5 Ocak 2019 Cumartesi

PKK ile Müzakere, Mütareke ve Kirli Barış Sürecinin Analizi, BÖLÜM 3

PKK ile Müzakere, Mütareke ve Kirli Barış Sürecinin Analizi,  BÖLÜM 3 



        KİRLİ BARIŞA DOĞRU İLERLERKEN PKK,

        Kandil kadrolarının da Öcalan’ın önerdiği sürecin içeriğinden çok 
zamanlaması ile sorunları var. Çünkü, PKK 1980’lerden bu yana Ortadoğu 
savaşlarından hep kazançlı çıkmıştır. 1980-88 İran-Irak savaşı olmasa PKK Kuzey Irak’a yerleşemezdi. 1991’de ABD, Kuveyt savaşı sonrasında Kuzey Irak’ta Bağdat’ın egemenliğini kısıtlamasa, PKK 1990’lı yılların başındaki güçlenmesini yaşayamazdı. Ve 2003’de ABD Irak’ı işgal etmese idi PKK bugünlere gelemezdi. Halen Suriye’de bir iç savaş yaşanmaktadır. Ve Suriye’nin Kuzeyinde Kamışlı ve çevresinde bir devletçik oluşturan PKK bu savaştan şimdiye değin en karlı çıkan taraftır.

          Suriye’de iç savaş uzadıkça uzuyor. Esad rejimi hala düşme noktasından 
uzak. Esad güçlerinin kontrol ettiği alanda küçülme var ancak bu küçülmenin 
henüz sonuç doğurucu olduğunu söylemek mümkün değil. Ancak bir tek parti rejimi isyan uzadıkça tekrar rejimi ayaklar üzerinde durdurma imkanını yitirmektedir. 
Bundan dolayı iç savaş uzadıkça rejimin şansı azalmakta ve isyancıların güçleri 
artmaktadır. Suriye’de de beklenmedik bir gelişme olmaz ise Esad sonunda Şam’dan ayrılacak ve Lazkiye’ye yerleşecektir.

         Lazkiye etrafında kurmayı hedeflediği Nusayristan’ın alt yapısı büyük 
ölçüde oluşmuş durumda. Suriye’nin değişik yerlerindeki Nusayriler Esad’ı 
desteklemeyenler de dahil, bu bölgede toplandılar. Çünkü Esad’ın Şam’dan 
ayrılmasından sonra kendilerine yönelik intikam eylemlerinden korkuyorlar. 
Esad’ın bu bölgeyi askeri anlamda da güçlendirdiği anlaşılıyor. Esad’ın bu 
bölgede Nusayriler ve Hıristiyanları toplayan bir devlet oluşturması durumunda 
Rusya’nın Akdeniz’den desteği de sıkıntısız devam edecek

       Esad’ın Şam’dan ayrılmasında sonra Suriye’de mezhep ve etnik grup 
çatışmalarının önü açılacaktır. Mezhep ve etnik grup çatışmalarının yanında El 
Kaide ve selefi gruplarda iç savaşın diğer unsurları olacak. Müslüman Kardeşler 
Suriye’nin tamamında iktidarı ele geçiremeyecekler. PKK denetimindeki Suriye’nin Kuzeyinde “Kuzey Suriye” doğacak hatta doğdu bile.

        16 Mart 2013’de BDP genel merkezinde gazetecilere S. Demirtaş şu 
açıklamayı yapmış:”Bunun ötesinde stratejik bir değişiklik dönemine girmemiz 
gerekiyor. Ateşkesten çok daha öte bir çağrı olabilir o nedenle. Devlete artık 
Kürt-Türk ilişkilerinde stratejik bir değişiklik olması gerektiği düşünüyor. 
Suriye’de de facto bir devlet var. Türkiye’nin burayla, Güney Kürdistan’la 
ilişkisi çok önemlidir” demiştir.

         PKK önümüzdeki dönemde gelişmelerin PKK lehine olacağını öngörmektedir. Kuzey  Suriye’de ele geçirdiği bölgelerde konumunu sağlamlaştırarak müzakerelere oturan bir PKK’nın daha güçlü bir konumdan pazarlık edeceğini ve daha fazla şey elde edeceğine inanıyor.BDP’ninbir çok kadrosunun da Kandil’in bu yaklaşımına katıldığı anlaşılıyor.

        İktidarında PKK’nın terörü durdurmak gibi bir niyetinin olmadığını 
bildiği görülmektedir. Başbakan Erdoğan’ın danışmanı Yalçın Akdoğan “Daha önce söylediğim gibi; Kandil böyle bir zamanda çözüme ulaşılmasını peşinde koştuğu hayallere aykırı görüyor. 2014’den itibaren yaşanacak üç seçimin silahların gölgesinde geçmesini isteyen ve Suriye’de bir oldu-bitti yapmaya çalışan PKK, makul bir zeminde sorunun aşılmasından rahatsızlık duyuyor” 
demektedir.[12]Aradan bir aydan fazla bir süre geçtikten sonra Başbakan 
yardımcısı Bülent Arınç’ta televizyonda PKK’nın ne zaman silah bırakacağına dair hükümet takvimi nedir sorusuna “ Bunu bende bilmiyorum ama bildiğim bir şey var. 
Bu ne zaman olacak gibi madde madde sorulara cevap verecek kimse yok bu ülkede” diyerek, AKP Hükümeti’nin sürece hakim olmadığını göstermiştir.[13]

         Bu noktada Yalçın Akdoğan’a şu soruların sorulması gerekiyor: Madem 
Kandil’in Suriye’deki gelişmeleri beklediğini ve seçimler sürecinde AKP’ye baskı 
yapmak istediğini öngördünüz o zaman neden bu müzakere-mütareke sürecini 
başlatarak PKK’nın moralini yükselttiniz, Güneydoğu Anadolu’da manevi 
ağırlığının artmasına neden oldunuz? Neden Türkiye’yi sonuç almayacak bir 
sürecin içine soktunuz? Neden hala propagandistler televizyonlarda her şey 
yolunda mesajları vermeye devam ediyorlar? 

        Kandil’in müzakereleri geciktirmenin kendisine yarayacağı görüşünü 
güçlendiren bir başka husus ise önümüzdeki üç yılda Türkiye’de gerçekleşecek 
yerel, genel ve cumhurbaşkanlığı seçimleri. Bu üç seçim AKP iktidarını PKK’nın 
baskılarına daha açık hale getirecektir. PKK, AKP Hükümetini askeri ifade ile 
“mahkum konumda” yakaladığının farkındadır ve AKP’nin müzakere talebini, PKK’nın zaferi olarak sunmaktadır.

         Bundan dolayı, Öcalan bir an özgür kalma endişesi ile Kandil’i hızla 
hareket etmeye zorlamaktadır. Kandil’de Murat Karayılan, Öcalan ile aynı 
çizgide, Öcalan’a tam bir itaat içindedir.Cemil Bayık’ın başını çektiği diğer 
lider kadronun ise sürecin zamanlaması konusunda itirazları vardır. Ancak, 
Öcalan’a açık bir itiraz geliştiremedikleri için süreci daha çok provake edecek 
bir gelişmeyi düşünmektedirler. Böyle bir provokasyonun yapılıp yapılamayacağı 
sadece PKK içindeki Bayık muhalefetine değil, Irak-Suriye-İran ittifakının  da 
bu muhalefete vereceği desteğe bağlıdır.

Ancak PKK “ateşkesi” bozmadan önce kendisini uluslar arası hukuk süjesi yapacak bir stratejiyi izleyecektir. Kandil, AKP Hükümetinin Öcalan ile anlaşarak 
önerdiği mütareke sürecini teoride kabul eder gibi görünse de pratikte sabote 
edecek adımlar atacaktır. Ancak bu süreci kendisini Cenevre Sözleşmesi’nin 
tarafı haline getirmek için kullandıktan sonra 2013 yazında çatışmaların 
başlaması üzerine Suriye’nin kuzeyinde Hakkari’yi de kapsayacak şekilde 
devletleşme sürecini  başlatacaktır.

Daha birinci aşamanın ilk adımları atılırken, Abdullah Öcalan, Kandil ve BDP bir 
zafer sarhoşluğu döneminden geçiyorlar. Türkiye Cumhuriyetine şartlarını kabul 
ettirdiklerini düşünüyorlar. 15 Ağustos 1984’de Eruh ve Şemdinli’de gerçekleşen 
terörist saldırılar ile başlayan “mücadelelerinin” büyük ölçüde zafere 
ulaştığını düşünüyorlar. Yaptıkları açıklamalarda zafer kazanmışların ruh halini 
yansıtıyor. Bütün bunlar PKK için zafer, Türkiye Cumhuriyeti için ise bir 
mağlubiyettir.

          Nitekim, PKK yandaşları basında zafer çığlıkları atmaktadırlar. İki 
yazar Taraf gazetesinde 24 Ocak 2013’de şöyle yazmaktadırlar: “Evet, bu bir 
yenilgi. Kutlu bir yenilgi. Kof bir devletin ve içi çürümüş hamasetin burnunun 
sürtüldüğü yenilgi, vatandaşların, bireylerin  (Siz PKK diye okuyun 
Ü.Ö.)zaferidir çünkü, hayırlı olsun.” 

          Bu zaferi tarafların psikolojilerinden okumakta mümkündür. Abdullah 
Öcalan, İmralı’ya kendisini aylık olarak gelen doktorun muayenesinden çok memnun olarak, doktora “Seni sağlık bakanı yapacağım” diye takılırken, geleceğe güvenle bakan bir psikolojiye sahip olduğunu göstermektedir.[14] Öcalan daha İmralı’dan bakan atamaya başlayacak bir ruh hali içine girmiş görünüyor. 

          BDP siyasetinin eş başkanı Gülten Kışanak İmralı tutanaklarının ortaya 
çıkmasından sonra zafer duygularını şöyle açıklıyor: “Bugün sayın Öcalan resmi 
olarak muhatap alınmış, görüşme ve diyalog başlamıştır. Kürdistan’da eşit ve 
özgür olmak istiyoruz. Özerk bir yönetim istiyoruz. Biz yaparsak doğru yaparız. 
Kazanırsak büyük kazanırız. Sayın Öcalan özgür olacak.Hep beraber kazanıp 
özgürleşeceğiz.”[15]

          Kandil’den gelen açıklamalar bir başka zeminde zafer çığlıkları 
içeriyor. Karayılan, “TSK’yı bitirdik, AKP savaşı kazanamayacağı için Önderlik 
ile görüşmeleri yapmak için yanına gitti” diyor. Duran Kalkan, “Biz değil, TSK 
Kürdistan’dan çekilmeli” diyor. PKK, TBMM üyelerini Kandil’de inlerinde Öcalan 
resmi altında kabul ediyor, görüşmeler yapıyor.

          PKK zafer çığlıkları atarken, Başbakan Erdoğan ise “baldıran zehiri” 
içmekten bahsediyor. Hükümetin önde gelen üyelerinden Hayati Yazıcı “hazmetmesi zor” diyor.

         Bu zafer çığlıkları ve AKP Hükümetinin belirsiz tutumu hükümeti genel 
olarak  destekleyen ancak milli nitelikleri tartışılmayacak olan çevreleri 
kızdırıyor. Hürriyet’te Taha Akyol, “Saçmalamayın, Türkiyeli diye bir şey 
yoktur, ‘Türk Milleti’ vardır” diyor. Sabah’ta Hasan Celal Güzel, “Şu kepazeliğe 
bakın. Türkiye’nin Anayasa’sından “Türk” ve “Türk Milleti” kelimeleri çıkarılmak 
isteniyor” çıkışını yapıyor. Star’da Yağmur Atsız, “Türk’üm demek cesaret 
meselesi haline gelmeye başladı” diye yakınıyor.

         Öte yandan Türk insanının zihin haritasında PKK’nın terör örgütünden 
yasa dışı örgüte dönüştürüleceği bir süreç yaşanacaktır. İktidarı destekleyen 
gazeteler ve merkez gazetelerde PKK’nın terörist örgüt olmadığını vaaz 
etmektedirler. Öcalan’ın ise terörist başından örgüt lideri konumuna taşınma 
çalışmalarının basında başladığını görüyoruz.  Cengiz Çandar, PKK’lı 
teröristlere “PKK askeri” çete reislerine ise “komutanlar” demektedir.[16] 
Anadolu Ajansı, Öcalan’a artık “İmralı’daki mahkum” demektedir. Akil adamlar, 
Erdoğan’dan PKK’dan terörist diye bahsetmemesini istemişlerdir.

           PKK ise kendisini hızla Kürtlerin meşru ve tek temsilcisi olarak 
Güneydoğu Anadolu’da empoze etmektedir. Güneydoğu Anadolu’da bir çok ilde fiili yönetim PKK/KCK tarafından yapılmaktadır. Devlete elektrik parası ödenemez iken, belediyelerin topladığı paralar eksiksiz ödenmektedir. İhaleler alan işadamları işe alacakları işçiler için PKK ve Hizbullah’a kontenjan vermek zorundadırlar. Askerler kaçakçıların karşısında geri adım atmakta ve kaçakçılara yol vermektedir.

Hakkari’de bir gümrük binasını basan PKK’lılar üç gün süre ile binaya PKK 
paçavrası çekmişlerdir. Beytülşebap’da askeri binadan gösterici PKK’lıları 
tahrik etmemek amacı ile Türk bayrağı indirilmiştir. Terör durdu derken, 
Cizre’de PKK’lılar iki polisi linç etmek için saldırıyorlar. Canlarını kurtarmak 
için havaya ateş eden iki polis gözaltına alınıyor. Sınırdan giren kaçakçıları 
durduran askeri birliklerin kaçakçıların direnmesi üzerine geri çekildiği bir 
ülkede buna şaşırmamak lazım.

         Öte yandan bir kısım saf barış çığlıkları atarken, sözde barışın diğer 
tarafı olarak gördükleri BDP, TBMM’de savaş tazminatı istiyor. Sözde Ermeni 
soykırımı açıklaması yapıyor.

         Evet, devlet intikamcı davranamaz. Cezalandırma hakkını 
kullanmayabilir. Bağışlamayı daha yararlı görebilir. Fakat acz gösteremez, 
çaresizliğe düşmez, düşürülemez. İçinden geçtiğimiz süreçte devlet acze düşmüş, çaresizlik sergilemektedir.

          ÖCALAN’IN ÜÇÜNCÜ AŞAMASI: NORMALLEŞME SÜRECİ 

       Abdullah Öcalan’ın öngördüğü üçüncü aşama ise normalleşme aşamasıdır. Bu aşamada artık PKK silah bırakmadan yurt dışına çıkmış olacaktır. Anayasada 
Öcalan’ın talep ettiği değişiklikler yapılmış olacaktır. Artık Türkiye 
Cumhuriyeti federal bir devlet olacaktır. Başkanlık sistemine geçilecektir. 
Tabii devletin adının Türkiye Cumhuriyeti kalıp kalmayacağı belirsizdir. 
İstanbul federal devletin başkenti olurken, Ankara ve Diyarbakır, Türkiye ve 
Kürdistan federe devletlerinin/eyaletlerinin başkentleri haline geleceklerdir.

        Mahmur Kampı’nın tasfiye edilmesiyle “suça karışmayan” (Bu garip bir 
ifadedir. Dünyanın bir başka ucunda iken İstanbul’da yapılan bir toplantıda 2003 yılında 2007’de üretilen bir Microsoft yazılım ile ismi bir listeye yazılan 
subaylar darbeye teşebbüsten 16 sene hapse mahkum edilirken, suça karışmayan PKK’lı ne demektir.)PKK mensuplarının Türkiye’ye dönmesinin önü açılacaktır. Bu aşamada Öcalan ve PKK üst düzey kadroları serbest kalacaklardır.

        Erdoğan, 3 Mart 2013’de yaptığı açıklamada şöyle demektedir: “Biz bir 
genel affın olmayacağını, olmayacağını defaatle ifade ettik. Hele hele bir 
insanı öldürenin, bakın dikkat edin öldüreni af yetkisini ‘ben kendimde bulamam’ dedim…Devlet kendisine karşı işlenen suçlarda bu tür af yetkisini kullanabilir. Ama maktul başkası, affeden başkası. Hayır. O af yetkisi maktülündür, onun varislerinindir.”[17]

       Öcalan TCK’nın vatana ihaneti düzenleyen 125. Maddesinde mahkum olmuştur. Yani cinayetten değil, devlete karşı işlenen suçtan. PKK üst düzey kadroları da cinayet suçlanması ile yargılanamaz. En fazla tahammüt suçlaması ile yargılanabilir ki bunu da ispat etmek içine girilen süreçte zor olacaktır. Sonuç 
olarak Erdoğan’ın açıklaması üstü örtülü genel affın mekanizmasını 
göstermektedir.

        Bu konuda Başbakan Erdoğan gibi kamuoyunun hassasiyetlerini dikkate 
almak zorunda olmayan ancak süreci alkışlayan Cengiz Çandar ise daha dürüst 
davranarak şöyle demektedir: “12 Eylül yasakları kalkınca  CHP’liler SHP’ye 
geldi. Deniz Baykal SHP’lileri temizledi ve genel başkan oldu. PKK siyasete 
girdiğinde böyle olacak. Öcalan ve Kandil kadrosu BDP hareketini yönetecek. O 
yüzden adam ‘bırakın ev hapsini filan…Hepimiz özgür olacağız’ diyor.”[18]

        Öcalan’ın serbest kalacağı konusunda hiç şüpheye yer yoktur. Öcalan ile 
birinci ve ikinci aşamalar geçildikten sonra muhtemelen 2015’de gerçekleşecek 
seçimlerden sonra serbest kalacaktır. Sadece Öcalan değil, Kandil’deki bütün 
lider kadroda serbest kalacaktır.

   ERDOĞAN: BANA GÜVENİN 

           Erdoğan, Öcalan ile müzakerelerin devam ettiğini kendisinin 
açıkladığı bir süreçten geçerken, Türk Milletine veya kendi ifadesi ile “Türk, 
Kürt, Laz, Çerkes, Arap’a” “bana güvenin” diye sesleniyor. Ve ekliyor: “PKK’ya 
veya Öcalan’a hiçbir taviz vermeyeceğiz.” Başbakan Erdoğan, PKK ile müzakere 
yapılmadığını, taviz verilmediği her hafta tekrar ediyor.

Başbakan Erdoğan’ın “bana güvenin” derken, geçmişte yaptığı açıklamalar böyle bir güven duyulmasını güçleştirmektedir. Erdoğan, önce PKK ile müzakere 
yapılmadığını bunu iddia edenin şerefsiz olduğunu söylemiştir. Sonra hükümet 
değil, devlet görüşüyor demiştir. Sonra eski hükümetler de görüştü demiştir. En 
son olarak helalleşiyoruz noktasına gelmiştir. Bu tür bir değişim geçiren siyasi 
liderin “bana güvenin” isteği kolay kabul edilebilir bir istek değildir.

            Müzakere propagandistleri, Öcalan’ın şartsız barış istediğini, 
ağzına savaş kelimesi almadığı yalanını halka söylüyorlar. Oysa Öcalan İmralı 
Tutanaklarında PKK’nın geri çekilmesinin 21 Mart’ta başlayacağını, eğer 
kendisinin istediği anayasal ve yasal değişiklikler yapılır ise devam edeceğini, 
yapılmaz ise duracağını ve 50 bin kişinin katılacağı bir halk savaşının 
başlayacağını söylüyor. Öcalan daha sonra etnik reformların geri çekilme 
sonrasında yapılmasını kabul ediyor.

         Erdoğan’a ve televizyondaki temsilcilerine güvenip rahat uyumalı mıyız? 
Gerçekten PKK’ya hiç taviz verilmeden PKK terörü sona erdirecek mi? Türk Milleti gereksiz yere mi endişeleniyor? Öcalan, “Ülkeye barış gelsin gerisi önemli 
değil” mi diyor? Karayılan, “TRT Şeş yayına başladı artık Kandil’de tam da 
romatizmalarımızın azmaya başladığı bir dönemde daha fazla kalmayalım” mı diyor?

        Erdoğan ve propagandistlerinin anlattıklarından farklı şeyler 
anlatanlarda var. Cengiz Çandar, Kandil’dekiler Türkiye’ye gelip, BDP yönetimini 
oluşturacaklar ve TBMM’ne girecekler diyor. Enver Sezgin, “2015 seçimlerinden 
sonra Abdullah Öcalan hapishaneden çıkar” diyor. Öcalan eğer herhangi bir 
pazarlık yapılmadı ise neden İmralı Tutanaklarında BDP’lilere, “hepimiz serbest 
kalacağız” diyor.  Bu gelişmeleri izleyen ABD’de yayınlanan dünyanın en çok 
basan haftalık dergisi olan TIME dergisi de Erdoğan’ın başkanlığına destek 
karşılığında, Öcalan’ın serbest kalacağını yazdı.

        Erdoğan, bir şey vaat etmedik diyor ancak Öcalan, bu süreçte terör 
örgütü liderinden siyasi lider konumuna yükseltilmiştir. Hükümetin onayı ile 
(şimdilik) yolladığı yazı ile Diyarbakır’da halka hitap etmiştir.

        Akil adamlar önerisi Öcalan ve Karayılan’ın önerisidir. TBMM çekilmeye 
el atmalı talebi üzerine AKP ve BDP’lilerden oluşan bir TBMM Komisyonu 
kurulmuştur.      

         Öcalan’ın ve PKK’nın istekleri teker teker yerine getiriliyor. 
KCK’lılar küçük gruplar halinde salınmaya başlandı. Bir KCK tutuklusu 
hapishaneden çıkarken tutuklu bir paşaya “Siz daha çok yatarsınız. Bizim 
arkamızda siyasi güç var. Ya sizin?” diye soruyor.[19]

25 Nisan’da Kandil’de Murat Karayılan 8 Mayıs’tan itibaren PKK’lıların Türkiye 
dışına çekileceğini açıklamıştır. Karayılan konuşmasına “Türkiye ve 
Kürdistan’daki gelişmelere ilişkin” diyerek, hangi çerçevede geleceğe baktığını 
ortaya koymuştur. Ancak şartsız bir geri çekilme olmadığını da açıklamıştır. 
Karayılan yeni anayasada Kürtlerin inkarının sona ermesini ve üçüncü aşamada 
Öcalan dahil bütün PKK’lıların serbest kalmasını şart koşmuştur. Yoksa, terör 
başlayacaktır.

           Karayılan başka şartlarda ileri sürmektedir. Özel harekat timleri, 
Jandarma özel timleri tasfiye edilmeli imiş. Koruculuk sistemi kaldırılmalı 
imiş. Sevr Anlaşması’nda da ordumuzun hangi şekli alacağına dair maddeleri 
hatırlamak lazım. PKK çekilirken, TSK’nın da bölgede sayısının azaldığını 
görüyoruz. 170 bin olan asker sayısı 130 bine düşüyor. 800 PKK’lı Türkiye dışına çıkarken 40 askerde Güneydoğu’dan Batı illerine sevk ediliyor.

        Bütün bunları gören muhalefet liderlerinin “Öcalan’a ne vaat ettin?” 
sorusuna Erdoğan, “Muhalefet barış gelecek diye kuduruyor. Öcalan’a hiçbir 
vaadimiz yok” cevabını veriyor. Bu soruyu muhalefet sorunca, AKP Hükümeti ve 
açılım destekçileri şöyle bir söyleme başlıyorlar: “Siz barış istemiyor musunuz? 
Neden barışın önüne geçiyorsunuz? Siz fitne mi çıkarmak istiyorsunuz?”

Oysa, Öcalan’a verilen vaatler yerine getirilmeye başlanmıştır. Kürtçe savunma 
hakkı, KCK’lıların serbest bırakılmaya başlanması, PKK’lıların çekilmesi için 
yasal düzenleme, PKK’lıların çekilmesi konusunda çalışacak TBMM Komisyonunun kurulması Öcalan’ın şimdiye değin yerine getirilen talepleridir. 

         Nihayet, Erdoğan’ın Türkiye’nin 2023’de eyaletlere bölüneceği 
açıklaması, Öcalan’a verilen bir sözdür.

ÖCALAN’A VERİLEN NİHAİ TAVİZ: TÜRKİYE’NİN (Eyaletlere) BÖLÜNMESİ

           Büyükşehir yasasının Türkiye’yi idari federasyona sürükleyen bir adım 
olduğu yasanın çıkması aşamasında ve sonrasında gerçekleşen sert tartışmalar 
sırasında bir çok kez gündeme gelmiştir. Tasarının yasalaşmasından hemen sonra Başbakan Erdoğan, “Aslında bugün gündemimizde olmamasına rağmen, valiler de seçimle gelebilir” diyerek, gizli gündemini açıklamıştır.

          Valilerin seçimle gelmesi ile büyükşehirlerin Türkiye içinde 
devletçiklere dönüşeceği görünen bir gerçektir. Böylece mevcut idari 
federasyondan adı konulmamış bir siyasi federasyona geçilecektir. 

           Erdoğan, Öcalan ile müzakereler sırasında “PKK’ya hangi tavizlerin 
verildiği” sorusuna “sadece televizyon verdik” şeklinde önceden çalışılmış bir 
psikolojik operasyon cevabı verse de Öcalan’a hangi tavizin verildiğini, 
Türkiye’nin 2023’de  yani on sene sonra eyaletlere ayrılacağını söyleyerek 
açıklamıştır. Erdoğan “Güçlü ülkeler eyalet olmaktan korkmaz” demektedir. 
Erdoğan’ın “On sene sonra eyalete geçeceğiz” diyerek hem şimdiden daha yakın bir tarihte eyalet sistemine geçişin hazırlığını gerçekleştirmekte hem PKK ile 
pazarlığın sonucunu açıklamaktadır. Böylece Türk Milleti, psikolojik operasyon 
ile zihinlerde federasyona hazırlanmaktadır.

            Erdoğan’ın en son olarak Öcalan gibi 1921 anayasasına atıfta 
bulunarak, “Yeni Türkiyesine 1921 anayasası üzerinden referans göstermesi çok 
önemlidir. Çünkü Öcalan bir çok kez sorunun çözülmesi için 1921 Anayasasını 
referans göstermiştir. Murat Karayılan, 20 Mayıs 2011’de Akşam gazetesinde 
yayınlanan söyleşisinde 1921 Anayasası esas alınırsa sorun çözülür demiştir. 
AKP’li akademisyenler ve PKK, 1921 anayasasını Türklerin ve Kürtlerin kurucu 
halk olarak yer aldıkları anayasa olarak yorumlamaktadırlar.  

           Türkiye, hazırlanan mastır plan gereği 2023’e kadar 
federalleştirilmek için beklenmeyecektir. “Artık güçlü ülke olduk, 2023’e kadar 
beklemeye gerek” yok denilerek, 2015 sonrasında atılacak birkaç şok adım ile 
“Yeni Türkiye’nin kuruluşu ilan edilecektir. Bu çerçevede Öcalan serbest 
kalacaktır. Kandil’deki PKK’lılar Türkiye’ye dönecek ve siyasete gireceklerdir. 
Türkiye’de başkanlık sistemi ve eyalet modeli aynı yasal düzenleme ile 
oluşturulacaktır. Daha şimdiden “eyaletler etnik esasa göre değil, coğrafi esasa 
göre olacak” şeklinde bir yalan söylenerek Türk Milletinin direnci kırılmaya ve 
Türk Milleti bölünmeye alıştırılmaya çalışılmaktadır. Aynı yalanın Irak’ta 
“etnik değil coğrafi federasyon olacak” diye Iraklılara da söylendiğini 
unutmamak gerekmektedir.

        Erdoğan, “güçlü ülkelerin federasyondan/eyaletlerden korkmaması 
gerektiğini” söylemektedir. Oysa bir ülkenin siyasi yapısını tarihin belirli bir 
döneminde o ülkenin mevcut gücü değil, tarihi, siyasi, coğrafi, etnik, kültürel 
yapıları belirler. Osmanlı İmparatorluğu’nu eyalet modeli için gerekçe göstermek insan aklı ile alay etmektir. 16. Yüzyılda 19 Milyon kilometrekarelik bir alana yayınlan dev bir coğrafyayı yönetmek için bulunan formül ile 780 bin 
kilometrekarelik son hatta çekilmiş Türkiye Cumhuriyetini yönetmek için 
uygulanması gereken formül aynı olamaz. Üstelik, Osmanlı padişahları egemenliği paylaşmamışlardır. Oysa, 21. Yüzyılın eyalet modeli egemenliğin paylaşılmasını beraberinde getirecektir.

EYALETİ TÜRK MİLLETİNE SATABİLMEK İÇİN SÖYLENEN YALAN:BÜYÜYECEĞİZ

          PKK ile yeni bir devlet kurmak ve milli-üniter devlet, federal çok 
milletli devlet lehine tasfiye edilmek istenirken, bu  projeyi Türk Milletine 
satabilmek için bazı kaynaklar Anadolu’da derinden bir kampanya 
sürdürülmektedir. “Türkiye, federasyon ile büyüyecek, Kuzey Irak, Suriye’nin 
kuzeyi Türkiye ile birleşecek. Kosova bile Türkiye’ye katılacak” propagandası 
yapılmaktadır. “Türk Milliyetçileri Türkiye’nin büyümesine, Misak-ı Milli’nin 
gerçekleşmesine karşı mı?” diye soruluyor. Bu soruya Türk milliyetçileri nasıl 
bir cevap vermelidirler?

        Öncelikle kabul etmek gerekir ki, Türk Milletine federasyonu kabul 
ettirmek için “büyüyeceğiz” söylemi iyi bir psikolojik savaş malzemesidir. Ancak 
Türk Milletinin tarih içindeki büyümeleri ile şimdi sunulan büyüme arasında üç 
önemli fark olduğu ortadadır. Aşağıda kısaca bu farklara değineceğiz.

        Birinci fark, Türk Milletinin tarih içindeki büyümeleri Türk Milletinin 
kendi projelerinin bir sonucu olmuştur. Baş aktörü Türk Milletidir. Oysa, şimdi 
sunulan proje Türk Milletinin projesi değildir. Yukarıda tarihsel arka planı 
anlatılan büyük bir dış dinamiğin planının sonucudur. Planı yapan rolleri 
vermektedir. Türk Milleti, baş aktör değil, figüranlardan birisidir. Tarihte 
bazen başkalarının yaptığı planlardan da Türk Milleti kendi lehine istifade 
ederek, büyük atılımlar yapmıştır. Ancak bu sefer böyle bir atılım mümkün 
görünmemektedir. Çünkü, aşağıda sayacağımız diğer iki fark böyle bir gelişmeyi 
engellemektedir.

       İkinci fark, Türk Milletinin tarihte gerçekleştirdiği büyümeler, var olan 
devletine ortak alarak, egemenliği paylaşarak gerçekleşmemiştir. Oysa, şimdi 
büyüme adı altında sunulan proje için Türkiye’nin mevcut sınırları için Öcalan, 
Kuzey Irak’ta Barzani ve Talabani ve Kuzey Suriye’de PYD/PKK Türkiye 
Cumhuriyetinin ya da yeni ad ile kurulan devletin ortağı olacaklardır. Öcalan ve 
Barzani/Talabani ile egemenlik paylaşmanın adına büyümek denemez.  Bu projedeki büyüme, sahte bir büyümedir. Büyümeden çok öldüren bir obezleşmedir. Çünkü amaç önce büyüme sağlayıp, Irak ve Suriye’nin bölünmesinden dolayı Arap Dünyasında, Irak ve Suriye’de ortaya çıkan düşmanlığı Türkiye’nin omuzlamasını sağlamak, Barzani, Talabani ve PYD/PKK’ya karşı Araplardan gelecek düşmanlıklara karşı Türkiye’nin kaynakları ve gücü ile bir koruma vermektir. Böylece, Batı Dünyası, İki Arap ülkesinin bölünmesinin manevi yükünü taşımayacak, bu yükü ve kurulan “şimdilik federal” “Kürdistan’ın” yükünü Türkiye’ye devredecektir. Bu arada Türk Milleti petrol gelirlerinin sağladığı kaynaklar ile “ucuz benzin” rahatlığı içinde gelişmelere çok olumlu bakabilir. Ancak acısı sonra çıkacaktır.   

          Üçüncü fark ise Türkiye ile federal bir devlet çatısı altında 20-30 
senelik bir süreç içinde demografik, sosyolojik, kültürel, ekonomik 
bütünleşmesini sağlayacak büyük Kürdistan’ın Türkiye’den ayrılması olacaktır. Bu adım, Molla Barzani’nin 1960’da açıkladığı “Asıl hedefimiz Türkiye’nin Güneydoğu Anadolu’sudur” şeklindeki stratejik hedefine ulaşmasının alt yapısının Türkiye tarafından sağlanmasıdır. Sözde büyümeden sonra bu 30 sene içinde gerçekleşecek bir diğer gelişme, Erbil, Telafer, Kerkük, Halep, Lazkiye Türkmenlerinin federe Kürdistan’dan Türkiye’nin Türk bölgelerine göçe zorlanmaları olacaktır. Bu hat Türksüzleştirilecektir.

          Son olarak sorulması gereken soru şudur: 2002’den buyana Kıbrıs 
adasında kurulmuş bir Türk devleti olan KKTC ile birleşmek yerine Rumlarla 
birleşmeye zorlayan, egemenliğinden vazgeçmesi için Annan Planını kabul etmesi için baskı yapan, KKTC’ye Belçika modelini öneren AKP Hükümetinin söz konusu Kuzey Irak olunca Osmanlı modelinden bahsetmesi, bu modelin ne ölçüde milli ve ne ölçüde güvenilir olduğunun sorgulanmasını beraberinde getirmektedir. 

         Özetle, Türk Milliyetçileri Türkiye’nin ekonomik, kültürel, politik ve 
askeri olarak büyümesini, güçlenmesini, insanlarımızın refahının artmasını, Türk 
Dünyası başta olmak üzere komşu ülkeler ile ekonomik, sosyal ve kültürel 
ilişkilerini geliştirmesi için mücadele etmektedir ve etmelidir. Ancak, Türk 
Milliyetçileri, Türk Milletini aldatacak, büyür gibi gösterip, küçülmenin 
temellerini atacak emperyalist projelerin tuzağına düşmeyecektir. Misak-ı Milli 
veya diğer projelerin ne zaman, nasıl, hangi şartlar altında 
gerçekleştirileceğine Türk Milleti kendi senaryolarında karar vermelidir.

        Tarihin en zorlu coğrafyası olan ve devletleri, halkları yutan bir 
şeytan üçgeni olan Anadolu’da bu şekilde örgütlenmiş bir devlet modelinin 
parçalanmadan yaşama imkanı yoktur.

           Üstelik, eğer bu federasyonu Suriye’nin kuzeyi ve Irak’ın kuzeyini 
içine alacak şekilde bir genişletme ile kurmak ve böylece Türk Milletine kabul 
ettirmek gibi bir zihin haritası mevcut ise ki, öyle olduğu görülmektedir, bu 
proje ile Türkiye kısa bir süre içinde Kerkük’e kadar büyür. Öcalan da bundan 
dolayı Nevruz açıklamasında Misak-ı Milli’den bahsetmiştir. Demirtaş, bundan 
dolayı bu süreç “bütün Kürtleri ilgilendiriyor” demiştir. Sonra Türkiye 
Cumhuriyeti federal devletinin parçalanması ile Iğdır-Mersin hattına kadar 
küçülür.

         Özetle, bir devlet en güçlü zamanı  dikkate alınarak değil, en zayıf 
zamanı dikkate alınarak kurulur ise tarihin en çetin sınavlarını aşarak yaşar.

          NE PAHASINA OLUR İSE OLSUN BARIŞ KİRLİ BARIŞTIR

         Son günlerde bir barış histerisi başlamıştır. Bu barış histerisi 
kendisini “ne pahasına olur ise olsun barış olsun” sloganı ile ortaya 
koymaktadır.

         Tabii ki, çocuklarımızın dağlarda çatışırken, pusuya düşürülerek, 
uzaktan kumandalı bombalar ile bombalanarak katledilmesini istemiyoruz. Tabii 
ki, dershaneden dönen çocuklarımızın dershane kapısında bombalanarak, 
kızlarımızın otobüsün içinde yakılarak öldürülmesini istemiyoruz. Evden ekmek 
almak için köşedeki bakkala kadar giden oğlumuzun bir bomba ile havaya 
uçurulmasını istemiyoruz. Okullarımızın yakılmasını, evimizin önünde duran 
araçlarımızın bombalanmasını istemiyoruz. Askerlik çağı yaklaşan oğullarımızın 
bir iç çatışmada şehit olmasını istemiyoruz.

            Çocukluk hariç yaşamının üçte biri 1911’den 1922’ye kadar bir 
cepheden öbür cepheye, Kuzey Afrika’dan Çanakkale’ye, Çanakkale’den Kafkas 
cephesine, sonra Suriye cephesine ve nihayet İstiklal Harbine muharebelerde 
geçmiş Atatürk’ün “Yurtta sulh, cihanda sulh” özlemini paylaşıyoruz.

           Adı Barış olan bir dine mensubuz Allah’a şükürler olsun.

           Terörün durmasını istiyoruz, ülkemize barış ve huzur gelmesini 
istiyoruz, ancak ne pahasına olur ise olsun değil. Ne pahasına olur ise olsun 
barış istemek önce onursuzluktur, sonra ahmaklık. Ortaya çıkan ise barış değil 
kirli barıştır. Onursuzluktur, çünkü ancak kendisine saygısı olmayan bir insan 
ne pahasına olursa olsun barış diyebilir. Ahmaklıktır, çünkü böyle bir barış 
ancak kısa bir süre sonra gerçekleşecek daha sert, daha keskin bir savaşın 
habercisidir. Tarih bunu birçok kez göstermiştir.

            Bugün barış histerisi içinde olan bir küçük fakat etkili grup Öcalan 
ile yapılan müzakerelere “ne pahasına olur ise olsun barış” mantığı ile alkış 
tutuyor ve propagandasını yapıyor. Öcalan ile müzakere sürecini bizim gibi 
reddedenlere değil,  çekinceleri olanlara, “Ya acaba şunları da dikkate alsak ne 
olur?” diyenlere yönelik olarak çok ağır bir üslupla saldırıyorlar. Bu bir 
yıldırma, bastırma, psikolojik savaş eylemidir. “Ne pahasına olur ise olsun 
barış” zihniyetini temsil edenlere inansa idik, İstiklal Harbi’ni 
gerçekleştiremez, Türkiye Cumhuriyetini kuramazdık.

4 CÜ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,

***

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder