25 Nisan 2020 Cumartesi

İZMİR İŞGAL ALTINDA

İZMİR İŞGAL ALTINDA




09 EYLÜL 2010 
İzmir İşgal Altında
Reha ATAKAN
EGİAD YARIN Yayın Kurulu Başkanı



30 Ağustos 1922 Türk Kurtuluş Savaşı’nın kesin zaferi ile başlayan ve Cumhuriyet Türkiye’sinin kuruluşunu müjdeleyen kurtuluş haftalarının içindeyiz. Başta Ulu Önderimiz Mustafa Kemal Atatürk olmak üzere İstiklal Harbimizin tüm neferlerini sonsuz saygı ve şükranla anıyorum. Yüce Türk Milleti’nin bu büyük Zafer Bayramı’nı ve 9 Eylül İzmir’in Kurtuluşu’nu kutluyorum.

Uzun yıllar “Doğu’nun Yıldızı” olarak anılan İzmir, coğrafi olarak bir şehre nasip olabilecek özelliklerin hepsini barındırabilen ender kentlerden biridir. Deniz, körfez, dağ, orman, akarsu, göl, vadi, ova gibi coğrafi unsurların bir arada bulunduğu İzmir, 1900’lerin başında sahip olduğu mimariyle de şanına yakışan bir güzellik içindeydi. Kurtuluştan sonra savaşın ve yangının yaralarını sarmaya çalışan İzmir’i hızlı bir imar çalışması ile kısa sürede eski güzelliğine kavuşturma yı amaçlayan yöneticiler bir dizi çalışma başlattı.

“Karga” İzmir’de

Bu çalışmalar doğrultusunda dünyaca ünlü şehir plancısı ve mimar Charles Edouard Jeanneret’ namı diğer “kargaya benzeyen” anlamına gelen Les Corbusier’nin de aralarında bulunduğu birçok yerli yabancı mimardan görüşler alındı. İzmir’in mimari tarihini ve gelişimini merak edenlerin Les Corbusier’nin İzmir’e gelişini ve o yıllarda yapılan çalışmaları okumalarını tavsiye ederim.

O günlerde de tıpkı bugün gibi bir sürü tartışma, itiraz ve kargaşa arasında geçen çalışmalar sonucu kabul edilen plan yeni İzmir’in başlangıcı olmuş ancak, özellikle 1960’ların sonundan itibaren plansız bir şehirleşme İzmir’i bugünkü haline getirmiştir.
1940 yılında dünyanın en usta, en sıra dışı, en deli mimarlarını toplayıp İzmir’i göstererek “öyle bir şehir planlayın ki daha kötüsü yapılamasın” denilseydi iddia ediyorum o mimarların aklına İzmir’in bugünkü hali gelemezdi. Kentin en güzel manzaralı en sağlam zeminli tepelerine gecekonduları koyup, sahil boyunca yeni bir Çin Seddi inşa etmek, hemen bütün güzel eski evleri, köşkleri, binaları yıkıp yerine birbirinden çirkin beton apartmanları dikmek, bütün bunları yaparken ciddi anlamda hiçbir park, spor tesisi ve otopark yapmamak ve ortaya çıkan bu ucubeye “kent dokusu” deyip korumaya çalışmak herhalde kimse tarafından
hayal edilemezdi.

Bugün İzmir en az 60 yıldır çarpık kentleşmenin, betonlaşmanın ve bunu hazırlayıp yönetmeliklere sığınarak devam ettiren zihniyetin işgali altındadır. 

Bu işgal ne yazık ki düşman işgalinden daha tehlikeli ve kurtulması en zor olandır. “İzmir ne kenti olsun” diye bir sürü konferans düzenleniyor. Bence asıl soru “İzmir’i nasıl yeniden bir kent yapabiliriz” olmalıdır. Şehrin önünü tıkayan ihtiyaçları karşılamaktan uzak imar yönetmelikleri bir an önce değiştirilerek, cesur bir şekilde kent yenileme çalışmaları başlatılmalıdır. İzmir’e çok yazık oluyor…

Referandum konusunda merak ettiklerim

Birkaç aydan beri devam eden ve ülkeyi kilitleyen evet-hayır yarışmasının sonuçlanmasına az kaldı. Anlamadığım bir konu “demokratikleşme” tartışmaları. Gerçek anlamda demokrasiyi sağlayacak seçim kanunu, partiler yasası, dokunulmazlıkların kaldırılması gibi hayati meseleler dururken farklı konularda hazırlanmış bir anayasa paketi nasıl daha fazla demokrasi getirecek
merak ediyorum. Diğer yandan, “demokratikleşme” adına teröre karşı alınan önlemlerin kaldırılması ve ülkeyi bölünmeye ve bir iç savaşa kadar götürebilecek hukuki düzenlemelerin yarattığı ortamda yükselen ikinci bayrak ve özerklik (bölünme) seslerini ülkemizin geleceği için çok tehlikeli buluyorum.

Osmanlı’nın çöküş sürecinde yapılan hataların ve sapmaların bedelini Anadolu coğrafyasına sıkışarak ödedik. Şimdiki hatalardan bir an önce dönülmezse bedeli inanın çok daha ağır olur. Halk oylamasından çıkacak sonucun Büyük Türk Milleti için hayırlı olmasını dilerim.

***

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder