25 Mart 2020 Çarşamba

BANA YALAN SÖYLEYEN YILLAR., YAZI SERİSİ BÖLÜM 3

BANA YALAN SÖYLEYEN YILLAR., YAZI SERİSİ BÖLÜM 3



Diktatöre…

Bekir Coşkun.,

Seni anlayabiliyorum aslında…
İki kişi konuşurken, bir kişinin daha orada olduğunu düşünüyorsundur…
Bu bakımdan cümleleri anlaşılmaz hale getirerek söylüyorsundur; “Onu da öyle yapınca, bakalım şeyi de nasıl olsa oraya koymamız lazım” gibi…
*
Ben sana söyleyeyim…
Şu odandaki saksı…
Dikkat et…
*
Saksıya kötü kötü bakıyorsun…
Dinleyebilir seni çünkü…
Kimse yokken usulca yaklaşıp arkasına göz attın… Sonra “r” harfi pozisyonunda boynunu uzatıp içine baktın, eminim…
Böcek var mı?
Arkasından işaretparmağını uzatıp toprağını eşeledin…
Birisi geldiğinde, zıplayıp geri çekildin… Parmağının çamurunu görmesinler diye elini cebine soktun…
Biliyorum…
Gözünü şüpheli saksıdan ayıramadın…
Yalnız kalınca yine yavaşça saksıya…
*
Eşine, çocuklarına tembih ettin:
“Her şeye koyarlar… Şimdi bakıyorsun sanki yok… Ama burada öyle söylersin, o gider bakarsın öte yana bildirmiş… Ne söyleyeceksen gideceksin beriye…”
Nereye?..
Bizler on yıldır yaşadık, biliriz yani…
*
Şüphelendiğin şeyler:
Priz, abajur, tablo, çerçeveler, portmanto, sehpa, kalemlik, masa, koltuklar, duvar…
Evet, duvarlardan dahi şüpheleniyorsundur, yıktırma sakın…
*
Biliriz…
Sabahları her kapı çalındığında irkildi Atatürkçü yurtseverler…
Arkadaşlarımızı alıp götürdüler… Sözünü ettiğin o “devletin içindeki çete” sana çalışıyordu o zamanlar… Ve günahsız insanlar düzmece kanıtlarla götürüldükçe, şöyle diyordun:
“Yargı bağımsız, götürmüş, soracak tabii…”
Şimdi iş sana ve çocuklarına dönünce…
*
Ama yurtseverler götürüldüler…
Kimisi orada öldü… Kimisinin yaşamının en güzel yılları alındı elinden… Kimisi hâlâ hücrede…
Yuvalar söndü, çocuklar babasız kaldılar…
Annelerin, sevgililerin gözyaşları geceler boyu dinmedi…
Karanlıkta çığlıklar yankılandı sabahlara kadar…
*
Sıra sende…
Çünkü sahip çıktığın, barındırdığın, kullandığın o ahlaksız tuzağın dostluğu olmaz…
*
Seni izleyen kendi günahındır o…
Saksıya dikkat et…


***********

Şunları Söyledi;

Ahmet Takan

3 Kasım 2002’den sonra;

Başbakan Recep Erdoğan;

“Millet adına savcıyım. Çünkü kim kimlerin avukatlığına soyunmuş bunlar çok önemli. Biz kendimize hiçbir vasıf tayin etmemişken bize de savcılık görevini sağ olsun onlar veriyor. Bu da güzel bir şey. Niye savcı millet adına vardır, iddia makamı millet adına ordadır, biz de millet adına evet hakkı aramanın hakkı savunmanın gayreti içindeyiz, eğer bu anlamda savcılık ise evet savcıyım.” (15 Temmuz 2008)

Başbakan Recep Erdoğan;

“Eğer bugün hâkimlerimiz, savcılarımız hiçbir baskı ve tehdide boyun eğmeden görevlerini yapabiliyorlarsa, güven verici bir gelişmedir. Bundan kim neden rahatsız olabilir? Bunu kim, neden engellemeye çalışabilir? Bakınız ortada son derece ağır, son derece vahim iddialar var. Anayasamıza, yasalarımıza göre suç teşkil eden ithamlar var. Bırakalım yargı işlesin, bırakalım hukuk işlesin. Bırakalım ak ile kara ortaya çıksın. Süreci bulandırarak, hâkimleri, savcıları tehdit ederek hiç kimse bir yere varamaz.” (21 Nisan 2009)
Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç;
 “Emekli orgenerallere ait ses kayıtları ortaya çıktı. Neler konuşmuşlar, neler söylemişler. Allah’a çok şükür ediyorum ki Türkiye bunların zamanında bir savaşa falan girmemiş. Neler var neler... Konuşuldukça bu ülkede neler varmış, kimler ne yapmış, kimler kimlerle işbirliği yapmış, Türkiye’nin bölünmez bütünlüğünü kimler dinamitlemiş... AK Parti iktidarı bütün bunlara karşı nasıl dimdik ayakta kalmış bunu görüyoruz.”  (12 Mart 2009)

AKP Genel Başkan Yardımcısı Hüseyin Çelik;

“Sayın Türkân Saylan, bazı kız çocuklarına Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği faaliyetleri kapsamında burs verdiği için bu soruşturmaya konu değil. Sayın Haberal organ nakli yaptığı için, iyi bir cerrah olduğu için içeri alınmıyor. Netice itibariyle kimse sorgulanmaz, hesap sorulmaz, dokunulmaz konumda değildir.” (17 Mart 2011)

Başbakan Recep Erdoğan;

“Son günlerde bazı iddialarla ilgili başlatılan yargı sürecini biz de dikkatle izliyoruz. Emekli ve muvazzaf bazı askerlere yönelik bir süreç başlatıldı. Bu süreç yargının tasarrufu altında ilerliyor. Ak ile karanın ortaya çıkması; sürecin hassasiyetle ilerlemesi, kamuoyuna tatmin edecek kararların verilebilmesi için herkesin bu noktada yargıya ve yargı süreçlerine saygı duyması şart. Bu konuda duyarlı, hassas olması herkes için geçerli. Bu işleri hükümetle ilişkilendirenler, kusura bakmasınlar hezeyan içindedirler. Birileri yargıya, siyasi müdahalelerde bulunmaya, davalara yön vermeye alışık olabilir. Bizim de böyle yaptığımızı düşünebilir veya birileri böyle bir temenni içinde olabilirler. Bizim yürütme olarak görevimiz bellidir, yetkimiz bellidir. Kimse hükümeti bu tür spekülasyonlara alet etme yanlışına düşmesin. Başta ana muhalefet partisinin genel başkanı olmak üzere, herkesi bu noktada sağduyulu ve özellikle de sorumlu davranmaya davet ediyorum. Yargının işleyişini güçleştirecek, yargıyı töhmet altında bıraktıracak, çalışmasını engelleyecek girişimler adaletin tecellisine katkı sağlamayacağı gibi, şüphelerin aydınlığa kavuşmasını da engelleyecektir.” (15 Şubat 2011)

Başbakan Recep Erdoğan;

 “Ergenekon’da verilmiş karar nihai karar değildir. Ergenekon Davası ile ilgili kanaatimde sapma söz konusu değil. Temenni ederiz ki adalet hakkıyla tecelli eder. Gerek ana muhalefetin, gerek diğer muhalefetin bu süreçle ilgili yaptığı açıklamalar çok çirkin. (Yargı organı istediğim kararı verdiği zaman iyi, istemediğim kararı verdiği zaman kötü) gibi bir niyet olmaz. Muhalefet partisinin genel başkanının yaptığı açıklamalar suç teşkil etmektedir. (Bu mahkemelerin hakimlerini savcıları tanımıyoruz) gibi ifadeler yargıya müdahale gibi bir anlayışın içerisine girmektedir. Türkiye’de siyaset yapmanın edebinin ne noktaya geldiğini gösteriyor bu. Bu şekilde bir siyaset yapılamaz.” (8 Ağustos 2013) 
Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç;

“Allah o savcılardan razı olsun ki hiçbir tehdide aldırış etmeden, hiçbir şeyden korkmadan soruşturmalarını çok güzel bir şekilde yaptılar, mahkemeler de incelemelerini yaptı, yargı kararını verdi. Biz şimdi hiçbir şeyden korkmuyoruz.Hükümet sadece siyasi olarak bu işin arkasında durdu. Çünkü başka hiçbir insan, savcı olsun hâkim olsun bunları yargılama gücü veremezdi.” (3 Eylül 2012)

(E) Adalet Bakanı Sadullah Ergin;

“Yeni yasa (HSYK) ile kurul, bağımsız bir yapıya kavuşuyor. Görev ve yetkilerini kullanırken hiçbir organ, makam, merci veya kişi, bu kurula talimat veremeyecek. Adalet, tarafsızlık, doğruluk, tutarlılık, eşitlik ve liyakat çerçevesinde görev yapacak” (10 Aralık 2010)

AKP Grup Başkanvekili Bekir Bozdağ (Y. Adalet Bakanı);
“HSYK’nın çaycısı, bütçesi, oturacağı koltuğu bile yoktu, her şeyiyle göbeğine kadar Adalet Bakanlığı’na bağlıydı. Artık Adalet Bakanı karışamayacak, görüş serdedemeyecek.” (10 Aralık 2010)
17 Aralık 2013’ten sonra;
Başbakan Recep Erdoğan;
“HSYK’yı yargılarım...” 
“Bu savcı kimin savcısı?.. Bu nasıl savcı...” 
“O savcıyla daha işimiz var...” 
“Orada bu savcı iş takip ediyor...” 
Ve 30 Aralık 2013 sabahı gelinen nokta; Adalet Bakanı Bekir Bozdağ, HSYK’nın yetkisini elinden aldı, “Tek ben açıklama yapacağım” dedi.
Meşhur bir Türk sözü gündeme nasıl da cuk oturdu. Değil mi?
“Eskiden yediğin hurmalar, şimdi sizleri tırmalar...” 


****************

İki Ucu Pisli Değnek

Zahide Uçar

Rezilliğin, sefaletin ülkeyi sardığı şu günlerde F Çete ile AK Çete en aşağılık yöntem ve söylemle birbiriyle savaşıyor. Ortakların kurduğu Kırk Harami Düzeni AK Yolsuzluk üzerinden çatladı. O çatlaktan ülkenin üzerine ahlaksızlık, yalan, pislik akmaya başladı.
AK Çetenin başı aklını yitirmiş bir deli gibi saldırıyor. 
“Sesiniz çok yüksek çıkıyor Tayyip Bey; sesinizin herkesten çok yüksek çıkması bir suçluluk psikolojisinin gereğidir.“
Ne demiştiniz Davos’da Perez’e? “Sesin çok yüksek çıkıyor. Benden yaşlısın, biliyorum ki sesinin benden çok yüksek çıkması bir suçluluk psikolojisinin gereğidir.“ 
Şimdi siz bas bas bağırıyorsunuz. Gözleriniz yuvalarından fırlamış, gürültü kirliliği yaratacak kadar çok bağırıyorsunuz. Sesinizin herkesten çok yüksek çıkması, bir suçluluk psikolojisinin gereği midir(!)?..
İttifak çatladı.
Bu milletin kavgası olmayan bir kavga… Küresel çetenin oyun sahası haline getirilen ülkemde kartlar yeniden karılıyor. 
11 Yıllık devr-i zulmün hukuk katili AK Çetenin başı, kendi elleriyle katlettiği yargıdan şikayet ediyor(!).. Oysa Adalet Bakanlığı bürokratlarını Yargıtay’a yerleştirmek için ne tezgahlar kurmuşlardı. 12 Eylül 1980 Darbesini kullanarak sivil bir 12 Eylül darbesi yapmışlardı. İstedikleri yargı değişikliğinden sonra yeni yargı mensuplarının altına özel arabalar bile çekmişlerdi.
Biz iki ucu boklu bu değneğin hiçbir ucuna taraf olmayacağız. Kimin koynunda gebe kaldılarsa, çareyi orada arayacaklar.
Bizi ilgilendiren kısım;

Ülkemizin düşürüldüğü utanç verici durumdur.

11 Yıldır soyulup soğana çevrilen ülkemizdir. Ordusundan polisine, milli eğitiminden diyanetine, sağlıktan tarıma çökertilen kurumlarımızdır. Yok edilen hukuktur, yargıdır. Talan edilen milli varlıklarımız, yok edilen sınırlarımız, işgal edilen adalarımızdır.
Erdoğan ve çetesi dış müdahaleden şikayet ediyor. Oysa “Tayyip Erdoğan ve ekibinin, AKP'yi kurma aşamasında ABD Büyükelçiliğinde görevli üst düzey mason, müsteşar Lawrence ile sık sık görüştükleri ve yine Abdullah Gül'ün İngiltere Büyükelçisi Sir David Logan'ı makamında ziyaret edip parti çalışmaları hakkında bilgilendirdiği” basına sızmıştı.
 Tayyip Erdoğan'ın AKP'yi kurmadan önce “18 Temmuz 2001'de İsrail büyükelçisi David Sultan'la bir görüşme yaptığı” ve Büyükelçiye "yeni oluşacak partinin İsrail ve ABD politikalarına asla ters düşmeyeceği" yolunda garanti verdiği yazıldı. David Sultan, uzun yıllar İsrail ordusunda görev yaptıktan sonra dışişleri kadrosuna alınan azılı bir İslam düşmanıydı...
Bilderberg’ci Fehmi Koru; “Verilecek askeri istihbarat karşılığı Paşaların ve ABD muhaliflerinin tutuklanması kararı Erdoğan-Bush görüşmesinde alındı.” Demişti. Bugüne kadar yalanlanmadı.
Ergenekon soruşturması gelecekte üniversitelerde “ibret olsun diye” ders olarak okutulması gereken bir iddianamedir. 
Tezgahın piyasaya verildiği günlerde soruşturma ve tutuklamalar bir kısım medya ile birlikte yürütülüyor kanaati oluşmuştu. Sanıklar mahkemeye çıkmadan suçlu ilan ediliyordu. İçeri alınanlar ve o insanlarla konuşan herkesin kimliği, telefon numaraları, açık ev adresleri Zaman ve Sabah gazetelerinin internet sayfalarından yayınlanarak bu insanlar adeta hedef haline getirilmişti. Bu iddianame aynı zamanda bir fişleme halini almıştı. O dönemin İçişleri ve Adalet Bakanı bu rezilliği seyretti.
Taraf Gazetesi Ergenekon yargılamaları için; “1923'te kuruldu, 2008'de arınıyor." başlığı attı. Taraf'a devlet reklamları veriliyordu.
Yandaş medya aylarca büyük bir şehvetle tam tam dansları yaptı. “Yıllarca sürecek süreç” diye yayınlar yaparak aba altından sopa gösterildi. Ortaçağ zihniyetinin cadı avcıları gibi muhalif avcılığı yapıldı. İsim vererek; “onu da al, onu da al” diye hedef gösterip yargıya baskı yaptılar. Hukuk, adalet, insanlık katlediliyormuş, kimin umurunda? Hukuksuzluğun bir gün kendilerini de vurabileceğini görmekten acizler.(16.12.2008- Bir Gören Var mı? Başlıklı yazımdan)
AKP’nin 11 yıldır işlediği hukuk cinayetlerinden kısa örnekler verelim: 

1-Başvekil Cem Uzan hakkında konuşuyor. Söylediği söz tüyler ürpertici. Ne diyor Başvekil? ‘’İstediğin kadar dava kazan, ben sağ olduğum sürece hiçbir şeyi geri alamayacaksın’’. İşte hukuk devletini sırtından bıçaklamak budur. Demek ki Uzan davasını kişiselleştirmiş. (Yazık Bu Ülkeye başlık yazımdan.. 17.07.2007)
2-Ve olayın kodları aslında Bakan Şahin’in sözlerinde gizlidir. Ne diyor Bakan Şahin?

“-Son operasyon birilerine ders oldu”. 

Bir operasyonun ders olsun diye yapıldığını da ilk defa duyuyorum(!). Hem de bir bakan ağzından. (İkisi Fazla, Bir Asena Yeter başlıklı yazımdan… 30.01.2008)
Not: Şimdi kendisine soruyorum:
Bu yolsuzluk operasyonları da size ders oldu mu?
3-AKP ‘ye kapatma davası açıldı ya? AKP’li vekiller Avrupa Konseyi Parlementerler Meclisi (AKPM) başkanı Puig’den medet umuyor. Ve kapatma ile ilgili beyanat vermeleri için AKPM sözcüsünden hiç utanmadan ricada bulunuyorlar... Vatansızlık demek ki böyle bir şey... (28.04.2008)
4-Yargısız infaza uğrayan Rahmetli Okkır’ı soran CHP’li vekile AKP'li Bakan ne cevap vermiş? "Siz de Ergenekoncu musunuz? " (14.07.2008)
5-Cargill İznik gölü civarında bulunan tarım arazisine kanunsuz olarak fabrika kurdu. Bursa 2. idare mahkemesi firmaya yapı ruhsatı verilmesine ilişkin kararı 2 defa durdurdu. Ve Erdoğan Bush'un ricası ile mısır şekerine olan kotanın kaldırılması ve Toprak Koruma Ve Arazi Kullanımı Kanunu'na ek madde ilave ederek (27-06-2006) günü jet hızı ile geçirip Cargill işini halletti. ABD'ye gittiğinde Türkiye'ye bile gelmeye sabredemeden ABD'den Bakanına "Cargill işini çözün" talimatı verdi.
6-Milli Eğitim Bakanı Çelik’i üniversitede yuhaladılar. Çelik; “Bunların ağa babaları içeride(!)” dedi.. Ergenekon sanıklarını çoktan mahkum etmişler. Bunlar hukuksuzluğu kendilerine şiar edinmişler. (Eylül 2008)
7-Dava başladığında, yani tutuklanmalarından bir yıl sonra avukatların eline 2500 sayfalık "ayrıntıları ile binlerce sayfalık" iddianame tutuşturuldu. Gazeteci Saygı Öztürk; "İddianame daha yayınlanmadan ve hazır denmeden önce Tuncay Güney bana gönderdi” dedi.
8-Can Ataklı’nın bir yazısına göre Türk Devletini terörist ülke yapan ve devlet sırrı olan bir belgeyi Savcı Bey yayınlamakta bir beis görmüyor. Belge Susurluk olayının başkahramanı Abdullah Çatlı ile ilgili. “Kutlu Savaş’ın raporunda devletin 1983 yılında Abdullah Çatlı’ya Fransa’da görev verdiği ve Çatlı’nın iki yılda Hollanda ve Fransa topraklarında 20 bombalama eylemi yaptığı” belirtiliyordu. Raporun bu bölümü “çok gizli devlet sırrı” olduğu gerekçesiyle hiç açıklanmadı. Ama Ergenekon Savcısı bu belgeyi internet üzerinden herkesin ulaşabileceği şekilde davanın dosyasına koymakta bir sakınca görmedi.
9-Gazi Güder kendine gelen bir elektronik postayı rahmetli Kuddisi Okkır’a gönderdi diye 14 ay içeride yatmış. Yaşasın AKP adaleti, vicdanı ve yitirilen insanlık(!)… 
10-Erdoğan Deniz Feneri, Zahit Akman gibi konularda taraf olmuştur. Taraf olmakla kalmamış, deniz fenerini gündeme taşıyanlar tehdit edilmiştir. "Yargıya güvenin" diyen Başbakan, dokunulmazlıklar söz konusu olunca “yargıya güvenmediğini” ifade ediyor.(23.01.2009)
Deniz feneri hakkında dava açılmasını önleyemediler. Dava açan yargıçları yargıladılar. Yargıçlar beraat etti.
11-Arınç Ordu mensuplarına düzenlenen bir (F-CİA+AKP) operasyonu için; “Arı kovanına çomak soktuk” demişti.
12-KCK operasyonunda tutuklanan eski DEP’li Hatip Dicle mahkemede; Bakan Atalay’ın, 15 Ekim’de görüştüğü DTP’nin Genel Başkanı Ahmet Türk’e “Müsteşarımı Diyarbakır’a gönderdim. Hakim ve savcılar ayarlandı, gelen PKK’lılar geldiği gibi geçecek” dediğini iddia etti. Bu beyan aslında bilinenin teyidi idi. Kandilden gelenler “önderliğimiz Sayın Öcalan’ın isteği ile geldik, pişman değiliz” dediler, Savcı ve Hakim pişman oldular diye yazdı(!).. PKK formaları ile geldiler, Savcı ve Hakim “barış elçileri” olarak anladı. “Gezici Mahkeme” olarak yargı tarihine geçtiler. (Ayarlı Hakim-Savcı; Ayarsız Hakim-Savcı(!).. yazımdan-15.02.2010)
Bu kısa hatırlatmalardan sonra gelelim günümüze:
Kartlar yeniden karılıyor. Sorumlu bir iktidar, sorumsuz bir yapı olan F Çete kullanılarak eritiliyor.
Emniyetten yargıya, üniversitelere, ekonomiden medyaya ülkenin üzerine karabasan gibi çöken hizmet maskeli F Çete, efendisinden izin almadan ortağına savaş açabilir mi? Açamaz. Pensilvanya’da rehin tutulan hoca maskeli şahıs, kukladan başka bir şey değildir.

O zaman hesap ne?

F Çete yer altına gömülecek olabilir mi? Olabilir. Bu ihtimal Türkiye için büyük bir tehlike arz ediyor.
Üniversiteler F Çete elinde kalitesizlikte dip yaptı. İnanın birçok üniversite sadece diploma dağıtır durumdadır. Üniversiteler gizli işsizliğin örtüsü haline getirilmiştir.
Türkiye’de kobilerin %70’i bu çetenin elinde. 
Beyinleri gösterilen hedefe kilitlenmiş. Sorgulamayan, düşünmeyen robotlar… Ahlaki hiçbir değerlerinin olmadığını Ümraniye, Balyoz, casusluk gibi davalarda çok net gördük. En ahlaksız tuzakları nasıl kurduklarını, kendi iftiralarını kendi basınlarında gerçek gibi nasıl yayınladıklarını utanarak, tiksinerek izledik. Takip ettik.
Türk Ordusu içine sızmış olmalarına rağmen, kontrolü tam ele geçiremedikleri için Türk askerine duydukları nefrete şahit olduk.
Engin Alan Paşa F Tipi savcılar için;
“Yunan subayı gibi sorgulandık, nefretle bakıyorlardı” derken ürperten bir gerçeğe parmak basıyordu.
AKP kukla da olsa bir parti olduğu için seçim kaybeder, gider. Peki F Çete nasıl gider? Çok zor. Adı var, resmi bir konumu yok. Ülkenin can damarlarına sızmış bir örgüt. Kurgulanmış davalarda CİA ile birlikte çalıştığı açık olmuş bir çete. Bu çete tehlikelidir. Bütün bu operasyonların bir amacı da çeteyi yer altına çekerek 12 Eylül 1980 öncesi Türkiye’sinde kullanılan gladyonun rolü verilebilir.
Abdullah Gül, F Çete, Y-CHP koalisyonu kurulursa;
Türk Devleti’nin son çivisi de sökülebilir.
Abdullah Gül Amerika ile 2 sayfa, 9 maddelik gizli anlaşmayı yapan kişidir. Dışişleri Bakanlığı döneminde nerede ise Mançurya bile sözde soykırım iddiasını tanımıştır.
Abdullah Gül İngiltere EXETER ajan okulu mezunudur. Gül’ün Kraliyet nişanı… Fethullah Hoca’nın İngiltere Lordlar Kamerasından aldığı paye…
 Gül, Dışişleri Bakanı’yken PKK’nın manifestosunu yazan, Atatürk’e diktatör diye dil uzatan Hollandalı Türkoloğa ödül verdi. 
Aynı Gül Almanya’da Fuarda KDP’nin standında Türkiye’nin bölünmüş haritası için bir tepki vermediği gibi, “geçmişte Kürtler’e haksızlıklar yapılmıştır” diyerek Türk Devleti’ni tarihe not düşürecek bir şekilde mahkum etti. En yüksek makamdan söylenen bu söz hiç kuşkunuz olmasın ki, gelecek yıllarda bu milletin önüne gelecektir.     
Gül zaten Erdoğan sonrası için hazırlanıyordu. 
Türk Halkı bu oyunu bozmalıdır. 
Erdoğan mı(!)?
2008 yılında Türk Milletini utandıran bir konuşması vardı: “Bir sıçarsın, iki sıçarsın…” diye konuştuğunda kulaklarıma inanamamıştım ama aynı sözleri şimdi kendisi için kullanabilir…
AKP’nin icadı olan “vergide bağış” sistemi var ki, bu soygun sistemini akıl edenleri şeytan bile kıskanmıştır.
AKP iktidarı 02.01.2004 ve 31.12.2004 tarihinde vergi usul kanununda bir değişiklik yaparak; 
Vergi usul kanuna 40/10 maddesini ekledi ve VERGİDE BAĞİŞ SİSTEMİ’ni getirdi . Bu sisteme göre bir gelir vergisi ve kurumlar vergisi mükellefi isterse vergisini devlete vermez bu vergiyi bünyesinde gıda bankacılığı bulunan derneklere verebilir hem de %100 ünü. 
Bu dernekler içinde Deniz Feneri, Kimse Yok mu Yardımlaşma Ve Dayanışma Derneği, Kepez Deniz Yıldızı Derneği var… “Bu konuyu Sabahattin Önkibar detayı ile yazmıştı.” Vergide bağış sistemiyle vergi ödeyenler ve alanlar incelenirse altından acaba neler çıkar(!)?
Bu hükümet yolsuzluk, yoksulluk, dalavere, ihanetin kitabını yazdı. Şimdi olanlar ne destekli olursa olsun 11 yıldır yazılan suç kitabının okunması ve kitaba;
“Suç ve ceza” maddesinin eklenmesinden ibarettir.
Diyor ya “faiz lobisi”… Diyor ya “dış mihraklar”… Üstelik bu sözleri Obama’ya telefonda; “sesini özledim” diyebilecek kadar dış mihrak aşığı bir zat söylüyor. 
Türkiye’nin başında bir faiz lobisi var, doğru…
Türkiye’nin başında bir komplo ekibi var, doğru…
Türkiye’nin başındaki dış merkezli en büyük komplo zaten Erdoğan ve çetesidir.
Gül, Gülen, Erdoğan zaten başlı başına birer dış komplodur. Bu ülkeye en büyük komplo 2002 yılında kuruldu. Bir seçim kılıfıyla Turuncu Darbe yapıldı. 
Nokta!!.
Günün sözü: Meşruiyet dışında meşruiyet ararsan, bir gün o arka sokaklarda yok edilmen kaçınılmazdır.
Son söz: Ters trene bindiyseniz, koridorda ters tarafa yürümenin faydası yoktur. ( Diettich Bonhoeffer)


****

Dürüst Ol, Dürüst

Rifat Serdaroğlu.,

Başbakan Erdoğan’ı ve ekibini çok iyi tanıdığımızdan, belediyeci badem takımının geçmişlerini iyi incelediğimizden, bunların yeteneksizliklerini bildiğimizden sürekli olarak eleştirir ve Türk Milletini bunların yalan ve iftiralarına karşı uyarmaya gayret ederiz.

Bu gün tam aksini yapıp, Başbakan Erdoğan’a içine düştüğü “Yolsuzluk Kuyusundan” çıkabilme yolunu göstereceğiz. Eğer bizi dinler ve dediklerimizi yaparsa, hakkındaki tüm iddialar anında çürüyecek ve Erdoğan partisinin adı gibi “AK” hale gelecektir. Ondan sonra Cumhurbaşkanlık yolu da, Başkanlık yolu da, isterse Halife-Sultan olmasının yolu da kendisine açılacaktır!
Erdoğan ikide bir gerek siyasi rakiplerine, gerekse kendisini eleştirenlere “Dürüst Ol Dürüst” diye bağırır. Şimdi biz kendisine aynı şekilde sesleniyoruz; “Dürüst olduğunuzu iddia ediyorsanız, bizim dediklerimizi yapacaksınız.”
Aksi takdirde size daha önce hatırlattığımız Anadolu deyişini haklı çıkaracaksınız; “Yamuk ağaçtan düz baston çıkmaz…”
Hadi bizi yanıltın ve ne kadar dürüst bir adam olduğunuzu tüm dünyaya gösterin lütfen.

Yapacağınız iş çok basit.

*Önce siz, eşiniz-oğullarınız-kızlarınız- dünürleriniz-gelinler ve damatlarınız müşterek bir basın toplantısı düzenleyeceksiniz.
*Hemen yan masaya bir Sayın Noter ve ekibini oturtacaksınız.
*Emekli olmuş, devletle-parayla-pulla-mevki ile ilgisi kalmamış ve görevleri süresince hiçbir soruşturma geçirmemiş;
“Hazine Müsteşarı- Maliye Bakanlığı Müsteşarı- Dışişleri Bakanlığı Müsteşarı-Gümrük Müsteşarı-MİT Müsteşarı- Emniyet Genel Müdürü- MASAK Başkanı- Hesap Uzmanları Kurulu Başkanından” oluşan bir “Akil ve Namuslu İnsanlar” komitesi kurduğunuzu açıklayacaksınız.
*Bu Komiteye siz-eşiniz-çocuklarınız- dünürleriniz ve tüm Bakanlarınız “Tam Yetkili Vekâletname” vereceksiniz.
*Bu komite sizlerin yurt dışında ve yurt içindeki tüm nakit-banka hesapları- gayrimenkullerinizi varsa araştırıp, bulacak.
*Siz TC Başbakanı olarak, bu komiteye İstanbul ilinde 1994 yılından beri (sizin Başkan olduğunuz mübarek yıl) yapılan “İmar değişikliklerini” inceleme görevi vereceksiniz.
*Siz TC Başbakanı olarak, Almanya’da görülüp karara bağlanan “Deniz Feneri e.V” davasında belgelenen ve Türkiye’ye gönderilen paraların kimlere gittiğini araştırma görevini de bu komiteye vereceksiniz.
*Bu dürüst kişiler yapacakları çalışma sonucunu rapora bağlayıp Türk Milletine açıklayacaklardır.
*Bu ekibin tüm masrafını, bizler yani “Sizin ve ailenizin dürüst olduğuna inanmak isteyen” kişiler, yani Türk Milletinin diğer %50’ si karşılayacağız.
Sayın Erdoğan;
Gördüğünüz gibi AK olmanız çok basit. Yapacağınız iş, dürüstlükleri tüm
Türk Milleti tarafından kabul edilen bu emekli bürokratlara bir vekâletname vermekten ibaret.
Sayın Erdoğan,
Bildiğiniz gibi benim rahmetli babam Demokrat Parti Milletvekili idi. Ben TC Bakanı olarak görev yaparken siz Belediye Başkanı idiniz. Yani sizden istediğim bu basit işi, sizin de benden isteme hakkınız var. Ben size hem kendi ailem, hem de birinci-ikinci-üçüncü derece tüm akraba- dost ve arkadaşlarımdan dilediğiniz kişinin vekâletini vermeyi peşin-peşin taahhüt ediyorum…
Hadi Sayın Erdoğan;
Siz cesur adamsınız, dürüst adamsınız, sizin ve ailenizin boğazından tek lokma haram geçmedi. Lütfen şu dediğimi yapın da, hem siyasi rakiplerinizin, hem size ihanet eden eski yol arkadaşınız, TV canlı yayınında “Okyanus ötesine selam-sevgi-bağlılık” gönderiyorum dediğiniz şom ağızlıların, ağızları mühürlensin, yele-yeksan olsunlar, inşallah.
Hadi delikanlım, göster kendini, Kükre ve dürüst ol, dürüst…

4. CÜ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..,,


****

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder