16 Şubat 2015 Pazartesi

MEKÂNSAL PAYLAŞIM AÇISINDAN BÜYÜK ORTADOĞU PROJESİ VE TÜRKİYE 1


MEKÂNSAL PAYLAŞIM AÇISINDAN BÜYÜK ORTADOĞU  PROJESİ VE TÜRKİYE 1

Yrd. Doç. Dr. Taşkın DENİZ 
Karabük Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Coğrafya Bölümü 
taskindeniz@karabuk.edu.tr 

ÖZET 
Bu çalışmada; mekân ve siyaset ilişkisi kapsamında Büyük Ortadoğu Projesi ve Türkiye ilişkisi üzerinde durulmuştur. Siyasi coğrafya açısından; Ortadoğu kavramına, Büyük Ortadoğu Projesi’nin görünür ve gerçek hedeflerine, stratejik ve tarihi arka planına, hangi ülkeleri kapsadığına, Türkiye’nin projedeki yeri, rolü ve önemine değinilmiştir. 

Mekanı oluşturan coğrafi özelliklerin her ülkede aynı dağılışa sahip olmaması, coğrafi özelliklerin yeniden paylaşımı için plan ve projelerin ortaya konmasına neden olmaktadır. Bu projelerden biri de, Büyük Ortadoğu Projesi’dir. Ortadoğu’ya demokrasi götürme amacı taşıdığı öne sürülen projenin aslında enerji kaynaklarının ucuz ve güvenli arzının sağlanması temelli olduğu ortadadır. Irak ve Afganistan’daki gelişmeler ile Arap Baharı sürecinde yaşananlar, bu durumun kanıtlarıdır. Projeden en fazla etkilenen devletlerin başında; bölge ile sınır komşusu olması, sosyo-kültürel ve tarihi bağlarının bulunması ve ekonomik ilişkileri nedeniyle Türkiye gelmektedir. 
Türkiye, bir yanda müttefiki ABD ve destekleyicileri diğer yanda ortak bağları bulunan Ortadoğu devletleri ve halkları arasında yer almaktadır. Böylesine bir 
ortamda Türkiye, siyasi ve ekonomik gelişmeleri stratejik açıdan değerlendirmeli, kendi çıkarları doğrultusunda politik davranmalıdır. Bunu 
yaparken denge unsuru olarak çok dikkatli davranmalıdır. Çünkü Türkiye, her ne şekilde olursa olsun coğrafi konumunun sağladığı avantajlar ile projenin 
merkezinde yer almaktadır. 
Anahtar Kelimeler: Siyasi Coğrafya, Türkiye, Orta Doğu, Büyük Orta Doğu Projesi, TAŞKIN DENİZ, 

GİRİŞ

19. yüzyıl sonlarından itibaren modern sanayinin Avrupa’da hızla yayılması sonucunda ucuz ve bol hammaddeye sahip olma konusunda ortaya çıkan rekabet ortamı, dünya siyasetinde sömürgeciliğin doğmasını sağlamıştır (Özey, 1999:115). 20. yüzyılın başlarından itibaren hızla yayılan sömürge yarışı, ihtiyaç duyulan enerji kaynakları açısından zengin ülkelerin elde tutulması mücadelesine ve bu ülkelerin mekanlarına yönelik siyasi girişimlerin ortaya konmasına neden olmuştur (İşcan, 2004:49). Günümüzdeki en önemli fosil enerji kaynaklarının petrol ve doğalgaz olması, söz konusu kaynakların belirli sahalarda bulunması, bu sahalar üzerindeki devletlerin mekanlarına yönelik siyasi girişimleri artırmıştır.  Bu sahalardan biri de kuşkusuz, Ortadoğu’dur. Özellikle son 100 yıl içerisinde Ortadoğu’ya yönelik siyasi, askeri ve sosyo-ekonomik müdahaleler, bölgenin her açıdan önemini ortaya koymaktadır. Bu özellikleri nedeni ile gerek Ortadoğu gerekse de Ortadoğu ile ilgili girişimler üzerine yerli ve yabancı çok sayıda bilimsel çalışma yapılmıştır. Tayyar Arı (Basra Körfezi’nde ve Orta Doğu’da Güç Dengesi, BOP, Orta Doğu ve ABD: Politika mı? Propaganda mı?, 
Geçmişten Günümüze Orta Doğu: Siyaset, Savaş ve Diploması), Emin Baydil (Sovyetlerin Yıkılmasından Sonra Nato’nun Yeni Hedefleri ile Orta Doğu Bölgesi Arasındaki İlişkiler Üzerinde Jeopolitik Bir Değerlendirme), Nihat Ersin (Orta Doğu Savaşlarının Perde Arkası), Abdullah Şahin (Büyük Orta Doğu Projesi ve Türkiye) gibi yerli çalışmaların yanı sıra Ronald Asmus (Türkiye İçin Yeni Bir Duruş Aranıyor), Joschka Fisceher (Küresel Güvenlik ve Nato), Joshua Muravchik (Blaming America First: Middle East Quarterly) gibi çok sayıda yabancı çalışmalar ortaya konmuştur. 

“ORTADOĞU” KAVRAMI 

“Ortadoğu” kavramı yüzyıldan fazla bir süredir kullanılmasına karşın bölgesel ve küresel gelişmelere bağlı olarak kavramın mekânsal açıdan sınırları netlik kazanamamıştır. Genel olarak Ortadoğu denildiğinde Arap yarımadası, bu yarımada üzerindeki devletler ve bu devletlerarasında yaşanan sorunlar akla gelmektedir. Günümüzde Ortadoğu kelimesi her devlet ve millet tarafından değişik ifade edilmektedir. Örneğin; Ön Asya, Batı Asya, Yakın Doğu, Middle East, Moyen Orient ve Eş-şarku’l-evsat gibi. En fazla kullanılan ifade ise 
“Ortadoğu” dur. 

Ortadoğu kavramı ilk kez 1902 yılında Amerikalı Alfred Thayer Mahan tarafından National Review dergisinde yayımlanan “The Persian Gulf and International Relations (Basra Körfezi ve Uluslararası İlişkiler)” adlı makalesinde kullanılmıştır. Mahan bu makalesinde, Basra Körfezi’nin dünya ekonomisindeki önemini belirtirken Arap yarımadası ve Hindistan arasında kalan sahayı “Middle East“ olarak ifade etmiştir. 

Bu sahada Almanya, Rusya ve İngiltere’nin nüfuz mücadelesi verdiğini ve ABD’nin güçlü devlet olabilmek için bu sahayı kontrol altına alması gerektiğini vurgulamıştır (Şimşek, 2005:10). ABD’de ortaya çıkan Ortadoğu kavramını Avrupa’ya taşıyan ise 1909 yılında yazdığı “Problems of Middle East“ adlı kitabı ile Angus Hamilton olmuştur. Mahan gibi Hamilton’da, Basra Körfezinin sömürgeci devletler açısından önemini ve bu nedenle yaşanabilecek sorunları anlatmıştır. Kavrama resmiyet kazandıran ise 1911 yılında Hindistan’da Lord Curzon olmuştur. Lord Curzon, resmi konuşmalarında ilk kez Ortadoğu 
kavramını kullanmıştır. Bu resmiyet İngiltere’de Sömürgeler Bakanlığı’nda Middle Eastern Department adlı bir idari bölümün kurulması ile iyice pekiştirilmiştir. Söz konusu idari bölümün çalışmaları ile Ortadoğu kavramı, İstanbul Boğazı ve Hindistan arasında kalan sahayı kapsayacak şekilde tekrar tanımlanmıştır (Dursun, 2003:1). Bu arada İngiltere’deki Cografi Adlar Daimi Komisyonu (Permenant Commission on Geographical Names) adlı kurulus, "Yakındoğu”yu sadece Balkanları ifade edecek şekilde yeniden tanımlarken "Ortadoğu" kavramını da Türkiye, Mısır, Arap Yarımadası, Körfez bölgesi, İran ve Irak'ı kapsamına alacak şekilde sınırlarını belirlemiştir. Böylece 20. yüzyılın 
baslarında İstanbul Boğazı’ndan Hindistan'ın doğu kıyılarına kadar uzanan bölge "Ortadoğu" olarak isimlendirilmiş oldu (Davison, 1960:669-671). Kavrama dayalı mekânsal sınırlamalar dikkate alındığında, Avrupa kıtasının dünyanın merkezi olarak kabul edildiği ve bu nedenle Avrupa kıtasına göre bir yön tayinin yapıldığıdır. Yani söz konusu mekân, Avrupa’ya göre “Ortadoğu” dur. Shileds’e (2003:204) göre; “Doğu sözcüğü bir yöne, bir yere ya da bir bölgeye işaret ederken bazen mistisizme, egzotizme ve geri kalmışlığa işaret eden politik bir 
metafora dönüşebilmektedir.“ Yıldız’ın (2004:22) da ifade ettiği üzere; 
günümüzde Ortadoğu ve Bop ifadesi ile Cebelitarık’tan Kırgızistan’a, Kazakistan’a, Kafkasya’ya, Yemen’e ve Sudan’a kadar uzanan bölge bir bütün olarak ele alınmaktadır (Harita-1). 

Ortadoğu sadece belirli bir coğrafi bölgeyi değil aynı zamanda farklı kültürleri, medeniyetleri, sosyal yapıları ve ilişkileri de ifade etmektedir. Geleneksel yapılarla modern yapıları, kaos ile düzeni, sosyal zıtlıkları, zenginlerle en fakirleri, geleneksel monarşilerle demokratik uygulama çalışmalarını barındırmaktadır (Dursun, 2003:2). Öztek’e göre (2008:273) bölge, gerek jeostratejik konumu ve zengin enerji kaynakları gerekse de terör boyutlarına varan ve giderek yayılan etnik-milliyetçi, radikal dinci akım ve hareketleri ile dünyanın en önemli bölgelerinden birini teşkil etmektedir. 




Harita 1: Türkiye ve BOP Kapsamında Olduğu Öne Sürülen Ülkeleri Gösteren Bir Harita 

SİYASİ COĞRAFYA AÇISINDAN ORTADOĞU 

Ortadoğu, petrolün bilinmediği ve sanayide kullanılmadığı dönemlerde, dünyanın üç kıtasını birleştiren köprünün başlangıç noktası olması ve Akdeniz-Kızıldeniz-Hint Okyanusu gibi üç önemli suyolunun kavşağında bulunması nedeniyle, bugünkü gibi, güçlü devletlerin mücadele sahası olmuştur. Tarihin eski çağlarında Ortadoğu’da huzur, düzen ve refahı sağlamak için gerek Mısırlılar gerekse de Sümerliler egemenlik kurmaya çalışmış ancak tam olarak başarılı olamamışlardır. 
Bütün Ortadoğu’nun egemenliğini ancak 6. yy’da Pers İmparatorluğu 
sağlayabilmiştir. Pers İmparatorluğu’nun yıkılmasından sonra Ortadoğu’da, İran’da kurulmuş olan Sasani devleti ile İstanbul merkezli Bizans İmparatorluğu’nun egemenlik mücadelesi yaşanmıştır. Ancak; 

İslamiyet’in doğuşu ve yayılmaya başlaması ile birlikte Ortadoğu’da İslamiyet (Müslümanlar) egemen olmuştur. Ortadoğu’da doğan ve buradan bütün dünyaya yayılan İslamiyet, Hıristiyanlık ile olan mücadelesini yine bu topraklar üzerinde gerçekleştirmiştir. İslamiyet’in Türkler tarafından kabul edilmesinden sonra Ortadoğu zaman içerisinde Büyük Selçuklu Devleti, Anadolu Selçuklu Devleti ve Osmanlı Devleti’nin kontrolüne geçmiştir. Tarihte Ortadoğu’da siyasi istikrarı en 
uzun süre (16. yy ile 19. yy arasında yaklaşık 400 yıl) koruyan devlet, Osmanlı Devleti olmuştur (Ersin, 2003:20-21). 

Osmanlı Devleti’nin güç kaybetmeye başlaması ile birlikte Ortadoğu’da sömürgeci devletlerin etkisi ön plana çıkmıştır. Sömürgeci devletlerin, bölgede Osmanlı egemenliğinde yaşayan milletleri kışkırtması ile Ortadoğu eski istikrarsız dönemlerini yaşamaya başlamıştır. Osmanlı Devleti’nin yıkılmasından sonra bölgede milli devletler kurulmuş ancak bu durum petrolün keşfedilmesi ve sanayide kullanılmaya başlanması nedeniyle istikrarın sağlanmasında çok etkili 
olamamıştır. Aksine I. Dünya Savaşı’ndan itibaren Ortadoğu, petrol ve doğalgaz nedeniyle sömürgeci devletlerin mücadele sahasına dönüşmüştür. Bu durum, mekân -mekâna dayalı fiziki unsurlar -siyaset üçgeni arasındaki ilişkiyi yansıtan bir örnek olarak siyasi coğrafyada yerini almıştır. 

Ortadoğu tarih boyunca kültürlerin buluşma noktası olmuştur. Bunun üç temel nedeni şunlardır (Ersin, 2003:21-22); 

1) İnsanların ve devletlerin yaşamlarına yön vermede çok etkili olan semavi dinler (İslamiyet, Hıristiyanlık ve Musevilik) ilk kez bu sahadan dünyaya yayılmıştır. 

İlk kurulan Yahudi Devleti’nin başkenti olması ve Hz. Süleyman Mabedi’nin bulunması nedeniyle Kudüs (Kudus-i Şerif, Jerusalem), tarihsel kökenlerini buraya bağlayan İsrail oğulları için önemlidir. Beytüllahim’de (Filistin, Batı Şeria) doğan Hz. İsa, Peygamberliği’nin başlamasından çarmıha gerildiğine inanıldığı M.S. 30 yılına kadar Kudüs’te yaşamıştır. Miraç olayının gerçekleştiği ve Mescid-i Aksa’nın da bulunduğu yer olması, Kuran’da geçen birçok Peygamberin Kudüs’te yaşaması açısından Müslümanlar için de ayrı bir öneme sahiptir 
(Fotoğraf-). Ayrıca Kudüs, Hicretten sonra kısa bir süre Müslümanlar için kıble görevi de görmüştür. Benzeri örnekler, Ortadoğu’da egemen olmanın anlamını sadece petrol ve doğalgaza egemen olmaktan öte ideolojik (dini düşünce anlamında) açıdan da değerli kılmaktadır. 




Fotoğraf-1 Zeytin Tepesi’nden Kudüs (www.google.com.tr) 

2) Ortadoğu aynı zamanda; eski Yunan, Mezopotamya, Mısır, Hint, Çin ve İslam kültürlerinin de sentez sahasıdır. Bu durum Ortadoğu’nun ilk uygarlıklara beşiklik yapmasına neden olmuştur. 

3) İnsanlar arasındaki ilk ticaret, ilk tarımsal faaliyetler, hammaddelerin kontrolüne yönelik insanlığın ilk büyük savaşlar ve ilk yazılı anlaşmalar bu sahada yaşanmış önemli tarihi olaylardandır (Parlar, 2002:12). 

Ortadoğu’nun tarih boyunca karmaşa içerisinde olması ve demokrasi sorunun aşılamamasındaki en önemli etkenlerin başında, çıkarları ve amaçları birbirlerinden farklı özellikler taşıyan etnik yapı çeşitliliği de gelmektedir. Demokratikleşme sorunu aşılamadığı sürece, bölgeye ilişkin “istisnacı” yaklaşımların devam edeceği bir gerçektir (Muravchik, 1994:15). Arap Baharı sürecinde de ön planda olan Ortadoğu devletlerinin nüfus ve etnik yapıları incelendiğinde, nüfusun etnik çeşitliliği göze çarpmaktadır. Bu çeşitlilik içerisinde; bölgede etnik olarak Arapların -Türklerin ve Farsların çoğunlukta olması ve nüfusun yaklaşık % 90’ının Müslümanlardan oluşması yani bir İslam coğrafyası olması, önemli ortak özellikler olarak ortaya çıkmaktadır. İslâmiyet’in 
yanında Yahudilik ve Hıristiyanlık da bölgedeki siyasal gelişmelerde her zaman önemli bir role sahip olmuştur. Bölgede Müslümanlar çoğunluk oluşturmasına karşın hepsinin İslam anlayışı aynı değildir. Toplam Müslüman nüfusun yaklaşık 2/3’si Sünni iken, 1/3’i ise Şii’dir (www.ulkeler.com.tr.,
www.pbs.org/globalconnections). 

Böylesine etnik ve inanç çeşitliliği, Arapların ulusal birlik ve beraberlik kurarak milli bir güç oluşturmalarını da engellemektedir. Bu konuda aralarında  yüzyıllardır süren sınır çatışmaları ve kan davaları, ekonomik sıkıntılar, 
ekonomik çıkarların paylaşımı, eğitim düzeyinin düşük olması, 
kaçakçılığa bağlı rant mücadelesi, demografik sorunlar, diğer güçlü devletlerin oyunlarına gelmeleri ve sürekli olarak kışkırtılmaları, su sıkıntısının yarattığı gerginlik, yapay çizilmiş devlet sınırları da önemli rol oynamaktadır 

Ortadoğu; dinsel, tarihsel, demografik ve sosyo-kültürel nedenlerin yanında ekonomik açıdan da hayati bir öneme sahiptir. Çünkü bu saha; bilinen petrol rezervlerinin % 60’ı ve doğalgaz rezervlerinin ise % 35’ine sahiptir. Bu nedenle bölge, enerji merkezi durumunda olup jeoekonomik açıdan çok değerlidir. Ayrıca Ortadoğu, dünya silâh piyasası için en önemli pazar durumundadır. Dünya silâh ithalatının yaklaşık % 70’i bu bölge devletleri tarafından gerçekleştirilmektedir (Arı, 2006:57-67). Örneğin; 2012 yılı için silahlanmaya ayrılan bütçenin 
yaklaşık olarak İran’da 13 milyar $, Irak’ta 17 milyar $, Suriye’de 3 milyar $, BAE’nde 40 milyar $ ve Suudi Arabistan’da 50 milyar $ olduğu açıklanmaktadır. Söz konusu devletlere ait rakamlar dahi bölgenin genelinde silahlanma için ayrılan bütçenin büyüklüğü ortaya koymaktadır. 

Yukarıda belirtilen nedenler dışında Ortadoğu, siyasi coğrafyacıların öne sürdüğü mekana dayalı teorilerde de hep önemli yer tutmuştur. Mackinder’in “dünya adası” olarak ve Spykman’ın “rimland” olarak tanımladığı bölge genel olarak, Ortadoğu’dur. Ayrıca Mahan’a göre dünyayı yönetebilmek için elde tutulması gereken deniz ticaret yolları (Hürmüz Boğazı, Aden Körfezi, Babül Mendep Boğazı ve Süveyş Kanalı) yine bu bölgede bulunmaktadır. Geçmişte Osmanlı İmparatorluğu, sonra Birleşik Krallık, Soğuk Savaş döneminde ise ABD ve SSCB, Ortadoğu hâkimiyeti sayesinde birer dünya gücü olmuşlardır 




(Harita-2). Şekil: 2012 Yılı İçin Açıklanan Silahlanma Bütçeleri 

Ortadoğu, gerek ABD gerekse de Avrupa devletleri açısından stratejik öneme sahip bir mekândır. ABD ve Avrupa devletleri için Ortadoğu’nun önemi; enerji kaynaklarına ucuz ve güvenilir bir şekilde ulaşabilme, açık ve güvenli bir deniz ticaret yolu, İran’ın kontrol altında tutulması, Basra Körfezi’nden dünya pazarlarına sorunsuz ulaşan enerji kaynakları, silah pazarı ve İsrail’in güvenliği şeklinde özetlenebilir. Bu nedenlerden dolayı Ortadoğu tarih boyunca her zaman önemini korumuş ancak bu özelliği aynı zamanda mekânsal açıdan bölgenin karmaşa içerisinde bırakılmasına neden olmuştur. Aralık 2010’dan beri proje 
kapsamında bulunan devletlerde yaşanan Arap Baharı süreci de, Ortadoğu’nun kaderini ortaya koyan gelişmelere örnektir. 

BÜYÜK ORTADOĞU PROJESİ (BOP) 

Ortadoğu devletlerinin demokratikleşmesini öngördüğü belirtilen proje; Türkiye, İran, Irak, Suriye, Suudi Arabistan, İsrail ve Filistin’i kapsayan Merkezi Ortadoğu’yu; Türk Cumhuriyetlerinin bulunduğu sahayı kapsayan Kafkasya’yı; Fas, Tunus, Cezayir, Libya ve Mısır’ın bulunduğu Kuzey Afrika’yı ve kısmen de olsa Güneydoğu Asya’yı kapsayan geniş bir mekânı ifade etmektedir. Kesin sınırları tartışmalı olan bölgede yaklaşık 1.7 milyar insan yaşamakta ve bölge 12 milyon km²’lik bir alanı kapsamaktadır. Proje görünürde 11 Eylül saldırıları ile 
meşrulaşmış; NATO ve G8 devletlerinin müdahil olması ile kapsamı genişlemiş; Afganistan savaşı -Irak işgali ile askeri boyutu ön plana çıkmış ve son olarak Arap Baharı süreci ile de gelişimini sürdürmüştür. 
Neden Ortadoğu?: Avrupa devletleri ile ABD’nin, Ortadoğu’yu hedef olarak seçmesinin görünürdeki nedenleri; 

a) Bölgede radikal ve militan İslamcıların var olması. 


ABD ve Batılı devletler bu unsuru söz konusu sahaya askeri ve siyasi müdahalede bir gerekçe olarak sunmaktadır. Bu amaçla ABD tarafından bölgedeki Müslüman devletlere yönelik laik, İslamcı, köktendinci gibi hedef gösterici ifadeler kullanılmaktadır. 

b) Bölgede yer alan ülkelerin bir kısmında yoğun olarak uyuşturucu üretilmesi ve uyuşturucu ticaretinin yaygın olması. 


Bölgede uyuşturucu ticaretinden elde edilen haksız kazancın terör örgütlerine finansman sağladığı bilinen bir gerçektir. Bu nedenle projenin bir amacı da, bölgedeki uyuşturucu üretimini ve ticaretini engelleyerek terör örgütlerine sağlanan finansmanı kesmektir. 

c) Üretilen NBC (nükleer, biyolojik ve kimyasal) silahlarının İran ve Afganistan gibi devletlerdeki aşırı radikallerin ve militanların eline geçebilecekten endişe edilmesi. 

d) ABD’nin uygulamaya koyduğu yeni küresel yapılanmada, kendisine ve İsrail’e yönelik en önemli tehditlerin (İran ve Suriye’nin) bu bölgede bulunması. 

e) Bu nedenlerden dolayı Ortadoğu’nun kontrol altına alınmasının gerekliliği düşüncesidir. 

Bop Nasıl Doğmuştur? Çoğu tarih ve siyaset bilimciye göre Büyük Ortadoğu Projesi’nin yaratıcısı, Yahudi asıllı tarihçi Bernard Lewis’tir. Lewis, 1916 yılında İngiltere’de dünyaya gelmiş ve yaşamının büyük bir kısmını İngiltere’de geçirmiştir. ABD’de Princeton 

Üniversitesi’nde Ortadoğu konusunda dersler verdikten sonra emekliye ayrılmış, yıllarca İsrail -ABD ve İngiltere arasında çalışmalarına devam etmiştir. 

Lewis’e göre Amerikan halkı için; “ABD, Vaat Edilmiş Toprak”, Amerikan halkının kendisi ise “Tanrı Tarafından Seçilmiş Üstün Bir Halktır”. Bu nedenle; vaat edilen topraklarda yaşayan bu üstün halk dünyayı yönetmelidir. Bu yönetimi de kendi çıkarları için uygun bölgelerden başlayarak sağlamalıdır. Bu bölgelerin başında da Ortadoğu gelmektedir. Çünkü ABD için gerekli enerji kaynakları ve bu enerji 
kaynaklarına sahip -yönetilebilecek-diktatör rejimler bu bölgede yer almaktadır. Bernard Lewis’in bu görüşleri BOP’un temellerini oluşturmuştur. 

Lewis’e göre Ortadoğu devletleri 3’e ayrılmaktadır (Şahin, 2004:56). Bunlar; 

1) Ülke halkı aslında ABD yanlısı olmasına rağmen yönetimleri anti Amerikancı olan devletler (Irak gibi), 

2) Ülke halkı aslında ABD karşıtı olmasına rağmen yönetimleri Amerikancı olan devletler (Mısır ve Suudi Arabistan gibi), 

3) Hem ülke halkı hem de yönetimleri ABD yanlısı olan devletler (İsrail gibi). 

Bu açıdan ele alındığında ABD’nin Ortadoğu’da yapması gereken ilk iş; “iyi ve kötü diktatörlükleri belirlemek ve daha sonra demokratik ve çoğulcu bir değişimin önderliğini yapmaktır.“ Bu değişim süreci, 11 Eylül saldırılarının ardından Irak’ta başlamış ve 2010 yılı aralık ayında tüm Kuzey Afrika ve Ortadoğu’ya yayılarak Arap Baharı adı ile devam etmektedir. Lewis’in görüşleri göz önüne alındığında, görüşlerinin temelinde mekâna dayalı unsurların paylaşımına yönelik siyasi girişimlerin yattığı görülmektedir. 

ABD’nin güvenlik eski danışmanı Condelezza Rice’nin, 7 Ağustos 2003’te The Washington Post’ta yayınlanan ve 22 ülkeyi hedef alan ‘Transforming the Middle East’ yani ‘Ortadoğu’yu Dönüştürmek’ başlıklı yazısı, ABD Başkanı George W. Bush’un 6 Kasım 2003’te açıkladığı ‘Ortadoğu’yu Özgürleştirme Stratejisi’ ve Başkan Yardımcısı Dick Cheney’in Davos’ta açıkladığı ‘Büyük Ortadoğu’da Reform Projesi’; 10 yılı aşkın bir süredir dünya kamuoyunda tartışılmaktadır. 
ABD, 2004 yılında yapılan G8 Toplantısı’nda ve ardından gerçekleştirilen İstanbul Zirvesi’nde yeni Ortadoğu perspektifini içeren Büyük Ortadoğu Projesi’ni ilan etmiştir. Terörün kaynağı olarak gördüğü Ortadoğu’da köhneleşmiş yönetimlerin değişmesi, kadın haklarının geliştirilmesi, okur-yazar oranının yükseltilmesi, bölgeye demokrasinin götürülmesi, insan hakları ihlallerinin önlenmesi gibi söylemlerle ortaya attığı “Büyük Ortadoğu Projesi” ile Ortadoğu’da Batı standartlarında demokrasiler kuracağını ve özgürlük yayacağını dile getirmiştir. 
Gerçekten bu proje Ortadoğu’daki doğal kaynakları ele geçirme ve yönetme hareketi mi? ya da tam tersine ABD’nin dile getirdiği gibi bölgenin insanlarını batı standartlarında demokrasi ve özgürlüğüne kavuşturma hedefi mi?. Zaman içerisinde parçalar yerine yerleştikçe ortaya çıkacak tablo, bu soruların cevaplarına netlik kazanacaktır. 

Görünürdeki Hedefleri Nelerdir?: ABD ve müttefikleri için BOP; Ortadoğu’da siyasi, ekonomik ve sosyo-kültürel dönüşümleri hedeflemektedir. Projenin ön planda tutulan hedefleri şunlardır; 

1) Ortadoğu’ya serbest piyasa ekonomisini getirerek, bölge ekonomisinin uluslararası ekonomi ile entegrasyonunu sağlamak. 

2) Enerji kaynakları güvenliğinin sağlanmasına bağlı olarak, güvenlik için duyulan askeri güce ihtiyacın azalması, askeri harcamaların düşmesi ve böylece elde edilecek gelirlerin sosyo-kültürel gelişmeye yönelik alanlarda kullanılmasını sağlamak. 

3) Yöneticilerin sınırlı süre ve yetkiler ile iktidarda kalmasını sağlamak. 

4) Devlet gelirlerinin ve bu gelirlere kaynaklık eden unsurların yöneticilerin değil de devletin ve halkın çıkarları için kullanılmasını sağlayarak, halkın refah düzeyini artırmak. 

5) Dine dayalı hukuk sistemlerini kaldırarak laik hukuk sistemi getirmek. 

6) İnsan hakları ve hukuk üstünlüğünün kabul edilmesi ile kadınerkek eşitliğini sağlamak. 

7) Serbest ve hür seçimlerin yapılabildiği demokrasi sistemini getirerek kalıcı kılmak. 

8) Eğitim, okullaşma, bilgi teknolojilerinin kullanımı, basın medya özgürlüğü ve özellikle kız çocuklarının okullaşma oranını artırmak. 

9) Kitle imha silahlarına, etnik çatışmalara, uyuşturucu yapım ve satımına, insan kaçakçılığına, ağır insan hakları ihlallerine engel olmak ve terörü kaynağında kurutmak. 

10) Batı değerlerini, düşünce tarzını ve yaşayış şeklini bölge insanlarına getirmek. 

11) Bu amaçların gerçekleşmesini sağlayarak Ortadoğu’ya istenen siyasi ve sosyo-ekonomik düzeni getirebilmektir. 

3 Kasım 2003'te Powell, Ortadoğu’da özgürlüğün yayılması için kaçınılmaz olan sekiz konu bulunduğunu, Amerikan politikasının, insan onurunu ilgilendiren bu ilkeler üzerinde ısrarcı olacağını söylemiştir. Söz konusu sekiz ilke şunlardır: Hukuk, devletin gücünün sınırlandırılması, düşüncenin özgürce açıklanması, inanç özgürlüğü, adaletin eşit dağıtımı, kadınlara saygı, dinsel ve etnik hoşgörü, özel mülkiyete saygı (Woodward, 2002:83). 

Gerçek Hedefleri Nelerdir?: ABD ve müttefikleri aslında; Ortadoğu‘da enerji kaynaklarının denetimini sağlamayı, silah ticareti için yeni pazar alanları oluşturmayı, Suriye ve İran üzerinden Rusya ve Çin’e karşı bölgedeki nüfuzunu etkili kılmayı planlamaktadır. Yine İsrail’ in bölgedeki güvenliğini sağlamak ve büyük bölümü Müslüman olan coğrafyada ‘Ilımlı İslamiyet’i’ yaymak diğer asli amaçlardandır. Hacısalihoğlu (2004), Ilımlı İslam için ‘dinsel değil, siyasal bir 
nitelemedir ve ABD kaynaklıdır.’ şeklinde yorumda bulunuyor. Özbek’in de (2005:109) belirttiği gibi, ılımlı kavramından amaç, İslam’ı daha laik bir çizgiye çekmek değil, aksine, İslam’ı ABD’nin denetimi altına alarak üniter yapıların çözülmesinde araç olarak kullanabilmektir. Yani Ilımlı İslam’la amaç, İslam’ı ılımlaştırmak ve daha laik bir çizgiye çekmek değil, İslam’ı üniter yapıların çözülmesinde bir araç olarak kullanmaktır. Gerçek hedeflere bağlı yaşanacak dönüşümlerle ABD, dünya üzerindeki hâkimiyetinin devamlılığını sağlayacak ve olası rakiplerini de kontrol altına almış olacaktır. 

Hacısalihoğlu (2004:6-7), BOP’un stratejik arka planını şu şekilde ifade etmektedir: “ABD için Avrasya, ekonomi-politik egemenliğin mekânsal odağıdır. Soğuk savaş sonrasının jeopolitik merkezidir. ABD’nin olası rakiplerinin topraklarıdır. Dünya’nın en zengin enerji doğal kaynakların anavatanıdır. Yeni pazar alanıdır. Yeni mücadele sahasıdır.” 

ABD, Avrasya coğrafyası ve enerji kaynakları üzerinden küresel hegemonyasını sürdürmek istemektedir. Bu amaçla, 11 Eylül terör saldırılarının hemen ardından “korunmak için saldır” stratejisini öne sürmüş ve uygulamaya koymuştur. Bu çerçevede Avrasya’ya ilişkin Hıristiyan Batı ve Müslüman Doğu kavramları oluşturulmuş ve radikal İslam yeni tehdit olarak dünya kamuoyuna sunulmuştur. Buna bağlamda Ortadoğu coğrafyası, ”uluslararası tehdit üreten bölge” olarak kabul edilmiştir. Bu esnada Avrupa’da yaşanan karikatür krizleri ve Papa 16. Benedictus’un açıklamaları gibi olaylar, Ortadoğu’da mezhep çatışmalarına ortam hazırlamıştır. 

ABD, projeye destek veren ve proje kapsamında yer alan devletler arasındaki işbirliği ve koordinasyonu sağlamak için 3 kısımdan oluşan bir kurum oluşturmuştur. Bu kurumlar; Demokrasi Yardım Diyalogu (Democratic Assistance Dialogue DAP), Gelecek İçin MENA Forumu (Greater Middle East and North Africa Forum For Future) ve MENA Demokrasi Fonu (Greater Middle East and North Africa Foundation for Democracy)’dur 
(http://www.state.gov; 
http://mepi.state.gov). 

Bu kurumlar tarafından gerçekleştirilen çalışmalar, proje kapsamındaki devletlerarası koordinasyonda önemli rol oynamaktadır. 
ABD ve müttefikleri tarafından öne sürülen gerçekleşme ihtimali, çoğu Müslüman devlet tarafın karşılanmaktadır. Bunun en önemli nedenleri şunlardır: 

a) Batı’nın bu görünür hedeflerinin altında gerçekte yeni bir mekânsal paylaşım faaliyetinin (petrol ve doğalgaz yataklarının ele geçirilmesi, Rusya ve Çin’e karşı güçlenilmek istenmesi) yattığı düşüncesi. 

b) ABD’nin, kitle imha silahlarının varlığını öne sürerek Irak’a müdahale etmesine karşın bu tür silahlara ulaşılamaması. 

Bu nedenden dolayı bölgede terör ve kütle imha silahlarının engellenmesi ile demokrasi ve özgürlük götürme gibi söylemlerin gerçek hedefler değil de aracı hedefler olduğuna inanılmaktadır. 

c) Özellikle Irak Savaşı sırasında Irak’taki hapishanelerde yaşanan olumsuz uygulamalar. 

d) Ortadoğu’daki devletlerin aslında, ABD’ye rağmen ayakta kalmayı başaran rejimler nedeniyle değil de ABD sayesinde ayakta durmayı başaran rejimler (İsrail gibi) yüzünden sıkıntılar yaşıyor olması. 

e) ABD’nin Ortadoğu politikasını, İsrail merkezli sürdürmesi ve bu konuda uluslararası örgütleri ve diğer güç merkezlerini dikkate almaması. 

f) ABD’nin Ortadoğu devletlerini sürekli insan hakları konusunda eleştirip müdahale etmesine karşın, İsrail’in Filistin’de (Gazze ve Batı Şeria şehirlerinde) yaptığı insan haklarına aykırı uygulamalara ses çıkartmaması ve hatta bu konu ile ilgili olarak BM’e verilen önergeleri veto etmesi. 

g) İsrail’in Lübnan işgali sonrası ortaya çıkan eleştirilerden ve Hizbullah’ın etkin bir güç olmaya başlamasından rahatsızlık duyuyor olması. 

h) ABD’ye karşı oluşan muhafazakâr ve radikal güçlerin; ABD destekli Ürdün, Katar ve Suudi Arabistan gibi otoriter rejimlerin güvenlikleri açısından bir tehdit oluşturmasından duyulan kaygının varlığı. Bu kaygıların doğruluğu, 2011 yılı başlarında Kuzey Afrika ve Arabistan Yarımadası’nda başlayan domino etkisi ile kendisini göstermiştir. 

ı) ABD’nin bir yandan Ortadoğu’ya demokrasi getirmek istediğini söylerken diğer yandan Ortadoğu devletlerini birer silah yuvasına dönüştürmesine bağlı paradoks. 2012 yılı için ABD ile Suudi Arabistan arasında 60 milyar $‘lık ve Katar ile 3.5 milyar $‘lık silah ve savunma sistemleri anlaşmalarının imzalanması, bu paradoksa örnektir. 

Buna göre proje aslında sınırları çok geniş olan Ortadoğu’nun siyasi, ekonomik ve stratejik açıdan ABD’nin etkisi alanına girmesini öngören, ABD ve müttefikleri açısından insani yardım amaçlı yapılan ve İslam dünyasında pek de samimi bulunmayan bir mekânsal paylaşımı ifade etmektedir. 


2  Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEK


..

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder