22 Şubat 2015 Pazar

O HEP YAŞAYACAK,





O  HEP  YAŞAYACAK,


Yekta Güngör Özden

Erkin Yurdakul ayrılığı seçti. Zamansızdır her ölüm. Doğanın alıp götaürmesi ayrı, yapacak bir şey olmuyor. Ama kendisi sonsuzluğu yeğleyenler için yoğun düşüncelerde boğar gibi oluyor insanı. Bir uyarı mıdır, bir çağrı mıdır, bir tepki midir, bir kurtuluş mudur? Niçin ve neden, olur mu, olacak şey mi? diye kendi kendinizi sorguluyor, başkalarını eleştiriyor, ölüme isyan ediyorsunuz. Kabullenmek, katlanmak istemiyorsunuz. Değişik durumlarda kimleri sonsuza uğurladık, yine de alışamadık bu tür dönüşsüz ayrılıklara. Erkin Yurdakul’un bizleri bırakıp gitmesini hiçbir haklı nedene bağlamıyoruz. Ama o söyleyebilse, kimbilir neler anlatacaktı. Kırgınlıkları, düş kırıklıklarını, haksız ve ölçüsüz işlemleri, sorunları, çözümsüzlükleri, neler neler. Kimler onun düşünce ve duygu ağırlığına neden oldu? Sıralansa o kadar çok sorumlu saptanır ki. Aslında toplumdaki bir aykırılığın, bir olumsuzluğun birden çok sorumlusu vardır. Gerçekte herkes sorumludur. Erkin kendi kendine kıymadı. Ona toplum kıydı, bunu demek istiyorum. Giderek artan olumsuzluklar, birbirine eklenen kötülükler, bozukluklar onun genç ruhunda yangın yarattı. Başka bir açıklaması güç bu olayın. Psikiyatristler, yakınları, arkadaşları çeşitli olasılıklar üzerinde durabilirler. Hepsinin özeti, hepsinin sonucu hepimizin ortak sorumluluğudur. Yaptıklarımız, yapmadıklarımız. İyisiyle, kötüsüymle. Erkin’i sonsuza uğurladıktan sonra insanlıklarını, terbiyelerini yitirmiş kimileri neler söyleyip yazdılar. Çalışkan, özverili, yürekli, duyarlı, yurtsever ve Atatürkçü bir gencin yitirilmesinin acısı ve ağırlığı herkesin yüreğine oturmak gerekirken kimileri sevindi sanki. Böylesine bağımlılık, böylesine karşıtlık ve böylesine katılık uygar bir kişilik belirtisi değildir. Toplum çarkının bir dişi kırılınca öbürleri de etkisizleşir. Medyanın büyük bir kesiminin terör aygıtı gibi çalıştığı, bağımsızlığın, ulusallığın, onurun sayğınlığının, tüm değerlerin gözardı edilip yalanın, tersbiyesizliğin, uyduluğun, uşaklığın, satılmışlığın, sapkınlığın ve alçaklığın sergilendiği günümüzde Erkin Yurdakul gibi gençlerin çoğalmasını isteyecek yerde azalmasını gülümseyerek karşılayanların düzeysizliği daha ağır ve acı geliyor.
Erkin’i iki ya da üç kez gördüm. Bir kez ya konuştum ya el sıkıştım. Arkadaşlarının içinde güleryüzlü duruşuyla belleğimde kalmış. Temiz, çalışkan Atatürkçülüğü sözde bırakmayıp geleceklerini gözardı edercesine özverilerle yaşama geçiren gençleri desteklemek benim için kaçınılmaz bir görevdi. Hiçbir ayrıntı konuşması yapmadan, hiçbir koşul öne sürmeden, tümüyle özgür biçimde istediğimi yazabileceğimi söylediler. Benden yazı isteyenlerin yazılarımın arkasını dosyalarında unuttuklarını söyleyip yayınlamamalarını, yazılarımın başlığını ve kimi söylediklerimi değiştirmeleri, sonundaki bir buçuk sayfalık vurgulama bölümünü kesmeleri birlikteliğimizi engellediği için gençlerin dürüstlüğünü yeğleyip koşullarım elverdikçe yazı veriyorum. Neler yakıştırmadılar, neler söylemediler ki. Öyle çirkin olaylar uydurdular ki ülkemi sevmesem heryerden çekilir, herşeye kapımı kapar izleyici olmayı yeğlerdim. Gençlerin çalışma gücünü kıracak her yola başvuruluyor. Oysa onlar bizim geleceğimiz. Yanlışlıkları varsa uyaracak, örnek davranışlarla onlara uygun olanı gösterecek, bizi geçmelerine çalışarak yükümlülüğümüzü yerine getireceğiz. Onları susturmak, güçlerini kırmak, geleceklerini karartmak kıyıma girişircesine saldırmak gerçekte kendimize düşmanlıktan başka bir şey değildir. Kendi yanlışları ve yanılgılarında direnenler onları araç gibi kullanarak ayrılmalarını, karşıtlıklarını körükleyerek ülkeye kötülük etmektedirler. Gençleri kazanarak gücümüzü artırmak en yararlı yöntemdir. Kızlarımızı sıkmabaştan, kadınlarımızı çarşaftan, erkeklerimizi sarık ve cübbeden, kötü sakaldan kurtaramadıkça cemaat-ümmet yerine ulusal yapıyı benimsetemedikçe, tarikat üyeliği yerine yurttaşlığı getirmedikçe, aklı inancın önüne geçirmedikçe neye yarar Atatürkçü kuruluşlar? Birbirleriyle konuşup birbirlerini alkışlamak neyi kurtarır? Erkin Yurdakul ve arkadaşlarının özverili çabaları kaç kişide, kaç kuruluşta var? İl il, ilçe ilçe, ev ev dolaşarak yayınlarını dağıtan, tam bağımsızlık, ulusallık, çağdaşlık için çırpınan gençleri nasıl sevmez, nasıl desteklemezsiniz? Siyasete egemen magazin medyasının sergilediği görüntüler ortada. Erkin de eğlenmeyi seçebilirdi. Aile desteğiyle gece gündüz dolaşabilirdi. ABD kendi çıkarı için Irak’ı işgal etmiş, kürtleri kullanarak Türkiye’ye gözdağı veriyormuş, AB Yunan-Rum yandaşlarıyla anlaşmalara aykırı biçimde Güney Kıbrıs’ı üyeliğe alıyor, Fogg çocuklarıyla birlikte Türkiye’yi dışlıyor, yeni ödünlerle zayıf düşürmeye çalışıyor, sözde dostlar, sözde Ermeni soykırım tasarılarıyla amaçlarını açıklıyor, siyasal iktidar bunlara koşut gidişiyle Cumhuriyet’in temel niteliklerini yıkmaya uğraşıyor, bunlara boşverip keyfine bakabilirdi. Kıbrıs satılıyor, Türkiye kiraya veriliyor, Atatürk ve Silahlı Kuvvetler karalanıyormuş, yurtsever olmasaydı, insan olmasaydı Erkin’i ilgilendirmezdi. Ama yurttaşlık duyarlılığı, gençlik coşkusu onu sorumlu kıldığı için görev üstlendi. Gençliğin temiz ve özgür sesini tüm gücüyle duyurmak için çıkarılan gazetenin yönetimini üstlendi. Bu oldukça güç iş, herhalde ona çok şeyler öğretti. Medyada kimlerin ne için neler yaptığını, dünkü Irak şahinlerinin bugün nasıl iktidar goygoyculuğunda yarışa giriştiklerini, tam bağımsızlıkçı, barışseverlerin haklı çıkması üzerine şimdi onların olmadık nedenlerle nasıl karalamaya uğraştıklarını gördü. Bir kaç gazetede bir iki yazar dışında olumlu hiç bir belirti bulamamanın ağırlığını taşıdı. 

Bunlara yürek güç dayanır.

Yıllardır (elli yıla yaklaşıyor) Atatürk İlkeleri, özellikle laiklik konusunda bildiğim doğruları vurgulayarak uyarılarda bulunuyor, Allah’a, peygambere, dinlere, dinsel görevlere, tapınma yerlerine, kutsal kitaplara inançlara hiç bir olumsuz söz söylemeden öneri, dilek ve eleştirilerimi açıklıyorum. Kınamam inanç sömürüsü, bilgi karşıtlarınadır. İnsan hak ve özgürlüklerini, çoğulcu, katılımcı, kurallar ve kurumlar düzeni olan demokrasiyi, hukukun üstünlüğünü savunuyorum. Aşiret, cemaat, tarikat yapısına, özetle feodaliteye, diktaya her türlü sömürüye, teröre, mezhepçiliğe ve ayrımcılığa karşı olduğumu da belirtiyorum. Bu bağlamda kürtçülüğü tüm sakıncalarıyla büyük tehlikelerden biri sayıyorum. Bu tutumumun bana verdiği, vereceği zararları da biliyorum. Ama kimler ne yalanlarla, ne iftiralarla saldırıyor bilemezsiniz. Karşı olduğum davranışlar ve akımlarla birlikte gösterenler mi yok? Piskopatlığın kesin belirtilerini ortaya koyarak başkalarının sözlerini bana bağlayanlar mı yok? Benim özür dileyip bağışlanmamı, hor görülmemi isteyerek örnek olarak aktardığım başkalarının çirkin sözlerini benim söylediğimi ileri süren aymazlar, sapkınlar türedi. Atatürk’ün annesi ve kendisi için ortalıkta dolaştırılan uydurma Selanik Asliye Hukuk Mahkemesi kararını yayanlar için Atatürk’ü özetle tanımlayıp değerini belirttikten sonra “böyle büyük bir insana karşı bunları yapanların ya sütü, ya kanı, ya mayası bozuktur” sözümü “halkına küfreden adam” diye sunan yazar çıktı. Üstelik patronu bana katılarak “evet bozuktur” diyen bir gazetenin laiklik karşıtı tetikçisi, neler neler. Bu örnekler Atatürkçü aydınların karşılaştığı olumsuzlukları ilgililerin düşünmesi için verdim. Kişisel ve kurumsal bağlamda söylenecek o kadar çok şey var ki yazılara sığmaz.

Erkin ne düşündü de aramızdan ayrıldı kestirmek güç. Ama bu yazımda geçen kimi olumsuzlukların onu etkilediği bir gerçek. Düşünmesi, kendini sorgulaması, utanması gerekenler olacaktır. Böyle mi olmalıydı? Tanrı onu ışıklar içinde yatırsın. Arkadaşları yollarında yılmadan aşamalar kazandıkça onun ruhu gönenecektir.


..


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder