Ümit Özdağ etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Ümit Özdağ etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

9 Aralık 2020 Çarşamba

Bir Hükümet Demokratik Meşruluğunu Ne Zaman Yitirir.,

 Bir Hükümet Demokratik Meşruluğunu Ne Zaman Yitirir.,




Bir Hükümet Demokratik Meşruluğunu Ne Zaman Yitirir? 
Yazar: Ümit Özdağ 
21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü 


   Mısır’da yapılan askeri darbe, demokratik seçimler sonucunda seçilmiş bir hükümete karşı gerçekleştirilen bir askeri müdahalenin mahkum edilmesinin kaçınılmazlığı bir kez daha gösterdi. Öyle ki, ABD ve AB bir askeri darbeyi 
onaylayamayacakları için Mısır’daki askeri darbeye askeri darbe dememek yolunu seçtiler. Oysa, bir hükümetin demokratik seçimler sonucunda iktidara gelmesi, o hükümeti dokunulmaz yapmaz, onun demokratik meşruluğunun tek güvencesi seçimler olamaz. Özetle, bir hükümetin demokratik meşruluğunu sadece demokratik seçimler ile işbaşına gelmesi ile sağlamaz. 

Demokratik seçimler ile iktidara gelen bir partinin yine demokratik seçimler ile iktidardan ayrılmayı kabul etmesi, demokratik meşruluğu açısından olmaz ise olmazdır. Bir siyasal iktidarın bazı siyasal tasarruflar ile kendi eli ile demokratik 
meşruluğunu ortadan kaldırması mümkündür. Bunun en somut örneklerinden birisi 1933’de Almanya’da yaşananlardır. 

Adolf Hitler’in liderliğini yaptığı Nasyonel Sosyalist Alman İşçi Partisi’nin 1932’de oyların % 33’ünü alarak iktidara gelmesi, demokratik meşruluğu için ön koşuldur. Ancak A. Hitler, 1933’de parlamentonun oyları ile parlamentonun yetkilerini devraldığı anda, şeklen demokratik bir devir bile olsa, demokratik meşruluğu sona eren bir liderdir. Çünkü Hitler, iktidarda darbe yaparak iktidarını daha da genişletmek yoluna gitmiştir. Tarih geri çevrilemez ancak eğer Alman Ordusu 1934’de Hitler’e karşı bir askeri darbe gerçekleştirilmiş olsaydı, insanlık tarihi için büyük bir kazanç olurdu. 

Demokratik seçimler ile iktidara gelmiş bir siyasi partinin kurduğu bir hükümetin meşruluğunu yitirmesinin başka şekilleri/yolları da vardır. Örneğin, bir iktidar partisi genel seçimlerin yapılmasının kanunen belirlenen zaman gelmesine 
rağmen, açıkça seçimleri iptal etmeden terör, yaklaşan savaş, olağanüstü hal gibi nedenleri ileri sürüp “gelirsiz bir geleceğe” erteler ise demokratik meşruluğu ortadan kalkar. 

Keza bir hükümet anayasal yetkilerini aşarak, kanun dışı yollar ile muhalefet partililerini kapatmaya çalışır ise meşruluğunu yitirir. Hükümetin meşruluğunu yitirmesi için muhalefet partisi/partilerini kapatmak için yapmış olduğu 
çalışmaların hangi aşamasına geldiği ayrı bir tartışma konusudur. İktidar partisinin bu görüşü gündeme getirmesi veya bazı yetkili üyelerinin muhalefet partisini / partilerini kapatalım söylemini geliştirmesi, iktidar partisinin meşruluğunu  yitirmesi için yetmez. Başkan/Başbakan pozisyonundaki bir kişi muhalefet partisinin/partilerinin kapatılmasından bahseder ise bu iktidarın meşruluğunu kaybetmesi için yeterlidir. Ancak, iktidar partisinin bu konuda somut adımlar atmaya başlaması, örneğin bunu mümkün kılacak bir hukuki düzenleme yapması, kendisinin de demokratik meşruluğunun ortadan kalkmasını beraberinde getirir. 
İktidar partisi muhalefet partilerinin siyasal faaliyetlerini engeller ise demokratik meşruluğunu yitirir. Bir iktidarın muhalefet partisinin siyasal faaliyetlerini engellemesi ile ilgili objektif ölçütler koymak, muhalefet partilerini kapatmak ile 
ilgili objektif ölçütler koymak kadar kolay değildir. Ancak bir hükümet muhalefet partisine destek verdiği için bir bölgenin temsil hakkını elinden alır ise örneğin bir ili, muhalefet partisini seçtiği için ilçe konumuna indirirse, çok somut olarak 
halkın demokratik temsil hakkının engellendiği anlamına gelir ve bunu yapan hükümetin demokratik meşruluğu ortadan kalkar. 

Bir hükümetin demokratik meşruluğunu sağlayan sadece hükümet partisine oy verenler değil, demokratik sistemlerde oy vermeyenlerin varlığıdır. Zaten iktidar partisi dışında bir partiye korkmadan oy verilemiyor ise o ülkede demokrasi yoktur. 
Eğer iktidar partisi muhalefet partisini seçen illeri bölüyor ise iktidarın meşruluğu tartışmalı hale gelir. Çünkü bu durumda iktidar açıkça “ben iktidardan gitmiyorum” dememekle birlikte, aldığı önlemler ile fiilen muhalefetin iktidar olmasını imkansız hale getiriyor ve bu amaçla (bir il içindeki seçim bölgesinin değil) bir ili farklı illere bölüyor ise demokratik meşruluğu tartışmalıdır. Ancak bu adım örneğin bir ilin, il statüsünün ortadan kaldırılması kadar travmatik değildir. Özetle bir hükümet, seçmenlerin bir bölümünün temsilcilerini seçme hakkını kısıtlar veya temsil hakkını ortadan kaldırır veya kısıtlar ise demokratik meşruluğu ortadan kalkar. 
Bir hükümet, ülke halkının bir bölümüne yönelik soykırım uygulamaya başlar ise demokratik meşruluğunu yitirir. Örneğin Hitler, demokratik seçimler ile gitmeyi kabul etse idi, ilk gaz odası çalıştığı günün ertesi gün yapılacak seçimlerde % 100 
oy alsa dahi demokratik meşruluğu olamazdı. 

Bir hükümet yabancı bir ülkenin Askeri saldırısı karşısında ülkeyi savunmak için uygun önlemleri alamaz, ülkenin askeri bir yenilgiye sürüklenmesine neden olur ve ülke savaşa devam edebilecek kaynaklara sahip iken utanç verici bir barış 
anlaşması imzalar ise meşruluğunu yitirir. Bu noktada böyle bir hükümete karşı her türlü direniş şeklinin demokratik meşruluğu vardır. İstiklal Harbi’nin milli meşruluğu dışında demokratik meşruluğa sahip olmasının nedeni budur. İstiklal
Harbimizi Büyük Millet Meclisi’nin idare ediyor olması, bu demokratik meşruluğu daha da güçlendirmiştir. 

Demokratik seçimler ile gelmiş bir hükümet, ülke genelinde mal ve can güvenliğini sağlayacak önlemleri alamaz, güvenlik bürokrasisini etkin bir şekilde çalıştıramaz veya siyasi endişeler ile güvenlik bürokrasisinin etkin bir şekilde çalışmasını 
istemez/engeller ise iç savaş koşullarının doğması veya iç savaş koşullarının doğma tehdidinin ortaya çıkması ile meşruluğu ortadan kalkar. 

Bu noktaya gelindiğinde sadece hükümeti meşruluğu değil, devletin varlığı da tartışmalı hale gelir. 

Çünkü devletin kuruluşunun ve varlığının amacı, vatandaşın öncelikli olarak can ve mal güvenliğinin sağlanmasıdır. Hükümetin vatandaşın can ve mal güvenliğini sağlamak için gereken önlemleri alamadığı, devlet yapısının aynı konuda hükümetin etkisizliğinden dolayı zaaf içine düştüğü noktada vatandaş can ve mal güvenliğini korumak için meşru müdafaa konumuna geçer. Böyle bir durum ise hukuk devletinin sona ermesi demektir. 

Bir hükümet yönettiği ülkedeki milletin hukuki ve siyasi varlığını ortadan kaldırmaya yönelik bir girişim içinde olur ise, bu durum hükümetin demokratik meşruluğunu ortadan kaldırır. Çünkü anılan hükümetin demokratik meşruluğunu sağlayan, hukuki ve siyasi varlığını ortadan kaldırmaya çalıştığı millettir. 

Bir hükümetin demokratik meşruluğunun ortadan kalkabileceği siyaset bilimi ve hukuk literatüründe ön görülmüş bir potansiyel tehdittir. 

http://www.21yyte.org/ 
adresinden 31.07.2013 13:44 tarihinde indirilmiştir


***


4 Aralık 2020 Cuma

AKP Hükümeti PYD/PKK ile Neden Anlaştı?

AKP Hükümeti PYD/PKK ile Neden Anlaştı? 


Yazar: Ümit Özdağ 
21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü 


AKP Hükümeti çok zor bir süreçten geçiyor. Erdoğan, Türkiye’de tavizsiz kendisini destekleyen dar bir zemin dışında herkes ile çatışıyor. Başbakan % 50-50 karşıtlığı kursa da durum hiç öyle değil. AKP % 35 civarına çekilmiş durumda. En iyi anketlerde % 43 civarında. Ancak bu %35-43 aralığındaki AKP oyu, Erdoğan’ı tavizsiz desteklemiyor. Daha ziyade “Başbakan ne yapıyor?” endişeli sorusu ile izliyor. 
Çünkü Erdoğan, CHP ve MHP dışında, içinde futbol taraftarlarının da olduğu çok dinamik bir Gezi Parkı muhalefeti ile, Koç Grubu başta olmak üzere sermaye ile, Gülen Cemaati ile aynı anda sert bir çatışma sürecinden geçiyor. Erdoğan bu çatışma sırasında da bu grupların hepsine karşı daha sert önlemler alma 
çabası içinde görülüyor. Stadyumlar F Tipi stadyumlar haline getiriliyor. Gezi parkı muhalefeti mensupları ömür boyu hapis ile tehdit ediliyor. Koç’a adi kaçakçı muamelesi yapılıyor. Cemaatin kadroları tasfiye ediliyor, basında hedef haline getiriliyor. Ancak Erdoğan sadece dışarıda tanımladığı düşmanlar ile değil, AKP içinde tanımladığı tavizciler ile de mücadele ediyor. Başbakan yardımcı Bülent Arınç ile Erdoğan arasındaki gerilim artık gizlenebilir gibi değil. Erdoğan’ın Türk Ordusunu TSK’dan AK Silahlı Kuvvetlere dönüştürmek için yürüttüğü büyük tasfiye operasyonları ise bir başka milli felaketi oluşturuyor. 

Erdoğan içeride bu çok boyutlu çatışmayı sürdürürken, dışarıda da çok dostunun kaldığı söylenemez. Ortadoğu’da AKP Hükümeti İran-Irak-Suriye-Hizbullah bloğu ile çatışıyor. Rusya, Erdoğan’a karşı hep tedbirli. Mısır ile İsrail ile de düşman. Suudiler ile arası Mısır’dan dolayı bozuk. Katar’da yeni emir ile birlikte ilişkiler gerilecek. Ortadoğu’da tek dost, Barzani. ABD-AKP ilişkileri konusunda çok şey söyleniyor. 

Artık eskisi kadar iyi olduğu söylenemez. Batı Dünyasının son on sene Erdoğan’ı “ululayan” kamuoyu oluşturucuları, şimdi Erdoğan’ı sert bir şekilde hırpalıyorlar. AB ile ilişkiler ise Mısır sonrasında bir kez daha gerilmiş durumda. 

Erdoğan içeride ve dışarıda çok taraflı bir “savaş” sürdürürken, ekonomi dünyadaki gelişmelerin de sonucu 2008’den sonra en ağır sarsılma sürecine doğru ilerliyor. Bu konuda Türkiye Ekonomisinin Görünümü adlı kısa fakat özlü çalışma çok açık verileri ortaya koyuyor. 

Dünyanın en borçlu 6. Ülkesi olan Türkiye, 2008’de son çeyrek açısından Cumhuriyet tarihinin 1945’in son çeyreğinden sonra ikinci büyük küçülme yaşanmıştı. Ve ancak büyük dış kaynak ile bu sıkıntı aşılmıştı. 
Şimdi ekonomik sıkıntı daha da güçlü bir şekilde geliyor. Merkez Bankası kaynakları sınırlı; 40 milyar Dolar rezerv var. Türk şirketlerinin borç yükü inanılmaz ölçüde büyük. Cari açık sürekli artıyor. 
Bütün bu gelişmeler göz önünde tutulmadan AKP Hükümetinin PKK ve PYD politikalarını anlamak mümkün değildir. Bu kadar çok taraflı bir mücadele içinde olan Erdoğan, bir de PKK ile çatışmanın yükü altına girmek istemiyor. PKK, müzakere-mütareke sürecinde terör eylemlerini durdurmamakla birlikte, asker ve polise şehit ile biten bir saldırı düzenlemediği için AKP Hükümeti “şehit 
gelmiyor” propagandasını yapabilmektedir. Bunun karşılığında AKP, PKK’nın çekilmemesine, aksine Türkiye içindeki militan sayısını artırmasına Hakkari-Şırnak ekseninde dağlarda alan hakimiyeti kurmasına, şehirlerde ise PKK otoritesi tesis etmesine razı olmaktadır. Buna Güneydoğu’da “ikili otorite” sisteminin kurulması diyebiliriz. Ancak PKK bununla tatmin olmuyor, tek otorite olmak istiyor. Diğer bir ifade ile “Kürdistan’ı biz yönetiriz, Türkiye’yi birlikte” diyor PKK. 

Özetle, şehit gelmemekte ancak vatan toprakları PKK’nın denetimi altına girmektedir. 

PKK ile müzakere-mütareke sürecinde PKK’nın söz vermiş olmasına rağmen Türkiye dışına çekilmemiş olmasına rağmen Öcalan ve Kandil AKP Hükümetini, “ikinci aşama” olan PKK lehine anayasal ve yasaldüzenlemelerin yapılması talebi ile karşı karşıya bırakmıştır. PKK, bu talebinin karşılanmaması durumunda terör eylemlerini tekrar başlatacağı tehdidini gündeme getirmiştir. AKP ise oy kaybettiği bir süreçte PKK lehine yapılacak anayasal ve yasal düzenlemeleri gündeme getirmesinin oy kaybını artıracağını görüyor. 

İşte bu aşamada Suriye’nin kuzeyinde üç ayrı bölgenin (doğudan batıya Cezire, Koban, Afrin) kontrolünü Esad güçlerinin boşaltmasından sonra ele geçiren PKK/PYD güçleri son bir senede bu bölgeler küçük PKK devletçikleri kurmuşlardı. Çok kısa bir süre Esad güçleri ile çarpışsalar da büyük ölçüde Suriye iç savaşının dışında kalmış ve sonucunu beklemişlerdir. 

PKK/PYD ile El Kaide arasında beklemeyen bir gelişme sonrasında çıkan çatışmalar PKK’nın El Kaide karşısında ilerlemesi ile sonuçlanınca, bir seneden bu yana PKK’nın bölgedeki faaliyetleri karşısında sessiz bekleyen Ankara büyük bir endişe göstermiş görünmüştür. PKK/PYD, Ankara’nın kendisine karşı askeri bir önlem almasının Türkiye’de PKK ile ateşkesin kesilmesi sonucunu doğuracağı tehdidi ile hem Ankara’nın “geri durmasını” hem de sınır kapılarını açarak, PKK/PYD’ye yardım etmesi talebini kabul ettirmiştir. Ankara ise PYD’den şimdilik özerklik ilan etmemesi ricasında bulunmuştur. Bu PKK/PYD’nin Suriye’nin kuzeyindeki varlığının Ankara tarafından meşrulaştırılması anlamına geliyor.
 
Özetle, AKP Hükümeti, iktidarı için CHP’yi, MHP’yi, cemaati, Gezicileri, Koç Grubunu PKK’dan daha büyük tehdit olarak gördüğünden dolayı onlar ile savaşmaya devam ederken, PKK ile Güneydoğu Anadolu’da, PYD ile Suriye’nin kuzeyinde anlaşmayı tercih etmiş görünüyor. 

http://www.21yyte.org/ 
06.08.2013 11:20 tarihinde indirilmiştir

***

23 Kasım 2020 Pazartesi

2013 Küresel ve Bölgesel Gündem Üzerine Düşünceler

2013 Küresel ve Bölgesel Gündem Üzerine Düşünceler




Ümit Özdağ tarafından yazıldı.



2013 yılı küresel politik ve jeopolitik gerilimler açısından ne dünya ne de bölgemiz için sakin bir yıl olmayacak. 
Büyük bir kısmı tarihin 2012'ye taşıdığı ve çözülemeyen sorunları geliştirerek yaşamaya devam edeceğiz. CNN International bu sene dünyanın ve tabii Türkiye'nin gündeminde önemle yer alacak konuları bu konuda iyi bir çalışma yapmış. Bu çalışmayı da değerlendirerek ve genişleterek, bu sene dünyanın, bölgemizin ve Türkiye'ninkonuşacağı konuları aşağıdaki başlıklar altında toplamadık.

1)PKK ile Müzakereden Mütarekeye

Hiç şüphesiz bir yandan İmralı'daAbdullah Öcalan ile yeniden başlayan öte yandan Avrupa'da PKK ile gizli olarak da olsa düşük seviyede yürümeye devam eden müzakere süreci, artık mütareke evrilerek devam edecek bir zemine doğru yaklaşıyor. AKP'nin son Kongresi'den sonra "AKP'nin Kürt Açılımı En Radikal Aşamasında" başlıklı yazımda,(Yeniçağ, Ekim 2013) Hükümetin "Kürt Sorunu" diye nitelendirdiği PKK sorununu çözmek amacı ile Türkiye Cumhuriyeti devletinin milli ve üniter devlet karakterini değiştirecek, bir dizi önlemi alacağını kaydetmiştim.
Büyükşehir yasası ile idari federalizmin zeminin hazırlanması, Kürtçe'nin ikinci resmi dile götürecek adımların kararının açıklanması anılan Kongre sonrasındaki gelişmelerdir. Başbakan Yardımcısı ve Müzakere sürecinin yönetici olan ….'da İmralı ile ikinci görüşme sürecinin başlamasından sonra, sürecin AKP Kongresi sonrasında başladığını açıklamıştır. Öcalan ve PKK ile müzakereler 2013 senesinde Türkiye'nin olduğu gibi ilgili dünyanın ve bölgenin en önemli gündem maddelerinden birisini oluşturacak. Ancak bu görüşmelerin 2013 senesi içinde sona ereceği anlamına gelmiyor. Çünkü PKK için görüşmelerin kabul edilebilir bir sonuca varması demek, 1)Öcalan'ı da kapsayacak bir genel af, 2) PKK'nın Türkiye'de legal bir parti olması, 3) Büyükşehir yasasına valilerin de seçimle gelmesi maddesinin eklenmesi, 4)Kürtçe eğitimin kabul edilmesi, 5)Anayasaya Türkiye Cumhuriyeti'nin Türkler ve Kürtlerden oluştuğu hükümlerinin yerleştirilmesi gerekiyor. Aksi takdirde PKK bugün olmaz ise yarın diyerek çatışmalara devam edecektir. AKP ise cumhurbaşkanlığı seçimleri öncesinde bu taleplere "evet" diyemeyecektir. Özetle, 2013 içinde de artık mütarekeye doğru giden ve geri dönülemez süreç devam edecektir. Mütarekenin halkta yaratacağı tepkiyi eritmek için KCK operasyonları, dağda PKK alt yapısına yönelik askeri operasyonlar devam edecektir.

2)PKK'nın Hakkari ve Van'da etkinliğini artırma çabaları

PKK, İmralı'da ve Avrupa'da yapılan görüşmelerin 2013 ilkbaharına kadar sonuç üretmemesi durumunda PKK, Hakkari'de 2009'dan itibaren uyguladığı ve "kurtarılmış bölge", "demokratik özerklik" ve en son "gazzeleştirme" diye anılan stratejiyi, Van'a da taşıyarak yaygınlaştırmaya çalışacaktır. PKK'nın izleyeceği bu politika, 2013 ilkbahar ve yazı Hakkari ve Van'da kırsal ve kentsel alanlarında PKK ile güvenlik güçleri arasında sert çatışmaların yaşanmasına neden olacaktır. Örgüt, 2013 içinde 2012'de denediği ancak başaramadığı kent ayaklanmaları girişimini tekrar deneyecek ve TSK'yı "meskun mahal çatışmasına" zorlamak isteyecektir.

3)Suriye İç Savaşı ve Savaşın Irak-Ürdün-Lübnan ve Türkiye'ye Etkileri

Suriye iç savaşı Esad "bugün düştü, yarın düşüyor" psikolojik propagandasına rağmen devam edecektir. Suriye'de iktidar 2013 içinde güç kaybetse de muhalefete dışarıdan büyük bir askeri destek gelmediği sürece, muhalif unsurlar Şam rejimini deviremeyeceklerdir. Üstelik, iç savaş Şam'da iktidarın el değiştirmesi ile bitmeyecektir. Şam'da iktidar isyancıların eline geçer ise Lazkiye'den başlayıp Akdeniz boyunca Suriye sahillerine yayılan Nüsayristan'da Esad'ın yeni savaşı başlayacaktır. Muhtemelen, Esad bu aşamada Suriye Kürtlerinin bağımsızlığını destekleyerek, hem isyancıları hem Türkiye'yi baskı altına almak isteyecektir. Öte yandan Suriye'deki parçalanma, diğer bir ifade ile Suriye'nin "Somalileşmesi", Irak'ın da parçalanmasına giden yolu açacaktır.

4)Kerkük, Kuzey Irak ve Irak

2012'de Irak ve Kuzey Irak savaşmanın eşiğine gelmişlerdir. 2013'de Barzani ile Maliki arasındaki çatışma, Suriye'deki gelişmelerin de etkisi daha da sertleşecektir. Suriye'de rejimin devrilmesi ve Esadın savaşı Lazkiye'den sürdürmek istemesini Barzani, Kuzey Irak'ta Suriye'nin Kuzey bölgelerini de kapsayacak bağımsız bir Kürdistan'ın kurulması için kullanabilecektir.Kerkük başta olmak üzere diğer Türkmen bölgelerinin Barzani'nin eline geçmesi Irak'ın Osmanlı döneminde Musul Vilayeti diye anılan bölgesinde ve Suriye'nin kuzeyinde Halep'e kadar uzanan alanda bağımsız Kürdistan'ın kurulmasına yol açacaktır. Şii Maliki Hükümetinin Irak'ın bölünmesini engelleyememesi, Sunni Arapçılığın ayrılmak için dışarıdan da tahrik ile harekete geçmesine neden olabilir. Kuzey Irak'ın bağımsızlığı Arap milliyetçiliğini geliştirip, sunni-şii geriliminin aşılmasına da neden olabilir.
Barzani, Kerkük ve diğer Türkmen bölgeleri üzerindeki fiili hakimiyetini hukuki hakimiyete dönüştürmek için Irak Ordusunu yenmek veya en azından savaştan caydırmak zorunda olduğunu biliyor. Bu noktada son günlerde uluslar arası basında gittikçe sık yer alan bir haber/yorum, Başbakan Erdoğan'ın Barzani'ye bir Kuzey Irak-Irak savaşında, Türkiye'nin Kuzey Irak'ı destekleyeceğine dair söz verdiği hususudur. Irak başbakanı Maliki, Ankara'yı Türkmenlere, Kerkük ile birlikte Barzani'ye katılın telkininde bulunmak ile suçlamaktadır. Kerkük konusunda Ankara'dan da karışık sinyaller gelmektedir.

5)İran ve Nükleer Silah

İran, İsrail'in saldırı çağrılarına, ABD'nin başını çektiği Batının ekonomik ambargosuna rağmen hızla nükleer santrallerini inşa etmeye devam etmektedir. İran, bir askeri saldırıya da boyun eğmeyeceğini gösterecek şekilde konvansiyonel silahlanmaya devam etmekte ve sürekli yeni füze tipleri üreterek denemektedir. Öte yandan İran'a yapılacak bir İsrail ve/veya ABD saldırısı ilk kez çalışmakta olan nükleer tesislerin bombalanması gibi bir sonuç ortaya çıkaracak. Böyle bir bombardımanın ortaya çıkaracağı nükleer kirlilik muhtemelen Çernobil'den kat ve kat fazla olacak. İsrail İran'a saldıracak mı? ABD böyle bir saldırıya katılacak mı yoksa aktif destek vermekle yetinecek mi? 2013 yılında da İran dünya gündeminin önemli meselelerinden birisi olmaya devam edecektir.

6) Sallanan ve Etnikleşen Avrupa Birliği

2013 senesi içinde AB ekonomik ve politik krizi yaşamaya devam edecek. 

Bu ekonomik kriz, eğer dağılmak istemiyor ise AB'nin yeni bir şekil almasına neden olacak. Ayrıca, başka faktörlerin yanında Brüksel bürokrasinin etnikçi politikalarının sonunda Belçika parçalanma süreci devam edecek. Katalonya ve Bask'ın İspanya'dan ayrılma süreçleri güçlenecektir. İtalya ekonomik krizinde etkisi ile milli bilincin daha da zayıfladığı, zengin Kuzey Ligi'nin, fakir güneyden ayrılmak isteğinin güçlendiği bir dönemden geçecek. 2013'de AB'nin sorunlarını ve geleceğini konuşmaya devam edeceğiz. 2013'de Türkiye'de AB'ciler biraz daha mahcup, "Ama AB standartları ..." demeye devam edecekler. Ankara'da artık AB dışında seçenekler üzerinde arayışlar başlayacak.

7)Çin'in Ekonomik ve Politik Yükselişi-ABD'nin Pasifik'e Dönüşü

Çin ekonomik yükselişi devam ediyor. ABD'nin Ortadoğu savaşına angaje olduğu bir dönemi çok akıllıca değerlendirip, Afrika ve Latin Amerika pazarlarına uzanan Çin, düşük profilli bir dış politika sürdürmeye devam ediyor. Ekonomik ve politik gelişmesine uygun bir askeri yapılanma içinde olmasına rağmen, Pekin düşük profilli bir dış politika izleyerek Washington'u kışkırtmamaya çalışıyor. 2013'de Çin'in yükselişinin konuşulmaya ve ABD'nin muhtemel cevapları konuşulmaya devam ediliyor.

8)Müslüman Kardeşlerin Yükselişi ve Mısır

2012 Mısır'da ilk demokratik seçimlerin ve Müslüman Kardeşlerin iktidara gelmesinin yılı oldu. Müslüman Kardeşler demokratik seçimle iktidara geldiler ancak daha ilk hamlelerinde demokrasiden çok hoşlanmadıklarını gösterdiler. Müslüman Kardeşler ve muhalifler arasındaki gerilim 2013 senesinde de sürmeye devam edecek. Müslüman Kardeşlerin iktidarı uzun bir iktidar mı olacak yoksa bir yaz yağmuru mu olacak? 2013 bunun büyük ölçüde anlaşılacağı sene olacak.

9)Libya'nın Afganistanlaşması Süreci

Libya'da Kaddafi yönetimin devrilmesinden sonra bir hükümet oluştu ancak bir iktidar oluşmadı. Ülke değişik radikal gruplar ve aşiretler arasında parçalanmış durumda. Bugünlerde uluslar arası basında çok bahsedilmese de Libya'nın parçalanması büyük bir ihtimal. Radikal İslamcı gruplar, bu ülkede Kaddafi'nin cephaneliği üzerinde oturmuş, ülkeyi Afganistanlaşıyorlar. Libya'da otoritenin çöküşü ve cihadist gruplar, Mali'nin Kuzeyinde yönetimi ele geçirmiş durumdalar. 2013'de Libya Kuzey Afrika'ya istikrarsızlık ihraç etmeye devam ederken, kendi parçalanması sürecinin dinamiklerini de geliştirecek.

10)Afganistan ve Pakistan dağılacak mı?

2012'ye kadar Afganistan'da bir devlet yapısının nasıl kurulacağı üzerinde duruldu. Ancak 2012'den itibaren Afganistan'ın bir devlet olarak geleceğinden gittikçe ümit kesildiği görülüyor. Amerikan strateji yazınında 2012 içinde "acaba Afganistan'ı kuzey ve günye olarak bölmek daha mı faydalı olur?" tartışmasının yapılmaya başlandığı görülüyor. Bu tartışmanın 2012 sonundan itibaren daha belirgin bir şekilde "ABD'nin düşmanı olarak Pakistan ve Pakistan bölünmeli mi?" sorusunun eklendiği görülüyor. 2013 senesi içinde Afganistan ve artan oranda Pakistan konusunu tartışmaya devam edeceğiz.

11)Chavez Sonrasında Latin Amerika

Latin Amerika'nın sempatik anti-amerikan lideri Hugo Chavez'in kanser hastalığı ilerliyor. Yerine yardımcısının geçmesi için gereken hazırlıkları yaptı. Eğer süreç bu şekilde devam eder ise Chavez, 2014 senesinde iktidarda ve hatta dünya da olmayabilir. Chavez'in ölümü Latin Amerika'da gelişen anti-Amerikancı dalganın ağır bir darbe almasına, liderine kaybetmesine ve yeni bir lider üretememesi durumunda da erimesine yol açabilir. Türk medyasının ve üniversitelerin "radarları" dışındaki Latin Amerika ve ABD bu sene Chavez sonrası Venezuella'yı ve Latin Amerika'daki gelişmeleri çok konuşacak.

12)Kuzey Kore kendi roketi ile kendi uydusunu yörüngeye oturttu

Türkiye, toplama bir yapı olan (bu işler böyle başlar ve bu da önemlidir) Göktürk-2'yi Çin'den yörüngeye yollarken, Batı medyasında geri kalmış, insanları açlıktan ölen olarak gösterilen Kuzey Kore kendi yaptığı uyduyu kendi füzesi ile uzaya yolladı ve dünyanın yörüngesine oturttu. Bu noktada ABD'yi ilgilendiren husus,olması. Türkiye'de çok ilgilenilmeyen bu ülke 2013'de de dünyanın gündeminde olmaya devam edecek.

13) Hegemonyanı Zayıflaması Tartışmalarının Yoğunlaşması

ABD hala dünyanın en güçlü ülkesi. Daha bir süre öyle olmaya da devam edecek. Ancak artık Amerikan hegemonyasının kırıldığı Washington'da kabul ediliyor. Bush döneminde yapılan son büyük atak, hegemonyanın ömrünü uzatacağı yerde kısalttı. Ancak henüz çok kutuplu bir dünya sisteminin kuralları da oluşmadığı için sahte bir hegemoni ile dengesiz bir süreç uluslar arası ilişkilere egemen olmuş durumda. 2013 senesinde de hegemonyanın zayıflaması tartışmaları uluslar arası ilişkiler gündeminin önemli parçalarından birisi olmaya devam edecek.

14)Küresel ekonomik kriz: Devam ediyor

15)Küresel Isınma: Konuşmaya devam edeceğiz.



***

23 Ekim 2020 Cuma

HAYALİN BÖYLESİ: GÜNEYDOĞU ANADOLU’YU PKK’YA BIRAKAN ORTADOĞU’YU ŞEKİLLENDİRME PEŞİNDE..,,

 HAYALİN BÖYLESİ: GÜNEYDOĞU ANADOLU’YU PKK’YA BIRAKAN ORTADOĞU’YU ŞEKİLLENDİRME PEŞİNDE..,,




Ümit ÖZDAĞ
27 OCAK 2015


Başbakan Ahmet Davutoğlu 25 Ocak 2015’de Diyarbakır’da AKP’nin il kongresinde bir konuşma yapmıştır. Konuşma Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı tarafından yapılmasa ciddiye alınacak ve üzerinde düşünülecek bir tarafı olmayan bir konuşmadır. Ancak iktidar partisinin genel başkanı ve başbakan olan bir zat tarafından yapılınca ( her ne kadar Türkiye artık fiili başkanlık sistemine geçtiği için başbakanlık artık bakanlarına dahi söz geçiremeyen sanal bir kuruma dönüşmüştür.) 

Üzerinde durmayı gerektirmektedir. 

  Çünkü bu konuşma nasıl bir zihniyetin Türkiye’nin yönetimine hakim olduğunu göstermektedir. Davutoğlu’nun konuşmasını satır satır tahlil etmek için Davutoğlu’na ait olan cümleleri, kırmızı-bolt-italik yazdım. Siyah normal puntolar bana aittir.

“Rahmetli Özal zamanında bir çözüm süreci başlatmıştı. O sürecin önemli isimlerinden Eşref Bitlis rahmetliyi şehit ettiler. (Ortada herhangi bir delil yok iken ve devletin raporları aksi bir hakikatten yani kazadan bahsederken, bir başbakanın böyle konuşması ayıptır.) Arkasından da Özal vefat etti ve o çözüm süreci akamete uğradı. Ardından rahmetle andığımız Gaffar Okan’ı…(Hizbullah’ın şehit ettiğini söylemiyor.) Onun ismi bugün dahi kardeşliğin sembolü olmuştur. Rahmetli Erbakan çözüm için çaba sarf ettiğinde 28 Şubat süreci başlatıldı. (Bu açıklamanın gerçekle hiçbir ilgisinin olmadığını kendisi de bilmesine rağmen söylüyor.) 2005’te Diyarbakır konuşmasıyla çözüm süreci tekrar ihsas edilmeye başlandığında 2006’da Cumhuriyet mitingleri tertip edildi. (Cumhuriyet mitingleri ile 2005 Diyarbakır konuşması arasında ilk kez bir ilişki kurulmuş oldu böylece.) Devlet içindeki çeteler 90’lı yıllardaki gibi karanlık bir dönemi başlatmak istediler.
Diyarbakır’dan Somali’ye de selam olsun. MİT müsteşarımıza kumpas kurdular. Biz yılmadık. Çözüm sürecine ivme kattık. Silahlı unsurlar Türkiye’yi terk etmeye başlamışken Gezi provokasyonları yaptılar.(PKK’nın hiçbir zaman göstermelik bazı yaşlı, hasta ve sakat unsurlar dışında PKK’lıyı yurtdışına çekmediği bilinen bir gerçektir. Üstelik Davutoğlu kendisi bu durumu halka açıklamadık diyerek, Türk Milleti’ne nasıl doğrunun söylenmediğini açıklamış bir başbakandır. Şimdi Davutoğlu birbiri ile hiç alakası olmayan Gezi olayları ile PKK’nın sözde geri çekilmesini bir araya getirmekte ve sanki PKK Gezi olaylarından dolayı çekilmedi gibi bir hava yaratmaktadır.) Ve bir anda bütün bir ülkeyi karanlığa boğmak istediler. Ama biz çözüm süreci yasasını çıkarttık. Çözüm süreci yasal bir çerçeveye oturdu.

Ama durmadılar. Sayın cumhurbaşkanımızla Ak Parti olağanüstü kongresinde devir teslim yaparken yaptığımız konuşmamda çözüm sürecinin önemini vurguladık. O cumhurbaşkanı ben başbakan olarak işte bir daha söylüyorum çözüm süreci her ne olursa olsun başarıya ulaşacak. (Ne demek her ne olur ise olsun. Bir Başbakan “her ne olur ise olsun” diye cümle kurar mı? PKK böyle bir cümleyi teslimiyet ve zaaf olarak okumaz mı?)

Türk ve Kürt kardeşler birlikte Kudüs’ün, Şam’ın özgürlüğü için çalışacaklar. (Türkiye Cumhuriyetini iki milletli devlet yapmanın psikolojik alt yapısını Davutoğlu’nun ağzından ifade edildiğini görüyoruz. Ancak Türk Milleti’nin birinci meselesi Kudüs ve Şam mı?) Çözüm sürecini hiç aksamayan bir mekanizması çerçevesine oturttuk. Yeni Türkiye için tekrar yola çıkmışken 6-7 Ekim olaylarını çıkardılar. (Kim çıkardı? Neden başarılı gittiğini söylediği “Çözüm”ün diğer ortağı PKK tarafından çıkarıldığını söylemiyor Davutoğlu olayların?) Kobani için çıkmadı o olaylar. Kobani’ye buradan selam ediyorum. Kobani’deki her kardeşimin alnından öpüyorum. Kobani bize tarihin emanetidir. (Başbakan Davutoğlu’nun Kobani dediği Ayn El Arap’ta çatışmaların başlaması üzerine Recep Tayyip Erdoğan’ın ifadesi ile hiçbir Ayn El Araplı kalmamıştır. Bu durumda Davutoğlu’nun selam yolladığı kişiler halen Ayn El Arap’ta IŞİD ile çarpışan PKK’lılardır. Davutoğlu’nun resmi adı Ayn El Arap olan bir şehre PKK’nın koyduğu adla hitap etmesi de ayrı bir yanlıştır.)

Tarihdaşlık çözüm sürecinin ortak noktasıdır. Olaylar sakinleştiğinde bu kez de Cizre provokasyonları oldu. Onlara karşı da tedbir aldık. Ama bilisin ki her bir Cizreli bizim kardeşimizdir. Türk ulusalcıları diyor ki Selçuklu’yu, Osmalı’yı, Osmanlıcayı unutun gelin tarih öncesi bir medeniyet inşa edelim. (Kendilerini ulusalcı olarak nitelendirenlerin eksik tarih yorumları olduğu doğrudur ancak hiçbir Türk ulusalcısının Osmanlı ve Selçuklu’yu unutalım dediğini duymadım, okumadım) Kürt Baasçıları da unutun o İslam asırlarını daha öncesine Medlere Perslere gidin diyorlar. Ama bilsinler ki Anadolu’nun mayası İslam mayası tevhit mayasıdır.

Bir ara dedim tarihin parantezini kapatıyoruz. (Parantez diye bahsettiği başbakanı olduğu Türkiye Cumhuriyeti devletidir. Bir devlet eğer o ülkenin kuruluş felsefesine düşman olan bir yaklaşım ile yönetilir ise sonunda kaçınılmaz olarak, yıkılır, dağılır. Davutoğlu, bu yaklaşımı ile laleci Babuşoğlu’ndan hiçbir farkı olmadığını göstermiştir.) Türk, Kürt, Zaza yiğitler yine yan yana olacaklar. İnşallah bu ebedi kardeşlik daim kılınacak. İşte 28 Şubat’ta hilal İslamı temsil ediyorlar diye hilali, bayraktan kaldırmak isteyen Türk ulusalcılar çıktı.

(Türk bayrağını Diyarbakır’da kabul ettirmek için Türkiye Cumhuriyeti başbakanı “Türk bayrağı” diyemiyor ve doğru olmayan bir süreç olduğunu burada tartışmaya dahi açmayacağımız 28 Şubat’ta ‘hilali bayraktan çıkarmak istediler’ şeklinde bir dedikoduya başvurması utanç vericidir. Türk Silahlı Kuvvetlerinde sancak devir teslim töreninde şöyle yemin edilir:

Rengi ile mübarek ecdad kanını,
Kumaşı ile şehit tenini,
Parıltısı ile zaferlerin ışığını,
Ayyıldız ile hürriyet ve istiklali,
Yazısı ile kahramanlık ve fazileti,
Gönderi ile millî iradeyi,
Sırması ile şeref ve mesuliyeti temsil etmektedir.)

Bu al bayrak dünyada mazlumların tevhidin bayrağıdır. Bizler hilalin temsil ettiği İslamı temsil etmeye devam edeceğiz. Yeni bir Ortadoğu hedefliyoruz. (Güneydoğu Anadolu’da kendi parti teşkilatlarını dahi koruyamayan, asker ve polis ailelerini ateş içine atan bir iktidarın Ortadoğu’ya düzen verme hayali ancak gülünecek bir hayaldir.) Suriye’deki zalimlere karşı her yerde Türklerin, Kürtlerin ve Arapların oluşturduğu yeni bir Ortadoğu istiyoruz.”

Türkiye hızla bir felakete doğru sürüklenmektedir. Seçimlerde AKP’nin 2002’den bu yana birinci parti çıkması Türkiye’nin çok iyi yönetildiğinin ve felakete sürüklenmediğinin kanıtı değildir. Yugoslavya’da Miloseviç yönetimi de seçmen tarafından bir çok kez büyük çoğunlukla iktidara taşınmıştır. Sonuç Büyük Yugoslavya rüyası görürken, gerçeklerden kopunca küçük Sırbistan olmuştur.

   Bugün Davutoğlu’nun Güneydoğu Anadolu’da herhangi bir kentte başbakan olarak şehrin bir başından diğerine tek başına ve başına bir şey gelmeden yürüme şansı yok iken Ortadoğu’da kurtarıcı olma rüyası görmesi gerçekten çok üzücü.


https://groups.google.com/forum/#!topic/Turkiye-icin-el-ele/RRCepFTBFdM


***

3 Kasım 2019 Pazar

Öcalan’a Verilen Taviz: Türkiye’nin (Eyaletlere) Bölünmesi

Öcalan’a Verilen Taviz: Türkiye’nin (Eyaletlere) Bölünmesi 

Yazar: Ümit Özdağ 
21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü 

Büyükşehir yasasının Türkiye’yi idari federasyona sürükleyen bir adım olduğu yasanın çıkması aşamasında ve sonrasında gerçekleşen sert tartışmalar sırasında bir çok kez gündeme geldi. Yasanın çıkması aşamasında AKP Hükümeti cenahından bu eleştirilere sert cevaplar geldi. 
Ancak tasarının yasalaşmasından hemen sonra Başbakan Erdoğan, “Aslında bugün gündemimizde olmamasına rağmen, valiler de seçimle gelebilir” diyerek, gizli gündemini açıklamıştır. Valilerin seçimle gelmesi ile büyükşehirlerin Türkiye içinde devletçiklere dönüşeceğini görünen bir gerçektir. Böylece mevcut 
idari federasyondan adı konulmamış bir siyasi federasyona geçilecektir. Büyükşehir yasası ile aynı süreçte çıkar diğer bir yasa Kürtçe savunmayı mümkün kılan yasa olmuştur. Bu iki yasanın TBMM’de görüşüldüğü sırada hapishanedeki PKK’lılar sahte bir açlık grevi başlatmışlar ve Öcalan açlık 
grevinin sona erdirerek, siyasal sahneye tekrar güç olarak dön(dürül)müştür. 

Bu adımlar A. Öcalan ile PKK’nın Türkiye dışına çekilmesi müzakerelerinin kamuoyuna açıklanması izlemiştir. 

Başbakan Erdoğan, Öcalan ile müzakereler sırasında “PKK’ya hangi tavizlerin verildiği” sorusuna “sadece televizyon verdik” şeklinde önceden çalışılmış bir psikolojik operasyon cevabı verse de Öcalan’a hangi tavizin verildiğini, Türkiye’nin 2023’de yani on sene sonra eyaletlere ayrılacağını söyleyerek açıklamıştır. Erdoğan “Güçlü ülkeler eyalet olmaktan korkmaz” demektedir. Erdoğan’ın 

“On sene sonra eyalete geçeceğiz” diyerek hem şimdiden daha yakın bir tarihte eyalet sistemine geçişin hazırlığını gerçekleştirmekte hem PKK ile pazarlığın sonucunu açıklamaktadır. Böylece Türk Milleti, psikolojik operasyon ile zihinlerde federasyona hazırlanmaktadır. Türkiye, hazırlanan mastır plan gereği 2023’e kadar federalleştirilmek için beklenmeyecektir. “Artık güçlü ülke olduk, 2023’e kadar beklemeye gerek” yok denilerek, 2015 sonrasında atılacak birkaç şok 
adım ile “Yeni Türkiye”nin kuruluşu ilan edilecektir. Bu çerçevede Öcalan serbest kalacaktır. 
Kandil’deki PKK’lılar Türkiye’ye dönecek ve siyasete gireceklerdir. Türkiye’de başkanlık sistemi ve eyalet modeli aynı yasal düzenleme ile oluşturulacaktır. Daha şimdiden “eyaletler etnik esasa göre değil, coğrafi esasa göre olacak” şeklinde bir yalan söylenerek Türk Milletinin direnci kırılmaya ve Türk Milleti bölünmeye alıştırılmaya çalışılmaktadır. Aynı yalanın Irak’ta “etnik değil coğrafi 
federasyon olacak” diye Iraklılara da söylendiğini unutmamak gerekmektedir. 
Başbakan Erdoğan, “güçlü ülkelerin federasyondan/eyaletlerden korkmaması gerektiğini” söylemektedir. Oysa bir ülkenin siyasi yapısını tarihin belirli bir döneminde o ülkenin mevcut gücü değil, tarihi, siyasi, coğrafi, etnik, kültürel yapıları belirler. Osmanlı İmparatorluğu’nu eyalet modeli için gerekçe göstermek insan aklı ile alay etmektir. 16. Yüzyılda 19. Milyon kilometrekarelik bir 
alana yayınlan dev bir coğrafyayı yönetmek için bulunan formül ile 780 bin kilometrekarelik son hatta çekilmiş Türkiye Cumhuriyetini yönetmek için uygulanması gereken formül aynı olamaz. 

Üstelik, Osmanlı padişahları egemenliği paylaşmamışlardır. Oysa, 21. Yüzyılın eyalet modeli egemenliğin paylaşılmasını beraberinde getirecektir. 

Tarihin en zorlu coğrafyası olan ve devletleri, halkları yutan bir şeytan üçgeni olan Anadolu’da bu şekilde örgütlenmiş bir devlet modelinin parçalanmadan yaşama imkanı yoktur. Üstelik, eğer bu federasyonu Suriye’nin kuzeyi ve Irak’ın kuzeyini içine alacak şekilde bir genişletme ile kurmak ve böylece Türk Milletine kabul ettirmek gibi bir zihin haritası mevcut ise ki, öyle olduğu görülmektedir, bu proje ile Türkiye kısa bir süre içinde Kerkük’e kadar büyür ve sonra Türkiye Cumhuriyeti federal devletinin parçalanması ile Iğdır-Mersin hattına kadar küçülür. 

Özetle, bir devlet en güçlü zamanı dikkate alınarak değil, en zayıf zamanı dikkate alınarak kurulur ise tarihin en çetin sınavlarını aşarak yaşar. 

http://www.21yyte.org/ 

adresinden 31.07.2013 14:10 tarihinde indirilmiştir

***

4 Temmuz 2019 Perşembe

PKK Neler Kazandı? Türkiye Neler Kaybetti?

PKK Neler Kazandı? Türkiye Neler Kaybetti?


Ümit ÖZDAĞ,


PKK neler kazandı Türkiye neler kaybetti? (1)
Ümit Özdağ 

Normalleşme adı verilen 3. dönemde ise PKK silahlı mücadeleyi tamamen terk ettiğini duyuracaktır. (PKK’nın Türkiye dışında silahlı çeteleri bulundurup 
bulundurmayacağı açık değildir.) Öcalan ve PKK üst düzey kadroları serbest kalacaktır. MİT aracılığı ile AKP Hükümeti ile Öcalan arasında yapılan 
anlaşmanın genel çerçevesi budur. 

18 Temmuz 2013 Perşembe 11:22

AKP ile PKK arasında İmralı’da Öcalan ile başlayan ikinci müzakere süreci ile bir mütarekeyi yani ateşkesi gerçekleştirdi. Yapılan anlaşma 3 safhalı bir süreci öngörüyordu. 1. aşama olan mütareke döneminde PKK, Türkiye’deki terörist unsurlarını Türkiye dışına çıkaracaktı. Bunu 2. aşama izleyecek, ikinci aşamada AKP Hükümeti PKK’nın mütareke ve geri çekilmesine anayasal ve yasal reformlar yaparak karşılık verecektir. Bu aşamada yapılacak diğer hukuki düzenlemeler ile Öcalan ve diğer PKK liderlerinin sürecin sonunda hukuken affedilmeleri güvence altına alınacaktır.  Normalleşme adı verilen 3. dönemde ise PKK silahlı mücadeleyi tamamen terk ettiğini duyuracaktır. (PKK’nın Türkiye dışında silahlı çeteleri bulundurup bulundurmayacağı açık değildir.) Öcalan ve PKK üst düzey kadroları serbest kalacaktır. MİT aracılığı ile AKP Hükümeti ile Öcalan arasında yapılan anlaşmanın genel çerçevesi budur.  Öcalan tarafından yapılan bu anlaşma Kandil’deki PKK kadroları tarafından büyük bir sevinç ile karşılanmamıştır. Aksine Kandil’deki PKK üst düzey yöneticileri, Öcalan ile AKP Hükümeti arasında yapılan anlaşmanın zamansız ve çok erken olduğunu düşünmüşlerdir.  PKK liderleri hem bölgesel koşulların hem de Türkiye siyasetindeki sürecin PKK lehine geliştiği bir dönemde  yapılacak bir anlaşmanın PKK’nın elde edebileceğinden daha az taviz elde etmesine neden olacağını ileri sürmüşlerdir. Kandil’in analizine göre, Suriye iç savaşı PKK/PYD’ye Suriye’nin kuzeyinde bir devletçik kurma imkanı vermiştir. Suriye’de iç savaşı Esad’ın kaybetmesi durumunda, PKK’nın fiilen hakim olduğu bu bölgede hukuken de kabul edilmiş bir özerk/federal bölgesi olacaktır. Bu bölgeden de destek alarak Türkiye’ye karşı güç projeksiyonu yapma imkanı kazanacak olan PKK daha etkili bir konuma erişecektir. Esad’ın kazanması durumunda ise Şam rejimi tarafından Türkiye’ye karşı desteklenecek bir PKK bugün olduğundan daha geniş imkanlara sahip olacaktır. Türkiye iç siyaseti açısından bakıldığında 2014 ve 2015 yıllarında gerçekleşecek üç seçim PKK’ya AKP üzerinde baskı ve şantaj politikası uygulayarak yeni tavizlerin yolunu açabilecektir.  Kandil’in bu direnmesini Öcalan,  “Size onurlu bir barış sunuyorum” diyerek aşmamıştır. Kandil’deki kadro aksi yola girmesi durumunda Öcalan tarafından onursuzlukla suçlanmakla korkmuştur. Üstelik, 2000’li yıllarda dağa çıkan PKK’lılar  “Sizler Öcalan’ı İmralı’dan çıkaracak nesilsiniz”  diye yetiştirilmişlerdir. Öcalan’ın İmralı’dan çıkması bu kadar yakın iken, Kandil’in Öcalan’a karşı çıkması durumunda tabandan tepki gelebileceğini de hesaba katmış olabilir. Netice itibarı ile Cemil Bayık, Duran Kalkan, Mustafa  Karasu gibi isimler ayak sürseler de dönemin KCK Başkanı ve Öcalan’a tartışmasız bağlı olan Murat Karayılan,Öcalan’ın emrine uyarak, Türkiye içindeki PKK’lıların Kuzey Irak’a geri çekilmesi emrini vermiştir.  Temmuz 2013’de PKK geri çekilmenin gerçekleştiğini ileri sürerken, Başbakan Erdoğan PKK’lıların sadece % 15’inin Türkiye dışına çıktığını ifade etmiştir. PKK, ikinci aşama olan anayasal ve yasal reformlar aşamasına geçilmesini isterken, Erdoğan, PKK geri çekilmesi tamamlanmadan ikinci aşama ile ilgili adım atılmayacağını duyurmuştur. Burada sorulması gereken husus,neden Erdoğan’ın ikinci aşamaya geçmeyi geciktirdiğidir. Çünkü Erdoğan, PKK’lıların yurtdışına çekildiğinin tamamlandığını söylese bunun doğruluğunu kontrol edebilecek kimse yoktur. Başbakan Erdoğan’ın ikinci aşamayı ertelemesinin nedeni, AKP’nin karşı karşıya olduğu oy kaybı sürecini daha da hızlandıracak bir siyasal adım atmamaktır.  AKP, PKK ile müzakerelerin başlaması sonrasında her ne kadar kamuoyunu algı yönetimi ile ikna etmek için çalışmış ise de toplumun büyük bir kesimi, (% 65 civarı) Öcalan ile müzakerelerin sonucunun Türkiye’nin federalleşmesi / Öcalan’ın serbest kalması ile sonuçlanacağını düşünerek karşı çıkmaktadırlar. AKP Hükümeti Türk halkını saldırgan Suriye politikasının doğruluğuna ikna edemediği gibi, Suriye’nin Türk savaş uçağını düşürmesine, sınır kapısını bombalamasına ve nihayet Reyhanlı’da gerçekleşen katliama cevap verememesinden dolayı da oy kaybetmiştir. Erdoğan bu oy kaybı sürecini Gezi Parkı olaylarını tırmandırarak ve toplumu kutuplaştırarak aşmak istemiş ise de arzu ettiği sonucu alamamıştır. 

Çünkü istikrar isteyen merkez sağ seçmen AKP’den oylarını çekmeye devam etmiştir. Bu unsurların bir araya gelmesi, Erdoğan’ı süreci ertelemeye itmiştir. 
Bir yandan ikinci aşama ile ilgili yasal mevzuatta istenen düzenlemeler ile ilgili çalışmalar devam ederken, öte yandan Erdoğan, bu yazı da terör eylemi 
olmadan geçirecek şekilde zaman kazanmanın peşindedir. 

PKK neler kazandı Türkiye neler kaybetti? (2)

Kandil, Erdoğan’ın içine girmiş olduğu açmazın farkındadır. 

Gezi Parkı olaylarından dolayı Erdoğan’ın hem uluslararası planda yalnızlaştığını, hem de içeri de zayıfladığını gören Kandil, AKP hükümeti üzerindeki baskıyı 
artırmaya çalışmaktadır. Aslında PKK açısından ikinci açılım süreci çok olumlu gelişmektedir. Terör örgütü, kurulduğu tarihten bu yana en önemli kazanım 
dönemine girmiştir.Kazanımların başında gelen husus PKK’nın meşrulaşmasıdır. PKK artık devlet tarafından  “terör örgütü”  diye aşağılanarak dışlanan bir 
yapı değil, devletin dengi, devleti kendisi ile görüşmeye zorlamış, gelecekte bölgenin “kaderi”  olacağı netleşmiş bir güç olarak kendisini görmekte ve 
göstermektedir. Gezi olayları sırasında Erdoğan’ın Öcalan’dan “terörist başı” diye bahsetmesi üzerine S. Demirtaş, “Onunla görüşen sensin. 

O terörist ise sen ne olursun” diyerek, meşrulaşma olgusunu ortaya koymuştur. PKK’nın son dönemde başlayan ormanlardan ağaç kesenlere pazar cezası 
kesme, içki içenleri cezalandırma, yol kontrolları yapma eylemleri toplumsal yaşamda güvenlik gücü algısı yaratmak ve meşru güç algısını güçlendirmek 
için yapılan eylemlerdir.PKK’nın ikinci büyük kazanımı, kendi kitlesine ve onun ötesinde Güneydoğu Anadolu’da halkın çok büyük bir bölümüne yaşanan 
süreci PKK’nın devleti, AKP Hükümetini, TSK’yı yendiği algısını iletmede başarı olmasıdır. Devlet tarafından muhatap alınan, liderinin mesajı meydanlarda 
okunan ve bölgenin geleceğini temsil ettiği inancını aşılayan örgütün üçüncü kazanımı ise açılım sürecini ikili iktidarı, yani devlet iktidarı yanında örgüt 
iktidarını tesis etmek için değerlendirmesi olmuştur. İçişleri Bakanı Muammer Güler, 10 Haziran 2013’de yaptığı değerlendirmede terör örgütünün ikili 
iktidar çabalarını şu şekilde değerlendirmiştir: “Çözüm sürecini alternatif devlet yapılanması gibi algılamaya çalışanların veya böyle bir süreci inşa etme 
çabalarının da bir aracı olarak görmemek lazım.”İkili iktidarın somut görüntüsü, asker kışlalarında, polis karakollarında hapis iken PKK’lıların açık şekilde 
silahları ile artık sadece dağlarda değil, sosyal alanlarda gezmeleri, kent merkezlerine yaklaşmalarıdır. PKK’nın nasıl bir devlet inşa etme ruh hali içinde 
olduğunu PKK yöneticilerinin yaptığı benzetmeler de ortaya koymaktadır. Murat Karayılan, PKK Genel Başkanlığı ve Konseyinden bahsederken, 

 “Bunu devlet sistemiyle kıyaslarsak eğer, cumhurbaşkanlığına tekabül ediyor” demektedir. Remzi Kartal,  “Kongra Gel yasama organı ise, KCK Yürütme Konseyi hükümettir” , demektedir. 

(1)PKK, belediyeleri de ikili iktidarın bir diğer organı olarak inşa etmeye çalışmaktadır. 
PKK denetimindeki belediyeler iki dilliğin ötesinde bazı hususlar (örneğin evlenmek isteyenlerin Kürtçe bilmesi ZORUNLULUĞU gibi) tek dil olarak 
Kürtçeyi kabul etmektedirler.PKK’nın bu süreçte dördüncü dev kazanımı, Öcalan’ın bir mahkumdan siyasal bir lidere dönüşmesidir. 
Üstelik, Time dergisine göre Öcalan dünyanın en etkin 100 lideri arasına girmiştir.PKK’nın ikinci açılım sürecindeki beşinci kazanımı PKK’ya katılımın 1992 seviyesini aşacak şekilde yoğun olması neticesinde sağlanan terörist artışıdır. Bu süreçte PKK yurtdışına çekilmesi gerekirken, Türkiye içindeki terörist sayısında bir patlama yaşanmıştır. Sadece 4, 5, 6 Temmuz 2013 günlerinde PKK’ya 400 kişi katılmıştır. 

(2)AKP Diyarbakır Milletvekili Galip Ensarioğlu, PKK’ya katılımın 2000 kişiyi aştığını ileri sürmüştür. 

(3) Muhtemelen PKK’nın dağ kadrolarına gerçekleşen katılım sayısı 2000 rakamının da üzerindedir. 

Öte yandan PKK’dan kaçan militanlar da güvenlik güçlerine teslim olmaktadırlar. Eğer PKK çekilecek ve  “barış sağlanacak” ise, hem de bu kadar yakınken, 
neden PKK’lılar teslim olmaktadırlar?Yarın devam edeceğiz...------------------------ 
1- Radikal, 12 Temmuz 2013, Cengiz Çandar,  “Kandil’de yenilik ve Süreç’in geleceği” 
2- Bugün, 11 Temmuz 2013, Gültekin Avcı,  “Çok vahim gelişmeler bunlar” 
3- Aydınlık, 16 Temmuz 2013,  “Can çekişen hasta” 
Kaynak Yeniçağ: 
PKK neler kazandı-Türkiye neler kaybetti? (2) 
- Ümit ÖZDAĞ 

https://www.yenicaggazetesi.com.tr/pkk-neler-kazandi-turkiye-neler-kaybetti-2-27516yy.htm


PKK neler kazandı-Türkiye neler kaybetti? (3) 

Son dönemde güvenlik güçlerine teslim olan PKK’lılardan birinin verdiği ifadeye göre, PKK terörist sayısını artırarak, yeni bir savaşa hazırlanmaktadır. 
Kısa bir süre önce teslim olan S.A. adlı PKK’lı, PKK’nın yemin töreninde konuşan PKK liderlerinden Duran Kalkan’ın “Rojava’yı ele geçirdik. 
Burada askerlerimiz bulunmakta. Buranın kontrolu tamamen bizim elimizde. Geri çekilmek diye bir şey yok. Aksine katılımlar artarak devam ediyor. 
Önder Apo’nun hedefi 20-25 bin asker sayısını 100 bine çıkarmak. Bu sayıya yaklaşıldığında askerler şehirlere inerek halk savaşı başlatacak” dediğini 
açıklamıştır. (4)PKK, eğer; 1) AKP Hükümetinden istediklerini istediği zamanda alamaz ise veya, 2) İstediklerini almasına rağmen daha fazlasını istediği 
için yaşanan süreç bozulur ise diye bir çatışma sürecine yönelik olarak hazırlıklarını son hızı ile sürdürmektedir.  Terör örgütü bu kazanımlar ile yetinmeyecektir. 

Erdoğan’ın 2. Aşamada yapılacak sözü verilen anayasal ve yasal düzenlemeleri siyasi kaygılar ile ertelemesi durumunda PKK, kentlerde sokak gösterileri, 
kırsalda ise terör eylemlerine başlayacaktır. Kış koşulları PKK’nın kapsamlı terör eylemleri yapmasını engellese de burada önemli olan sayı değil psikolojik 
etkidir. Zaman PKK’nın lehine gelişmektedir. PKK kazanımlarını geliştirirken, Türkiye kaybetmektedir. PKK’nın her kazanımı Türkiye’nin kaybı anlamına 
gelmektedir. Tabii ki, Türkiye’nin terörsüz bir ortama ihtiyacı vardır. Türkiye, terör sürecinde binlerce insanının kaybetmiş, yüz milyar TL’ye yakın bir para 
harcamıştır. PKK dışında kimse terörün devamını istemez ve istememektedir. 

Terörün aşılması için iki yöntem vardır. Bunlardan birisi mücadele yöntemidir. 
Türkiye bu yöntemi, 1984’den 2002 sonuna kadar kullanmıştır. Bunun neticesinde PKK,  “bağımsız, birleşik Kürdistan” hedefinden 1999’da Öcalan’ın ifadesi ile  “Üniter-Milli devlet ile sorunumuz yok” noktasına çekilmiştir. Öcalan yakalanmış, PKK terör örgütü Türkiye dışına çıkmış, binlerce mensubu ölmüş, binlerce mensubu PKK’dan ayrılmıştır. Terörle mücadelenin neticesi budur.  2003’den itibaren Türkiye’de terörle mücadele zihniyeti durmuştur. Yapılan hukuki düzenlemeler PKK ile mücadelenin alt yapısını ortadan kaldırmıştır. Bu adımların anlamı ancak 2013 yılında Başbakan yardımcısı Beşir Atalay,  “Açılım aslında AKP’nin programında vardı ve biz iktidara gelir gelmez açılıma başladık”  şeklindeki açıklamasını yapınca anlaşılmıştır.2006’da PKK ile Oslo müzakereleri başlamıştır. 2009’da  müzakereler ve PKK açılımı aleniyet kazanmıştır. Oslo görüşmelerinde PKK’ya hoşgörü ile yaklaşıldığı devlet/hükümet yetkilisi tarafından PKK’lılara ifade edilmiştir. 2013 itibarı ile terörle müzakerenin Türkiye’yi getirdiği nokta budur.Bir devlet, terörü, mücadele dışında bir yol ile aşmayı deneyebilir. Ceza verme hakkından vazgeçebilir. Ancak bunları yaparken, devlet ayağa düşmez, ayağa düşürülmeye izin vermez. 

Bugün Türk devleti Güneydoğu Anadolu’da PKK tarafından ayağa düşürülmektedir. PKK’nın Türk devletini ayağa düşürmesine izin verilmektedir.
Güneydoğu Anadolu’dan şehit haberleri gelmemektedir ancak her geçen gün ülke topraklarının bir bölümü üzerinde bir terör örgütü meşru güç haline 
gelmektedir. Şehit gelmemektedir ancak, devletin yanında eline silah almış insanlar, PKK tarafından infaz edilmektedir. Terör örgütü, AKP Hükümeti 
seyrederken, sözde  “şehitlikler” açmakta, asayiş adını verdiği gruplarla önce Cizre’de sonra diğer ilçe ve illerde yol kontrolları yapmaktadır. 

PKK’lılar yayla şenliklerinde gösteriler yapmakta, belediyeler sanki bir başka ülkenin belediyeleri imiş gibi davranmaktadırlar.Evet, birkaç aydan bu 
yana PKK öldürmeyi durdurduğu için şehit gelmemektedir ancak, uğruna 1071’den bu yana Haçlı Seferleri ile başlayıp, en sonra yine 1918’deki 
Haçlı Seferine kadar ve nihayet 1984’den bu yana on binlerce şehit verdiğimiz ülkemizin bir parçası, ayağımızın altından kaymaktadır. 

Mevcut PKK açılımı politikasının baştan aşağıya tekrar değerlendirilmesinin vakti gelmiştir ve geçmektedir. 


Kaynak Yeniçağ: PKK neler kazandı-Türkiye neler kaybetti? (3) 
Ümit ÖZDAĞ

https://www.yenicaggazetesi.com.tr/pkk-neler-kazandi-turkiye-neler-kaybetti-3-27527yy.htm

Kaynak //http://www.gazete2023.com/dusunce-analiz/pkk-neler-kazandi-turkiye-neler-kaybetti-1umit-ozdag-h3569.html
Gazete2023


***

5 Ocak 2019 Cumartesi

PKK ile Müzakere, Mütareke ve Kirli Barış Sürecinin Analizi, BÖLÜM 4

PKK ile Müzakere, Mütareke ve Kirli Barış Sürecinin Analizi,  BÖLÜM 4 


            Şimdi bugün barış derken açık açık PKK ile müzakereler ile elde 
edilecek “kirli barış” karşılığında Türkiye’nin AKP eli ile vereceklerimizi 
sıralayalım.

            1) Öcalan kısa bir süre sonra  serbest kalarak BDP’nin genel 
başkanlığını üstlenecek ve muhtemelen adına eyalet denilecek olan federal 
bölgenin valisi olacak.           

           2) Murat Karayılan, Cemil Bayık, Duran Kalkan vs bütün PKK liderleri 
Kandil’den Diyarbakır’da zafer kazanmış komutanlar gibi girecek ve kısa bir süre 
sonra Ankara sokaklarında görülecekler.

            3) Adına demokratik özerklik denmeden Büyükşehir belediyeleri 
yasasında valinin seçimle geleceğine dair bir değişiklik yapılacak, kaynakların 
kullanımı üzerinde Ankara’nın denetimini düzenleyen madde kaldırılacak, Türkiye Avrupa Özerklik Şartı’na koyduğu çekinceleri kaldıracak, federasyon adı 
konulmadan federal sisteme geçilecektir. Bu kısa süre devam edecek süreci eyalet sistemine geçiş izleyecek.

           4) Kürtçe eğitim yasalar ile düzenlenecek.

           5) Anayasada Türk Milleti kavramının yer almaması çok büyük bir 
ihtimaldir. 
Alsa bile anlamını yitirmiş, içi boşaltılmış ve ilk fırsatta değiştirilebilir olacaktır. Türkiye’de iki milletin varlığı fiilen kabul edilmiştir, büyük bir ihtimal ile hukuken de kabul edilecektir. 

           6) Türk bayrağı, Türkiye bayrağına, Türk Silahlı Kuvvetleri, Türkiye 
Silahlı Kuvvetlerine, Türk Milli takımı, Türkiye milli takımına dönüştürülecektir.

               Bütün bu adımlar Türkiye’nin ilk sarsıntıda parçalanmasının temellerini atacaktır. Ülkemizin doğusu ve batısı arasında büyük bir gerginlik doğacak, karşılıklı şüpheler gelişecektir. Henüz durumun tam anlamı ile farkında 
olmayan Türk Milleti “acının sonradan çıktığını” görecektir.

Bu düşünce ve duyguların iç muhalefet duygusundan kaynaklanmadığının, başka yerlerden de böyle göründüğünün en açık göstergelerinden birisi Taşnak Partisi Erivan temsilcisi KiroManoyan’ın kısa bir süre önce yaptığı şu açıklamadır: “Ermenistan’ın iade edilmesini istediği topraklar şu anda Türklerin egemenliği altında. Yarın bizim iade edilmesini talep ettiğimiz topraklar Kürtlerin eline geçerse onlardan geri vermelerini talep ederiz. Bölgemizde gerçekleşebilecek köklü değişimleri seyirci olarak izleyebileceğimiz gibi, gidişatı yönlendirmek elimizde. Gelişmeleri yakından takip ederek hareket etmeliyiz.”

             Bu çerçevede Kültür Bakanı Ömer Çelik, Türkiye’den ayrılan 
Ermenilere yapmış olduğu geri dönün çağrısı bir başka anlam mı kazanmaktadır? Bu meşru bir sorudur. Ömer Çelik Agos gazetesine verdiği demeçte şöyle demektedir: 
“Çağrı yaptıklarımıza şöyle dedik: Unutmayın ki, sizin yaşadığınız acıların 
yakın zamanda benzerini yaşamış bir kadro yönetiyor Türkiye’yi.”[20]

              Üstelik PKK ortadan kalkacak mı?Aysel Tuğluk bu soruya şu cevabı 
verdi: “En az önümüzdeki çeyrek asır boyunca Kürtlerin var olduğu her yerde 
PKKda çeşitli biçimlerde olacak. Suriye’de bir süre daha silahlı. İran’da yakın 
gelecekte tekrar silahlı.” Bu açıklamadan çıkaracağımız sonuç şudur. Kandil, 
cephe gerisi Türkiye’ye taşınacak ve Suriye ve İran yeni cepheler olacak. PKK 
Türkiye’nin başını belaya sokmaya devam edecektir. 

       BÖYLE OLMAK ZORUNDA MI? 

      AKP iktidarı 2002 sonu/ 2003 başında terörün bitme noktasına geldiği bir 
Türkiye devralmıştır. Öcalan, İmralı’nın derinliklerinde unutulmuştu. PKK, Kuzey 
Irak’ta Türkiye tarafından desteklenen KYB ile çatışma içinde idi.  Bugün, 2013 
başında Türkiye’yi yendiğini düşünen, Kuzey Irak’taki gücüne Kuzey Suriye’yi 
eklemiş bir PKK, AKP’yi 10 yıldan bu yana iktidarda tuttuğunu düşünen bir 
Öcalan, morali bozulmuş, çatışma isteği kırılmış, yargılanan ve sorgulanan bir 
Türk Ordusu ve PKK’yı yenme inancına ve iradesine sahip olmayan bir AKP Hükümeti vardır. 10 yılın sonucu budur.  

         PKK ile müzakere Türkiye’yi etnik bir cehenneme, bölünmeye götürecek 
tek yoldur. Çünkü Öcalan ve PKK insan hakları ve demokrasi mücadelesi değil, 
toprak ve egemenlik mücadelesi vermektedir.  Türkiye müzakereler ile bu yola 
girmiş ve düşünüldüğünden daha hızlı ilerlemektedir.

         Oysa PKK ile müzakere tek yol değildir. Türkiye, PKK ile müzakere 
etmeden de PKK’yı aşabilir. Türkiye’nin PKK ile yapacağı tek görüşme örgütün 
teslim görüşmeleri olmalıdır. Bu noktaya ulaşılması kolay değildir ancak bu 
hedef uğrunda verilecek mücadeleye değer. 

          Terör örgütleri ile müzakere eden devletler müzakerelerden bir hayır 
görmemişlerdir. IRA ile masaya oturan İngiltere, birliğini korumak konusunda 
nasıl zaaf içinde olduğunu göstermiştir. Bu zaaf bugün İskoçya’nın İngiltere’den 
300 sene birlikten sonra ayrılması sürecini tetiklemiştir. Gelecek 10 yıl içinde 
Kuzey İrlanda’da İngiltere’den kopacak ve İrlanda Cumhuriyeti ile birleşecektir. 
ETA ile görüşmelerde Bask’ın İspanya’dan ayrılma sürecini durdurmamıştır. Bugün Katalanlar da güçlü bir şekilde İspanya’dan ayrılmak istemektedirler. Özetle, terörle müzakere terör örgütüne teslim olmak demektir. AKP bugün terör örgütüne teslim olmuştur.

         Türkiye PKK terörünü aşabilecek güçte bir ülkedir. Bunun için gereken 
iktidarda PKK’yi yenme ve aşma konusunda kararlı ve bilgili kadronun olmasıdır. 
Terörle mücadele bir irade savaşıdır. Terör örgütü Türkiye’yi yenemeyeceğini 
bilir. Ancak Türkiye’yi yöneten kadroların iradesi zayıf olur ise örgüt istediği 
sonucu alır.

          Terörle mücadelede sert güç unsurları ile yumuşak güç unsurları 
birlikte kullanılmalıdır. Sert güç, asker, polis, istihbarat ve yasaların etkili 
bir şekilde kullanmasının oluşturduğu güçtür. Yumuşak güç ise sosyal, ekonomik, kültürel, psikolojik olmak üzere diğer güç unsurlarıdır.  Bu iki güç unsurunun birlikte kullanılmasına “akıllı güç” kullanımı denilir. PKK akıllı güç ile 
aşılabilir.  PKK ile mücadele sürecinde devletin üç hedefi olmalıdır. İlk iki 
senede,

1) PKK terör örgütünün çatışma iradesini kırmak,

2) Halkı terör örgütünün baskısından kurtarmak ve

3) Bu iki seneyi, bölgesel ve milli rehabilitasyon dönemi izlemelidir. Çünkü 
terör örgütü, hem Güneydoğu Anadolu bölgesinde insanlarımıza hem de bütün 
yurdumuza çok ağır zararlar vermiştir. Bunların aşılması için bir zamana ihtiyaç 
olacaktır. Bu noktada çok boyutlu, entegre ve milli bütünlüğümüzü tekrar 
sağlayacak bir proje gerçekleştirilmelidir.

          “PKK’yi son bir adam kalıncaya kadar mı öldüreceksiniz?” şeklinde 
sorular ortaya atılıyor. İnsanlık tarihinde hiç son adamın öldürülmesi ile biten 
savaş yoktur. Yenilgi direnme iradesinin ortadan kaldırılmasıdır. Bir terör 
örgütünü yenmek için,

1) Terör örgütünün hareket alanı ve eylemleri minimuma indirgenir.

2) Çatışmanın ekonomik kaynaklarının ortadan kaldırılır veya etkili bir şekilde 
azaltılır.

3) Çatışmayı sürdüren lider kadroları yok edilir.

4) Çatışmada kendisini destekleyen ülkelerin veya çevrelerin desteğinin kesilir.

5) Ve en önemlisi, devleti yenemeyeceğini, verdiği mücadelenin umutsuz olduğunu görmesi ile yenilir.

               PKK bu şekilde yenilir. Şimdi bu beş ilkeyi aşağıda daha geniş 
bir şekilde açıklayalım.

              1) PKK’nın bütün eylemleri Kuzey Irak’tan, Türkiye-Irak sınırının 
Irak tarafındaki 5-25 kilometrelik bir bölgeden kaynaklanıyor.Batıdan doğuya 
Sinat, Haftanin, Metina, Zap, Avaşin, Basyan, Hakurk bölgeleri Türk Ordusu 
tarafından işgal edilmelidir. Türk Ordusu bu bölgede bir tampon bölge yaratarak 
yerleşmelidir. Sınırın Türkiye tarafında ise Şırnak-Hakkari-Van illerinde sınıra 
25 kilometre olan bütün yerleşim yerleri boşaltılmalı ve insansızlaştırılmalı dır. 
Böylece PKK ile Türkiye arasında 50 kilometrelik bir alan oluşacaktır. 
Türkiye içine sızmalar ortadan kalkacak. Bu süreçte, mücadelenin şiddetini yükseltip, profili düşürülecektir. Terörle mücadelede yoğun ileri askeri teknolojiler kullanacaktır. Terörle mücadelede TSK’yı mümkün olduğunca geri plana çekip, Jandarmanın terörle mücadelede uzmanlaşmış kadrolarını daha da etkili bir şekilde takviye ederek, alan hakimiyeti tekrar kurulmalıdır. Kandil Dağı ile  Türk Özel Kuvvetleri’nin ve Türk Hava Kuvvetleri’nin tatbikat alanı haline getirilmelidir.

             2) Terör finanse edilebildiği sürece devam eder. Terörle mücadelede 
özel kuvvetler kadar önemli olan bir güç de terörle mücadelede uzmanlaşmış 
finans uzmanları ile gümrük uzmanlarıdır. Hakkari-Van ekseninden başlayarak, 
PKK’nın bütün ekonomik kaynakları kesilmelidir.

             3) Türkiye PKK’nın dağdaki elemanlarını değil,  dünyanın değişik 
yerlerindeki lider kadrolarını hedeflemelidir. Öcalan’ı yakalayan, Sakık’ı 
yakalayan Türkiye, isterse Karayılan’ı, Kalkan’ı, Bayık’ı da yakalayabilir veya 
öldürebilir. Türkiye şimdiye değin bunu neden yapmamıştır? Çünkü, uzun yıllardan bu yana Türkiye’yi yöneten siyasi kadrolar, PKK liderlerinin öldürülmesi durumunda PKK’nın da kendilerini hedef alacağını düşünerek, korkmuş ve Türk devletinin elini ayağını bağlamışlardır.

         4) PKK’ya dolaylı ve dolaysız destek veren ülkeler yıldırılmalıdır.

         5) Sonuçta PKK, Türkiye’yi yenemeyeceğini anlayacaktır. Lider 
kadrolardan yakalanmayanlar veya canlı kalanlar, Türkiye’nin şartlarını sormak 
için Ankara’ya müracaat edeceklerdir.

          Sonuç

           İçinden geçtiğimiz günler de MHP’li, CHP’li, AKP’li ve diğer 
partilerden bütün yurttaşlarımızın Türkiye Cumhuriyeti devletine sahip çıkma 
zamanıdır.

          Böyle bir zamanda yapılabilecek en kötü şey “elimden ne gelir?” diye 
hiçbir şey yapmadan oturmaktır. Türk Milleti Sakarya Savaşı öncesinde elindeki 
avucundaki her şeyi ayni ve nakdi, Eskişehir-Kütahya muharebelerinde yenilerek geri çekilen Türk Ordusu’nu yeniden inşa etmek için Ankara Hükümetine vermektedir.

           Bundan sonrasını Turgut Özakman’ın “Çılgın Türkler” kitabından 
okuyalım: “EMİRDAĞ KAYMAKAMI vakit geçirmeden İlçe Vergi Kuru­lunu kurdu.Kurul kaymakamın odasında toplandı.Kurul üyeleri bu hayati sorumluluğun altında ve halktan iste­nen özverinin büyüklüğü karşısında sersemlemişlerdi. Üyelerin çoğu ümitsizdi. Kaymakam halkın nasıl davranacağını kestiremediği için yalpalıyordu. 

Emirde, "Kurullara her şey makbuz karşılığı teslim edi­lecek, ne teslim 
edilmişse bedeli ilerde ödenecek" deniyordu ama acaba halk inanır mıydı 
buna?Anadolu, Osmanlı tarihçilerinin 'büyük kaçgun' adını verdikle­ri on yedinci 
yüzyıl sonundaki kargaşa döneminden beri devlete gü­venmez olmuştu. Can ve mal güvenliğini sağlayamayan devlet, eşkı­yanın yağmaladığı köyleri bir de vergi 
almak için kendi zorlayıp inletmişti. Bu yüzden birçok büyük, bayındır, zengin 
köy parçalanmış, köylüler kel tepelere, kuytu vadilere, orman içlerine göçmüş, 
böyle­ce devletin ve eşkıyanın gözünün önünden, elinin altından, yolunun 
üzerinden kaçmıştı. Kaçamadığını anlaması uzun sürmeyecekti. Eski devlet bugüne kadar, bir şey vermeden, mal ve can vergisi isteye gelmişti. Şimdi yeni devlet de istiyordu.

 Bunları konuşurlarken birden odanın kapısı küt diye ardına ka­dar açıldı. 
Kapının çerçevesi içinde Emirdağ'ın delisi Battal belirdi. Bağırdı:

" Selamünaleyküm!"

 Kaymakam öfkelendi:

" Ulan deli, baksana çalışıyoruz. Çık dışarı!"

" Kızma beyim, biliyorum, onun için geldim. Duydum ki Kemal'in askeri çıplakmış. 
Allah şahidimdir üzerimdekinden başka çamaşırım yok. Çoraplarımı getirdim. Şimdi yıkadım, temizdir."

 Yaklaşıp masanın üzerine bir çift ıslak yün çorap koydu. Çarıklarını sıyırıp 
odanın ortasında bıraktı:

" Aha bunlar da çarıklarım. Haydi kolay gelsin!"

 Çıplak ayak, huzur içinde yürüyüp çıktı. Kapıyı gümleterek kapadı.

 Üyelerin dilleri tutulmuştu sanki. Kaymakam, "Halktan kuşku­landığımız için 
tövbe edelim beyler.." dedi, "..Deli Battal gibi bir ga­ribin bile yüreği 
köpürdüyse, tekmil halk ayaklanacak demektir. Hız­lanalım.”

Evet, içinden geçtiğimiz dönem Türk Milletine söylenen “PKK’ya taviz vermedik” 
yalanı ile Türkiye Cumhuriyeti devletinin federalleştirilerek Güneydoğu 
Anadolu’da federe bir PKK Kürdistan’ı kurmasürecinin hızla ilerlediği bir 
dönemdir. Bu projenin destekleyicileri arasında dışarıda ABD vardır, AB vardır, 
içeride bütün ekonomik, politik, medyatik gücü ile AKP iktidarı vardır.

        Böyle bir güç ittifakı karşında tek başına MHP’nin mitinglerinin, 300 
aydının imzasının ve toplantılarının, CHP’nin karşı çıkışlarının, Türk Ocakları 
şubelerinin konferanslarının sonuç alma şansı yoktur. Böyle bir güç ittifakını 
yenecek kuvvet ancak Türk Milletinin anayasasını korumak, milli birlik ve 
beraberliğini savunmak için ayağa kalktığı zaman ortaya çıkacak güçtür. Her 
yurttaş, partilerden, derneklerden, hiç kimseden bir şey beklemeden bir şeyler 
yapma arayışı ve çabası içinde olmalıdır. Herhangi bir örgüt, parti, önderlik 
yapacak birisini beklemeden herkesin tek başına yapabileceği demokratik 
muhalefet girişimleri vardır.

Nasıl mı?

        1) Süreci mümkün olduğunda yakından ve değişik kaynaklardan izleyin ve 
bilgilenin. Sanal ortamda veya gerçek yaşamda süreci birlikte izleyeceğiniz bir 
grup oluşturun. Böylece daha fazla bilgi akışı, gözden fazla bir şeyin kaçmaması 
gibi bir fayda ortaya çıkacaktır. Üstelik bu tür temaslar sağlıklı gerekçeler 
üretmenize yardımcı olacaktır.

        2) Kafası karışık bir arkadaşınıza gerçeği anlatın. Unutmayın, siz ona 
gerçeği bir kez anlatacaksınız ancak ona değişik kaynaklardan yalan yüzlerce kez anlatılacak. Hemen anlamasını, kabul etmesini beklemeyin. Size karşı çıkar iken ileri sürdüğü gerekçeleri teker teker sabırla çürütün. Kavga eder gibi, onu 
yenmek amacı ile değil, onu kazanmak adına yapın bunu. Olmuyor demeyin ısrar edin. Kazandığınız herkes müzakere ve teslimiyet cephesinden alınmış Türk Milleti adına kazanılmış bir kişidir.

        3) Kafası karışık bir komşunuzun evine akşam ziyaretine gidin ve 
doğruları ikna oluncaya kadar gidip gelerek izah edin. Unutmayın sizinle benzer 
düşünenler ile bu meseleyi tartışmanızın bir faydası yok mesele kararsız, kafası 
karışık veya kafası çelinmiş olanları ikna etmek, gerçeği göstermektir.

       4) Televizyon kanallarının tek yanlı yayınlarını protesto edin ve telefon 
ederek protestonuzu bildirin. Her evden bir telefon gitse telefonlar kilitlenir. 
Başka kim yapar ki demeyin. 300 aydın imza attı yer yerinden oynadı. Bazen küçük bir telefon çevirme hareketi önemli sonuçlar doğurabilir.

        5) Köşe yazarlarına e posta atın, mektup yollayın, telefon edin. 
Görüşlerinizi soğukkanlı ancak ısrarlı ve kararlı şekilde anlatın.

        6) İlinizin milletvekillerini özellikle de AKP milletvekillerini arayın 
ve endişelerinizi anlatın.

       7) Twitter ve facebook çok etkili bir şekilde kullanılabilecek iki sosyal 
medya aracıdır. Bu araçlarda düzenlenecek ve bir süre sonra tekrar 
canlandırılacak kampanyalar ile kamuoyu uyanık tutulur. Twitterda T.C. 
kampanyası hükümeti geri adım atmaya zorlamıştır.

        8) Milli sivil toplum örgütleri tarafından düzenlenen konferans ve 
panellere muhakkak gidilmeli ve giderken  yanınızdakonuya uzak bir arkadaşınızı muhakkak götürmelisiniz.

        9) Yaşananları anlatırken, çelişkileri gözler önüne serin. Örneğin, 
Başbakan Erdoğan Suriye’de Esad’ın bebek katili olduğunu ve Allah’ın 
intikamından kaçamayacağını söylüyor. Öte yandan kendisi Türkiye’de akil adamlar aracılığı ile Öcalan’a “bebek katili” demeyin telkininde bulunurken, Öcalan ve PKK ile helalleşmeden bahsediyor.

      10) Yaşananları anlatırken, sorular sorun. “Pazarlık yok deniliyor peki PKK 
neden çekiliyor? Öcalan serbest kalmadan terörü neden bitirsin?” veya 
Erdoğan, Balıkesir’de genel af yok ancak devlet kendisine karşı işlenen suçları affedebilir diyerek neyi kastetti? Öcalan devlete karşı suçlardan içerde değil mi?” sorulabilecek bir başka soru, “Başbakan neden eyaletlerin kurulması gerektiğinden bahsetti ve Osmanlı’da da Kürdistan diye eyalet vardı açıklamasını yaptı? Acaba yine Kürdistan diye bir eyalet mi kurulması hedefleniyor?” Bu ve benzeri soruları çoğaltarak sorun. Bırakın karşınızdakiler cevaplasın.

      Gün Milli Demokratik direniş ve mücadele günüdür.

[1] İsmail Hakkı Danişmend, Tarihi Hakikatler, Tercüman tarih ve Kültür yayınları, I, Birinci Cilt, İstanbul 2002, s.201

[2] Sadi Somuncuoğlu, Selçuklu, Osmanlı ve Türkiye Cumhuriyeti Hangi Milletin Devleti, Milli Düşünce Merkezi yayınları, Ankara 2012, s.14

[3] Suna Kili-Şeref Gözübüyük, Türk Anayasa Metinleri, Türkiye İş Bankası Yayınları, Ankara 1985, s.96’dan nakleden, S. Somuncuoğlu, age, s.18

[4] İHA, 5 Mayıs 2013

[5] Sadi Somuncuoğlu, Devletlerimiz ve Anayasalarımız, Milli Düşünce Merkezi, Ankara 2013, s.13

[6] Taraf, 3 Mayıs 2013s

[7] Taraf Gazetesi, 11  Mart 2013

[8] Sözcü, 28 Nisan 2013, Necati Doğru, “Dün kan akıtıcı, bugün yeni devlet adamı”

[9] Sözcü, 30 Nisan 2013, Emin Çölaşan, “Terörist konuştu”

[10] Vatan, 30 Nisan 2013, “Ankara’yı gerecek 3 şart”

[11] Taraf, 23 Nisan 2013

[12] Star, 1 Mart 2013

[13] Hürriyet, 4 mayıs 2013, “PKK ne zaman silah bırakır bilmiyorum”

[14] Sözcü, 12 Mart 2013

[15] Hürriyet, 4 Mart 2013, “Öcalan özgür olacak”

[16] Taraf, 11 Mart 2013, “Neşe Düzel ile söyleşi:Sansür sürerse çözüm olmaz”

[17] Cumhuriyet, 4 Mart 2013, “Af gündemde mi?”

[18] Taraf, 11 Mart 2013

[19] Sözcü gazetesi 19 Nisan 2013

[20] nakleden Yeniçağ, 26 Nisan 2013, “Kürt-İslamcı Bakan, Türklüğü hedef aldı”

Turan / Turan / 16 Mayıs 2013 - 12:21
Çok Teşekkur ve tebrik ederiz sayın Özdağ. Allah razı olsun kalemine yüreğine sağlık.

  Vatan için birlik olalım , oyunlara gelmeyelim. / Bayram EKİNCİ / 14 Mayıs 
  2013 - 13:17

  Türkiye üzerinde son yıllarda oynanmak istenen ve gerek yönetimi , gerekse 
  halkın birlik ve beraberliğini karamsarlığa sevk eden oyunlar ve düşünceler 
  ,bu tür gerçek düşünce ve belgeler sayesinde gün yüzüne çıkmıştır. 

Artık İKTİDAR ' a kimse inanmaz

 MHP ne yapıyor / nebi dinç / 10 Mayıs 2013 - 14:04

  Allah aşkına sizler boş durmuyorsunuz da şu MHP ne yapıyor sadece mitingle 
  olmaz, her TV çıkışlarında mutlaka bunları ekranlardan sormalı

Ümit Özdağ
uozdag61@gmail.com

Uzmanın Diğer Yazıları

  Büyük İtiraf Geldi: AKP Toprak Verdi 
  Türkiye Musul’a Girecek mi ? 
  Öcalan'ın 10 Maddesinin Genel Seçimler İle İlgisi 
  HOCALI SADECE HOCALI DEĞİLDİR - Türk Katliamının Son Durağı Hocalı 
  Suriye’de Toprak Kaybetmedik, Peki Ege’de 
  Kesnizani Tarikatı veya Büyük Bir Örtülü Operasyon 
  Ortadoğu’da Bir Yeni Yenilgi: Süleyman Şah’tan Geri Çekilme 
  Ayn El Arap’ta Bilmediğimiz Neler Oluyor? 
  Ortadoğu’da Sınırlar Değişirken Casuslar 
  Prof. Dr. Ümit ÖZDAĞ, saat 20:00'de Habertürk TV'de Enine Boyuna Programı'nda...  
  Gerilla ve Kontrgerilla Savaşı 
  Türk Deniz Kuvvetlerine Yapılan Saldırının Sonucu Ne Olmuştur? 
  Kudüs’te Son Türk Askeri 
  Türk Milleti Türkiye’nin Bölündüğünü Görmüyor mu? 
  Hayalin Böylesi: Güneydoğu Anadolu’yu PKK’ya Bırakan Ortadoğu’yu Şekillendirme  Peşinde 
  Seçimler Yaklaşırken Güneydoğu Anadolu ve Siyasi Partiler 
  PKK Müzakereleri, Ayn El Arap ve Bölgesel Değerlendirmeler 
  Amerika Fransa’ya Nükleer Saldırı Yapmayı mı Planladı? 
  Devrimci Selefilik Antiemperyalist mi? 
  Paris’te Olanlar 
  Erdoğan Yönetimi ve Avrupa Ne Diyor? 
  Son Terörist Eylemler Ne Anlama Geliyor? 
  2015’de Batı-Erdoğan İlişkilerinde İki Muhtemel Yol 
  Çocuk Katilleri İçin İdam Cezası Adil Bir Cezadır 
  AKP Hükümetinden Peşmergeye IŞİD'e Karşı Silah Yardımı 
  Cizre’de Gerçekten Ne Oldu? 
  İç Güvenlik Yasa Tasarısı 
  PKK ile Müzakere Süreci Konusunda Bir Eleştiri 
  Kürt Devletini Kim Kuruyor? 
  Hadi Beşar Esad’ı Devirdik… 
  Jandarma Genel Komutanlığı Türkiye'ye Lazım 
  Tunceli’de Ne ve Neden Oldu? 
  Politikleşmiş İstihbarat ve Milli Güvenliğe Etkisi 
  Mustafa Kemal Atatürk ve Aleykümselam- Rahmetle Anıyoruz... 
  Türkiye’nin Önünde Başka Seçenek Yok mu? 
  Türkiye’nin Önündeki Seçenekler: PKK’nın Ezilmesi, İç Savaş, Bölünme, Askeri Müdahale 
  PKK Konusunda Meselenin Özünü Konuşmak 
  PKK Neden Sivil Kıyafetli Askerlerimizi Şehit Ediyor? 
  AKP, PKK İle Değil Jandarma İle Mücadele Ediyor 
  ABD-PKK Askeri İşbirliği Ne Anlama Geliyor? 


Ahlatlıbel Mah. 1825 Sokak No: 60 İncek/Çankaya/Ankara 
 Tel: +90 312 489 18 01 | 
Belgegeçer: +90 312 489 18 02 | 
Elektronik Posta: 
bilgi@21yyte.org 
Yazılım & Tasarım: Mahmut ÖZDEMİR


***