14 Mayıs 2020 Perşembe

BM GÜVENLİK KONSEYİNİN ULUSLARARASI GÜVENLİK SORUNLARININ ÇÖZÜMÜNDE ROLÜ VE BM TEŞKİLATININ GELECEĞİ. BÖLÜM 2


BM GÜVENLİK KONSEYİNİN ULUSLARARASI GÜVENLİK SORUNLARININ
ÇÖZÜMÜNDE ROLÜ VE BM TEŞKİLATININ GELECEĞİ. BÖLÜM 2



   Diğer taraftan güvenlik BM Antlaşmasının 6. bölümünde yer alan uyuşmazlıkların barışçı yollarla çözülmesi başlığı altında yer alan 33 ile 38. maddeleri güvenlik konseyinin görev alanlarını ve çözüm metotlarını belirlemesi açısından önemlidir. 
Buna göre;
Devam etmesi durumunda uluslararası barış ve güvenliğin korunmasını tehlikeye
düşürebilecek nitelikte bir uyuşmazlığa taraf olanlar, her şeyden önce görüşme, soruşturma, arabuluculuk, uzlaşma, hakemlik ve yargısal çözüm yolları ile bölgesel kuruluş ya da anlaşmalara başvurarak veya kendi seçecekleri başka yollarla buna çözüm aramalıdırlar.
Güvenlik Konseyi, gerekli gördüğünde, tarafları aralarındaki uyuşmazlığı bu gibi yollarla çözmeye çağırır.
Güvenlik Konseyi, herhangi bir uyuşmazlık veya uluslararası bir anlaşmazlığa yol açabilecek ya da uyuşmazlık doğurabilecek bir durum konusunda, bu uyuşmazlık ya da durumun sürmesinin uluslararası barış ve güvenliğin korunmasını tehlikeye düşürme eğiliminde olup olmadığını saptamak için soruşturmada bulunabilir.
Birleşmiş Milletlerin her üyesi herhangi bir uyuşmazlık ya da 34. Maddede öngörülen nitelikte bir duruma Güvenlik Konseyinin ya da Genel Kurul’ un dikkatini çekebilir.
Birleşmiş Milletler üyesi olmayan bir devlet, taraf olduğu herhangi bir uyuşmazlık
konusunda, işbu Antlaşma’ da öngörülen barışçı yollarla çözme yükümlülüğünü bu uyuşmazlık için önceden kabul etmek koşuluyla, Güvenlik Konseyinin ya da Genel Kurul’ un dikkatini çekebilir.


   Güvenlik Konseyi, 33. Madde'de belirtilen nitelikte bir uyuşmazlığın ya da benzeri bir durumun herhangi bir evresinde, uygun düzeltme yöntem ya da yollarını tavsiye edebilir.

Güvenlik Konseyi, bu uyuşmazlığın çözülmesi için taraflarca önceden kabul edilmiş olan tüm yöntemleri göz önünde tutacaktır. Güvenlik Konseyi bu Maddede öngörülen tavsiyelerde bulunurken, genel kural olarak, hukuksal nitelikteki uyuşmazlıkların taraflarca Uluslararası Adalet Divanı Statüsü hükümlerine göre Divan’a sunulması gerektiğini de göz önünde tutacaktır.
33. Madde' de belirtilen nitelikte bir uyuşmazlığa taraf olanlar söz konusu uyuşmazlığı anılan maddede gösterilen yollarla çözmeyi başaramazlarsa, Güvenlik Konseyi’ne sunarlar.

Güvenlik Konseyi bir uyuşmazlığın süregitmesinin gerçekten uluslararası barış ve güvenliğin korunmasını tehlikeye soktuğu kanısına varırsa, 36. Madde uyarınca mı hareket edeceğini yoksa uygun gördüğü başka çözüm yolları mı tavsiye edeceğini kendisi kararlaştırır.

Güvenlik Konseyi, 33–37. Maddeler hükümlerini zedelemeksizin, bir uyuşmazlığa taraf olanların tümünün istemesi halinde bu uyuşmazlığın barışçı yollarla çözülmesi için taraflara tavsiyelerde bulunabilir.

Söz konusu bu maddeler incelendiğinde esasen BM ve güvenlik konseyi için temel kaygının herhangi bir sorunun devam etmesini engellemek olduğu yani sorunun büyüyerek uluslararası güvenlik ve barışı tehdit edecek noktaya gelmeden sonlandırmak olduğu görülmektedir. Bunu yaparken de BM esasında güç kullanma seçeneğini belki de son seçenek olarak görmektedir çünkü güvenlik sorunlarının çözümünde öncelikli olarak barışçıl yolların denenmesi ve tarafların sorunu kendi aralarında çözmeleri tercih edilmektedir. Aslında bu durum teoride son derece makul olarak görülse de pratikte sorunu daha karmaşık hale getirmektedir. Öyle ki çatışan taraflar zaten bu noktaya geldilerse ortada gerçekten ciddi bir durum vardır bu bakımdan konseyin sorunun çözümü noktasında inisiyatif alarak tarafları uzlaşmaya zorlaması daha akıllıca bir yöntem olarak görülebilir. Zaten güvenlik konseyinin özellikle son dönemde yaşanan insanlık trajedilerinde geç kalmakla eleştirilmesi bir bakıma bundan kaynaklanmaktadır. Tarafların göstermelik diplomatik hamlelerle uluslararası toplumu oyalamaları veya BM’nin olayları iç mesele gibi görmeyi tercih etmesi gibi nedenlerle müdahale edilmemesi güvenlik konseyini zor durumda bırakmaktadır. 

   Örneğin son dönemde Suriye’de yaşanan olaylar karşısında Esad rejimine karşı yaklaşık 3 yıldır herhangi bir askeri müdahale kararının alınmaması sebebiyle 100 binden fazla yaşamını yitirmiş ve milyonlarcası mülteci durumuna düşmüştür. Benzer şekilde 1994’te Ruanda’da yaşanan soykırımda güvenlik konseyinin olayı soykırım olarak ilan etmekten kaçınarak bir iç sorun olarak deklare etmesi ve ardından BM Barış gücü sayısını ülkede bir anda 2.598’den sadece 270’e indirmesi Hutu milislerinin adeta önünü açmıştı.

Güvenlik Konseyi Kollektif Güvenliği Sağlamada Ne Kadar Başarılı?

Klasik realist uluslararası ilişkiler yaklaşımında anarşik bir zemin üzerinde olduğu kabul edilen uluslararası ilişkilerin sürdürülmesi temelde savaşın önlenmesi ve barışın sağlanmasına dayanmaktadır. Ancak savaşın önlemediği durumlarda en uygun seçenek mümkün olduğunca çok devlet arasında barışçıl dayanışma ve geniş katılım prensibi esasları ile tesis edilecek, uluslararası bir yapıdır. Ancak, bu yapı oluşturulmadan önce, savaşa sebebiyet verecek güç dengesi (balance of power) sisteminin ve ikili antlaşmalarla kurulmuş ittifaklar sisteminin ortadan kaldırılması gerekir. Bu sayede hem kollektif bir güvenlik sistemi oluşturulacak hem de bu sistem sayesinde savaşlar daha başlamadan önlenebilecektir. Çünkü elde edilecek kollektif güvenlik sistemi devletlerin saldırgan ve rekabetçi özelliklerini bir bakıma dizginleyecek ve bu sayede savaş bu kollektif güvenlik sistemine üye olan devletler için bir araç olmaktan çıkacaktır.

Buna rağmen örneğin oluşturulan kollektif güvenlik sisteminin dışında olan bir devletle sisteme üye bir devlet arasında savaş çıkması durumunda ise savaş ilanı sistemdeki tüm devletlere yöneltilmiş olarak algılanıp, kolektif hareket edilecektir. 

   Böylesi bir yapının tesis edilmesindeki asıl amaç ise savaş ve savaşa yol açacak sorunlara tek bir merkezden bakmak ve son aşamada de tüm uluslararasında işbirliğini sağlamaktır.56 İşte bu amaçları gerçekleştirmek için kurulan ilk örgüt olan Milletler Cemiyeti 10 Ocak 1920’de faaliyete geçti. Fakat bu tarz bir uluslararası yapı gerek ilk olması sebebiyle gerekse kuruluşundan kaynaklanan sıkıntılardan ve operasyonel yetersizliklerinden kollektif güvenliği sağlama noktasında varlığıyla faydalı olmasa da kollektif güvenlik anlayışına bilişsel ve kurumsal olarak çok şey kazandırdığını söylemek mümkündür.57 MC’nin o dönem için başarısız bir teşkilat olarak kalmasında bir başka nedende bu tarz bir uluslararası yapının devletlerin ulusal egemenliklerine ve bağımsızlıklarına zarar vereceğinin gerek dönemin siyasetçileri gerekse akademisyenleri tarafından düşünülmesi nedeniyle olduğunu söylememiz mümkündür.

Milletler Cemiyeti’nin ardından yaşanan iki dünya savaşı arasında yaşanan yaklaşık 20 yıllık dönemde kollektif güvenlik alanında teoride bazı başarılar elde etse de pratikte 2. dünya savaşını engelleyemediği için başarısız kabul edilmektedir. Öyle ki 1928 yılında imzalanan Briand-Kellog Paktı, savaşı uluslararası politikanın meşru bir aracı olarak görmekten çıkarsa da bu pakt; savaşı pratikte yasaklayamadı. Çünkü Paktın imzalanmasından çok kısa bir süre
sonra, Japonya Çin’e, İtalya Habeşistan’a saldırdı. İtalya’da Mussolini iktidarı, Almanya’da Hitler’in iktidarı ele geçirmesi, 1930’larda ki Japon faşizmi ve Sovyetlerin üçüncü Roma hayali ile dünya, totaliter-milliyetçi yönetimlerin savaş çığlıkları ile inliyordu . Son olarak Almanya, izlediği militarist/revizyonist politikalar ile 2. Dünya Savaşı’nı resmen başlatıyordu. 

Bununla birlikte hem iki dünya savaşı arasındaki gelişmeler hem de 2. Dünya Savaşı sonrası olaylar güvenlik ve barış alanındaki çalışmaların artmasına neden olmuştu. Barış ve kollektif güvenlik konusunda bilinç 1940’lı yıllarda henüz savaş devam ederken başlamış ve 1945 yılında BM teşkilatının kurulması ile adeta ete kemiğe bürünmüştür. BM, tarihten alınan yıkıcı dersler ile kurucu antlaşmanın ilk maddesine uluslararası barış ve güvenliğin korunması amacı için kurulduğunu ifade etmiş ve antlaşma bu konuda Güvenlik Konseyi’ni görevlendirmiştir.58 Güvenlik konseyinin bu dönemdeki ve şimdiki yapısı dikkate alındığında
konseyin esasında uluslararası güvenliği sağlama noktasında Meternich’ci güç dengesi (balance of power) sistemi ile Wilson’cu İdelizm’in karışımının bir ürünü görüntüsü verdiğini 59 söylemek mümkündür. Başka bir deyişle Realist ve İdealist görüşlerin bir potada eritildiği her iki teorik yaklaşımdan da beslenen bir yapı olduğu gerek söylem olarak gerekse eylem olarak kendisini göstermektedir. 

Bu noktadan hareketle BM güvenlik konseyinin tamamen politik bir organ olduğunu ve politik bilinçle (güdü) hareket ettiğini söylemek yanlış olmayacaktır. Konsey her ne kadar hukuki ilkeleri göz önünde bulundursa da örneğin
BM’nin hukuki organı olan Uluslararası Adalet Divan’ın tersine onlarla bağlı değildir.60 Söz konusu bu dualist durumu güvenlik konseyinin zaman içinde sorunların çözümünde gösterdiği yaklaşımlarda görmek mümkündür.

Güvenlik Konseyi’nin Uluslararası Sistemdeki Yeri ve Önemi

Güvenlik konseyi sahip olduğu ayrıcalıklı konumu ve yetkileriyle dünya politikasında ve uluslararası ilişkilerde çok önemli bir yere sahiptir.61 2. Dünya Savaşından sonra kollektif güvenliği sağlamak amacıyla oluşturulan ve güvenlik sorunlarının çözümünde kendisinden çok şeyler beklenen konseyin Soğuk Savaş şartlarından oldukça etkilendiğini söylemek mümkündür. Soğuk Savaş boyunca temel görevi olan uluslararası barış ve güvenliğin korunması konusunda çok etkili olamadığı ve büyük güçler arasındaki mücadelenin bir kamuflâjı olduğu 62 için eleştirilen Konsey, Soğuk Savaş’tan sonra ise ABD hizmetindeki bir yapılanma olduğu iddiaları yüzünden eleştiri almaktadır.63

Gelinen noktada kendisinden çok şeyler beklenilen ve dünyayı daha güvenli bir
yapması arzu edilen BM ve bu teşkilatın en önemli organı güvenlik konseyi ne yazık ki uluslararası sistemin yapısında meydana gelen değişim ve dönüşümü iyi okuyamamış bu nedenle birçok olay ve konuda yeterince etkili olamamıştır.64 Esasında güvenlik konseyine soğuk savaşın ardından kendi etkinliğini gösterecek ve asıl kurulma amacı olan kollektif güvenliği sağlaması noktasında Irak’ın 1991’de Kuveyt’i işgal etmesiyle bir fırsat doğmuştur. Zira güvenlik konseyi kuruluşundan itibaren ilk defa daimi üyelerin oy birliği ile Irak’a yönelik bir askeri müdahale kararı almış ve bunu hayata geçirmiştir.

Irak’ın bağımsız bir devlet olan komşusu Kuveyt’i güç kullanarak işgal etmesi konsey üyelerince uluslararası güvenliğe ve barışa yönelik bir tehdit olarak algılanmış ve tarihinde ilk defa güvenlik konseyi 68765 sayılı tasarı ile Irak’a karşı barışa zorlama operasyonu gerçekleştirilmiştir.66 

   Güvenlik konseyinin bu hareketi uluslararası hukuk bakımından ve kendisine yüklenen misyon bakımından son derece uygun olmuştur. Ancak daha sonraki dönemlerde yaşanan olaylar karşısında daimi üyelerin kendi aralarında gösterdikleri çıkar çatışmaları nedeniyle benzer durumlarda bu tarz bir eylemde bulunamaması ya da Somali’ye düzenlenen operasyon gibi başarısızlık yaşanması konseyin prestijine zarar vermiştir. Bunun yanında 1999 yılında NATO’nun Kosova’ya BM Güvenlik Konseyi kararı olmadan müdahale etmesi ve 2003 yılında ABD öncülüğündeki çok uluslu gücün Irak’a askeri müdahalesi sadece Güvenlik Konseyi’nin değil BM’nin de varlık ve meşruiyet sorunu ile yüz yüze kaldığının göstergesi olmuştur. 67

   Uluslararası ilişkilerde konsey gerek şekil olarak gerekse de sahip olduğu siyasi güç bakımından sanki diğer devletlerin üzerinde bir üst otorite gibi durmaktadır. Her ne kadar devletler güvenlik konseyinin kararlarına bazı zamanlarda itiraz etse de veya konseyin aldığı kararları görmezden gelse de konsey görüntü olarak adeta bir üst otorite gibi devletleri uluslararası güvenliği tehdit etme noktasında çoğu zaman ekonomik yaptırımlar (economic sanctions) uygulayarak bazen de askeri güç kullanarak caydırıcı  olabilmektedir. Günümüzde yaşanan birçok olayda devletler kendileri direkt güç kullanmak yerine güvenlik konseyinin almış olduğu bir karara dayanarak güç kullanmayı uluslararası hukuk açısından daha meşru görmektedir ler. Bu yaklaşım esasında devletlerin bireysel anlamda güç kullanmalarını meşrulaştırma yöntemi olarak ta kabul edilmektedir. Zira Devletlerin BM güvenlik konseyi kararı olmadan başka bir ülkeye askeri güç  kullanmaları meşru müdafaa halleri dışında saldıran devleti uluslararası toplum nazarında saldırgan devlet veya uluslararası hukuku ihlal eden devlet olarak nitelendirilmesine sebep olmaktadır.

   Uluslararası Güvenlik Sorunlarını Çözmek İçin Güvenlik Konseyi’nin Kullandığı
Yöntemler İkinci Dünya Savaşından sonra oluşturulan uluslararası sistem her ne kadar devletlerin egemen eşitliğine dayansa da BM güvenlik konseyinin daimi üyeleri diğer üye devletlere göre daha eşit konumda bulunuyorlardı. Zira daimi üyelerde olan yetkiler diğer teşkilat üyesi devletlerde bulunmuyordu. 

BM Antlaşmasına göre Güvenlik Konseyi iki tür yetki ile donatılmıştır. 
Bu yetkiler 68 Barışı bozmaya yönelik tehditleri ya da saldırganlığı belirlemek ve çözüm üretmek için tavsiyelerde bulunmak Bu bağlamda gerektiğinde kuvvet kullanımını da içeren bağlayıcı kararlar almak.

Güvenlik konseyi uluslararası barışın tehdit altında olduğunu düşündüğünde sahip olduğu yetkileri kullanırken diğer BM organları ya da üye devletlerin talep ve iddialarıyla bağlı değildir. Ayrıca Güvenlik Konseyinin aldığı kararların BM amaç ve ilkelerine uygunluğunu denetleyecek bir makamda yoktur.69 Ayrıca yine BM Antlaşmanın 25’nci maddesine göre de Güvenlik Konseyin kararları üye devletler için bağlayıcıdır. Bu nedenle Güvenlik Konseyi tarafından alınan ve Genel Kurul tarafından onaylanan kararların uygulanması için Güvenlik Konseyi askeri güç kullanabilir. Fakat uygulamada Irak’ın işgaline gelinceye kadar Güvenlik Konseyinin bu konularda genellikle risk almaktan çekindiği gözlenmektedir. 
Bu nedenle Güvenlik konseyi’nin  geride düzinelerce çözüm önerileri bırakmış olmasına karşın bunlardan çoğunun hayata geçmediği görülebilir.

   Esasında uluslararası güvenlik sorunlarının çözümünde geniş yetkilere sahip olan güvenlik konseyinin bu sorunları çözmek için kullanacağı yöntemlerin BM Antlaşmasının 41 ve 42’nci maddelerinde genel çerçevesinin çizildiği görülmekte dir. Bu maddelere göre güvenlik konseyi uluslararası sorunları çözmek için temel olarak uygulayabileceği 3 yöntemin olduğu görülmektedir. Bunlar diplomatik yaptırımlar, ekonomik yaptırımlar ve askeri yaptırımlardır.

Diplomatik Yaptırımlar: Bir zorlama aracı olarak diplomatik yaptırımlar uluslararası hukuka aykırı davranan devleti bu davranışından vaz geçirmeye yöneliktir. Diplomasi uluslararası ilişkilerde bir dış politika aracı olduğundan taraflara uzlaşma için çağrı yapmaktan, diplomatik ilişkilerin askıya alınması veya teşkilattan çıkarmaya kadar birçok yöntem uygulanabilmektedir.70 Ancak günümüzde diplomatik yaptırım kararları çok fazla etkili olmamaktadır.

Ekonomik Yaptırımlar: Diplomatik yaptırımların çoğu kez prestij kaybettirmekten
gidememesi ekonomik yaptırımlara daha sık başvurulmasını gerektirmiştir. Ekonomik yaptırımların en önemlisi sorun çıkaran devlet ya da devletlere ekonomik ambargo uygulamasıdır. BM ambargoları genellikle bir ülkede yaşananlar insanlık suçu boyutuna ulaştığında veya uluslararası toplum tarafından tasvip edilmeyen bir davranış sergilediğinde örneğin bir başka devleti güç kullanarak işgal veya nükleer silah geliştirme faaliyetlerinden caydırmak için son çare olarak uygulanmaktadır. Bunun nedeni ekonomik, siyasal ve stratejik
çıkarlar nedeniyle üye devletler arasında mutabakat sağlanamamasıdır. Buna bağlı olarak BM Ekonomik ambargoları üye ülkelerden özellikle güçlü devletlerden yeteri kadar destek görmediği için sistemli olarak delindiği gözlenmektedir. Ayrıca bu ekonomik ambargolar  sırasında yaşanan yolsuzluklar ve skandallar da ekonomik yaptırımlara gölge düşürmektedir.

   Örneğin Irak’ın Kuveyt’i işgalinin ardından güvenlik konseyinin 986 sayılı karar tasarısı ile uygulamaya başlanan Petrol Karşılığında Gıda Programı (Oil for Food) sırasında yaşanan yolsuzluk ve rüşvet iddialarına BM personellerinin de katılması BM teşkilatının itibarını sarsan bir gelişme olmuştur.71

   Askeri Yaptırımlar: Askeri yaptırımlar; silah ambargosu ve askeri müdahaleyi içerir. BM anlaşmasının 42’nci maddesi uluslararası sorunların çözümünde ekonomik ve sosyal yaptırımların sonuç vermemesi durumunda kara, hava ve deniz kuvvetleri aracılığıyla askeri güç kullanımına izin vermektedir. Bu hükümler aynı zamanda bir askeri gücün var olmasını ve bu gücün kullanımında zorunlu olan sevk ve idareyi gerektirmektedir. Aslında 42’nci madde ortak bir kuvvet oluşturulabilmesini Güvenlik Konseyi ile kuvvet verecek devletler arasında antlaşma yapılmasını ve bu antlaşmaların üye devletlerin anayasaları
gereğince onaylanmalarını gerektirmektedir. Fakat belirtilen antlaşmalar çoğunlukla gerçekleştirilemediği için Güvenlik Konseyinin bu güne kadar uyguladığı askeri önlemlerin hiç birisini 42’nci maddeye dayandırmak mümkün olmamıştır. BM tarafından yapılan askeri harekâtlar barış operasyonları olarak nitelendirilmektedir. Bu operasyonlar nitelik olarak;72

Önleyici Diplomasi (Preventive Diplomacy), 
Barışı İnşa (Peacebuilding)
Barışı Sağlama (Peacemaking)
Barışı Koruma (Peacekeeping) harekâtlarıdır.

Silah ambargoları ise BM’in tartışmalı yaptırımlarından bir diğeridir. 

Silah ambargolarının üye devletlerin isteksiz davranmaları edeniyle etkisiz kaldığı ve bazen farklı sonuçlar doğurduğu getirilen eleştiriler arasındadır. Çünkü her ne kadar güvenlik konseyi silah ambargosu kararı alsa da bu ülkelerde çatışan gruplar BM sistemiyle sorun yaşayan başka devletlerden örneğin, İran, Kuzey Kore gibi devletlerden ya da kendileri yerel üretim yaparak silah temin edebilmektedir. Silah ambargoları konusunda dile getirilen bir başka eleştiride
kuşkusuz bu yaptırımların çok geç gerçekleştirildiği ve çatışmaları önlemede yetersiz kaldığı noktasındadır. Ayrıca yaptırım kararları Yaptırım komitesinin silah ambargosu uygulaması gereken BM üye ülkelerini gözlemlemekte yetersiz kaldığı için yasa dışı silah kaçakçılığı ve ticareti de önlenememektedir.

Güvenlik Konseyi’nin İçinde Bulunduğu Durum ve Yapılan Eleştiriler
Uluslararası arenada devletler arası ilişkilerde ayrıcalıklı ve teoride etkin bir konuma sahip olan güvenlik konseyi dünyada uluslararası barış ve güvenliğin sağlanması noktasında askeri güç kullanma tekeline sahip olması sebebiyle gerçekten çok önemli bir konumdadır. Ancak Soğuk Savaş koşulları nedeniyle İkinci dünya savaşından 1990’lı yıllara kadar bloklar arası çekişmeler nedeniyle bir göreceli olarak pratikte çokta etkili ve başarılı olamadığını söylemek mümkündür. Zira soğuk savaş boyunca birçok güvenlik sorununun çözümünde daimi üyelerin birbirlerine karşı uyguladıkları ideolojik temelli vetolar sistemi kilitleme noktasına getirmiştir.

Aşağıdaki tabloda görüleceği üzere 10 yıllık periyotlar halinde 1946 – 1995 yılları arası yaklaşık 50 yıllık dönemde SSCB başta olmak üzere ABD ile birlikte en fazla veto yetkisini kullanan daimi üyeler olmuşlardır.


Tablo 2: BM Güvenlik Konseyi Daimi Üyelerinin 1946–1995 Yılları arasında Kullandıkları Veto Sayıları73

Yukarıdaki tablodan da görüleceği gibi soğuk savaş döneminde SSCB’nin kullandığı toplam 121 vetodan 80’nin 1946–1955 yılları arasında olması bu dönemde doğu ve batı blokları arasında yaşanan güvensizliğin sonucu olduğu söylenebilir. Tabloda dikkat çeken bir başka noktada ABD’nin 1946–1965 yılları arası dönemde hiç veto yetkisini kullanmamasıdır.
Buradan şu yorumu yapmak pek tabi mümkündür. Bu dönemde güvenlik konseyine gelen karar tasarılarının çoğunlukla ABD’nin yararına olması sebebiyle SSCB veto yetkisini sıklıkla kullanmıştır.
Diğer taraftan soğuk savaş döneminde yaşanan söz konusu bu veto savaşlarının soğuk savaş dönemi sonrasında oldukça azaldığı dikkatlerden kaçmamaktadır. Aşağıdaki tabloda görüleceği gibi 1996 – 2012 yılları arasında daimi üyelerin kullandıkları veto sayısı toplamda 27 olmuştur. Bu durum bize güvenlik konseyinin daimi üyeleri arasında eskiye göre daha fazla anlaştıklarını göstermektedir. 


***

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder