23 Şubat 2015 Pazartesi

Görünen Köy





Görünen Köy



14.06.2004/Sayı:58
Yekta Güngör Özden


Bürokrasiyle medyanın büyük bölümü hızla ve yaygın biçimde siyasallaşıp uydulaştı. İlgililer bu durumu içlerine nasıl sindiriyor? Dönek, sapkın, yobaz, ikiyüzlü, terörist kim, izleniyor. Değer mi üç kuruşluk çıkarlar, üç santimlik yere, üç-beş sıfata, mevkiye, makam, rütbeye, cart curta? Onur ne oldu? Kişilik nerede kaldı? Çağımızın saltanatı, iktidarı nelere kadirmiş meğer. Saygınlık, güvenirlik değil, kulluk geçerli. Ne çok insanımız yatkınmış. Hemen iktidar yanlısı oldular. Yanlışların yinelenmemesi, aykırılıkların giderilmesi, sakıncaların önlenmesi için eleştirmek gerekirken sanki herşeyi iktidar veriyormuş gibi beklentilerle, yaranmak çabasıyla girilmedik biçim, giyilmedik kılık kalmıyor. Koca koca holdinglerin başındakiler bile “Kıbrıs sorununu çözen iktidar” okşamasına gerek duyuyorlar. Kıbrıs’ı elden çıkaranlara, AB’ne girmek için daha başka şeyler vermeye hazır olanlara övgüler, şaşırtıcı ve utandırıcı.

TÜPRAŞ konusunda da Telekom konusunda olduğu gibi hukukun gerekleri bir yana, hukukun kendisini yadsıyanlar, çıkarları etkilenince herşeyi unutanlar yargıyı suçlamaya kalktılar. Özellikle Anayasa yargısından anlamadığı halde Anayasa hukukçularına ders vermeye kalkışan kendini bilmezler somut norm denetimi olan itiraz davalarında dava mahkemesinin uygulayacağı kuralla bağlı olduğunu, Anayasa Mahkemesi’nin de ancak bu kuralı inceleyeceğini, bir yasanın herhangi bir kuralının böylece iptali başka kurallarının da uygulama olanağını yitirmesi durumunda Anayasa Mahkemesi’nin, haklarında dava açılmasa bile, onları da iptal edebileceğini, savla bağlı olup gerekçeyle bağlı olmadığını bilmiyorlar. Örneğin eşitlik sorunu tartışılan bir kuralın laiklik yönünden incelenmeyeceğini bilmeden yazıp çiziyorlar. Kendilerine gelir artısı olarak yansıyan patronlarının çıkarlarını savunmak için yargıya saygıyla bağdaşmayan değerlendirmelerde bulunuyor, patavatsızlıklarını Cumhurbaşkanı’na sataşmaya kadar sürdürüyorlar. Ülkede hukuksuzluk, haksızlık, adaletsizlik, ne denirse densin almış yürümüş, para ve medya gücüyle yapılanların söylentileri yaygınlaşmışken özü bırakıp kişisel ve kurumsal çıkarlar peşinde koşturuyorlar. Halkın hukuk özlemi, yargının sorunları, yargıya güven gerekleri gözardı ediliyor. Kendilerinden başkalarını düşünmeyenler en büyük güven kaynağı yargıyı da karalayarak dayanakları yıkıyorlar. Yargının içinde bu kötülüklere tutum ve davranışlarıyla neden olanlar, desteklenenler çıkabilir. Görülmüştür, ilerde de görülebilir. Ancak yargı kendi kendini temizler. Dokunulmazlığın kaldırılması sözüyle seçime girip sözünden dönenler gibi pişkinlere yargıda rastlanmaz. Birbirlerini oylarıyla yargıdan kaçıran yüzsüzler de yargı da barınamaz. Kimi yönetim yetkisi üstlenenler kimi zaman önyargılı sayılacak gereksiz sözler etse de yargının büyük çoğunluğu özveriyle çalışmakta, saygı ve güvene yaraşır niteliklerini korumaktadır.

Danıştay Başsavcısı’nın 28 Mayıs 2004’te Trabzon’da “İktidarın yargı kararlarını uygulamadığı” yakınması üzerinde durulması gereken bir olgudur. İktidar hastalığının süregeldiğini gösteren bu açıklama herkesi düşündürmelidir. Yargı kararları yönetimce savsaklanır, yerine getirilmesi geciktirilir ya da engellenirse demokrasi şöyle dursun hiçbir ciddi devlet işleminden söz edilemez. Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu Başkanvekilinin “Baskılara boyun eğmeyeceğiz” sözü bir baskı olasılığından çok, varlığını anlatmaktadır. Yargısı baskı gören, bağımlı olan devletin varlığı tartışılır.

Genelkurmay İkinci Başkanı bizim öteden beri savunduğumuz çağdaş Atatürk milliyetçiliğinin etnik temele dayanmadığını yineleyerek “akıl için yol birdir” sözünü anımsattı. Gerçekten soy üstünlüğü savı olmayan milliyetçiliğimiz, kendi ulusumuzun sürdürülmesi zorunlu geleneklerini koruyarak, niteliklerini ve değerlerini güçlendirerek bağımsız varlığını sürdürmekten, öbür uluslarla barış içinde iyi ilişkiler kurarak uygarca yaşamaktan başka amaç taşımamaktadır. Irkçılık turancılık, başka uluslar üzerinde egemenlik kurmak, onları küçük görmek, ezmek gibi ilkel düşünceler içermez. Etnik ayrımcılık gütmez. Bağımsız yaşam, onurlu duruş ve yüceliş ilkesidir.

Kim kimi kandırıyor?

_ ABD Büyük Ortadoğu Projesi için Türkiye’ye giysi hazırlıyor, görev belirliyor. 
_ Ülkemizi siyasi ve askerlik yönlerinden “Merkez Üssü” yapacak konuma günümüz Başbakanı destek veriyor. 

   Çağırıldığı G-8’ler toplantısında kendisine buyruklar tebliğ edilmeden görevini benimsediğini açıklayan sözleri, ateşin içine girmek için can attığı belirgin. “Hiç şüpheniz olmasın Türkiye örnek bir ülke olacak. Bu bizi küçültmez, büyütür” demiş. Ne acı. Ne durumlara düştüğümüzü bundan daha iyi anlatan bir cümle olamaz. İsrail’i koruyup güçlendirmek, Ortadoğu’yu kıskaç altına alıp kuzeyini ve daha doğusunu denetlemek, kaynaklarından yararlanmak için kürt ve ermeni devletlerini devreye sokmaya hazır. PKK/KADEK destekçilerinin oyunlarına Türkiye araç olamaz. Büyüdüğü sanılırken küçülmek, küçülürken büyüdüğünü sanmak ne kadar kötü. Oysa herşey açık. Uygun bir halk sözü “Bile bile lades.” Ne için? İktidarda kalmak, şimdilik erteledikleri uygulamaları daha kolay ve daha rahat gerçekleştirmek, kafalarındaki düzeni kurmak için, ABD ve AB desteğinin sürmesi için. G-8’de ABD, AB, IMF kıskacı daha daralacak, NATO’yla birlikte baskı artacaktır. İktidarın hevesi tehlikelidir.

Yunanistan’ın karasularını 9 mile çıkarmasını kabul edebileceğimiz sözü verilmiş gibi. Doyurucu bir açıklama yok. Muhalefetin sorularına yanıt yok. Gizlice yürütüldüğü anlaşılan görüşmelerin ne getirip götüreceği elbet belli olacak. Ancak pazarlıklar ulusal çıkarlarımızı ve güvenliğimizi tehlikeye düşürecek bir çizgide görülüyor. “Kıbrıs’tan kurtulmak” sözlerini çekinmeden söyleyen bir Başbakanın partizan amaçlarına, kişisel ereklerine ulaşmak için her ödünü vereceği kanısı giderek yaygınlaşmaktadır.

Bankacılık konusunda görevlendirilen BDDK’yla ilgili Yasa’da değişikliği öngören tasarının kamuoyundan saklanmasının arkasında özerkliğine son verilerek iktidar güdümüne alınması hevesinin yattığı kuşkuları artmıştır. Baskıcı iktidarın çoğunluk diktası hırsı giderek büyümektedir. Siz olun da İsmet İnönü’nün duyarlılığını anımsamayın. Devlet malını korumaktaki özenini “Beytülmala el uzattırmam” sözleriyle pekiştirmişti. Devlet malının deniz olmadığını bilmeyenlere iletilir.

PKK/Kadek Korunuyor mu?

Son günlerde güneydoğuda terör olayları sıklaşmaya ve artmaya başladı. ABD’nin Irak’ın kuzeyinde yuvalanan terör örgütü hakkında ciddiye alınır bir yaklaşımı yok. Tersine, Türkiye’yi oyalamakta, bölücülere zaman kazandırmaktadır. Yönetim de devlet otoritesini yalnızca hakkını arayanlara, emperyalizmi istemeyenlere karşı kullanmaktadır. Apo’yu öven, ona özgürlük isteyen, bölücülüğü geçerli saydırmaya çalışan yazılara, çığlıklara sessiz kalınmakta, suç içeren isteklerle bütünleşen şamataları özendirmektedir. Bu durumda yönetimdekilerden kimilerinin yandaşlığı, birlikteliği, dayanışması kuşkusu haklı görülmez mi? ABD; askerlerimizin başına çuval geçirilmesi olayının özrünü dilememişken, bu özür diletilmemişken, kürt devleti oluşturma çabaları hiç bir çekince duyulmadan sergilenirken bu kez PKK/Kadek destekçiliğine soyunulmuştur.

Londra’da “Kürt halkıyla devleti ne zaman barıştıracaksınız?” sorusuna Tayyip Erdoğan’ın yanıtı da zayıftır. Sanki kendi döneminde iyileştirme yapılıyormuş, önceleri kötülük varmış gibi ve kendisiyle eşinin illerini belirterek verdiği karşılık yetersizdir. Özetle yineleyelim: Türkiye’de kürt kökenliler azınlık değil, çoğunluğun asıl öğelerinden biridir. Cumhurbaşkanlığı’ndan aşağıya doğru her göreve gelmişlerdir. Ülkenin her yeri, devletin her katı onlara açıktır. Hiçbirimizden daha aşağıda bir anayasal ya da yasal hakları, özgürlükleri, konumları, durumları yoktur. Bizim onlardan fazla ve değişik hiçbir şeyimiz yoktur. Kısıtlama, sınırlama, esirgeme, ayrılık, ayrıcalık söz konusu değildir. Kürtçülük yapanlar ayrı devlet kurma amaçlarını gerçekdışı savlar, yapay sorunlar, olmadık bahanelerle gizlice yürütmek için her yola başvurmaktadırlar. Ulus bağını istemeyip ümmet düzeninden yana olanlar için ulusal birlik önem taşımadığından kürtçülük çabaları, şeriatçılıkla koşut biçimde bölücülüğü amaçlamaktadır. Atatürk’ün “Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran Türkiye halkına Türk Ulusu denir” ve “Ne mutlu Türk’üm diyene” özdeyişleri unutulduğu gibi devletin adının “Türk Cumhuriyeti” değil “Türkiye Cumhuriyeti” olduğu da yeterince algılanamamıştır. Ulusal yapının herşeye karşın korunacağı ilkesini içte ve dışta herkes iyice bilmelidir. Gereksiz ayaklanmayla kıyıma uğrayan değerleri ölçmek, tanımlamak olanaksızdır. ABD uydusu yönetimleri yeğleyip tam bağımsızlık için Ulusal Kurtuluş Savaşı kazanmış Türkiye’yi dışlamak hiçbir gerçekçilikle, usla bağdaşmaz. Kışkırtıcıların sapkınlar olduğu bilinmelidir. Batı kışkırtmamalı, komşular barındırmamalıdır. Türkiye de ağırlığını koymalıdır.

Bir kez daha lâiklik


Günümüz iktidarbaşının YÖK Yasası’nın geri çevrilmesi nedeniyle yaptığı konuşmanın sert, sivri, kaba, olumsuz yanlarını, özellikle Cumhurbaşkanlığı katına saygıyla bağdaşmayan bölümlerini değerlendirenlerin kınamaları ağır basmaktadır. Başbakan olunamadığını kanıtlayan kabadayılık sözleri, hukuktan uzaklığı da göstermektedir. Konunun siyasal yanı için çok şey söylenip yazılabilir ama etkili olmayacağı için değmez. Ancak, lâiklik bölümünü özellikle gelecek kuşaklar için yine özetle irdelemekte yarar bulmaktayız. Yılda en çok 2 bininin işe alınacağı 42 bin mezun veren imam hatip liselerinin 536 olması, öğrenci sayısının 511 bini geçmesi, bu okulların zorunlulukla meslek lisesi sayılması, imamlığın meslek olmaması, din adamı değil, din hizmetleri görevlisi sayılması, öğretim ve eğitim programlarının gelen liselerden özellikle ders saatleri yönünden farklı olması, yasa değişikliğinden amacın kendilerinin yetiştiği okullara ayrıcalık tanıyıp onları çekici duruma getirerek yandaşlarını okşamak olduğu, eğitimi siyasete araç ettikleri bir yana lâikliği din ve vicdan özgürlüğü sanmaları temel yanlışlarıdır. Din ve vicdan özgürlüğü ayrı, lâiklik ayrıdır. Lâiklik bu özgürlüklerin güvencesidir. Unutulmamalıdır ki lâik Türkiye Cumhuriyeti, demokrasinin ulusal kurumudur. Kaynağı, başta tam bağımsızlık, özgürlük ve ulusal egemenlik olmak üzere Atatürk ilkeleri, dayanağı insanlık ülküsüdür. Cumhuriyet ve Anayasa’da öngörülen nitelikleri konusuna yansız olamayız. “Fırsat eşitliği” konusunda yeterli bilgiden yoksun olduğu ya da işine geldiği gibi tanımladığı anlaşılan Recep Tayyip, imam hatiplileri kayırmayı, onlara ayrıcalık tanımayı gizleyip “eşitsizlik” diye niteleyip savunuyor. Gerçekleri saklıyor. İmam olmak üzere bu liselere girenleri üniversite kapılarına yığıp meslek liselerini kullanarak ve eriterek sonuç almanın anlamsızlığı açıktır. Anayasa değişikliğini göze alarak amacına ulaşmak için sonbaharı seçmiştir. Durma, gerileme, vazgeçme sözkonusu değildir. Direnme ve daha kapsamlı bir değişiklikle daha sakıncalı bir gidiş uygun bulunmuştur. Bu tutumu kutlamak da anamuhalefet partisi liderine düşmüştür. Recep Tayyip, laikliğin savunucusu olduğunu söylerken kimleri aldattığını sanıyordu bilinmez. Takiyye ustalığı her konuda sökmez. Recep Tayyip’in laikliği hiç anlamadığı bir kez daha ortaya çıktı. O ve onun gibi düşünenler, kendi amaçlarına elverişliliği oranında ve yalnız kendileri için laiklikten yanadırlar. Laikliğin demokrasinin ön koşulu olduğunu, laiklik olmasaydı din ve mezhep kavgaları, savaşlarıyla ateş ve karanlık içinde boğulacağımızı kestiremiyorlar. Bugün dinsel görevlerin yerine getirilmesindeki mutluluğu da laikliğe borçlu olduklarını unutuyorlar.

Laikliğe yönelik tehlikelere değindiğim, olanlardan kalkarak olacakları anlatmaya çalışktığım için çok konuşmakla suçlandım. Konuşmama kızanlar, takılanlar, içeriğine bir şey söyleyemediler. Zaman, olmaması gereken olaylar beni doğruladı. Öldürülenler, yasadışı örgütler, terörle sürdürülen köktendincilik, kadrolaşma, dinin siyasallaşmasıyla demokrasinin dinselleşmesi, inanç sömürüsüyle iktidar olanağına kavuşulması irtica tehlikesi için yeterli kanıt değil midir? Daha ne beklenmektedir? Giderek yaygınlaşan sıkmabaş, yasalara aykırı giysiler, suç olayları, namaz gösterileri, yandaşlık çirkinlikleri yetmez mi? Laiklik karşıtları iktidar oldu. Daha ne olacak? Tehlikeye değinenleri suçlayan laiklik ve Atatürkçülük paranoyaları başköşelere oturtuldu. Medyanın durumu ortada. Ağır eleştiriler medyanın içindeki az sayıdaki gerçek ve onurlu medya ilgililerinden geliyor. Utanılacak durum, yüz kızartıcı düzey düşünceleri ağırlaştırıyor.

1950’den bu yana laiklikten ödün vermeyen, oy ve iktidar için inançları sömürmeyen siyaset adamı yok denecek kadar azdır. Dünya Gazeteciler Birliği’nin İstanbul’da toplanan 57. Genel Kurulu’nda konuşmacıların arkasında sol yandaki tuğra da iktidara yaranma çabasının ilginç bir örneği gibi duruyordu. Usu, bilgiyi, bilimi, ahlakı, hukuku, insanlık ve demokrasi gereklerini bırakıp yalnız inançla yürüneceğini sananlar tarihi iyi okumalıdır. Tekbir sesleriyle siyasal parti binası açmanın gereksizliği tartışılmaz. Hâlâ laiklik ve Atatürkçülük paranoyasından kurtulamayanlar, topluma yanlış ve sakıncalı iletiler verenler, aydınlığımızı karanlığa çevirerek kendilerine uygun ortamda cirit atmak isteyenler var. Medya büyük bölümüyle bunların karargahı oldu. İrtica tehlike değil, gerçek oldu. İrtica iktidar oldu. Kanımca rejim için en büyük tehlike bugünün iktidarıdır. Yinelediğim bu gerçeğin üstü AB yaygarasıyla örtülüyor. Buna bile seslerini çıkarmayan, uyarı görevini yapmayan, alkıylayarak kötülüklere ve olası yıkımlara yol verenler var. Anamuvafakat partisi olayı ayrı. İmam Hatip okullarında öteden beri laikliğe karşı olanların yetiştiği biliniyor. Laiklikle bağdaşmadıkları yeni anlaşılymış değil. Bilmezlikten gelenler ayrı.Bu okulları bitiurenlerin laikliğe nasıl baktıkları, Recep Tayyip’in nasıl baktığından belli. Laiklik karşıtı olaylarda ön sırada ve çoğunlukla bunlar var. Atatürk ve Atatürkçülük karşıtları daha çok bunlarda görülüyor. Çoığunun okulu bitirdikten sonra nerede ve hangi işte çalıştığı, hangi görevde bulunduğu biliniyor mu? Laiklikten ne zarar görmüşler, laikler kendilerine ne yapmış ki şikayetçiler? Atatürk, düşmanları Anadolu topraklarında durdurup kutsal topraklara indirmemekle -bir kez daha söylüyorum- yalnız Anadolu müslümanlarına değil, dünya müslümanlarına ne büyük iyiliği yapmıştır. Salt bu nedenle Türkiye müslümanlarına Tanrı’nın armağanı, insanlığa da ödülüdür. Her kötülüğü yapıp yalnız baş örtmekle müslüman olacağını sanmak, aldanmak ve Tanrı’yı aldatmaya çalışmaktır. Yalanın, dolanın, soygunun, hortumun, saldırının, ırz ve namus düşmanlığının, hırsızlığın öbür suç olaylarının insanlıkla ilgisi olmaz ki dindarlıkla olsun. Halkı kandıranların, ulusu oyalayanların, gereksiz zaman ve değer yitirimine neden olanların inançlı olduklarına kim inanır? Dilleri ve tutumları düzeylerinin göstergesidir.

Laiklik olmadan olduğu söylenen demokrasi biçimseldir. Demokrasi olmadan da laiklik olur. Ama laiklik olmadan demokrasi olamaz. Demokrasi için laiklikten ödün verilmeyeceği gibi başka şeyler için de demokrasiden ödün verilmemelidir. Sekülerizmle laikliğin kesiştiği yönleri alıp birlikteliğini gerçekleştirmek, laiklikle demokrasiyi, demokrasiyle laikliği daha güçlü kılmak varken çağdışı düşüp çatışmaları istemenin kimseye yararı yoktur. Laikliği amaç değil araç olarak düşünenlerin düşleri gerçekleşmeyecektir. Çabaları boşunadır. Ne yaparlarsa yapsınlar, ne kadar yol alırlarsa alsınlar kötü amaçlarına ulaşamayacaklardır. Hoşgörü, anlayış, inanmaya ve inanmamaya saygı, başkalarının görüşüne ve varlığına katlanma olmadan çoğulculuk olmaz ki demokrasi olsun. Laiklik, Recep Tayyip’in sandığı laiklik değildir. Böyle bir laiklik olmaz. Bilimsiz, hukuksuz, usu dışlayan, varsayımlara dayanan bir laiklik kimseyi inandırmaz. Laikliği savunuyorlarmış. Böyle mi? Laikliği savunanlar sıkmabaşı devlet protokolüne sokar, öğretim ve eğitimi bunun için yozlaştırır mı? Bunları mı yapar? Siz gerçekten laikliği savunsanız o gerici, karışık, dönek, sapkın kimi yazarlar sizi alkışlar, destekler mi? Kimseyi kandırmayın. Siz laiklikten yanaysanız biz karşı sayılacağız öyle mi? Haydi canım siz de... Güldürmeyin insanı. Laiklik nerde, siz nerde. Siz kim, biz kim...

Laikliği, insanlığı, mutluluğu, adaleti, demokrasiyi bir tanımla anlatmak yetersizdir. Laiklik, egemenliğin kaynağından, devletin hukukla yönetilmesine, inançlar yönünden saygın yansızlığına, eğitimde bilimselliğe, ailede çağdaş yaşama değin her alanda etkili, her alanı kapsayan bir yaşam biçimi, bir dünya görüşü, eşitlik ve adaletle taçlanan bir anlayış yüceliğidir.

Türkiye’nin sorunları giderek büyüyor. Çözümlenmesi için ciddi bir yaklaşım izlenmiyor. Ekonominin olumsuzluklara açık durumunu gözeten çok az. Çıkarına bağlananlar, katılığa saplananlar, iktidarla ilişkilerini iyi sürdürmeyi yeğleyenler pembe tablolarıyla oyalanıyorlar. Kimi karıştırıcılar da özüne inmeden dışilişkilerde kendilerine göre önerilerle söz sahibi olmaya çalışıyor. Avrasya düzenlemesi bunlardan biri. ABD’nin BOP’nin bir perdesi sayılabilecek bu yön günümüzün koşullarında iyice incelenmeden, Rusya düşünülmeden bir düzenleme kolay olmadığından üzerinde iyice durulması gereken bir konudur.

Atatürk’ün kaplıcasının da özelleştirilmesi gündeme geldi. Özelleştirmeyi salt parasal yönden ele alanlar ülke yararını, hukuksallığı unuttukları gibi kendilerini haklı göstermek ve savunmak için gerçekdışı söylemlere girebiliyorlar. Telekomda zarar edildiği gibi. Hukukçulardan kurallara aykırı, ideolojik tavır bekliyorlar. Para her zaman bulunur. Hukuk bir kez giderse bir daha güç gelir. Görevin namus ve onur olduğunu unutuyorlar. Kimileri de kendini uzman ya da bilgin gösterip bilgisi olmayan konularda görüş belirtiyor. Benim Anayasa Mahkemesi Başkanı iken görevimle ilgili olmayan, yasak ve sakınca alanına girmeyen yurttaşlık konuşmalarımı, uyarı ve önerilerimi kavrayamayıp eleştirmeye kalkışan, kimi aşağılık duygularıyla kendini ele veren birkaç kişi eleştirilecek, kınanacak konuları ve kimseleri bırakıp bana sataşmaya çalışıyor. Birşeyler yazıp yanıt vererek kendisini “muhattap” almamı istiyor. Herkesle konuşmam, görüşmem ki.

İHD ilgilisinin çocuğunun cenaze töreninde Apo sloganları atılması, Milli Eğitim Bakanı’nın ertelenen YÖK Yasası nedeniyle sıkmabaş için “Bu zulüm bitecek” demesi, Gazi Üniversitesi’nde ülkücü tanınan kişilerin öğrencilere bıçak, satır ve kılıçla saldırması herkesi ilgilendirip düşündürmesi gereken olumsuz görüntülerdir.

AB’nin sempatisini kazanmak için anayasal dayanak, yasal olanak bulunmadan Kürtçe yayına başlamak da düşündürücüdür. Boşnak asıllı yurttaşlarımızın soylu davranışları, Türk olduklarını söyleyerek boşnakça yayına karşı çıkmaları anlamlı bir davranıştır. Türkiye’de müslüman olmayan yurttaşlar dışında azınlık yoktur. Her yurttaş istediği dili konuşmaktadır. Yeni diller, azınlık dilleri yoluyla azınlıklar yaratmak Sevr’in öngördüğü uygulamadır. Ulusa değil ümmete önem ve öncelik verenler için bu ödünün sakıncası yoktur. Ama gerçekte sakıncalıdır. kendi azınlıkları için beş yıllık uygulamayı kaldıran Fransa, Türkiye için dayatmada bulunmaktadır. Bu bağlamda, önceden belirlenip açıklanan duruşma günü beklenmeden görülmemiş bir hızla Yargıtay 9. Ceza Dairesi’nin Zana ve arkadaşları için karara varması da dikkat çekici olmuştur. Yargının hızlı çalışması, doyurucu karar alması özlemi yönünden örnek oluşturacak bu kararın AB toplantıları nedeniyle alındığı yersiz çıkmasını dileriz. Arapçayı öğretmek için kürtçeyi kullanma kurnazlığından da sözedilmektedir. Önemli olan ülkemizini değişik yörelerinde Türkçe konuşmyanlara devletin tek resmi anadilini-dilini öğretmek için neler yapıldığı ya da yapılmasının düşünüldüğüdür. Geçmişin azgınlıklarının yineleneceğini gösteren taşkınlıklar başladı bile.

Yeri gelmişken yineleyeyim, Dernekler Yasası’nın öngürdüğü, birden fazla ilde şubesi olan derneklerin tüzüklerini İçişleri Bakanlığının inceleme yetkisini valilere bırakmak, bunu da yönetmelikle yapıp yasaya aykırı yönetmelik uygulamak hukuksuzluktur. Hukukçu olmayanlarınhukuk konularında görevlendirilmelerinde, hukukçulara inat, aykırılıkları geçerli gibi gösterip, geçerli olanları aykırı gibi savundukları çok görülmüştür. Bu arada Atatürkçü Düşünce Vakfı, Atatürk Vakfı gibi kuruluşlar yeterli ve gerekli ilgiyi görmezken gerici vakıflar, sakıncalı yabancı vakıfların her yönden güçlenmesinin de ilginç olduğunu vurgulamak isterim. Eğitimden başlayıp niteliği dayanan bir kişisel bozulmaya yurttaşlı bilincinde yozlaşma olduğu tartışılmaktadır. Yıllardır okullarda özenle ve Milli Eğitim Bakanlığı’nın oluruyla gerçekleştirilen Atatürk ve Atatürkçülük konferanslarına bu yıl Ankara Valiliği’nce olur verilmediğini öğrenmek de üzücü olmuştur. Tokat Valiliği de 26 Haziran’da Atatürk’ün Tokat’a gelişinin yıldönümü kutlamaları kopsamında Atatürkçü Düşünce Derneği Tokat Şubesi’nin anıta çelenk koymasına izin vermemiştir. Anlaşılacak bur tutum değildir. Ne kadar çok kişi ve kurum Atatürk için çelenk, çiçek koyarsa o kadar mutlu olmak gerekir. Bunu yasaklayan hiçbir yönetmelik kuralı yoktur ve olamaz. Yurttaşların kişisel olarak çiçek bırakmalarını da kimse yasaklayamaz. Bürokrasinin iktidara hoş görünmek için neler yaptığı, nelere başvurduğu, ne durumlara düşüldüğü giderek üzücü örneklerle izlenmektedir. İktidar geçici, itibar kalıcıdır.

Gerici yayın organlarının Savcılıklarca iyi izlenmediği kanısı uyandıran içerikleri tüyler ürperticidir. Cumhuriyet’in kaynağını, temelini oluşturan ilkeleri yadsıyanlar, devrim yasalarının kaldırılmasını isteyenler, cumhuriyetin ve niteliklerinin değişmezliğini sağlayan anayasa kuralının kaldırılması için Anayasa’nın toptan değişmesini savunacak ölçüde usdışı düşünen sözde bilim adamları, neler neler var. Tıpkı şeriatçıları “Antiemperyalist” diye öven, ABD’nin BOP’nin ön uygulaması Avrasyacılığı ateşli biçimde savunan tutarsızlıklar, ikilemler, çelişkiler ve aymazlıklar ya da amaçlı çıkışlar gibi demokrasiyle cumhuriyeti çatıştırmaya çalışan yapay aydınlar gibi cumhuriyetin demokrasiyi yaşama geçirdiğini, onun yönetimdeki adı olduğunu unutan ve unutturmaya çalışanlar gibi. En çağdaş milliyetçiliği getiren Atatürk’ü unutup başkalarının peşinde dolaşan, Partürkizm, Panislamizmi reddeden gerçekçi anlayışı kavramayıp bugün bile ırkçı-turancı olduğunu söylemekten çekinmeyen kimi aldatılmış, aldanmış gençler gibi. Soy ayrımcılığı gütmek, alt kimlikleri savunmak, köktendinci ve etnik teröre başvurarak ulusal birliği bozmak milliyetçilikle asla bağdaşmaz. Milliyetçilik din bağına değil, ulus bağına ağırlık verir. Atatürk milliyetçiliği, ırkçı ve turancı olamaz. Şeriatçı olamaz. Bu tutarsızlıklara günümüz başbakanının “Hukuk iki kere iki dört anlayışıyla yürümez” sözü de eklenince siyasal terbiye düzeyimiz ortaya çıkmaktadır. Hukuku ayak bağı gören anlayış, iktidarların çoğunda vardır. Sınırsız güç, denetimsiz yönetim, kırşı çıkılmaz otorite demokrasiyle bağdaşmaz. Siyasal tarikatların açtığı zararları durdurma ve gidermek için yıllar gerekecek. Kimi mescitlerin ve camilerin örgüt evi gibi kullanılmasının başımıza neler getirdiği biliniyor. Çürüme gidirek yaygınlaşıyor. “Derin devlet” denilen şeyin “Derin çıkar dayanışması” olduğu kanısındayım. Ciddi, tutarlı, ilkeli, gerçekten demokrat ve hukuka saygılı bir devlet anlayışının yansıdığını içtenlikle savunmak olanaksızdır.

Bir yanlışlık ve bozukluk olmasaydı 80 yılda cumhuriyet yandaşlarını dışarda bırakıp iktidarı ele geçirecek lâik cumhuriyet karşıtları yetişmezdi. Atatürkçü olduğunu söyleyenler hâlâ birbirlerine karşıtlığın çirkin örneklerini sergiliyorlar. Bir yerleri ele geçirip kullananıp hiçbir şey değilken birşey olduğunu kanıtlamak, siyasal zikzaklarının tehlikeleri belirgin partilerle işbirliğine girişmek, kendini bilmezlik, bu nedenle “ADD marksistlerin yeri oldu, çoğu marksist” dedirtmek, ancak ölüm olunca ve cenazelerde buluşup sonra bildiğini okumayı sürdürmek, yılda 10 milyon ödentiyi severek vermesi gerekirken 1 milyon ödentiyi yıllarca ödememek, öncekileri geçmeyi, onlara yaraşır olmayı bırakıp karalayıp kötülemeyi, yalanı, kişiliksizliği ve niteliksizliği Atatürkçülüğe sığdırmak. Solculuğu soysuzlaştıran, yozlaştıran, solculuktan, “sol” sözcüğünden korkanlar, ahlâkdışı ilişkilerle birliktelik kuranlar, kıskançlık nöbetine tutulanlar, kendi çıkarı için başkalarını kullanmayı beceri sayanlar, ilgi göstereceği etkinlikleri söz vermeyle karşın kamuoyunun bilgisinden kaçıranlar, göründüğü ve sanıldığı gibi olmayanlar, neler neler var. Toplumun sağduyusu, sağgörüsü bunları aşacak, temizleyecektir. Kurumları ele geçirip yıktıracaklarından uzak durmak gerekir. Kimi kuruluşlarda yıllardır neler olduğunu duyuyor, öğreniyoruz.

Yanlış demokrasi anlayışı, AB kompleksi, çıkarcılarla işbirlikçi sapkınların desteğindeki şeriatçı açılımlarla girilecek karanlıktan kurtulmak güçlüğü yaşamaktansa ona düşmemeye çaba gösterilmelidir. Bu bağlamda yurtseverler insanlık ve yurttaşlık sorumluluğunu asla unutmamalıdır. Eski şeriatçıların, gerici yurt sahiplerinin, önceki yerlerinde neler yaptığı bilinen insanların çağrısına uyup toplantılarına katılmak hiçbir şey sağlamaz. Kimi emekli asker ve sivilin kendini değişmiş gösteren ikiyüzlü gericilerin çağrılarına uyması yadırganıyor. Laiklik karşıtlarının evsahipliği yeni oyunların tezgahlanmasıdır.

ABD’nin eşini yemeğe aldığını yayarak ve çok büyük bir olaymış gibi göstererek pompalayan medyanın Recep Tayyip’in bir hukuk kurumu olan devletin yönetiminde hukukla çatışmasını gizlemesi ilginçtir. Haftanın olumsuzlukları içinde TÜRKSOLU gazetesinin düzenlediği Rauf Denktaş konuşması umut ışıklarından biri olmuştur. Katılanların çokluğu, seçkin ve saygın kişilerin ilgisi, anlatılanların ağırlığı, gerçekçi ve içtenlikli yaklaşımıyla gençlerin coşkusu, Kıbrıs sorununun geleceğine ilişkin öneriler, durumu iyice aydınlatmıştır. Konuşma sonrası yemekte süren söyleşiler sanırım Sayın Denktaş’ın dışlanması ve yalnız bırakılması çabalarının anlamsızlığını ortaya koymuş, etkisiz kalma gerçeğini doğrulamış, katılanları mutlu kılmıştır. Gerçekte köşeye sıkışan AB’dir. Ve kimden yana olduğu daha iyi anlaşılan MAT’tır ve hepsinin önünde ödünlerle yolaldığını sanan AKP iktidarıdır.

Aynı salonlarda, aynı konuları, aynı kişileri konuşturup aynı kişilere dinlettirerek bir yere varılamayacağı, görevlilerle birlikte izleyenlerin toplamı 100 kişiyi bulmayan etkinliklerle doğrulanıyor. Karşıtları etkisiz kılmadıkça, yeni yandaşlar kazanmadıkça hiçbir sav, hiçbir dava güçlenemez. Bunun da ilk koşulu iyi anlamak, iyi anlatmaktır. Güvenilmeyen, inanılmayan, karışık, karanlık kimselerle hiçbir yol birlikte yürünmez. Bu gidişle bir gün azınlık durumuna düşüleceği, Türkleri Koruma Derneği kurulacağı endişesini taşıyanları yanıtlamakta yeni oluşumları önlemekte güçlük çekeceğimizi sanıyorum. Gençleri olmayan örgütlerin gelecekleri de olamaz.

Sorunlar, yakınmalar ilgisizlikle büyüyor. Medyum tabelaları, nikah ajansı reklamları, televizyonlarda eş bulma izlenceleri, oynayanların doluştuğu pistler, silahlı kutlamalar yanında Atatürk ve Atatürkçülük karşıtlığı uygulamalar. Çelişki yumağı da büyüyor. İlkelerden, varlıklardan, değerlerden ödünlerle küçülme sürüyor. Gerçeği arıyoruz. Bölücülüğe, terör desteği ve işbirlikçilerine “düşünce özgürlüğü” diyen Avrupa kendi içinde bu olaylar yaşansa, kimseyi yaşatmaz. Batı, neleri batırdığının ayırdında değil. Biz, Atatürkçülükten şaşmayalım.

http://www.turksolu.com.tr/58/ozden58.htm

***

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder