30 Nisan 2020 Perşembe

Sözde Aydınlar,

Sözde Aydınlar, 


Yekta Güngör ÖZDEN,
KİMİ AYDINLAR.. SÖZDE AYDINLAR..,


“Aydınlık, aydınlanma, aydın” sözcüklerinin anlamları, çağdaş açılımların insanlık bağlamında öngördüğü güzellikleri, iyilikleri, olanakları, uygarlık düzeyinin özlenen boyutlarını kapsar. Saydamlığı, gelişme ve kalkınmayı, yüceliş ve yükselişi, esenlik ve dinginliği, atılım ve devrimleri içerir. İlgili olduğu alanı anlatan sözcükle birleştiğinde aktöreden bilimselliğe, bağımsızlıktan özgürlüğe, siyasetten ekonomiye, eğitimden sanata ileriliği, uygunluk ve yaraşırlığı özetler. Işıklı, pırıl pırıl bir yaşamın herkesi doyuran etkin yapısını anlatır. Çoğulcu, katılımcı, kurallar ve kurumlar düzeni demokrasinin açıklığının temel koşulu, çağdaş yaşamın temel öğesi niteliğiyle, kavramlar olarak, özgür değerleri vardır.

Aydınlığı sağlayacak, kazandıracak aydınlanma için yüzyıllarca uğraş verilmiş, savaşlara girişilmiştir. İnsanlığın mutluluğunu amaçlayan edinimlerin aydınlanmayla elde edileceği gerçeği, milyonlarca insanın yaşamına malolmuştur. Batı’nın krallık ve kilise karşıtlığını giderip halk yönetimlerini egemen kılması, kalkınmayı gerçekleştirip yaşam düzeyini yükseltmesi için reform ve rönesansı başarması aydınlanmayı getirmiştir. Bilimsel çalışmalarla siyasal anlayışların güçlenip saygınlık kazanarak birbirini desteklemesi, sanatın katkısıyla toplumsal bilincin gelişmesi, karanlıkları aydınlığa dönüştürmüştür. Uygarlık koşusunun önünde aydınlar yer almıştır. Önderlik ve öncülüklerini soylu düşünceleriyle, bilimsel çabalarıyla edinen aydınlar, toplumun umudu, dayanağı ve güvencesi olmuşlardır. Bağımsızlık ve özgürlük savaşlarının ateşlerini de aydınlar yakmışlardır. Düşünceleriyle tuttukları ışıklar insanlığın yolunu aydınlatmış, sorunların çözümünde, amaçlara ulaşmakta bilgileri ve tutumlarıyla etkinliklerini kanıtlamışlardır. Özgün ve örnek kişilikleriyle topluma yön vermiş, yol göstermişlerdir.
“Aydın”ın değişik tanımları yapılabilir. Okur-yazar olmak, belli bir eğitim ve öğretim yapmış, bir diploma almış olmak, güzel yazmak ve konuşmak aydın olmak, aydın sayılmak için yeterli değildir. Bencillikten, önyargılı ve koşullanmışlıktan kurtulmuş, kendini yenilemeyi ve aşmayı başarmış, duygu ve düşünce soyluluğu, ahlâk yapısı, insanlık nitelikleri, kişilik düzeyiyle seçkin, saygın, onurlu, topluma katkıları, gelişmelere etkileri olan, çalışkan, özverili, duyarlı, sorumluluk bilinciyle güvenilir kişilere “aydın” denilir. Kendini aydın sananlarla, aydın sanılan kimilerinin kuşku, güvensizlik, hattâ nefret duyuran tutumları sözde aydınları çağrıştırmaktadır. Sözlüklerdeki tanımlara bakılarak aydın değerlendirmesi yapmak yanlıştır. Giyim kuşamına, okuyup yazmasına, yaşamına bakılarak değil, durumuna ve tutumuna bakılarak aydın nitelemesi yapılır. Günümüzde, özellikle ülkemizde aydın sömürüsü ve yanılgısı yaygındır. Kendinden başkasını düşünmeyen, topluma hiçbir katkısı bulunmayan, kavgacı, çıkarcı, yalancı, dönek, sapkın, ikiyüzlü, dolandırıcı kimsenin aydın sayılması olanaksızdır. İlkel, yavan, yapay, kişiliksiz, değişken, bilinçsiz, yüreksiz kimse bilimsel kimi sanlara, ilgi çeken kimi sıfatlara sahip olsa da gerçek aydın sayılamaz. Bunlar sözde, sahte aydınlardır.

Bu konuda çok şey söylenip yazılabilir. Beni düşündüren ve üzen konum (mevki, makam, rütbe, sıfat) ve çıkar (para, olanak, yetki) düşkünlerinin giderek artmasıdır. Rozetçi, lâfçı, plâketçi, ödüncü sahte aydınlar çoğalmakta, düşüncesini öğrenmek, sesini duymak istediğimiz, özlediğimiz aydınlara az rastlanmaktadır. Gerçek aydın niteliklerinden yoksun, bir yer edinmek için kapı kapı dolaşan, el-ayak öpen, uyduluğu, yalakalığı, şakşakçılığı yeğleyen, nabza göre şerbet veren, hatır için haksızlık yapan, bozulmayı, kötüleşmeyi, çıkara kapılıp ideoloji tutsağı olmayı ve karakter değiştirmeyi gelişme sayan, ilkesiz, tutarsız, düzeysiz kimseler aydın olamazlar.

Yerlerinde kalmak için ağızlarını açmayanlar, karşı çıkmaları gereken durumlara olur verip katılanlar, kendilerine dokunulmadıkça kötülükleri izlemekle yetinenler, ilkeler bozulup budandıkça uyumlu iletiler yayımlayanlar, etkilerini, ağırlıklarını anlamlarını yitirenler, giderek değersizleşenler, disiplinsiz demokrasi, sınırsız özgürlük anlayışlarıyla “ezber” ve “resmî tarih” suçlamasına yanıt vermekten kaçınanlar, aşağılanıp dışlanmaya katlananlar aydın değildir. Bunlar yarınlarda nasıl sokağa çıkacak, nasıl başkalarının yüzüne bakacak, çocuklarının ve torunlarının kınamasından nasıl kurtulacaklardır?

Aydın olmak sanıldığı kadar kolay ve ucuz olsaydı aydınlığın değeri, aydınlanmanın önemi olmazdı. Aydın baskıcı, köktendinci, tutucu, çıkarcı olamaz. Aldatmaz ve oyalamaz. Gerçekten ve doğrudan yana olur. Yobaza alkış tutmaz, bağnaza omuz vermez, aymazı desteklemez. Sözüne güvenilir, varlığından ve yandaşlığından güç alınır. Her tür sömürünün, alçaklığın ve satılmışlığın karşısındadır. Aydınlığın kavgasını verir, gözünü budaktan esirgemez, can derdinde koşmaz.

Sözde ayın bu tür erdemlerin uzağındadır. Tembeldir, yozdur, bozuktur, bozguncudur. Okumaz, okuduğunu anlamaz, anlamış görünse de yorumu bencil, düşüncesi yoksuldur. Ismarlama yazı yazar. Düzmece anılarla gerçekleri saptırır, kin kusar. İlkesiz, tutarsızdır. Korkak, yılışık ve şımarıktır. Arkadaşını engeller, onu uzaklaştırıp yerine geçmeyi beceri sayar. Karalar, gammazlar, suçlar amacına ulaşmak için her yolu ve her yöntemi geçerli sayar. Tabularından ayrılamaz. Patronlarına tapar. Uşaklıktan çekinmez, araç olur, ajan olur. Değerbilmezliği bir yana değerlere saldırır, yıkmaya çalışır. Kıskançlığı belirgin, kendisi tedirgindir. Ruhsal ve beyinsel bozukluğunu örtmek için tartışmalara sığınır. Yapamayacağı kötülük yoktur. Değişik ve aşağılık düşkünlükleri vardır. İmzasız ya da sahte imzalı mektuplarla kıskançlığının ve kininin kölesi olarak oraya buraya başvuran, karaçalma ve yalanlarla onurlu kişilere saldıran “liboş” ve “entel”leri medya yoluyla gösterilerini sürdürmektedir. Kimini bilimsel sanıyla bir şey sanıp ekranlara çıkarmakta, kürsülere, kurullara taşımaktadırlar.

Sözde aydınlar potansiyel tehlikedir. Hattâ yakın tehlikedir. Herkesle işbirliği yaparlar. İşlerine gelirse şeriatçıların, bölücü ve yıkıcıların amaçlarını bile bile onlara özgürlük kalkanı olurlar. İlkelerin oyulması onları ilgilendirmez. Rektörlerin Atatürkçülükten söz etmesine katlanamazlar. Lâik cumhuriyetin, çağdaş Türkiye’nin Atatürk’le özdeşleşmesi onları çılgına çevirir. Karşıtlıkları o kadar belirgin ki Atatürkçülük ve Atatürkçüleri başlıca düşman sayarlar. Ne diyeceklerini, nasıl karalayıp suçlayacaklarını şaşırırlar. İlericilere sahip çıkmanın temsil ettikleri kurum ve ilkeler nedeniyle doğal olarak Türkiye’ye ve cumhuriyete sahip çıkmak olduğunu, bu değerleri savunmak olduğunu kabûl edemezler.

Safsatayı ve sapkınlığı “düşünce özgürlüğü” kapsamında gören aymazlarla, düşünce özgürlüğünün “sınırsız” olduğunu savunan bilmişler var. Tıpkı, sıkmabaş ve bohçabaşı “başörtüsüne elatılıyor” diye yalanla savunan bağnaz-yobazlar gibi. Düşünce açıklamayı düşünmeyle bir tutup düşünceye karışılıyormuş gösterirler. Aydın, siyasal yaşama düzey ve onur kazandıran kişidir. Karanlığın her türüyle savaşan bir yurtseverdir.

Televizyon izlenceleri (programları) ne çıkarak çok kimsensin benimsediği konuları kendi özgün görüşüymüş gibi anlatarak doğruları savunan birisi görünür. Oysa, derlemeci ve taklitçidir. Yetişemediği insanları akıllı-uslu pozlar vererek gerçekdışı durumlarla eleştirir, karalar. Konuşurken, yanınızda ve yakınken nezaketini beğendiğiniz insan biraz eleştirilip görüşlerine karşı çıkılınca birden hiç beklenmeyecek biçimde kabalaşır. İş istediği, kimi olanak ve ayrıcalık beklediği kapılarda saatler geçirmekten usanmaz. Beklentileri nedeniyle kurduğu ilişkiler kınanacak düşüklükler sergiler. Bir yazı, bir çağrı için aşındırmadığı merdiven, çalmadığı kapı bırakmaz. Armağan almayı sever, bir kez bile incelik göstermez. Mektuba, kara yanıt vermez, gönderilen kitaplara teşekkür etmeyi bilmez. Üstünlük ve seçkin kuruntusunun tutsağıdır.

Türk Mucizesi’ni sürdüren eşsiz ve örnek Türk Devrimi’nin amacını kavramamış, Türkiye’nin sonsuza değin bağımsız yaşaması, lâik cumhuriyetin tüm çağdaş nitelikleriyle güçlenip korunması için yükümlülüklerini unutmuş kişinin aydın olma savı dinlenemez. Sıkmabaşları, bohçabaşları açtıramamış, karşıdevrimcilikten döndürememiş, yıkıcılıktan alıkoyamamış, yandaş kazanamamış, kendi kendileriyle konuşup bir tür kapalı etkinliklerle yetinmiş sözde Atatürkçüler gibi sözde aydınların da hiçbir yararı yoktur. Tersine zararları çoktur. Özellikle gençlere gerçek aydının ne olduğu iyi anlatılmalıdır. Sözde aydınlar, aydınlığın düşmanıdır. Yanıltarak, tiksindirerek kişileri soğutur, uzaklaştırır, karşıya kazandırırlar.

Daha başka anlatımlarla, örneklerle yazıyı sürdürebilirim. Ancak fazla yer ve zaman almamak için bitirmek istiyorum. Bu konuyla ilgili “En Tehlikeli Toplumsal Hastalık: Umursamazlık” başlıklı yazım 3.7.1984’de, “Ölü Toprağı” başlıklı yazım 30.1.1989’da, “Aydınların Aymazlığı” başlıklı yazım da 31.7.1998’de Cumhuriyet gazetesinin ikinci sayfasında yayımlandı. Çağdaş Türk Dili dergisinin Kasım 1991 sayısında yayımlanan yazımın başlığı “Aydınların Karanlığı” idi. Sanat Çevresi dergisinin Temmuz 2001 sayısındaki yazım da “Adam Olmak” başlığını taşıyordu. Uzak-yakın çevremize baktığımızda aydınlar konusunda düş kırıklığı yaşadığımızı göreceğiz. Sözde aydınlar, sözde ilericiler, sözde demokratlar, sözde milliyetçiler, sözde Atatürkçüler, sözde dindarlar, sözde yurtseverler, sözde lâikler, sözde siyasetçiler hakkımız olan değerlerin başlıca engelleridir. Ulusal bağlamdaki olayların oluşumların önde gelen sorumluları bunlardır.

Düzmece rapor hazırlayan bilirkişiler (!), isteğe uygun düşünce veren bilim adamları (!), akıl öğretmeye kalkışan medya bülbülleri, demokrasi baykuşları, ihaleciler, aracılar, işbitiriciler, köşedönücüler bunların arasından çıkar. Kirli ve pis işlerin danışmanları, rehberleri bunlardan kimileridir. Birkaç yabancı sözcükle yaban ellerinden gazel okuyan muzıkacılar, yosunlu köşe taşları da bunlardandır. Kimi üniversitelerde kadroları bunlar oluşturur, bunların ağırlığı, yoğun yaşanır. Türk Devrimi ve Atatürk ilkelerine saldırı bunlardan gelir. Gençleri bunlar kışkırtır ve yanıltır. Gericilerin dayanağı, vitrini de yine bunlardır. Yüzleri kızarmaz. Yalvarıp yakarmakta, isteyip almakta, yalayıp yutmakta ustadırlar. İşbirlikçi, mandacıdırlar. Yabancılardan para almaktan, proje adıyla başvuruda bulunmaktan kaçınmazlar, çekinmezler. Kullanılmakta sakınca görmezler. Ceplerini doldurmayı iyi bilirler. Her iktidarın gözdesi bunlardır. Bunlardaki uyum yeteneği kimsede olmadığı gibi gerekçe uydurmada da üstlerine yoktur.

Bencillikleri sınır tanımaz. Onlardan bilgili, becerikli, uyanık kimse olamaz. Hep kendilerinin en önde, en üstte, en çok aranan ve dinlenilen kimse olmasını isterler. Yönetimde üst ve egemen olmazlarsa bir şeye karışmaz ve katılmazlar. Mızıkçılık için bulamayacakları bahane yoktur. Hiçbir yol bunlarla sonuna dek birlikte yürünmez. İnsanı yarı yolda bırakmaktan, üst perdeden konuşmaktan zevk alır, atıp tutarlar. Ellerini taşın altına sokmazlar. Tartışmayı kavgaya dönüştürür, sıkıyı görünce başkalarını öne sürüp kaçarlar. Aşırmayı, kopya çekmeyi, başkasının üstüne suç atmayı, pazarlığı olağan gösterirler, savunurlar.

Tutsaklıktan bağımsızlığa ve özgürlüğe, dinci ve baskıcı saltanat-hilâfetten cumhuriyete, kula kul olmaktan kişilikli yurttaşlığa, ümmetten ulusa gelmenin, yurt kurtarıp devlet kurtaranların, aklın özgürlüğü ve devletin dinden bağımsızlığı demek olan lâikliğin, bilimselliğin, çağdaşlığın değerini bilmeyen, bu kazanımların kaynağı ilkeleri savunmayan, varlıklarını yabancılara kaptıran kimse aydın olabilir mi? Kadın erkek eşitliğini tanımayan, dini dayanak, ulemayı yolgösterici sayan, aydınlıktan değil, karanlıktan yanadır. Ülkesinin, ulusunun sorunlarıyla ilgilenmeyen, çözümleri dışarıdan ve yabancıdan bekleyen, bir şey almada vermeyi düşünmeyen kimse aydın olamaz. Havuz başlarında, köşklerde, konaklarda, yatlarda, lüks otellerde, renkli sofralarda, loş salonlarda nutuk atmakla, caka satmakla, afra tafra ile aydın olunmaz. Ülkesini ve yurttaşını tanımayan, yabancılaşıp uzaklaşan, fildişi kulesine çekilip keyfine bakan, işi oluruna bırakan, insanlık ve yurttaşlık borcunu unutan kimse hiçbir şey olamaz ki aydın olsun.

Parçalanmışlığın, dağınıklığın nedeni bunlardır. İlkelerde birleşmeyi, genelde ve temelde anlaşmayı savsaklayıp ayrıntıda ayrılarak Türkiye karşıtlarına, gericilere, bölücü ve yıkıcılara güç verirler. Çoğunun dostluğu sahtedir. Görevle, makamla geçerlidir. Bunlarla sınırlıdır. Yetkili ve etkili olmaktan çıkınca sizi önce onlar unutur.

Ülkemiz ortamında aydınların önemini yadsımak olanaksızdır. Kalkınma ve gelişmede, büyüme ve güçlenmede aydınların öncülüğü beklenmekte ve özlenmektedir. Ancak, aydınların toplumsal yükümlülüklerinden kaçındıkları, halkla birlikte olmaktan, aydınlatma çabalarından uzak durdukları bir gerçektir. Kimi aydınların biriki, donanımı umulandan iyi de olsa, “adamlık” nitelikleriyle itici düştükleri görülmektedir. Yaklaşımları beğeni toplayan, güven veren, umut dağıtan, katkılarından yararlanılan aydın sayısı giderek azalmakta, sözde aydınlar çoğalmaktadır. Aydınları özürlü, aydınları yetersiz ülkelerin yarınlarının aydınlık olması beklenemez. Sorun bu nedenle çok önemlidir.
Nitelik-kişilik seçkinliğini gözardı edip “Aydın”ı bir diplomaya, toplumsal belirginliğe, akçalı güç başta olmak üzere değişik albenili durumlara bağlarsanız eğitimi, bilgiyi, kültürü, bilinci, ahlâkı, deneyimi, karakter üstünlüğünü hiçe saymış olursunuz. Her okumuş, her diplomalı, her eli kalem tutan, ağzı lâf yapan, belli bir yerde oturup belli görevlerde bulunan kimseler aydın olsalardı Türkiye’miz bugünkü karanlığı yaşamazdı. Çalışkan, dürüst, yürekli, düşünceleri ve görüşleriyle topluma ışık tutup öncülük edecek düzeydeki kişiler “aydın”dır. Bağımlı, uydu ve uşak ruhlu kişiler, çıkarcılar, ikiyüzlüler, dönekler ve sapkınlar asla aydın olamaz ve sayılamaz. Gerçek aydın bir ilke ve davâ adamıdır.

“Aydın” diye boy gösterenlerin çoğu bu niteliğe yaraşmayan, sıradanlığı şöyle dursun düzeysizlikleri sırıtan kimseler. Kendini aydın sanan ya da aydın sanılan bu tipler, toplumda tepki uyandırmakta, öncelikle “aydın” niteliğine zarar vermekte, güven ve inan duygularını altüst etmektedirler. Kiminde kalem, kiminde fırça, kiminde bir enstrüman. Kimi kürsüde, kimi sahnede, kimi podyumda, kimi ekranda, kimi koridorda, kimi de her yerde. Gösterişi, nutuk atmayı, bildiri dağıtmayı, ileti yayımlamayı, basın toplantısı yapmayı, etkinlik düzenlemeyi çok sever, çok iyi becerirler. Ama uğraşa, kavgaya, savaşıma gelince değişik bahanelerle kaytarırlar. Yoksunluğa katlanmayı, güçlüğe dayanmayı, haksız işlemlere karşı koymayı bilmezler. Görev katları biraz yükseltilmese bile aynı tutuldukça, aylıkları düşürülmedikçe ses çıkarmazlar. Hele görevde ve aylıkta yükseltme olunca keyiflerine diyecek yoktur, kötülediklerini alkışlamaktan da çekinmezler. Çabuk değişir, kolay saf, renk ve çizgi değiştirir, ucuza alınıp satılırlar. Kolaycıdırlar, birbirlerini tutarlar ama az sonra yıkmaya, bitirmeye çalışırlar. Gerçek aydınların üzerindeki gölgelerdir.

Bir örgüte üye olurlar, ödenti vermezler. Katıldıkları toplantıları karıştırırlar. Uzun ve sıkıcı konuşmalar, gereksiz sataşmalar ve önerilerle zaman yitimine neden olurlar. Ön sıralarda oturup görünmek, eleştirmek, gösterişli etkinlik varsa bulunmak, yoksa çağrıları yapay özürlerle karşılayıp kaytarmak bilinen becerileridir. İzlencelere çıkıp gazete köşelerine kurularak herkese akıl vermeye çalışırlar. Türkçe bilmezler, dil uzmanı, “dilci” geçinirler. Yalan söyler, takma ad kullanır, kadınsa erkek, erkekse kadın resmi altına sığınırlar. Yüklü paralar alırlar. Eğitim için, iyilik için, bir yardım için tek kuruş bağış yaptıklarına rastlayamazsınız. Bir etkinlik için arasanız gidiş-dönüş uçak bileti, en lüks yerde kalmayı ve konuşma ücretini ister. Varlıklı olmasına karşın paraya düşkünlüğü ve ısrarı hayretle karşılanacak ölçüde fazladır. Katılma sözünü verir ama tutmaz. Kendisi yararlı bir şey yapmaz fakat kimseyi beğenmez. Özellikle kendi düşkünlük ve düşüklüklerini belirgin kılacak nitelikli kişileri karalar, durumunun ortaya çıkmaması için onlarla birlikte olmaktan kaçınır. Yeterli eğitim-öğretim görmemiş olmasına aldırmaz, bilgiçlik taslar. Kimi zaman kapısından bile geçmediği eğitim kurumlarını bitirdiğini söyler.

Kimi gün fıkra anlatarak, kimi gün şiir ve şarkı söyleyerek, kimi gün siyasal eleştiriler sıralayarak kendini gösterir. Bu tip-tipler aydın değil, “aydıncık” bile olamaz. Havuz, otel, kort, renkli ışıklar, çılgın müzik, şık giysiler, kumar masaları, dost kasaları, evler, taşıtlar, yatlar, içki âlemleri, sayısız nikâh, hattâ imam nikâhı, çirkin ilişkiler, bir sürü pislik bunlar için geçerli ve olağandır. Küçük yaştakilerle birliktelikler, yurtdışı gezileri, pahalı armağanlar yaşamlarını süsleyen eklerdir. Patron buyrukları gözlerini parlatır, adımlarını değiştirir. Yabancı hayranlığı, işadamı düşkünlüğü, siyaset tutkuları ağır basar. Evleriyle, eşleriyle gereğince ilgilenmezler. Doğru dürüst okudukları bir kitap yoktur. Okuduklarını anladıkları da kuşkuludur. Tartışma, kavga, gürültü en elverişli ortamlarıdır. Dinsel söylemlerle yandaş bulmayı, sıkmabaşla ilgi çekmeyi övünülecek davranış sayarlar.

İnsan haklarını, eşitliği, sosyal adaleti savunur görünürler, bu konularda en belirgin aykırılıklar bunlardan gelir. Ayrıcalıklı olduklarını sanırlar. Ayrımcılıktan çekinmezler. “En önde ben olayım, en üstte ben oturayım, benim dediğim doğrudur, benim istediğim olmalıdır” diye kasılırlar. Çocukları kışkırtanlar, yıllardır terör can alırken ses çıkarmayanlar, 12 Eylûl’de dut yemiş bülbül gibi susanlar, arkadaşlarını gammazlayıp darbecileri alkışlayıp onların verdiği görevlere uçarak gidenler, onlar ayrılınca arkalarından atıp tutanlar yine bunlardır. Kendini işe alanın, göreve getirip yükseltenin, seçtirenin ayağını kaydırıp yerine geçen, iktidara hemen ayak uydurup kasket giyen, bıyık bırakan, sıkmabaşa giren, namaza duran yine bunlardır. Görünmeyi, yanaşmayı, yaranmayı ustalık sayarak kişiliksizlik sergileyenler, gerçek aydınları güç durumlara düşürenler aydın olma savındaki kimi zavallılardır.

Çocukluklarını bilirsiniz. Babalarının arkadaşı, ağabeyleri, amcaları bilerek yakınınızda oldukları günler uzak değildir. Hattâ kimileri de akrabanızdır, dayısı olursunuz. Bir yere yerleştiler mi, ideolojik bir saplantıya kapıldılar mı artık sizi unutur, tanımazlar. Patrona tapmaya, para yığmaya başlayınca kötüleyip karalamaktan da utanmazlar. Çünkü, sevgiyi, saygıyı, insanlığı unutmuşlardır. Yanınızda staj yapanlardan da böyleleri çıkar. Ülkesinin, ulusunun, devletin yararını düşünmeyen, toprağının değerini bilmeyen, içtiği suyun, yediği ekmeğin, soluduğu havanın bilincinde olmayan, ırkçılık ve dincilik oyunlarıyla gözleri dönen, varlığını borçlu olduğu kişi ve kurumları, yaşamsal ilkeleri yadsıyan, AB destekleriyle kiminin sağında kiminin solunda yer alan, ABD hayranlığıyla sarhoş olan, kendi toplumuna ne verebilir ki? Dün ırkçı-faşist, bugün demokrat-neoliberal. Bugün köktendinci, yarın ateist. Unvan, şan, şöhret peşinde koşmaktan yorulmazlar, ama küçük bir yarayı sarmaya yanaşmazlar. Nankörlük bunların karakteri olmuştur. Bellekleri tozlu, vicdanları kara, yürekleri kerpiç, beyinleri taştır. Asla güvenemezsiniz. Oysa, aydın, aydınlığın kaynağıdır. İnsanlığın, dostluğun, arkadaşlığın, yararlı yurttaşlığın en düzeylisidir. Davranışları, yaşamı, görüş, düşünce ve yapıtlarıyla seçkin ve saygın kişidir. Kişiliğiyle örnek, varlığıyla önderdir. Kendini bilen, sevilen, aranan, başvurulan, özlenen insandır. Gerçek aydına bu niteliği kendisi değil, başkaları yakıştırır. Gerçek aydın alçakgönüllüdür, içtenliklidir. Yalanı-dolanı, yalvarıp yakarması yoktur. Haha-hihi, yemek-içmek değil, yararlı olmak, yaratmak peşindedir. Sözde aydınların karanlığı önlenemedikçe gerçek ve hakkımız olan aydınlığa kavuşamayız. Siyasette, ekonomide, hukukta, eğitimde, sanatta, her alanda sözde aydınlar yapıları- yaradılışları gereği değişik bozukluklarıyla etkin olmaktadırlar. Oysa edilginlerdir. Gerçek aydınlar seslerini çıkarmalı, ülke sorunlarına sahip olduklarını çözüm önerileriyle açıklamalıdır. Sahipsiz bırakılan alanlar başkalarının olur.

Kötülüklerden ve olumsuzluklardan sorumlu olanlar ilgisiz ve tepkisiz kalıp ilişkilerini düzenlemeyenlerdir. Davranışlarıyla çelişkiler ve aykırılık içinde yüzen sözde aydınlara ne olduklarını ve ne olamayacaklarını anlatmak gerekir. Kendilerinden başka kimseye saygıları yoktur. Gösterir gibi oldukları saygı da yapaydır. Türkiye’ye karşı olayların içinde bulunmuşlar, ülkede kötü örnek olmaları yetmiyormuş gibi yurtdışında arap ve kürtçü teröristlerle düşüp kalkmışlardır, iğrenç tutumlarla düşman kamplarda eğitilmişlerdir, sonra Türkiye’ye dönüp yazarlığa soyunmuşlardır. Bunlarla ilişki kurulmuş, yüksek ücretlerle iş verilmiştir. Beş metre dilleri vardır, beş paralık katkıları yoktur. Eskilerin “Kadı yoran” dedikleri bu kendisiyle kavga eden aydın taklitçileri çok kimsenin “Gerçek, geveze, ukalâ” nitelemesine hak verdiren alışkanlıklarından kurtulamazlar. Dernek, vakıf, parti kuruluş çalışmalarına ön sırada katılırlar, zaman geçip gönüllerinde yatan gösterişli yeri vermeyince mızıkçılık çıkarır, bir bahane ileri sürerek yolu yarısında terkederler. Bir süre kalanlar da başka partilerden milletvekilliği adaylığı olasılığı söz konusu olunca kaçar gider. Gazete, dergi çıkarırken kurulan birlikteliğinizi sayfayı, köşeyi, parayı beğenmeyince bozarlar. Doymayı bilmezler. Saygıyla dinlemek, yansız değerlendirmek, kararlı yürümek yetenekleri yoktur. Saygı gösterip efendilik yaptıkça tepenize biner, arsızlık ve yüzsüzlükleriyle kınanırlar.

Darbelerde askerleri alkışlar, terörle mücadeleye gelince demokrasi havarisi kesilip askere engel olmaya çalışırlar. Ekranlarda görünmeyi severler. Gösteriş budalalıkları, karşı cinslere, hattâ birbirlerine düşkünlükleri, sık sık eş değiştirmeleri söylenti konusu olur, eleştirilir. Tarihi, gerçekleri, yasal belgeleri yadsır, karalar, tersine çevirir, karıştırırlar. Hak etmedikleri paraları çekinmeden alırlar. Devletten para alıp devlet karşıtlığını kimseye bırakmazlar. Başkalarına görünmek için 10. Yıl Marşı’nı söyler, tersi savlarla ad yapmaya çalışırlar.

Aydınlık ve aydınlar için söylenecek güzel sözler, verilecek değerli örnekler vardır. Gerçek aydınları dışarıda tutarak, aydınları gölgeleyip lekeleyen sözde aydınlar için saptamalarımızı özetledik. Kendini sorgulamayan, özeleştiriye bağlı tutmayan kimse aydın olamaz. Daha açıkçası adam olmayan aydın olamaz. Kendini bilmeyen kimselerden gelecek zararı gidermek güçtür. Aydın olmak kolay olsaydı her yer aydınlık olurdu. Çoğu olumsuz direngen (huysuz), inatçıdır. Yanlışları kendilerinin değişmez doğrularıdır. Alıntı yapar, kaynak göstermezler. Kopyacıdırlar.

Bunlar her yerde, her hatta, her görevde bulunur. Giyimleri, konuşmaları, çantaları, ellerindeki gazete, dergi, kitaplarla konuştukları kimseleri görünce gerçek aydın sanılır. Biraz söyleşiyi sürdürür, ilişkiyi artırır, bir toplantıda izlerseniz notunuzu verir, aldandığınızı anlarsınız. Her kılık ve biçime girerler. Haksızlıklarını, yanlışlarını, yanılgılarını asla kabûl etmezler. Sizin zamanında, yerinde, doğru ve gerçek savlarınızı çürütemeyince sizi çürütmeye çalışırlar. Her parmağında onlarca kara vardır. Yalanları, iftiraları hazırdır. Öyle inandırıcı ses ve pozla konuşurları ki sizi tanımayanlar hakkınızda koşullanmış, önyargılı duruma gelir.

Elleri ceplerine gitmez. Bir ilke için, bir uğraş için, bir ürün ya da bir ortak edinim için gidere katılmazlar, özveride bulunmazlar. İşlerine gelmeyince sizi yalnız bırakıp kaçarlar. Korkaktırlar. Kimi izlendiği kuşkusu içinde yaşar. Kimi de resmî bir kovuşturmaya bağlı tutulacağını sanarak “etliye-sütlüye” karışmaz. Hani kimilerinin “suya-sabuna dokunmaması” gibi. Sözde aydınlarla yola çıkmak karanlıkta uçuruma düşmeyi göze almaktır. Çok çabuk görüş, yer, çizgi ve parti değiştirir.

İdeolojik bağımlılıkları, saplantıları koyudur. Halkını en çok bunlar aldatır ve yanıltır. Bulundukları yere, görev sanlarına bakılınca inanılacak nitelikte sanılır. Kimi gazetelerin köşelerine başyazılarına bakmak yeter. Neleri nasıl savunup nasıl sunduklarını görünce tiksinti duymamak olanaksızdır. Dün şuradaydı, bugün burada, yarın karşı yanda olabilir. Yazdıklarının tersini hiç çekinmeden bu kez başka yerde yazar. İnancı, ilkesi, bilinci çıkarının olduğu yerindir.

Kendileri için çok duyarlı, başkaları için “vurdum duymaz” sözünü anımsatan en iyi örneklerden biri biçiminde duyarsızdır. Türk Devrimi ve Atatürk ilkelerini ya yanlış tanıtır, ya da amaçlı biçimde sömürür. Kimi zaman yıkmak, bozmak için aranıza katılır. Lâikliği, kökten dincilerin müslümanlığı yaptığı gibi, sıkmabaşa indirger. Şeriatçıların dinden imandan soğuttuğu gibi Atatürkçülükten soğutur. Televizyon ve radyo programlarına çağrılmayı, yazılarının yayımlanmasını, kitabından ve adından söz edilmesini ister. Öncesinde ve sonrasında kokteyl ya da yemek olmayan etkinliklere güç katılır. Düzensiz yaşamını, dağınık çalışmasını, ilgisizlik ve vefasızlığını söz kalabalığıyla örttüğünü sanarak gerekli gereksiz konuşur. Yanında her şey konuşulmaz. Bıktırır, pişman eder, sağlığınızı bozarlar.


http://www.turksolu.com.tr/116/ozden116.htm


***

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder