Brezilya etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Brezilya etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

10 Aralık 2020 Perşembe

Sanal bir Zirvenin Reel Sonuçları.,

Sanal bir Zirvenin Reel Sonuçları.,



Sanal bir Zirvenin Reel Sonuçları
Yazan  Prof. Dr. Sema Kalaycıoğlu 
23 Kasım 2020












Bilindiği gibi G-20[1] toplantıları dünyanın GSYİH ları itibarı ile en büyük ülkelerinin her yıl bir araya gelip, diz dize, biz bize küresel sorunları değerlendirdiği, çözüm önerileri geliştirme çabası içinde girdiği (veya öyle göründüğü) platformlar.

Bu platformlarda aynı zamanda ikili görüşmelerle bazı konular da aydınlatılıyor. Örneğin bu yılki toplantıyla Suudi Arabistan ve Türkiye arasında herhangi bir sorun olmadığını ve Türk mallarına uygulanan “gayri resmi” boykot tevatürünün gerçekleri yansıtmadığını öğrendik. Ya resmi boykot diye sormak ise pek işimize gelmemiş olmalı. 

 Her yıl yapılan zirvede, o yıl başkanlığı üstlenmiş olan üye,ev sahibi olarak masrafları üstleniyor. Devlet ve hükumet başkanları, bakanlar ve hemen hepsinin muhterem eşleri, bir yıl önceden bildikleri adreslerde misafir olarak arz-ı endam ediyorlar. Genellikle çekilen aile fotoğraflarındaki mutluluk ve gurur gülümsemeleri, küresel gerçekleri yansıtmakta yetersiz kalıyor. Ama kim kiminle özel görüştü? Görüşme süresi ne kadar oldu? Kim kimden kaçındı? Muhterem zevatın eşleri ne giydi? Gibi sorular seçkin ve ayrıcalıklı ulusal ve uluslararası basının kamuoyuna aktardığı yorumlar için gerekli malzeme oluyor.

Sanal Zirvelerle Sağlanan Tasarrufun Önemi
Özellikle zirvelerdeki temsilcileri gibi imkânları olmayan insanlar, ulusal ve uluslararası televizyon kanallarından bunları peri masalı gibi seyrediyor. Oysa o insanların çoğunun asıl kaygısı bir sonraki gün sofraya ne konacağından öteye geçmiyor. Böyle insanlar ABD de de var, Çin ve Türkiye’de de var.Meksika, Brezilya ve Hindistan’da ise bunların sayısı pek gani. Özellikle Pandemi ile birlikte her yerde insanlar giderek daha fazla fakirleşti. Gelir uçurumları giderek büyüdü. Aslında zaten her yıl G-20 zirvelerinden olan en büyük beklenti en fakir ülkelerin borçlarının veya hiç olmazsa borç servislerinin affedilmesi. 2020 sanal zirvesinde bu konu iyice belirgin hale geldi.
Özden yoksun olmaması için G-20 zirve toplantılarının mutfağında çalışanların olağan üstü bir çaba sarf ederek çarpıcı gündem ve program akışı hazırladıklarına eminim. Ama bu çabalardan daha fazlasını mutlaka, gerçek mutfaklardaki aşçılar kimsenin midesi bozulmasın, çeşnici başları da kimse zehirlenmesin diye harcıyorlardır. Ya güvenlik, üst düzey istihbarat, uçaklarla zirve merkezlerine giden makam arabaları gibi diğer emniyet önlemlerine ne demeli? Hepsi ulusal bütçelere yük, hepsi ulusal vergi mükellefleri için faydasından çok maliyet. Bu bağlamda belki pandemi ve başka toplantıların bu yıl sanal toplantı seçeneği ile yapılması önemli bir tasarruf yolu gösterdi. Hani bazı ülkelerde “devletçe acı reçete” ye katlanılacak ya! İşte şimdi sanki Covid 19 onlara kendince bir fedakârlık kapısı araladı.Bu da bir musibetin faydası sayılmalı
Alışılmış Konulara Karşı bu Yıl Yumuşak Güce Ortak Çerçeve Arayışı
Açıkçası kerameti kendinden menkul bir tür organizasyon bu G-20. G, grup sözcüğünün kısaltması. Grup 1999 dan bu yana düzenli toplanıyor ve her zaman gündem ile uyumlu olacak şekilde, küresel ticaret, sağlık, iklim ve diğer ana konu başlıkları etrafında görüşmeler yapılıyor. Ama günün özelini farklılaştıran bizatihi olaylar oluyor. 2008 yılında finansal kriz, 2011 yılında Arap baharı veya Suriye, İran nükleer programı önemli alt konu başlıkları olmuştu. 2019 yılında sekiz tema aynı anda zirveye damgasını vurmuştu. Bunlar yine Küresel Ekonomi, Ticaret ve Yatırım, Yenileme(innovation), Çevre ve Enerji, Kadınların Güçlendirilmesi (Empowerment of Women), Kalkınma ve Sağlık gibi konulardı. Ya şimdi? Varsa yoksa Pandemi. Bu yıl,Riyad’da Suudi Arabistan başkanlığında 21 ve 22 Kasım tarihlerinde toplanan zirvede gündemin flaş konusu da “Covid 19 ve salgına karşı geliştirilecek küresel tepkinin koordinasyonu” oldu.  Tabii salgın yüzünden daralan uluslararası ticaret, artan sıhhi malzeme ticaretinde gözetilmesi gereken standartlar, azalan doğrudan, artan hisse yatırımları, artması gereken sağlık denetimleri ve azalan seyahatlerin ilgili sektörlere etkileri yine gündemdeydi.Geliştirilen aşıdan kimin ne zaman ve ne kadar nasipleneceği, depolama için soğuk hava donanımının bir an önce tamamlanması gerekliliği, tedavi yöntemleri açısından işbirliği hep aynı tema etrafında ele alındı. Zirveden önce bir beklenti “ küresel vahşi hayvan ticaretinin engellenmesi” konularının gündeme alınmasıydı. Ancak bu konunun yine küresel önlemlerle çözülmesinden çok, aynı göç konularında olduğu gibi bireysel ülke inisiyatiflerine bırakıldığına eminim. İklim değişikliğine karşı önlemler ve “yeşil dönüşüm” (Green Transformation) için yapılacak büyük kamu yatırımlarının, özel yatırımlarla ilişkilendirilmesi, özellikle AB başkanlığının gündeme getirdiği bir konu başlığı olarak dikkat çekti.
Sanal Zirvenin Gerçekle Yüzleşmesi ve IMF ye Yeni bir Görev
Sanal zirvede üç ana konunun yankılanması önemliydi. Bunlar, Covid 19 sonrasında dünyanın ve küresel ekonominin nasıl şekilleneceği, yeni salgınların nasıl engellenebileceği, bu konularda ülkelerin aralarında bir eşgüdüm anlaşması imzalamalarının önemi, Birleşmiş Milletler ve Dünya Sağlık Örgütü’nün konu ile ilgili duruşları ve tabii yine ilişkili ticaret, yatırım ve mali konular oldu. Yine AB konsey başkanı Charles Michelle salgında en zor durumda kalan ülkelerin durumuna değinerek G-20 borç servisi affı konusunu gündeme taşıdı. AB nin yumuşak güç gösterisine ilk Çin’den cevap gelmesi ise küresel ekonomiye ne kadar sahip çıktığının bir başka işareti oldu. Çin, 77 en fakir ülkenin,  borç geri ödemelerini zaten geçtiğimiz Haziran ayından itibaren askıya almıştı. Asya’da imzalanmasına öncülük ettiği 15 üyeli serbest ticaret anlaşmasından aldığı destek ile Çin bu uygulamayı hem kendi başına, hem de 15 üyeli oluşumdaki ortakları ile birlikte yapabilir. Tabi Türkiye de, sanal zirve öncesinde, IMF hesaplarında biriken 2.3 milyon Özel Çekme Hakkı (SDR) tutarındaki nakit ile Somali'nin kuruluşa olan birikmiş borcunu silinmesine yardımcı olacağını açıklamıştı. Ama şimdi artık Hindistan, Türkiye, Çin ve diğer bazı yeni sanayileşen ülkelerinden borç servisi ve borç affını,  ilk defa çok taraflı borç yapılandırması olarak tasarlamaları bekleniyor ki bunlar yapılırken siyasi amaçlar galebe çalmasın ve affa uğrayan ülkelerden başka beklentiler olmasın. Yeni borç vermenin güçlükleri de düşünülecek olunursa, mevcut borçların silinmesinden çok, daha uzun vadeye yayılarak geri ödemelerin sağlanması,şimdi daha önemli. Ayrıca etkin bir yeniden borç yapılandırma çerçevesinin, nasıl ve ne zaman hazırlanacağı kadar bunun IMF nin koordinasyonunda olması, yardım(borç) ve ertelemelerinde ahlaki bozulmaya(moral hasard) neden olmaması için iyi bir yaklaşım olarak düşünülmekte. Açıkçası sanal zirveden geriye bu reel sonuçlar kaldı. Sonuç bildirgesi ile alınan kayıt altına alınan hususları gerçekleşmesi ise zaman alacağa benzer.
 
 
[1] Arjantin, Avustralya, Brezilya, Kanada, Çin, Fransa, Almanya, Hindistan, Endonezya, İtalya, Japonya, Güney Kore, Meksika, Rusya, Suudi Arabistan, Güney Afrika, Türkiye, Birleşik Krallık, ABD ve AB, G-20 nin üyeleri.

Prof. Dr. Sema Kalaycıoğlu

TÜM MAKALELERİ;

https://21yyte.org/tr/prof-dr-sema-kalaycioglu






14 Mayıs 2020 Perşembe

BM GÜVENLİK KONSEYİNİN ULUSLARARASI GÜVENLİK SORUNLARININ ÇÖZÜMÜNDE ROLÜ VE BM TEŞKİLATININ GELECEĞİ. BÖLÜM 5

BM GÜVENLİK KONSEYİNİN ULUSLARARASI GÜVENLİK SORUNLARININ
ÇÖZÜMÜNDE ROLÜ VE BM TEŞKİLATININ GELECEĞİ. BÖLÜM 5



Genel Sekreter Daimi Üyelerin Belirlediği Adaylardan Seçiliyor

Genel Sekreterlik, BM’in diğer organları için çalışan, onların getirdiği program ve politikaları yönetip, uygulayan organdır. Genel Sekreter, Birleşmiş Milletler Genel Kurulunca Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin önerisi üzerine altı yıllık bir dönem için atanır, görev süresi uzatılabilir. Genel Kurula BM çalışmaları üzerine yıllık rapor sunar; uluslararası barış ve güvenliğe yönelik bir tehdit olarak değerlendirdiği durumlarda Güvenlik Konseyi'ni uyarabilir; uluslararası anlaşmazlıklarda arabuluculuk yapabilir. Genel Sekreter, BM’in üst yönetim görevlisidir. Örgüt’ün Adalet Divanı dışında kalan ana organlarının toplantılarına
katılır. Çalışmalarını New York’taki BM binasında yürüten genel sekreter aynı zamanda BM'nin Cenevre'deki bürosunun çalışmalarını da denetler. Genel sekreter bunların dışında adeta Birleşmiş Milletler'in gayri resmi olarak sözcüsü ve liderliğini görevini de üstlenir.

Görüldüğü gibi oldukça önemli bir konumda olan genel sekreterlik makamı adeta genel kurul ile güvenlik konseyinin arasını yapan bir bakıma üye devletlerin çoğunun sesini güvenlik konseyine ileten aracı vazifesi görmesi beklenir. Ancak genel sekreter olarak seçilecek kişinin güvenlik konseyi tarafından belirlenip genel kurula önerilmesi söz konusu seçimin liyakate (meritocracy) göre değil de sanki daimi üyelerin çıkarlarına hizmet edecek tarzda seçildiğini bu konuda gizli pazarlıklar yürütüldüğü şeklinde algılanmasına neden olmaktadır. Kısacası
genel sekreter seçiminin şeffaf olmadığını ifade etmektedirler. Zira BM Genel Sekreteri’nin seçimi konusunda da daimi üyelerin veto kartı sürekli ceplerindedir. Bu nedenle Genel Sekreterlerin daimi üyeleri kızdırabilecek işlere girmekten çoğunlukla kaçındıklarını söylemek yanlış olmayacaktır.

Bu nedenle genel sekreterin seçimi noktasında genel kurulun belirleyici olması ve demokratik yöntemlerle açık ve şeffaf bir seçimle genel sekreterin seçilmesi yönünde reform talebinde bulunmaktadırlar. Bunun yanında talep edilen bir başka konuda genel sekreterlik bünyesinde yer alan diğer önemli bürokratik pozisyonlarında çoğunlukla daimi üyelerin vatandaşları tarafından işgal edilmesidir. Öyle genel sekreterlik içindeki birçok kilit görev de yer alan bu
kişiler BM’nin çıkarlarına hizmet etmekten çok kendi ülkelerinin çıkarlarına hizmet etmektedirler.

Genel Kurul’un Etkisi Artmalı ve Çalışma Sistemi Daha Hızlı Olmalı

BM teşkilatına üye tüm devletlerin egemen eşit devletler olarak temsil edildiği adeta bir dünya meclisi konumunda olan genel kurul bu özellikleri nedeniyle daha adil ve daha demokratik bir organ olarak görev yapmaktadır. Ancak genel kurulda birçok açıdan eleştirilmekte ve genel kurula yönelik olarak talepler gündeme gelmektedir. Bu reform talepleri daha çok şu alanlarda toplanmaktadır.106
Genel Kurul daha çok üyeye sahip olmasına rağmen güvenlik konseyi karşısında çok etkisiz ve silik kalmaktadır. Bu nedenle genel kurulun rolü ve otoritesi artırılmalıdır.
Genel Sekreterin seçiminde genel kurul güvenlik konseyinin belirlediği adayların seçimini yapmaktadır. Bunun yerine genel kurulun seçeceği genel sekreter adaylarını güvenlik konseyi onaylamalıdır. Bu şekilde genel sekreter daha çok üye devletin katılımıyla seçileceğinden daha demokratik bir seçim olacaktır.
Genel Kurulun çalışma sistemi çok yavaş ve hantal bir yapıdadır. Bir kararın alınabilmesi için çok uzun zaman ve bürokratik aşama gereklidir. Bu nedenle üyelerin daha hızlı karar alabilmeleri için bürokratik işlemler azaltılmalı ayrıca çalışma komiteleri daha işlevsel hale getirilmelidir.

BM’NİN GELECEĞİ İLE İLGİLİ SENARYOLAR

BM teşkilatı özellikle Soğuk Savaş sonrası dönemle birlikte büyük bir güven krizi içine girmiştir. Teşkilatın bu krizden nasıl çıkacağı hayata geçireceği reformlara ve kaybettiği siyasi kararlılığını yeniden kazanıp kazanamayacağına bağlıdır. ABD öncülüğündeki çok uluslu gücün 2003 Martında Irak’a karşı açtığı savaş, kolektif güvenlik mekanizmasının büyük yaralar almasına neden oldu ve bu mekanizmanın artık işlemediği ile ilgili yargıların tartışılmasına yol açtı.107 9 Mart tarihli New York Times’in başyazısında vurgulandığı gibi, bu savaşın ilk kurbanı BM’dir. Her ne kadar BM görkemli binası ve bütün kurumları ile hala
varlığını koruyor görünse de, üç yıl önce dünya kamuoyunun bu kuruluşa atfettiği değer ile Irak savaşı sonrasında dünya halkları nezdindeki meşruiyeti ve güvenilirliği arasında büyük bir fark vardır.108

BM’nin içinde bulunduğu meşruiyet krizinin aşılması konusunda kısa vadede ne yazık ki yakın gelecekte olumlu bir değişim görülmemektedir. Anakronik yapı, orantısız temsil sorunu, veto yetkisinin sınırlı sayıda üyeye verilmiş olması, finansal sorunlar, siyasi kararlılık eksikliği, kolektif güvenlik mekanizmasının işlevsiz hale gelmesi, bölgesel entegrasyon ve yapılanmaların (AB gibi) giderek daha etkili olması, uluslararası toplumun BM’ye olan güvenin sarsılması vb. gibi bir dizi sorun içinde BM’nin meşruiyet krizini en azından öngörülebilir bir gelecekte aşabileceğini iddia etmek çokta mantıklı görünmediğini söylemememiz mümkündür.
Mevcut ve önümüzdeki dönemde yaşanabilecek potansiyel gelişmeler dikkate alınarak BM’nin geleceği konusunda 4 farklı senaryonun gerçekleşebileceğini söyleyebiliriz. 

Buna göre;
Olumlu Senaryo: BM, kurumsal etkinliğini artırıp tüm üyelerin güvenini kazanarak ve uluslararası sistemde belirleyici, yönlendirici güce sahip bir örgüte dönüşebilir. Bu senaryonun gerçekleşmesi için teşkilatın özellikle güvenlik sorunlarının çözümünde kınama ve uyarma dışında kolleftif güvenliği tehlikeye atan hangi güç olursa olsun karar alıp askeri müdahale seçeneğini kullanması ve alacağı kararların uluslararası kamuoyu tarafından onaylanması gerekmektedir.
Karamsar Senaryo (Statükoyu Koruma): BM’nin şu anki görünümünde önemli bir değişim yaşanmayabilir ve örgüt varlığını sürdürse de etkinliğini iyice yitirebilir. Bu durumda örgüt by pass edilerek sorunların çözümünde güvenlik konseyi kararı aranmadan ABD’nin yaptığı gibi güvenlik sorunlarına müdahale edilebilir. Bu senaryo esasında kısa vadede olması beklenen senaryo olarak görülebilir. Zira mevcut daimi üyeler kendi saygınlar kulübüne yeni üye kabul
etme konusunda isteksiz görünmektedirler.

  Olumsuz Senaryo: BM tıpkı kendinden önceki selefi olan Milletler Cemiyeti gibi ortadan kalkabilir. Esasında bu senaryonun gerçekleşme ihtimalide yakın gelecekte pek mümkün görünmemektedir. Her ne kadar BM teşkilatı güvenlik sorunlarının çözümünde başarısız olsa da devletleri tek çatı altında toplayabilen en büyük evrensel örgüt konumundadır. Ayrıca sağlık, çevre, sosyal gelişim gibi alanlarda büyük başarılar elde etmiştir. Bu nedenle eğer dünyada çok büyük bir skandal ya da büyük bir savaş çıkmadığı sürece teşkilatın MC ile aynı kaderi paylaşması uzak bir ihtimaldir.

Olası Senaryo: BM içindeki meşruiyet ve güven krizi orta ve uzun dönemde aşılamazsa yükselen güçlerin önderliğinde (Almanya, Japonya, Brezilya, Hindistan, Türkiye, İtalya, Güney Kore gibi) BM’ye alternatif bir 3. Nesil teşkilatın kurulması gündeme gelebilir. Bu senaryo şu aşamada gerçekleşmesi uzak görülse de güvenlik konseyinin yapısında bir değişiklik olmaması durumun da veya orantısız temsil sorunu çözülmezse söz konusu bu güçler belki diğer daimi üyelerden bazılarını örneğin Rusya ve Çin’i de aralarına alarak BM
teşkilatına alternatif bir örgüt kurabilir.

Sonuç:

Dünya siyasi tarihinde evrensel anlamda, dünya devletlerini kendi bünyesinde toplayan ilk siyasi örgüt olan Birleşmiş Milletlerin temel kuruluş nedeni, uluslararası barış ve güvenliğin sağlanmasıdır. İkinci Dünya Savaşında insanlığın yaşadığı büyük yıkım ve acıların bir daha tekrarlanmaması için dünya halklarının tümünü kapsayacak bir örgüt gereksinimi doğmuş ve savaştan galip çıkan devletlerin önderliğinde, bugünkü bilinen yapısıyla BM teşkilatı kurulmuştur. Kuruluşundan hemen sonra, dünyanın siyasal olarak iki kutuplu bir yapıya
dönüşmesi nedeniyle, soğuk savaş yıllarında BM kendisinden beklenen görevleri ve liderliği istenildiği ölçüde yerine getirememiştir. Ancak yine de sömürge altında bulunan devletlerin bağımsız olmalarını kolaylaştırmak, uluslararası hukuk kurallarının yerleşmesine yardımcı olmak, dünya devletleri arasında daimi bir diyalog sağlayan ortak bir platform olmak gibi önemli işlevleri de yerine getirmiştir. Bir başka deyişle tüm devletleri bir arada toplayan bir çatı vazifesi görmüştür ve günümüzde de hala bu işlevini sürdürmektedir.

  BM’nin kuruluşundan günümüze kadar geçen yaklaşık 70 yıllık süre incelendiğin de teşkilatın bazı alanlarda büyük başarı elde ederken bazı alanlarda özellikle de uluslararası güvenlik sorunlarının çözümü ve dünyada barış sağlama noktasında büyük başarısızlıklar elde etmiştir.

Kuşkusuz güvenlik gibi ciddi konularda teşkilatın başarısız olmasında en önemli sebeplerden biri teşkilatın çekirdeği konumunda yer alan güvenlik konseyi ve bu konseyde yer alan ayrıcalıklı konumda bulunan diğer üye devletlerden “daha eşit ve daha egemen” olan daimi üyelerin varlığıdır. Öyle ki bu üyeler sahip oldukları veto yetkisi sayesinde güvenlik ve barış tesis etme noktasında diğer devletler adına karar alırken barış ve adalet gibi felsefisoyut kavram ve değerleri göz önünde bulundurarak değil; tam tersine, öncelikle kendi ulusal çıkarlarını düşünerek karar verdikleri görülmektedir. Bu sebeple tıpkı günümüzde
olduğu gibi birçok sorun geçmişte de bir türlü çözülememiştir. Yaşanan tecrübeler BM gibi tarihin en büyük küresel organizasyonunun işlerliğinin öncelikle Güvenlik Konseyinin daimi üyelerinin tutumlarına ve diğer üye devletlerin yaklaşımlarına bağlı olduğunu göstermektedir.
   Böyle bir organizasyonun uluslararası güvenlik sorunlarında daha aktif ve adilane rol oynayabilmesi için Güvenlik Konseyi daimi üyelerinin ayrıcalıklarının Genel Kurul tarafından dengelenebilir bir yapıya kavuşturulması kaçınılmaz görünmektedir.

Bu nedenle geçmişte olduğu gibi BM teşkilatına yöneltilen eleştirilerin odağında güvenlik konseyi ve konseyin ayrıcalıklı konumda bulunan daimi üyeleri ABD, İngiltere, Fransa, Rusya Federasyonu ve Çin Halk Cumhuriyeti yer almaktadır. Her ne kadar 2. Dünya Savaşı sonrası dünyadaki siyasi dengelerin korunması amacıyla realist bir bakış açısıyla oluşturulan bu daimi üyelik sistemi o dönem için dünyadaki güç dengelerini yansıtsa da günümüz şartlarında bu devletlerden İngiltere, Fransa ve Rusya’nın dünya siyasetinde ağırlıkları azalmış durumdadır. Öyle ki bugün Almanya ve Japonya’nın ekonomik ve siyasi gelişmişlik düzeyleri bu devletlerden daha fazladır. Bu bakımdan söz konusu daimi üyelerin günümüz
dünyasında güç dengelerini yansıttığı söylenemez.

   Güvenlik Konseyi’nin en çok eleştiri alan ve en çok reform edilmesi istenen başlıca 2 alan bulunmaktadır. 
Bunlar:
Daimi Üyeler Arasında Oybirliği esasına göre karar alınması ve Veto Yetkisi’nin ulusal çıkarlara göre kullanılması: Buna göre güvenlik konseyi kararlarını daimi üyelerin veto hakkını kullanmamaları şartıyla ve 2/3 çoğunlukla almaktadır. Yani bugün için 15 üyeli güvenlik konseyinde bir karar çıkabilmesi için aranan çoğunluk 9/15’tir. Esasında söz konusu oran teknik olarak doğru olsa da asıl eleştiri daimi üyelerin gösterdikleri tavırdan kaynaklanmaktadır. Çünkü daimi üyeler ulusal çıkarları söz konusu olduğunda, konu dünya barışını ilgilendirse bile adım atmamakta ve BM’ye de adım attırmamaktadır. Bir başka deyişle daimi üyeler sorunları kendileri çözmediği gibi veto yetkileri sayesinde komple
BM teşkilatını da kilitlemek suretiyle diğer devletlerin sorunu çözmelerini de
engellemektedir.109 Zira BM güvenlik konseyi kararı olmadan bir ülkenin başka bir ülkedeki bir soruna askeri güç kullanarak müdahale etmesi uluslararası hukuk açısından meşru görülmemekte müdahaleyi yapan devletin uluslararası kamuoyunda prestij kaybetmesine neden olmaktadır. Elbette bu durum güçlü devletler açısından bir sorun teşkil etmemektedir.

Örneğin ABD’nin 20 Mart 2003’te güvenlik konseyi kararı olmadan Irak’ı vururken eli kolu bağlı, sessizce bekleyip, hiç bir karar alamaması BM bu tavrıyla; İtalya Habeşistan’ı ve Japonya Mançurya’yı işgal ederken sessiz kalan Milletler Cemiyeti’nin konumuna düşmüştür.

  Daimi Üyelerin BM Teşkilatı İçinde Orantısız Ağırlığa Sahip Olması: BM ilk
kurulduğunda 51 devlet teşkilat içinde yer alıyordu. Bu dönemde daimi üye sayısı bu devletler için yeterli olarak görülse de günümüzde BM’ye üye devlet sayısı 193’e ulaşmıştır. Bir başka deyişle BM’nin kapasitesi kuruluşuna göre yaklaşık 4 kat artmıştır. Toplam üye sayısı artarken daimi üyelerin sayısının artmamış olması açıkçası daimi üyelerin saygınlığını daha da katmerli hale getirmiştir. Zira bu üyelerin sahip olduğu veto yetkisi tüm üyelerin üzerinde
uzlaştığı bir kararın alınmasını engelleyebilmektedir. Veto imtiyazı kullanılmasa bile bu yetkiyi kullanma tehdidinin yapılması dahi, Konsey’den geçecek kararların daimi ülkelerin istediği formata çekilmesine yetmektedir. Veto yetkisi, BM Genel Sekreterinin seçilmesi ve BM Antlaşmasının değiştirilmesi gibi kritik meselelerde de devreye girmektedir. Bu durum, beş daimi üyenin tüm BM teşkilatı üzerinde orantısız bir ağırlığa ve güce sahip olması sonucunu doğurmuştur.

   Güvenlik konseyine getirilen bu eleştirilerin kuşkusuz haklılık payı yüksektir. Bu nedenle dünya siyasetinde halihazırda gerek ekonomik gerekse siyasi olarak belirli bir konumda olan başta G-4 ülkeleri olarak ifade edilen Almanya, Japonya, Hindistan ve Brezilya gibi ülkeler BM teşkilatının yeni daimi üyeleri olmak için büyük çaba göstermektedirler. Bunun dışında Türkiye’ninde içinde bulunduğu sayıları 50’den fazla olan Oydaşma İçin Birlik Grubu üyeleri de daimi üye sayısının arttırılmasından çok veto sisteminin kısıtlanması ve kararların
konseydeki üyelerin çoğunluğuna göre alınmasını önermektedir. Bunun dışında Afrika Grubu olarak adlandırılan devletler ise, Güvenlik Konseyi’nin ağırlıklı gündeminin Afrika ülkeleri olmasına rağmen Afrika kıtasının Konsey’de yeterli oranda temsil edilmediğini ve en az 2 daimi üyeliğin kendilerine verilmesi gerektiğini savunmaktadır. Zira BM içinde üye devlet sayısı bakımından ilk sırada olmasına rağmen daimi üyelik dışında bırakılması dünya barışına hizmet etmemektedir.110 
   Diğer bir konu da daimi üyeler arasında Müslüman bir ülkenin olmayışıdır. Dört Hıristiyan ve bir de Taoist ve Budist ülkenin olduğu küçük ve etkili bu
masada Müslüman dünyasından bölgesel güce ulaşmış, demokratik değerleri benimsemiş ve bölgesel sorunlara çözüm arayan bir ülkenin yer alması gereklidir.
Tüm bu eleştiriler ve reform talepleri uzun yıllardan beri dile getirilse de değişim taleplerine karşı direnç gösterenlerin savundukları argüman üye sayısının artmasının ya da değişime uğratılmasının kaosa sebebiyet vereceğidir. Çünkü üye sayısının artması karar alınmasını daha da zorlaştıracaktır zira 5 daimi üye arasında bile karar almak zorken 9 veya 15 daimi üye arasında karar almak daha zor hale gelecektir denilmektedir. Bu sorunu aşmak bazı ülkelerce
önerilen reformlardan biri veto yetkisinin sınırlandırılması ya da kaldırılması 
Bu öneriler arasında, bir kararın geri çevrilmesi için en az iki ya da üç daimi üyeden veto görmesi ya da veto hakkının kullanılabileceği konuların sınırlandırması teklifleri bulunmaktadır.

Bu sınırlandırma konusunda en hayati husus ise, üçte iki çoğunlukla BM Şartında yapılacak değişikliklerde veto kartının kullanılamamasının sağlanmasıdır. Bunun yapılabilmesi için de bu yönde alınacak bir değişiklik kararının mevcut daimi üyelerce veto edilmemesi gereklidir.

BM Antlaşmasında değişiklik yapılmasını gerektiren bu isteklerin nasıl karşılanabileceği ise yine BM Şartında düzenlenmiştir. Bunun için Genel Kurul’un nitelikli onayının (üçte iki oy çokluğu) alınması ve 5 daimi üyenin bunu veto etmemesi gereklidir. Tabii burada veto kartını elinde tutan daimi üyelerin pozisyonları ve ne diyecekleri önem kazanmaktadır. ABD, Japonya ve Hindistan’ın daimi üyeliğine razı olabileceğini ve az sayıda da olsa geçici
üyeliklerin artabileceğini düşünmektedir. Fransa ve İngiltere ise G-4’ün daimi üyeliğini desteklemekte ve Konseyin sayısal anlamda özellikle birkaç Afrika ülkesini de içine alacak şekilde genişlemesine sıcak bakmaktadır. Rusya ve Çin ise Hindistan’ın daimi üyeliğini desteklediklerini açıklamışlardır.111

  2009 yılında Fransa ve İngiltere soruna ara bir çözüm bulmak için ilginç bir öneride bulunmuşlardır. Buna göre; Konsey’in daimi üyeliğine aday ülkelerin Konsey’de belirli bir deneme sürecine alınması ve bu sürecin sonunda yapılacak değerlendirmenin ardından daimi üyelikleri hakkında bir karar verilmesidir. Bu önerinin altında yatan düşünce, yükselen taleplerin kısmen de olsa karşılanması ve daimi üyeliğe istekli ülkelerin performansının daimi üye yapılmadan önce gözlenmesidir.

Güvenlik Konseyi’nin meşruiyet ve güvenilirlik sorunu ile anti-demokratik yapısı her geçen gün daha yüksek sesle tartışılmakta ve önümüzdeki dönemde de tartışılmaya devam edecektir.

Aslında problemin çözümü için yeterli sayıda öneri ve görüşler de bulunmaktadır. Ancak bulunmayan tek şey, bunun için gerekli olan yeterli istek ve iradedir. Mevcut statükonun devam etmesini kendi ulusal çıkarları için daha uygun gören daimi üyelerin tutumu, bu iradenin oluşmasının önündeki en büyük engeldir. Bu ayrıcalıklı pozisyonlarıyla dünya siyasetinde belirleyici rol oynamaya devam etmek ve bu imtiyazlı alanı, gelişmekte olan dünyayla paylaşmamak için çaba göstermektedirler. Ancak, gelişen ve değişen dünyanın, 2. Dünya Savaşından sonra belirlenen ve dünya barışının tesisine yeterli katkıyı sağlamaktan
uzak bu güç dengesine etki etmesi ve onu değiştirmesi kaçınılmazdır Gelinen noktada, BM sistemini hem şekil hem de görevler bakımından yeniden tanımlamak için BM Antlaşmasının değiştirilmesi artık kaçınılmaz bir hal almıştır. Böyle bir durumda ise, pandoranın kutusu açılacağından, üçüncü nesil bir Evrensel Örgütün hangi temel değerlere göre kurulacağı ve özellikle de kimin çıkarının, nasıl temsil edileceğine ilişkin tartışmalar bitmek bilmeyecektir. 

BM teşkilatı belki hiçbir zaman resmen feshedilmeyecektir; ama dünya politikasında oynadığı rol azaldıkça, ağırlığı ve işlevleri değişecek, merkez olma
özelliğini de yitirebilecektir. Ne yazık ki, BM’nin işlevsizleştirildiği bir ortamda,
dünyanın değişik bölgelerindeki pek çok potansiyel kriz noktasında barışı korumak ve tansiyonu düşürmek de artık kolay olmayacaktır. Bunun anlamı ise 21. yüzyılın belirsizliklerle dolu olması demektir.

Kaynakça

Alvarez, José E., “International Organizations: Then and Now”, The American Journal of International Law, Cilt. 100, No. 2, 2006, ss.324–347

Birdişli, Fikret, “Birleşmiş Milletler (BM)’in Uluslararası Sorunları Önleyebilme Yeteneği”, Uluslararası Sosyal Araştırmalar Dergisi, Cilt.3, No.11, 2010, s.178, ss.172- 182

Bozkurt, Enver, Birleşmiş Milletler Sisteminde Kuvvet Kullanımı, Ankara, Nobel Yayıncılık,2003, s.31

Chan, Steve, “Power, Satisfaction and Popularity A Poisson Analysis of UN Security Council Vetoes”, Cooperation and Conflict, Cilt.38, No.1,2003, ss.339–359

Chesterman, Simon, “Legality Versus Legitimacy: Humanitarian Intervention, the Security Council, and the Rule of Law”, Security Dialogue, Cilt.33, No.3, 2002, ss. 293-307

Çalış, Şaban ve Erdem Özlük, “Uluslararası İlişkiler Tarihinin Yapısökümü: İdealizm- Realizm Tartışması”, Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, No. 18, 2007, ss.225–243

Çalış, Şaban ve Kürşat Kan, Uluslararası Örgütler ve Türkiye, Konya, Çizgi Kitapevi, 2006, s.54

Franck, Thomas M., “What Happens Now? The United Nations After Iraq", The American Journal of International Law, Cilt. 97, No.3, 2007, ss. 607–620

Franck, Thomas M. “The Power of Legitimacy and the Legitimacy of Power: International Law in an Age of Power Disequilibrium”, The American Journal of International Law, Cilt. 100, No. 1, 2006, ss. 88–106

Fromuth, Peter J., “The Making of a Security Community: The United Nations after the Cold War”, Journal of International Affairs, Cilt. 46, No.2, 1993, s. 341, ss.341 – 366

Genç, Mehmet, Birleşmiş Milletler ve Uzmanlık Örgütleri Mevzuatı Cilt 1, Bursa, Ezgi Kitapevi, 1999, s.131–144

Goulding, Marrack, “Globalization and the United Nations: New Opportunities, New Demands”, International Relations, Cilt. 14, No.4, s.62, ss.55–62
Hulsroj, Peter, “The Legal Function of the Security Council”, Chinese Journal of
International Law, Cilt. 1, No.1, 2002, s.63, ss.59–93.

Hurd, Ian, “Of Words and Wars: The Security Council’s Hard Life Among the Great Powers”, Seton Hall Journal of Diplomacy and International Relations, Cilt. 5, No.1, 2004, ss. 69–76

Karns, Margeret P. and Karen A. Mingst, “Peacekeeping and the Changing Role of the United Nations: Four Dilemmas”, United Nations Peacekeeping Operations: Ad Hoc Missions, Permanent Engagement, Ramesh Thakur and Albrecht Schnabel (eds.), Tokyo and New York, United Nations University Press, 2001, ss. 215 –237

Laurenti, Jeffrey, “Reforming the Security Council: What American Interests?”, UNA-USA Occasional Paper Series, No. 3, 1997, s. 6

Maitland, Donald, “International Order in the Twenty-First Century: the Role of the United Nations”, International Relations, Cilt. 95, No.6, 1999, ss.53–62

Makinda, Samuel M., “The United Nations and State Sovereignty: Mechanism for Managing International Security”, Australian Journal of Political Science, Cilt. 33, No.1, 1998, ss.101– 115

Morris, Justin, “UN Security Council Reform A Counsel for the 21st Century”, Security Dialogue, Cilt.33, No.3, 2000, ss.265 – 277

Olcay, H. Bülent ve Tarık Olcay, “Dış Politika Araçları”, Değişen Dünyada Uluslararası İlişkiler, İdris Bal (Ed.), Ankara, Lalezar Kitapevi, ss. 209 – 223

Pazarıı, Hüseyin, Uluslararası Hukuk Dersleri Cilt 2, Ankara, Turhan Kitapevi, 1998.

Prodl, Karin, “The Reform of the Security Council” United Nations: Law and Practice, Franz Cede (Eds.), Leiden, Brill, 2001, s. 303

Sarooshi, Danesh, The United Nations and the Development of Collective Security: The Delegation by the UN Security Council of Its Chapter VII Powers, Oxford, Oxford University Press, 2000.

Saul, Ben, “Definition of Terrorisim in the UN Security Council: 1985–2004”, Chinese Journal of International Law, Cilt. 4, No. 1, 2005, ss. 141–166
Taubman, Jarrett, “Towards A Theory Of Democratic Compliance: Security Council Legitimacy and Effectiveness After Iraq”, International Law and Politics, Cilt. 37. No.3, 2004, ss. 161 – 224

Voeten, Erik, “Outside Options and the Logic of Security Council Action”, American Political Science Review, Cilt. 95, No. 4, 2001, ss. 845 – 858

Artık, Merve Bayrakçı, Silah Ticareti Yapan Ülkelerin Yüzde 70 BM Üyesi,
http://www.timeturk.com/tr/2012/05/24/silah-ticareti-yapan-ulkelerin-yuzde-70-bmüyesi.html , (Erişim Tarihi:02.10.2013)
Assessment of Member States' contributions to the United Nations Regular budget for 2013,
http://www.un.org/ga/search/view_doc.asp?symbol=A/RES/67/238, (Erişim

Tarihi:01.10.2013)

Atwood, David and Fred Tanner, “The UN Peacebuilding Commission and InternationalGeneva”,Disarmament Forum, http://www.unidir.org/files/publications/pdfs/thepeacebuilding-
commission-en-331.pdf, (Erişim Tarihi:27.09.2013)

Axworthy, Lloyd, Vetoes Underline Need to Reform UN, 08.02.2012,
http://www.globalpolicy.org/security-council/security-council-as-an-institution/the-power-ofthe-veto-0-40/general-analysis-on-the-security-council-veto/51283-vetoes-underline-need-toreform-un.html, (ErişimTarihi:05.10.2013)

Bakır, Bahar, Birleşmiş Milletler Örgütü’nde Sancılı Reform Süreci, 21.07.2005,
http://tasam.org/trTR/Icerik/285/birlesmis_milletler_orgutunde_sancili_reform_sureci, (Erişim Tarihi:03.10.2013)

Barringer, Felicity, Iraq Crisis Casts Doubts On Future Power of UN, New York Times, 09.03.2003, http://www.nytimes.com/2003/03/09/world/threats-and-responses-diplomacyiraq-
crisis-casts-doubts-on-future-power-of-un.html, (Erişim Tarihi:05.10.2013)
BM’nin Yapısı Tartışılıyor, 26.09.2013, http://www.gazete5.com/haber/bm-nin-yapisitartisiliyor- 362828, (Erişim Tarihi:04.10.2013)

Caron, David D. “The Legitimacy of the Collective Authority of the Security Council”, The American Journal of International Law, Cilt. 87. No.4,1993, ss. 552–588,
http://scholarship.law.berkeley.edu/cgi/viewcontent.cgi?article=2642&context=facpubs,
(Erişim Tarihi:02.10.2013)

Changing Patterns in the Use of the Veto in The Security Council,
http://www.globalpolicy.org/images/pdfs/Changing_Patterns_in_the_Use_of_the_Veto_as_of
_August_2012.pdf , (Erişim Tarihi:01.10.2013)

Christianity by Country, http://en.wikipedia.org/wiki/Christianity_by_country, (Erişim Tarihi:05.10.2013)

Çakmak, Cenap, BM ve Bosna Soykırımı, 18.07.2008,
http://www.bilgesam.org/tr/index.php?option=com_content&view=article&id=167
(Erişim Tarihi: 27.09.2013)

Dünya, 5 Tane Daimi Üyenin İki Dudağının Arasına Bırakılamaz, 25.09.2013,
http://www.turkishny.com/headline-news/2-headline-news/134030-dunya-5-tane-daimiuyenin-
iki-dudaginin-arasina-birakilamaz#.Uk29MX_uoXs (Erişim Tarihi:05.10.2013)

Ertan, Fikret, Ruanda Katliamı, 10.04.2004, http://www.zaman.com.tr/fikret-ertan/ruandakatliami_
35459.html (Erişim Tarihi: 27.09.2013)
Financing Peacekeeping,
http://www.un.org/en/peacekeeping/operations/financing.shtml , (Erişim Tarihi:01.10.2013)

Güvenlik Konseyinde Reform İhtiyacı,
http://www.sde.org.tr/tr/haberler/1638/guvenlik-konseyinde-reform-ihtiyaci.aspx#, (Erişim Tarihi:05.10.2013)

List of Sovereign States in 1945,
http://en.wikipedia.org/wiki/List_of_sovereign_states_in_1945 , (Erişim Tarihi:01.10.2013)

Martens, Jens, The Reform of the UN Economic and Social Council (ECOSOC): A Never- Ending Story?, http://www.globalpolicy.org/social-and-economic-policy/social-andeconomic-
policy-at-the-un/reform-of-ecosoc-and-the-social-and-economic-policy-process-atthe-
un/47509.html (Erişim Tarihi:05.10.2013)
Members of the General Assembly,
http://www.un.int/wcm/webdav/site/gmun/shared/documents/GA_regionalgrps_Web.pdf, (Erişim Tarihi: 26.09.2013)

Oil-for-food chief ' took bribes, http://news.bbc.co.uk/2/hi/middle_east/4131602.stm (Erişim

Tarihi:27.09.2013)

Reform of the United Nations Security Council,
http://en.wikipedia.org/wiki/Reform_of_the_United_Nations_Security_Council,
(Erişim Tarihi:04.10.2013)

Reform Şart, 26.09.2013,
http://www.aksam.com.tr/siyaset/reform-sart/haber-247872 (Erişim Tarihi:04.10.2013)

Religion in China, http://en.wikipedia.org/wiki/Religion_in_China,
(Erişim Tarihi:05.10.2013)
Report of the High-level Panel on Threats, Challenges and Change, A/RES/59/565, s.67,
http://www.globalpolicy.org/images/pdfs/1202report.pdf , (Erişim Tarihi:03.10.2013)

Security Council - Veto List,
http://www.un.org/depts/dhl/resguide/scact_veto_en.shtml, (Erişim Tarihi:01.10.2013)

Swart, Lydia, Revitalization of The Work of The General Assembly,
http://www.globalpolicy.org/images/pdfs/04revitalization.pdf , (Erişim Tarihi:05.10.2013)

UN General Assembly Resolution, A/RES/1991 (XVIII), Question of equitable representation
on the Security Council and the Economic and Social Council, Adopted in 17 December
1963,
http://www.un.org/ga/search/view_doc.asp?symbol=A/RES/(1991)&Lang=E&Area=RESOL
UTION (Erişim Tarihi: 26.09.2013)

United Nations Millennium Declaration, A/RES/55/2,
http://www.undemocracy.com/A-RES-55-2.pdf , (Erişim Tarihi:03.10.2013)
United Nations Regional Groups,
http://en.wikipedia.org/wiki/United_Nations_Regional_Group, (Erişim Tarihi: 26.09.2013)

Uniting for Consensus, http://en.wikipedia.org/wiki/Uniting_for_Consensus,

(Erişim Tarihi:04.10.2013)


BU BÖLÜM DİPNOTLARI;

43 Danesh Sarooshi, The United Nations and the Development of Collective Security: The Delegation by the UN Security Council of Its Chapter VII Powers, Oxford, Oxford University Press, 2000, s. 1–15
44 UN General Assembly Resolution, A/RES/1991 (XVIII), Question of equitable representation on the Security Council and the Economic and Social Council, Adopted in 17 December 1963,
http://www.un.org/ga/search/view_doc.asp?symbol=A/RES/(1991)&Lang=E&Area=RESOLUTION
(Erişim Tarihi: 26.09.2013)
45 Karin Prodl, “The Reform of the Security Council” United Nations: Law and Practice, Franz Cede (Eds.), Leiden, Brill, 2001, s. 303
46 United Nations Regional Groups, http://en.wikipedia.org/wiki/United_Nations_Regional_Group
(Erişim Tarihi: 26.09.2013)
47 Burada bir parantez açmak gerekirse daimi üyelerden ABD kendisini herhangi bir bölgesel grup içinde tanımlamamıştır. Ancak toplantılarda Batı Avrupa ve diğer devletler grubuna katıldığından dağılımda bu şekilde gösterilmiştir. Bkz. Members of the General Assembly,
http://www.un.int/wcm/webdav/site/gmun/shared/documents/GA_regionalgrps_Web.pdf (Erişim Tarihi: 26.09.2013)
48 Ancak burada istisnai bir durum olarak BM Antlaşmasının 6. Bölüm ve 52. maddenin 3. fıkrası hükümlerince alınan kararlarda uyuşmazlığa taraf olan güvenlik konseyi üyesi devlet oylamalara katılamaz
49 Hüseyin Pazarcı, Uluslararası Hukuk Dersleri Cilt 2, Ankara, Turhan Kitapevi, 1998, s.143
50 Mehmet Genç, Birleşmiş Milletler ve Uzmanlık Örgütleri Mevzuatı Cilt 1, Bursa, Ezgi Kitap evi, 1999, s.131– 144
51 Söz konusu 47. Madde incelendiğinde uluslararası barış ve güvenliğin korunması, güvenlik konseyinin buyruğu altına konulan kuvvetlerin kullanılması ve yönetilmesi, silahsızlanmanın düzenlenmesi ve muhtemel bir silahsızlanmanın gerçekleştirilmesi için Konseye gerekli olan askeri ihtiyaçlara ilişkin her konuda güvenlik konseyine danışmanlık yapacak ve ona yardımcı olacak bir Askeri Kurmay Komitesi kurulacaktır.
52 Fikret Birdişli, “Birleşmiş Milletler (BM)’in Uluslararası Sorunları Önleyebilme Yeteneği”, Uluslararası Sosyal Araştırmalar Dergisi, Cilt.3, No.11, 2010, s.178, ss.172- 182
53 Cenap Çakmak, BM ve Bosna Soykırımı, 18.07.2008,
http://www.bilgesam.org/tr/index.php?option=com_content&view=article&id=167 (Erişim Tarihi: 27.09.2013)
54 Fikret Ertan, Ruanda Katliamı, 10.04.2004, 
http://www.zaman.com.tr/fikret-ertan/ruanda-katliami_35459.html (Erişim Tarihi: 27.09.2013)
55 Peter Hulsroj, “The Legal Function of the Security Council”, Chinese Journal of International Law, Cilt. 1, No.1, 2002, s.63, ss.59–93
56 Şaban Çalış, Erdem Özlük, “Uluslararası İlişkiler Tarihinin Yapısökümü: İdealizm-Realizm Tartışması”, Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, No. 18, 2007 s. 229–231.
57 José E. Alvarez, “International Organizations: Then and Now”, The American Journal of International Law, Cilt. 100, No. 2, 2006, s. 325.
58 Samuel M. Makinda, “The United Nations and State Sovereignty: Mechanism for Managing International Security”, Australian Journal of Political Science, Cilt. 33, No.1, 1998, s. 105.
59 Jeffrey Laurenti, “Reforming the Security Council: What American Interests?”, UNA-USA Occasional Paper Series, No. 3, 1997, s. 6
60 Ben Saul, “Definition of Terrorisim in the UN Security Council: 1985–2004”, Chinese Journal of International Law, Cilt. 4, No. 1, 2005, s. 145.
61 Peter J. Fromuth, “The Making of a Security Community: The United Nations after the Cold War”, Journal of International Affairs, Cilt. 46, No.2, 1993, s. 341.
62 John Gerard Ruggie, “The United States and the United Nations: Towards a New Realism”, International Organization, Cilt. 39, No. 2, 1985, s. 343–356.
63 Andrea Bianchi, “Assessing the Effectiveness of the UN Security Council’s Anti-Terrorism Measures: The Quest for Legitimacy and Cohesion”, The European Journal of International Law, Cilt. 17, No. 5, 2007, s. 887.
64 James S. Sutterlin, The United Nations and Maintanance of International Security: A Challange to Be Met, New York, Preager, 1995, s.5
65 United Nations Security Council Resolution 687, S/RES/687, 03.04.1991, http://daccess-ddsny.
un.org/doc/RESOLUTION/GEN/NR0/596/23/IMG/NR059623.pdf?OpenElement (Erişim Tarihi:27.09.2013)
66 Richard W. Conroy et all, The Sanctions Decade: Assessing UN Strategies in the 1990’s, New York, Lynne Rienner, 2000, s.1–3
67 Yonatan Lupu, “Rules, Gaps and Power: Assessing Reform of the UN Charter”, Berkeley Journal of International Law, Cilt.24, No. 3, 2006, s.885, ss. 880 – 907
68 Şaban Çalış ve Kürşat Kan, Uluslararası Örgütler ve Türkiye, Konya, Çizgi Kitapevi, 2006, s.54
69 Enver Bozkurt, Birleşmiş Milletler Sisteminde Kuvvet Kullanımı, Ankara, Nobel Yayıncılık, 2003, s.31
70 H. Bülent Olcay ve Tarık Olcay, “Dış Politika Araçları”, Değişen Dünyada Uluslararası İlişkiler, İdris Bal (Ed.), Ankara, Lalezar Kitapevi, s.210, ss. 209 – 223
71 Oil For Food Programı çok eleştirilmesinin yanı sıra yolsuzluk iddialarıyla da karşılanmıştır. Varlığı sırasında Iraklı yöneticilerin ve ilgili Birleşmiş Milletler personelinin yolsuzluk yapmakta olduğu iddialar öne sürülmüştür. Programın başındaki Benon Sevan yolsuzluk iddialarına karşı çıkmış ve Çoğu Iraklının muhtaç olduğu gıdanın sağlandığını belirterek eleştirilere kulak tıkamıştır. Irak’ın işgalinin ardından ortaya çıkan belgeler ve yeni bilgiler ışığında BM teşkilatına ve genel sekreter Kofi Annan’a suçlamalar yöneltilmiş, haksız kazanç sağlanıldığı öne sürülmüştür. Programdaki yolsuzlukları araştıran Paul Volcker Komisyonu raporuna göre Irak’a satılan gıda maddeleri değerinin üzerinde bedel gösterilen ve tüketime uygun olmayan maddelerden oluşmaktaydı. Sevan’ın program süresince 150 bin dolar rüşvet aldığı da iddia edilmektedir. Bkz. Oil-for-food chief ' took bribes, http://news.bbc.co.uk/2/hi/middle_east/4131602.stm (Erişim Tarihi:27.09.2013)
72 David Atwood ve Fred Tanner, “The UN Peacebuilding Commission and International Geneva”, Disarmament
Forum, http://www.unidir.org/files/publications/pdfs/the-peacebuilding-commission-en-331.pdf (Erişim Tarihi:27.09.2013)
73 Changing Patterns in the Use of the Veto in The Security Council,
http://www.globalpolicy.org/images/pdfs/Changing_Patterns_in_the_Use_of_the_Veto_as_of_August_2012.pdf  (Erişim Tarihi:01.10.2013)
74 1946–2012 yılları arasında verilen toplam 271 veto içinde 59’u BM’ye üye olmak için başvuran yeni devletlerin kabulünü engellemek için verilirken 43 veto ise Genel Sekreterlik aday gösterilenlerin kişilerin adaylıklarını engellemek için verilmiştir.
75 Security Council - Veto List, http://www.un.org/depts/dhl/resguide/scact_veto_en.shtml (Erişim Tarihi:01.10.2013)
76 Ian Hurd, “Of Words and Wars: The Security Council’s Hard Life Among the Great Powers”, Seton Hall Journal of Diplomacy and International Relations, Cilt. 5, No.1, 2004, s. 70.
77 List of Sovereign States in 1945, http://en.wikipedia.org/wiki/List_of_sovereign_states_in_1945  (Erişim Tarihi:01.10.2013)
78 Marrack Goulding, “Globalization and the United Nations: New Opportunities, New Demands”, International Relations, Cilt. 14, No.4, s.62.
79 Erik Voeten, “Outside Options and the Logic of Security Council Action”, American Political Science Review, Cilt. 95, No. 4, 2001, s.845.
80 Simon Chesterman, “Legality Versus Legitimacy: Humanitarian Intervention, the Security Council, and the Rule of Law”, Security Dialogue, Cilt.33, No.3, 2002, s. 303.
81 Donald Maitland, “International Order in the Twenty-First Century: the Role of the United Nations”, International Relations, Cilt. 95, No.6, 1999, s. 53 – 55.
82 Justin Morris, “UN Security Council Reform A Counsel for the 21st Century”, Security Dialogue, Cilt.33, No.3, 2000, s.266.

83 Assessment of Member States' contributions to the United Nations Regular budget for 2013,
http://www.un.org/ga/search/view_doc.asp?symbol=A/RES/67/238 (Erişim Tarihi:01.10.2013)
84 Financing Peacekeeping, http://www.un.org/en/peacekeeping/operations/financing.shtml
(Erişim Tarihi:01.10.2013)

85 Jarrett Taubman, “Towards A Theory Of Democratic Compliance: Security Council Legitimacy and Effectiveness After Iraq”, International Law and Politics, Cilt. 37. No.3, 2004, s.191–196.
86 Steve Chan, “Power, Satisfaction and Popularity A Poisson Analysis of UN Security Council Vetoes”, Cooperation and Conflict, Cilt.38, No.1,2003, s.341.
87 Thomas M. Franck, “The Power of Legitimacy and the Legitimacy of Power: International Law in an Age of Power Disequilibrium”, The American Journal of International Law, Cilt. 100, No. 1, 2006, s.9

88 David D. Caron, “The Legitimacy of the Collective Authority of the Security Council”, The American Journal of International Law, Cilt. 87. No.4,1993, s.558–562, ss. 552 – 588
http://scholarship.law.berkeley.edu/cgi/viewcontent.cgi?article=2642&context=facpubs,
(Erişim Tarihi:02.10.2013)
89 Margeret P. Karns and Karen A. Mingst, “Peacekeeping and the Changing Role of the United Nations: Four Dilemmas”, United Nations Peacekeeping Operations: Ad Hoc Missions, Permanent Engagement, Ramesh Thakur and Albrecht Schnabel (eds.), Tokyo and New York, United Nations University Press, 2001, s.228.
90 Söz konusu bu sıralamada 5. sırada Almanya bulunurken Çin 6. sırada yer almaktadır.
91 Merve Bayrakçı Artık, Silah Ticareti Yapan Ülkelerin Yüzde 70 BM Üyesi,
http://www.timeturk.com/tr/2012/05/24/silah-ticareti-yapan-ulkelerin-yuzde-70-bm-uyesi.html  (Erişim Tarihi:02.10.2013)
92 United Nations Millennium Declaration, A/RES/55/2, http://www.undemocracy.com/A-RES-55-2.pdf  (Erişim Tarihi:03.10.2013)
93 Bahar Bakır, Birleşmiş Milletler Örgütü’nde Sancılı Reform Süreci, 21.07.2005
http://tasam.org/tr-TR/Icerik/285/birlesmis_milletler_orgutunde_sancili_reform_sureci (Erişim

Tarihi:03.10.2013)
94 Report of the High-level Panel on Threats, Challenges and Change, A/RES/59/565, s.67,

http://www.globalpolicy.org/images/pdfs/1202report.pdf   (Erişim Tarihi:03.10.2013)
95 Report of the High-level Panel on Threats, Challenges and Change, A/RES/59/565, s.68,

http://www.globalpolicy.org/images/pdfs/1202report.pdf (Erişim Tarihi:03.10.2013)
96 191 Üyeli Genel Kurulda Karar kabul edilmesi için 128 ülkenin desteğinin alınması gerekmektedir. 193 Üye için ise en az 129 oy gereklidir.
97 BM’nin Yapısı Tartışılıyor, 26.09.2013, http://www.gazete5.com/haber/bm-nin-yapisi-tartisiliyor-362828 (Erişim Tarihi:04.10.2013)
98 Reform of the United Nations Security Council,
http://en.wikipedia.org/wiki/Reform_of_the_United_Nations_Security_Council (Erişim Tarihi:04.10.2013)
99 Uniting for Consensus, http://en.wikipedia.org/wiki/Uniting_for_Consensus (Erişim Tarihi:04.10.2013)
100 Reform Şart, 26.09.2013, http://www.aksam.com.tr/siyaset/reform-sart/haber-247872 (Erişim Tarihi:04.10.2013)
101 Lloyd Axworthy, Vetoes Underline Need to Reform UN, 08.02.2012,
http://www.globalpolicy.org/security-council/security-council-as-an-institution/the-power-of-the-veto-0-
40/general-analysis-on-the-security-council-veto/51283-vetoes-underline-need-to-reform-un.html (Erişim Tarihi:05.10.2013)
102 Dünya, 5 Tane Daimi Üyenin İki Dudağının Arasına Bırakılamaz, 25.09.2013,
http://www.turkishny.com/headline-news/2-headline-news/134030-dunya-5-tane-daimi-uyenin-iki-dudagininarasina-
birakilamaz#.Uk29MX_uoXs (Erişim Tarihi:05.10.2013)
103 Christianity by Country, http://en.wikipedia.org/wiki/Christianity_by_country (Erişim Tarihi:05.10.2013)
104 Religion in China, http://en.wikipedia.org/wiki/Religion_in_China (Erişim Tarihi:05.10.2013)
105 Jens Martens, The Reform of the UN Economic and Social Council (ECOSOC): A Never-Ending Story?,
http://www.globalpolicy.org/social-and-economic-policy/social-and-economic-policy-at-the-un/reform-ofecosoc-
and-the-social-and-economic-policy-process-at-the-un/47509.html (Erişim Tarihi:05.10.2013)
106 Lydia Swart, Revitalization of The Work of The General Assembly,
http://www.globalpolicy.org/images/pdfs/04revitalization.pdf (Erişim Tarihi:05.10.2013)
107 Thomas M. Franck, “What Happens Now? The United Nations After Iraq”, The American Journal of International Law, Cilt. 97, No.3, 2007, s.617.
108 Felicity Barringer, Iraq Crisis Casts Doubts On Future Power of UN, New York Times, 09.03.2003,
http://www.nytimes.com/2003/03/09/world/threats-and-responses-diplomacy-iraq-crisis-casts-doubts-on-futurepower-of-un.html  (Erişim Tarihi:05.10.2013)
109 Örneğin, soğuk savaş döneminde daimi üyelerin de dolaylı ya da doğrudan tarafı olduğu savaşlar ve silahlı çatışmalar, Güvenlik Konseyi’nin sadece izlemekle yetindiği konular olmuştur. Vietnam savaşı, İsrail-Filistin meselesi, Sovyetlerin Afganistan işgali, İngilizlerin Süveyş Kanalı saldırısı, Fransızların kanlı Cezayir işgali ya da Çin’in Kore Savaşındaki tutumu bunun birkaç örneğidir
110 2005 yılında G–4 ülkeleri, Afrika grubunu da yanlarına çekebilmek adına, kendi üyeliklerinin yanında iki Afrika ülkesine de daimi üyelik statüsü verilmesini teklif etmişlerdir.
111 Güvenlik Konseyinde Reform İhtiyacı, 27.09.2011,
http://www.sde.org.tr/tr/haberler/1638/guvenlik-konseyinde-reform-ihtiyaci.aspx# (Erişim Tarihi:05.10.2013)



***

BM GÜVENLİK KONSEYİNİN ULUSLARARASI GÜVENLİK SORUNLARININ ÇÖZÜMÜNDE ROLÜ VE BM TEŞKİLATININ GELECEĞİ. BÖLÜM 4


BM GÜVENLİK KONSEYİNİN ULUSLARARASI GÜVENLİK SORUNLARININ
ÇÖZÜMÜNDE ROLÜ VE BM TEŞKİLATININ GELECEĞİ. BÖLÜM 4



REFORM TALEPLERİ VE BM TEŞKİLATININ GELECEĞİ

BM sistemi elbette sadece güvenlik konseyinden ibaret bir yapı değildir. Ancak
teşkilatın en kilit ve en hayati organı konsey olduğundan güvenlik konseyine karşı artan güvensizlik doğrudan bir bütün olarak BM teşkilatının geleceğini tehdit eder hale gelmiştir. Öyle ki insani kalkınma, çevre, sağlık, bilim kültür, çalışma hayatı hatta turizm alanında bugüne kadar dünya çapında başarılı projeler geliştirip uygulayan ve evrensel değerlerin tüm dünyaya yayılmasında büyük katkısı olan BM teşkilatı güvenlik ve barış tesis etme noktasında özellikle 1990 sonrası dönemde başarısız olmaktadır. Bu durum adeta BM teşkilatının elde ettiği bu başarıların sırf güvenlik konseyinin asıl amacını icra edememesi yani uluslararası sisteme barış ve güvenlik getirememesinden dolayı adeta sıfır ile çarpılmasına neden olmaktadır.

Gelinen noktada güvenlik konseyinin dışında artık BM teşkilatının meşruiyeti ve geleceği artık sorgulanır hale gelmiştir. Şimdi üye devletler kendilerine şu soruları sormaktadırlar, Biz BM’yi neden kurduk? ve Bu teşkilat ne işe yarar. Şüphesiz kollektif güvenliği sağlamak için kurulan bu teşkilat güvenlik konseyinde yaşanan tıkanıklık nedeniyle artık bırakın kollektif güvenlik sağlamayı başlı başına kollektif güvenlik sorunlarının çıkmasına veya var olan mevcut güvenlik sorunlarının artmasına neden olmaktadır.

Bu nedenle 1997 yılında dönemin BM Genel Sekreteri olan Kofi Annan, örgütte ilk yapılacak işin kapsamlı ve etkin bir reform süreci olacağı yönünde beyanatlar vermesiyle birçok reform paketi gündeme gelmiştir. Ancak bu reform paketlerinin çoğu ya çok spesifik bir alanı kapsamıştır ya da üye devletler tarafından kabul görmemiştir. Bu bağlamda 6–11 Eylül 2000 tarihinde gerçekleştirilen Birleşmiş Milletler Milenyum Zirvesi, örgüt sistemi konusunda yeni perspektiflerin ortaya konması gerektiğinin altını çizerken bunun yapılmaması durumunda örgütün geleceğine değil mevcudiyetine yönelik büyük tehlikelerin ortaya çıkacağını
vurgulamıştır. Bu kapsamda ilk olarak 8 Eylül 2000 tarihinde BM Genel kurulunda kabul edilen Milenyum Deklarasyonu ile teşkilatın yeniden yapılanmasına yönelik ilk adımın atıldığını söylemek mümkündür. Temel olarak aşağıda yer alan 8 bölüm ve 32 maddeden oluşan söz konusu deklarasyon 189 üye ülkenin liderleri tarafından kabul edilmiştir.92

Değerler ve Prensipler: Özgürlük, Eşitlik, Dayanışma, Hoşgörü, Doğaya Saygı,
Sorumlulukların paylaşılması alt başlıklarını içeriyordu.

Barış, Güvenlik ve Silahsızlanma
Gelişme ve Fakirliğin yok edilmesi
Ortak Çevrenin Korunması
İnsan Hakları, Demokrasi ve İyi Yönetişim
Savunmasızların Korunması
Afrika’nın Özel İhtiyaçları İçin Toplanılması
BM’nin Güçlendirilmesi
Milenyum Zirvesi bağlamında örgütün yeniden yapılanma sürecinde yol haritası şu şekilde çizilmiştir: 

21. yüzyılın ihtiyaçlarına cevap verebilmek için örgütün gerçek anlamda yapısal
reform sürecine girmesi, üye ülkeler arasında öncelikler konusunda net bir görüş birliğinin sağlanması ve günlük işleyişin daha az müdahaleci bir biçimde denetlenmesi gerekmektedir.
Esasında bu zirvede asıl vurgulanan örgütün nüfuzunun gücünden değil, küresel normların oluşturulması ve sürdürülmesinde oynadığı rolden kaynaklandığının altının çizilmesidir.
Dolayısıyla örgütün hem etkin bir işleyiş göstermesi hem de tartışılmaz bir meşruiyete sahip olması için öncelikle Güvenlik Konseyi reformunu gerçekleştirmek ardından da sivil toplum kuruluşları, özel sektör ve vakıflarla ilişkilerini güçlendirmelidir.93

Bu deklerasyonun bir bakıma devamı olarak BM’nin eski genel sekreteri Kofi Annan’nın 2005 yılında yayımladığı ilerleme raporuyla özellikle güvenlik konseyinin mevcut yapısına yönelik reform alternatiflerini sundu iki model içeren planın kapsamı şu şekildeydi.

Model A:

Daimi üyelik için veto yetkileri olmayan 6 yeni üye devlet ile 2 yıllık dönem için seçilecek olan 3 yeni geçici üyenin konseye katılmasını öngörüyordu. Annan’nın bu modeline göre güvenlik konseyinde toplam 24 üye devlet olacak ve bölgesel dağılımları şu şekilde olacaktı.

Bu tablodan da görüleceği gibi bölgelere göre üye devletler güvenlik konseyinde en azından sayısal olarak eşit olarak temsil edilecekti. Ancak yeni katılacak daimi üyelere veto yetkisinin verilmemesi oldukça ilginçtir. Diğer taraftan Model A’da öngörülen sistemle Afrika’dan bir ve Arap Birliği ülkelerinden bir üye olmak üzere 2 devlet ve bunlara ek olarak ta Almanya, Japonya, Brezilya ve Hindistan'ın da yeni daimi üyeler arasında olmasını kapsıyordu.




Tablo 6: Kofi Annan Tarafından Güvenlik Konseyi’nin Yapısını Değiştirmek İçin Önerilen Model A’ya göre Üye Dağılımı 94

 Model B: 

Daimi üyelik için veto yetkileri olmayan 8 yeni üye devlet ile 2 yıllık dönem için 1
yeni üye devletin seçilmesini öngörüyordu. Ancak bu modelin can alıcı noktası veto yetkileri olmayan 8 yeni devletin 4 yıllık dönüşümle seçilmesini öngörüyordu. Annan’nın bu modeline göre güvenlik konseyinde yine Model A’da olduğu gibi toplam 24 üye devlet olacak ve bölgesel dağılımları şu şekilde olacaktı.




Tablo 7: Kofi Annan Tarafından Güvenlik Konseyi’nin Yapısını Değiştirmek İçin Önerilen Model B’ye göre Üye Dağılımı 95

Her iki model de incelendiğinde esasında güvenlik konseyindeki temel mantığın
değişmediğini söylemek mümkündür. Zira her ne kadar daimi üyelik sistemindeki üye sayısı artsa da bu üyelere veto yetkisinin verilmemesi sistemin eski mantıkla devam etmesini sağlayacaktır. Çünkü yine veto yetkisine sahip P–5 üyelerinden biri veto yetkisini kullanarak bir karar tasarısını iptal edebilecektir. Esasında Kofi Annan’nın önerdiği her 2 modelde güvenlik konseyindeki üye dağılımını bölgesel olarak adaletli bir şekle sokmayı amaçlamıştır.

Ayrıca daimi üyelik sistemini de 1. sınıf daimi üyelik (veto yetkisi olan) ve 2. sınıf daimi üyelik diye iki sınıfa ayırmıştır. Annan’ın sunduğu bu öneriler henüz kabul edilmemesine rağmen teşkilatın reform taleplerinin somutlaşması bakımından önemli olmuştur. Söz konusu bu reform taleplerinin de bizzat teşkilatın genel sekreteri tarafından dile getirilmesi bu konuda acil bir şeyler yapılmasının gerekliliğini açıkça ortaya koymaktadır.

Annan’ın hazırladığı bu modellerin dışında güvenlik konseyi yapısı başta olmak üzere diğer konularda dile getirilen ve tartışılan reform taleplerini şu başlıklar altında incelemek mümkündür.

Güvenlik Konseyi’nin Yapısının Değiştirilmesi ile İlgili Reform Talepleri
BM teşkilatını en fazla eleştiriye maruz bırakan durum birçok kez tekrarlandığı gibi güvenlik konseyinin yapısı ve karar alma mekanizması oluşturmaktadır. Bu nedenle teşkilatın öncelikli olarak reform edilmesi gereken organının güvenlik konseyi olduğunu söylemek mümkündür.
Bu konuda özellikle Soğuk Savaşın ardından yapılan eleştirileri ve reform planlarını incelediğimizde reform faaliyetlerinin şu kategorilerde toplandığını söyleyebiliriz.

Güvenlik Konseyindeki Üyelik Sistemi

Daimi üyelerin sahip oldukları veto yetkisi diğer üyelere tanınmadığından güvenlik konseyinin geçici üyeleri bir bakıma formalite icabı görev yapmaktadırlar. Neticede alınan kararlarda sadece kural olan çoğunluğu sağlamak görevleri bulunmaktadır. Ayrıca daimi üyeler bir karar alma durumunda söz konusu geçici üyelerin görüşlerini etkileme kapasiteleri
bulunmaktadır. Bu konuda talep edilen reformlar genel olarak 2 başlıkta özetlenebilir. 
Bunlar:
Daimi Üyelerin Sayısının Arttırılması: 
Bu konuda özellikle G–4 ülkeleri olarak anılan
Almanya, Japonya, Hindistan ve Brezilya’nın dile getirdiği kendilerinin de daimi üye olmalarına yönelik reform talepleri 1993 yılından beri devam etmektedir. BM eski genel sekreteri Kofi Annan’ın 2004 yılında yaptığı önerilerinden sonuç alınamayınca bir arada hareket etmeye karar veren bu 4 ülke, Temmuz 2005'te güvenlik konseyine, 4'ü kendileri, ikisi de Afrika'dan olmak üzere toplam 6 daimi üye ve 4 geçici üye eklenmesini içeren bir karar
tasarısı sundu. Bu tasarı o dönemde İngiltere ve Fransa'dan destek alsa da ABD, Rusya ve Çin'in muhalefetiyle karşılaştı. Söz konusu öneri, ayrıca 191 sandalyeli Genel Kurul’da karara dönüşmek için gerekli üçte ikilik oy çoğunluğunu elde edemedi.96 Bu 4 ülke uzun yıllardan beri daimi üyelik statüsünü kapmak için birbirleriyle yarışmakta ve adeta kulis yapmaktadırlar. Ayrıca G-4’ler hazırladıkları tasarının hemen yürürlüğe girmesi için yeni daimi üyelerin veto hakkına sahip olmayacağını ancak veto konusunun 15 yıl sonra yeniden
gözden geçirmek koşulu ile gündeme getirileceğini vurgulamışlardır. Sonradan yapılan bu değişikliğin daimi üyelerin ve kabul edilecek yeni daimi üyelerin bölgesel rakiplerinin tepkisini hafifletmek üzere yapıldığı açıktır. G–4 grubu güvenlik konseyine temelde iki Afrika, iki Asya, bir Latin Amerika, bir Batı Avrupa ve bir de diğer ülkelerden olmak üzere 6 yeni daimi üye eklenmesini istiyor. Ayrıca grup, mevcut daimi üyelerin veto yetkisinin muhafaza edilmesini, hatta yeni daimi üyelerin de bu hakka sahip olup olmamasının ileriki yıllarda düzenlenecek bir zirveyle kararlaştırılmasını öneriyor.97 Aşağıdaki tablo G–4
ülkeleriyle P-5 ülkelerinin bazı yönlerden hızlı bir karşılaştırmasını içermektedir. Bu tablodan da anlaşılacağı üzere gerek ekonomik gerekse askeri olarak G–4 ülkeleri Hindistan hariç birçok konuda P-5 ülkelerinden bazılarına göre daha iyi durumdadır.




Tablo 8: G–4 ve P–5 Ülkelerinin Bazı Yönlerden Karşılaştırılması98

Üyelik Sisteminde Bölgesel Dağılım Esası: 

Söz konusu G-4 ülkelerinin dışında liderliğini İtalya’nın yaptığı ve bünyesinde Kanada, İspanya, Meksika, Güney Kore, Türkiye, Arjantin, Pakistan ve Malta’nın yer aldığı temeli yine 1995’e dayanan Oydaşma İçin Birlik Grubu (Uniting for Consensus -UfC) bulunmaktadır. Coffee Club olarak ta adlandırılan bu grubun
üye sayısı yaklaşık 50 civarında olup dünyadaki Asya, Afrika, Latin Amerika gibi farklı bölgelerden üyelerin görüşlerini temsil etmektedir. Bu ülkeler temelde güvenlik konseyindeki daimi üye sayısını artırmayı önermemektedir. Bunun yerine geçici üye sayısına 12 ülke daha eklenmesini istiyor. Bu gruba göre, güvenlik konseyine ya daha uzun dönemli yarı-daimi sandalyeler eklenebilir, ya da geçici üyelerin bölgesel temelde yeniden dağılımı söz konusu olabilir. Buna göre Afrika ve Asya’ya 5’er, Latin Amerika’ya dört, Doğu Avrupa’ya bir ya da
iki ve Batı Avrupa-Diğer grubuna ise üç sandalye eklenmelidir.99 Ancak karar alma yönteminde veto yerine çoğunluk esası getirilmesini istiyorlar.

Ancak gerek G-4 grubunun gerekse Oydaşma İçin Birlik Grubu’nun görüşleri daimi üyeler ve BM genel kurulunda yer alan diğer devletlerce kabul edilmemiştir. Söz konusu bu iki grubun görüşlerine getirilen eleştirilerden biri Joseph Nye tarafından şu şekilde ifade edilmektedir.

“Daimi üyelerin sayısının arttırılması karar almayı kolaylaştırmak yerine zorlaştıracaktır. BM kurulurken veto mekanizması büyük güçlerin kavga edip tüm BM sisteminin çökmesini engellemek için oluşturuldu. Elektriklerin gitmesi ve ışığın sönmesi, evin yanmasından iyidir.”100

Veto Mekanizması Değiştirilmeli

Daimi üyelerin sahip olduğu veto yetkisi çok ciddi güvenlik sorunlarında çoğu zaman karar almayı zorlaştırdığından veto kullanımının kaldırılması ya da hiç yoksa kısıtlanması için yöntemlerin geliştirilmesi talep edilmektedir. Özellikle Oydaşma İçin Birlik Grubu tarafından talep edilen bu reform güvenlik konseyini demokratik olmayan ve meşruiyetten yoksun bir organ haline dönüştürmek tedir. 101 Bu bakımdan Dünyadaki yeni koşullar ışığında, gerçek anlamda demokratik, temsil kabiliyetine sahip, etkin ve hesap verebilir bir Güvenlik Konseyi gerekmektedir. Zira son dönemde yapılan eleştirilerde de sıklıkla vurgulandığı gibi Dünya, 5 tane daimi üyenin iki dudağının arasına bırakılamaz.102 Bunun içinde güvenlik konseyinin veto mekanizmasında acil reform yapılması kaçınılmaz görünmektedir. Bu konuda önerilen reformlardan biri ve belki de en dikkat çekeni güvenlik konseyinde kararların oy çokluğuna
göre alınması yönündedir. Buna göre güvenlik konseyinde kararlar daimi üyelerin vetolarına göre değil toplam 15 üyenin verecekleri oyların çokluğuna göre alınması yönündedir. Bu konuda hali hazırda konseyde yürürlükte olan 9/15 sistemi geçerli olabilir. Bu mekanizma mevcut sistem içinde daimi üyelerin veto yetkilerini kaldırırken daimi üyeliklerine bir zarar vermemektedir. Ayrıca mevcut sistemin tıkanmasını önlemesi bakımından oldukça önemlidir.

Genel Kurul, Güvenlik Konseyi Karşısında Güçlendirilmeli Tüm üyelerin egemen eşit devletler olarak temsil edildiği BM Genel Kurulu yapısı itibariyle güvenlik konseyine göre daha demokratik ve daha adil durumdadır. Ancak Genel kurulda
üyelerin 2/3 çoğunluğuna göre alınan bazı karar tasarıları güvenlik konseyine geldiğinde bu çoğunluk dikkate alınmadan daimi üyelerin çıkarlarına uygun olmadığı zaman kolaylıkla veto edilerek devre dışı kalabilmektedir. Bu bakımdan genel kurulun aldığı kararların en azından bazı konularda dikkate alınması ve örneğin genel kurulda büyük bir çoğunlukla alınan kararların veto kapsamından çıkarılması istenmektedir. Bu durumda en azından uluslararası toplumun taleplerinin karşılanması ve güvenlik konseyine duyulan güvenin artması
sağlanabilir.

Devletler Yerine Bölgesel Organizasyonlar Daimi Üye Olmalı

Güvenlik konseyinde talep edilen reformlardan biride bireysel olarak devletlere daimi üyelik vermek yerine bölgesel organizasyonlar veya bölgesel bloklara daimi üyelik verilmesi yönündedir. Böylesi bir yeniden yapılanma kuşkusuz güvenlik konseyinin mevcut yapısını çok fazla genişletmeden üyelerin temsiliyetini daha yüksek ve daha adil hale getirecektir.

Ancak bu konuda büyük bir engel bulunmaktadır. Çünkü BM Antlaşması teşkilata sadece egemen devletlerin üye olabileceğini ve BM organlarında temsil edilebileceğini belirtmektedir. Bu nedenle örneğin Avrupa Birliği gibi bölgesel bir organizasyonun veya İslam İşbirliği Örgütü gibi siyasal teşkilatların BM’ye üye olamayacağını göstermektedir.

İslam Dünyasının ve Afrika’nın Daimi Üyelik Sisteminde Temsil Sorunu Giderilmeli Güvenlik konseyinde daimi üye olarak bulunan 5 devleti dinsel açıdan incelediğimizde ABD, İngiltere, Fransa ve Rusya Federasyonu’nun Hıristiyanlığın çeşitli mezheplerine mensup olduğu görülecektir. Söz konusu bu ülkeler dünyadaki yaklaşık 2,2 milyar Hıristiyan’ı fazlasıyla temsil etmektedir.103 Bu üyelerden Çin’in ise nüfusunun yaklaşık % 42’sinin ateist olduğu ve % 30’luk kesiminin ise Taoizm inancını benimsediği görülmektedir.104 

   Buradan hareketle güvenlik konseyindeki daimi üyelerin Hıristiyan bir çoğunluğa sahip olduklarını söylemek mümkündür. Daimi üyelerin dinsel açıdan temsil ettiği insan sayısı dikkate alındığında ise yaklaşık 3,5 milyarı bulmaktadır. Bunun dışında semavi dinlerden bir diğeri olan Musevilik’te güvenlik konseyinde temsil edilmemektedir. Ancak başta ABD olmak üzere İngiltere ve Fransa bu dinin yaşadıkları İsrail devletini güvenlik konseyinde fazlasıyla temsil
etmektedirler.

Buna karşılık dünyadaki insanların yaklaşık 1,7 milyarının inandığı İslam dini daimi üyeler içindeki devletler arasında temsil edilmektedir. Bu durum elbette bu dinin mensubu olan insanlar ve devletler tarafından büyük bir eksiklik olarak görülmektedir. Zira güvenlik konseyinde İslam ülkeleriyle ilgili kararlar alındığında bu durum çoğunlukla şüpheyle karşılanmakta ve objektif bulunma
maktadır. Özgürleştirilmeye ve demokratikleştirilmeye çalışılan ve bu konuda uluslararası örgütlerle işbirliği yapması istenen İslam ülkelerinin dünya
siyasetine katkıda bulunabilecek bir aktör haline dönüşmeleri güvenlik konseyinin bu yapısıyla açıkça mümkün görünmemektedir. Bu durumu aşmak için İslam İşbirliği Teşkilatı dışişleri bakanları 2005 yılında yayınladıkları ortak bir bildiri ile güvenlik konseyinde İslam dünyasını temsil edecek daimi üyelik verilmesini talep etmişlerdir.

Benzer şekilde gerek nüfus gerekse coğrafi olarak büyük bir kıta olan Afrika’nın ne yazık ki güvenlik konseyinin daimi üyeleri arasında bu kıtayı temsil eden bir üye devlet bulunmamaktadır. Buna karşılık Avrupa kıtasının ise Rusya’yı dahil edersek güvenlik konseyinde 3 temsilcisi bulunmaktadır. Elbette bu durum Avrupa’nın dünya siyasetinde ne kadar etkili olduğunu ortaya koyarken Afrika’nın da 54 üye devletinin BM genel kurulunda temsil edilmesine rağmen dünya siyasetinde ne kadar etkisiz olduğunu göstermektedir. Diğer taraftan bu durum güvenlik konseyinde daimi üyeler içinde büyük bir temsiliyet sorununu
yaşandığının başka bir göstergesidir.

   Afrika’nın temsiliyeti noktasında yaşanan bir ilginç nokta ise şimdiye kadar bu kıtada yer alan herhangi bir devletin güvenlik konseyinde daimi üyelik için resmi bir adaylık başvurusunun bulunmamasıdır. Buna rağmen devletlerin izledikleri politikalar ve dünya siyasetindeki konumları dikkate alındığında bu kıtadan daimi üyelik için aday olabilecek potansiyel devletler olarak Cezayir, Mısır ve Etiyopya, Nijerya ve Güney Afrika Cumhuriyeti ön plana çıkmaktadır. Örneğin Cezayir şimdiye kadar izlediği tarafsızlık siyasetiyle büyük saygı kazanırken, Etiyopya BM’nin kurucu devletleri arasında yer almaktadır. Diğer taraftan Güney
Afrika Cumhuriyeti kıtanın en büyük ekonomisine sahip ülkesi durumundadır. Nijerya ise Afrika’nın en kalabalık ülkesi olması ve BM’nin Barışı tesis operasyonlarına sağladığı geniş destekle göze çarpmaktadır.

Genel bir değerlendirme yapılacak olursa gerek İslam dünyasının gerekse Afrika kıtasının daimi üyelikte en az birer sandalye ile temsil edilmesi konseyin temsiliyet sorununa bir bakıma çözüm olarak görülebilir. Ancak dinsel bir çoğunluğun daimi üyelik sisteminde temsil hakkı istemesi başka dinsel gruplarında örneğin Hinduların veya Budistlerin de benzer şekilde dinsel temelli bir hak iddia etmelerinin de önünü açacağından şu aşamada pek mümkün
görünmemektedir. Afrika ülkelerinin de çoğunun yaşadığı ekonomik ve siyasi sorunların bu ülkelerin dünya siyasetinde bugüne kadar yeterli düzeyde etkili olamamalarına neden olduğundan kara kıtayı temsilen daimi üyeler arasına seçilmesi yakın gelecekte uzak bir ihtimal olarak görüldüğünü söylememiz mümkündür.

Birleşmiş Milletler Teşkilatın Diğer Organlarına Yönelik Reform Talepleri
BM teşkilatı daha öncede belirtildiği gibi sadece güvenlik konseyinden ibaret bir teşkilat değildir. Bu nedenle teşkilatın diğer organları da çeşitli faaliyetlerde bulunmakta ve kendi görev alanlarıyla ilgili çalışmalar yürütmektedir. Ancak tıpkı güvenlik konseyi gibi diğer organlarının da zaman ayak uyduramadığı veya etkisiz kaldığı yönünde eleştiriler ve bu eleştirilerle birlikte reform talepleri bulunmaktadır. Esasında söz konusu bu reform taleplerine bakıldığında genel olarak BM teşkilatının kurumsal işleyişinde ve karar alma sisteminde sorunlar olduğu görülmektedir. Bu eleştirileri ve reform taleplerini incelediğimizde genel
olarak şu noktaları kapsadığı görülecektir.

   Ekonomik ve Sosyal Konsey (ECOSOC) Fakir Ülkeleri Temsil Etmiyor
Birleşmiş Milletler’in ana organlarından biri olan bu konsey aynı zamanda 14 BM ajansı, işlevsel komisyon ve beş bölgesel komisyonun, ekonomik, sosyal ve ilgili çalışmaların koordinesinden sorumludur. Konsey’in coğrafi dağılım esasına göre 54 üyesi bulunmaktadır.

ECOSOC, Birleşmiş Milletler üye ülkeler sistemine göre ele alınan politika önerileri formüle etmekte ve uluslararası ekonomik ve sosyal konuları tartışmakta merkezi bir forum olarak hizmet vermektedir. Ekonomik ve sosyal konsey herkesin insan haklarına ve temel özgürlüklere etkin bir şekilde saygı göstermesini sağlamak üzere tavsiyelerde bulunabilir.

Yetkisine giren konulara ilişkin olarak, genel kurula sunulmak üzere antlaşma tasarıları hazırlayabilir. Sivil toplum kuruluşları, Birleşmiş Milletler çalışmalarına katılmak için bu konseyden statü almaktadırlar. BM teşkilatının ekonomik ve sosyal konularda yönünü ve politikalarını belirleyen bu organa yapılan eleştiriler genel itibariyle 2 konuda yoğunlaşmaktadır. Bunlar: Ekonomik ve Sosyal Konsey’de de diğer BM organlarında olduğu gibi demokratik süreç eksikliği bulunmakta olup, şeffaflık (tranparency) ve hesap verebilirlik (accountability)  noktasında büyük eksiklikleri bulunmaktadır. Kısaca bu organ şeffaf ve hesap verebilir bir yapıda değildir.

Ekonomik ve Sosyal Konsey zengin ülkelerin çıkarlarına hizmet etmektedir. Bu konseyde üye olarak yer alan ABD, İngiltere, Fransa Almanya ve Japonya gibi devletler ekonomik ve siyasi olarak diğer üyelere göre daha baskın olduğundan alınan kararlar ve izlenen politikalar çoğunlukla bu devletlerin çıkarlarına uygun olmaktadır. Dolayısıyla fakir ülkelerin yararına olan karar alınması çoğunlukla mümkün değildir.
Bu eleştiriler karşısında önerilen reform taleplerinin başında öncelikli olarak Ekonomik ve Sosyal Konsey’in üye sayısının azaltılarak karar alma sisteminin daha basitleştirilmesi ve ekonomik ve siyasi açıdan güçlü devletlerin bu konseyden çıkarılması en azından ağırlıklarının azaltılması gelmektedir. Ayrıca daha küçük ve daha işlevsel olan Sosyal ve Ekonomik Güvenlik Konsey’i olarak isminin değiştirilmesinin daha faydalı olacağı düşünülmektedir.105

5. Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..,

***

31 Ocak 2020 Cuma

Değişen Dünya Dengelerinde Türkiyenin Konumu,

Değişen Dünya Dengelerinde Türkiyenin Konumu,



Süleyman ŞENSOY 
25 Eki 2010 

Değişen Dünya Dengelerinde Türkiye’nin Konumu
Röportaj

    1990’lara kadar, hepimizin bildiği gibi iki kutuplu bir dünya sistemi hüküm sürmekteydi ve Türkiye bu sistemde Batı Bloğunu tercih etmişti. Büyük oyuncuların ne yaptığına göre de herkes kendine bir rol biçmekteydi ve büyük oyuncuların dışındakilerin yapabilecekleri oldukça sınırlıydı....

1990’lara kadar, hepimizin bildiği gibi iki kutuplu bir dünya sistemi hüküm sürmekteydi ve Türkiye bu sistemde Batı Bloğunu tercih etmişti. Büyük oyuncuların ne yaptığına göre de herkes kendine bir rol biçmekteydi ve büyük oyuncuların dışındakilerin yapabilecekleri oldukça sınırlıydı.

1990’lardan sonra, Sovyetler Birliği’nin dağılmasıyla Amerika Birleşik Devletleri’nin tek süper güç olduğu düşünülmeye başlanmışsa da özellikle 11 Eylül 2001’den sonra bunun doğru olmadığı anlaşılmıştır. 11 Eylül olayları dünyada çok boyutlu bir sistemin şekillenmekte olduğunu ve yeni güç dengelerinin kurulmakta olduğunu ortaya çıkarmıştır. Bu dönemde ABD ve AB dışında Rusya, Çin, Hindistan ve Rusya gibi teknoloji ve insan kaynağı olarak benzer donanımlara sahip güçlerin ortaya çıktığını görüyoruz. Ayrıca Brezilya, Türkiye, Meksika gibi bir takım bölgesel güçler de uluslararası alanda kendilerini hissettirmeye başlamışlardır. Bu çok kutupluluk uluslararası ilişkileri çok bilinmeyenli denklem haline getirmiş ve uluslararası alandaki oyuncuları çok boyutlu politikalar geliştirmeye zorlamıştır.

Küreselleşmenin gelişmesiyle birlikte ülkeler arasındaki karşılıklı bağımlılıklar artmıştır. Kendi iç dinamikleri sağlam olan ülkelerde bu bağımlılık görece daha düşüktür. Söz konusu bağımlılıklar pazar paylarını artırma, enerji ve mineral kaynaklardan daha fazla pay alma mücadelelerini ve bölgesel düzeylerde ekonomik ya da stratejik ittifak arayışlarını hızlandırmaktadır.

Küreselleşme sürecinin hızlanmasıyla ile birlikte uluslararası terörizm, örgütlü suçlar, adaletsiz gelir dağılımı, küresel ısınmaya bağlı iklim değişikleri, demokrasi ve insan hakları ihlalleri, enerji arz güvenliği, etnik ve dinsel çatışmalar, küresel salgın hastalıklar, küresel ısınma, kitle imha silahları v.b. sorunlar uluslararası gündemi daha fazla işgal etmeye başlamış, güvenlik konseptinin yeniden ele alınmasını gerektirmiş ve bu durum da ilişkiler ağını biraz daha karmaşık hale getirmiştir.

Küresel ekonomi açısından son dönemde iki nokta ön plana çıkmaktadır: İlk olarak, dünya ekonomisi aç gözlülükle yapılan büyük hataları artık taşıyamaz hale gelmiştir. İkincisi ise, dünyadaki iktisadi pasta hızla Doğu’ya doğru kaymaktadır. Doğuda yükselen güçlerin iktisadi anlayışlarındaki ve uygulamalarındaki farklılıklar durumu daha da karmaşıklaşmaktadır. Doğu’daki ekonomik güçler ekonomik gelişmelerini ivme kaybetmeksizin agresif olarak sürdürmeye çalışırlarken, Batılı ekonomiler küresel alanda sahip oldukları ekonomik mevzileri koruma arayışındadırlar. Dünya ekonomisinin geleceği ile ilgili analizlerden anlaşılacağı üzere, 21. yüzyılın önemli finans, mal ve bilgi akışı ABD-Avrupa-Asya üçgeni üzerinde yoğunlaşacaktır. 4,5 trilyon dolarlık ekonomik büyüklüğü ile Latin Amerika Karayipler ve 53 ülkenin bulunduğu Afrika ise ekonomik fırsat alanı olarak çok boyutlu güç sistematiğinde büyük bir rekabete sahne olmaktadır. Genelde Avrupa’nın ve özelde AB’nin ekonomik alan temelinde küresel bir güç olarak diğer bölgelerle rekabet edebilmek için giriştiği mücadelenin ana güzergâhlarından birisi olan Asya, Afrika ve Latin Amerika gibi bölgelere yönelik kısa-orta ve uzun vadeli planlamaları beraberinde getirmekte ve bu bölgelere dönük özgün stratejik politikalar geliştirmeyi mecbur kılmaktadır.

Bu çok boyutlu güç sistematiği ve insan kaynağına dayanan yine çok boyutlu rekabet içerisinde her dönem çok güçlü olan ama 10 yıldır çok daha güçlü ve stratejik hale gelen bir kavram ön plana çıkmıştır: Kamu diplomasisi. Artık uluslararası ilişkilerde devletlerin belirleyici rolü devam etmekle birlikte iş dünyasına bağlı örgütler, sivil toplum kuruluşları, düşünce kuruluşları, üniversiteler, sportif veya kültürel kurumlar dışişleri bakanlıklarının ve hükümetlerin aldıkları siyasi kararları destekleyici ve hızlandırıcı adeta zemini inşa eden işlevler üstlenmektedirler. Ulusal, bölgesel ve küresel kuruluşlar aracılığıyla kamu diplomasisini daha etkin olarak kullanmak önümüzdeki dönem açısından büyük önem kazanmıştır.

Türkiye çok güçlü geçmişi ve devlet geleneği olan birkaç ülkeden birisi olması itibarıyla kendi bulunduğu coğrafya içerisinde hem jeostratejik hem de medeniyet perspektifi olarak çok önemli bir konum işgal etmektedir. Balkanlar, Kafkaslar ve Ortadoğu bölgeleri ile doğal coğrafi, ekonomik, kültürel bağlara sahip olan Türkiye yaklaşık 200 yıldır sürdürmekte olduğu batı tecrübesi de göz önünde bulundurulduğunda Asya, Afrika ve Avrupa kıtaları ile doğrudan ve özgün ilişkiler ağına sahip belki de tek ülke konumundadır.

Türkiye son dönemde filizlenmekte olan çok kutuplu uluslararası sistemle paralel olarak çok boyutlu dış politika izlemeye çalışmaktadır. Bu bağlamda Bazı Asya -Afrika ülkeleri ve Ortadoğu ülkeleri ile ani bir canlanma yaşandığı görülmektedir. Çok kutupluluk rekabetin çok fazla arttığı sofistike bir dönemi peşinden getirmektedir. Türkiye son on yıldan fazla bir süredir, dünyada dengelerin değiştiğini görmüş durumdadır. Önümüzdeki yıllarda yapılacak olan tercihler, yatırımlar ve insan kaynağı konusundaki kazanımlar, yüzyılın kalanında Türkiye’nin nasıl bir konum kazanacağı konusunda belirleyici olacaktır. Son iki yüzyıllık içe kapanma Türkiye’de aşılması gereken çok sayıda “zihinsel eşik” inşa etmiştir. Hem kurumsal hem de sosyal olarak bu zihinsel eşiklerin sağlıklı geçilmesi ancak aynı misyonu ve vizyonu benimseyen sofistike insan kaynağı ile mümkün olacaktır.

Girmiş olduğumuz bu dönemde Türkiye, Soğuk Savaş koşullarının dayattığı kendi içinde donuklaşmış ve sürekli denge politikaları izleyen bir ülke konumundan uzaklaşmak ve çok boyutlu dış politikanın gereklilikleri doğrultusunda kendi gelişimini, yakın kuşağından başlamak üzere Kafkaslar’da, Balkanlar’da, Ortadoğu’da, Afrika’da, Orta Asya’da, Asya’nın diğer bölgelerinde, Latin Amerika ve Karayipler’de, yani Batı Avrupa ve ABD dışındaki bölgelerde de kademeli olarak güçlendirmek durumundadır. Bu çerçevede Türkiye kendi gücünün sınırlarını da çok iyi belirlemeli ve elindeki imkanları optimum verim alacak şekilde kullanmalıdır. İçinde yaşadığımız yüzyılda uluslararası ilişkilerin çok kutuplu bir dünya düzeni çerçevesinde işleyeceğini kabul edersek, Türkiye’nin hem iç hem de dış dinamiklerinin, bu dengelerin değişimine paralel biçimde oluşan tabloya iyi uyum sağlayacağı ön görülebilir. Eğer Türkiye bu iç ve dış dinamikleri doğru okuyamaz ve enerjisini kendi içindeki gerilim ve kırılma alanlarında tüketecek olursa, uluslararası güç dengelerinin değişmesi halinde yeni ortaya çıkan güçlerin etkisi altında kalabilir. Dolayısıyla Türkiye’nin saygın, etkin bir devlet olarak gücünü artırabilmesi ve uluslararası alanda kendine yakışan bir konum elde edebilmesi için iç dinamikleri ile uluslararası konumu arasında anlamlı bir bütünlük oluşturması ve sağlam bir duruş sahibi olması gerekmektedir. Bunu sağlayacak en temel unsurlar ise, ekonomi ve kültürdür. Sermaye birikiminin oluşması ve çalışma çağındaki 49 milyon beş yüz bin kişiye istihdam sağlanabilmesi için ihracat ekonomisi olmak ve öncelikleri iyi belirlenmiş çok boyutlu politika izlemek zorundayız. Yine engin medeniyet tecrübesine sahip olduğumuz kültürel değerleri yaşanılarak temsil edilen bir hayat tarzına dönüştürebilirsek Türkiye’yi dünyanın cazibe merkezi olarak inşa etmemiz mümkün olacaktır.

Bir ülkenin uluslararası alanda gücünü pekiştirebilmesi ve güç olabilmesi için 7 parametreden söz etmek mümkündür. Birincisi, dış ticaret açığı vermemesi, ikincisi bütçe açığı vermemesi, üçüncüsü, borçlanma oranının GSMH’nın %25’ini mümkünse geçmemesi, dördüncüsü yüksek teknoloji ürün gamına sahip olması, beşincisi barışçıl amaçlarla nükleer teknolojiye sahip olması, altıncısı savunma sanayinin kendine yeterli olması, mümkünse ihracat yapabilme durumunda olması, yedincisi ise kişi başına düşen milli gelirin gelişmiş dünya ekonomilerine yakın bir durumda olması ve milli gelirini adaletli bir şekilde kendi halkına dağıtabilecek kapasiteye sahip olması. Bu hem ülkemiz, hem başka ülkeler için bir değerlendirme vasıtası olabilir. Biz bu yedi parametrenin ne kadarında sağlamsak, o kadarında bölgesel gücüz, ne kadar eksiğimiz varsa, o kadar gitmemiz gereken yol var; sessiz ve gereksiz gürültülerden uzak olarak… “Türkiye’nin bu parametreleri kazanması gerekiyor ve bu kazanım sürecini de ısrarlı bir şekilde ve toplumsal katılımla sağlaması gerekiyor. Çünkü Doğu geleneğinde çok başarılı yönetimlere ya da liderlere olan güven ve ihtiyaç, çoğu zaman aleyhte sonuçlanıyor. Başarılı bir yönetici, parti, hükümet toplumsal katılımı sağlamadan belli bir ilerleme kaydetmiş olsa da, halk katılımı olmadığı için ondan sonra gelen ve söz konusu sinerjiyi paylaşmayan bir başka yönetici ya da yönetim tarafından bu kazanımlar bir süre sonra kaybedilebiliyor. Türkiye’nin yakın tarihi bu anlamda birçok örnekle dolu.”

Türkiye, eğer saydığımız yedi noktada güçlenir çok boyutlu bir dış politika anlayışı geliştirebilirse, küresel sorunlarda da sözü dinlenen hatırı sayılır bölgesel bir güç haline gelebilir. Türkiye’nin bu çok boyutlu güç sistematiği oluşurken dünyanın diğer bölgeleriyle ilgili önceliklerini doğru sıralaması gerekir. Avrupa Birliği üyeliği bizim için bir devlet politikasıdır ve birinci önceliktir. Aslında hiçbir ülkenin çok kutuplu şekillenen dünya sistematiği içinde tek boyutlu politika yapmak gibi bir lüksü yoktur; bu intiharla eş anlamlıdır. Türkiye’nin sadece AB merkezli bir dış politika izlemesi, orta ve uzun vadede Türkiye’nin intiharı demektir ve hiçbir ülke bu riski almaz.

Türkiye dış politikasındaki öncelik sıralamasını sağlıklı bir biçimde tespit etmeli ve bunun için sürdürülebilir bir uygulama zemini oluşturmalıdır. Türkiye son dönemde bu anlamda epey mesafe almıştır. 

Ama bu amacın gerçekleştirilebilmesi için kurumsal altyapı ile ilgili eksikliklerin giderilmesi, hem sivil hem resmi, bütün kanalların etkin olarak çalışması gerekmektedir. Türkiye, 21. yüzyıla girdiğimiz bu dönemde geçmişin klasik anlayışını bir tarafa bırakarak siyasetçilerine, iş adamlarına, akademisyenlerine, sanatçılarına ve yeni yetişen nesillerine dış dünyaya açılmaları konusunda ciddi destek vermek durumundadır. Kuşkusuz dışa yönelik açılımların gerekliliği kadar yurtdışından içe doğru bir çekim gücü oluşturulması da kaçınılmaz bir zorunluluktur. Yine Türkiye; tüm bu dönüşüm ve değişim süreci yönetilirken “devlet aklı”nı korumalı ve millet-devlet olmanın parametrelerini hem fiziksek hem de zihinsel olarak güçlendirmelidir.

MÜSİAD Yükselen Değer Türkiye Araştırması Raporu
1. Bölüm; Uluslararası İlişkiler / Dış Politika, s. 109.

İstanbul, Ekim 2010
ISBN 978-605-4383-03-0

https://tasam.org/tr-TR/Icerik/44/degisen_dunya_dengelerinde_turkiyenin_konumu

***

Latin Amerika'da Sonbahar.,

Latin Amerika'da Sonbahar.,




Yazar: Kubilayhan ERMAN 

Giriş 

   Türkiye iç gündeminin hızla değişmesi ve dış politikada genel olarak Ortadoğu ile yakın çevrenin öne çıkması nedeniyle geçtiğimiz sonbaharda Latin Amerika merkezli birçok gelişme Türk basınında çok az yer buldu. Ancak bu gelişmelerin en azından bir kısmı kısa ve uzun vadede küresel etkiler yapabilme potansiyelini barındıran gelişmelerdi. Latin Amerika Kıtası’nın dünyadaki öneminin arttığına dair alışılmış söylemler son süreçteki gelişmeleri yansıtmakta yetersiz kalmakta dır. Zira günümüzde, yeni siyasi ve ekonomik birlikteliklerin ortaya çıkması, kıtalar arası entegrasyon politikaları ve tek merkezli küresel politikalara karşı alternatif projelerin ele alınması gibi Latin Amerika’yı da kapsayan politik yaklaşımların arttığını görüyoruz.

    Latin Amerika dışında ABD, Çin ve Rusya ise başat aktörler olarak yeni sürece etki etme çabalarını sürdürmektedirler. Bu bağlamda değerlendirildiğinde, Brezilya-ABD ilişkilerinde dinleme krizine bağlı olarak ortaya çıkan ani değişim ile Venezuela ve Çin arasında bazı yeni anlaşmaların imzalanması geçtiğimiz sonbaharın iki önemli gelişmesi olarak dikkat çekmektedir. 


    Dinleme Krizi ve Brezilya-ABD İlişkilerinde Gerilim Brezilya Devlet Başkanı Dilma Rousseff ve bazı üst düzey devlet görevlilerinin telefon görüşmeleri ile elektronik posta iletişimlerinin ABD Ulusal Güvenlik Servisi 
tarafından izlendiği bilgileri eylül ayının başında ortaya çıkmıştır. Ardından Brezilya milli petrol şirketi Petrobras’ın da benzer şekilde takip edildiğine dair kanıtların elde edilmesi üzerine Başkan Dilma Rousseff ABD’den konuya ilişkin bir açıklama istemiştir. Rousseff ayrıca ABD Ulusal Güvenlik Servisi’nin bu tür faaliyetlerini durduracağına dair garanti verilmesini ve ülkesinden özür dilenmesini de talep etmiştir.[1] 

    ABD Merkezi Haberalma Teşkilatı (CIA)’nın eski çalışanı Edward Snowden tarafından dünyanın diğer birçok ülkesinde yürütülen benzer dinleme-izleme faaliyetlerinin ifşa edildiği bir dönemde Brezilya’daki örneği özgün kılan ise Başkan Rousseff’in Ekim ayında ABD’ye yapacağı resmi ziyareti iptal etmesi olmuştur. 

Rousseff’in telefonla görüştüğü Obama tarafından ziyaretin yapılması konusunda ikna edilmeye çalışılması, ABD Dışişleri Bakanı John Kerry’nin meseleyi görüşmek için Brezilya’ya gitmesi sonuç vermemiş, ABD’nin konuya ilişkin yaptığı resmi açıklama ise Brezilya yönetimi tarafından tatminkâr bulunmamıştır. Rousseff yönetiminin gösterdiği bu tepkinin, özellikle gelişmekte olan ülkelerde 
Brezilya’nın yükselişini kullanarak Çin’in nüfuzunu sınırlandırmaya çalışan ABD açısından olumsuz sonuçlar doğurması söz konusudur.[2] 

   Zira Rusya’nın Edward Snowden’e kapılarını açması ve Suriye krizinin çözümünde belirleyici aktör olarak öne çıkması gibi ABD aleyhine gelişen sürece Brezilya’daki dinleme iddialarının neden olduğu gelişmelerin eklenmesi ABD’nin dünya genelindeki nüfuzunun değişmeye başladığına dair yeni bir işaret olmuştur.[3] 

   Bir Devlet başkanının başka bir ülkeye yapacağı resmi ziyaretin iptal edilmesi nin devletler arası ilişkilerde sembolik anlamları vardır. Ancak tepkinin sembolik olması onun öneminin düşük ve yansımalarının az olacağı anlamına gelmemekte dir. Aksine Brezilya örneğinde, iptal edilen ziyaretin 1995 yılından beri 
ABD’ye yapılacak ilk devlet başkanı ziyareti olması, Dilma Roussef yönetimi tarafından gösterilen tepkinin ciddiyetine işaret etmektedir. Belki de ABD’de ilk defa bir devlet başkanı ziyaretinin resmi akşam yemeği ilan edilmesinin ardından iptal edilmiştir. Rousseff döneminin başladığı 2011 yılından beri iyileşme
kaydeden Brezilya-ABD ilişkilerinin içinde bulunulan süreçte ciddi yara aldığı ortadadır. Bu gelişme iki ülke arasındaki yakınlaşmayı olumsuz etkileyecektir. ABD Ulusal Güvenlik Servisi odaklı dinleme iddialarından kaynaklanan etkilerin sadece Brezilya ile sınırlı kalmayacağı da açıktır. Bu gelişme, Latin Amerika’da geçmişten bugüne ABD’ye karşı beslenen güvensizlik hislerinin artmasına da neden olacaktır.[4] 

   Dolayısıyla önümüzdeki süreçte ABD’nin kıta ile ilişkilerini düzeltmek için daha fazla diplomatik çaba göstermesi gerekecektir. 

Öte yandan, ABD ziyaretinin dinleme skandalı nedeniyle iptal edilmesi Dilma Rousseff’in siyasi geleceğine olumlu katkı yapan bir adım olmuştur. Rousseff bu aşamada hem bölgesel bir lider olarak öne çıkarken hem de ülkesinde kendisine yönelik destek artmıştır.[5] Rousseff’in böyle bir kararı almış olmasının yanı 
sıra ABD’ye karşı benimsediği politik tutumu sürdürmesi durumunda 2015 yılında yapılacak başkanlık seçimlerinde Brezilya’da artan orta sınıftan daha fazla destek alacağı değerlendirilmeye başlamıştır. Orta sınıfın Brezilya’da gelecek seçim sonuçlarını belirleyeceği dikkate alındığında[6] Dilma Roussef’in daha 
şimdiden ülkesindeki siyasi rakiplerine karşı önemli bir üstünlük elde ettiğini söylemek mümkündür. 

Brezilya ve ABD arasında dinleme iddiaları nedeniyle ortaya çıkan diplomatik krizin, sadece Brezilya tarafının kararına bağlı olarak resmi devlet ziyaretinin iptal edilmesi ile bitmeyeceği aşikârdır. Bu süreçte iki ülke arasındaki ekonomik-ticari ilişkilerin de ciddi şekilde etkileneceği beklenmektedir. Zira bunun ilk 
işareti Brezilya hükümeti tarafından yine eylül ayı içerinde verilmiştir. Dinleme iddialarının ortaya çıkmasından önce Brezilya Hava Kuvvetleri uçak filosunun yenilenmesi kapsamında ABD merkezli faaliyet gösteren Boeing firması tarafından 36 adet dördüncü nesil FX-2 savaş uçağının 4 milyar ABD doları 
karşılığında Brezilya’ya satılmasına neredeyse kesin gözüyle bakılıyordu. 

   Ancak Dilma Rousseff eylül ayında FX-2 uçakları alımının 2015 yılında yapılacak başkanlık seçimleri sonrasına bırakıldığını açıklamıştır. Bu karar ise başta Rusya olmak üzere diğer bazı ülkeleri Brezilya’ya uçak satışı konusunda 
cesaretlendirmiştir.[7] 

Dilma Rousseff yönetiminin ABD Ulusal Güvenlik Servisi’nin izleme faaliyetlerine karşı diğer bir tepkisi de başta Google, Facebook ve Twitter olmak üzere internet şirketlerinin Brezilya’daki kullanıcılardan elde ettikleri bilgilerin bu ülkede depolanmasını sağlayacak bir yasa çıkarılması yönünde çalışmalara 
başlaması olmuştur. Brezilya’nın internet güvenliği konusundaki diğer bir girişimi de 2014 yılı Nisan ayında Rio’da “casusluğa karşı internet gizliliği” konulu bir konferansa ev sahipliği yapacak olmasıdır.[8] 

Brezilya ayrıca Rusya, Hindistan, Çin ve Güney Afrika ile birlikte BRICS yapısı bünyesinde sürdürülen ABD’den bağımsız alternatif bir internet ağı oluşturulması projesi içerisinde de yer almaktadır. Saniyede 12,8 terabit kapasiteye sahip 34.000 km uzunluğundaki fiber optik kablo vasıtasıyla BRICS ülkelerini 
birbirine bağlamayı amaçlayan bu alternatif iletişim projesinin 2015 yılının ikinci yarısında bitirilmesi amaçlanmıştır.[9] 

Venezuela Devlet Başkanı’nın Çin Ziyareti., 

Latin Amerika’da bu dönemde öne çıkan diğer bir gelişme ise Venezuela Devlet Başkanı Nicolás Maduro’nun Çin’e yaptığı resmi ziyarettir. Özellikle Venezuela’da muhalefetin eleştirileri ve Maduro yönetiminin Çin’e gidişte kullanılacak uçuş güzergahı üzerindeki Porto Rico hava sahasının kullanılması konusunda ABD ile yaşadığı polemik ardından başlayan ziyaret Venezuela ve Çin arasında bazı önemli anlaşmaların imzalanmasıyla sonuçlanmıştır. 

Devlet Başkanı ve heyetini Çin’e götürecek uçağın Porto Rico hava sahasından geçişinin ABD tarafından engellendiği iddiaları çerçevesinde Venezuela ve ABD arasında yaşanan diplomatik çekişmenin ardından Nicolás Maduro 20 Eylül sabahı Pekin’e gelmişti. Ancak Venezuela’daki muhalefet bir yandan Maduro’nun “dolarları bitirdiği için Çin’e gittiği” söylemini kullanarak hem ülke ekonomisinin içinde bulunduğu kötü durumu hem de bu ziyareti eleştirirken diğer yandan Venezuela devlet başkanlığına ait Airbus tipi uçak yerine Cubana Hava Yollarına ait bir uçakla ve daha fazla masrafla Çin’e gidilmesi çerçevesinde yeni bir tartışma başlatmıştı.[10]

Pekin’de 21-22 Eylül 2013’te gerçekleştirilen görüşmeler ve 12. Üst Düzey Karma Komisyonu çalışmaları sonucunda Venezuela ve Çin arasında finans sağlanması, eğitim ve kültür, vize süreleri, bilim ve teknoloji, inovasyon, uydu sistemlerinde kullanılacak bilgi ve parça değişimi, telekomünikasyon, madencilik ve petrol, her iki ülkede fakirliğin azaltılması, tarım, inşaat ve altyapı gibi alanlarda yirmi yedi yeni anlaşma imzalanmıştır.[11] 

Böylelikle Venezuela yönetiminin konut, tarım sektörü, sanayi, ulaştırma, elektrik ve madencilik, bilim, sağlık ve teknoloji alanlarında kullanmak üzere Çin Kredi Bankası’ndan 5 milyar dolar kredi alabilmesinin yolu açılmıştır. İki ülke arasındaki stratejik ittifakın güçlendirilmesine yönelik açıklamalara fırsat olan bu ziyaret sonucunda Çin’in Venezuela’da 20 milyar dolarlık yatırım yapması da 
karara bağlanmıştır.[12]

Venezuela Devlet Başkanı’nın Çin ziyareti farklı kesimlerde değişik değerlen dirmelere yol açmıştır. Venezuela’nın artan ekonomik sorunlarına kaynak sağlamak amacıyla sadece Çin’e başvurabileceği, bu ülkenin Venezuela için tek finans kaynağı olduğu kabulünden yola çıkarak yapılan değerlendirmelere göre bahsekonu anlaşmalar sürpriz değildir.[13] 

   Bu ziyaret ve yapılan anlaşmalar her iki taraf için de kazançlı sonuçlar içermektedir. Genel olarak bakıldığında, Venezuela’da sosyal projeler için acil hale gelen kredi ve ekonominin yabancı sermaye ihtiyacı Çin sayesinde önemli ölçüde giderilirken Venezuela da daha fazla petrol sağlayarak Çin’in enerji ihtiyacına çare olacaktır.[14] 

Ancak iki ülke arasında yapılan anlaşmaların Çin’e daha fazla kazanç sağlayacağı değerlendirilmektedir. Venezuela Çin tarafından sağlanan kaynak ile alt yapı ve temel tüketim maddesi ihtiyaçlarını Çin pazarından karşılarken bir yandan da bu ülkeye petrol göndermeye devam edecektir. Çin hem üretimini paraya dönüştürecek hem de enerji sorununa iyi bir çözüm bulacaktır. Böylelikle Venezuela ile gelişen ekonomik ilişkiler Çin’in ülke ekonomisini canlandırmaya katkı sağlayacaktır.[15] 

   Öte yandan Çin’in Latin Amerika’daki her yeni ekonomik girişimi aynı zamanda bu kıtada nüfuzunun artması anlamına gelmektedir. Çin özellikle 2005 yılından sonra bu konuda ciddi mesafeler kaydetmiştir.

Sonuç 

Brezilya ve Venezuela uluslararası alanda izledikleri politikalar nedeniyle Latin Amerika’da öne çıkan iki ülkedir. Yükselen ekonomisi sayesinde uluslararası ekonomik ve politik meselelerde söz sahibi olmaya başlayan Brezilya, ABD Ulusal Güvenlik Servisi merkezli dinleme iddialarına beklenenden daha sert bir 
tepki vermiştir. ABD tarafından etkili ve tatminkâr bir girişimde bulunulmadıkça krizin etkilerinin 2015 yılına kadar süreceği değerlendirilmektedir. Brezilya’nın bu bağlamda ABD ile ekonomik ve politik bakımdan gerilimli bir sürece girmesi Rusya ve Çin gibi diğer küresel aktörlerin kıtadaki girişimlerini cesaretlen direbilecektir. Bu açıdan son olarak Venezuela ile yaptığı anlaşmalarda da olduğu gibi Çin’in gittikçe daha avantajlı bir konuma geldiğini söylemek mümkündür. 
Venezuela Devlet Başkanı Nicolás Maduro’nun Çin’e yaptığı ilk resmi ziyarette imzalanan kredi ve yatırım anlaşmalarının getirileri, ekonomik sorunlar nedeniyle zor günler geçiren Venezuela’nın kısa vadede nefes almasını sağlayacaktır. Öte yandan Venezuela ile yaptığı anlaşmalar Çin’e ticaret ve enerji alanında önemli ekonomik kazançlar getirecektir. Dahası Çin Latin Amerika’daki nüfuzunu artırma anlamında iyi bir adım daha atmış durumdadır. 

KAYNAKLAR;

[1]Brazil and the United States, More in sorrow than anger, 18.09.2013, The Economist, 
http://www.economist.com/blogs/americasview/2013/09/brazil-and-united-states, Erişim Tarihi: 22.11.2013 
[2]Simon ROMERO, Brazil’s Leader Postpones State Visit to Washington Over Spying, 17.09.2013, 
http://www.nytimes.com/2013/09/18/world/americas/brazils-leader-postpones-state-visit-to-us.html?_r=0,   Erişim Tarihi: 22.11.2013 
[3]Carl MeachamWhat Does President Rousseff’s Postponement Mean for the United States? 
http://csis.org/publication/what-does-president-rousseffs-postponement-mean-united-states, Erişim Tarihi: 
23.11.2013 
[4]Dilma Rousseff Cancels U.S. Trips Over Claims Of NSA Spying On Brazil's President, 
18.09.2013, http://www.huffingtonpost.com/2013/09/17/rouseff-cancels-us-trip_n_3941973.html; 
B r a z i l S p u r n s U . S . S t a t e V i s i t I n v i t a t i o n O v e r N S A S p y i n g , 
http://world.time.com/2013/09/17/brazil-spurns-u-s-state-visit-invitation-over-nsa-spying/; 
Taylor Barnes, Guess who's (not) coming to state dinner: Brazil could cancel over NSA, 06. 09. 2013, 
http://www.csmonitor.com/layout/set/r14/World/Americas/2013/0906/Guess-who-s-not-coming-to-state-din 
ner-Brazil-could-cancel-over-NSA, Erişim Tarihi: 23.11.2013 
[5]Carl Meacham, The Non-State Visit: What's Next for U.S.-Brazil Relations?, 22.10.2013, 
http://csis.org/publication/non-state-visit-what-next-us-brazil-relations, Erişim Tarihi: 23.11.2013 
[6]Paulo Sotero, While only a postponement, Dilma can come out winning twice, 09/18/2013, 
http://brazilportal.wordpress.com/2013/09/18/while-only-a-postponement-dilma-can-come-out-winning-twice/, 23.11.2013 
[7]Carl Meacham, The Non-State Visit: What's Next for U.S.-Brazil Relations?, 22.10.2013, 
http://csis.org/publication/non-state-visit-what-next-us-brazil-relations, Erişim Tarihi: 23.11.2013 
[8]Estaban Israel, Anthony Boadle, Brazil to insist on local Internet data storage after U.S. spying, 
28.10.2013, http://www.reuters.com/article/2013/10/28/net-us-brazil-internet-idUSBRE99R10Q20131028,   Erişim tarihi: 24.11.2013 
[9] www.bricscable.com/network/; BRICS crea su propia Internet alternativa, 23.09.2013, 
http://www.urgente24.com/219008-brics-crea-su-propia-internet-alternativa, 23.11.2013 
[10]Alejandro Rodríguez Rodríguez, Visita de Maduro a China: Una nueva victoria de la diplomacia 
v e n e z o l a n a , 2 4 . 0 9 . 2 0 1 3 , 
http://www.cubadebate.cu/opinion/2013/09/24/visita-de-maduro-a-china-una-nueva-victoria-de-la-diplomacia-venezolana/;   
Jairo Márquez Lugo (Redactor), Maduro a China en Cubana de Aviación: ¿dónde está el avión presidencial ? 20.09.2013, 
http://entresocios.net/ciudadanos/maduro-a-china-en-cubana-de-aviacion-donde-esta-el-avion-presidencial, Erişim Tarihleri: 21.11.2013 
[ 1 1 ] V e n e z u e l a y C h i n a a f i a n z a n c o o p e r a c i ó n e s t r a t é g i c a , 
http://www.mre.gov.ve/index.php?option=com_content&view=category&layout=blog&id=387&Itemid=5 
51, Erişim Tarihi: 22.11.2013. 
[12]Venezuela y China firman acuerdos por más de 20.000 millones de dólares, 22.11.2013, 
http://www.eluniversal.com/nacional-y-politica/130922/venezuela-y-china-firman-acuerdos-pormas-
de-20000-millones-de-dolares, Erişim Tarihi: 22.11.2013 
[ 1 3 ] J u a n N a g e l , V e n e z u e l a ' s M a n c h u r i a n P r e s i d e n t , 2 6 . 0 9 . 2 0 1 3 , 
http://transitions.foreignpolicy.com/posts/2013/09/26/venezuelas_manchurian_president, Erişim Tarihi: 
22.11.2013 
[14]Riordan Roett Vd., Was Maduro's Recent Trip to China a Success?, 30.09.2013, 
http://www.thedialogue.org/page.cfm?pageID=32&pubID=3394, 22.11.2013 
[ 1 5 ] J u a n N a g e l , V e n e z u e l a ' s M a n c h u r i a n P r e s i d e n t , 2 6 . 0 9 . 2 0 1 3 , 
http://transitions.foreignpolicy.com/posts/2013/09/26/venezuelas_manchurian_president, Erişim Tarihi: 22.11.2013 


06.12.2013 18:10 Tarihinde indirilmiştir


https://21yyte.org/tr/merkezler/bolgesel-arastirma-merkezleri/amerika-arastirmalari-merkezi/latin-amerikada-sonbahar