Sabahattin Önkibar etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Sabahattin Önkibar etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

15 Nisan 2020 Çarşamba

Mursi Gitti, Tayyip de gidecek!

Mursi Gitti, Tayyip de gidecek!


Geçtiğimiz yıl, Gazetemizin 411. Sayısının kapağı “ Mursi gitti sıra Tayyip’te! ” ydi.



Dönemin” başbakanı Tayyip Erdoğan’la, dönemin “seçilmiş” cumhurbaşkanı Mursi’nin birlikte bu pozu vermelerinin üzerinden çok zaman geçmeden Mursi devrilmişti.

Bu darbeye en çok tepki hatırlanacağı üzere Tayyip’ten gelmişti, çünkü Tayyip, Mursi’nin devrilmesinin kendisine yönelik bir uyarı olduğunun farkındaydı.

Mısır’da Mursi’nin devrilmesine uzanan süreç kısaca şöyleydi: Seçimlerden “%50 oy” alarak çıkan Mursi’nin Tayyip’ten aldığı taktiklerle yargıyı ele geçirmeye çalışması ve muhalefete baskı uygulaması;  Mısırlı hukukçuların tepkisi ve Mısır halkının sokağa dökülmesiyle sonuçlandı. Ardından da Sisi darbesi
Kılavuzu Tayyip olan Mursi’nin sonu devrilmek oldu.

Mursi’nin devrilmesinin ardından ona akıl veren Tayyip, bilindik “halkın iradesinin gasp edildiği” ve “%50” propagandasına sarılmıştı. Çünkü Mursi’nin durumu neyse kendisininki de oydu?

Mursi’nin %50’si Tayyip hesabına dayanıyordu. Oysa Mursi gerçekte 85 milyonluk Mısır’ın 50 milyonluk seçmeninin yaklaşık 5 milyonunun oyunu almıştı. Yani %10 !

Seçim hikayesi ne kadar bilindik değil mi? 

Bugünlerde Tayyip Erdoğan, Müslüman Kardeşler’i Türkiye’ye taşıyor.

IŞİD destekçiliği iddialarının yanında Tayyip Bey’in cv’sine bir de bu ekleniverir.
Tarih diktatörlerin ibret verici sonlarıyla dolu...

Müslüman Kardeşler geliyor derken bir bakmışsınız birilerinin gidişi yaklaşmakta... Kim bilir? 

***

25 Mart 2020 Çarşamba

BANA YALAN SÖYLEYEN YILLAR., YAZI SERİSİ BÖLÜM 4

BANA YALAN SÖYLEYEN YILLAR., YAZI SERİSİ BÖLÜM 4


Yolsuzluk Ve Rüşvet

Av. Cemil Can.,

2010'da yapılan Anayasa referandumuna bugünleri yaşamamak için “hayır” demiştik. O değişikliklere “evet” deyince; ordumuza “kumpas” kurulabilir, yargı yürütmenin denetimine geçip adalet ortadan kaldırılabilir, iktidarı denetleyen -Sayıştay gibi- kurumlar işlevsiz hale getirilerek yolsuzluk ve rüşvet tavan yapabilir demiştik. Hatta yabancı güçlerin desteği ile iktidara gelen AKP, diyet borcunu ödemek için ulusal çıkarlarımızdan olmadık tavizler verebilirdi. Yıllardır yan yana yaşadığımız komşularımızla, sudan sebeplerle düşman hale getirebilirdik. Zorunlu olmadığı halde Telekom ve Tekel gibi kar eden milli kuruluşlarımız yok pahasına yabancılara satılabilir, yandaşlara peşkeş çekilebilirdi... Dışarıdan aldığımız borçlar, halkın yararlanacağı yatırımlara dönüştürülme yerine, yandaşlara kredi olarak verilerek, bir avuç insanın zenginleşmesi sağlanabilirdi. Bu yolla iktidar kendi zenginlerini yaratıp, borçları her zamanki gibi yoksul halkın sırtına yıkabilirdi... Hepsinden de önemlisi, o anayasa değişikliklerine “evet” demekle, demokratik devletin yaşaması için hayati öneme sahip “kuvvetler ayrılığı ilkesi” ortadan kaldırılabilir ve hükümet egemenlik yetkisini keyfi olarak kullanmaya başlayabilirdi. Bu sonuncusu ise son derece tehlikeliydi, zira rejimin otoriterleşmesi ve demokrasinin yok edilmesi sonucunu doğurabilirdi!.. Din ve dince kutsal sayılan değerleri sömürerek, yoksul kesimlerin desteğini alan AKP iktidarı, halka yakınlığını göstermek için ekonomiye hiçbir katkısı bulunmayan imam-hatip okullarını açmayı sürdürerek, demokrasinin olmazsa olmazı olan “laiklik ilkesini” ortadan kaldırabilirdi... Nitekim kaldırıldı da... Dediklerimizin hepsi bir bir gerçekleşti...
2002-2012 yılları arasında Diyanet İşleri Başkanlığının 5 bin 360 personeli MEB'na atanmıştır. Bu dönemde devlet bankalarının bile genel müdürleri imam-hatipliler arasından seçilmiştir. AKP iktidarında, 5 bin okul imam-hatipe dönüştürülmüştür. Bunlardan mezun olacak imam ve hatipler nerede istihdam edilecekler? Her imam için bir cami yapılacak değil herhalde. 2002'de 74 bin olan Diyanet'in personeli, bugün itibariyle 129 bin 376'ya çıkmıştır. Buna karşılık, 300 binin üzerinde ataması yapılmayan öğretmenimiz var. Diyanet, 5 milyar 442 milyar liralık bütçesi ile genel bütçeden 13 bakanlıktan fazla pay almıştır... Kuran kurslarında yaş sınırının kaldırılmasının ardından, Diyanet İşleri Başkanlığı “Kuran Kursları Okulöncesi Din Eğitimi Projesi” hazırladı. 4-6 yaş arasındaki çocuklara, “oyun ve şarkılarla” temel dini bilgileri öğreteceklermiş... Bütün bunlar yetmiyormuş gibi ana muhalefet partisi yeni CHP'nin Ankara Milletvekili Sinan Aygün de Ayasofya'nın ibadete açılmasını istiyor. Aynı şekilde Tunceli Milletvekili Hüseyin Aygün, Meclis'te cemevi açılması için dava üzerine dava açıyor... Böyle bir devlete “laiktir” denebilir mi?..

Bu sakıncaların tümü, halkoylamasından önce, halka olabildiğince anlatılmaya çalışılmıştır. Anayasa değişikliklerine, bu nedenlerle “hayır” denmesi gerektiği ısrarla vurgulanmıştır. Medya ve iletişim olanaklarının neredeyse tamamına yakını, iktidarın veya yandaşlarının elinde olduğu için onların yalan propagandaları daha etkili olmuştur. Bu yüzden de sonuç “evet” çıkmıştır. Anımsarsınız, o günlerde üzerinde en fazla durulan konulardan biri “pozitif ayırımcılık”tı ve geçen zaman içerisinde tamamen unutuldu gitti!...
Korkulanların neredeyse tamamı gerçekleşti diyebiliriz. 12 yıllık AKP iktidarında; hükümet 400 milyar dolar civarında borçlanmıştır. Şimdilik durdurulabilen ikinci yolsuzluk operasyonundaki yolsuzluğun boyutu ise 100 milyar dolardan fazladır. Gazetelere yansıyan gözaltı kararından anlaşıldığına göre, 41 “işadamı” haksız yere, halkın cebinden 100 milyar dolardan fazla para çalmıştır. Yani toplam dış borcumuzun dörtte biri bunlara gitti. Hortumlanan paraları her halükarda ödeyecek olan yoksul halkımızdır!.. Başbakan'ın “yedirmeyiz” dediği Halkbank'ı çoktan yemişler bile; yüzde 48.9'u yabancılara satılmış olan bankanın, borsada işlem gören hisselerinin ise yüzde 78'i de zaten yabancıların elindeymiş!.. Sayıştay'ın 2012 yılı hesapları ile ilgili hazırladığı rapora göre, 30 Mart 2013 tarihi itibariyle 3 milyar TL üzerindeki batık kredi sayısı 124'tür ve bu şirketlerin bankaya olan toplam 627.7 milyar liralık borcu takiptedir!..

AKP iktidarı ise yolsuzluk ve rüşvet soruşturmalarını engellemeye çalışıyor. Soruşturmalar Başbakanın çocuklarına kadar dayanmış. Hükümet, “soruşturmanın gizliliği”ni ortadan kaldırmak için yasalara aykırı yönetmelik çıkartmanın peşindedir. Soruşturmayı yürüten polisleri görevlerinden alıyorlar. Polisler, savcılığın gözaltı kararını yerine getirmiyor. Hükümetin adamı bir başsavcı, soruşturma yapan savcıları, yalan yanlış belgeleri basına sızdırmakla suçlayıp, dosyayı ellerinden alıyor. Başbakan ise, bu gelişmeler üzerine polis savcılığın emirlerini uygulamalı diyen HSYK'yı hedef gösteriyor. “Yetkim olsa HSYK'yı yargılarım” diyerek, yargının tepesine gözdağı veriyor!.. İktidar bütün bunlara rağmen; utanmazlığın, arsızlığın ve yüzsüzlüğün zirvesinde oturabiliyor...
Sonuç itibariyle, faturası halka çıkacak olan bu gelişmelerin yaşanmaya başlanmasıyla, dolar 2.17' TLyi, avro ise 3 TL'yi aşmış. Faizler yüzde 10.36 seviyesine kadar ulaşmış. Halktan çalınan paralar, ayakkabı kutuları içinde dururken bile çoğalıyorlar. Bir faiz cenneti olan Türkiye'den son 11 buçuk yılda 101 milyar dolar, faiz adı altında transfer yoluyla yurtdışına çıkartılmış... O kadar mı yani demeyin lütfen. Borçlandığımız paraların yarısının trafiği böyledir!.. Yeter ki, parayı takip edebilin yolsuzluğa karışanları, hırsızlık yapanları bulabilirsiniz!..

***
Bu arada İstanbul Cumhuriyet Savcılığı da “Gezi olayları” nedeniyle iddianame düzenleyip, dava açmıştır. İlginç olan, iddianamede Bezmi Alem Valide Sultan Camii'nde içki içildiğine ilişkin bir delil bulunmadığı saptamasına yer verilmiş olmasıdır. Bunun anlamı, tam aksini iddia ederek aylarca ortalığı ayağa kaldıran Başbakan ve arkadaşlarının yalan söylediğidir. Başbakanın utanmadan, sıkılmadan din ve dince kutsal sayılan değerleri sömürüp, istismar ettiği bir kez daha kanıtlanmıştır. Bu yalın gerçeğe rağmen, Başbakan Erdoğan Fetullah Gülen'i eleştirirken; “Kuran, Allah, peygamber diyeceksin ama adın kasetlerle, komplolarla anılacak. Hiç kimsenin bu aziz dine bunu yapmaya hakkı yok” diyerek, Cemaatin Erdoğan'a karşı sözlerini “din”e karşı yapılmış gibi gösterebilmektedir... “Birilerinin topu tüfeği varsa, birilerinin her türlü hilesi varsa, neyi olursa olsun bizim Allahımız var bize o yeter, bize millet yeter...” sözleriyle de din sömürüsünü en acımasız şekilde kullanmaya devam edilmektedir. Yakında “Din elden gidiyor” diyerek, halkın sokağa inmesini isterlerse şaşırmamak gerekir!.. Türkiye baştan başa yolsuzluk ve rüşvetle çalkalanırken, hükümet yandaşlarını yargıya teslim etmiyor. O yüzden olsa gerekir “Kimin ne hesabı varsa, kendilerine güveniyorlarsa 30 Mart'ta seçim var, o seçime girsinler, hesabı orada milletle görsünler” demektedir... Bu ülkenin Başbakanı artık TSK'nın komuta kademesini demir kafese tıkan yargıya güvenmiyor. Bu yüzden iş kendisine gelince, mahkeme yerine sandığı gösteriyorlar!..

***
Birkaç hafta önce, Başbakanın konuşmalarını hazırlayan başdanışmanı Yalçın Akdoğan'ın eniştesi ile eski bakan Suat Kılıç'ın kayınpederinin şüpheliler arasında yer aldığı “112 acil servis yolsuzluğu”nda; yüzlerce müteahhit, 300'e yakın 112 acil servis istasyonu kurdurmak sahtekarlığı ile dolandırılmıştı. Dikkatler ikinci yolsuzluk ve rüşvet soruşturmasına yoğunlaşmışken, böylesine kapsamlı bir soruşturmada takipsizlik kararı verilebilmiştir!.. Belli ki, hükümetin istediği, kabineye doğru gelecek olan soruşturmaları jet hızıyla kesecek savcıların görevde olmasıdır. Başbakan'ın HSYK'yı yargılamak istemesi ve yeni Adalet Bakanı Bekir Bozdağ'in, basın açıklaması yapan HSYK'yı, anayasayı ihlal etmekle suçlaması bu yüzden olsa gerekir!..

***
Görünürde Erdoğan taraftarları ile Gülen taraftarları arasında geçen bu savaş, gerçekte CIA ile AKP arasındadır. 
ABD desteği ile iktidara gelen Erdoğan, iktidar sarhoşluğu içerisinde, gerçek efendisi olan AB ve ABD emperyalistlerine güven vermez 
duruma gelmiştir. Bu nedenle de üzeri çizilmiş ve Erdoğan'sız hükümet arayışları başlamıştır. Kendi deyimleriyle; Erdoğan raf ömrünü tamamlamış, 
deliğe süpürülme zamanı gelmiştir. Bu yerinde saptamanın temel nedenleri şunlardır: Gazze'ye konulan ambargoyu Mavi Marmara gemisi ile 
delmeye çalışmak, Davos'ta ABD'nin tartışmasız müttefiki İsrail Cumhurbaşkanı Şimon Peres'e “one minute” diyerek kafa tutmak, 
ABD'yi Suriye'ye karşı savaş ilan etmeye zorlamak, ABD'nin yardımı ile iktidara getirilen ve yine CIA'nın marifeti ile devrilen 
Müslüman Kardeşler Örgütü Lideri Mursi'yi sahiplenmek, uranyum zenginleştirmesi nedeniyle ambargo uygulanan İran'a, altın ihracatı 
yaparak ambargoyu delmek, füze alım ihalesini NATO'ya rağmen Çinli bir firmaya vermeye kalkışmak ve Türkiye'yi Şangay İşbirliği Örgütü'ne 
alması için Putin'e yalvarmak gibi tutarsız politikalardır. Bütün bu gelişmeler Erdoğan'ın AB-ABD kontrolden çıktığının kanıtları olarak kabul 
edilmiş ve ipi çekilmiştir... Sıra Erdoğan'ın boğazına “kıllı örümceğe benzeyen eliyle” ipi çekecek zavallı çingeneyi bulmaya gelmiştir... 

Yolsuzluk ve rüşvete bulaşmayanlar, bulaşanları görmezden gelmez artık. O bakımdan ipi çekecek olanlar da aralarından çıkartılacaktır!.. 

Biraz daha bekleyelim hele. Erken bir seçim ise, iktidarın kurtuluşudur, ona asla yanaşmamamız lazım!..


********


Necdet Paşa’nın hasmı ben ve bu generaller mi?


Sabahattin Önkibar

Gazetelerde çıkan haber şöyleydi: “28 General’e orduevi yasağı”.
Aralarında Nusret Güner, Naci Beştepe, Türker Ertürk, Osman Özbek ve Yaşar Müjdeci gibi generallerin bulunduğu 28 yiğit insana Genelkurmay Başkanı Necdet Özel “Orduevlerine giremezsiniz” dedi.
Peki, bu isimler TSK’yı utandıracak bir haysiyetsizlik mi yaptı?
Tam tersine, TSK’yı haysiyetsiz ilan eden örgütlere boyun eğmeyip medyadan hadlerini bildirdi.
Üstelik bunu bazıları Deniz Kuvvetleri Komutanlığı gibi bir makamı feda ederek, yani bedel ödeyerek yaptılar.
Gayeleri, Peygamber ocağı ve Atatürk Otağı olarak gördükleri şanlı kurumlarını sahiplenmekti.
Necdet Özel bunları ödüllendireceğine cezalandırdı!
Hedef aldığı sadece onlar mı?
Bana da iki ayrı ceza davası teşebbüsünde bulundu. 
Birincisinde gerekçesi, Tayyip Erdoğan’ın Barzani ile beraber katıldığı Diyarbakır seyahatinde şehitlerimiz için “boşuna öldüler” ifadesini kullanmasını eleştirmem.
“Şehitleri sahiplendin diye nasıl suç duyurusu yapılır” demeyin; Necdet Özel’in görevlendirdiği askeri savcı yaptı bunu.
Aynı şekilde tarikatçı iki gazetenin art arda Genelkurmay Karargâhı’nda ağırlanıp onlara mülakatlar verilmesini “Genelkurmay tarikata mı girdi” başlığı ile yazdığım ironik bir esprimi de ihbar etti.
Ağlamak mı, gülmek mi lazım bilmiyorum.
PKK ve F tipi örgüte karşı duruşları ortada olanların, TSK’ya sahiplenmeyi namus bilen bizlere takındığı bu tutum söyleyin aslında neyi anlatıyor?
Komplolarla esir alınan silah arkadaşlarının hukukunu  koruyamayan Necdet Özel  bakın nelerle uğraşıyor!
İmamla müftünün suç ortaklığı belgesi
Bir ceza davası.
Dosya Yargıtay’da. Yargıtay’daki “Cemaat İmamı” karar için dosyanın özetini Hocaefendiye yani Pensilvanya’ya gönderiyor ve oradan gelen emirle hüküm veriliyor. 
Bunu anlatan kim mi?
O davanın görüldüğü süreçte Adalet Bakanı olan Mehmet Ali Şahin. 
Aynı Şahin Yargıtay’daki o cemaat imamını tanıdığını da  ifade ediyor.
Hayır, bu rezil tablo sadece Yargıtay’ın ne hale getirildiğini değil, aynı zamana AKP iktidarının onlara nasıl göz yumduğunu gözler önüne seriyor; çünkü o imamın önünü açan müftülük makamında kendileri oturmaktadır. 
Eğer bugün malum çatışma yaşanmasaydı Mehmet Ali Şahin bu olayı anlatacak mıydı?.. Hayır.
Evet, devletin içinde örgüt kesin de, ona yardım ve yataklık edenler de var...
İkisi de behemehal temizlenmelidir.

Hırsız ve TGB!

Geçtiğimiz Cumartesi günü. Kızılay’ın en kalabalık yerinde yürüyorum.
TGB’li olduğu flamasından belli olan pırıl pırıl bir genç bağırıyor:
-Hırsız vaaaar....Hırsız vaaar....
Benzer bir çığlık diğer köşeden yine TGB’li bir kızımızdan:
Hırsız vaaaar, hırsız vaaar.
Bir üçüncü daha ötelerden:
Hırsız vaaar, hırsız vaaar.
Abartısız yürüyen o büyük kalabalığın tamamı bu muhteşem manzarayı başlıyor  alkışlamaya.
Baktık iki polis gencimizi yakalamış. Halk anında elinden alıyor.
Ve dün Fenerbahçe-Kayseri maçında on binler tek ses tek yürek:
“Her yer rüşvet, her yer yolsuzluk...”
Selam sana Kadıköy, selam sana Türkiye Gençlik Birliği.
Bu ateşi siz yaktınız, yolunuz açık olsun!
ATV-Sabah ve Korkmaz Yiğit!
ATV ile Sabah’ı Kalyon İnşaat satın aldı, dediler ama bu matematiğe aykırı.
Öyle; çünkü Kalyon gibi eti-budu belli bir şirketin 1 küsur milyar dolara böyle satın almayı yapabilmesi eşyanın tabiatına aykırı.
Ayrıca basın sektörü rantabl yani kârlı bir sektör değil. Tersine zarar ediyor. Dolayısı ile hiçbir işadamı bu kadar büyük bir parayı kâr etmeyen ve gelecek bağlamında siyasi riskleri sinesinde barındıran bir medya kurumuna bağlamaz.
Realite bu ise bu satın alma nasıl ve niçin mi?
Onu savcılık soruşturması ile öğrenecektik ama engellendi.
Ancak engellenmeye rağmen şu söylenti ya da soru dillerdedir:
-İddia edildiği gibi bu satın almada büyük ihaleler alan 10 büyük grup 100’er milyon dolar vermiş midir? Vermemiş ise Kalyon hangi kaynak ya da kredi ile bu satın almayı yapmıştır?
Aha buraya yazıyorum. Gün gelecek bu konu bağlamında 10 tane Korkmaz Yiğit davası misali davalar açılacak.
En Tayyipçi Rıdvan!
Şükrü Saracoğlu Stadı’nda Başbakan’a karşı yapılan tezahüratları kınıyormuş.
Çünkü Tayyip Erdoğan iyi bir Fenerbahçeli imiş ve ülkeye büyük hizmetler yapmışmış.
En kahraman, pardon en Tayyipçi Rıdvan böyle diyor.
Bana bak Rıdvan Dilmen, Fenerbahçe sana babandan miras mı ki Tayyip’e peşkeş çekiyorsun?
Kimsin sen, böyle bir şey senin hakkın ve haddin olabilir mi?
Şike olayının perde gerisinde kimler niçin vardı, biz senden iyi biliyoruz.
Hem sen spor yorumcusu musun, AKP sözcüsü mü?
Amacın Erdoğan’a şirinlik ise Fenerbahçeyi kullanma, buna izin vermeyiz.
Fenerbahçe senin sermayen değil Rıdvan Efendi.


**********

Hırsızlar Nerede?

Arslan Bulut.,

Yolsuzluk operasyonu, Tayyip Erdoğan ve AKP yöneticilerinin dilini çözdü. İyi de oldu. Böylece, paralel devlet dedikleri yapının milli orduya, milli istihbarata operasyon yaptığını itiraf ettiler. Son olarak AKP Genel Başkan Yardımcısı Mehmet Ali Şahin’in itirafı, meseleyi hâlâ anlamak istemeyenlere bir ders gibidir. Şahin, aslında irticanın ne demek olduğunu açıklamış, çok açık bir örnekle adeta tanımını yapmıştır. 

Mehmet Ali Şahin, Karabük’te “Önemli bir holdingin başında bulunan bir kişi hakkında bir ceza davası var ve mahkûm olmuş. Yargıtay’da ‘cemaatin imamı’diye nitelendirilen kişi, ismi bende saklı, bu dosya ile ilgili ne karar verilmesi gerektiği hususunu dosyanın kısa bir özeti ile birlikte Pensilvanya’ya göndermiş. Hoca efendi, ‘Adalet neyi gerektiriyorsa ona göre karar verin’demiş” diye konuşmuştu. 
Şahin, “Komutanınız ‘Falan yere gideceksiniz bayrağı falan yere dikeceksiniz’ dediğinde, siz, ‘Ben bağlı olduğum tarikat liderine bir sorayım’diye düşünürseniz orada disiplin olmaz. Yargıda böyle bir düşünceyle hareket edilirse o yargıda adalet tecelli eder mi? Emniyet’te eder mi? Ama maalesef bizim yargımızda da emniyetimizde de böyle bir yapı oluştu” demişti. 
Yargıtay hâkiminin temyiz makamı olarak Yargıtay’ı değil, Pensilvanya’yı görmesi veya bir subayın komutanı yerine tarikat liderinden emir alması, irticanın ta kendisidir. Dolayısıyla Türkiye’nin irticaya karşı ciddi bir eylem planına ihtiyacı vardır! 
Din istismarı öyle bir boyutlara vardı ki Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, cami balkonundan siyasi konuşma yaptı. Bu da irticanın açık bir örneğidir 
CHP İstanbul Milletvekili İhsan Özkes, “Bir bakan caminin avlusundan, o ilin belediye başkanını da alıyor ve vatandaşa hitap ediyor. Bu dinin siyasallaştığının belgesidir. Dinimiz dindar görünenler, din kisvesi altında görünenler tarafından ayaklar altına alınıyor. Bu gidişat dinde, Antalya’da olan 6 şiddetindeki depremden daha fazla bir sarsıntıdır” dedi.  

*** 

19 Eylül 2004 tarihinde bu sütunda yayınladığım bir fıkrayı hatırladım. Fıkranın başlığı “Hırsızlar nerede?” şeklindeydi. 
Uzun yıllar İran’dan ayrı kalmış bir genç memleketine dönmüş. Hava alanından taksiyle Tahran’a giderken şoföre bir tütüncüde durmasını söylemiş. 
Şoför sormuş: 
-Tütüncüden ne alacaksın? 
-Sigara alacağım. 
-Beyim, sigara artık camilerde satılıyor. 
-Niçin?!
-Savaş dolayısıyla her şey karneye bağlandı. Gıda maddelerini, sigarayı imamlar dağıtıyor.
-Peki ama ibadet nerede yapılıyor? 
-Üniversitelerde! 
-İyi ama eğitim aksamıyor mu, eğitim nerede yapılıyor? 
-Hapishanelerde! 
-Hırsızlar, vurguncular nerede peki? 
-Onlar hükümette! 

***

İran’ın İslâmcı yönetimi bu fıkranın yazarı Daruş Şaygan’a hiç dokunmamıştı. Biz bu fıkrayı yayınladığımızda, “Kıssadan hisse; politik irade hırsız ise milli güç unsurları da hiçbir işe yaramaz!” demişiz. 
Nihat Genç ise bütün bu olayları değerlendirdiği son yazısında “1960’lı yıllarda başlayıp kısa sürede önce Orta Doğu sonra dünyayı kasırga gibi savuran İslamcılık İdeolojisi’nin, acılar dersler trajediler dolu yıkılışına şahit oluyoruz” tespitini yaptıktan sonra şöyle diyor: 
“Giyim kuşam tarzları, örgütlenme biçimleri, Batı’ya ve modernizme karşı kullandıkları söylem biçimleri, vs., Irak’ta Dava, Mısır’da Müslüman Kardeşler, Türkiye’de Milli Görüş vs., bir devrin sonuna gelindi, an itibarıyla enkaz kaldıracak adamları dahi kalmadı, an itibariyle ’orada kimse var mı?’diye seslenecek bir el uzatacak insan yüzüne çıkacak yazarları kalmadı, tam bir infilak, yer yarıldı yerden pislik volkanı fışkırdı, ideoloji yok oldu.. Berlin Duvarı’nın yıkılıp Sovyetler’in çökmesi gibi Müslüman topraklarda, insana, siyasete, hayata musallat olup toplumu ortadan ikiye bölen bir büyük kara duvar yıkıldı..” 


******

Usta Hangi Hususta?

Hikmet Çetinkaya.,

Çık bakalım içinden nasıl çıkacaksın, duvara mı toslayacaksın, kutuları mı çıkaracaksın, dinlemeleri mi, çelik kasaları mı? 
Memleketin halleri ortada... 
Savcı var, yargı var! 
Cemaat! 
Din kardeşliği buraya kadar! 
Meydanları dolu olabilir o ayrı bir konu... 
Hep aynı hikâye, anlat anlatabildiğin kadar. 
Eski ortaklar, din kardeşliği, alkol yasağı... 
Ebelek, göbelek! 
Sen haykır haykırabildiğin kadar, paralel devlet, çete, örgütlü güç falan diye... 
Doğruluk payı var mıdır yok mudur, o çeteleşme nasıl yapılmıştır, sen benden daha iyi bilirsin be usta! 
***
Yapma, eyleme! 
Önceki gün yine gümbür gümbürdün, savcıya dokundurdun: 
“Orada bir savcı iş takip ediyor...” 
Ustam iktidar sensin, yeni mi öğrendin! 
Gereğini yapsaydın! 
İlle Fatih Belediye Başkanı’nın gözaltına alınmasını mı bekledin! 
Ya sana Akhisar’da evinin balkonundan ayakkabı kutusu gösteren kadını niçin gözaltına aldırdın?.. 
Suç mu ayakkabı kutusu göstermek? 
Nerede demokrasi ve özgürlükler? Nerede hukuk devleti? 
Eski darbeler, yeni darbeler... 
Yolsuzluk ve rüşvet iddiaları... 
Boyoz ve balyoz... 
Milletin artık masal ve maval dinlemeye zamanı yok... 
Ya yürü yolsuzlukların üzerine ya da sus! 
***
Kasalar, masalar, takalar, seyre doymayıp bakanlar... 
Kurtar beni Paşam, büyük suçum var bağışla. 
Kimin eli kimin cebinde değil usta! 
Vallahi değil billahi değil... 
Akıllar karıştı... 
Paralel duruş, oldu paralel devlet! 
Elinde terazisi olmayan yargı... 
Şafak operasyonları, belediye başkanına iftira atan iş takipçisi savcı... 
Şu 17 Aralık depremi ve ortaya dökülen kutucuklar... 
Kasalar, masalar... 
Kaç çelik kasa vardı usta, söylesene! 
O günü anımsıyorum, Türkiye’de neler olduğunu... 
O soğuktan ölen çocukları, trafik kazasında can veren gencecik öğretmenleri... 
Yüreğim yangın yeri, canım sıkkın mı sıkkın! 
Geçmiş zaman masalları, hüzünler, dayanılmaz acılar... 
İşkenceler, ölümler! 
***
Masumiyet karinesinin 17 Aralık’ta gündeme gelişi, geçmişteki gözaltıları anımsatmıştı bana... 
Kim kime düşman şimdi? 
Cemaatin günahları çok usta, buna eyvallah ama ya o görevden alınan Bayraktar’ın giderken yaptığı açıklamaya ne dersin? 
Operasyon tartışmaları, komplo teorileri, iç düşman ve dış düşman... 
Evde bulunan çelik kasalar... 
Ayakkabı kutusu... 
Kamu bankasının genel müdürünün evindeki milyon dolarlar... 
Unutuldu. Halkbank’ın hedefte olmadığını bakan ve banka yönetimi açıkladı. 
Çünkü bankanın borsadaki hisselerinin yüzde 70’i yabancılarındı... 
Unutuldu bunlar usta! 
Unutturma, yürü üstüne yolsuzlukların... 
Kimseyi koruma, kollama... 
Varsa devlet içinde paralel devlet çıkar ortaya! 
***
Adalet Bakanı HSYK’ye bildiri yasağı koydu... 
Demek ki ucu iktidara dokundu! 
Bak, polis yanında, plastik mermiler ve TOMA’lar her yerde... 
Çık her şeyi açıkla... 
Açıklayamıyorsan hiç konuşma! 
Tarikatların, cemaatlerin ne olduğunu biliriz be usta... 
Ak medyayı, kara medyayı tanırız! 
Geçmişte darbeci paşalarla nasıl iş tuttuklarını, 1982 Anayasası’na nasıl “evet” oyu verdiklerini, 28 Şubat’ta okullarının anahtarlarını hangi paşamıza vermek istediklerini... 
Biliriz hangi siyasilerin hangi şeyhin elini öptüğünü! 
Sen de bilirsin usta bizim bildiğimiz kadar! 
Susurluk’u, Çiller özel örgütünü, o kanlı infazları, cinayetleri... 
JİTEM’i usta JİTEM’i... 
***
Piyasa düzenini soygun düzenine dönüştürenler, dağları, ovaları yağmalatıp, çokuluslu şirketlere peşkeş çekenler... 
Bu ülkede bilinmez mi hiç! 
Şimdi köşeye sıkıştın be usta... 
Usta ne diyorsun bu hususta?  


****


2013: Çarpışma Yılı

Mehmet Ali Güller.,

2013’ün son gününe girdik. İleride bu yılın Türkiye’nin aydınlık tarihinde çok önemli bir viraj olduğu yazılacaktır.
Gerçekten de oldukça sıcak, hareketli, büyük olayların sahnelendiği tarihi bir yıl oldu. 
Bize göre bu yılın hepsi birbirine bağlı beş önemli olayı vardı:
1) Öcalan açılımı
2013’ün ilk çeyreği, Öcalan’ın Erdoğan’a yazdığı biat mektubu sonrası başlayan “çözüm süresiyle” geçti. Bu süreçte AKP ile PKK mutabakat yaptı ve 3 aşamalı bir plan üzerinde anlaştı:
Belli bir tarihe kadar ateşkes yürütülerek halka “bak cenaze gelmiyor” denilecek ve bölünme perdelenecek. O zaman dilimi içerisinde toplum AKP’nin “akil adamları” tarafından son aşamaya hazırlanacak ve en sonunda da özerklik ilan edilecek!
Devamında ise PKK’nin Büyük Kürdistan için Suriye ve İran’da kullanılması hedefi vardı.
2) Haziran ayaklanması
Ancak Haziran’da dünya halk hareketleri tarihine geçecek bir gelişme yaşandı. Türkiye, 80 ilde ayağa kalktı. 40 gün boyunca Türkiye’nin dört bir tarafında AKP Hükümeti karşıtı eylemler gelişti.
Emekçisi, öğrencisi, aydını ayaklandı... Sosyalisti, Kemalist’i, Ulusalcısı, Millicisi ayaklandı... Kadını, erkeği, yaşlısı, genci, hele de genci meydanlara bağımsızlık ve özgürlük andı yazdı. Şehitler verdi, yaralandı ama geri adım atmadı!
Bu 40 gün içerisinde AKP hükümeti kelimenin gerçek anlamıyla sallandı, sarsıldı... Daha 17 Mayıs’ta Obama’yla Beyaz Saray’ın bahçesinde mutluluk pozları veren, daha iki hafta önce “oyumuz yüzde 52” diyen Erdoğan, Haziran’da iktidardan düştü!
Evet, Erdoğan iktidarını kaybetti, sadece hükümetini koruyabildi. İktidarını kaybeden bir hükümet de, yaptığı mutabakatları ve önüne konulan planları gerçekleştiremedi. 
Haziran Ayaklanmasının en önemli sonuçlarından biri AKP-PKK ortaklığıyla yürütülen çözüm sürecini, daha doğrusu Türkiye’nin çözülmesi sürecini durdurmasıydı.
3) Bölünme anayasası çöpe
Haziran Ayaklanması sadece Öcalan Açılımı’nı değil, Yeni Anayasa sürecini de ortadan kaldırdı. Özerklik ilan edilerek federatif bir yapıya götürülecek olan Türkiye’nin bölünme anayasası, Haziran’da ayağa kalkmış Türk milletine rağmen çıkarılamazdı. Nitekim yılın üçüncü çeyreğinde iflası ilan edildi!
Böylece Yeni Anayasa içinde başkanlık sistemini getirmeyi ve başkan olmayı planlayan Erdoğan’ın hayali de ortadan kalktı!
4) Gladyo içi hesaplaşma
Yılın son çeyreğine girerken AKP ile Cemaat dershaneler konusunda kıran kırana bir çarpışmaya girdi. Mücadelenin ikinci aşamasında kasetler ve belgeler servis edildi. Erdoğan tam Cemaate yönelik büyük bir operasyona hazırlanırken, Cemaat ön aldı ve yolsuzluk operasyonu başlattı. 
Olay sadece bir çıkar çatışması ya da yolsuzluk meselesi değildi elbette... Sistem çökmüş, rejim kokuşmuş ve zayıflayan ABD’nin kumanda ettiği Gladyo yarılmıştı. Kısacası Gladyo içi bir çarpışma yaşanıyordu Türkiye’de ve kaynağı da aslında Haziran Ayaklanması’ydı. Haziran’da milyonlar ayağa kalktığı için hedefindeki kuvvetler çözülmeye ve dağılmaya başlamıştı...
5) AİHM’in ‘soykırım yalanı’ kararı
Yılın son ayına girilirken, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nden (AİHM) Türkiye için çok önemli bir karar çıktı. AİHM, İşçi Partisi Genel Başkanı Doğu Perinçek’in İsviçre aleyhine 2008’de yaptığı başvuruyu karara bağladı. AİHM, Perinçek’i haklı buldu ve İsviçre’nin Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin ifade özgürlüğünü düzenleyen 10. maddesini ihlal ettiğine karar verdi.
Bu kararla birlikte Türkiye, Batı merkezli “Ermeni soykırımı” yalanlarını püskürtmüş ve 2015 yılında Ankara’ya yapılacak ağır baskıya karşı uluslararası hukuku arkasına almış oldu. 
Yolsuzluk operasyonu tartışmaları sırasında hak ettiği önemi göremeyen bu gelişme, Türkiye’nin yarınları için olağanüstü önemliydi ve dış politikada bir milat demekti!
Evet, 2003 böyle geçti. Yarın, yani 2004’ün ilk gününde, çarpışma yılından çözüm yılına geçtiğimizi anlatacağız. 
Aydınlık bir yeni yıla giriyoruz, şimdiden kutlu olsun.


************


Önce hesap ver, Sonra hesap sor!

Hasan Demir.,

Hesap vermesi gerekenler nasıl hesap sorabilir ki?    Yolsuzlukla mücadele söz konusu olduğunda kendilerine güvenmememiz için ne kadar sebep varsa onların cümlesi bizzat Erdoğan üretimidir.
Kombassan’ı, Yimpaş’ı, Jet Fadıl’ı, İhlâs Finans’ı unutmuş değiliz. Cümlesi “İslâmi Holding”ti ve cümlesinin bir yerlerinde RP vardı, o günlerde RP çatısı altında siyaset yapan Erdoğan ve pek çok AKP’li bulunuyordu. Bu hesaplar Başbakan olduğunda Erdoğan’ın önüne konulunca verilen cevaplar insanın aklını dumura uğratacak ağırlıkta oldu. 
Almanya’da Türk vatandaşlarının katıldığı bir toplantıya katılan Erdoğan, Avrupa Türkleri Dayanışma Derneği Başkanı Muhammed Demirci’nin bu holdinglere para kaptıran mağdurlar adına talepte bulununca, “1 milyon kişi para verdi deniyor. 1 milyon kişi bu parayı hangi evrak karşılığında verdi” diye küplere bindi. Erdoğan bilmiyor muydu, bu paraların makbuz karşılığı toplanmadığını? Bal gibi biliyordu.
O günlerde Kanal 7’nin kurulması için Almanya da cami cami dolaşan Kombassan Başkanı Haşim Bayram bakınız neler diyordu:
“Bismillahirrahmanirrahim. Birlikte utanmadan seyredebileceğimiz bir TV kanalı çalışmalarının yapıldığını söylemiştim. (...) Kâr zarar ortaklığı üzerine çalışan Yeni Dünya İletişim A.Ş. isimli bir şirket kuruldu. 
Kardeşlerim; şimdi kâr zarar ortaklığı üzerine çalışıyor şirket. Yalnız ben hemen şunu belirteyim: Kâr zarar ortaklıkta ben televizyonu sadece maddi kâr gibi düşünen bir insanlarla yola çıkmak istemem. Bunun manevi kârından dolayı ortak olursam, ondan dolayı ortak olmak isterim diyen insanlar lazım bize.” 
Avrupalının en ağır işlerinde ailesinin rızkı için çalışan insanlar Haşim Bayram ve beraberindekilerin bu sözleri üzerine “Allah’ın rızasını kazanmak” ve “Cihat sevabı almak” için yüz milyarlarca Mark, kilolarca altın verdi. Aynı usulle Türkiye içinde de paralar toplandı, kadınlar kollarındaki bileziklerini sıyırdılar. Ben nicelerine şahit oldum.
“Kâr Zarar” ortaklığı masalı ile Yozgat Merkezli Yimpaş kuruldu. Ticareti gayrimillî unsurların elinden almak iddiası ile kurulan Yimpaş da Kombassan gibi milletin alın terini, gurbetçinin onlarca yıllık birikimini sermaye yaptı ve ortalıktan kayboldu. Sonra duydu ki, Yimpaş Rusya Federasyonu ve ondan kopmuş ülkede milyonlarca dolarlık şirketler kurmuş, hükümetin içli dışlı olduğu Gazprom’la ortaklığa gitmiş. Kâr etmeyen bir şirket bu devasa yatırımları nasıl yapabilir? İyi de, Yimpaş’a alın terini veren Türk insanı ve gurbetçilerin paraları nerede? Kombassan’ın başına gelen Yimpaş’ın da başına geldi. Ve Erdoğan partisini kurduğunda bu şirketin avukatlarını da AKP’de kurucular arasına aldı, Meclis’e taşıdı.
İhlâs Finans mağdurlarına da devletin icra organı olarak hükümetin başı Erdoğan sahip 
çıktı mı?
Hayır...
Deniz Feneri e.V. Davası’nı biliyorsunuz. İddianameden bir kesit sunalım:
“Hiyerarşinin üst kademeleri, talimatı verenler ve asıl suçu işleyenler Türkiye’de.” (Alman hakim Dr. Johann Müler)
“Türk polisine yazı yazdım ve işbirliği yapmalarını istedim. Bana, ‘Bu konuda uluslararası polisiye işbirliğini gerektirecek bir durum yoktur,’ diye cevap verdiler.” (Frankfurt Kriminal Polis Şefi Alexander Böhm)
“Bana ne Deniz Feneri’nden!” (Adalet Bakanı Mehmet Ali Şahin)
Şimdi Başbakan çıkıyor meydanlarda bas bas bağırıyor:
“Babamın oğlu olsa hesabın sorarız!” 
Böyle bir sicil varken biz sizin bu sözlerinize nasıl inanalım? 
Üstelik soruşturma açan savcıları ve savcıların emrinde çalışan polisleri doğrayıp, iddianamede suçlu olarak gösterilenler için, “Onlar hayırsever insanlardır” diye yargıyı etkilemeye çalışırken...

**********


Soruşturmaları Örtme Çabası…

Cüneyt Arcayürek

Meydan meydan geziyor; ta ki yolsuzluk ve rüşvet olaylarıyla üstüne çöken kâbustan kurtuluncaya dek… 
Acaba ülke AKP kâbusundan kurtulabilecek mi? 
Soruyu yanıtlayacak tek olanak var: 
Şayet bu ülkenin insanlarında insafın zerresi varsa; RTE’nin meydan meydan gezerek yolsuzluk iddialarını, iktidarını karalamaya, devirmeye yönelik darbe girişimleridir palavrasını yutar ve.. 
…elindeki tek demokratik silahı kullanarak artık ne olduğu ve olacağı bilinen bu Başbakan’a oy vermezlerse, ancak o zaman aydınlık günler gelebilir... 
Oysa kutu kutu dolarların üstünü korkuyla örtmeye çalışacağına ufak bir işaret, maile pazar gezisinin bir durağı olan Akhisar’da yaşandı. 
Bir kadın, sonradan öğrenildi ki emekli, maaşı ile geçinemeyen bir kadın; yaşamsal sorununu RTE’ye ayakkabı kutusu göstererek anlatmaya çalışmış. Polis kadını oracıkta yaka paça gözatına almış.
Gezi eylemlerine katılmak yasak… Dershaneleri kapatmaya karşı çıkmak yasak ve bu toplumsal olaylar, hükümeti, daha doğrusu bulunmaz Hint kumaşı sanki, başbakanlarını devirme girişimi..
…bu sallama saplantılara ek olarak şimdi yolsuzluk ve rüşvet sotuşturmasını açan savcıyı darbe yapmaya çağırdı diye suçluyorlar.. 
Ayakkabı kutusunu RTE’ye göstermek, suç sayılır hale geldi, geliyor.

***
Memleketi gül gibi yönetiyorlarmış da 11 yıldır iktidara paralel, devlet içinde devlet dediği çeteleri on, on beş gün önce dört bakanın kabine dışında kalmasına önayak olan ilk yolsuzluk soruşturması ile anlayıvermişler. 
Kim inanır bu palavra gerekçeye ve bu çetelere savaş açan RTE’nin yolsuzlukları darbe gösteren meydan konuşmalarına
İçişleri Bakanı Erkan Ala da ezelden AKP’li olduğunu, daha doğrusu müsteşarlık görevindeyken bile iktidarla iç içe ve emrinde olduğunu kanıtlayan ve dünün ünlü siyasetçilerine parmak ısırtacak ustalıkta bir siyasetçi gibi iktidarın yolsuzlukları örtme çabalarına katkıda bulunan açıklamalar yapıyor.
Başbakan’ın örtme çabalarına da Genel Başkan Yardımcısı Mehmet Ali Şahin bir örnek veriyor: 
“Yargıtay’da cemaatin imamı diye nitelendirilen bir kişi varmış. Kendisini tanıyormuş. İsmi bende saklı diyor. Bu kişi bir holdingin başındaki şahsın dosyasıyla ilgili ne karar verilmesi gerektiği hususunu Pensilvanya’ya (ABD’de Fethullah Gülen’in yaşadığı yer) gönderdi.”
O günden bugüne bu konuda sesi çıkmayan bakanın, o sırada hükümete gerekli bilgiyi vererek Yargıtay’da cemaatin imamı diye nitelenen üye hakkında gerekli kovuşturmanın veya soruşturmanın yapılmasını sağlayacak girişimlerde neden bulunmadığını bugün söylemiyor.
Söyleyemiyor; zira eski müsteşar; o sıralarda, sonradan “cemaat ne istediyse verdiğini itiraf eden” Başbakan’a bağlı.
Eski müsteşar bugün bu olayı neden açıklıyor. O günlerde susmak zorunda.
Çünkü o günlerde iktidarla gül gibi geçinen ve bu hoşgörü döneminde devlet içinde yuvalanan, şimdi devlet içinde çeteleştiğini söylediği bir cemaat yok!

***
Başbakan yönetmelik değişikliğiyle önlediği 100 milyarlık ikinci soruşturmayla; İçişleri Bakanı Efkan Ala’ya göre, “Başbakan’ın evlatlarına çamur bulaştırmak isteniyor.”
Başbakan ise meydanlarda “Babamın oğlu da olsa yolsuzluk yaptı ise gözünün yaşına bakmam” diyor, ama oğlu Bilal hakkında da soruşturma başlatılacağı haberi gelince.. 
...yüksekten atan bütün afralar tafralar zınk diye stop ediyor. 
Oğlumuz Bilal’in 2 Ocak’ta savcılığa gitmesini engellemek amacıyla bir gecede adli kolluk yönetmeliğinde değişiklik yapıveriyor:
Savcının polise talimatını yerine getirmesini engelleyen bu değişiklik anayasa ve kimi yasalara aykırı.
Kim açıklıyor bu gerçeği: Yüksek Savcılar ve Hâkimler Kurulu... 
Aynı gün ardından Danıştay da yürütmeyi durdurma kararı veriyor. 
Başbakan’a ve yeni Adalet Bakanı’na göre, asıl HSYK’nin kararı anayasaya aykırı ve üstelik Danıştay’ı etkilemek için alınan bir karar!

***
Üstünü Örtebilmek için soruşturmaları başka yönlere saptırmaya çalışan bu hükümetle dal budak salmış yolsuzluk ve rüşvet olaylarının üstüne gidilebilir mi?
Yargının bağımsızlığı korunabilir ve hukukun üstünlüğü sağlanabilir mi? 
Soruları yanıtlayacak, elbette evet diyecek tek bir kişi var. 
O da yargıyı baskı altında tutan, hukukun üstünlüğünü koruduğu ve savunduğunu iddia eden, ama aksine uygulamalarıyla ünlenen tek bir kişi:
O da ne yazık ki anayasasında sosyal, laik ve hukuk devleti olduğu yazılı bu ülkenin Başbakanı: RTE!


***

YETER ARTIK.., İÇİMİZ YANIYOR..

Son 2 günde 34 şehit, 35 yaralı verdik. Son 2 haftanın toplamındaki şehit sayımız 55 civarında, yaralı sayımız 60-70’i buldu. Ortada dolaşan başka rakamlar var; bunlar doğru mu, değil mi ya da ÖSO ve SMO ile mi, değil mi bilemiyoruz. Bildiğimiz, rakamlar önem arz etse de maalesef şehitlerimizin fazla önem arz etmediği hissine kapılmamızdır.

“Şehitlerin kanı yerde kalmayacak, intikamları alınacak” sözleri kimleri rahatlatıyor, bilemeyiz ama biz acayip derecede rahatsızız:

    Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti’nin terörle ve terör unsurlarıyla mücadelesinde yanındayız. Sınır güvenliğini sağlama noktasında aldığı ve alabileceği tedbirlerin arkasındayız. Ama bunun ortak akılla yapılması gerekir.
    Şehitlerimize sebep olan güçler kimlerse tam hesap sorulmalıdır. Rejim Güçleri’nin hem arkasında, hem ortasında, hem önünde Rusya’nın olduğunu bildiğimiz halde neden Rusya’dan hesap sormuyoruz?
    5-6 Mart’ta Erdoğan’la Putin arasında yapılacak görüşmeyi niye iptal etmiyoruz. İki haftada hem Suriye hem de Libya’da 60’a yakın şehit vermemize sebep olan Rusya Askerî Heyetleri ile müzakereleri askıya almak gibi bir tedbir niçin düşünülmez?

    Tek bir günde gelen 33 şehit için yas ilân edilmeyecekse bu ‘y’, ‘a’, ‘s’ harfleri ne işe yarıyor?
    Perşembe gecesinden Cuma günü için okunan selâları şehitlerimizden niçin esirgedik. Diyanet, İdlip Şehitlerini hutbe konusu yaptı sağ olsun ama gıyabî cenaze namazları hep başka milletlerin kayıplarında mı kılınacak?
    NATO’nun acil toplantısı doğru bir hareket te TBMM niçin ‘acil toplantıya çağrılmaz?
    Millî birlik ve beraberlik demek feci şekilde katledilen ve cenazelerini bile nakilde büyük zorluklar yaşadığımız Anadolu evlatları için TV’lerdeki dizileri, yarışma programlarını; Lig müsabakalarını ve sâir etkinlikleri iptal ederek acıyı ruhumuza banarak ortak hissiyatı yaşatmak değil miydi?
    Sığınmacıların salınması ne kadar sıkıntıda olduğumuzun göstergesi; peki 9 yıldır demografik dengemizin bozulmasının millî bütünlüğümüzü tehdit ettiğini söyleyenlere özrü bırakın bundan sonra danışılacak mı?
    STK’lar, sendikalar ve meslek odaları “Şehitler ölmez, vatan bölünmez”li yürüyüşler için izin mi bekliyor?
    Askerimizin hava desteği olmadan ve kara bağlantısı olmayan yerlere sürülmesi nasıl bir taktiktir? 

Canımız ciğerden yandı. Ne Amerikane Rusya, büyük devletlere güvenilemeyeceğini çok acı bir şekilde bir daha tecrübe ettik. Birbirimize sahip çıkmaktan başka çıkışımız yok. Ama böyle zamanda bile muhasebeyapmayacaksak tarih bizi tekerine toz yapar. 

Kanın, gözyaşının ve göç hareketlerinin hiç eksik olmadığı Balkanlar – Kafkaslar – Ortadoğuüçgeninin orta yerinde yaşıyorsanız herkesten daha fazla akıl ve stratejiüretmeniz lâzım gelir. Lütfen futboldan yaşamın her alanına yayılan siyasî tarafgirliklerişehit cenazeleri söz konusu olduğunda yutun. Ve başka şehit cenazeleri görmemek için kolektif aklı kullanarak sinerji üretelim.
O da sivil hayatta emir-komutaylaolmaz, sorgulamaylave bilinçli destekleolur.

Son olarak; Fırat Kalkanı ve Zeytin Dalı Harekâtlarında “Reis bizi Afrin’e götür” diyenleri hep beraber İdlip’te Mehmetçiğimize sivil kalkan olmayaçağırıyoruz. Bari bir işe yarayalım ve sessiz yapraklar gibi düşen çocuklarımızın sınır boylarına yayılan kokusunu duyumsayalım.
                                              

KOCAELİ AYDINLAR OCAĞI
Yönetim Kurulu 

http://www.kocaeliaydinlarocagi.org.tr/


***

BANA YALAN SÖYLEYEN YILLAR., YAZI SERİSİ BÖLÜM 3

BANA YALAN SÖYLEYEN YILLAR., YAZI SERİSİ BÖLÜM 3



Diktatöre…

Bekir Coşkun.,

Seni anlayabiliyorum aslında…
İki kişi konuşurken, bir kişinin daha orada olduğunu düşünüyorsundur…
Bu bakımdan cümleleri anlaşılmaz hale getirerek söylüyorsundur; “Onu da öyle yapınca, bakalım şeyi de nasıl olsa oraya koymamız lazım” gibi…
*
Ben sana söyleyeyim…
Şu odandaki saksı…
Dikkat et…
*
Saksıya kötü kötü bakıyorsun…
Dinleyebilir seni çünkü…
Kimse yokken usulca yaklaşıp arkasına göz attın… Sonra “r” harfi pozisyonunda boynunu uzatıp içine baktın, eminim…
Böcek var mı?
Arkasından işaretparmağını uzatıp toprağını eşeledin…
Birisi geldiğinde, zıplayıp geri çekildin… Parmağının çamurunu görmesinler diye elini cebine soktun…
Biliyorum…
Gözünü şüpheli saksıdan ayıramadın…
Yalnız kalınca yine yavaşça saksıya…
*
Eşine, çocuklarına tembih ettin:
“Her şeye koyarlar… Şimdi bakıyorsun sanki yok… Ama burada öyle söylersin, o gider bakarsın öte yana bildirmiş… Ne söyleyeceksen gideceksin beriye…”
Nereye?..
Bizler on yıldır yaşadık, biliriz yani…
*
Şüphelendiğin şeyler:
Priz, abajur, tablo, çerçeveler, portmanto, sehpa, kalemlik, masa, koltuklar, duvar…
Evet, duvarlardan dahi şüpheleniyorsundur, yıktırma sakın…
*
Biliriz…
Sabahları her kapı çalındığında irkildi Atatürkçü yurtseverler…
Arkadaşlarımızı alıp götürdüler… Sözünü ettiğin o “devletin içindeki çete” sana çalışıyordu o zamanlar… Ve günahsız insanlar düzmece kanıtlarla götürüldükçe, şöyle diyordun:
“Yargı bağımsız, götürmüş, soracak tabii…”
Şimdi iş sana ve çocuklarına dönünce…
*
Ama yurtseverler götürüldüler…
Kimisi orada öldü… Kimisinin yaşamının en güzel yılları alındı elinden… Kimisi hâlâ hücrede…
Yuvalar söndü, çocuklar babasız kaldılar…
Annelerin, sevgililerin gözyaşları geceler boyu dinmedi…
Karanlıkta çığlıklar yankılandı sabahlara kadar…
*
Sıra sende…
Çünkü sahip çıktığın, barındırdığın, kullandığın o ahlaksız tuzağın dostluğu olmaz…
*
Seni izleyen kendi günahındır o…
Saksıya dikkat et…


***********

Şunları Söyledi;

Ahmet Takan

3 Kasım 2002’den sonra;

Başbakan Recep Erdoğan;

“Millet adına savcıyım. Çünkü kim kimlerin avukatlığına soyunmuş bunlar çok önemli. Biz kendimize hiçbir vasıf tayin etmemişken bize de savcılık görevini sağ olsun onlar veriyor. Bu da güzel bir şey. Niye savcı millet adına vardır, iddia makamı millet adına ordadır, biz de millet adına evet hakkı aramanın hakkı savunmanın gayreti içindeyiz, eğer bu anlamda savcılık ise evet savcıyım.” (15 Temmuz 2008)

Başbakan Recep Erdoğan;

“Eğer bugün hâkimlerimiz, savcılarımız hiçbir baskı ve tehdide boyun eğmeden görevlerini yapabiliyorlarsa, güven verici bir gelişmedir. Bundan kim neden rahatsız olabilir? Bunu kim, neden engellemeye çalışabilir? Bakınız ortada son derece ağır, son derece vahim iddialar var. Anayasamıza, yasalarımıza göre suç teşkil eden ithamlar var. Bırakalım yargı işlesin, bırakalım hukuk işlesin. Bırakalım ak ile kara ortaya çıksın. Süreci bulandırarak, hâkimleri, savcıları tehdit ederek hiç kimse bir yere varamaz.” (21 Nisan 2009)
Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç;
 “Emekli orgenerallere ait ses kayıtları ortaya çıktı. Neler konuşmuşlar, neler söylemişler. Allah’a çok şükür ediyorum ki Türkiye bunların zamanında bir savaşa falan girmemiş. Neler var neler... Konuşuldukça bu ülkede neler varmış, kimler ne yapmış, kimler kimlerle işbirliği yapmış, Türkiye’nin bölünmez bütünlüğünü kimler dinamitlemiş... AK Parti iktidarı bütün bunlara karşı nasıl dimdik ayakta kalmış bunu görüyoruz.”  (12 Mart 2009)

AKP Genel Başkan Yardımcısı Hüseyin Çelik;

“Sayın Türkân Saylan, bazı kız çocuklarına Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği faaliyetleri kapsamında burs verdiği için bu soruşturmaya konu değil. Sayın Haberal organ nakli yaptığı için, iyi bir cerrah olduğu için içeri alınmıyor. Netice itibariyle kimse sorgulanmaz, hesap sorulmaz, dokunulmaz konumda değildir.” (17 Mart 2011)

Başbakan Recep Erdoğan;

“Son günlerde bazı iddialarla ilgili başlatılan yargı sürecini biz de dikkatle izliyoruz. Emekli ve muvazzaf bazı askerlere yönelik bir süreç başlatıldı. Bu süreç yargının tasarrufu altında ilerliyor. Ak ile karanın ortaya çıkması; sürecin hassasiyetle ilerlemesi, kamuoyuna tatmin edecek kararların verilebilmesi için herkesin bu noktada yargıya ve yargı süreçlerine saygı duyması şart. Bu konuda duyarlı, hassas olması herkes için geçerli. Bu işleri hükümetle ilişkilendirenler, kusura bakmasınlar hezeyan içindedirler. Birileri yargıya, siyasi müdahalelerde bulunmaya, davalara yön vermeye alışık olabilir. Bizim de böyle yaptığımızı düşünebilir veya birileri böyle bir temenni içinde olabilirler. Bizim yürütme olarak görevimiz bellidir, yetkimiz bellidir. Kimse hükümeti bu tür spekülasyonlara alet etme yanlışına düşmesin. Başta ana muhalefet partisinin genel başkanı olmak üzere, herkesi bu noktada sağduyulu ve özellikle de sorumlu davranmaya davet ediyorum. Yargının işleyişini güçleştirecek, yargıyı töhmet altında bıraktıracak, çalışmasını engelleyecek girişimler adaletin tecellisine katkı sağlamayacağı gibi, şüphelerin aydınlığa kavuşmasını da engelleyecektir.” (15 Şubat 2011)

Başbakan Recep Erdoğan;

 “Ergenekon’da verilmiş karar nihai karar değildir. Ergenekon Davası ile ilgili kanaatimde sapma söz konusu değil. Temenni ederiz ki adalet hakkıyla tecelli eder. Gerek ana muhalefetin, gerek diğer muhalefetin bu süreçle ilgili yaptığı açıklamalar çok çirkin. (Yargı organı istediğim kararı verdiği zaman iyi, istemediğim kararı verdiği zaman kötü) gibi bir niyet olmaz. Muhalefet partisinin genel başkanının yaptığı açıklamalar suç teşkil etmektedir. (Bu mahkemelerin hakimlerini savcıları tanımıyoruz) gibi ifadeler yargıya müdahale gibi bir anlayışın içerisine girmektedir. Türkiye’de siyaset yapmanın edebinin ne noktaya geldiğini gösteriyor bu. Bu şekilde bir siyaset yapılamaz.” (8 Ağustos 2013) 
Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç;

“Allah o savcılardan razı olsun ki hiçbir tehdide aldırış etmeden, hiçbir şeyden korkmadan soruşturmalarını çok güzel bir şekilde yaptılar, mahkemeler de incelemelerini yaptı, yargı kararını verdi. Biz şimdi hiçbir şeyden korkmuyoruz.Hükümet sadece siyasi olarak bu işin arkasında durdu. Çünkü başka hiçbir insan, savcı olsun hâkim olsun bunları yargılama gücü veremezdi.” (3 Eylül 2012)

(E) Adalet Bakanı Sadullah Ergin;

“Yeni yasa (HSYK) ile kurul, bağımsız bir yapıya kavuşuyor. Görev ve yetkilerini kullanırken hiçbir organ, makam, merci veya kişi, bu kurula talimat veremeyecek. Adalet, tarafsızlık, doğruluk, tutarlılık, eşitlik ve liyakat çerçevesinde görev yapacak” (10 Aralık 2010)

AKP Grup Başkanvekili Bekir Bozdağ (Y. Adalet Bakanı);
“HSYK’nın çaycısı, bütçesi, oturacağı koltuğu bile yoktu, her şeyiyle göbeğine kadar Adalet Bakanlığı’na bağlıydı. Artık Adalet Bakanı karışamayacak, görüş serdedemeyecek.” (10 Aralık 2010)
17 Aralık 2013’ten sonra;
Başbakan Recep Erdoğan;
“HSYK’yı yargılarım...” 
“Bu savcı kimin savcısı?.. Bu nasıl savcı...” 
“O savcıyla daha işimiz var...” 
“Orada bu savcı iş takip ediyor...” 
Ve 30 Aralık 2013 sabahı gelinen nokta; Adalet Bakanı Bekir Bozdağ, HSYK’nın yetkisini elinden aldı, “Tek ben açıklama yapacağım” dedi.
Meşhur bir Türk sözü gündeme nasıl da cuk oturdu. Değil mi?
“Eskiden yediğin hurmalar, şimdi sizleri tırmalar...” 


****************

İki Ucu Pisli Değnek

Zahide Uçar

Rezilliğin, sefaletin ülkeyi sardığı şu günlerde F Çete ile AK Çete en aşağılık yöntem ve söylemle birbiriyle savaşıyor. Ortakların kurduğu Kırk Harami Düzeni AK Yolsuzluk üzerinden çatladı. O çatlaktan ülkenin üzerine ahlaksızlık, yalan, pislik akmaya başladı.
AK Çetenin başı aklını yitirmiş bir deli gibi saldırıyor. 
“Sesiniz çok yüksek çıkıyor Tayyip Bey; sesinizin herkesten çok yüksek çıkması bir suçluluk psikolojisinin gereğidir.“
Ne demiştiniz Davos’da Perez’e? “Sesin çok yüksek çıkıyor. Benden yaşlısın, biliyorum ki sesinin benden çok yüksek çıkması bir suçluluk psikolojisinin gereğidir.“ 
Şimdi siz bas bas bağırıyorsunuz. Gözleriniz yuvalarından fırlamış, gürültü kirliliği yaratacak kadar çok bağırıyorsunuz. Sesinizin herkesten çok yüksek çıkması, bir suçluluk psikolojisinin gereği midir(!)?..
İttifak çatladı.
Bu milletin kavgası olmayan bir kavga… Küresel çetenin oyun sahası haline getirilen ülkemde kartlar yeniden karılıyor. 
11 Yıllık devr-i zulmün hukuk katili AK Çetenin başı, kendi elleriyle katlettiği yargıdan şikayet ediyor(!).. Oysa Adalet Bakanlığı bürokratlarını Yargıtay’a yerleştirmek için ne tezgahlar kurmuşlardı. 12 Eylül 1980 Darbesini kullanarak sivil bir 12 Eylül darbesi yapmışlardı. İstedikleri yargı değişikliğinden sonra yeni yargı mensuplarının altına özel arabalar bile çekmişlerdi.
Biz iki ucu boklu bu değneğin hiçbir ucuna taraf olmayacağız. Kimin koynunda gebe kaldılarsa, çareyi orada arayacaklar.
Bizi ilgilendiren kısım;

Ülkemizin düşürüldüğü utanç verici durumdur.

11 Yıldır soyulup soğana çevrilen ülkemizdir. Ordusundan polisine, milli eğitiminden diyanetine, sağlıktan tarıma çökertilen kurumlarımızdır. Yok edilen hukuktur, yargıdır. Talan edilen milli varlıklarımız, yok edilen sınırlarımız, işgal edilen adalarımızdır.
Erdoğan ve çetesi dış müdahaleden şikayet ediyor. Oysa “Tayyip Erdoğan ve ekibinin, AKP'yi kurma aşamasında ABD Büyükelçiliğinde görevli üst düzey mason, müsteşar Lawrence ile sık sık görüştükleri ve yine Abdullah Gül'ün İngiltere Büyükelçisi Sir David Logan'ı makamında ziyaret edip parti çalışmaları hakkında bilgilendirdiği” basına sızmıştı.
 Tayyip Erdoğan'ın AKP'yi kurmadan önce “18 Temmuz 2001'de İsrail büyükelçisi David Sultan'la bir görüşme yaptığı” ve Büyükelçiye "yeni oluşacak partinin İsrail ve ABD politikalarına asla ters düşmeyeceği" yolunda garanti verdiği yazıldı. David Sultan, uzun yıllar İsrail ordusunda görev yaptıktan sonra dışişleri kadrosuna alınan azılı bir İslam düşmanıydı...
Bilderberg’ci Fehmi Koru; “Verilecek askeri istihbarat karşılığı Paşaların ve ABD muhaliflerinin tutuklanması kararı Erdoğan-Bush görüşmesinde alındı.” Demişti. Bugüne kadar yalanlanmadı.
Ergenekon soruşturması gelecekte üniversitelerde “ibret olsun diye” ders olarak okutulması gereken bir iddianamedir. 
Tezgahın piyasaya verildiği günlerde soruşturma ve tutuklamalar bir kısım medya ile birlikte yürütülüyor kanaati oluşmuştu. Sanıklar mahkemeye çıkmadan suçlu ilan ediliyordu. İçeri alınanlar ve o insanlarla konuşan herkesin kimliği, telefon numaraları, açık ev adresleri Zaman ve Sabah gazetelerinin internet sayfalarından yayınlanarak bu insanlar adeta hedef haline getirilmişti. Bu iddianame aynı zamanda bir fişleme halini almıştı. O dönemin İçişleri ve Adalet Bakanı bu rezilliği seyretti.
Taraf Gazetesi Ergenekon yargılamaları için; “1923'te kuruldu, 2008'de arınıyor." başlığı attı. Taraf'a devlet reklamları veriliyordu.
Yandaş medya aylarca büyük bir şehvetle tam tam dansları yaptı. “Yıllarca sürecek süreç” diye yayınlar yaparak aba altından sopa gösterildi. Ortaçağ zihniyetinin cadı avcıları gibi muhalif avcılığı yapıldı. İsim vererek; “onu da al, onu da al” diye hedef gösterip yargıya baskı yaptılar. Hukuk, adalet, insanlık katlediliyormuş, kimin umurunda? Hukuksuzluğun bir gün kendilerini de vurabileceğini görmekten acizler.(16.12.2008- Bir Gören Var mı? Başlıklı yazımdan)
AKP’nin 11 yıldır işlediği hukuk cinayetlerinden kısa örnekler verelim: 

1-Başvekil Cem Uzan hakkında konuşuyor. Söylediği söz tüyler ürpertici. Ne diyor Başvekil? ‘’İstediğin kadar dava kazan, ben sağ olduğum sürece hiçbir şeyi geri alamayacaksın’’. İşte hukuk devletini sırtından bıçaklamak budur. Demek ki Uzan davasını kişiselleştirmiş. (Yazık Bu Ülkeye başlık yazımdan.. 17.07.2007)
2-Ve olayın kodları aslında Bakan Şahin’in sözlerinde gizlidir. Ne diyor Bakan Şahin?

“-Son operasyon birilerine ders oldu”. 

Bir operasyonun ders olsun diye yapıldığını da ilk defa duyuyorum(!). Hem de bir bakan ağzından. (İkisi Fazla, Bir Asena Yeter başlıklı yazımdan… 30.01.2008)
Not: Şimdi kendisine soruyorum:
Bu yolsuzluk operasyonları da size ders oldu mu?
3-AKP ‘ye kapatma davası açıldı ya? AKP’li vekiller Avrupa Konseyi Parlementerler Meclisi (AKPM) başkanı Puig’den medet umuyor. Ve kapatma ile ilgili beyanat vermeleri için AKPM sözcüsünden hiç utanmadan ricada bulunuyorlar... Vatansızlık demek ki böyle bir şey... (28.04.2008)
4-Yargısız infaza uğrayan Rahmetli Okkır’ı soran CHP’li vekile AKP'li Bakan ne cevap vermiş? "Siz de Ergenekoncu musunuz? " (14.07.2008)
5-Cargill İznik gölü civarında bulunan tarım arazisine kanunsuz olarak fabrika kurdu. Bursa 2. idare mahkemesi firmaya yapı ruhsatı verilmesine ilişkin kararı 2 defa durdurdu. Ve Erdoğan Bush'un ricası ile mısır şekerine olan kotanın kaldırılması ve Toprak Koruma Ve Arazi Kullanımı Kanunu'na ek madde ilave ederek (27-06-2006) günü jet hızı ile geçirip Cargill işini halletti. ABD'ye gittiğinde Türkiye'ye bile gelmeye sabredemeden ABD'den Bakanına "Cargill işini çözün" talimatı verdi.
6-Milli Eğitim Bakanı Çelik’i üniversitede yuhaladılar. Çelik; “Bunların ağa babaları içeride(!)” dedi.. Ergenekon sanıklarını çoktan mahkum etmişler. Bunlar hukuksuzluğu kendilerine şiar edinmişler. (Eylül 2008)
7-Dava başladığında, yani tutuklanmalarından bir yıl sonra avukatların eline 2500 sayfalık "ayrıntıları ile binlerce sayfalık" iddianame tutuşturuldu. Gazeteci Saygı Öztürk; "İddianame daha yayınlanmadan ve hazır denmeden önce Tuncay Güney bana gönderdi” dedi.
8-Can Ataklı’nın bir yazısına göre Türk Devletini terörist ülke yapan ve devlet sırrı olan bir belgeyi Savcı Bey yayınlamakta bir beis görmüyor. Belge Susurluk olayının başkahramanı Abdullah Çatlı ile ilgili. “Kutlu Savaş’ın raporunda devletin 1983 yılında Abdullah Çatlı’ya Fransa’da görev verdiği ve Çatlı’nın iki yılda Hollanda ve Fransa topraklarında 20 bombalama eylemi yaptığı” belirtiliyordu. Raporun bu bölümü “çok gizli devlet sırrı” olduğu gerekçesiyle hiç açıklanmadı. Ama Ergenekon Savcısı bu belgeyi internet üzerinden herkesin ulaşabileceği şekilde davanın dosyasına koymakta bir sakınca görmedi.
9-Gazi Güder kendine gelen bir elektronik postayı rahmetli Kuddisi Okkır’a gönderdi diye 14 ay içeride yatmış. Yaşasın AKP adaleti, vicdanı ve yitirilen insanlık(!)… 
10-Erdoğan Deniz Feneri, Zahit Akman gibi konularda taraf olmuştur. Taraf olmakla kalmamış, deniz fenerini gündeme taşıyanlar tehdit edilmiştir. "Yargıya güvenin" diyen Başbakan, dokunulmazlıklar söz konusu olunca “yargıya güvenmediğini” ifade ediyor.(23.01.2009)
Deniz feneri hakkında dava açılmasını önleyemediler. Dava açan yargıçları yargıladılar. Yargıçlar beraat etti.
11-Arınç Ordu mensuplarına düzenlenen bir (F-CİA+AKP) operasyonu için; “Arı kovanına çomak soktuk” demişti.
12-KCK operasyonunda tutuklanan eski DEP’li Hatip Dicle mahkemede; Bakan Atalay’ın, 15 Ekim’de görüştüğü DTP’nin Genel Başkanı Ahmet Türk’e “Müsteşarımı Diyarbakır’a gönderdim. Hakim ve savcılar ayarlandı, gelen PKK’lılar geldiği gibi geçecek” dediğini iddia etti. Bu beyan aslında bilinenin teyidi idi. Kandilden gelenler “önderliğimiz Sayın Öcalan’ın isteği ile geldik, pişman değiliz” dediler, Savcı ve Hakim pişman oldular diye yazdı(!).. PKK formaları ile geldiler, Savcı ve Hakim “barış elçileri” olarak anladı. “Gezici Mahkeme” olarak yargı tarihine geçtiler. (Ayarlı Hakim-Savcı; Ayarsız Hakim-Savcı(!).. yazımdan-15.02.2010)
Bu kısa hatırlatmalardan sonra gelelim günümüze:
Kartlar yeniden karılıyor. Sorumlu bir iktidar, sorumsuz bir yapı olan F Çete kullanılarak eritiliyor.
Emniyetten yargıya, üniversitelere, ekonomiden medyaya ülkenin üzerine karabasan gibi çöken hizmet maskeli F Çete, efendisinden izin almadan ortağına savaş açabilir mi? Açamaz. Pensilvanya’da rehin tutulan hoca maskeli şahıs, kukladan başka bir şey değildir.

O zaman hesap ne?

F Çete yer altına gömülecek olabilir mi? Olabilir. Bu ihtimal Türkiye için büyük bir tehlike arz ediyor.
Üniversiteler F Çete elinde kalitesizlikte dip yaptı. İnanın birçok üniversite sadece diploma dağıtır durumdadır. Üniversiteler gizli işsizliğin örtüsü haline getirilmiştir.
Türkiye’de kobilerin %70’i bu çetenin elinde. 
Beyinleri gösterilen hedefe kilitlenmiş. Sorgulamayan, düşünmeyen robotlar… Ahlaki hiçbir değerlerinin olmadığını Ümraniye, Balyoz, casusluk gibi davalarda çok net gördük. En ahlaksız tuzakları nasıl kurduklarını, kendi iftiralarını kendi basınlarında gerçek gibi nasıl yayınladıklarını utanarak, tiksinerek izledik. Takip ettik.
Türk Ordusu içine sızmış olmalarına rağmen, kontrolü tam ele geçiremedikleri için Türk askerine duydukları nefrete şahit olduk.
Engin Alan Paşa F Tipi savcılar için;
“Yunan subayı gibi sorgulandık, nefretle bakıyorlardı” derken ürperten bir gerçeğe parmak basıyordu.
AKP kukla da olsa bir parti olduğu için seçim kaybeder, gider. Peki F Çete nasıl gider? Çok zor. Adı var, resmi bir konumu yok. Ülkenin can damarlarına sızmış bir örgüt. Kurgulanmış davalarda CİA ile birlikte çalıştığı açık olmuş bir çete. Bu çete tehlikelidir. Bütün bu operasyonların bir amacı da çeteyi yer altına çekerek 12 Eylül 1980 öncesi Türkiye’sinde kullanılan gladyonun rolü verilebilir.
Abdullah Gül, F Çete, Y-CHP koalisyonu kurulursa;
Türk Devleti’nin son çivisi de sökülebilir.
Abdullah Gül Amerika ile 2 sayfa, 9 maddelik gizli anlaşmayı yapan kişidir. Dışişleri Bakanlığı döneminde nerede ise Mançurya bile sözde soykırım iddiasını tanımıştır.
Abdullah Gül İngiltere EXETER ajan okulu mezunudur. Gül’ün Kraliyet nişanı… Fethullah Hoca’nın İngiltere Lordlar Kamerasından aldığı paye…
 Gül, Dışişleri Bakanı’yken PKK’nın manifestosunu yazan, Atatürk’e diktatör diye dil uzatan Hollandalı Türkoloğa ödül verdi. 
Aynı Gül Almanya’da Fuarda KDP’nin standında Türkiye’nin bölünmüş haritası için bir tepki vermediği gibi, “geçmişte Kürtler’e haksızlıklar yapılmıştır” diyerek Türk Devleti’ni tarihe not düşürecek bir şekilde mahkum etti. En yüksek makamdan söylenen bu söz hiç kuşkunuz olmasın ki, gelecek yıllarda bu milletin önüne gelecektir.     
Gül zaten Erdoğan sonrası için hazırlanıyordu. 
Türk Halkı bu oyunu bozmalıdır. 
Erdoğan mı(!)?
2008 yılında Türk Milletini utandıran bir konuşması vardı: “Bir sıçarsın, iki sıçarsın…” diye konuştuğunda kulaklarıma inanamamıştım ama aynı sözleri şimdi kendisi için kullanabilir…
AKP’nin icadı olan “vergide bağış” sistemi var ki, bu soygun sistemini akıl edenleri şeytan bile kıskanmıştır.
AKP iktidarı 02.01.2004 ve 31.12.2004 tarihinde vergi usul kanununda bir değişiklik yaparak; 
Vergi usul kanuna 40/10 maddesini ekledi ve VERGİDE BAĞİŞ SİSTEMİ’ni getirdi . Bu sisteme göre bir gelir vergisi ve kurumlar vergisi mükellefi isterse vergisini devlete vermez bu vergiyi bünyesinde gıda bankacılığı bulunan derneklere verebilir hem de %100 ünü. 
Bu dernekler içinde Deniz Feneri, Kimse Yok mu Yardımlaşma Ve Dayanışma Derneği, Kepez Deniz Yıldızı Derneği var… “Bu konuyu Sabahattin Önkibar detayı ile yazmıştı.” Vergide bağış sistemiyle vergi ödeyenler ve alanlar incelenirse altından acaba neler çıkar(!)?
Bu hükümet yolsuzluk, yoksulluk, dalavere, ihanetin kitabını yazdı. Şimdi olanlar ne destekli olursa olsun 11 yıldır yazılan suç kitabının okunması ve kitaba;
“Suç ve ceza” maddesinin eklenmesinden ibarettir.
Diyor ya “faiz lobisi”… Diyor ya “dış mihraklar”… Üstelik bu sözleri Obama’ya telefonda; “sesini özledim” diyebilecek kadar dış mihrak aşığı bir zat söylüyor. 
Türkiye’nin başında bir faiz lobisi var, doğru…
Türkiye’nin başında bir komplo ekibi var, doğru…
Türkiye’nin başındaki dış merkezli en büyük komplo zaten Erdoğan ve çetesidir.
Gül, Gülen, Erdoğan zaten başlı başına birer dış komplodur. Bu ülkeye en büyük komplo 2002 yılında kuruldu. Bir seçim kılıfıyla Turuncu Darbe yapıldı. 
Nokta!!.
Günün sözü: Meşruiyet dışında meşruiyet ararsan, bir gün o arka sokaklarda yok edilmen kaçınılmazdır.
Son söz: Ters trene bindiyseniz, koridorda ters tarafa yürümenin faydası yoktur. ( Diettich Bonhoeffer)


****

Dürüst Ol, Dürüst

Rifat Serdaroğlu.,

Başbakan Erdoğan’ı ve ekibini çok iyi tanıdığımızdan, belediyeci badem takımının geçmişlerini iyi incelediğimizden, bunların yeteneksizliklerini bildiğimizden sürekli olarak eleştirir ve Türk Milletini bunların yalan ve iftiralarına karşı uyarmaya gayret ederiz.

Bu gün tam aksini yapıp, Başbakan Erdoğan’a içine düştüğü “Yolsuzluk Kuyusundan” çıkabilme yolunu göstereceğiz. Eğer bizi dinler ve dediklerimizi yaparsa, hakkındaki tüm iddialar anında çürüyecek ve Erdoğan partisinin adı gibi “AK” hale gelecektir. Ondan sonra Cumhurbaşkanlık yolu da, Başkanlık yolu da, isterse Halife-Sultan olmasının yolu da kendisine açılacaktır!
Erdoğan ikide bir gerek siyasi rakiplerine, gerekse kendisini eleştirenlere “Dürüst Ol Dürüst” diye bağırır. Şimdi biz kendisine aynı şekilde sesleniyoruz; “Dürüst olduğunuzu iddia ediyorsanız, bizim dediklerimizi yapacaksınız.”
Aksi takdirde size daha önce hatırlattığımız Anadolu deyişini haklı çıkaracaksınız; “Yamuk ağaçtan düz baston çıkmaz…”
Hadi bizi yanıltın ve ne kadar dürüst bir adam olduğunuzu tüm dünyaya gösterin lütfen.

Yapacağınız iş çok basit.

*Önce siz, eşiniz-oğullarınız-kızlarınız- dünürleriniz-gelinler ve damatlarınız müşterek bir basın toplantısı düzenleyeceksiniz.
*Hemen yan masaya bir Sayın Noter ve ekibini oturtacaksınız.
*Emekli olmuş, devletle-parayla-pulla-mevki ile ilgisi kalmamış ve görevleri süresince hiçbir soruşturma geçirmemiş;
“Hazine Müsteşarı- Maliye Bakanlığı Müsteşarı- Dışişleri Bakanlığı Müsteşarı-Gümrük Müsteşarı-MİT Müsteşarı- Emniyet Genel Müdürü- MASAK Başkanı- Hesap Uzmanları Kurulu Başkanından” oluşan bir “Akil ve Namuslu İnsanlar” komitesi kurduğunuzu açıklayacaksınız.
*Bu Komiteye siz-eşiniz-çocuklarınız- dünürleriniz ve tüm Bakanlarınız “Tam Yetkili Vekâletname” vereceksiniz.
*Bu komite sizlerin yurt dışında ve yurt içindeki tüm nakit-banka hesapları- gayrimenkullerinizi varsa araştırıp, bulacak.
*Siz TC Başbakanı olarak, bu komiteye İstanbul ilinde 1994 yılından beri (sizin Başkan olduğunuz mübarek yıl) yapılan “İmar değişikliklerini” inceleme görevi vereceksiniz.
*Siz TC Başbakanı olarak, Almanya’da görülüp karara bağlanan “Deniz Feneri e.V” davasında belgelenen ve Türkiye’ye gönderilen paraların kimlere gittiğini araştırma görevini de bu komiteye vereceksiniz.
*Bu dürüst kişiler yapacakları çalışma sonucunu rapora bağlayıp Türk Milletine açıklayacaklardır.
*Bu ekibin tüm masrafını, bizler yani “Sizin ve ailenizin dürüst olduğuna inanmak isteyen” kişiler, yani Türk Milletinin diğer %50’ si karşılayacağız.
Sayın Erdoğan;
Gördüğünüz gibi AK olmanız çok basit. Yapacağınız iş, dürüstlükleri tüm
Türk Milleti tarafından kabul edilen bu emekli bürokratlara bir vekâletname vermekten ibaret.
Sayın Erdoğan,
Bildiğiniz gibi benim rahmetli babam Demokrat Parti Milletvekili idi. Ben TC Bakanı olarak görev yaparken siz Belediye Başkanı idiniz. Yani sizden istediğim bu basit işi, sizin de benden isteme hakkınız var. Ben size hem kendi ailem, hem de birinci-ikinci-üçüncü derece tüm akraba- dost ve arkadaşlarımdan dilediğiniz kişinin vekâletini vermeyi peşin-peşin taahhüt ediyorum…
Hadi Sayın Erdoğan;
Siz cesur adamsınız, dürüst adamsınız, sizin ve ailenizin boğazından tek lokma haram geçmedi. Lütfen şu dediğimi yapın da, hem siyasi rakiplerinizin, hem size ihanet eden eski yol arkadaşınız, TV canlı yayınında “Okyanus ötesine selam-sevgi-bağlılık” gönderiyorum dediğiniz şom ağızlıların, ağızları mühürlensin, yele-yeksan olsunlar, inşallah.
Hadi delikanlım, göster kendini, Kükre ve dürüst ol, dürüst…

4. CÜ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..,,


****

5 Aralık 2018 Çarşamba

İşte Kılıçdaroğlunun Patronu

İşte Kılıçdaroğlunun Patronu



Sabahattin Önkibar     
Aydınlık Gazetesi, 
4.8.2018

Dokuz ayrı seçimde yere serilen Kemal Kılıçdaroğlu’nun ısrarla koltuğa yapışması ve istifa etmemesi hırs ile açıklanamaz.

Artık çok eminim Kemal Bey görevlidir.

Tuncay Özkan’ın Şaban Sevinç’e ettiği malum sözler hakikattır.

Öyle olmasa Kılıçdaroğlu sadece demokrasiyi değil, erdem ve ahlakı da tepeleyen bir pozisyonda olmazdı ki Aleviler bu kavramlarda hassastır.

Kemal Kılıçdaroğlu’na, istifa etme, bekle ve CHP’yi mutlaka elinde tut diyorlar...

CHP’Yİ SENARYOLARDA KULLANMAK

O da bunu yapıyor.

Hayır proje asla Kemal Bey’le AKP’yi yıkmak değil.

Bunun olamayacağını değil Kılıçdaroğlu’nun patronları, artık balta girmemiş Amazonlardaki kabile mensupları bile biliyor.

Hadise Türkiye’ye yapılacak emperyal operasyonlar sürecinde Kılıçdaroğlu sayesinde CHP’yi kurumsal olarak saflarında tutmak ve olası senaryolarda kullanmaktır.

Peki kim midir Kemal Bey’in patronları?

Aslında onu ya da onları hepimiz tanıyoruz.

FETULLAH, GÜL VE HDP!

Fetullah alçağını 15 Temmuz’da darbe yapmak için sahaya kim sürdü ise odur.

Ekmeleddin İhsanoğlu’nun Cumhurbaşkanlığı adaylığını kim dayattı ise odur.

Abdullah Gül’ü çatı adayı olarak kim önerdi ise odur.

Kılıçdaroğlu’na, PKK’ya ismen katil deyip lanetleme, diye kim tembihledi ise odur.

CHP, HDP’nin barajı aşması için seferber olmalı, kim dedi ise odur.

Sezgin Tanrıkulu gibi PKK avukatı isimleri Kılıçdaroğlu’na ısrarla listeye koyduran kim ise odur.

DERSİM VE PKK İLE YÜRÜYÜŞ

Kemal Bey’i, Dersim’de soykırım yapıldı, yalanında kim ısrarcı yapıyor ise odur..

Atatürk’ü hedef alan Mehmet Bekaroğlu’nun tekrar, ısrarla ikinci defa listeye alınmasını kim emretti ise odur.

CHP’nin Ankara’dan İstanbul’a yaptığı yaptığı Adalet isimli yürüşüye, kim, PKK’lılar ile FETÖ’cüler de katılsın emrini vermiş ve ona karşı çıkılamamış ise odur.

Kılıçdaroğlu’nun en yakınına FETÖ’cü danışmanları kim yerleştirdi ise odur.

Kemal Bey’in ABD ziyaret programını kim FETÖ’cü alçaklara verdi ise odur.

Avrupa Birliği’ni kim kutsal gibi sunuyor ise odur.

Birgül Ayman Güler gibi CHP’deki bilinen ulusalcı isimleri kim tasfiye ettirdi ise odur.

SİYONİST-EVANJELİST FİNANS KAPİTAL

Kılıçdaroğlu’na, Ümit Kocasakal ve Metin Feyzioğlu gibi isimleri sakın milletvekili yapma emrini kim verdi ise odur.

Kemal Bey’e, sakın Atlantik’i eleştirme ve Avrasya’yı ağzına alma, kim diyorsa odur. Anladınız herhalde patronun kim olduğunu!

Bölgemizde yeni bir dizayn peşinde olan yani Müslüman bir İsrail ya da Büyük Kürdistan kurmak isteyen Siyonist-evanjelist finans kapitaldir.

Emin olun bu satırlarımda Kemal Kılıçdaroğlu’na haksızlık ediyor değilim, niye mi?

Dokuz kere mağlup olduktan ve Tayyip’i sandıkta indirme ihtimali sıfır iken koltuğa bu şekilde yapışmanın başka hiçbir izahı olamaz.

https://www.aydinlik.com.tr/iste-kilicdaroglu-nun-patronu-sabahattin-onkibar-kose-yazilari-agustos-2018

***

2 Aralık 2018 Pazar

Tayyip, Cemaat'i yenerse bunlar olur!

Tayyip, Cemaat'i yenerse bunlar olur!


Sabahattin Önkibar,

Cemaat gerçek bir örgüt, üstelik poliste elemanları olduğu için silahlı.
Devletin ciğerine oturan kanserli bir ur.

Bu tartışılamaz...

Ancak Tayyip'le Cemaat arasındaki kavgada Tayyip'in yanında saf tutmak büyük gaflettir.

Niçin mi?

Tayyip, Cemaat'e diz çöktürürse onu artık Allah'dan başka kimse durduramaz da ondan!..

Söyleyin Cemaat gibi milyar dolarları, milyon satan gazeteleri, çok izlenen televizyon kanalları, yüzlerce yargıcı, polis müdürü, onlarca valisi ve üst düzey bürokratı olan bir örgüte boyun eğdirecek Tayyip Erdoğan'a bundan böyle kim zerrecik olsun itiraz edebilir?
Cemaat'in yenildiği gün Türkiye Cumhuriyeti'nin adı fiilen Tayyiban Cumhuriyeti olacak!

Dolayısı ile bu kavganın galibi değil, mağlupları olmalı yani ikisi de yenilmelidir.
Doğrudur, Türkiye'nin bekası bağlamında asıl büyük tehdit cemaattir.
Ancak yakın tehdit de Tayyip Erdoğan'dır.
Fethullah Grubu cemaat de, Tayyip Erdoğan Grubu cemaat değil mi?
İmam Hatip dayanışması örgütsel bir tavır değil mi?
Oyuna ve gaza gelmek yok, ikisi ile de mücadeleye devam!
Çete'ye karşı kurulan Tayyip timi!

AKP'nin 320 küsür mebusu var ama Tayyip Erdoğan, Efkan Ala'yı İçişleri Bakanı yaptı niye acaba?

AKP'de bu soruyu soracak bir yürek yok, o zaman ben soruyorum niye?
Niyesi şudur:
Belli ki Tayyip Erdoğan, Efkan Ala'ya o vekillerin tamamından daha fazla güveniyor. Öyle olmasa müsteşarını bakan yapmazdı.

Peki bunun siyasi okuması mı?

Efkan Ala'nın kurulmaya çalışılan operasyon timine komutanlık edeceğidir.
Nitekim bütün kritik merkezlere onun yakın çevresinden atamalar yapılıyor.
Kabinedeki değişikliğe bakın, tamamı Tayyip Erdoğan'ın ağzına bakan isimler.
Sanki Bakanlar Kurulu değil de Fedailer mangası!

İkinci operasyona ne oldu?

Savcı operasyon için hatırlayın sarı zarfları Emniyet'e göndermiş lakin Emniyet bu emri çiğneyerek yargıya meydan okumuştu.

Aradan günler değil haftalar geçti tık yok.

Evet İstanbul'daki ikinci operasyondan söz ediyoruz.
Tayyip bu operasyonu unutturmak için örgüt ve çete mavraları yapıyor ama ortada bir cenaze yani kararı alınıp uygulanmayan bir yargı hükmü var.
Bu soruşturmaya getirilen savcılar bilsinler, bunun bir sorumluluğu var.
Aynı şekilde Başsavcı Çolakkadı bunun altından kalkamaz.
Göz göre göre delil karartılıyor, umursayan yok.
Ama Bilal'i nasıl ifadeye çağıralım demesinler.
Bu ülkede hiç kimsenin suç işleme özgürlüğü yoktur. Bilal eğer suçlu ise o da bedel öder. Değilse de aklanır..

Çolakkadı göreve..

El Kadı ile Bilal'i İsrail mi buluşturdu?
Hangi taşı kaldırsan Bilal Erdoğan çıkıyor.
Dün sanal medyada bir fotoğraf, Bilal terörist Yasin El Kadı ile aynı masada!
Bu çocuğun böyle bir adamla ne işi olur?
Yoksa bu da mı İsrail tezgahı?
İki ismi AKP'ye komplo kurmak için İsrail mi buluşturdu acaba?
Keza pek çok yolsuzluk iddiasınının merkesinde yine Bilal var.
Var ama ifadesi bile alınamıyor.
Urfa Belediyesi bile çok zenginmiş gibi servet değerindeki arsasını Bilal'in vakfına bağışladı.

Peki Bilal'in soyadı Erdoğan olmasa Fakıbaba yapar mıydı bunu?

Elektrikçi Guvernör niye istifa etmiyor?

Adam ekonomist falan değil, elektrikçi.

ODTÜ'nun elektrik-elektronik bölümünden mezun ama bizden denilip Türkiye gibi bir ülkenin Merkez Bankasına Guvernör yapıldı.
Yapılınca da sadece kendini değil kurumunu rezil etti.
Çıktı ortaya Aralık sonunda dolar 1.920'nin altında olacak dedi.

Peki ne mi oldu?

Dolar dün 2.200'ye dayandı.
Böyle bir tabloda bu adamın hemen istifa etmesi gerekmiyor mu?
Öyle ya onun sözüne inanıp ithalat yapanlar sefilleri oynuyor.
Aynı şekilde dövizle işi olanlar o devlet taahhüdüne inananıp büyük zararlara uğradı.

Ben CHP ile MHP'nin yerinde olsam Merkez Bankasının kapısına dayanır, eylem yapardım.

***

31 Ekim 2018 Çarşamba

Tayyip'te Bilal Paniği!

Tayyip'te Bilal Paniği!

Sabahattin Önkibar

Bir Başbakan meydan meydan dolaşıp sıradan bir savcıyı bu şekilde niye hedef alır?
-"Seninle daha işimiz bitmedi.
-İş takipçisi.
-Militanlar gibi bildiri dağtıyor."
Muharrem İnce bu durumu "Bilal korkusu", Kemal Kılıçdaroğlu ise "Abdestine güvenmemesi" diye yorumluyor...
Savcının engellenen ikinci dalga operasyonda Bilal Erdoğan'ın yanı sıra büyük ihaleler alan çok sayıda müteahhidin kurtarıldığı dillerdedir.
Söyleyin; değil böyle bir tabloda, zerre bir fısıltıda bile Başbakan'ın hodri meydan demesi gerekmez mi?
Reza Zarrab itirafçı olur korkusu
Tayyip Erdoğan'ın bunu yapmayıp operasyon kararını veren savcıyı alanlarda yargı hükmü olmaksızın "iş takipçisi" diye suçlaması hukuka suikast değil midir?

Bir Başbakanın, yolsuzluk operasyonunun merkezinde olan Reza Zarrab gibi somut suç unsurları ile yakalanan bir şüpheliye yargılama sürecinin başında arka çıkması ve onu medya önünde peşinen dürüst ilan etmesi adliyeye örtülü talimat değil midir?

Bu sözler üzerine muhalefet Başbakan'a dönüp, "Reza Zarrab'ın itirafçı olmasından mı korkuyorsun ki, ona ben arkandayım mesajını veriyorsun" diye bir soru sorsa ne cevap verecek?

Aynı şekilde evinde ayakkabı kutularının içinde 4,5 milyon dolar ile suçüstü yakalanan banka müdürüne yine peşin bir hükümle arka çıkmanın bırakın hukuk, hangi kanunda yeri var?

Bir Başbakan'ın görevi, işlenen cinayetin faillerini aramak mıdır, yoksa üstünü örtmek mi?

Eğer ikincisi ise insanların zihnine "yoksa Başbakanın o cinayetle bir alakası ya da ilişkisi mi var" gibi bir kuşku düşmez mi?

Düşeceğine ve Tayyip Erdoğan'ın bunun farkında olacağına göre, buna rağmen böyle davranılıyor ise durum gerçekten vahim ötesidir; zira böyle bir risk ancak suçüstü hallerinde üstlenilir.
İmamın suç ortakları

Efendim, bütün bu tavırlar yargının içindeki çete'ye dur demek içinmiş!
Tekrarından imtina etmeyip soracağız, o çeteyi yeni mi keşfettiniz ve kim açtı önünü?

Siz değil misiniz "Ne istedilerse verdik" diyen?

Siz değil misiniz dün o çete ile beraber iş tutup bu ülkenin Ordusunu terör örgütü ilan eden?

Siz değil misiniz o çetenin tertipleri ile yüzlerce kahramanı hapsettirip darbe mugalataları yapan?

Siz değil misiniz bu çeteyi demokrasi mücahitleri diye selamlayıp millete takdim eden?

Siz değil misiniz Yargıtay imamının dava dosyasını Pensilvanya'ya gönderirken susan ve bunu bugüne kadar gizleyen?

Siz değil miydiniz bizzat oluşturduğunuz HSYK'yı yargının bağımsızlık tanrısı gibi sunan?

Ve o siz şimdi hiç utanmadan yolsuzluğu araştıran bir savcıya arka çıktı diye o HSYK'yı hain ilan edebiliyorsunuz.
Tamam devletin içinde bir değil birkaç çete var da onların tamamı sizin eseriniz!
Yıllar önce yargıda örgüt var dediğimizde bizi dava eden siz değil miydiniz?

Yeni Dosyalar

Size ilişince birden "Örgüt var" diye hoplayan siz, aslında onlarla suç ortağısınız; zira yıllar yılı yardım ve yataklık yaptınız ve açılacak olan soruşturmada siz de bunun hesabını vereceksiniz!
Bir başka şey, hiç utanıp sıkılmadan "TSK'ya kumpas kurdular" demiyor musunuz?
Peki, o zaman siz uzayda, Jüpiter de mi, nerede idiniz?
Tayyip Erdoğan değil midir kumpas dediğiniz o hadisede savcılığa soyunan?
Kumpas söyleminde samimi iseniz Hakan Fidan olayında olduğu gibi hemen harekete geçsenize!
Yok sizin maksadınız, üzüm yemek yani TSK'ya sahiplenmek değil, bağcıyı yani cemaati süpürmek için TSK'yı sevenleri yanınıza çekmeyi istemektir.

Biz bu oyuna gelmeyiz ve adına F tipi denen o çete ile dün olduğu gibi bugün de yarın da boğuşuruz. Ama biliniz; bizim gözümüzde sizin onlardan zerre farkınız yok.
Hülasa telaşın ötesinde paniktesiniz; zira sırada başka dosyaların olduğunu biliyorsunuz.
Bunun için komplo diyerek yeni bir algı peşindesiniz ama gayrı mızrak çuvala sığmıyor.
Bittiniz, tükendiniz, suçüstü oldunuz ve hesap vereceksiniz!

NOT: Bütün Okurlarımın yeni yıllarını kutluyorum.

***