamı Bush dönemin ulusal güvenlik stratejileri belgelerinde yer alan yedi temel konuya değinmiştir. Bunlar Afganistan ve Irak’taki durum, Filistin sorunu, başta nükleer olmak üzere kitle imha silahlarının yayılması problemi, demokrasinin dünyaya yayılmasının sağlanması, din özgürlüğünün dünyadaki herkes için korunması, kadın haklarının korunması ve küreselleşmenin ekonomik fırsatlarından yararlanılmasıdır.”88 Küresel ekonominin serbest piyasa ile şekillenmesi noktasında Bush ile aynı fikirde olan Obama farklı olarak ABD’nin çevreye açılması gerektiğini vurgulamış tır. Bush dönemi ulusal güvenlik stratejisinin en önemli konusu olan terörle mücadele konusunda Obama Bush hükümeti ile hem fikirdir. Ancak sadece sert güvenlik önlemleri değil aynı zamanda ekonomik ve refah artırıcı önlemelere de ağırlık verileceğini vurgulamıştır. Bu hedefle Obama Amerika’nın askerlerini Afganistan’da tutmak istemediğinin yanında orada askeri üs de bulundurma niyetinde olmadıklarını, şiddet yanlısı aşırı uçların Afganistan’da daha fazla bulunmadıklarından emin olunduğunda Amerika’nın her bir askerini memnuniyetle geri çekmek istediğini belirtmiştir. Küresel terörle mücadele
devam edecek iken yöntemler değişmiştir. Obama daha çok diyalog ve çok taraflılık yanlısı gözükmektedir. Kitle imha ve nükleer silahların kimseye yarar sağlamayacağını belirten Obama engellenmeleri konusunda Bush ile aynı fikirde olmakla beraber yöntem konusunda daha yumuşaktır. Diğer taraftan Obama Irak’taki bütün kuvvetlerini 2012 yılına kadar geri çekeceklerini belirtmiştir. Obama bilhassa nükleer silah üretimi konusunda çalışmaları nedeniyle Bush hükümeti döneminde sertleşen İran- Amerika ilişkilerini düzeltmek için adım
atmaya hazır olduğunu bildirmiştir.

ABD 2001’den bu yana Afganistan, Irak ve diğer bölgelerde hegemonyasını tam anlamıyla yerleştirebilmek adına yaptığı askeri operasyonlar için 1,2 trilyon doların üzerinde para harcamıştır. Bu rakam içinde, ABD’nin Ortadoğu ülkelerine savaşa desteklerinden dolayı yaptığı yardımlar, gizli ödenekler, imha edilen askeri araçlar ve hükümetin yaralı askerlere yaptığı sağlık harcamaları yer almamaktadır. Bunlarla birlikte bu rakamın 4,5 trilyon dolara ulaştığı tahmin edilmektedir. Ancak yapılan tüm harcamalara rağmen ABD, Irak ve Afganistan ve diğer Ortadoğu ülkelerindeki askerlerinin ve üstlerinin güvenliğini sağlamayı başaramamıştır. Zira 2001’den bu yana yürütülen operasyonlar neticesinde Irak ve Afganistan’da resmi rakamlara göre 5.881 ABD askeri ölmüştür. ABD’nin Irak ve Afganistan’da gerçekleştirdiği operasyonların yarattığı maliyet, ABD ekonomisinde büyük bir gerilemenin yaşanmasına ve ABD bütçesinin sürekli açık vermeye başlamasına neden olmuştur.89

22 Mayıs 2010’da, West Point Akademi de, ABD Başkanı Barack Obama tarafından çeşitli unsurları açıklanan ulusal güvenlik strateji belgesinde şu husular yer almaktadır: "Radikalleşen şiddetle mücadele, nükleer silahların yayılmasının önlenmesi ve nükleer maddelerin güvenliğinin sağlanması, iklim değişikliği ve sürdürülebilir küresel büyüme, ülkelerin kendi kendilerine yetmeleri için destek verilmesi, çatışmaların önlenmesi ve yaraların sarılmasına yardım edilmesi Obama tarafından öncelikli politikalar olarak sıralanmıştır.90

Obama’nın ilk başkanlık döneminde aldığı sonuçlar şunlar olmuştur:

Birinci dönemin ilk üç yılında Irak’taki asker sayısı aşamalı olarak artırıldı ve askerlerin bir bölümü ancak 2011 Aralık ayında tahliye edildi. Afganistan’da ise hâlâ 60 bine yakın ABD askeri bulunduruluyor. Guantanamo Hapishanesi ise kapatılmadı. Yine de işgal edilmiş ülkelerden çekildi çekilecek bir ABD profili ile, Fransa’nın başı çektiği ama ABD’nin gizliden destek verdiği Libya saldırısı dışında kaydadeğer başka bir sıcak temas yaşanmaması Obama’ya, başka faktörlerin yanısıra ikinci dönem Başkanlık imkânını yaratan etkenler arasındadır. Bu başka faktörlerin arasında öne çıkan ise, 2011’de Arap Dünyasında meydana gelen halk ayaklanmalarının sonrasında gelişen politik atmosferdir.

Arap dünyasındaki beklenmedik gelişmeler, diktatörleri devirmek için ayağa kalkmış halkların, bir rejim değişikliği gündeme gelmese de burjuva demokratik sistemin; seçim, yeni bir anayasanın hazırlanması gibi kimi süreçlerinin işler hale gelmesinin yolunu açan eylemleri; bu eylemlerin sonuçlarını fazla sorun yaşamadan kendi lehine çevirme imkânı bulan Obama’ya ek bir fırsat sağlayabilmişti. ABD ekmek, onur ve hürriyet için ayaklanan ancak politik bir programdan ve gelecek hedefinden yoksun Tunus ve Mısır halkının devirdiği
diktatörlerden sonraki boşluğu, herhangi bir askeri müdahaleye gerek duymaksızın maniple edebilmiş, üstelik bu ayaklanmaları destekler göründüğü için de saldırgan ülke imajının özgürlük yanlısı bir ülkeye dönüşmesi için bu süreci olabildiğince kullanmıştı.91

27 Mayıs 2010 tarihinde yayımlanan Ulusal Güvenlik Strateji Belgesi 52 sayfadan oluşmaktadır. Ve içeriğinde şu hususlar yer almaktadır:

“ABD’nin önündeki savaşlarla mücadele ederken, bunun ötesindeki ufku da görmesi gerektiğini, sınamaların üstesinden gelmek ve daha güçlü ve güvenli bir dünyaya ulaşmak için ABD’nin, ulusal yenilenmeye ve küresel liderliğe ilişkin bir strateji izlemesi gerektiği üzerinde durmuştur. ABD ordusunun ABD’nin güvenliği için bir köşe taşı olduğunu ancak, güvenliğin diğer unsurlarla da tamamlanması gerektiğini belirten Başkan Obama, genç bir yüzyılın yükünün ABD’nin omuzlarına bırakılamayacağını, eski ittifakları güçlendirerek, yeni sınamalarla mücadele için modernleştireceklerini, uluslararası standartları ve kurumları güçlendireceklerini, yeni ve daha derin ortaklıklar tesis edeceklerini kaydetmiş tir. 
Ulusal güvenlik stratejisi, uzun dönemde liderliğin canlandırılmasına odaklanırken, öncelikler konusunda acil eylemleri de kolaylaştırmaktadır

4. CÜ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..,,

***

11 EYLÜL ÜN ABD GÜVENLİK POLİTİKASINA ETKİLERİ. BÖLÜM 2

11 EYLÜL ÜN ABD GÜVENLİK POLİTİKASINA ETKİLERİ. BÖLÜM 2 



11 Eylül’ün ABD Güvenlik Politikasına Etkileri

“El Kaide militanlarının 11 Eylül 2001 günü New York’taki dünya ticaret merkezine iki uçakla düzenlediği saldırıdan birkaç saat sonra, Amerikan ekonomik gücünün sembolleri yıkıldı. Hemen hemen aynı dakikalarda bir başka uçak Amerikan askeri gücünün simgesi Pentagon’u hedef aldı. Kaçırılan üçüncü yolcu uçağı ise muhtemelen Beyaz Saray olarak belirlediği hedefine ulaşmadan düştü. Böylece ABD’nin politik sembolü zarar görmedi.”22 “Artık şu söylenmekte dir: soğuk savaş döneminde güvenlik yoktu fakat istikrar vardı geçen
on yılda ise güvenlik vardı fakat istikrar yoktu.11 Eylülden sonra ise bu denklem güvenlik yok istikrar da yok şeklini almıştır.”23 “Denilebilir ki 11 Eylül saldırılarından sonra özgürlük güvenlik dengesinde denge güvenlik lehine bozulmuştur.”24 “ABD‘nin saldırgan dış politikası, tüm dünyada ABD ‘nin hegemonya siyasetinden imparatorluk siyasetine geçmekte olduğu yönünde analizler yapılmasına yol açmıştır.”25 “ABD, 11 Eylül sonrası dış politika rotasını yeniden belirledi. Uluslararası ilişkilerin merkezine terörle mücadeleyi koyan ABD, önce ‘’Şer Ekseni’ni çizdi. Ardından teröre karşı ilan ettiği top yekûn savaşla, dış ilişkilerinde yeni bir dönem başlattı.”26 “11 Eylülden sonra, ABD 20 yıl önceki Reagan yönetimiyle aynı retoriği benimseyerek yeniden terörizme karşı savaş ilan etti.”27 “11 Eylül saldırısı ABD’nin kendi topraklarında istisnalar hariç olmak üzere ilk kapsamlı saldırı olarak değerlendirilebilir.”28 11 Eylül 2001 terörist saldırılarından sonra ABD’de Bush yönetimi Amerikan ulusal güvenlik stratejisinin dayandığı temelleri 2002 ve 2006 ulusal güvenlik stratejisi belgeleri ile tüm dünyaya açıklamıştır. “Yeni ulusal güvenlik stratejisi siyasi ve ekonomik özgürlükler aracılığı ile insanlık onurunu yüceltmek, terörizm ve kitle imha
silahlarına karşı dünyanın güvenliğini sağlamak olarak tanımlanan Bush doktrini üzerine kuruludur.”29

Dünyadaki terör ağlarının çökertileceğini söyleyen Bush, teröre destek veren herkesi, ABD’nin düşman listesine ekledi. İlk hedef olarak saldırıların arkasında olduğu Usame Bin Ladin ve örgütü El Kaide’ye destek verdiği belirtilen Afganistan’daki Taliban rejimi belirlendi. Ardından kitle imha silahlarına sahip olduğu gerekçesiyle İran, Irak, Kuzey Kore’yi ‘şer ekseni’ olarak tanımlayarak bu ülkeleri dünya barışı için bir tehdit olarak nitelendirdi. Asimetrik tehdit olarak adlandırılan ve uluslararası sistemde terörist gruplar gibi küçük aktörlerin büyük güçlere ağır kayıplar verdirmesini ifade eden yeni tehlikeyle mücadele edebilmek için dünyanın tek hegemonik gücü olan ABD güvenlik politikalarında değişikliğe
gitmiştir. “11 Eylülden sonra ABD, NATO dâhil olmak üzere uluslararası kurum ve kurallara daha az bağlı bir şekilde hareket edeceğini açıkça ortaya koymuş tur.”30 “ABD’nin yeni tehdit algılamalarında terör ilk sıraya yerleşirken teröre destek veren ülkelerde şer ekseni olarak nitelendirilerek acımasızca mücadele edileceği vurgulanmıştır. Diğer bir değişle Soğuk Savaş döneminde “özgür ulusların komünizme karşı desteklenmesi” biçiminde formüle edilen Truman doktrini yerini, “özgür ulusların terörizme karşı korunması” şeklinde formüle
edilebilecek Bush doktrinine bırakmıştır.”31 Bu doktrin ve Irak ı Özgürleştirme Operasyonu kolektif güvenlik sistemini yeniden düzenlenmiş ve ikincilleştiril miştir. “Kısaca Bush doktrini denilen ve potansiyel tehditleri aktif hale gelmeden yok etmeyi amaçlayan önleyici saldırı konsepti ABD’nin ulusal güvenlik strateji belgelerine de girmiştir.”32 “Yeni tehdit sıralamasında liste başını çeken asimetrik teröre karşı Amerika’nın hegemonik liderliğinde girişilen mücadele de Türkiye gerek sahip olduğu jeopolitik konum ve gerekse Batıyla kurduğu stratejik-askeri ittifaklar nedeniyle Balkanlardan Ortadoğu ve Orta Asya’ya uzanan dünyanın en karışık bölgesinde, istikrara katkı sağlayan bir ülke konumu kazanmıştır.”33 
Zira Türkiye haydut devlerle sınırı olan tek NATO üyesi ülkedir.

“Bush yeni stratejiyi; bundan böyle ABD, nükleer, biyolojik ve kimyasal silah üreten ve tehdit oluşturduğuna inanılan ülkelere karşı, konvansiyonel ve nükleer silahları da kullanarak, önleyici darbe indirilicek. Ayrıca askeri ve siyasi yöntemler birlikte uyumlu bir strateji haline getirilip, terörle mücadelede kullanılacak sözleriyle duyurdu.”34 “ABD çevrelerinin, 11 Eylül yeni bir dönemin başlangıcıdır diye bir milat ortaya koymaları, ABD’nin sürdürülebilir üstünlük için düğmeye bastığını gösteriyor.”35 “Bush’un 11 Eylül sonrasında yeni muhafazakâr akımın etkisine açık bir şekilde gelişen dış politikası 2004 seçimleriyle Amerikan halkının da onayını almıştır. Özgürlük yanlısı ve ahlakçı söylemin tek başına bir siyasal hedef olmaktan çok tek taraflı ve saldırgan dış politikasını meşrulaştıran bir araç olarak kullanıldığı görülmektedir.”36 Başkan Bush’un yeni muhafazakâr dış politika stratejisi Amerika’nın tek taraflı ve güce dayalı bir müdahaleci politika izleyerek dünyada birçok rejim değişikliğinin gerçekleştirilmesi esasına dayanır. 11 Eylül sonrası gelişmeler ABD’nin 20.yy sonunda dünya çapında yitirmeye başladığı liderlik pozisyonunu yeniden güçlendirmek için kullandığı bir çıkış noktası olmuştur.

“Terörle kendi topraklarında yeni tanışan ABD dünyanın günümüze kadar olan ve insan merkezli kazanımları ifade eden bu değerler sistemini Avrupa’dan ve Türkiye’den farklı olarak yorumlamaktadır.”37 “Bunun nedeni saldırılarla gelen kızgınlıkla yenidünya güvenlik politikalarını şekillendirme isteği, vurulmaz sanılan hegemon gücün vurulması, Narsist merhametle”38 gelen kozmopolit burjuva yaşam tarzının saldırılarla yıpratılmasına olan tepki ve uluslar arası terörün ABD çıkarlarını doğrudan etkiler hale gelmesi ve Amerikan sermayesine yönelmesidir. Zira terörist saldırılara en çok maruz kalan küreselleşme ve sömürünün aracı kurumları görülen iş çevreleridir. “Amerikan sermayesi hızlananan küreselleşme sürecinde Dünya Bankası Ve IMF gibi uluslararası kuruluşlarında desteği ile sürdürdüğü dünyayı parselleme ve ülke pazarlarını fetih etme mücadelesinde terör örgütlerinin direniş ve saldırıları ile karşılaşmıştır. 

Bunun karşılığında ise 11 Eylül saldırıları bahane gösterilerek ABD’deki siyasi ve askeri karar mercileri ticari, sermaye, silah sanayicileri ve onların medyadaki iş birlikçilerince kışkırtılarak, Amerikan ordusunun gücü küreselleşmeye karşı direnen ülkelere karşı kullanılmaktadır.”39 “Yaratılan terör mitinin arkasında yatan neden dünya imparatorluğudur. 11 Eylül güvenlik sorunlarını yeniden hortlatmıştır. ABD terörle mücadele kapsamında çıkmazı iki noktaya dayanmıştır birincisi saldırının şoku ikincisi düşmanın tanımlanmasındaki belirsizliktir. Aslında Soğuk Savaş sonrası dönemde devletlerin ulusal güvenliklerine en büyük düşmanlarsan biri de terörizmdi.

Ancak bu 11 Eylül’ e kadar anlaşılamadı. ‘Saldırı sonrası batılı başkentlerde yapılan değerlendirmeler sonucunda terörizm 21.yüzyılın en büyük tehdidi ilan edilmiş ve hatta henüz tanımlanamamış bir düşmana karşı NATO ülkeleri ilk defa ittifak anlaşmasının 5. Maddesini harekete geçireceklerini açıklamışlardır.”40 “ABD’nin Soğuk Savaş sonrası terörü baş düşman ilan ettiği bu konuda müttefiklerini de iknaya çalıştığı bilinen bir durumdu ama burada yeni olan bir taraf vardır: O da, terörü destek veren teröristleri destekledikleri düşünülen
ülkelerinde düşman ilan edilmesiydi.”41 ABD kanıt toplayıp yargı önüne çıkmak yerine saldırıyı dünyaya savaş olarak empoze etmeyi yeğledi ve ciddi kanıtların bugün olup olmadığı da hala bilinmiyor. Teröre karşı savaş için meşru bir zemin hazırlandı ve BM Güvenlik Konseyi uluslararası terörün mali ve lojistik kaynaklarının kurutulmasını hedefleyen kararı kabul etti üyelerin de kabul etmesi zorunlu kılındı.

“Soğuk Savaş sonrası dönemde, ABD hegemonyasının küreselleşmesi ve devam ettirebilmesi önünde engel olarak görülen büyük devletlerin yerini, 11 Eylül’den sonra terörist şebekeler ve onlara destek olan haydut rejimler almıştır. ABD bu yeni tehdit algılamasına paralel olarak ulusal güvenliğine potansiyel tehdit ve tehlike teşkil edenlere yönelik önleyici saldırı (preventive attack) yöntemini kullanmaya başlamış, bunu aynı zamanda tüm dünyanın güvenliği için yaptığını söyleyerek meşrulaştırmaya çalışmıştır. Ancak gerek 11 Eylül saldırılarından yaklaşık bir ay sonra başlayan Afganistan’ın işgalinin, gerekse Mart 2003’te başlayan Irak’ın işgalinin siyasal, ekonomik ve toplumsal sonuçları, yapılanların ABD’nin hegemonyasını küreselleştirmeye ve pekiştirmeye yönelik stratejinin adımları olduğunu tüm dünyaya göstermiştir.”42

“ABD’nin 11 Eylül saldırılarının ardından izlediği dış politikanın amacı; sadece hegemonyasının önünde engel olan rakip güçlerin gelişmesini engellemek değil, aynı zamanda tüm uluslararası sisteme mutlak egemenliğini kabul ettirmek olmuştur. Bu amaç doğrultusunda oldukça saldırgan ve tek yanlı bir dış politika yönelimi içine giren ABD, tarihinde ilk defa aşırı yayılmaya başlamıştır.”43

“Saldırıların ardından teorik açıdan olmasa da pratik açıdan önemli bir değişim gösteren Amerikan dış politikası, daha “saldırgan” ve “tek yanlı (unilateral)” bir eğilim sergilemiştir. Bu yeni dönemde, ulusal çıkarlarına yönelik potansiyel veya gerçek olarak algıladığı herhangi bir tehdide karşı eylemde bulunabilme anlayışını benimseyen ABD, “önleyici (preventive)” ve “önlem alıcı (pre-emptive)” saldırı düşüncelerini dış politika eğiliminin merkezine oturtmuştur.”44

11 Eylülle gelen kırılma noktası şudur: “11 Eylül sonrasında güvenlik kavramı geleneksel anlamından uzaklaşmış, iç ve dış güvenlik ayrımı buharlaşmış ve güvenliğin daha militarize edildiği bir süreç başlamıştır. Bu süreçte güvenlik uğruna temel hak ve özgürlüklerden vazgeçilebileceği inancı yaygınlaşmıştır.”45 Güvenlik fetişizmi denilen bir boyuta ulaşan bu aşırı güvenlikçi anlayışın temel haklar üzerindeki hasarını azaltabilmek için demokratik kolluk anlayışı yerleştirilmeliydi. ABD 11 Eylül olayı sonrasında hegemonik bir güç olmaktan çıkıp sömürü ve kontrol politikasına yönelen bir ülke haline gelmiştir. Bunun nedeni olarak da küresel terörle mücadele ve demokrasi yayma gerekçe gösterilmiştir.

“Nitekim iş başına geldiğinde Amerika’yı füze savunma sistemleri ile donatmayı hedefleyen Bush yönetimi terör eylemlerinden sonra savunma stratejisini global menzilli terörizmle mücadele etmeye yönelmiştir.”46

“Yeni savunma politikası 31 Aralık 2001 tarihinde Kongreye verilen Nükleer Tertiplenme Gözden Geçirme (NPR) dokümanında, yeni nükleer doktrin ile birlikte ifade edilmişti. NPR, nükleer ve konvansiyonel tüm silahlı kuvvetlerin kullanımı ile ilgili bir strateji ortaya koymakta idi. ABD savunma sisteminde yeni bir dönemi ifade eden bu stratejinin üç kurgusundan ilki saldırgan vuruş sistemleri idi. Diğer ikisi ise ortaya çıkacak tehditlere karşı zamanında karşı koymak için yeni kabiliyetler sağlayacak savunma sistemi ve savunma alt yapısı idi. Yeni dönemin bu üç kurgusu komuta ve kontrol, istihbarat ve analiz sistemleri ile yeni kurulan Stratejik Komutanlık (STRATCOM) bünyesinde yer alacaktı.”47

Neo-conların/Yeni Muhafazalkarların Etkisi: “Yeni muhafazakâr grup, Soğuk savaş yıllarında ABD’nin dış politikasında sergilediği sert politikayı 1990lı yıllarda Amerikan iç siyasetinin temel konularında göstermeye başlamıştır.”48 1970’lerden itibaren Amerikan siyasetinde etkili olmaya başlamıştır ve liberal politikaların ahlaki çöküşe, suç ve çözülmeye yol açacağından yola çıkarak ahlaki içerikli bir siyasetin oluşumuna neden olmuşlardır.

  “Başkanlık kurumunun gücünün artması ve siyasi partilerin öneminin azalması ile halkın çoğunluğunun istekleri dışında özel hedefleri ve çıkarları olan gruplar Amerikan yönetiminde oldukça güç sahibi olabilmektedirler. Bunlara en iyi örnek son yıllarda dış politika alanında etkin olan yeni muhafazakârlardır.”49 “Reagan döneminde Sovyetlere "şer imparatorluğu" denmesini sağlayan onlardır. Clinton döneminde güçlerini arttıran ancak istedikleri etkinliği gösteremeyen bu ekip için George W. Bush iktidarı büyük bir fırsat oldu.”50

Yeni muhafazakârlar uluslararası siyasette iyi kötü ayrımı yaparlar ve Amerikan değerlerinin iyi olduğunun dünyaya demokrasi ve insan haklarını getirirken gerekirse askeri güç kullanabileceğini savunurlar. Bu yüzden ABD dış politikası aktif olmalı ve Başkan dış politika ve asker kullanma konularında tek yetkili olmalıdır. Zira Yeni muhafazakârlar güçlü bir başkanlık kurumundan yanadırlar. Onlara göre ABD dünyaya hegemonyasını kurarak barışı getirebilir. Yeni muhafazakârlar Irak işgalinde etkili olup özel hedefleri olan gruplardır.

Avrupa çok fazla idealist olduğu için uluslar arası kuruluşlarda ABD’nin hareket alanını sınırladığı için eleştirilir. Bu bağlamda emperyal başkanlığın gelişimine de katkıları olmuştur.
Savunma bakanlığı ve beyaz saray ulusal güvenlik konseyinde çeşitli görevlere gelmişlerdir.

   Bush un seçilmesi ile cumhuriyetçiler hem yasama hem de yürütme organında etkili olmuşlardır böylece bölünmüş hükümet meydana gelmiş ve başkan yasama ve yürütme eğilimlerini ele almıştır. Richard Cheney ve Donal Rumsfeld Amerikan hegemonyasının özellikle Ortadoğu’ya genişletilmesini savunup başkanlık kurumunun ulusal politikada hâkim olmasını istemiş, emperyal başkanlığa katkılarda bulunmuştur. Oğul Bush denemi yeni muhafazakâr ekibine göre ABD Soğuk Savaştan galip çıkmış tek devlettir ve bu gücünü kullanmaktan çekinmemeli engel çıkarsa ortadan kaldırmalıdır. Oğul Bush ilk dönem başkanlığında Kyoto Protokolünü imzalamaması tek taraflı Ulusal Füze Savunma Sistemini oluşturması bu politikayı izleyeceklerinin bir örneğidir. Ayrıca 2002 Ulusal Güvenlik Strateji belgesi de bunun açık bir ilanıdır. Yeni muhafazakârları geleneksel muhafazakârlardan ayıran devlet müdahaleciliğine verdikleri büyük önemdir. “Bush’un 2002 Ulusal Güvenlik Stratejisinin başında belirttiği gibi ABD’nin iddiası basit bir ulusal savunma ölçütünün çok ötesindedir. Bu iddia dünyada özgürlüğü hâkim kılacak bir hakça barışın tesis edilmesidir. Bu açıdan dünyada sadece barış ortamının varlığı yeni muhafazakâr siyaset için yeterli değildir.

ABD hakça barışı tesis etmek için mevcut barış ortamına müdahale edebilir. ABD yine aynı belgede belirtildiği gibi yeni bir güç dengesi kurma iddiasındadır.”51

G.W. Bush dönemi dış politikasının üç önemli hedefi güvenlik ve askeri tavırda değişimlere neden olmuştur. Bunlar; 1-terörle savaş, 2-askeri potansiyelin modernizasyonu ve geliştirilmesi, 3-yeni petrol miktarlarının ihracatıdır. Tüm bunlar tek bir güvenlik konsepti altında birleştirilmiştir. Bu değişimin etkilerini görebilmek için ABD’nin bazı bölgelerdeki aktiviteleri incelenmelidir.

1-Küresel Terörle Savaş:

Bush’un temel teoremi şuydu: “Terörle olan mücadelemiz El Kaide ile başlamaktadır, ancak küresel çapta hareket eden her terörist grubu bulup, durdurana ve yenene kadar devam edecektir. Bu sefer kesinlikle bazı ceza aksiyomları veya büyük bir muharebe ile bitmeyecek.

Tam tersine çeşitli muharebe alanlarında ve açık yahut gizli aksiyonlarla sürdürülen uzun bir sefer olacak.”52 Bush teröristleri sonuna kadar kovalayacaklarını da eklemiştir.

2-Askeri Düşüncede Devrim:

“Bu yeni yapılanma için iki stratejik temel açıklandı. Birincisi; ABD askeri gücünün yenilmezliğini garanti altına almak ki bunun için etkili bir roket savar sisteminin üretilmesini ve ABD’nin ileri teknoloji silahları alanındaki üstünlüğünün korunmasını sağlamak gerekiyordu. İkincisi ise; ABD’nin İran, Irak ve Kuzey Kore gibi bölgesel düşman ülkelere saldırma ve yenme yetisini geliştirmek.”53 Bush birinci hedefe ulaşmak için ‘NATİONAL MİSSİLE DEFENSE’ olarak adlandırılan program ile ABD’nin 50 eyaletini korumayı amaçladı. Ayrıca gelişmiş sensorik enstrümanlara sahip olunması gerektiğini vurguladı. İkinci hedefe ulaşmak içinse ‘POWER PROJECTİON’ yani her potansiyel düşmanı yenecek düzeyde olan ABD ordularının uzaklardaki savaş alanlarına gönderilmesi yapısal gelişimini formüle etti. Bunun için yeni yüksek teknolojili silahlar alınmalı ve insansız uçaklar geliştirilmeli idi. “Bush’a göre ABD silahlı kuvvetleri gelecek yüzyılda hızlı, hareketli ve ölümcül olmalıydı.”54

“ABD savunma stratejisine temel teşkil eden tehditler dört ayrı grupta tanımlanmıştır:

1. Askerî kabiliyet ve kuvvetleri ile rakip ve çatışma olasılığı olan devletlerin oluşturduğu geleneksel tehdit. 
2. Konvansiyonel olmayan (klasik savaş dışı) metotlar kullanan kuvvetli rakiplerin oluşturduğu düzensiz tehdit. 
3. Kitle imha silahlarını edinme gayreti, sahip olma ve kullanma şeklinde ortaya çıkan tehdit. 
4. ABD’nin sahip olduğu temel operasyonel üstünlüklere meydan okuyacak teknolojileri geliştirme ve kullanma gayreti içindeki ülkelerden gelen tehdit.”55

3-Petrol Kaynakları

a- Körfez Bölgesi: “Washington, körfez bölgesinden gelen sürekli petrol teslimatının herhangi bir şekilde tehlikeye girmesini engellemede kararlıdır. Ayrıca Iraktaki petrol rezervlerinden Rus, Çin ve Avrupa tekellerinin yararlanması yerine ABD tekellerinin faydalanabilmelerini güvence altına almak istemektedir.”56

b- Orta Asya Ve Kafkaslar: Amaç bölgeye ABD güçlerinin konuşlandırılması ve Taliban rejimine karşı operasyonlar düzenlemenin yanı sıra bölge doğal gaz ve petrolünü Batı piyasalarına aktaracak olan boru hatlarının korunmasıdır da. Bu bağlamda ABD Gürcistan ve Kazakistan da askeri birliklerini konuşlandırdı.

c-Kolombiya: Siyasi şiddet ve gerilla örgütleriyle mücadelenin yanı sıra ülke içinden çıkarılan petrolü taşıyan boru hatlarının korunması ABD tarafından sağlanmıştır Afganistan Müdahalesi: “ABD ve İngiltere 7 Ekim 2001’de Afganistan’a karşı ‘Kalıcı Özgürlük’ (Operation Enduring Freedom) adı altında askeri bir operasyon başlatmış; BM Güvenlik Konseyi’nin açık bir yetkilendirmesi olmaksızın başlattıkları operasyonu, BM Antlaşması’nın 51. Maddesinde yer alan meşru müdafaa hakkına dayandırmışlardır. Ancak saldırılar sonrasında, durum ile ilgili Güvenlik Konseyi tarafından çeşitli kararlar alınmış olmakla birlikte, ilgili kararlarda ne operasyona izin veren ne de saldırıların faillerini belirleyen açık bir ifade kullanılmıştır. Belirtilen gelişmelerin cevabı Bush Doktrini’nin içinde gizlidir. 

   ABD Başkanı Bush döneminin dış politikasında izlenen yeni strateji; kitle imha silahlarına sahip olanlar ya da kitle imha silahlarına sahip olan devletlere ve teröristler ile terörizme yataklık yapan devletlere karşı daha henüz tehditler tam olarak oluşmaksızın kuvvet kullanılmasını öngörmektedir. Bush Doktrini olarak nitelendirilen söz konusu durum, saldırı yeri ve zamanı belirli olmasa da önleyici askeri müdahalenin varlığını kabul etmektedir.”57

Uluslararası toplum destekli bir hükümet kurulur ve ABD askerlerini bölgede konuşlandırır. Bush Doktrininin Reagan Doktrininden farkı 2/4. maddenin ihlali olmayan durumlarda bile, önceden öngörülmesi mümkün olmayan tehditlere karşı da meşru müdafaa hakkının kullanılabileceğini ileri sürmektedir. Bush doktrini meşru müdafaa hakkının ötesine geçmiş ve uluslararası hukuk kuralı ihlali yapmıştır. Ve bu kararına meşruluk kaynakları aramıştır. Güvenlik Konseyi, 1368 sayılı karar ile uluslararası barış ve güvenliğin tehdit edildiğini saptayarak 39. maddenin kendisine verdiği yetkiyi kullanmış; fakat bunun dışında Anlaşma’nın diğer hükümlerine göre bir yetkilendirme yapılmamıştır. Bununla birlikte hem 1368 hem de 1373 sayılı kararda, Anlaşma’nın 51. maddesinde düzenlenen bireysel ve ortak meşru müdafaa hakkı doğrulanmıştır. “Birleşmiş Milletlerde yürütülen çalışmalar, dünya çapında terörist faaliyetlerin sona erdirilmesi yönünde etkili olmakla birlikte, bu etkinin derecesi beklentileri karşılamaktan uzaktır. Teşkilatın hazırladığı sözleşmelerin hiçbirinde ve
oluşturulan çalışma gruplarının raporlarında, terörizmin kapsamlı bir tarifinin hala yapılamamış olması düşündürücüdür.” 58 

  Artık 11 Eylülle, soğuk savaş sonrası dönemde yürürlükte olan “barışı sağlama ve muhafaza etme” güvenlik yaklaşımlarını geride kalmış, içeriğinde kimyasal ve biyolojik silâhların üretimi ile kitle imha ve nükleer silâhların kontrolü
gibi konuların bulunduğu güvenlik yaklaşımlarının ön plâna çıkmıştır. Afganistan savaşından sonra uluslar arası yeniden yapılanma süreci ve Demokrasi İhracı Projesi önem kazanmıştır.

ABD’nin güvenliği açısından önemli belge bir belge olan (QDR2001) de şu konulara yer verilmiştir: ‘Dört Yıllık Savunma Değerlendirme Raporu, yeni küresel sistemi tehdit edecek durumlarda ABD’nin zorla girme, işgal etme, siyasi müdahalede bulunma, rejim değiştirme gibi yöntemlere başvurmasını benimsemekte ve tüm coğrafi alanların küresel çıkar yönünde hareket eden ABD’ye açık olması gerektiğini vurgulamaktadır. 59

 Yeni stratejik ortamda düşmanın belirsizliği ve buna karşı durabilmenin önemini vurgulamaktadır.

QDR1997’den farklı olarak ABD’nin hegemon konumu kalıcı ve müttefiklerinin refahı için gerekli görülüyor. Yeni konsept bilinmeyen bir düşmana bir hazırlık hem de küresel düzeyde ve uzayda ABD’nin hegemonyasının kurulmasına dikkat çeker. “ QDR2001 ABD’nin ulusal çıkarlarının global olduğunu saptıyor.”60Yeni Stratejik Çerçeve bölümündeki yeni caydırıcılık prensibi, var olan düşmana değil de olası bir düşmanın yaratabileceği olası tehditlere karşı konuşlanmayı, sürekli bir militarizmi gündeme getiriyor. Çünkü ABD esas olarak belirgin bir
düşmana değil belirsiz bir düşmanın olası olanaklarına ilişkin kendi tasarımlarına göre hazırlık yapmayı hedefliyor. 

Raporda sürekli olası düşmanlardan bahsedilmesi silah satıcılarına gün doğuruyor. “QDR2001 de ilginçlikler de var. 

Bunlardan biri ABD’nin dünyanın geri kalanına adeta kutsal bir savaş açmış olmasıdır. Düşman özgürlüğe karşı bir düşmandır ve ABD idealini korumak 
için kutsal savaş açıyor, düşman soyut bir düşmandır.

İkincisi: ABD eşittir dünya ve ABD’nin ulusal çıkarları küresel. Bu küresel bir hegemonya, bir imparatorluk anlamına gelir. “61

“20 Eylül 2002 de Başkan Bush Ön Alıcı Güç Kullanımı Stratejisine geçildiğini resmen açıklamıştır. Bu doktrin ABD’nin istediği zaman istediği yere ya NATO ile ya da tek başına müdahale edebileceğidir.”62 ABD Başkanı Bush, 20 Eylül 2002’de yeni Ulusal Güvenlik Stratejisi’ni açıklamış ve Başkan Clinton’ın stratejisinden ciddi bir kopma meydana gelmiştir. Söz konusu belgede, “ABD’nin yeni dış politikasının neleri kapsadığı açıkça ifade edilmiştir. Öncelikle, düşman devletlere ve kitle imha silahlarına sahip olmak isteyen teröristlere karşı askeri müdahalede bulunulacağı açıklanmıştır. İkinci temada, stratejik olarak Amerika’nın kendi askeri gücü ile başka herhangi bir yabancı gücün rekabet edemeyeceğini belirtmiştir. Üçüncü olarak, ABD stratejisine göre çok taraflı uluslararası işbirliğine taraf olunmakla birlikte kendi güvenliği ve ulusal çıkarlarını korumak adına tek taraflı hareket etmekte tereddüt edilmeyeceği açıklanmıştır. Son stratejik amaç ise, özellikle Müslüman ülkeler başta olmak üzere demokrasi ve insan haklarını dünyaya yaymaktır.”63 “Adı geçen
stratejide 4 ana başlık oluşturulmuştur: 

1-Önleyici Savaş 
2-Askeri müdahale ve öncecilik 
3-Yeni karşılıklılık 
4-Demokrasiyi Yayma.” 64 

ABD, ulusal güvenliğini NATO zemininde, dost ve müttefikleri çerçevesinde küreselleştirmiştir. 2002’deki Afganistan işgali küresel terör tehdidine dayandırılmış,  uluslararası kamuoyunda kabul görmüştür. ABD, Eylül 2002 Ulusal Güvenlik Stratejisi kapsamında, uluslararası hukukta yer almayan ‘önleyici savaş’ kavramını, Afganistan ve Irak işgali dâhil, uluslararası pek çok operasyonda ulusal güvenliği açısından meşrulaştırıcı bir araç olarak kullanmış tır. “Bush dönemi Ulusal güvenlik stratejisi kendisine koymuş olduğu bu amaca ulaşmak için de sırası ile şunları yapmayı öngörmektedir:


1-İnsan onurunun her şeyden önce gözetilmesi, 
2-Küresel terörizmi bertaraf etmek için ittifakları güçlendirmek ve Birleşik Devletler ve dostlarına karşı olan terörist saldırıları önlemeye çalışmak, 
3-Bölgesel çatışmaları yatıştırmak için başkaları ile birlikte çalışmak, düşmanların Birleşik Devletleri, müttefiklerini ve dostlarını kitle imha silahları ile tehdit etmelerinin önüne geçmek, 
4-Serbest piyasalar ve serbest ticaret ile küresel ekonomik büyümenin yeniçağını başlatmak, 
5-Toplumları dışa açarak ve toplumların içlerinde demokratik kurumlar inşa ederek gelişmişlik dairesini genişletmek, 
6-Küresel gücün diğer başlıca odakları ile ortak eylemler için gündemler geliştirmek, 
7-Amerika’nın Ulusal güvenlik kurumlarının yirmi birinci yüzyılın şartlarına ve meydan okumalarını karşılayabilecek şekilde dönüştürmek ve küreselleşmenin zorlukları ile mücadele ederken sunduğu fırsatları da değerlendirmek.” 65 

   “Bu stratejiler hakkında ayrıntı verecek olursak; İlk madde bağlamında, ABD insan onurunun savunucusu olacağını, insan haklarını yok sayan hükümetlere baskı uygulayacağını, demokrasi yolunda ilerleyen ülkeleri ödüllendireceğini belirtmiştir. İkinci madde içerisinde; küresel teröre karşı uzun dönemli mücadele edileceği, sadece Afganistan’da değil Kuzey Amerika, Güney Amerika, Avrupa, Ortadoğu ve Asya boyunca teröristlere karşı savaşılacağını, terörizmin finans kaynaklarını keseceğini, destekleyen ülkelere de karşı olacağını ulusal ve uluslararası her güç öğesinin kullanılacağını, kitle imha silahlarının arındırılmasını sağlayacağını, gerektiğinde yalnız başına da hareket edeceğini, FBI’ ın yeniden düzenlenmesini içeren anavatanı koruma planını uygulayacağını belirtir. Üçüncü madde ise yerel kriz dönemlerinde bunlar için kaynak hazırlanacağını belirtir. Bu bağlamda ‘İsrail-Filistin anlaşmazlığı ABD için önemlidir çünkü bölgede insanlar acı çekmektedir, bunun ötesinde ABD ’nin İsrail ve anahtar konumdaki Arap devletleri ile yakın ilişkileri vardır ayrıca bölge Birleşik Devletlerin diğer küresel öncelikleri açısından bir öneme sahiptir.

Birleşik Devletler İsrail ile yan yana yaşayan bağımsız demokratik Filistin’in yanında yer alacaktır. İsrail’in de Filistin’de demokrasinin güçlenmesinde çıkarları olacaktır.”66

“Stratejide Güney Asya da Hindistan ve Pakistan üzerinde durulmuştur. Bu ülkelerle güçlü ilişkiler kurulası gerektiğinin altı çizilmiştir Zira Bush hükümeti Hindistan’ın 21.yüzyıl’ın güçlü demokrasilerinden olacağını düşünmektedir. Endonezya etnik azınlıklara saygı gösteren ve hukuk kurallarına saygı duyan, serbest piyasaları kabul ederek içinde bulunduğu bölgede bir güç haline gelmekte olan bir ülke olarak kabul edilmiştir. Meksika, Brezilya, Kanada, Şili, Kolombiya gibi müşterek öncelikleri olan devletler ile esnek koalisyonlar gerçekleştirilmesi öngörülmüş Bu bölgenin demokrasinin yuvası haline gelmesini desteklemiştir. And Dağları uluslarını ekonomilerini iyileştirmeleri kendi kanunlarını uygulayabilmeleri terörist örgütleri ortadan kaldırmaları ve uyuşturucu teminine son vermelerine yardım edebilmek için etkin bir strateji geliştirmiştir. Kolombiya’ya kendi demokratik kurumlarını güçlendirmesi kanundışı  silahlı gruplar ile mücadele etmesi için yardımcı olunmaya çalışıldığı belirtilmektedir. Afrika bağlamında ise Avrupa devletleri ile birlikte açlık, salgın ve terörizmin önlenmesi için çalışmalar yapılacağı belirtilmiştir. Yakın tehlike konseptini bugünkü düşmanların hedef ve imkânları na uyarlanmalıdır. ABD gerekirse önleyici eylemlerde bulunacak, istihbarat yetenekleri inşa edecek, askeri kuvvetlerini hızlı ve etkin hareket etmeleri için dönüştürecek.

   Dördüncü maddeye göre; ulusal güvenlik için küresel ekonomik büyümenin serbest ticaret ile sağlanmasıdır. Zira güçlü bir ekonomi ABD’nin güvenliğine katkıda bulunacaktır. Bu nedenle Japonya ve Avrupa’nın da güçlü ekonomiye sahip olması küresel güvenliğe ve ABD’nin güvenliğine hizmet edecektir. Kriz çıkmadan önlemesi ve IMF’nin destek verici olacağı vurgulanmıştır. ‘Bu plan küresel anlamda girişimciliğin desteklenmesi, yerel endüstri ve işçilere yardım edilmesi, çevrenin ve işçilerin korunması, enerji güvenliğinin tesisi, iki taraflı
serbest ticaret antlaşmaları yapılması vb öngörüleri içinde barındırmaktadır.”67 “Beşinci maddeye göre; Dünya kalkınma çemberi genişletilmelidir. ‘Ulusal reformlarda güçlükler yaşayan ülkelere kaynak temin edilmeli, hayat standartlarının artırılması için Dünya bankası ve diğer kalkınma bankaları etkinliklerini artırmalı, kamu sağlığını korumak, çocukların daha iyi eğitim almasını sağlamak, tarımsal kalkınmaya yardımı sürdürmek.”68Altıncı maddeye göre; NATO transatlantik demokrasi ittifakının kolektif savunucusu haline gelecek, stratejiler özgürlükten yana ülkelerle koalisyon kurularak sürdürülecek bu bağlamda özellikle Avrupa ve Kanada’nın işbirliği önemlidir, ortak amaçları güden ülkelere NATO üyelik yolu açılmalı, Asya’daki dostlukları ilerletmek için Japonya’nın öncü bir rol oynaması için bastırmaya devam edilmeli, Kore’de istikrar sağlanmalı, ASEAN gibi kurumlarla bölgesel ya da ikili stratejiler kurulmalıdır. Soğuk savaşın aksine ABD-Rusya ilişkileri terörizme karşı savaşta kesişmekte ve Rusya’nın DTÖ girişi kolaylaştırılmalı, ABD ve Rusya’nın artık stratejik rakipler olmadığı gerçeği görülmüştür. Moskova Stratejik İndirim Antlaşması ve bu yeni gerçeğin simgesidir. Çin’in demokratik gelişimi büyük öneme sahiptir. Çin ile terörizme karşı diyalog başlamıştır ancak ortak sağlık ve çevre tehditleri konusunda tehlikeler sürmektedir.

Çin’in komünist parti yönetimi altında olması da özgürlükler için bir engeldir.  Son Madde;

Ulusal güvenlik kurumlarının 21. yüzyılın şartlarına göre geliştirilmesinin gerekliliği üzerinde durulmuştur. ‘Kişisel ve ulusal görüşlere göre kullanılabilen, hatta kullanılması gereken karşı konulamaz bir askerî güce küresel anlamda ulaşma emeli, yeni güvenlik stratejisinin bir parçasıdır. Silahlı kuvvetler müttefik ve dostları sağlama almalı, gelecekteki askeri rekabetleri önlemeli, Batı Avrupa ve Kuzey Doğu Asya da üsler kurulmalıdır. Başkan Bush iktidara geldiğinde ABD 300 milyar dolar civarında harcama yaptı. Böylece, büyük savunma giderleri  herhangi bir yerde herhangi bir kimseyi caydıracak güveni sağlayacaktır. Başka hiçbir güç Amerika’nın askerî üstünlüğüne meydan okuyabilecek durumda olamayacaktır. Dolayısıyla, bu durum açıkça kendi üzerine bir silâh yarışı alan bir süper güç tarafından alkışlanmaktadır. Dahası, bu strateji açık bir şekilde ön almaya, hatta önlemeye yönelik askerî eylemin olanaklılığına değinmektedir. “ABD’ li personel ve resmi görevlilerin korunmasını temin etmeyi ve arttırmayı hedefleyen Amerikan Askerlerini Koruma Yasa’sını sonuna kadar  uygulayaca ğız”   69 Kısacası, yeni strateji üstünlük, ön alma ve önleme unsurlarının küresel bir bağlamda ulusal haklar ve sorumluluklar olmasını talep etmektedir.70

Irak Savaşı: “ABD 25 Ekim 2002 de teröre yataklık ettiği veya edeceği ve silahsızlanma konusundaki yükümlülüklerini ihlal ettiği ve elindeki kitle imha silahlarını sorumsuzca kullanacağı gerekçeleri ile BM Güvenlik Konseyinin izni olmaksızın oluşturulacak bir koalisyon ile Irak’a karşı kuvvet kullanabileceğini resmen açıklamıştır.”71 Güvenlik konseyi ise alternatif yollar aramış ve ihlalleri kabul edilebilir bir davranış gibi gösteren ‘yatıştırma’ teorisini kullanmıştır. Konsey 1483 sayılı kararla ABD ve İngiltere’nin birleşik bir komutanlık altında işgalci güç statüsünde bulunduğunu ve işgal gücü olarak uluslararası hukuk uyarınca özel yetkilere sahip oldukları açıklanmıştır. BM ve uluslararası hukuk ABD tarafından sçici ve ayrımcı bir biçimde işletilmiştir. Bu gelişme insanlık yararına yürütülen terörle mücadelenin Pax Romana’ ya benzeyen Pax Americana ile yani hegemon bir uluslararası hukuk sistemiyle sonuçlana bileceğini vurgulaması açısından önemlidir. 2003’teki savaşın nedenleri şunlar olarak gösterilmiştir: Irak’ın kitle imha silahları bulundurması(ispatlanamadı), El Kaide örgütü ile bağının bulunması ve demokrasi getirmek istenmesi. Demokrasi önemli bir konudur lakin uluslararası barış ve güvenliğin sağlanması demokrasi  den daha önemlidir. İşgali insani müdahale ile açıklamak BM Antlaşması, örf ve hukukuna aykırı olduğu için doğru değildir. Lakin ABD’nin asıl niyeti bu değildir. 

3. CÜ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..,,

***